@cennomi
|
Medyaları görebiliyor musunuz? Medya: Mirza Durular Keyifli okumalar ♡ Gözlerini avına diken ajan şeftali, tüm dikkatini buna vermiş durumdaydı. Gece kulübüne sızmak. Sonra da asıl avını bularak onu yemek. Ne diyordum ben be. Eğildiğim çöp konteynırının dibinden kalkıp sırtımı duvara dayadım. Gece kulübünün önünde iki adet çam yarması vardı. Öyle uzun ve kaslıydılar ki eğilsem bacaklarının arasından geçip kapıya ilerleyebilirdim. Ama sadece ilerlerdim. Adamlar böyle pompayla şişirilmiş gibi duran kaslara sahipti. Dakikasında tutup kaldırır ve duvara asarlardı ben de orada sallanırdım, salkım şeftali gibi. İldem adresi atar atmaz, yanıma fazla para almadığımdan zorda kalmamak için taksiye binmeden otobüsle gelmiştim. Oldukça işlek bir bar caddesiydi burası. Eve de yakın sayılırdı ayrıca, dört kilometre ötedeydi. İçeriye nasıl gireceğimi düşündüm bir süre. Kafamı ardımdaki duvara vurdum hafifçe. "Ulan çalışsana, ne diye durdun? Az önce beslemedim mi ben seni it?" Birden bir şey oldu ve kafamın üzerinde yanan bir ampul hissettim. Duvara vurmam işe yaramış olacak ki birden çarklar dönmeye başladı. Aklıma gelen planla şeytani bir sırıtma yolladım önümde patisini yalayan sokak kedisine. Dili patisinde bir süre boş boş beni izledi. Duvardan ayrılıp yukarı caddeye doğru yürümeye başladım. İşlek bir yere çıktığımda aklımdakileri alabilmek için dükkan aramaya başladım. Önce bir eczaneye girerek şırınga ve uyku hapı aldım. Beş dakikanın ardından aradıklarımı bulduğumda aldığım yerin lavabosuna girdim. Tüm parayı bunlara vermiştim. İşim bittiğinde aynaya baktım ve yeteneklerim için kendimi tebrik ettim. Harikaydım, mükemmeldim, dayak yemiş gibiydim. Şırıngaların içerisine haplardan beşer tane atıp sulandırdım. Umarım kimse yüksek dozdan Allah'ına kavuşmazdı. Hafif ilaçlardı. Ne olur ne olmaz diye dört tane hazırlamıştım, bayılmazlardı bunlar falan. Şeftaliyi yemeyelim boş yere. Umarım kimse beni bu halde görmezdi. Saçlarımla yüzümü kapatarak dükkandan ayrıldım. Barlar sokağına gelene kadar hızlı adımlarla kafamı yere eğerek ilerledim. Sonunda tekrar arkasına gizlendiğim duvarın önüne gelmiştim. Sırtımı duvara dayayıp az sonra yapacağım şey için kendimi hazırladım. Üç. İki. Bir. Yapıştırdım tokadı. "İçime ayı kaçmış, yuh!" Dedim kıvranıp yanağımı tutarken. "Böyle hünerler anca kenime çakacağımda gelir zaten, kavgada gelmesin!" Çok acıdı lan. Vurmasa mıydım? Neyse, ajan şeftali olmak için bazı şeylere katlanacaktık artık. Ağzıma gelen metalik tadla gülümsedim. Dudağımı patlatmıştım. Bir zahmet yani, o kadar dövüş dersini boş yere almamıştık. Mesela, şu kapıdaki ayılarla kavgaya girsem ölmezdim ama dayak yemeyeceğimi de asla garantileyemezdim. Ellerimi saçlarıma daldırarak iyice dağıttım. Daha sonra kendimi nasıl toparlayacağıma dair en ufak bir fikrim yoktu. Yayık, korkak ve titrek adımlarla duvarın ardından çıktım. Gözlerim çoktan timsah gözyaşlarını akıtmaya başlamıştı. Gerisi sadece oyunculuğuma ve hızıma bağlıydı. Cebimdeki şırıngaları kontrol ederek birden adamlara doğru koşmaya başladım. Buranın giriş kapısı diğer mekanların arka kapılarının tarafında olduğu için bir tek onlar vardı. "Yardım edin!" Dedim ağlayarak perişan bir halde. Yüzüm gözüm mordu ve az önce dudağımı patlatmıştım. "Yardım edin, peşimde birileri var! Markete gitmiştim saldırdılar bana! Yardım edin!" Tamam, bu şakasının dahi kötü olduğu bir şeydi ama daha kolay içeriye girecek bir yol bilmiyordum. "Bayan?" Dedi bir koruma temkinle yaklaşarak. Diğeri sert bir ifadeyle ertafı izledi. "Ne oldu?" O iyice bana yaklaştığında bir anda zıpladım ve kafayı çaktım. Boy farkı anca kapanmıştı. Adam hafifçe sendelediğinde cebimdeki şırıngalardan iki tane çıkardım ve birisini hızla şah damarına fırlattım. "Bayan sensin, ayı!" Özür dilerim, yardım etmeye çalısıyordunuz ama benim de mazeretlerim var. O elini uzattığında bacaklarımın ayrılma tehlikesini göze alarak şırıngaya doğru bir tekme attım. İçindeki tüm ilaç damarlarına karıştığında ayağımı tuttu ve birden beni iki metre savurdu. "Lan ayı mısın!? Neydi o uçtum lan!" "Kimsin lan sen!?" Dedi diğer izbandut ayısı hızla benim üzerime gelirken. Ağrıyan kalçam canımdan önemli olmadığı için olabildiğim kadar hızlıca kalktım ve öne atıldım. "Bro bana bir şeyler oluyor." Dedi diğeri kaşlarını çatarak. Boynundan tehlikeli diyemeyeceğimiz kadar kan akıyordu. Lütfen, katil olmayayım. Lütfen. Bu güzelliği hapiste çürütemezdim. "N'aptın sen lan!? Neydi o iğnedeki!?" Diyerek iyice üzerime geldiğinde buz pateni yaparcasına bir zariflikle, futbolcuların maç sonrası yaptığı dizlerinin üzerinde kayma hareketini yaptım. Adamın bacaklarının arasından belimi sonuna kadar kırarak kaydığımda dizimde oluşan yarayı hissettim. Dişlerimi dudaklarıma geçirdim ve bileğimde hazır tuttuğum şırıngayı kalçasına geçirdim. Çünkü, tümlemesinin iki cevabı vardı. Birincisi, diğer adamın boynundan akan kan ödümü şeftalime karıştırmıştı. İkincisi, adam bir anda bacaklarını kapatınca çok garip bir pozisyonda bacaklarının arasında kalmıştım! Birisi acilen beni gömsün! Pozisyon çok tehlikeli! Birinci adam saçlarıma asıldığında diğer adam kollarımı arkada birleştirerek yerde diz çöktürdü. İlki saçlarıma iyice asılarak kafamı havaya kaldırdı. Acıyla dişlerimi sıktım. Zaaflar yok, Alin. Acı yok. "Kimsin sen? Ne verdin bize!?" "Sadece bir kaç saatlik huzur." Dedim acıyan canıma rağmen gülerek. "Merak etmeyin acımayacak." "Kimsin sen, dedik!" Dedi kollarımı arkada birleştiren adam iyice sıkarak. "Casus musun!?" Kocaman bir kahkahayla karşılık verdim onlara. Sadece ilaç etki edene kadar dayanmalıydım. Kahretsin ulan, çok acıyor. "Bırakın beyler." Diyen bir ses duyunca nefesimi seslice verdim. Bu gerizekalı kim oluyordu da, gelmiş burada kahramancılık oynuyordu? "Gerek yok!" Diye bağırdım. Hemen ardından saçlarımın sökülme pahasına kafamı yukarıdaki adamın yüzüne gömdüm. Bu, kollarımı tutan adamdı. Adam, kollarımı bırakınca diğeri de saçlarımı bıraktı. "Bence gereksiz yere gurura gerek yok, neden buradasınız?" Sesi sakin, oldukça konrtolcüydü. Ayağa kalkarak dağılan saçlarımı düzelltiğimde iki izbandut ayısı birer saniye arayla arkaya doğru devrildiler. Ellerim saçlarımı düzeltirken dudaklarım iki yana kıvrıldı. "Sadece önemsiz bir isim için desem inanacak mısın?" Dedim ve fazla detaya inmeden onu inceledim. Soğuğa rağmen üzerinde siyah bir gömlek ve kot vardı. Kahveye çalan saçları vardı ve gözleri seçilmiyordu. "Pek inanılacak gibi değil," dedi çok hafifçe ve ifadesizce gülerek. "Bu kadar çaba önemsiz bir isim için olamaz, değil mi?" "O benim salaklığım." Dedim elimi boşver dercesine sallayarak. Sonra da ortamı umursamadan cebimden bir ıslak mendil çıkararak üstünkörü sahte morluklarımı sildim. "Aslında değmeyecek insanlar için bu kadar emek harcamak saçma. Haklısın, gidiyorum." Gitmeyecektim, yalandı. Bombastik side eyes bakışlarıyla beni izleyen adam, bu dediklerimden sonra öne doğru birkaç adım attı. "O kadar kolay değil o." Yirmilerinin başında gibiydi, belki de Mirza ile yaşıttı. "Sen burada mekanı koruyacak adam görebiliyor musun? Ben göremiyorum da." "Bu beni hiç ilgilendirmez beyefendi, hiç ilgilendirmez." "O zaman babamın vereceği ceza da beni hiç ilgilendirmez." "Bu da ne demek?" Dedim alayı bir kenara atarak. "Beni tehtid mi ediyorsun sen?" "Uyarıyorum sadece, sakin ol." "Korumalar ölmedi, sadece uyuyorlar." Dedikten sonra üstünlük kurabilmek adına ona doğru ilerledim. Gülümsedim. "Bak, buraya sadece bir isim öğrenmeye geldim. O ismi bana verirsen daha fazla sorun çıkarmam." "Daha fazla sorun çıkarmana izin vermem zaten." Dediğinde yöntem değiştirdim. Ona doğru iyice yaklaştım. Neredeyse dibine geldiğimde bileğimde sakladığım şırıngayı fark ettirmeden kollarımı boynuna götürdüm. "Ne yapıyorsun sen?" "Sorun çıkarmayı severim." Dedim dudaklarına doğru nefesimi bırakarak. Geri çekilmeye çalıştı."Sorun çıkarmamı engelleyen şeyleriyse ortadan kaldırırım." Gözlerimi kapattığımda amacım onu, onu öpeceğime ikna etmekti. Tam dudakları dudaklarıma değdiği an korkarak şırıngayı omzundan sapladım. Beni büyü bir güçle ittiği an ise bacağımı kasıklarına geçirdim. Umarım çocuk sahibi olmayı düşünmüyordur. Yüzünü buruşturarak eğildiğinde içimden bir his, onun diğerleri kadar kolay olmayacağını söyledi. Ve tabana kuvvet diyerek birden koşmaya başladım. İsmi de öğrenemeyecektim, o kadar para boşa gitmişti! "Buraya gelir misin!?" Diyen sinirli sesini duyduğumda koşarken arkaya dönerek dil çıkardım. "He, geleyim de şeftalimi belle dimi!?" "Onun ne demek olduğunu bilmiyorum, buraya gel!" Ses tonunda bir değişiklik olmuştu ama önemsemedim. "Üzgün değilim, gelemem!"
🍑
Nefes nefese evin yakınlarında durdum. Akan'ı arayarak bana evin konumunu atmasını, kaybolduğumu söylemiştim. Çünkü bu sıfatla Koralp'e görünmek pek mantıklı değildi. Vural bey ve Karya hanım'a görünmek de pek mantıklı değildi. Bu durumda Akan'a güvenmeyi seçmiştim mecburen. Hem tıp okuyordu, şu yaralara da bir baksındı bir zahmet. Nefeslerimi düzenlediğimde telefonu açarak Akan'a mesaj attım.
Siz: Evin arka kapısı var mı, varsa beni oradan gizlice girdirmen gerekiyor (18: 32) Daktır sular Akan: Var ama neden gizli gizli giriyoruz? Daktır sular Akan: Cinayet mi işledin? Siz: Aynen cesedi de eve getirdim Daktı sular Akan: Konuşma benimle doktorluğumu yakamam ben, katil cani Siz: Allah'ım al canımı, bu nasıl bir cahilü cühellalıktır Daktır sular Akan: Senin psikolojin iyi değil. Daktır sular Akan: Sana bir psikolog ayarlamamı ister misin? Siz: Tamam ulan, ben gidiyorum Daktır sular Akan: Tamam tamam Daktır sular Akan: Geri gel arka tarafı dolan Karya sultan kellemi alır seni kaybedersem Siz: At yalanı...
Telefonu cebime atarak son çare biraz daha sıfadımı düzeltmeye çabaladım. Sonra da dev bahçeyi dolanmaya başladım.
25 dakika sonra
Daktır sular Akan arıyor... Aramayı cevaplandırarak kulağıma götürdüm. "Ne var?" "Ne ne var?" Diyen sabırsız sesini duydum. "Neredesin yarım saattir? Bir saat sonra sofraya yetişemezsek biteriz." "Bana evin etrafının minyatür amazon olduğunu söylemedin!" "Tamam, bastığın yere dikkat et. Seni almaya geliyorum." Dedi ve yüzüme kapattı. Bastığın yere dikkat et de ne demek? Yine alışılmadık bir azimle toprak yolda yürümeye devam ettim. Evin arkasında iki kilometre uzunluğunda geniş bir orman vardı. Geceleri kitap okumak için ideal ortam olmasa da manzara güzeldi. Önümdeki ağaç köklerinden dolayı düşmemek için dikkatle yürürken birkaç metre önümdeki toprakta bir hareketlenme oldu. Kalbime bir inme gelirken içimden bildiğim tüm duaları okuyordum. Geriye doğru bir kaç adım atarak yerden büyükçe bir taş aldım. Birden toprak kare şeklinde yarılıp da içinden bir el çıktığında çığlık attım. Bu ormanın altı yıllar önce mezarlık olabilir miydi? Zombilerin gerçek olduğunu söylemiştim! Elimdeki taşı daha sıkı kavrayarak çıkacak olan zombinin kafasına atmaya hazırlandım. Bundan sonra adım, ajan şeftali değildi. Zombi avcısı şeftaliydi. Eğer, bu zombi beynimi yerse size vasiyetimdir. Berkay'a hiçbir şeyimi vermeyin. İt bakıp bakıp dalga geçerdi. Kumral ama toprağın altından çıkmasına rağmen gayet de bakımlı bir kafa çıktığında gözlerimi kapatarak taşı fırlattım. "Ananı lobunu lan bu ne!? Kafam yarıldı lan! Kan mı bu!?" Diyen Akan'ın sesiyle dudaklarımı ısırdım. Yanlış alarm, abimin kafasını yardım. "Akan!" Diye hayretle fısıldayarak ona doğru koştum. Yerdeki kare delikten çıkmış, oturarak kanayan kafasını tutuyordu. "Alin, bittin sen!" inleyerek elini başından çekti. "Bak şu yaraya çok mu yarılmış?" "Bakayım." Uysal uysal ilerleyip yanına çömeldim. Ellerini kafasından çektiğinde eğilerek kan akan yere baktım. Taşın değdiği yer şişmiş, üzerindeki ufak yaradan kan geliyordu. "Şişmiş, üzerindeki yerden kan geliyor. Az ama." "Tamam dikişlik bir şey yok o zaman. Bir an önce içeriye girip temizleyelim şu yarayı, annem görme..." dedikten sonra cümlesini yarıda keserek kaşlarını çattı. Yüzüme bakarken zaten acıdan buruşan suratı biraz daha buruştu. "Ne oldu senin suratına? Kim yaptı bunu? Yemin ederim üç sene önce ölen iguanamın suratı bile senden daha düzgündü." Kafasını yardığım için bir uysallık gelmişti bana. Suçluluk yükleniyordu. O yüzden normalde ters bir cevap vereceğim soruya akıllı uslu cevap verdim. "Kafamı yoldaki demir direğe çarptım. Dudağıma kendim çaktım. Ama diğerlerine söyleme, bir daha tek başıma gezmeme izin vermezler." Yalan değildi gelirken, o adamdan kaçacağım diye direğe çarpmıştım. Ama maşAllah'ı vardı, ilaca tam yirmi dakika dayanmıştı. Beş doza hem de. "Nasıl tek başına? Sabah Koralp abimle çıkmadın mı sen? Hem sanki izin vermeseler dinleyecekmişsin gibi." Dudaklarımı büzdüm. "Doğru dinlemem ama kavgasız gürültüsüz evden çıkabilmek istiyorum." Ayağa kalkıp ona elimi uzattım. "O öğlen işe gitti, bende sahilde gezmek istedim biraz." "Tamam yüzünü bir şekilde parçaladın, kafana ne yaptın?" "Kedi saldırdı." İşte bu, yalandı. "Desene ikimiz içinde şansız bir gündü." Buruk bir gülümsemeyle elimi tuttu ve ayağa kalktı. "Sana ne oldu ki?" Aslında sormayacaktım ama ağzımdan kaçmıştı. Beni de kare delikten geçirdi. Aşağıya doğru inen uzun bir merdiven vardı. Neden böyle garip bir tünel yapma gereği duymuşlardı, anlamıyordum. "Sen kafamı temizlerken belki anlatırım." Merdivenler bitince demirden yapılma dikdörtgen bir koridorda ilerledik. Boyu iki metreden fazla ama dört metreden azdı. Eniyse en az üç insan sığacak kadar genişti. Işıklandırma sayesinde rahatça yürüyebiliyorduk. "Neden böyle bir tünel yapma ihtiyacı hissettiniz ki?" Diye sordum dayanamayarak. "Bu tünelden sadece annemin, babamın ve benim haberim var, Alin. Başka kimse öğrenmeyecek, tamam mı?" Bunu nazik bir tonda söylediği için onu onayladım. "Tünelin sonu direk benim odama çıkıyor. Babam benim için yaptırmıştı." "Neden yoksa bir kurt adam mısın? Dolunayda kimseye görünmeden gidecek bir yol mu gerekiyordu?" "Belki başka bir zaman, Alin. Ama şimdi değil." O bunları söylerken tekrar bir ip merdiven çıktı karşımıza. Onu da tırmandığımızda herhangi bir kapakla karşılaşamadım. "Kafaya dikkat." Diye seslendi yukarıdan Akan. Benden önce çıkmıştı. "Yatağın altındayız." Dikkatle yatağın altından çıktığımda Akan elime pamuk ve oksijenli su verdi ve geçip yatağa oturdu. Bende el mecbur yediğim haltı temizlemek için arkasına oturdum. Pamuğa oksijenli suyu dökerek yarasını temizlemeye başladım. Pamuğu değdirdiğim an kafasını ileriye doğru götürünce bende refleksle onun kafasına eğilip üfledim. "Hayatında görüp görebileceğin en yakışıklı erkeği az daha öldürüyordun." Diyen muzip sesini duyunca gözlerimi kapattım. Pislik. Bu sefer gazlı bezi acımadan bastırdım. "Lan tamam, gerçekten öldür diye demedik. Hızlı ol, yemekten önce inelim aşağıya." "Bana bir şey anlatacaktın." Dedim konuyu değiştirip aklını dağıtmak adına. Önce uzunca yaraya üfledim ardından pamuğu bastırdım. Uzunca bir süre sustu. Öyle uzundu ki, ben ensesine akan kanları ve yarasını tamamen temizlemiştim. İşimin bittiğini anladığında bana doğru dönerek yatağın üzerindeki pamuk kutusundan bir parça pamuk kopardı. Oksijenli suyu üzerine dökerek bana yöneldi. O an, dudağımdaki yarayı hatırladım. Onu temizlemek istiyordu. İçimdeki o minik kızın küsüp saklandığı duvar ardından başını meraklı gözlerle çıkardığını hissettim. Gülümseyerek, başımı salladığımda pamuğu dudağımın kenarına bastırdı. Aynı anda çekerek benim yaptığım gibi hafifçe üfledi. "Bugün aldatıldığımı öğrendim." Dedikleriyle buruşan yüzümü kaldırıp kocaman gözlerle ona baktım. Oysa bana değil, dudağımdaki yaraya bakıyordu. "Hem de iki yıllık ilişkimde, beni arkadaşımla aldatmış." Hiii, çok kritik. Çok koyardı, biliyordum. Belki o kızın aldatması değil ama onun bunu arkadaşıyla yapmış olması çok kırardı. Ve o, bu kalp kırıklığına rağmen gelip bir de benimle uğraşmıştı. İki günlük bir kızla. Ama kardeşiyle. İçimdeki kız, bu sefer tüm kalbine dolan bir şefkatle duvarın ardından çıktı. "Aslında, zaten sorun Yaren'in beni aldatması bile değil. Onunla ayrılmayı zaten istiyordum ama o zorluyordu. Sorun, bunu ilişkimizin en başından beri yapıyor olması. Daha en başından, ben onu severken, gündüzleri ben onun elini tutarken o geceleri..." devamını getiremeden pamuğu bırakıp ayağa kalktı. "Akan," diyerek ayağa kalktığımda dolu gözlerle bana döndü. İlk defa bir erkeğin ağladığını bizzat görüyordum. "Bana sakın acıma, Alin. Acıyacaksan çık odamdan." "Hayır," dedim burukça gülümseyerek. "Sana acımıyorum, seni anlıyorum." Kaşları çatıldı. "Sen..." "Evet, kader ortaklarıyız." Dedikten sonra elimi yumruk haline getirip havaya kaldırdım. "Aldatılma kardeşliği ha?" Bir bana bir yumruk halindeki elime baktı. Sonra da önüme gelerek yumruğunu yumruğumla buluşturdu. Beklemediğim bir şey yaparak birden bana sarıldı. Donakaldım, ellerim onu sarmadı. Ama biliyordum, içimdeki küçük kollarını sıkıca kırılan kalbine dolamıştı. "En yakın arkadaşımı kaybettim, Alin." Dediğinde sesindeki kırıklık çok canımı yaktı. "Ona bir daha nasıl güvenebilirim?" Bir zahmet güvenme şeftali kafalı. Bir kardeş olarak değil belki ama bir kader ortağı olarak kollarım onu sardı. Kafası boynuma doğru eğildiğinde boynuma bir damla düştü. Gözlerimi kapatarak kollarımı beline daha sıkı sardım. "Kalbimdeki şey nasıl geçecek, abim?" Kalbimden vurulmuşum gibi kirpiklerim titredi. Kader ortağım. Acı yandaşım. Abim. Kafasını yardığım abim. "Üzgünüm," diye fısıldadım gerçek bir üzüntüyle. "Geçmeyecek ama alışacaksın." Kazık yemeye diyemedim tabii. "Üzülme," dedi birden kafasını boynumdan kaldırarak. Sanki ne yaptığının farkında değil gibiydi. "Bizi kaybedenler üzülsün." Gözyaşlarını hırsla silmesine güldüm. Çok çabuk duygu değiştiriyordu. "Aynen, bizim gibisini bulabileceklerse kapı açık." Dedim. "Ayrıca ben tıp okuyorum, böyle boş şeylere kafa yoramam." Biz bu duygu yüklü andan sonra ne yapacağımızı bilemeyerek bakışırken sessizliğimizi çalan kapı bozdu. "Abi," diyordu Mirza'nın bıkkın sesi. "Annem hemen yemeğe gelmezseniz size tarçınlı sütlaç vermeyecekmiş. Gelirken şu kızı da çağırsana." Tarçınlı sütlaç lafını duyan karnım birden gurul gurul sesler çıkardı. Hızla ilerleyerek kapıyı açtığımda beni gören Mirza duraksadı. "Siz içeride, her neyse." Kolumu tutarak beni dışarıya çekince sırf Karya hanım'a ayıp olmasın diye kafayı çakmadım. O kurslara verdiğim paralar hala içimi yakıyordu ama işe yaradığı için bir nebze rahatlıyordum. "Seninle bir şey konuşmalıyım." Sadece bıkkınlıkla kafamı salladım. "Dün gece," dediği an birden canlandım ve dikkatle dinlemeye başladım. "Arkadaşım buraya gelmişti ve benden izinsiz telefonumu karıştırmış. Hackerlik işlerinden az çok anlar. Senin numaranı bulmuş ve bir şekilde telefonunu haclemiş. Bak, üzgünüm. Benim haberim yoktu. Bir şeyler dinlemiş galiba. Bana öğüt falan verdi. Neyse, özeline karışmamalıydı. Bunu yaptığı için zaten gerekeni yaptım. Ve onun adına özür dilerim, gerçekten haberim yoktu." Gözlerimi gözlerine dikerek bekledim. Demek arkadaşıydı. Bunu ben bulmadan önce gelip söylemesi hoşuma gitmişti ama bu, arkadaşını bulup şeftali suyunu çıkarmayacağım anlamına gelmiyordu. Bir dakika, evde mi demişti o? "Yalancı," dedim gülümseyerek. "Karya hanım, geceleri evden kaçıp gece kulüplerine gittiğini biliyor mu?" "Ne?" Dedi kaşlarını çatarak. "Ne saçmalıyorsun buraya gel!" Herkes de buraya gel diye emir verip duruyordu bana! Ama ben yine kaçıyordum. Koşarak merdivenleri inerken de "Karya hanım!" Diye bağırıyordum. "Vural!" Diyen Karya hanımın sesine doğru koşmaya devam ettim. Mirza da arkamdan koşuyordu. "Kızın yine bana hanım diyor!" "Hanımıma hanım deme, kızım!" "Mirza beni dövüyor, Vural bey!" "Hanım, kızın bana bey diy... NE!? MİRZA!" "YALAN SÖYLÜYOR!" "Kafama kafama vurdu." Dedim nefes nefese yemek masasının önündeyken. Alnımdaki şişliği gösterince Vural bey ve Karya hanım donup kaldı. Yavaş çekim bir şekilde arkamdaki Mirza'ya döndüklerinde ortalığa çok büyük bir yalan attığımı anladım. "Şaka yaptım!" Diye bağırdım. "Öğlen sonu sahilde yürürken direğe çarptım." Karya hanım birden eğilince gelecek olan darbeyi hissederek eğildim. Füze beni es geçerek Mirza'nın burnunun ortasına yapıştı. "Anne!" O burnunun üzerinde yazan şey 38 miydi?
2680 kelime. Alin, bölümün başındaki o haller neydi öyle? Korkutuyorsun beni girl Akan'ın arkadaşını kaybetti diye ağlaması? Hayır, o aldatıldığı için değil arkadaşını kaybettiği için ağladı. Gizemli dinleyicinin Mirza'nın arkadaşı çıkması? Allah'a emanet 💅🏻 |
0% |