Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Tanıtım

@cennomi

Bu sefer de umut dolu okumalar diyelim mi? Diyelim. Bu ihtiyacı olan herkese gelsin.

 

Yüzyıllar önceydi.

Huzur, bolluk ve bereket içinde yaşıyorduk. Hayvanlarımız, ormanlarımız, denizlerimiz, göllerimiz ve meyvelerimiz boldu. Bu felaket tam olarak ne zaman başladı bilmiyorum. Çarpık kentleşme elimizden ormanlarımızı almaya başladı. Ağaçlar kesiliyor, birçok alanda kullanılıyordu.

Hava kirlenmeye başladı. Fabrikalardan çıkan simsiyah kara dumanlar, araba egzozları, fosil yakıtlar... Hepsi ozon tabakasına zarar vermeye başladı.

İsraf. Gereğinden fazla kullanmaya başladık. Suları tükettik, yiyecekleri dünyadaki diğer insanların ihtiyaçlarını görmeden kullanmaya devam ettik. Biz gereğinden fazla aldıkça üretim devam etti. Kaynaklar azaldı. Fosil atıklar tükendi.

Sonra zamanla karlar şehirlerden çekildi. Tatlı su kaynakları azaldı. Göller kurudu. Göller kurudukça azalan buharlaşma yüzünden yağmur yağmadı. Yazlar daha kurak, kışlar daha soğuk geçti ama hayır. Ne yağmur, ne kar ne de rüzgarlar eskisi gibi değildi.

Ve kimse bunu bir uyarı olarak görmedi.

Görenler de tek başlarına bir şeyleri değiştiremediler.

Asırlar öncesinden dev obruklar dünyanın her yerinde çıkmaya başladı. Birçok insana maddi manevi zararlar verdi. Tortulanmayla oluşan adalar küresel ısınmanın etkisiyle eriyen buzullar yüzünden sular altında kaldı. Şimdinin insanları için Atlantik kadar efsaneviydi.

Doğa kendini koruyamadı. Ozon tabakası bizden intikamını almak ister gibi yağmurlara muhtaçken asit yağmurlarıyla karşılık verdi. Artık gökyüzü bize yardım edemezdi. Topraklar eski verimliliğini kaybetti. Meyve ve sebze yetiştirmede kullanılan ilaçlar sadece böceklere değil bizlere de zarar verdi. Toprağın ve bizim biyolojik yapımızda değişikliklere neden oldular. Kimyasal birikim oluştu.

Toprak içindeki kimyasalları meyve sebzelere, onları yiyen havyanlara ve en sonunda da bunların hepsini tüketen bize ulaştırdı.

Yangınlar yüzünden ormanlar harap oldu. Şiddetli rüzgarlar ne kadar çabalanırsa çabalansın alevleri dağıttı. En sonunda yangınlar söndüğünde, geriye elimizde kararmış bir yıkım kaldı.

Teknoloji ilerledikçe biz de ilerledik. Çözüm bulmaya çalıştık. Yenilenebilir enerji kaynakları kullanmaya çalıştık. Fayda etmedi.

Devlet başkanları toplandı. Özel birlikler devreye girip karar aldı. Günün belli saatlerinde sular, elektrikler ve doğal gaz kesilecekti.

İnsanlar kafayı yedi.

Her şeyin fiyatı uçtu. Mağazalar kapatma yöntemlerine başvurmak zorunda kaldı çünkü fiyatlar arttıkça hırsızlık arttı. İlk başta korumaya çalıştılar ama insanların gözü dönmüştü. Hiçbir kanun ya da ceza onları engeleyemedi.

Aslına bakarsanız kanun insanları asla engelleyememişti. Sorun köklerden geliyordu ve bazı şeylerin tedavi edilmesi imkansızdı.

Temiz su bulabilmek için dünya seferber oldu. Her ülkedeki su birikimi aynı değildi ama tehlikede olanlar da vardı. Çoğunluktaydı. Karları bol olan ve soğukluğuyla ünlü ülkelerde bile kar yağmayınca telaş tüm dünyayı aldı. Bilim insanlarını, hava bilimcilerini, coğrafya bilginlerini önemsemediler.

İnsanlar kendi sonunu kendi yazdı.

Teknoloji ilerledi, yapay bulutlar yapmaya hiç değilse bulutları bir araya getirmeye ya da bulutlara süpernova yaşatacak bir yağmuru tetiklemeye çalıştılar. Yaptılar da. Ama sadece bir süre idare edebildik.

Tatlı su kaynakları yok olmuştu. Buharlaşma olmadığı için bulut oluşmadı, toparlayamadılar. Ortada bulut kalmayınca bunlar da işe yaramadı. Bu sefer kutuplardan su getirmeye çalıştılar. Barajları doldurup suları arıtmaya çalıştılar. Tonlarca su gemilerle, hava araçlarıyla ve tankerlerle ülkelere taşındı. Teknolojisi ve ekonomisi yüksek olan ülkeler bir süre bunu yapabildiler de. Maliyeti yüksek olsa bile her ülke halkına ihtiyaç duyuyordu. Bu politik bir mesele değildi ki halk ikiye bölünseydi. Eğer çözüm bulunmazsa tüm halk tehlikedeydi.

Suya ihtiyaç duymayacakları vitamin kapsülleri geliştirmeye çalıştılar. Suyun verdiği enerjiyi ve hissiyatı veremediler. Yaratanın hediye ettiğini bir ömürde heba ettiler. Sandılar ki yaşarız. Yaşayamadılar.

Ölümler doğumları geçti. Nüfus hızla azalmaya başladı. Ne kadar ülkeler azalanların yerine çözüm bulmaya çalışsa da, her şeyin bir bedeli vardı. Sokaklar ölülerle dolmaya başladı. Mezarlıklar taştı, denizler külle doldu. Ve artık bir yerden sonra kimse ne ölüleri gömmekle ne de yakmakla ilgilendi.

Ölüm kokusu yaşayanları sardı.

İğrenç, mide bulandıran ve insanın zihnini tırmalayan o koku artık tüm sokaklardaydı. Herkes kendi canının derdine düşmüştü. Yüzyıllardır olduğu gibi insanlar buna da alıştı. Nasıl ki katillere, ölümlere, enflasyon denilen şeye, söylenen sözlere alıştılarsa buna da alıştılar. Baş kaldıran itiraz eden üç beş kişi her zaman olduğu gibi bizim zamanımızda da önemsenmedi.

Ve bir gün geldi ki, işte o zaman sona yaklaştığımızı anlamamız gereken zamandı. Bir virüs tüm dünyayı kavurdu. Kadınları vuruyordu ilk önce. Kimse ne olduğunu anlayamadı. Kadın nüfus o kadar azaldı ki, kadınlar gerçek bir ihtiyaca dönüştü. Yıllardır kadınları acımasızca katleden erkekler onlara muhtaç hale geldi. Evlerindeki kadınları ellerinde tutabilmek için her yolu denediler.

Hem de gerçekten her yolu. Yüzyıllar önce de şimdi de değişmeyen şey buydu. Bizim dünyamızda bile kadınlara bu kadar muhtaçken bile sırf onları ellerinde tutabilmek için çeşitli yöntemlere başvurdular. Herkes için geçerli olmasa da bazıları onları baş tacı etti. Başka kimsede bulamayacakları bir sevgi ve rahatlık vaadi verdi. Huzur, güven ve sevginin bir kadının sadakatini kazanacak en güvenli yol olduğunu anlayabilenlerdi bunlar. Ve evet, çoğunluğun ihtiyacı olan buydu. Huzur, sevgi ve güven. Yüzyıllardır aç kaldığımız bu üç duyguydu bizi onlara bağlayan. Sadece bu üç duygu bile bir ömürlük bir sadakat ve bağlılığı kazanıyordu.

Ama bunu anlamayan geri kafalı gelişmemiş zihinler de vardı. Kadınlarını ellerinde tutabilmek için onlara şiddet gösteren, korkutarak sindirmeye çalışan ve hatta şiddetin sonunu ölümle bitirenler oluyordu. Virüs yetmezmiş gibi bir de bunlar kadın nüfusunu dünyadaki erkek nüfusunun beşte birinden daha da aşağıya çekince devletler karar aldılar.

Onları koruma altına almaya çalıştılar. Özel askerler sokaklara döküldü. Geriye kalan tüm kadınları toplamaya başladılar. Yasaklar getirdiler.

Kadına dokunma. Geleceğine dokunma. O senin devamın.

Acımadılar.

Dinlemediler.

Erkekler ülkede tek kalmışlardı. İsyan başladı. Kadınlarını geri istiyorlardı. Ama hükümet yalnızca kadınlar istediği sürece onların erkeklerle temasa geçmesine izin veriyorlardı. Doğumlara ihtiyaçları vardı. Kız çocuklarına. Aylarca virüsü ve aşısını araştırdılar. Kadınları sonunda bu ölümcül virüsten korumanın yolunu bulduklarında geriye çok az bir topluluk kalmıştı. Doğal veya yapay fark etmez, üreme başladı. Bu süreçte teknoloji tabii ki durmadı. Aynı yerinde saymadı hiçbir zaman. İnsanoğlu her zaman her şeyin daha fazlasını isterdi.

Üretmeye başladılar. Bir süre sonra kadın rahminin yerini tutacak ve bir bebeği büyütecek kesecikler geliştirdiler. Denemeler olumlu sonuçlar verdi ama artık dünyada yaşanacak bir yer kalmamıştı. Ülkeler savaşlarda birbirlerini yok etmişlerdi. Su yoktu. Temiz hava yoktu. Doğru düzgün meyve yoktu. Sebze yoktu. Açlık, susuzluk, salgınlar, nükleer bir savaş...

Yeni bir ev, yeni bir yaşam arayışına başladılar.

Işık hızları, solucan delikleri, üst düzey uzay yolcu gemileri...

Ve en sonunda milyonlarca ışık yolu uzakta, Samanyolu'nun dışındaki bir galakside dünya'ya benzer bir gezegen keşfettiler. Test ettiler, denediler. Gönüllü bir grup oraya yaşamaya gitti. Bir hafta sürecek olan ve yedi kişilik bir gruptan oluşan bu deneye umut adını verdiler. Umut deneyi.

Geriye kalan tüm insanlığa ait kocaman bir umut.

Kandırılan halka dair bir umut. Geleceğe, mutlu günlere, yüzyıllar önceki günlerimize dair bir umut. Ağaçlarımızın olduğu, içme suyumuzun temiz ve bol olduğu, nüfusumuzun gelişeceği yeni bir dünya.

Umut.

Bizim her şeyimizi tek bir kelimeye sığdırmışlardı. Bu bizim kurtuluşumuz, yeniden doğuşumuz kaybettiğimiz her şeyin telafisiydi.

Ve beklenen an geldi. Umut görevi deneyleri dünyaya geldi. Tüm tetkiklerin ardından sağlık durumlarının iyi olduğunu haber verdiler. Tüm halkı gerçekten de bir umut ve heyecan sardı. Bir duyuru yapıldı ama bu bile halkın gözlerini açabilmeleri için yeterli olmadı, o kadar yozlaşmışlardı ki bunun bir oyun olduğunu kimse anlamadı.

Anlayan olsa bile onları da dinlemediler. Susturdular.

Sadece iki tane gemimiz var ve sınırlı kapasiteye sahibiz. Önceliğimiz orayı yaşanabilir hale getirebilmek. Teknolojimiz oraya taşımak. Yaşanabilir hale geldiğinde o zaman insanları aşamalı olarak götüreceğiz.

Yalan söylediler.

Bizi kandırdılar.

Umudumuzu aldılar.

Bizi yok ettiler. Kimliklerimizi, isimlerimizi, hayallerimizi yok ettiler.

Bizim insanlığımızı yok ettiller.

İşlerine yarayacak herkesi alıp geriye kalan halkı burada bıraktılar. Ne de olsa iş gücüne ihtiyaçları yoktu. Teknolojiyle birlikte gelişen robotlar bizim yerimizi tutuyordu zaten.

Arkalarına bile bakmadan gittiler. Geriye kalan yıkımlarla bizi bir başımıza bıraktılar. Karşı çıkan kimse olmadı. Birkaç bilim insanı vardı sadece. Onları da burada bırakıp gittiler. Aylar, yıllar oldu ama geri dönmediler.

Anladık. Bizi bırakıp gitmişlerdi. Yok oluşa terk edildiğimizi o zaman anladık.

Zaman ne kadar değişirse değişsin hiç kimseye güvenemiyorduk.

Hayat buydu.

Günah tohumları evrenin yaradılışında toprağa işlenmiş, biz topraktan gelenler de o topraktaki tohumları bir bir kalbimizde büyütmüştük. Bazılarımız daha fazla büyütmüştü, acımasızlık ve canilik dercesinde büyütmüştü.

Bu geriye kalanların hikayesiydi. Bir ölünün başında ağlayan kıza anlatılan son sözler bunlardı. Geçmişini tanı, biz buyduk. Sen geçmiş, gelecek ve her şeysin.

Geriye kalan ve farklı bir evrenden gelen o kızın hikayesiydi.

Onu bıraktıkları gibi bulamayacaklardı.

Zaman her evrende aynı işlemezdi.

Pişmanlık kalplerindeki ağır bir sancı olacaktı. Çünkü bilemezlerdi onu bıraktıklarında yüzyıllar geçeceğini. Geçen yüzyıllarda neler yaşayacağını. Geriye döndüklerinde belki de bir zamanların hatıralarından başka bir şeye sahip olamayacaklardı.

Sevgi buydu.

Bazen kazanmak uğruna vazgeçerdin.

Ve en çok sen kaybederdin.

Kimse de umursamazdı.

Bu kadar acımasızdı.

 

Biraz fantastik bilim kurgu tarzı bir kurgu olacak ama duygular, mesajlar belirgin olacak galiba. Kesin bir şey demeyeyim ne olacağı belli olmuyor xkwkxmams

Ne düşünüyorsunuz?

Instagram hesabında birazdan soru kutucuğu açacağım, gelin komuşalımmmmm. Birazdan yan daire yeni bölümü de paylaşırım.

Hesap: @yazarcennomi

 

Loading...
0%