@cennomi
|
Kitaplarımın çoğu önceden wattpad'deydi. Buraya hazır bölümleri yüklüyorum. Yeni bölümler hakkında kesin bilgi vermiyorum, ne zaman yazacağım belli değil. Tatlı okumalar✨
Ruh yalnız gerçeği düşünürken dingindir. Gözlerim kucağımdaki kitaptan tam karşımdaki balkona döndü. Işığı kapalıydı. Henüz eve gelmemişti. Balkona yerleştirdiğim ve önünü yan bolkana çevirdiğim koltukta dizlerimi kendime çekmiş, üzerlerine Umberta Eco'nun bir kitabını koymuştum. Ne okuduğumu bir türlü anlayamıyordum, oysaki her zaman karşı balkonu izleyerek kitap okumaktan zevk alırdım. Yandaki sehpaya uzanıp soğuyan kahvemden bir yudum aldım. Kitabı kapatarak sehpaya koydum, anlaşılan o eve gelene kadar tek kelime bile anlayamayacaktım. Saat çoktan gece yarısını geçmişti ve ben bir aptal gibi onun ışığının yanacağı anı bekliyordum. Eve gelene kadar aklım onda kalacaktı. Yan yana olan baklonlarımız sayesinde kısa anlarda onu izleme fırsatı bulurdum. Çaresiz bir şekilde platonik olduğum sevgili yan dairemdeki komşum Han'dan bahsediyordum. Hacimli kurum siyahı saçları, güldüğünde tek yanağında ortaya çıkan gamzeleri, koyu kahveye benzettiğim gözleri ve o çekici sesi beni benden alıyordu. Ne yazık ki ben öylesine utangaç ve içine kapanık birisiydim ki aşkımdan gebersem de gidip ona senden hoşlanıyorum diyemezdim. Zaten onu o kadar kısıtlı zamanlarda görüyordum ki çoğu zaman varlığından şüphe duyuyordum. Bir asker olduğu için uzun zamanlar görevde olabiliyordu. Benim şahit olduğum ise en fazla üç ay süren bir görevdi. Varlığından şüphe ettiğim üç ay. Kalbimi durduran üç ay boyunca onu görememiştim. Zihinime benden izinsiz onu balkonda üstü çıplak gördüğüm anlar geldi. Siktir ya, adonis kasları mükemmel görünüyordu. Hem de arkadaşına olan öfkesi yüzünden gerilen bedeni benim için güzel bir ziyafet gibiydi. Gizlice balkonun kenarından onu izlerken dakikalar içerisinde içeriye girmesi benim üzerimde bıraktığı etkiyi silememişti. Damarlı kolları, bir eliyle sinirle balkon demirliklerini sıkarken ortaya çıkan ve gerilen kasları. Karnındaki güzelim dörgen kaslar. Dudağımı ısırarak başımı koltuğa yasladım ve gözlerimi tavana diktim. Bu saate kadar dışarıda ne yapıyordu? Kiminleydi? Neden eve gelmiyordu? Görevde olmadığını biliyordum. Evden polis arkadaşı Toprak ile birlikte çıkmıştı. Üzerlerinde gündelik kıyafetler vardı. Aklıma gelen ihtimaller yüzünden zorlukla yutkundum. Ya bir kızın evindeyse? Onunla... Başımı iki yana salladım. Bunları düşünmemeliydim. Madem hayatına girecek kadar cesaretim yoktu, hayatına aldıkları yüzünden de onu suçlayamazdım. Ama onu bir kızla yan yana düşünmek bile çok kötü hissetmeme neden oluyordu. "Talya!" Annemin sesiyle irkilerek hızla kafamı kaldırdım. Balkon kapısında durmuş sabahlığını çekiştirirken öfkeli gözleri bendeydi. Rahatsızca kıpırdandım, geliyordu türk annesi sinir krizi. "Ne yapıyorsun bu soğukta balkonda sen? Saat kaç haberin var mı? İki olmuş! Akşam yatmak bilmiyorsun, sabah kalkmak bilmiyorsun! Hemen yatağa git!" Ama yatağa gidersem onun eve gelip gelmediğini nereden bilecektim ki? Meraktan çatlar asla uyuyamazdım sabaha kadar. "Anne, kahvemi içeyim söz veriyorum uyuyacağım. Biraz hava almaya çıktım." "Sen yine kitap okuyordun değil mi?" Sehpadaki kitabımı alarak havaya kaldırdı. "Bu gece kitabına el koyuyorum. Gidip uyuman için. Bahara geçiyor olabiliriz ama havalar hâlâ geceleri soğuk oluyor. Eğer uyanıp da seni tekrar burada görürsem fena olur." "Tamam anne," dedim fısıltıyla. Bu tavırları tamamen benim biraz olsun bir şeylere karşı çıkabilmem içindi. Beni hiçbir zaman pasif bir çocuk olarak yetiştirmemişlerdi. Her zaman benimle ilgilenmiş, benim sosyal ve kendine güvenen özgüvenli birisi olmam için çabalamışlardı. Kendi kişiliğime sahip olmamı, kendi kararlarımı vermemi ve benim mutlu bir çocuk olmamı istemişlerdi. Onlar böyle davranmışlardı ama zihnim hakkında en ufak bir fikirleri yoktu. Önemli şeyleri onlarla paylaşmamı isterlerdi, bense hiçbir zaman bunu yapamamıştım. Sanırım bir yerde insan kendi kişiliğini kendi yaratıyordu, ailenin ve çevrenin etkisi yadsınamazdı ama olaylara verilen tepkiler biraz farklı olabiliyordu. Neden böyle olduğumu anlayamıyordum. Böyle birisi olmam için yeterli sebebim yoktu. Annem bir süre bana baktığında gözlerimi onda fazla tutamayarak yere indirdim. Aslında komik ve zeki birisiydim ama bazı anlarda bu çekingenliğim beni hayattan soyutlanmaya zorluyordu. Tamam, biraz pasif bir kişiliğe sahiptim kırıldığım çok çabuk belli olurdu ama tersim de pisti. Annem derin bir nefes eşliğinde içeriye geçtiğinde gözlerim tekrar balkona döndü. Belki de onu çabasızca görebiliyor olmam beni ona çekiyordu. İhtiyacım olan mesafeyi bana sağlıyor ve kafamdaki aşk tanımına uyuyordu. Ama mantıklı degidli. Birisine bu kadar derin duygularla bağlanmak ama asla ona bunu söyleyememek çok garipti. Ona bu denli aşıkken bırak ona dokunmayı, sesini duymak ve yüzünü görmek için saatlerce uykusuz kalmam haksızlıktı. Dünyanın herhangi bir yerinde birçok insan çabasızca sevdiklerine ulaşabiliyordu. Derinlerden bir ses ansızın beni hazırlıksız yakaladı. Çabalanmamış ve emek verilmemiş sevgi gerçekten de sevgi midir? Ulaşılması kolay olduğu için uzanıp almış olmasınlar? Ve biliyordum ki onu sevdiğim her an yüreğim ağzımda geziyor olacaktım. Bir askeri sevmek böyleydi. Her an namlunun ucundaki bir kalbe bağlıydınız. İçimdeki duyguların bile bu kadar karışık olmasının tek sebebi oydu. Eğer bu saate kadar dışarıda her ne bok yiyorsa yapmak yerine eve gelseydi böyle hissetmezdim! Tek hareketi tüm duygularımı ele geçiriyordu. Sokak köpeği, n'olacak? Evi yokmuş gibi sokakta yatacaktı herhalde. Bu kafayla nasıl asker olmuştu acaba? Ellerimi saçlarımdan geçirerek sinirle kalktım koltuktan. Ne bok yerse yesindi, umrumda değildi. Tamam umrumdaydı ama değilmiş gibi davranacaktım. Hırkamı alarak balkonun ışığını kapattım. Tam içeri gireceğim sırada büyük bir gürültü çıkınca kapıda kalakaldım. "Sikeyim," bende. Çünkü sesin balkondan gekiyor aşkım. Onun sesinden duyduğum küfür ve çıkan gürültü yüzünden ona bir şey olmuş olma endişesiyle kalp atışlarım hızlandı. Gözlerim yavaşça yan balkona çevrildi. Karanlıkta beni görmemesi için duvara sindim. "Bunu buraya koyan aklımı sikeyim ben. Ne işin var burada senin?" O sehpaya falan mı kızıyordu, bana mı öyle geliyordu? Ağzı biraz bozuktu ama idare edecektik artık. Her gülün dikeni olurdu, yapacak bir şey yoktu. Balkonunun loş ışığı açıldı. "Abi yine taramalı küfürbaza bağladın, bari sesini kıs. Sizin apartmanın duvarları ince." En yakın arkadaşlarından birisi olan Toprak'ın sesini duymuştum. Demek onunla birlikte gelmişti. "Kes lan göt lalesi, yaptığını unutmadım daha. Dua et her şeyi çift görüyorum, hangi şerefsiz karakterine vuracağımı anlamıyorum." Sarhoştu. Ve bu hiç hoşuma gitmiyordu. Şimdi tüm gece anlamadığım şeyler söyleyecekti. Yine o uyuyana kadar uyumayıp söylediklerini anlamaya çalışacaktım. Ve genellikle bu şeyler benim zekamın yetmediği şeyler oluyordu. "Lan bilerek mi yaptım pezevenk, ben mi dedim gel kucağına otur diye!" Ne? Kim? Ne zaman? Ne kucağı ama ya!? Of ağlayacağım şimdi! "Kes sesini lan, duyacak şimdi!" "Kim duyacak ulan?" Evet kim duyacak sevgili komşumcuğum? Platonik olma işini askıya alıyorum, kucak konusunu çözmem lazım. "Üç harfliler! Sanane oğlum, çek git evimden. Gözüme görünme Toprak, yemin ederim seni bulana kadar etrafa yumruk atarım." "Ne uzattın ha sende. Hemen kalktın zaten, kimse görmedi kucağında o kızla. Ben kıza beyaz şişe aç dedim ne bileyim böyle olacağını?" Beyaz şişeyle kucağı nasıl bağdaştırdın sen canım? Kafada bir kırık falan var herhalde. "Toprak dilini kopartırım kardeşim, sus demedim mi ben sana!" "İyi be, ne bok yersen ye. Herife bak ya," diye homurdandığında hızlıca balkondan çıkmıştı. Kollarımla kendimi sararak bok gibi hissettiğim için kendimi tebrik ettim. Ne oluyorduysa bana? Sevgilisi değildim bir şey değildim, istediğini oturturdu kucağına. Ay şimdi sinirden balkondan atacağım canım sehpamı! Çığlık atmıyorsam pek de bir sebebi yoktu. Atamazdım şuan. Allah'ım beni bu deliyle niye sınıyorsun sen? Bunun kuş kadar beyni kendine yetmiyor, napayım ben? Tipine tükürdüğüm, senden adam olmazdı zaten. Teknik olarak benden haberin yok ama şuan kendimi aldatılmış hissediyorum. Allah'ın belası. Kalbim hasta oldu be senin yüzünden. Sinirli gözlerle balkonundaki koltuğa uzanmasını izledim. Gözleri bizim balkona kaydığında korkuyka nefesimi tuttum. Nolur beni görmesin. Gerçi sarhoş olduğunu ve etrafı çift gördüğünü düşünürsek karanlıktaki beni seçemezdi. Başını dakikalar sonra iyice koltuğa yaslandığında söyleniyordu. "Ne zaman göreyim desem uyu zaten." İyice hayaletlere karışmıştı galiba. "Şerefsize duyacak diyorum, anlatıyor hâlâ. Mal deyneği." Hayali arkadaşı duymasın diye yapıyor galiba. "Ben senin gibi ışığı da sikeyim, gözümü siktin!" Aşkım ama ışık şimdi. Napsın, başka bir şey yapamıyor. Kafasının altındaki yastığı ampüle fırlattığında tavandaki lambaya hiçbir şey olmamıştı. Buna da küfrederek koltukta arkasına döndü. Koltuk onun için küçük kalıyordu ama balkona da daha büyüğü sığmıyordu. Ayakları koltuğun dışında kalmıştı. Normalde bu kadar fazla küfretmezdi ama sarhoş olduğunda dilinin kemiği olmuyordu. Bir süre daha söylendiğinde duyduğum her şey rağmen sabah baş ağrısıyla uyanacağı için huzursuzlandım. İçeriye geçerek bir tablet ağrı kesici aldım. Sızdığı için sakince onun balkonuna geçip sehpaya bırakabilirim diye düşündüm. Öncelikle şortumun cebine ağrı kesiciyi koydum. Pikemi içeriye bırakarak annemi kontrol ettim. İçeriden ses gelmiyordu. Bir süre daha uyanmamasını umut etmekten başka çarem yoktu. Odama gidip yastıkları yorganın altına sokuşturup birisi yatıyormuş imajı çizdim. Apartmanımız dört katlıydı, bizim daire en üst kattaydı ve çatıyıyla birlikteydi. Çatı katını ben kendi odam olarak kullanıyordum çünkü tavanın yarısını kaplayan cam pencerelere ilk gördüğüm andan beri bayılıyordum. Bir diğer sebepte çatı katının yarısının Han'a ait olmasıydı. Büyük çatı katı bir duvarla ikiye ayrılmıştı ve birer merdivenle alt kattaki daireye uzanıyorlardı. Yani evlerimize. Duvar ince olduğu için de kulağımı duvara dayasam içerideki sesleri duyabiliyordum. Balkona geçtiğimde kapıyı kapattım. Annem benim burada olmadığımı düşünmeliydi eğer uyanırsa. Balkonlar arasındaki mesafe sıfırdı. Korkuluklara tutunarak bir ayağımı onun balkonuna attım. Resmen soğuk soğuk terliyorum, kalbim yerinden atacak gibiydi. Yakalanma korkusu onun evinde olduğum gerçeğinin vücudumda yarattığı heyecana karışıyor ve kulaklarımı uğuldatıyordu. Diğer ayağımı da atarak tamamen onun balkonuna geçtim. Uyanacak korkusuyla oldukça sessiz adımlarla ilerleyip ilacı masaya bıraktım. Giderken Toprak bıraktı sanar ve sorgulamazdı. Yani umarım sorgulamazdı. Suyunu da bir zahmet kalkıp kendi alsındı beyefendi. Umarım içtiğin suda boğulursun, ölmeden önce de kurtulursun. Köpek. Parmak uçlarımda yürüyerek balkonuma geçeceğimde garip bir dürtüyle arkamı döndüm. Han hareket ederek yastığı kolları arasına almıştı. Uyanacak korkusuyla bir süre haraket etmeden onu izledim. En sonunda düzenli nefeslerini dinleyerek rahatladım. Eğer sarhoş olmasaydı kesinlikle beni fark ederdi. Fena dağıtmıştı. Parmak uçlarımda yanına ilerleyerek koltuğun kenarında eğildim. Kırmızı ojeli tırnaklarım saçlarının ucunu hayali denebilecek kadar hafifçe dokunarak es geçti. Daha fazlası için yanıp tutuşan parmaklarıma zorlukla hakim olup uyanmasından korktuğum için dokunamadığım saçlarına içim giderek baktım. Yumuşacık oldukları ilk bakışta da anlaşılıyordu ama yakından kadife gibilerdi. Onlara dokunmak için can atıyordum. Ellerim karıncalanıyordu resmen. İlk defa ona bu kadar yakındım. Sesini ilk defa duymuyor ya da yüzünü ilk defa görmüyordum ama bu yakınlık ilkti. Nefes kesiciydi. Bu derin bir tutkuydu. Ona yakın olmak çok özeldi. Ama uyanıp da beni görürse adım tacizciye çıkabilirdi. Yutkundum. Beni taciz ediyor diye bağırmazdı, değil mi? "Teyze?" Diyen uykulu sesi duyduğumda hızla doğruldum. Teyzem, yapma kurban olayım. Sus nolur, yakalanacağız şimdi. Abla, bizde kalacak zamanı buldunuz gerçekten. Korkuyla bizim balkona ilerlerken ayağımı sehpaya çarptım. İnlememek için kendimi zor tutarken bir elim ayak bileğime tutundu. Umarım o sehpaya bu kadar sövüp yarın kaldırırsın, yoksa bir posta da ben küfredeceğim. "Teyze ne yapıyorsun sen komşunun balkonunda?" Sorma teyzem. Delirdim iyice. "Teyzeciğim, nolur sessiz ol. Lütfen, geliyorum hemen. Konuşma nolur." Zorlukla diğer bolkona geçerken beş yaşındaki afacan yeğenim Lorin kocaman gözlerle beni izliyordu. Bu çocuk niye uyanmıştı ya bu saate? Lorin'i çok seviyordum ama bazen afacanın teki oluyordu. Bu gibi anları baltalamakta ve uykumun içine etmekte bir numaraydı kendileri. Tabii, hanımefendi baba kucağında saat sekizde bayıldığı için kargalar bokunu yemeden kalkıyor ve etrafta elbiselerinin içinde koşturmaya başlıyordu. Bu genelde benim odamla sonuçlanırdı ve beni uyandırıp zorla oyun oynatmadan da başka bir aktiviteyle ilgilenmezdi. Ablam dün Lorin'le birlikte bize gelmişti. Eniştem izin alamamıştı henüz. Yarın gelecekti. Yıllık iznini kullanıp bir ay kadar burada kalacaklardı. Her yıl böyle yapardık. Eniştemin işi yüzünden başka şehirde yaşıyorlardı ama arayı çok açmamaya çalışıyorduk. Ben fırsat bulduğum her zaman soluğu biricik prensesimin yanında alıyordum. Bazen ben zaman bulamazsam da annemler beni evde bırakıp kısa aralıklarla oraya gidiyorlardı. Bu zamanlarda onu çok özlüyordum. Çok alışıyordum gözlerimin onu aramasına. Lorin'le kafam dağılmasa uzun süre onda kalırdı aklım. Tatlış yeğenim beni dinleyerek dudaklarına hayali bir fermuar çekti. İşte bu be, kız dayanışması diye ben buna derdim. Bizim balkona geçtiğim gibi onu kucağıma alarak hızla çatı katındaki odama çıktım. "Lorin," onu yatağa bırakıp gözlerine baktım. "Bu gördüklerin aramızda kalıyor. Tamam mı teyzem? Bu çok önemli, eğer bu sırrı saklarsan sana her gün çikolata alırım." Gözleri parladı. "Tamam!" "Aferin teyzesinin gülü," rahatlayarak kendimi yatağa attım. Rüşveti görmesi yeterliydi. Her şeyi saklayacak kapasitedeydi yeterki onu memnun edecek kadar rüşvet vermeyi bilin. "Ama bir şey soracağım?" "Sor bakalım?" "Teyze sen niye komşunun balkonuna gittin? Gördüm saçıyla da oynuyordun." "Hastalanmış biraz, konuşurken duydum. Ben de rahatsız etmemek için ilaç bıraktım. Saçında bir şey kalmış onu aldım." Mırıltılar çıkararak beni onayladıktan sonra benim gibi yatağa uzandı. "Hadi bakalım, teyze yeğen beraber uyuyalım. Anne de sabah seni bulamayıp çıldırsın." "Hii, korkar mı ki?" "Yok kız, sinirlensin azıcık. Bir şey olmaz. Arasın dursun." Çekingen olsam da ben de haylaz bir çocuktum. Çevremizdekiler beni sürekli Lorin'e benzetirdi. Özellikle annem. Kıkır kıkır gülerek kollarım arasına girdi. "Sana kızar ki, bana kızamaz." "Ben de kızın kendi geldi derim görürsün." "Ya teyze!" "Tamam tamam," gülerek ona sarıldım. Çiçek kokusuyla kısa sürede mayıştığımı hissettim. 🏬
"Dinle, bu şarkım sana dinle," Mahsun kırmızıgül'ün dinle şarkısı eşliğinde evde tek başıma temizlik yapıyordum. Yerli yabancı, dram pop romantik ortaya karışık müzik listem beni temizlik bitene kadar idare ederdi. Sadece yerleri silmek kalmıştı geriye. Gerçi arka odada uyuyan bir adet çikolata canavarı vardı. Kendileri ne kadar prenses olduğunu iddia etseler de bence bir canavalardı. Paspası ileriye iterek ucunu bir mikrofon gibi kendime tuttum. "Söyle nasıl sevdiğimi söyle." Kafamda temizlik topuzu, üstümde her yerine çamaşır suyu bulaşmış canım yarım donum ve siyah bir tişort vardı. Annem ve ablam alışverişe çıkmış eniştem gelmeden önce ev temizliğini bana kitlemişlerdi. "Müptela oldum aşka seninleK ayboldum gözlerinde Uçurumsun sen bu bedende." Kendi kendime artistik hareketler yapıyordum. Kesinlikle temizlik yaparken dinlenen müziğin ve edilen dansın ayrı bir havası vardı. "Tutsak, bu kalbim sana tutsak. Yasak başkası sana yasak!" Çalan zille dikkatle telefonuma ilerleyip müziği kapattım. Islak zeminde kaymamak için üstün bir çaba sarf ediyorum. Kapıyı açtığımda en son beklediğim şey bu olabilirdi. Küçük dilimi yutmuş gibi kapımdaki Han'a ve iki koltuk altından kedi yavrusu gibi tuttuğu yeğenime bakıyordum. Han'ın yüzü ekşi bir şey yemiş gibiydi ve sanki biraz öfkeli gibiydi. "Bu çocuk sizin mi?" Valla bilmem. Bizim mi ki? Ama istersen evleniriz yani, bizim de olabilir. Hem bizimki canavar da olmaz, canım yeğenim gibi eniştesine de yakalanmaz. "Ne?" "Çocuk diyorum," Lorin'i kedi yavrusu gibi bana doğru savurduğunda düşecek korkusuyla hemen kollarımı altına uzattım. "Sizin mi?" "Bizim. Yani hayır," telaşla Lorini ondan aldım ve yere indirdim. "Bizim derken, bizim değil. Benim değil yani. Annemin torunu. Yani ablamın kızı. Of, yeğenim o benim." Ben dilimin yayına tüküreyim. Anlat kızım her şeyi. Dökül şuraya. Söyle. Söyle biricik oğlun da bilsin her şeyi. Ben galiba bayılacağım. Benimle konuşuyordu. Biraz kızıyordu yeğenimi fırlatmıştı. Bir dakika. Benim yeğenimi havaya savurmuştu ve kedi yavrusu gibi tutuyordu. "Teyzem, sen içeriye geç geliyorum ben." Lorin akıllı uslu içeriye geçti. Garibanım hırpalanmış gibi görünüyordu. Lorin görüş açımdan çıkar çıkmaz öfkeli gözlerle Han'a döndüm. "Bana bak, az önceki tavır neydi o çocuğa karşı? Çöp poşedi mi taşıyorsun? Ne o kedi tutar gibi tutmak çocuğu? Nerden buldun sen benim yeğenimi?" Üzerine gelen bedenime kaşlarını kaldırarak baktı. Dudaklarında çarpık bir gülümseme oluştu ve tek bir cümle eşliğinde beni kapının önünde bırakıp evine girdi. "Onu yeğenine daireme girmeyi öğretmeden önce düşünecektin." Ben bittim.
Allah'a emanet 💅🏻
|
0% |