@cennomi
|
Bu kitap için elimde stokta bölüm yok. Bu yeni bölümdü. Bilgi: kitaba ilham olan arkadaşım başrol estetisyen olmasın kıskandım dediği için asker olmasına karar verdik. 🫠 Tatlı okumalar✨ Onu ilk gördüğüm anı çok net hatırlıyordum. O yine beni görmemiş, sesimi duymamış, bana hiç dokunmamıştı. Ama ben içimde bunu çok net hissediyordum. Onu görmüş, onu duymuş ve kalbimle ona dokunmuştum. Aslında çok büyük sorunlarım yoktu ama beni bunaltan kendime göre sorunlarım vardı. Bu sorun bendim. Ne istediğimi asla anlayamıyor, bana ne olduğunu hiç bilemiyordum. Bunalıyordum hislerimden. Bazense hissedememekten. Bu kimseyle alakalı mıydı bilmiyordum. Ya çok fazla hissediyor ve taşıyordum ya da hissedemiyordum. Gözlerim etrafı görüyor, normal bir şekilde herkesle konuşuyordum ama içimde sanki kendimi kaybediyordum. Sessizleşmeden bunu yapıyordum. Ağır geliyordu. Zihnimin duvarlarını aşamıyordum. Benim kaybettiğim ilk savaş kendimleydi. Kaybettiğim son savaş ise oydu. Han. Hissizliğimden yakındığım, evden ve insanlardan bunaldığım bir andı. Ne evde durabiliyordum ne kitap okuyabiliyor ne de müzik dinleyebiliyordum. Düşüncelerime dahi tahammülüm yoktu. Lorin bize geldiğinde onu getirdiğim parka gidiyordu adımlarım. Tam bir yıl önceydi. Bu kendimden ve hayattan bunaldığım son an değidli ama onun gelişi bunu törpülemişti. Farkında değildi ama kaybettiğim bir savaşta bana yeniden ayağa kalkma gücünü veren oydu. Kapşonumu başıma çekerek evin karşısındaki banka oturmuştum. Gözlerim yerdeydi. Buraya neden geldiğimi bilmiyordum ama benim gidecek bir yerim de olduğu söylenemezdi. Etrafımda çok fazla insan vardı ama ben hâlâ kendimi yalnız hissediyordum. Sonra önümden geçen bir çift asker botunda takılı kalmıştım. Ve sesinde. "Ben göreve gidiyorum," diyordu. "Eşyaları halleder misin sen?" "Tamamdır devrem," Toprak onaylıyordu onu. Ama ben yüzünü görmek için bile kafamı kaldıramamışken sesinde ve göreve gidiyor olduğu gerçeğinde takılı kalmıştım. Ben böyle birisi değildim. Hiç hem de. Sırf sesini duydum diye ya da sırf asker diye bir erkeğe aşık olacak birisi değildim. Ne olduğunu bile anlamamıştım. Bir anda ruhumun nefes almaya başladığını hissetmiştim. Benim birkaç adım ötemde Toprak ile birlikteyken koşturan küçük bir kız ona çarparak sendeledi. Lorin'den kalan bir içgüdüyle yerimden hareketlenecekken onun elleri kıza uzanmıştı. Kız en fazla beş altı yaşında görünüyordu. Saçları iki yanından toplanmıştı. Pembe tatlı tokaları vardı. Kahve saçları omzuna bile gelmiyordu. "İyi misin?" Kız başıyla onayladığında ona kocaman gözlerle bakıyordu. "Güzel. Dikkatli ol." "Sen asker misin?" Küçük kız onun üzerindeki kamuflaj pantolonu ve asker yeşili kısa kollu tişörtü görür görmez onun asker olduğunu anlamıştı. "Hani şu bizi koruyanlardan mısın? Atatürk gibi mi?" Dudaklarım kıvrıldı. Han'ın dikkatlice onun önünde diz çöküşünü izlerken kalbime inme inmiş gibi hissediyordum. Kısacık saçlarında, yeni tıraş olmuş yanaklarında ve orantılı yüz hatlarında gezindi gözüm. Sonra gülümsemesinde takılı kaldım. "Onun gibi olamam ama onun izindeyim," başıyla kızı onayladı. Kız onun söyledikleriyle kocaman gülümsedi. Ellerini kaldırıp becebildiği kadarıyla kurt işareti yaparken parka doğru koşmaya başlamıştı. Arkasında kalan Han'ın bakışlarından bir haberdi. "Anne!" Kısık kıkırtımı engelleyememiştim. Heyecanla annesine gidip bir türk askeri gördüğünü söylemesini ve onun yaşlarındaki bir erkek çocuğuna abarta abarta anlatmasını izlemiştim. Beni etkileyenin bu olduğunu bilmek şaşırtıcıydı. En azından benim için. Medivenleri çıkarken aklıma gelen anılardan kafamı iki yana sallayarak kurtulmaya çalıştım. Kalbime dolan endişe yüzünden zihnim garip çalışmaya başlamıştı. Günlüğüm... Okumamıştır değil mi? Odamın aralık kapısından Lorin'in mırıl mırıl sesleri geliyordu. Durmadan Han'a bir şeyler anlatıyordu. Kapıdan girdiğimde Han'ı kitaplığımın önünde gördüğümde panik kanıma karıştı. Malum kitapları arkasına dizdiğim rafın önündeydi. Eli arkadaki boş kısma gidiyordu. Kafayı yiyecektim! Ne yaptığımı bile bilemeyerek hızla öne atıldım ve rafla onun arasına girdim. Kolunun altından geçmiş ve sırtımı rafa dayamıştım. Bir eli rafın kenarını tutuyorken diğeri uzandığı yerde dudaklamıştı. Şimdi onun iki kolunun arasında kalmıştım. Kalbim parçalanacak gibi atıyordu. Ben ne yapıyordum? Kaşları havaya kalktı sakince. "Ne yapıyorsun?" Bilmiyorum aşkım, sorma. "Kitaplarıma dokunulmasını sevmem," diye uydurdum. Gerçekten hangi okur eve gelen misafirin kitaplığını karıştırmasından hoşlanır? Ama aşkım sen evlenince istediğin kadar bu rafın arkasını karıştırabilirsin. Daha fenasını da görebiliriz bebaber, hiç sorun değil. Bizim garibanlık da şey. Kırk defa söylersen gerçek olur umudu. Benden ve kitaplarımdan uzaklaşmasını bekledim. Yapmadı. Öylece benden bir kat uzun bir şekilde boynunu eğerek gözlerime bakıyordu. Omzuma Lorin'i alsam aynı boya gelebilir miydik şüpheliydi. Gerçekten bu boy farkı da neyin nesiydi? Ben 1.62'ydim. Tamam uzun değildim ama bu boy farkı da olur gibi değildi. Kaç metreydi be bu çam yarması? Uzayan saçlarını yine kesmişti. Ben zaten kalbim durmuş bir şekilde onu izlerken çekilemiyordum, o niye geriye gitmiyordu? Nefes alamıyordum. Allah aşkına çekil, kalp krizi geçireceğim! "Teyze!" Diye bağıran Lorin sayesinde Han'ın dikkati yataktaki afacana kaydı. Ne kadar bunu istesem de benden uzaklaştığı an bir boşluk hissiyle dolmuştum. "Mavi saçlı bebeğimi bulamıyorum!" Kendime zorlukla gelerek Han'dan gözlerimi aldım ve ilerleyip çalışma masamım çekmecesine tıktığım bacağı çarpılmış bebeği aldım. Bacağını düzelterek Lorin'e uzattım. Oyuncakları evin her yerindeydi ama en çok benim odamdaydı. O gittiğinde bile atmaya kıyamadığım için odanın içi çocuk odasından halliceydi. "Teşekkürler," bana tatlı tatlı gülümsedikten sonra Han'ın elini tutup yatağıma oturttu. "Han abi, bu mavi saçlı bebeğin adı Handan olsun mu?" "Handan mı?" Yüzünü buruşturmamak için kendini tutuyor gibiydi. "Emin misin?" Çalışma masamın sandalyesine oturup onları izlemeye başladım. "Beğenmedin mi? Güzel bence. Handan oldu bu." Ardından diğer oyuncaklarını karıştırarak bir asker oyuncağı buldu. Kurşun asker hikayesini dinledikten sonra o oyuncaklardan istediğini söyleyip durduğu için kıyamamış ben almıştım. "Aa, kurşun asker." Dudakları büzüldü birden. Onunla eş zamanlı olarak benim de gözlerim endişeyle süzüldü. "Ne oldu?" "Eridi," elindeki askeri iki avucunun içinde saklamak ister gibi sardı. "Ateşe attılar. Zaten bir ayağı yok diye kimse sevmedi de onu." Fazla duygusal bir çocuktu. Bu hikayeyi öğrenmese daha iyiydi ama olan olmuştu. "Ama," Han tam bir şey söyleyecekken Lorin ağlamaya başlayınca kasıldım. Neden birden ağlmaya başlamıştı şimdi? Normalde böyle huyları yoktu. "Şşşt, niye ağlıyorsun şimdi?" Ben tam ayağa kalkmışken Han Lorin'e uzandı ve onu dizlerinin üzerine çekti. Bu görüntü kalbime iniyor olabilir miydi? Olabilirdi. İstersen şundanımız olabilir. Ben lahusa lahusa zırlarken sen iki bebeği birden şu şekil kucağına alabilirsin. Biz tamam oluruz. "Ya ama Han abi," dedi hıçkırıp. Minik elleri avucundaki askeri karnına bastırmıştı. "Asker değil miydi o? Niye istemediler onu?" "O sadece bir oyuncak," Han onun gözlerini silerek başını göğsüne yasladı. "Önemli değil. Ağlama, hiçbir şey ağlamana değmez güzelim. Ağlama." "Ama teyzem bana dedi ki, kimsenin canını acıtmamalıymışız. Mesela ben parkta birisi düşerse yardım ediyorum hemen. Onu niye attılar ateşe?" Lorin sakinleşmek yerine daha çok ağlayınca Han derin bir nefes alıp onun kulaklarını kapattı. Başını çevirip bana baktı. "O siktiğimin hikayesini kim anlattı bu kıza?" Kararsız bir ifadeyle kendimi işaret ettim. Gözlerini kapattı. Derin bir nefes daha aldıktan sonra ellerini kulaklarından çekerek onu koltuk altından tuttu. Göğsünden ayırıp önüne çekti. "Bana bak," göz altlarını sildi tekrar. "O gerçek değil. Ama ben gerçeğim. Ben gerçek bir askerim. Diğer asker abilerini arayalım mı? Seni görünce çok sevinirler?" Lorin neye ağladığını bile unutarak hevesle kafasını salladı. Han'ın telefonu çıkartarak görüntülü arama başlatmasını izledim. "Komutanım-" ekranda görünen Erhan, Han'ın kucağında gördüğü Lorin ile duraksadı. "Keşke haber verseydiniz." "Neyi?" "Evlendiğinizi. Biz de gelirdik yani. Yengeyi de göremedik hiç. Doğumu falan hepsini kaçırmışız." Nasipse ben hepsini göstereceğim Erhan size. "Zevzek zevzek konuşma lan, komşunun kızı." Lorin meraklı gözlerle ekranı izlerken ekrana bir görüntü daha düştü. Bu Lorin'den birkaç yaş büyük bir erkek çocuğuydu. "A-a," diye mırıldandı ekrana bakarken. Ekranda sadece alnı ve gözleri görünüyordu. "Kız." Aynen. "Demir!" Han kısık ama sert bir sesle söylendiğinde kamera sallandı. "Oğlum versene şu telefonu!" "Baba bir dakika diyorum, bir şey gördüm!" "Hanım al şu oğlunu!" En sonunda kameraya giren adam mahcup bir şekilde sırıttı. "Pardon komutanım. Elimden kaçtı da. Çocuk yeğeniniz falan mı?" Daha makul bir cevap diyebiliriz. "Komşunun yeğeni." "Komutanım hani komşunun kızıydı!?" Diye bağırdı Erhan. "Siz bizi kandırıyorsunuz değil mi?" Ardından gözleri Lorin'e döndü. "Kız sen ne tatlısın öyle?" Lorin kıkır kıkır güldü. "Allah vergisi." Teyzesinin kopyası. Benden kapmıştı bu lafı. Ekrana birkaç tane daha görüntü düştüğünde annemin aşağıdan beni çağıran sesini duydum. Onları odada bırakarak aşağıya indim.
🏢 "Ne yapacağımı bilemedim, birden kendimi rafla onun arasına attım. Sence çok mu belli ettim kanka?" Karşı dairemizde oturan tek ve en yakın arkadaşımla konuşuyordum. Bir de kuzenim vardı. "Yok be Talya, adam asker. Nereden anlasın senin kitaplarını saklamaya çalıştığını, bir yıldır platonik olduğunu falan?" "Yağmur," diye sızlandım. "Dalga mı geçiyorsun?" "Evet," kahkaha attı. "Kızım bu adamlar ne eğitimlerden geçiyorlar. Ne insanları sorgulamışlardır. Anlamıştır bir şeyler. Anlamadıysa kesin salaktır." "Harbi rezilim," kafamı yastığa gömerek minik bir çığlık attım. "Şimdi nerede? Yine balkonda mı sabahlayacaksın?" "Yok," başımı yastıktan kaldırıp Yağmur'un ekrandaki yüzüne baktım. Kahverengi saçları yatağa dağılmış, bana gülmekten teni kızarmıştı. "Göreve gitti bir saat önce. Anahtarlar saksının altında." Göreve gittiğini kesin anladığım an bu olurdu. Toprak evdeki tek bitki olan menekşeyi sulasın diye anahtarları saksının altına koyardı. "Sen gönlünü ferah tut, hiçbir şey için olmasa bile bir kez daha vatanını korumak için geri döner." "Hıı," diye onayladım. Ne için olduğu umurumda değildi. Sadece geri dönmeliydi. Lütfen dikkat et.
🏢
Bir hafta sonra. "Teyze lütfennnn!" Diye sızlanıp paçamı çeliştiren Lorin'e baygın bir bakış attım. "Lütfen, lütfen, lütfen!" "Yalnız tatlım," diyerek burnunun ucuna fiske attım. "Senin deden benim babam oluyor ve bizim gibi iki aptalın bu saatte dışarıya çıkmasına hayatta izin vermez." Saat gece yarısına yaklaşmıştı ama hanımefendi dolaptaki çikolatalarını beğenmiyor özellikte tek bir tane çikolatadan istiyordu. Dolapta kalmayan çikolata yüzünden on dakikadır işkenceye maruz kalıyordum. "Teyze," mırıl mırıl dizlerimin arasına girerek elleriyle yanaklarıma uzandı. Yatakta oturuyordum. O ise bacaklarımın arasına girerek bana sırnaşmıştı. "Gel öpim. Sonra gidek. İki tane öpim. İkna ederiz dedemi." Dedeni de böyle öpersen adam bayılır aşırı doz şekerden, haberin olsun. Yanaklarıma konan sulu öpücüklerden sonra, "tamam," diyerek pes ettim. Pıtı pıtı salonda oturan babalarımızın yanına indik. "Dediş!" Lorin aynı taktikten devam bir şekilde koltuğa tırmandı. Babamın kollarına boynunu sararak öpmeye başladı. Babam birden gelen öpücük yağmuruna şaşkınca gülümserken ablam da kızının ne isteyeceğini tahmin ederek kaşlarını kaldırmıştı. "Dede teyzemle markete gidelim mi? Lütfen, lütfen, lütfen. En sevdiğim çikolata bitmiş. Söz bir tane alıp geri geleceğiz. Aç mı kalayım ben dede?" Lorin? Teyzem? Ağla bir de. "Tamam ama geç oldu. Ben de geleyim sizinle." Babamın amacının bizi kısıtlamak olmadığını biliyordum. Sadece endişeleniyordu. Daha erken bir saatte olsa kesinlikle tek başımıza gitmemize izin verirdi. Sadece bu saatlerde daha tenha olması durumu değiştiriyordu. Ayrıca yakınlarda da bu saate kadar açık olan bir market yoktu. Aşağı mahalleye gitmemiz gerekiyordu. "Tamam," babamın elini tutup koridora giderken bana el sallayan canavara kısık gözlerle baktım. "Teyze hadi görüşürüz. Ben dedemle gidiyorum." Satılmıştık iyi mi? Onlar çıkınca ben de koltuğa oturdum. Annem bana kıs kıs gülüyordu. "Önce seni kandırdı ama sonra dedesi gidince vazgeçti, değil mi?" "Anne dalga geçme benimle. Hep senin torununun suçu. Büyük bir ikna yeteneğine sahip." "Ee," dedi ablam havadan sudan konuşur gibi. Salonda sadece üçümüz vardık. "Bugün de mi çıkmıyorsun balkona?" Durdum. Ablam sonra konuşuruz demesine rağmen beni bir kenara çekip konuşmamıştı. Şimdi niye böyle soruyordu ki? "Kitap okuyacak olsam geçerdim, niye ki?" "Hiç," dedi imalı imalı. Sakince televizyona döndü. Ardından bir şey hatırlamış gibi anneme baktı. "Yan taraftaki asker dönmüş galiba." Yaa... Kalbimdeki bir ağırlık uçmuş gibi hissediyordum. Hiç de haberim olmamıştı. "Hıı," diye onayladı annem. Lorin için tatlı bir çift patik örüyordu. "Akşam üstü geldi, kapıda karşılaştık. Hasta olmuş öksürüyordu." Yapma. Çok mu kötüydü ya? Ablam her tepkimi takip ettiği için bir şey de söyleyemiyordum. Kendimi tutarak, "geçmiş olsun," demiş ve kendimi mutfakta bulmuştum. Kendime engel olamayarak beni zorla soktukları mutfağa yemek yapmaya girdim. Çok büyük bir şey değildi ama en azından bir tabak sıcak çorba içse boğazına iyi gelmez miydi? Önlüğü başımdan geçirip ocağa su koydum. Patatesleri küp küp doğramaya başladığımda arkamdan annemin sesini duydum. "Başımıza taş yağacak, biz kızı zorla sokuyoruz mutfağa. Bu da bu saatte yemek yapıyor. Ne oluyoruz Talya?" "Acıktım." "E ekmak arası bir şeyler yerdin sen hep. Ne yemeği?" "Canım çorba istiyor anne ya," dedim geçiştirir gibi. Şimdi ben bu çorbayı yapıyordum ama ona nasıl verecektim? Hem saat geç olmuştu hem de ona kendimi fark ettirmeden nasıl vereceğimi bilmiyordum. Yaklaşık yarım saat sonra masaya oturup yalanımı desteklesin diye bir tabak çorbayı zorla içmeye başladım. İstekliymiş gibi davranmam da cabasıydı. Babamgil gelmiş, Lorin bir çikolata diye gittiği marketten bir poşet yiyecekle eve geri dönmüştü. Ablam gelip masan aldığı ekmeği çorbama bamdırdı. Birkaç dakika tek tabaktan yemek yedikten sonra masadan kalktı. "Kapıdan çık, ben annemi oyalarım." "Ne?" Anlamamış gibi ona baktım. Nasıl anlayabiliyordu ya? Yağmur'un dediği gibi çok mu belli ediyordum yoksa? "Çorbayı diyorum, artanı dışarıya götürmüyor musun?" Omuz silkti. "Ben şüphelenmiştim de benden saklamanı beklemezdim." Tedirgin bir şekilde ona baktım. "Beni oyuna mı getirdin?" "Senin yumurtlayacağın yoktu bücür," dedi gülerek. Ama söylemediğim için kırgın olduğunu görebiliyordum. "İş başa düşmüştü. Sonra konuşuruz, uykum var benim. Babam uyudu, Lorin de bizimle." "Tamam," sesim içime kaçmıştı. Ablamdan saklamak değildi derdim. Sadece kendime bile zorlukla itiraf etmişken kimseye söyleyememiştim. Yağmur bile beni sıkıştırarak öğrenmişti. Ablam salona geçer geçmez boşalan tabağı makineye yerleştirdim ve tencereyi aldığım gibi ablamın arkasından çıktım. Ablam salona geçmişti. Bunun için ona minnettardım. Tencereyi tek elimde tutarak zorlukla kapıyı açtım. Karşımdaki dairenin paspasına tencereyi koyup zili çaldım. Bir iki kez üst üste çalıp hızla içeriye girdim. Kapılar karşılıklıydı ama evler binaya göre yan yana kalıyordu. Kapıyı olabildiğince sessizce kapatıp parmaklarımın ucunda kapı deliğine uzandım. Umarım çok fena olmamıştır da kalkıp tencereyi alabilir. Ya ateşlendiyse? Toprak dışında evine gidip gelen de yoktu. Kimse anlamazdı ne olduğunu. Soluğumu tutmuş onun kapıya çıkmasını izlerken ablam gelip bel boşluğumu dürttü. "Ne oldu?" "Bıraktım," gözlerimi bir saniye bile ayırmıyordum. Saniyelik olarak kapatıp açıyor kalbim hızla atarken beklemeye devam ediyordum. "Ee?" "Bekle, açtı!" Dedim fısıltıli bir heyecanla. "Etrafına bakıyor. Söyleniyor biraz. Aldı," dudaklarımı birbirine bastırdım. Saçları biraz daha uzamıştı. Yüzü solgundu. "Girdi." "Ben yatıyorum o zaman, Lorin beni göremezse huysuzlanır şimdi." Ablama başımı salladım ama gözlerim hâlâ karşıdaki kapıdaydı. Enseme gelen darbeyle inleyerek geriye çıktım. "Abla ya! Ne yapıyorsun?" "Yat zıbar artık, sinirimi bozuyorsun." "Dedi iki sene boyunca sevgilisiyle buluşmak için kız kardeşine yalan söyleten kız." Elindeki yüzüğü nispet yapar gibi havaya kaldırdı. "Ben tapusunu aldım ama n'aber?" "Ben alamadım diye mi dalga geçiyorsun?" Diye somurttum. "Ben daha açılamıyorum bile!" "O senin sorunun tatlım," yanağımdan makas alarak misafir odasına yürümeye başladı. "Yat zıbar yoksa anneme en sevdiği tencere takımını bozduğunu söylerim." "Abla!" Kısık sesli itirazımdan etkilenmeyerek beni kışkışladı. Somurtarak odama çıktım ve biraz olsun çorbanın ona iyi geleceğini umdum. Bu gece balkona çıkamazdım ama bundan sonra yine balkondaydım.
Loriş ya, yiycem. Allah'a emanet💅🏻
|
0% |