@cennomi
|
Tatlı okumalar✨ "Nasıl kamera yok dayı? Kat arasında birini kesseler kimsenin haberi olmayacak mı yani? Nereden bileceğiz ne olduğunu? Hırsızlık oldu, kim yaptı?" "Aman oğlum, bizim buralarda ne arar öyle şeyler? Etme. Taktırırız birer tane. Aklımıza mı geldi? Bizim zamanımızda yoktu gamera gayıt neyin." İsmail abi zaten bizde de yok öyle bir şey. Kamera o. Kayıt o. Allah'ım. Ben hangi akılla çorbayı verip de tencere sahibini aramayacağını düşünmüştüm? Hadi ben düşünememiştim, ablam ne güne duruyordu? Niye yapıştırmamıştı enseme bir tane? Niye sen salak mısın dememişti? Asker adam. Haliyle sorup soruşturacak. Kamera kaydına bakmak onun için zor olmasa gerek. Ki Allah'tan bina sahibi İsmail amca yaşlı bir adamdı da hiç aklına gelmemişti. Görüntülü diafonları bile daire sahipleri kendileri taktırmıştı. "Teyze," dedi Lorin hararetli bir fısıltıyla. Sanki benim boyuma ulaşabilecek gibi ayak parmaklarının ucuna basıp bana yaklaştı. "Şimdi Han abi bizi bulursa ne olur?" "Oyunu kaybederiz," diye cevapladım. Lorinle parktan dönüyorduk ve girişteyken bizi durduran şey kapının önünde konuşan İsmail amca ve hayatımın anlamıydı. Çaktırmadan duvarın kenarına geçmiş ve Lorin'e saklambaç oynuyoruz demiştim. "Tamam İsmail bey siz halledin. Ben sizin için söylüyorum. Herhangi bir olay olduğunda kamera kaydı da yokken suçlu bulunabilirsiniz." İyice adamın aklına kamera fikrini sokmuştu. Çocuk gibi tepinesim geliyordu. Salak kendi topuğuna sıkıyordu resmen. Ben ne güzel çorba yapıp verirdim hep. Sarma dolma falan da yapardım. O şimdi asker canı neler ister... Tövbe haşa, ona bakarken aklımı kaybettiğim doğru olabilirdi. Apartmanın dış merdivenlerinden gelen sert bot sesleri yüzünden hızla merdivenlere yöneldim. "Loriş şimdi koşuyoruz ama sakın düşmüyoruz, düşmek yok. Tamam mı? Düşmeden eve girersek kazanırız." Lorin gözleri parlarken hızla başını salladı. Tabii ben onun beni bırakıp hızla eve koşacağını tahmin edememiştim. Han'ın merdivenleri ikişer üçer çıkabileceği ihtimali de aklıma gelmemişti. Henüz daha ikinci kattayken bir basamak altımda durdu. Çünkü önünde ben vardım, ben minik bir insan evladı olarak merdivenleri üçer beşer atlama özelliğinden men edilmiştim. Onun geldiğini anladığım ilk an kenara çekildim ki yanımdan geçip gitsin. Yanımdan geçerken başını eyvallah der gibi eğdi ve sakince ilerlemeye devam etti. O sakindi ancak kokusunu alan ciğerlerimde bir cümbüş baş gösermişti. Tutamıyordum. Bekledim, bekledim, bekledim ve Lorin'in, "ilk ben geldim!" Çığlığı eşliğinde gözlerimi kapatarak kendimi merdivenlere bıraktım. İki kat yukarıdan heyecanla ablama beni geçtiğini, bugün beraber parkta yaptıklarımızı anlattığını duyarken başımı duvara yasladım. "Bittim ben," diye fısıldadım kendimce. "Bu sefer bittim. Ne diyeceğim?" Normal normal getirseydin hayır içmem mi diyecektim dese haklıydı, sonuçta komşuyduk. Ben niye alengirli işlere bu kadar meraklıyım? Başıma gelmeyen ne kalmıştı ya rabbim? Kalk kızım kalk, bu iş böyle olmaz. Bizim o tencereyi çalmamız lazım. Hem platonik kariyerimiz hem de götümüz tehlikedeydi. Annem tencere takımını bozduğumu öğrenirse beni buradan kutuplara kadar döverdi. Net. En nazik tabirle iyi halt yemiştim. 🫴🏻 "Kızım," babamın sesini duyunca kafamı okuduğum kitaptan kaldırdım. Başını odamın kapısından uzatmış, eli kapıda bekliyordu. "Çaldım ama duymadın. Konuşalım mı biraz?" Gerildim. Durduk yere neyi konuşacaktık? Acaba ablam anneme Han ile ilgili bir şeyler çıtlatmıştı da o da mı duymuştu? Ablam öyle şeyler yapmazdı ama. Ne olmuştu? "Olur babam," gözlerim merakla üzerinde geziniyordu. Sallanan sandalyemden kalkıp kitabı sandalyeye bıraktım. Babam içeriye girip çalışma masamın sandalyesine oturduğunda ben de ona dönerek yatağın ucuna oturdum. Babam bir süre yüzüme baktıktan sonra avucunu dizime yasladı. "Nasılsın kızım?" Gülümsedim. "İyiyim baba, ne oldu ki?" "Yok bir şey olmadı da, konuşmadık seninle şöyle adam akıllı kaç haftadır." "Ablamlar da geldi ya baba, biraz karışık ev işleri. Ondan oldu. Hem bir şey olduğu da yok, ben duruyorum böyle olduğum yerde." Güldüm. "Bir yere de gidebildiğim yok ya." "Ben de onu diyorum," babaların gözünde gizli gizli besledikleri ama göstermeye çekindikleri o sevgi ve endişe parıltısı belirdi. "Neden hiç bir yere gitmiyorsun sen? Çocukken de böyleydin gençken de. Herkes parklara gitmek isterdi, sen evde oyuncaklarınla oymamak isterdin. Herkes başka şehirde üniversite kazanmak için çalıştı sen bu şehir için. Hiç çıkmadın babanın korunaklı sinesinden." Başımı omzuma eğdim. "Bu kötü bir şey mi ki baba?" "Yok kızım," daldı gözleri. Severdim babamın kahvelerini. Her zaman bana güveni verirlerdi. "Ben isterim tabii yanımda olmanı. Ama biliyorsun, dünya hali. Biz de bir yere kadar yaşayacağız. Bir yerden sonra elim kolum sana ulaşmayacak benim. Arkanda da duramayacağım o vakit. Görmedin, öğrenmedin sen dünyayı. Korkuyorum bocalarsın diye. Şimdi öğretmen olmak istedin, tayinin çıkar gidersin diye ondan da vazgeçtin. Şşh, biliyorum ben inkar etme. Anlarım senin gözünden niye gitmediğini." "Baba..." Diye itiraz etmek istedim. Elimi avucuna aldı. Yatıştırıcı bir şekilde iki kez üstüne vurdu hafifçe. "Ne zaman öğreneceksin büyüdüğünü sen?" "Biliyorum baba," dedim sakince. "Yani hep senin dizinin dibinde bekleyemeyeceğimi biliyorum." Gülümsedim. "Belki bir üniversite daha okurum, belli mi olur?" "Yok, okumayacaksın. Hazırlan gir sınavına. Bu gözler seni öğretmen görecek. Kaçamazsın bu kez. Ben evvela ölene kadar arkandayım, yine bir dedigini iki etmem, kimsenin söz etmesine izin vermem. Ama bunu sen yapacaksın. Ben olmayacağım kızım bir yerden sonra. Kabullenmenin de zamanı geldi. Biliyorum ne kadar çok isteyerek okuduğunu senin. Başka bir üniversite'yi kaçış yolu olarak seçmeyeceksin, neresi olursa oraya atanacaksın. Olur da ölmezsek annen de ben de sonuna kadar arkandayız senin." "Baba n'oluyor?" Dedim gözlerim dolu dolu. Ağlmamak için gözlerimi tavana diktim. "Bu neyin konuşması şimdi durduk yere? Hep böyleydim ben. Ben de biliyorum bunları." "Bir şey olduğu yok kızım," uzun uzun gözlerime baktı. "Hayatını yaşa artık. Büyüdüğünü kabullen. Çalış, eğlen, sev. Mutlu ol." "Zaten mutluyum," diye itiraz ettim. Gülümsedi. "Kuş da doğduğu kafeste özgür sanar kendini," ayağa kalktı. Elleri son kez saçlarımı okşadı ve bu sefer odamdan çıktı. Hiçbir şey anlayamamış, allak bullak olmuştum. "Of," yatağa attım bedenimi. "Ne oluyor yine?" Arada bir filozofluk ilhamları tuttuğu olurdu da bu kadar ciddi konuşması normal değildi. Hayatım boyunca bu üçüncüydü. İlki ana sınifına gitmemek için feryat figan ağladığım, ortalığı birbirine kattığım gündü. Ki bir tek o sakinleştirebilmiş ve bir tek o, kendimi bildim bileli birlikte olduğum aileyi yarım gün bırakıp bir okulda yirmi kişinin arasına girmeme neden olmuştu. Beş yaşındaki Talya için büyük bir tramvaydı. Ne demek yirmi veletle yarım gün aynı odada kalmak? Ne demek hepsi sümüklerini döke döke zırlarken bir de onları mı izlesindi? İkincisi de evimize uzak olan ve oldukça donanımlı bir liseye puanım yettiği halde benim mahellemizdeki liseye gideceğim diye tutturduğum zamandı. Evdekiler çıldırmıştı. Puanım yettiği halde neden normal bir mahalle lisesine gittiğimi bir türlü anlamadılar. Her zaman herkes kozasından çıkmaya korkan bir kız olarak görmüştü beni. Bense öyle bilmelerine izin vermiştim. "Talya!" Diye bağıran annemin sesiyle yataktan doğruldum. "Efendim!" Ses gelmeyince, "efendim anne!" Diye bağırdım ama yine ses gelmedi. El mecbur Türk annesinin ayağına getirtme oyunlarına kanmış gibi yaparak yanına gidecektik. Aşağıya inince annemi mutfakta içli köfte yaparken buldum. "Anne," diye sızlandım. "Yine kim geliyor?" "Korkma kız, iş yaptırmayacağım sana. Seninki geliyor, git de karşıla." "Benimki mi?" Kaşlarım çatıldı. Han'dan mı bahsediyordu? "He geliyor yine kaos üçlüsü bir araya." Diye göz devirdi. Annem kaos üçlüsü der demez gözlerim ışıldadı. Sevinçle annemi yanağından öperek kapıya koşturdum. Adımlarım birbirine girerken kapıyı açmış aceleyle ayakkabılarımı giyiyordum. Ağzı kulaklarında deyimi şuan benim için az kalıyordu. "Tali!" Diyen ses, zihnimde beni çok gerilere götürdü. Bir yaz akşamı anneannemlerin bahçesindeki ağaçların altında meyve yediğimiz o anlara. Gözlerim sevgiyle yoğunlaştı. Kat merdivenlerinin sonunda kocaman gülümsemesi ve her zaman muziplikle parlayan gözleriyle bana kollarını açmıştı. Merdivenleri koşarak inip zıpladım ve kollarına atıldım. "Yavaş kız," dese de hafifçe sendeleyerek kollarını belime doladı. Gülüşünün sesi kulaklarıma ulaştı. Ayaklarım boyundan ötürü havada kalırken dönmeye başlamamızla kahkaha atarak başımı boynuna gömdüm. Bir kapı sesi duydum ama o an umrumda olmadı. "Maymun!" "Bu maymun seni çok özledi be kızım!" "Ben de seni çok özledim." Teyzemin, "ben böyle satıcılık görmedim," diyen sesiyle Alper'in kollarından ayrıldım. Teyzeme utangaç bir tebessüm gönderdim. Bana yalandan ayıplar bir bakış attı. "Ben doğurdum bu görür görmez yapıştığın hayırsız köpeği." Tam teyzeme sırnaşıp özür dileyecekken sert bir kapı sesi merdiven boşluğunda yankı yaptı. İrkilerek kafamı yukarı kaldırdım. O da neydi öyle? Bizim evin kapısı açık olduğuna göre, geriye tek bir seçenek kalıyordu. "Tövbe estağfirullah," dedi annem ters ters Han'ın kapısına bakarken. "Delinin zoruna bak." Han anlık olarak kazandığı damat puanlarını kaybetmiş bulunmaktaydı. Olsun, toparlardık. Hızlıca Meryem teyzeme ve enişteme sarılıp ellerini öptuğümde içeriye geçtiler. Tam kapıyı kapatıyordum ki merdivenlerde nefes nefese yan apartmandaki arkadaşım Yağmur görüldü. "Bekle," dedi kısık bir sesle. "Koştun mu?" Dedim şaşkınca. Deliydi bu kız. Biraz toparlanınca son kalan merdivenleri ayaklarını sürüyerek çıkıp ellerini kapıya yasladı. "Alper'im gelmiş, koşmayayım da ne yapayım?" Dedi. Ardından içeriye doğru son nefesiyle haykırdı. "Alpoooo!" "Hava durumu sunar," dedi yalancı bezgin bir sesle Alper. "Gök gürültülü sağanak yağış. Ne yırtıyorsun kendini be?" "Hayvan herif, özledik diye koşa koşa geldik. Dört kat çıktım be senin için!" "Tamam tamam," dedi gülerek. Ardından ikisi sarıldı. "Bedava avukatlık servisimi küstürecek kadar salak değilim. " Sözlerinin ardından sert bir darbe aldı. "Ah!" "Seni dımdızlak bırakırım bak!" "Sustum," dedi ellerini havaya kaldırarak. "Alper abi!" Evimizin minik şaklabanı çığlığa benzer bir sesle kuzenimin bacaklarına sarıldı. "Bana çikolata getirdin mi!?" "Al işte," hüsranla bacağını kaldırdığında inatla onu bırakmayan Lorin de bacağıyla birlikte havalandı. "Biz de özlendik sanıyoruz. Siz bunu beslemiyor musunuz? Aç mı kalıyor bu?" "Önüne geleni soyuyor," dedim bezgince. "Rüşvetçi gibi geziyor ortalıkta. Han'ı bile kandırmış. O da aldı nasibini." Kahkaha attı. Kahve gözleri kısıldı. "Enişteleri soymada üstüne yok," eğilip Lorini kucağına aldı. Ve cebinden Lorin'in hayatının aşkı çikolatasını çıkarıp ona uzattı. Göz kırptı. "Bu politikaya devam, benden daha çok çikolata kaparsın. Hadi yallah," yere indirip pıtı pıtı koşmasını sırıtarak izledi. O gider gitmez ikimizin koluna girip odama yönlendirdi. Yüzünde dedikoduya aç bir ifade belirmişti. "Hadi bana ben yokken neler olduğunu anlatın." Odama girdiğimizde, "ben bittim." Dedim. Kendimi hüsranla yatağa attım. "Ne oldu yine buna, hava durumu?" "Kes be, aşık işte. Her zamanki halleri." "Her zaman böyle ayılıp bayılır mı yani?" "Adam asker!" Dedim hayretle kafamı kaldırıp. "Hasta diye bir tencereyle çorba koydum kapısına. Şimdi de kim koydu diye arıyor. Kamera yok diye yırttım ama annem en sevdiği takımın bozulduğunu anlarsa beni keser." "Ne yapacaksın peki?" Dedi Alper umursamaz bir sesle. Şuan ilgilendiği şey gardrobumun kenarındaki boşlukta depo ettiğim abur cuburlardı. Kendisi kumral bir kardeşimiz olurdu. Biz üç deli ailede yan yana gelmesi istenmeyen nadir kişilerdendik, çünkü biz istemesek de başımıza bir iş gelirdi. Yağmur sırf bu yüzden bir yerden sonra avukat olmuştu, artık o bizimle beraber nezarete düşmezse savunmamızı yapardı. Düşerse de Allah büyüktü. Çünkü bu olay baya büyük demekti. "Çalacağım," dedim kararlı bir sesle. Ağzındaki çikolatalı sütü püskürttü. "Ne!?" İğretiyle ona baktım. "Sen temizleyeceksin buraları." "Bari benim yanımda söyleme," diye cık cıkladı Yağmur. "Neyse yakalanırsan savunmanı yaparım en azından." "Bir dakika bir dakika," Alper hayretle ayağa kalktı. "Sen şimdi Askeri mi soyacaksın?" El hareketi çekti. Ne kadar sağlıklı bir ilişkimiz vardı, çok imrenilecek türdendi. "Al soyarsın. Salak." "Ya ne var?" Dedim doğrulurken. "Benim tencerem zaten. Alıp çıkacağım. Kamera takılmadan bu işi halletmem lazım benim. Yoksa öldüğümün resmidir." Tam bir şey söyleyecekti ki annemler aşağıdan, "Alper Duran!" Diye bağırdı. Teyzemin sesiyle yutkundum. Endişeli gözlerim onu buldu. "Ne halt yedin?" Ellerini kaldırdı hızla. "Yemin ederim bu sefer bir şey yapmadım! Daha yeni bastım ayağımı buraya be!" Biz el mahkum, birimiz hepimiz hepimiz birimiz düşüncesiyle odamdan çıkıp ördek sürüsü gibi aşağı ilerledik. Annemler kapının önünde durmuş, öfkeli gözlerle bize bakıyorlardı. Teyzem kafasıyla kapıyı gösterdi. Gözlerinden öfke püskürtüyordu. "Seni istiyorlar çocuğum." "Kim istiyor anne ya?" Demişti ki onu dürttüm. Kapıda gördüklerim hayra alamet değildi. Toprak ve yanında iki polis memuru daha kapımızdaydı. "A-a," şaşkınca onları gösterdi salako kuzenim. "Kuzen polis gelmiş beni almaya. Bir dakika, ya ben bir şey yapmadım ki!" "Kuzen mi?" Diyen Toprak diğer iki polise baktı. Ardından bize döndü. "Her neyse. Bizimle geliyorsun, Alper Duran." Ne? Ne oluyordu be durduk yere şimdi?
Hepimiz tahmin ediyoruzdur bence, Han'ın başından çıktı bu iş cksmmcsmxm kısaydı ama şey etmeyin. Telafi ederiz. İnstgram hesabında soru cevap açtım, gelin beklerim. Hesap: yazarcennomi |
0% |