13. Bölüm

13. BÖLÜM

Ceren
cernyy

ÖZGÜR

“Hayat,sen planlar yaparken başına gelenlerdir.”

Aşk denen duyguyunun varlığına hiçbir zaman inanmamıştım.Birine karşı derin bir duyguyla bağlanmak kendi kafana sıkmakla eş değerdi.Hiç beklemediğin bir anda olmadık bir ihanete uğrayabilir,kandırılabilir, yaralanabilirdin. En kötüsü de bu amansız gelen darbelere karşı savunmasız olmaktı.İnsanların onca pişmanlıklarına rağmen hala “aşk” denen şeyi bulmaya olan uğraşlarını bir türlü anlayamazdım. Bu yaşıma kadar kimseye kalbimin derinliklerinde yer açmamıştım. Kimse orada bir iz bırakmamıştı. Ta ki toprak gibi koyu olan gözlerde kaybolana kadar…

O toprakta sanki benim gözlerim yeşeriyor,tıpkı hissettiğim bu duygu ile ormana dönüyor ve birbirini tamamlıyordu. Şu an karşımda duran kadın sayesinde yargılarımı çiğneyip atıyordum. Ve yaşadığım bu duygu beni içine daha da hapsediyordu. Bembeyaz teni,badem gözleri ve onu tamamlayan kıvırcık bukleleri...

O bukleleri hissetmek için her şeyimi verirdim.

Cemre dışarıyı seyrederken,masanın üzerine bıraktığı telefonunun birden titremeye başlamasıyla gözlerini ekranına yöneltti. Arayan kişiyi gördüğünde, bir anlığına yüzüne iliştirdiği şaşkınlık ifadesini bozup gelen aramayı açtı. İçimdeki merak duygusu hafiften kendini belli ederken bakışlarımı karşımdaki kızdan ayırma ihtiyacı duyarak camdan dışarı bakmaya başladım. Aşağıda, Kızılay’ın yoğun trafiği ve insanların bitmek bilmeyen koşuşturması ruhumu daraltmaya yetmişti.Gözlerimtekrar Cemre’ye yöneldi. Gelen aramayı cevaplarken ağzından çıkan ismi duyduğumda rahatsız bir his kapladı içimi. “Efendim Bora?”

Onun sesinden bir erkeğin ismini duymak,sinir sistemimi yavaşça uyarıyordu. Bu şahıs Bora mıdır, her ne boksa, kimdi ve neden Cemre’yi aramıştı? Erkek arkadaşı olabilme ihtimalini düşünmek bile istemiyordum. Neredeyse olmaması için yalvaracak haldeydim. Onu bulmuşken bu kadar erken kaybetmek istemiyordum.Cemre, telefondaki erkeğin sesini dikkatlice dinlerken kaşları hafifçe çatılmış,az önce gülerken kısılan gözleri boşluğa odaklanmış bir şekilde alt dudağını dişliyordu.

”Açıkcası yarın için emin değilim.”

Kafedeki yoğunluk artmaya başlarken, buna gürültü ve müzik sesi de eşlik ediyordu. Kafam gittikçe karışmış, aklımda bir ton soru çoğalmıştı. Cemre, gürültüden dolayı telefondaki erkeğin sesini duymaya çalışırken,gerilmeye başlayan kaslarımı rahatlatmak için oturduğum sandalyeye yaslandım. Ne hakkında konuştuğuyla ilgili bir fikir yürütmeye çalıştığımda “Gitarımın bazı telleri kopuk ve çalınca cızırtılı bir ses geliyor,” deyince sorularım bir yanıt bulmaya hazır hale gelmişti. Gitar mı çalıyordu? Gitgide onunla ilgili merakım artmaya devam edecekti belli ki.

”Parçaya bir haftadır çalışıyorum ama gitarım sorun çıkarıyor. Oradakini ayarlaman lazım.”

Söylediği şeyle kaşlarım istemsizce havalandı. Duyduklarımdan yola çıkarsak bir mekanda şarkı söylüyor olmalıydı. Acaba nerede söylüyordu? Sessiz kalıp görüşmeyi sonlandırmasını bekledim.

“ O zaman yarın görüşürüz. Son bir kez daha denerim ama dediğim gibi ses hiç iyi çıkmıyor.”

Telefonu kapatıp ardından masaya bırakırken bana baktı. Bir açıklama yapma ihtiyacı duymuş gibi birkaç saniyeliğine duraksadı ve “Ben bir mekanda şarkı söylüyorum,” dedi. “Müzisyen olduğunu bilmiyordum,” diyerek tebessüm ettim. Hafif bir utangaçlıkla gülümsedi ve yarılanmış kahvesinden içti. “Müzisyen demeyelim de hobi olarak yapıyorum,” dediğinde başımı anlamış bir ifadeyle salladım. “Bir eğitim aldın mı yoksa doğuştan gelen bir yetenek mi?” diye sorduğumda “Her ikiside…” diyerek hızlıca bir cevap verdi. Çizim ve ses yeteneği olan insanları içten içe kıskanırdım. “Gitar da çalıyorsun anladığım kadarıyla,” derken kollarını masaya dayadı.

“Liseden beri klasik gitar çalıyorum. Son zamanlarda elektro gitarda öğrenmeye başladım.”

Enstrümanlara karşı hep ilgim olmuştur fakat çaldığım tek şey piyanoydu. Babamın bu alete olan tutkusundan dolayı evimizin en güzel köşesinde bir piyano mevcuttu. Ortak bir nokta bulduğum için bu fırsatı değerlendirmek üstüme vazifeymiş gibi hissettim.

“Gitar severim ama hiç çalmadım. Piyanodan öğrenmeye fırsat kalmadı.”

Söylediklerim karşısında gözleri şaşkınlıkla bana odaklandı. Yüzündeki bu ifade haddinden fazla sevimliydi. “Piyona mı çalıyorsun?” Bu soruyu sanki emin olmak için vurgulayarak sormuştu. Dışarıdan belki öyle bir izlenim vermiyor olabilirdim ama kültürsüz de sayılmazdım. Başımı evet anlamında sallarken “Yüz ifadene bakılırsa oradan kültürsüz gibi duruyorum galiba,” dedim.Birden afallamış olacak ki sandalyede kıpraştı ve şakaklarına dökülen saçının bir tutamını kulağının arkasına aldı. “Estağfurullah canım. Birden şaşırdım sadece…”

Öylesine söylediği “canım” kelimesi bile kalbimi hızlandırmaya yetmişti. “Ne zamandan beri çalıyorsun?” Küçüklüğümden beri babamın baskısıyla piyano öğrenmeye başlamıştım. Tabii o zamanlar hayattan tek kaçış yolum olacağını bilemezdim. “İlkokul yıllarımdan itibaren piyano dersleri almaya başladım. Başta pek ilgilenmesem de sonradan çok sevdim. Tabii buna babamın da katkısı oldu.Piyanoya karşı ayrı bir ilgisi vardır.”

Bir kolunu masaya dayamış, elini çenesinde sabitlemiş bir halde beni dinleyen kıza karşı konuşmak içgüdülerimi zorluyordu. “Babanında ilgisi varsa eğer o zaman evinizde de bir piyano vardır muhakkak.” diyen Cemre’nin bu konu ilgisini çekmişe benziyordu.

“Neredeyse benimle yaşıt bir piyanoya sahibiz.”

Göz bebekleri büyürken “Vay be!” nidası koptu dudaklarından. “Piyano çalmayı çok isterdim.”

Bir an ona piyano öğretmeyi hayal ederken buldum kendimi. Kollarımın ince belini çevrelemesini,komutlarımla ellerini yönlendirmeyi ve bir nefes yakınımda olmasını arzuladım. İçimdeki bu dürtü karşı konulamaz hale evrilmeden kendime gelmek için soğumuş kahvemden yudumlamaya başlarken içimden bir ses " Özgür, sen bu değilsin!" diye haykırıyordu.

“Eğer istersen, bir gün öğretebilirim sana.”

Sunduğum teklif, onu tekrar görmem için açık bir davet niteliğindeydi.Cemre bu teklifimi beklemiyormuş gibi başta ne diyeceğini bilemedi. Hemen ardından içten bir tebessüm etti. “Olur, çok isterim…”

Lafını bitirir bitirmez yanımızda biten garson ”Başka bir isteğiniz var mı?” diye sordu.Tepemizde dikilmiş,her tarafı dövmeli ve yüzünde sayamayacağım kadar piercing olan çocuğa yanıt verecekken ” Bir americano daha alabilirim,” diyen Cemre benden hızlı davranmıştı. Söylediği gibi cidden kahveye düşkün olmalıydı. Garson siparişi aldıktan sonra yanımızdan ayrılırken Cemre’ye döndüm. “Fazla kafein vücuda zararlı,” dediğimde hafifçe gülümsedi. “Biliyorum ama bağımlısıyım.Her gün mutlaka içerim. Senin böyle bir bağımlılığın var mı?”

Diğer içeceklere nazaran Türk kahvesi önceliğimdi fakat art arda içecek kadar bağımlı değildim. “Bir şeyi bağımlısı olacak kadar sevmem,” derken nispeten bir misilleme yapmıştım. Yüz mimikleri alaycı bir hal alırken sırtını oturduğu sandalyeye yasladı. “Onu anladım…” dediğinde, birkaç yudum alıp bıraktığım, ziyan olan kahveme ilişti gözlerim. Ardından Cemre’ye baktığımda erkeksi bir tınıyla kıkırdamaya başladım. Sanki yüzüme odaklanmış gibiydi ve gülüşümü incelerken bana katılmaktan çekinmemişti. En son ne zaman şu anda olduğum gibi keyifliydim? Belki Sinan’la uğraşırken, belki yeğenimle basketbol maçı yaparken… Ama hiçbirinde içimdeki bu çocuksu heyecan bedenimi ürpertip kalbimin ritimleriyle oynamıyordu.

CEMRE

Tesadüflerle dolu olan hayatım, hiç bu kadar heyecanlandırmamıştı beni. Her ne kadar ondan etkilendiğimi belli etmemeye çalışsamda bakışlarım beni ele veriyordu. Ses tonu, kibarlığı, ağırbaşlılığı ona istemeden kapılmamı sağlıyordu. İkimizde bir an gülüşmeye başladık. Saniyeler süren bu karşılıklı gülücükler kalbimi güm güm attırmayı başarmıştı.Gülümsemesini incelerken istemsizce yüz kaslarım gevşemişti. Gözlerim, gözlerine değdiği an içim kıpır kıpır oluyordu. Bir anlığına sessizleşip öylece birbirimize baktık. Normalde birisiyle fazla göz temasından nedensizce rahatsız olurdum ama aramızdaki çekime,utangaçlığım bile müdahale edemiyordu. Bakışlarıyla bana bir şeyler söylüyor gibiydi sanki. Anladığım ama çözemediğim bir problem gibi hissettiriyordu…

Bu anı bozan kişi, yanımıza gelen garson oldu. Tuttuğu tepsideki fincanı masaya bırakırken “Buyurun efendim,” demesiyle birden hafifçe irkildik. Bakışlarımı garsona çevirdim ve nazikçe teşekkür ederken kahvemi önüme aldım. Özgür, gözlerini üzerimden bir an olsun ayırmamıştı. Her hareketimi dikkatlice izliyordu.

“Sen böyle bakarsan içemem.”

Birdenbire ağzımdan çıkan cümleyi fark ettim. İç sesim ilk defa beni dımdızlak ortaya atmıştı. Özgür hiç bozuntuya vermeden tebessüm etti. Sanki duyduğu şey hoşuna gitmiş gibi sırıttı. “Bakmayayım o halde. Sende rahatça kahveni iç,” dedikten sonra cebinden çıkardığı telefonuyla ilgilenmeye başladı. Aramıza birden set vurmuş gibi hissettim ve sessizliği bozmak istercesine, onunla ilgili merak ettiğim, zihnimdeki binlerce sorudan bir tanesini seçtim.

“Okulun burada mı?”

Banu sayesinde Sinan’ın kütüğüne kadar biliyordum. Özgür’le aynı mesleği seçmişlerdi ve belki de şansları yaver gittiyse eğer aynı okulda bile olabilirlerdi. Yönelttiğim soruyla, başını hemen telefondan kaldırdı ve bana baktı. “Evet, burada okuyorum.” Söyledikleri gibi,çocukluktan beri hiç ayrılmadıklarına göre dostlukları sağlam olmalıydı. “Sinan’la aranıza hiçbir şey girememiş belli ki. Maşallah…” diyerek kıkırdadım. Yaptığım espriye içten bir tebessüm ederken başını onaylarcasına salladı. “Giremezde zaten bu saatten sonra.” Telefonunu cebine tekrar koyarken “Peki sen nerede okuyorsun? Sormak için biraz geciktim ama…”dedi. Kabul ediyorum, okuduğum bölümü söylediğimde bunu sormasını beklemiştim ama sohbete dalmışken arada kaynamış olabilirdi. “Sosyal Bilimler Üniversitesi’ndeyim.”

Anlık bir hareketle kaşları havalandı. “Öğretmenlik okumak zor olmuyor mu? İleri de çocuklarla sürekli iç içe olacaksın.”

Çocukları çok sevdiğim için zorlayıcı bir tarafı olsa da tolera edebiliyordum. Kendi okuduğu bölüme bakmadan benimkini zor görmesi de tuhaftı. “Bunu Kara Harp’te okuyan biri mi soruyor? Seninkinden daha kolay olduğu aşikar,” dediğimde alaycı bir tebessüm etti.

“Haksız sayılmazsın. Bizim işimizde zor ama bir süre sonra o zorluktan güç buluyorsun. Hem her mesleğinkendince zorlukları vardır.”

Başımı onaylarcasına sallarken kahvemden bir yudum daha aldım. “Burada okumaktan memnun musun?” Ailem, arkadaşlarım bütün çevrem buradaydı ve şehir dışında okumadığım için şanslı buluyordum kendimi. “Gayet memnunum. Ankara’dan başka bir yerde yapamazdım sanırım.”

Onunla aynı şehirde olmak, aynı havayı solumak bile ikimiz adına umudumu körüklemeye yetiyordu.Belki yalnızca kendi kendime gelin güvey oluyordum. Düşüncelerimi kesen, tekrardan çalan telefonum oldu. Çöpçatan arkadaşım Banu arıyordu. Telefonu açmadan önce “Banu arıyor,” diyerek meraklı gözlerle bana bakan Özgür’e haber verdim. Telefonu açtığımda arkadaşımın hüzünlü ses tonu dikkatimi çekti. Bir şey dememe izin vermeden hızlıca konuşmaya başladı. “Cemre, annemler eve çağırdı gitmem lazım.Otobüsü kaçırmamak için Sinan’la yukarı çıkamayacağım. Bekliyorum aşağıda. Özgür’e selamımı iletirsin,” dedi. “Tamam canım geliyorum,” diyerek telefonu kapattığım gibi çantama yerleştirdim. Karşımda meraklı gözlerle bana bakan Özgür’e döndüm. “Banu’nun gitmesi gerekiyormuş.Aşağıda beni bekliyor, sana da selamını söyledi,” dediğimde birden yüzü düşmüş gibi oldu. “Aleyküm selam,” dedikten sonra hemen “Gidecek misin?” diye sordu. “Maalesef…” derken masadan yavaşça kalktım. Özgür’de benimle birlikte,oturduğu sandalyeden kalkarken, karşımda dikilen adama elimi uzattım.

“Tanıştığıma memnun oldum Özgür. Görüşmek üzere.”

Büyük ve kemikli elinin avucunda kaybolan parmaklarımı yavaşça sıktı.Gözlerime derinlemesine bakarken “Bende memnun oldum,” dedi. Çantamı koluma takarken buruk bir tebeesüm ilişti yüzüme.Yanından ayrılmaya başlayacağım sırada kafamdaki sesler susmak bilmedi.

Tekrar görebilir miydim onu? Ya bir daha yollarımız hiç kesişmezse, ya içimi titreten gözlerini bir daha göremezsem ve zamanla kalbimin derinliklerinde kaybolup giderse?

Göğüs kafesimden fırlayacak gibi olan kalbimin bana verdiği cesaretle, gerisin geri arkamı döndüm ve karşımdaki adama baktım. “Özgür,” diye seslenmemle “Cemre,” lafını duymam bir oldu. Adımı duymak hiç bu kadar güzel gelmemişti kulağıma. İkimizde bir anlığına duraksadık. Kısa bir süre iç çektim. “Söyle lütfen,” dediğinde itiraz ederek pası ona attım. “ Lütfen sen söyle, dinliyorum.” Özgür, benimle inatlaşmak istemezcesine başını tamam anlamında sallarken içindekileri bir çırpıda söyledi.

“Numaranı alabilir miyim? Malum daha piyano öğreteceğim sana.”

Bakışları beklentiyle doluydu. Bilinmemezlik onu geriyordu ve şu anda gözlerime umutla, istekle bakıyordu. Açıkcası bu aniden gelen soruyu beklemediğim için bir an öylece bakakaldım. “Tabii…” demekle yetindim. Yüzümde allık niyetine beliren kırmızılık heyecanlandığımı apaçık ortaya koymuştu. Özgür,verdiğim cevapla bir hayli memnun olmuş gibi yüzündeki gülümsemeyi saklayamadı. Hızlı bir hareketle telefonunu çıkardı ve numaramı tuşlamam için bana uzattı. Telefonunu alırken parmaklarımız birbirine değdi. Ezberimde olan numaram sanki aklımdan bir anda kuş olup uçmuştu. Birkaç saniyeliğine ekranla bakıştıktan sonra nihayet aklıma kazıdığım numaramı tuşladım ve ardından telefonu Özgür’e uzattım. Aylar sonra yeniden varlığını hissettiğim duygu, gözlerinin yeşiliyle birleştiği zaman kor gibi içimi yakıyordu. “Numaramı attım,” demesiyle başımı tamam anlamında salladım.

Çantamdan gelen bildirim sesleriyle Banu’yu beklettiğimi hatırladım. Onun yanından gitmek istemesemde mecburen ayrılmak zorundaydım.

“O zaman görüşürüz hocam.”

Özgür yaptığım imayı anlamamış gibi yüzüme bakarken “Piyano öğrenirken öğretmenliğimi bir kenara bırakmam gerekecek,” dediğimde ufak kahkahasına engel olamadı. “Haklısın ama umarım öğretmenliği becerebilirim.”

Onu tekrar görecek olmam şimdiden karnımın sancıyla kasılmasını sağlıyordu. Çantamdan gelen zil sesiyle telefonumu çıkardım ve sabırsızlığıyla şu anın içine eden arkadaşımı meşgule attım. “Banu’yu daha fazla bekletmeyim. Hoşça kal...” diyerek gülümsedim. Başıyla beni onaylarken “Görüşürüz, dikkat et!” dedi. Beni önemsemesi heyecanımı doruklarıma ulaştırırken “Sende dikkat et,” diyerek arkamı döndüm ve kasaya yöneldim.

Kasanın başında siparişlerle ilgilenen kadına “İki americano almıştım. Ne kadar tuttu?” diye sorduğumda kadının bakışları beni buldu. “Hesabınız ödendi hanımefendi,” Kadına sorgulayıcı bakışlar atarken kaşlarım çatıldı. “Nasıl yani?” derken karşımdaki kadın, sol taraftaki masayı işaret etmesiyle, gözlerim Özgür’e çevrildi. “Beyfendi ödemeyi yaptı.”

Kaşla göz arasında ne ara ödemeyi yapmıştı? Özgür’e karşı mahcubiyetim artarken sitem dolu bir bakış attım. Baş selamı verdikten sonra elini kaldırdı. Aynı hareketle selamına karşılık verdim. Bakışlarımı ondan ayırıp önüme döndüğümde kasadaki kadına “Kolay gelsin,” diyerek merdivenleri inmeye başladım.

Bölüm : 08.02.2025 02:39 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...