
Banu’yla yaklaşık 2 saat süren telefon görüşmemizin ardından, annemin yemeğe çağırmasıyla nihayet odamdan çıkabilmiştim. Yarın için halletmem gereken bir ton işim olmasına rağmen arkadaşımla dedikodu yapmayı tercih etmiştim.
Buram buram yemek kokuları eşliğinde mutfağa ulaşırken, bizimkiler çoktan masadaki yerini almışlardı. Annem yemekleri tabağa koyuyor, babam her zamanki gibi iş yerinde gününün nasıl geçtiğini anlatıyor, Selin ise yorgun argın okuldan gelmiş, bir an önce yemek yemeyi bekliyordu. Kapıdan girer girmez babamın bakışları beni buldu.
“Kızım,günün nasıl geçti?”
Mutfak masasındaki yerime otururken
“Günlük rutin işledi babacım. Farklı bir durum yok.” Karşımdaki kız kardeşimin şüpheli bakışları üzerimde gezindi. Selin’le aramızdaki yaş farkına rağmen hayatımdaki çoğu şeyi paylaşırdım. Beni, benden bile iyi tanırdı. Belli ki içimdeki sevinç çığlıklarını da bir çırpıda anlamıştı. O kadar mı belli ediyordum? Gözlerimi kız kardeşimden kaçırıp yanıbaşımdaki babama çevirdim.
“Senin günün dolu dolu geçmiş belli ki.”
Başıyla beni onaylayan babam “İnşaatta ustalar arasında tartışma çıktı. Ayırmak için akla karayı seçtik vallahi. Müteahit olmak da zor,” dedi.
Hafif tebessümle yemekleri masaya yerleştiren anneme baktım. Tabağın üzerinden çıkan buharlardan sıcaklığı belli olan çorbama kaşığımı daldırıp soğuması için karıştırmaya başladım. Aklım halâ Özgür’deydi. Şu an ne yapıyordu acaba? Telefonumu saatlerce işgal eden arkadaşımdan dolayı mesajlara bakmamıştım. Mesaj atmış olabilir miydi? Daha doğrusu atar mıydı?
Kafamı dağıtmak adına kız kardeşime laf attım. “ Selincik! Bu akşam çok enerjik görünüyorsun,” dememle aç olmasına rağmen yemek yemeye bile hali olmayan kardeşim, tırtıkladığı tabağından kafasını kaldırarak bana baktı. “ Yaa ne demezsin...”
Selin belli ki son derece hırslı bir şekilde üniversiteye hazırlanıyordu. “Okul nasıl gidiyor?” diye soran babama “ Yorucu...” diyerek kısa bir cevap verdi.
Selin’in sınavı hakkında konuşmaya başladık. Yemeğimi bitirmeye başlarken, babamla kız kardeşim halâ hararetli bir şekilde “okunması gereken bölüm” tartışması yapıyorlardı.
“Kızım, en iyisi sen bankacılık oku. Amcanların hepsi bankacı olduğu için kolaylıkla iş bulursun,” diyen babam, Selin’in keskin tavrıyla karşı karşıya kalıyordu. “ Ben tasarımcılıktan başka bir şey okumak istemiyorum. Ayrıca kullanacağım torpille diğer insanların hakkına girmeye vicdanım el vermez,” diyen Selin’in yanındaki adam bıkkın bir iç çekti. “ Peki kızım. Sen hangi bölümü istiyorsan onu oku ama sonra iş bulamadım diye bana gelme!” diyerek sigara içmek için masadan kalkarak balkona yöneldi. Yemeği bitirmemle tabağımı mutfak lavabosunun içine yerleştirdikten sonra sırtımı tezgaha yasladım.
“Hayallerinin peşinden gitmek istemesi kötü bir şey değil babacım. Evet, iş konusunda sıkıntı çekebilir ama bu mesleğinde iyi olduğu sürece işsiz kalacağı anlamına gelmez.”
Bizimkilerin bakışları beni bulurken, annem beni onaylarcasına “ Haklısın kızım ama baban anlamamakta ısrarcı,” diyerek tarafını belli etmişti. “Konuştu öğretmen hanım,” diyen babamın ifadesinden sinirli olup olmadığı anlaşılmıyordu. “Keşke daha çok çalışıp hukuk kazansaydın. Bu peşin cevaplılığın işe yaramış olurdu.” Diyerek sigara paketinden bir dal çıkardı ve balkonun kapısını açtı.
“Bazen düşünmüyor değilim biliyor musun?” dediğimde bu sefer sinirlenmeye başlayan adam, tartışmayı devam ettirmemek için balkona girerek kapıyı kapattıktan sonra sigarasını yakmaya başladı. Bakışlarımı babamdan ayırıp masada yorgun ve morali bozuk halde oturan kız kardeşime çevirdiğim an, onun da bakışları beni buldu. “Boşver,” diyerek omuz silktim.
“Babam eninde sonunda senin kararına saygı duyacaktır, merak etme. Zamanında beni de bankacılık konusunda ikna etmeye çalışmıştı ama sonra ne oldu? Yine benim isteğim...”
Selin, buruk bir tebessümle yemeğine kaldığı yerden devam etti. Yanağından makas alan annem “ Sıkma canını. Baban konuşur konuşur sonra susar,” dediğinde üçümüz birden gülmeye başladık.
“Hanımlar, size doyum olmaz ancak odama çekilip dinlenmem lazım,” diyerek mutfaktan ayrıldım. Ağır adımlarla odama yönelirken, geceden kalma uykusuzluğum, içtiğim onca kahveye rağmen dağılmamıştı.
Uyku bedenimi ele geçirirken bacaklarımı yavaşlatıyordu. Yatağıma uzandığım an gözlerim kendiliğinden kapandı.
Telefonumdan gelen sesler, derin uykumu bölmeye yetmişti. Gözlerim yavaşça aralanırken odamın tavanıyla buluştu. Güneş yeni doğmuş olmalıydı. Gün ışığı odamı zar zor aydınlatıyordu. Başım yumuşak yastığıma gömülü haldeyken, bir elim komedinin üstünde gezindi. Uyku sersemiyle, kurmadığım alarmımı kapatmaya çalıştığımı fark ettim.Telefonumu nihayet yakaladığım an sıkıca tutup yüzüme yaklaştırdım. Gözlerim yeniden kapanmaya yeminli gibi açılmamaya gayret ediyorlardı. Allah aşkına sabahın köründe kimden mesaj geliyordu? Uykulu gözlerle ekrana bakarken birinden mesaj yağdığını gördüm.
Bora:
Cemre, uyandın mı?
Gitarı buldum.
Derse gelecek misin?
Geleceksen eğer birlikte geçemeyeceğiz, mekanda işlerim var.
Erken çıkacağım.
Söyleyeceği şeyleri bir paragrafta açıklamak yerine, bu saatte neden tek tek mesaj gönderiyordu? En sinir olduğum şeylerden biriydi. Onun yaptığı gibi mesajlara tek tek cevap vermek yerine sadece birkaç cümleyle merakını giderecektim. Bildirim çubuğunu kaydırırken birinden daha mesaj aldığımı fark ettiğimde yataktan var gücümle doğruldum. Önüme gelen saçlarımı arkaya atarken hızlıca sohbete girdim.
Özgür:
Günaydın.
Gördüğüm mesajla, benden bir cevap bekleyen Bora’nın sorularını yanıtlamak bile aklımdan gitmişti. Özgür’ün çevrimiçi olması bile heyecanlandırıyordu.
“Günaydın:)”
Saate baktığımda “6:28 “ sayısını görmemle gözlerim büyüdü. Bu kadar erken mi uyanıyordu? Mesajı attığım an üst tarafta “yazıyor” yazısını görmem bir oldu.
“Erkencisin bakıyorum.”
Bu saatlerde uyanmayacağımı herkes bilirdi. Bir tek o bilmiyordu. Ona da yalan söyleyecek halim yoktu.
“Normalde bu saatte uyanmam mümkün değil.”
“Şimdi neden uyanıksın?
Umarım ben uyandırmamışımdır.
Saatin farkına bile varmadan mesaj attım...”
Keşke uyandıran o olsaydı. Açıklama yapması bile çok tatlı geliyordu.Bora’yı söylememe gerek var mıydı bilmiyordum ama şu anda içimden ne geliyorsa parmaklarım yazıya dönüştürmüştü bile.
“Arkadaşımın yağdırdığı mesajlar sayesinde uyanmayı başardım.”
“Sabah sabah aklına düşmüşsün demekki.”
“Düşmez olsaydım.
Peki sen neden bu saatte uyanıksın?”
“Mesleki deformasyon diyelim.”
Asker disipliniyle eğitim aldığı için bunun gündelik hayatına yansıması da olağan bir durum olmalıydı.
“Şu an okulda olduğunu düşünmüyorum.”
“ İzin günümdeyim aslında ama alışkanlık işte. Anlarsın ya.”
“Mesleğine olan bağlılığın buradan bile belli.
Başka birisi olsa, hazır tatilken uyurdu.”
“Bağlılık sadece bununla ölçülseydi...
Bir başkasıyla kıyaslanmak bana göre değil.”
İddalıydı. Ancak amacım onu başkasıyla kıyaslamak değildi. Gerçi daha dün tanıştığı bir kızın düşüncelerini ne derecede umursardı ki?.
"Kıyaslamak ne haddimize...
Hazır vaktin varken uyumaya ne dersin?”
“Hayır derim. Ama senin uykun varsa uyu tabii. Hali hazırda bölünmüşken,konuşarak daha fazla açmak istemem.”
Bana karşı olan düşünceli tavırları içime ekilen tohumu filizlendirmeye yardımcıydı. Mesajını görür görmez uykum açılmış olsa da, bedenim daha fazlasını istiyordu.
“Ne yalan söyleyeyim gözümden uyku akıyor.”
“O zaman uyumaya kaldığın yerden devam etmelisin.”
“ Haklısın.
Ama sende uyumalısın bence.”
“ Dediğim gibi ben alışkınım.
Sen beni boşver. “
Aklım seninleyken nasıl boşverebilirdim ki? Gözüm gittikçe kapanırken zar zor bir şeyler yazmaya çalıştım.
“Bu kadar ısrara dayanamayacağım. Uykuma kaldığım yerden geri dönüyorum o halde.”
“Sonra konuşuruz.
İyi uykular!”
“ Teşekkürler hocam.
Görüşmek dileğiyle...”
Düşüncelerim Özgür’le doluyken deliksiz bir uykuya daldım. Kalktığımda saat epey bir geçmişti. Annemler çoktan kahvaltıyı yapmışlardı. Sağ olsunlar bana da zahmet edip ayırmışlardı. Bugün sadece bir dersim olduğu için rahattım ama kafeye gitmem gerekiyordu. Vakit kaybetmeden hazırlanmaya başladım.
Öğlen ek dersim olduğu için önce okula gitmem gerekecekti. Evden çıkmadan son bir kez notalara göz gezdirdim.Yatağımın kenarında duran gitarıma takıldı gözlerim. Tamir ettirmem gerekiyordu ya da yeni bir gitar almam lazımdı. Babamın hediyesi olduğu için bozulmasına içten içe üzülmüştüm.
Oyalanmadan evden çıkıp okula gelebilmiştim. Hoca geç geldiği için bir süre kızlarla kampüste takıldık.
“Bugün gidecek misin?” diye soran Esma, elindeki karton bardaktaki çayı bana uzattı. Sıcak çayı alırken “Buradan sonra oraya uğrayacağım,” dedim.
“Bora görünürde yok… Birlikte geçmeyecek misiniz?”
Yanımdaki sandalyeye oturan kıza bakarak başımı hayır anlamında salladım. “İşleri varmış, erken ayrılacakmış sanırım.”
Esma “Anladım,” diyerek çayını içmeye başlarken bir taraftan da diğer kızlarla notlardan, derslerden ve tabii ki bahsetmeyi en sevdikleri konulardan biri olan aşk hayatlarından konuşmaya başladık. Kampüste yeteri kadar zaman öldürdükten sonra derse geçmiştik.
Ders, her zamankinden daha akıcı geçmişti sanki ya da günün tek dersi olduğu olduğu için bana öyle gelmişti. Okuldan zaman kaybetmeden çıkarken durak numarasına baktım. Otobüsüm neredeyse bir saat sonra gelecekti ve hiç bekleyecek zamanım yoktu. Neyseki karşı caddedeki taksi durağından yeni kalkan bir araba vardı. Fakültenin önünden geçtiği sırada hızlı davranarak arabaya doğru el kaldırdım.Şoför beni fark etmesiyle yavaşça sağa kırdı. Öğle sonu olduğu için güneş son kalan ısısını yer yüzüyle buluşturuyor gibiydi. Havanın sıcaklığı deri koltuklara nufüz etmişti.
Kabloları birbirine dolanmış kulaklığımı, sabrımın kalan son demleriyle çözerek kulağıma taktım ve bir haftadır söylemeye hazırlandığım şarkıların sözlerini unutmamak için dinlemeye başladım.
Şarkıları defalarca başa sararken mekana ulaşmıştık. Şoföre parasını uzattıktan sonra tam arabadan indiğimde yağmur çiselemeye başladı. Aldırmadan mekanın kapısına ulaştım. Kapıdan girerken içerideki kalabalık beklemediğim bir durum değildi. Etraftaki kalabalık insan gruplarına aldırmadan içeri doğru yürümeye başladım. Mekanın mutfağının kapısı bir hışımla açılırken dikkatim oraya çevrildi. “Gelmişsin…”
Bora, sanki geleceğimi bilmiyormuş gibi şaşırmış duruyordu. “Yok daha yoldayım Bora,” diye sitem ederek göz devirdim. “O kadar mesaj attım sana. Sadece “tamam, geleceğim” yazmışsın. Zahmet edip cevap verdiğin için sağ ol Cemreciğim,” diyen Bora’ya karşılık sıkıntılı bir nefes alırken kollarımı göğsümde birleştirdim. “Sabahın köründe bildirim yağmuruna tutup uyandırmana gerek yoktu Boracığım. Hem ne yapsaydım, yazdığın her şeye tek tek cevap mı verseydim?”
“İstersen biraz daha abart! Kalkar kalkmaz unutmayım diye haber edeyim dedim,” dedikten sonra birden gözleri fal taşı gibi açılmaya başladı. “Müthiş bir gitar ayarladım sana. İçeriye geçelim hemen, göstereyim!” dediğinde merakla kaşlarım çatıldı. “İkinci elden aldım demiyor da?” diyerek küçümsediğim arkadaşım çoktan adımlarını yanımdan ayırıp arkadaki odaya ilerlemişti bile. İçten içe meraklandığım için peşinden gitmeye karar verdim. Odaya girdiğimde karşımdaki Bora’nın elinde duran krem renginde klasik gitarı görmeyi beklemiyordum.Müthiş bir şeydi.Kaşlarım havalanırken “Bunu nereden buldun?” diye sordum. “Buldum işte bir yerden. Üzümü ye bağını sorma…” diyen Bora’ya aldırmadan gitarı kucağından sıyırıp kollarımın arasına aldım. “Çok güzel değil mi?”
Başımla arkadaşımı onaylarken, gitarı keşfetmek için ufak çekyata oturdum. “Benim içerde halletmem gereken ufak tefek işler var. Sen burada pratiğini yaparsın,” dedikten sonra odadan ayrılan Bora, beni gitarla baş başa bırakmıştı.
Yanımda getirdiğim nota kağıdımı çantamdan çıkardım ve önümde duran masaya sabitledim. Gitarın telleri gıcır gıcırdı. Yeni olduğu çok belliydi. Akorlarını ayarlamaya başladım. Notalara göz gezdirirken, bu güzel gitarı çalmayı denedim. Zarar vermekten korkuyor gibi parmaklarım tellerine hafifçe dokunuyordu. Bir süre gitarla oyalandıktan sonra diyafram çalışmaya başlamıştım. Nefes egzersizi yaparken, direkt odaya dalan Bora “Hazır mısın?” diye sordu. Zaman bu kadar hızlı mı geçmişti? Kapının ağzında dikilen çocuğa cevap vermeden telefonumun ekranındaki saate baktım. Zaman su gibi akıp gitmişti sanki. Yarım saatten fazla süreyi burada nasıl geçirdiğimi anlamamıştım bile. Başımı evet anlamında sallarken “Hazırım,” dedim. “Süper! 5 dakika içinde sahnede olman gerekiyor.”
ÖZGÜR
İnsan iki dudağının arasından çıkan sözlerin kefaretini çekermiş. “Büyük lokma ye büyük laf etme!” demişler… Bu sözün doğruluğunu, ondan gelen bir mesaja dahi sırıtmaktan kasılan yüz kaslarım kanıtlıyordu. Bu yaşıma kadar kimseye mesaj atarken bu kadar gerildiğimi, heyecanlandığımı hatırlamıyordum. Bana karşı olan sıcak tavırları içimi sımsıcak yapıyordu. Onunla konuşurken çok keyif alıyordum. Kısa süre içinde bu samimiyeti yakalayacağımızı düşünmemiştim oysaki. Çevrimdışı olduğunda telefonla olan işim bittiği için Whatsapp’tan çıkarken mahalledeki çocuklarla olan sohbet grubumuzda +300’ün üzerinde mesaj biriktiğini gördüm. Sabahın bu saatinde bile hala yazışmaya devam ediyorlardı. “Oğuzhan yazıyor…”
Daha kargalar bokunu yememişken bu heriflerin derdi neydi? Ya sabaha kadar oyun oynamışlardı ya da geceden uzayan sohbet fazlasıyla koyuydu ki birlikte sabahlamışlardı.
Umursamadan uygulamadan çıkarken sürekli etiketledikleri için grup sessizde olsa bile ekranıma bildirim düşüyordu. Onlarla kaynatamayacak kadar yorgun hissediyordum. Dün fazlasıyla şahsi belam olan Sinan’a zorla hesap vermek durumda kalmıştım. Cemre’yle ne yaptığımızı didik didik araştırmıştı dedikoducu teyzeler gibi. Ancak bizimkilerin duracağı yoktu anlaşılan. Durmaksızın beni etiketliyorlardı. Önemli bir şey olmadığından adım gibi emindim. Bu saatte hangi espriye şahit olmam gerektiğini görmek için gruba baktım. Grupta konudan konuya atladıkları için kaçırdığım çok şey vardı. Direkt klavyeyi tuşladım ve “Biri bana özet geçsin,” yazdım. 5 kişi birden yazmaya başlarken ekranıma Oğuzhan’ın numarası düştü. Çağrısını cevapladığımda olabildiğince sessiz konuşmaya dikkat etttim. “Kanka çocuklar akşam buluşalım diyorlar.” Neden beni ısrarla gruba çağırdıklarını şimdi anlamıştım. “Bu saatte bunu mu konuştunuz cidden Ogi?” diye sordum. “Oğlum, Atakan,Eren ve Yasin üçlüsü gecenin ikisinden beri konuşuyorlar. Bir noktadan sonra ben bile uyudum ama bu salaklar sabahlamışlar,” dedi.
“İlk kez yaptıkları bir şey değil.”
Sesimi her ne kadar alçaltmış olsam da ev halkı halâ uykuda olduğu için odamda yankılanıyor gibiydi. Baş ucumda uyuyan yeğenim Doruk, gözlerini buruşturmaya başlarken onu rahatsız etmemek için yavaşça odadan çıkıp koridora yöneldim.
”Sen geliyor musun?” diye soran Oğuzhan’a fısıltı sayılacak kadar sessiz bir şekilde “Gideceğimiz yere göre değişir,” diyerek mutfağa girdim. Sitemini ses tonundan anladığım arkadaşım “Bara gitmiyoruz merak etme. Canlı müzik olan bir kafeye gideceğiz,” dediğinde kısa bir iç çektim. “Gelirim..."
“Davetimize icabet ettiğiniz için çok sağ olun Komutanım,” diyen Oğuzhan’a gülmemek için yanak içimi dişledim. Telefonu kapatırken mutfak kapısının önünde beliren Doruk, uyku sersemiyle kapı koluna sarılmış, kısık gözlerle bana bakıyordu. Yanına yaklaşıp fizimin üstüne eğildim. Aramızdaki boy farkını kapatarak yumuşak yanaklarını baş parmağımla sevdim. “Dayıcığım niye kalktın? Haydi yatağa geri dönelim,” diyerek halâ uykunun etkisinde olan yeğenimi kucağıma aldım. “Sen neden uyandın?” diye mırıldandandı uykulu gözlerini üzerime dikerek.
“Su içecektim, dayıcığım."
Doruk, minik ellerini boynumda birleştirip kafasını omzuma dayadığı an uykuya daldı. Onu içeri götürdükten sonra yatağına yatırdım.Boynumu bırakmamakta ısrarcı olan Doruk, derin bir uykuya bırakmıştı kendini. Onun bu masum hallerini tebessümle izliyordum. Minik elleri sıkı sıkı boynuma sarılı dururken onunla birlikte yatağa kıvrıldım ve gözlerimi dinlendirmek için kapattım.
Doruk’la beraber bende uykuya bırakmıştım kendimi. Gözlerimi araladığımda saçlarımı karıştıran çocuk, kendine kendine eğleniyor gibiydi. Ne ara uyanmıştı? Güneş, perdeleri aralanan pencereden odaya yayılırken içeriden gelen sesler, evdekilerin uyandığını belli ediyordu. Gözlerim kısa bir süre etrafta gezindikten sonra tepemde küçük oyuncak arabasıyla oynayan yeğenime çevrildi. Oyuncak arabayı saçlarımın arasında gezdiriyor, göğsümden karnıma sürüyordu. “Dayı bak! Araba çuf çuf yapıyor.” 4 yaşında halâ konuşmayı tam anlamıyla çözememiş olan yeğenime karşı kahkaha atıp onu yataktan kucaklayarak tavana doğru kaldırdım. Doruk, eğlendiğini belli eden gülüşleriyle “Arabam düşecek!” diye bağırıyordu. “Araba çuf çuf etmez ufaklık. Tren çuf çuf yapar,” derken yukarı kaldırdığım yeğenimi aşağı indirdim ve kucağıma oturttum. “Hayır, arabada yapar.”
Çocuk haliyle benimle inatlaşıyordu. Kapıdan içeri gelen ablam “Beyler! Bakıyorum da şımardınız iyice,” diyerek bize seslendi. “Sende çocukla çocuk olma Özgür!” diye sitemlendi. Kucağımdaki ufak çocuğun yanağını sıkarak “Beyefendiye kelimeleri düzgün öğret ablacım. Arabaya çuf çuf yapar diyor,” dedim. Ablam hafifçe kıkırdadı. “Öğrenir zamanla, küçük o daha.”
“Ne küçüğü abla? Maşallahı var. Kucağımı ağrıttı.”
Ablam alaycı bir şekilde gülerken göz devirdi. “Kahvaltıya bekleniyorsun Özgür.”
Doruk’la beraber mutfağa gittik. Annemler çoktan çaylarını yarılamıştı Yeğenim masadayken nihayet kucağımdan inip annesinin yanına ilişti. Uzun ve koyu sohbetin ardından kahvaltı masasından sonunda kalkabilmiştim. Sürekli telefonuma giden gözlerim, Cemre’den bir mesaj bekliyordu fakat saatlerce hiç ses çıkmamıştı. Devamlı yazan taraf olup onu sıkmak istemiyordum. Odama çekilip birkaç saat kendi halimde takıldım. Bizimkilerle bir iki el oyun oynadıktan sonra oldukça dolu olan kitaplığımdan son zamanlarda okumaktan zevk aldığım polisiye türü bir kitap aldım. Kitabın arasına bıraktığım ayracı bilgisayarımın kenarına yerleştirirken altını çizdiğim kısımdan okumaya devam ettim. Okuyalı daha 15- 20 dakika olurken gruptan bildirimler yağmaya başlamıştı. Bu sefer yığılan mesajlara aldırmadan sohbete girdim ve konuşmalara katıldım. Çocuklar bir saate buluşalım diyorlardı. Telefonumu kapatırken kıyafet dolabımın önüne gelerek gözüme çarpan şeyleri üzerime geçirdim. Deri ceketimi giyerken grup araması üzerine titreyen telefonumu susturdum ve evden çıktım. Ablamlar hala mutfaktaydılar. Doruk ise salonda legolarıyla oynuyordu. Apartmandan dışarı çıkıp siyah arabama yöneldim. Bizimkilerle buluşacağımız yere geldiğimde Atakan ve Yasin diğerlerini bekliyorlardı. Arkadan gelen Oğuzhan “Eren gelmeyecekmiş,” dedi. “Yine sattı bizi yani,” diyen Atakan bıkkın bir şekilde ellerini cebine koydu. “Neyse haydi arabaya binin.Gidelim nereye gideceksek!” dedim.
“Sakin ol Özgür’üm. Ne bu afra tafra?” diye soran Yasin'e omuz silkerek “Sakinim oğlum. Sadece bunaldım…” deyip geçiştirdim. Beklediğim kişiden mesaj gelmiyor diyemezdim.
Arabaya doluşan arkadaşlarımla birlikte tarif ettikleri yere doğru sürmeye başladım. Gidene kadar hava kararmıştı ve çiseleyen yağmur iyice bastırmaya başlamıştı. Mekanın önüne park ettiğim arabadan inerek hızlı adımlarla içeri girdik. Bizimkiler orta taraflarda boş olan masaya yönelirken, kalabalığın arasından gelen bir melodi adımlarımı yavaşlatmıştı. “Boğazında düğümlenen hıçkırık olayım.”
Masaya yaklaştığımda boş sandalyeye ilişirken kulağıma çalınan bu huzurlu tını, içime işlemeye başladı. “Gözünden damlayamayan göz yaşın olayım...” Duyduğum ses, eşi benzeri olmayan histerik bir renge sahipti. “Gölgen gibi adım adım, her solukta benim adım. Ben nasıl ki unutmadım. Sende unutma beni.”
Gözlerim kalabalığa inat sahnenin etrafını taramaya başladı. Sesin sahibini ararken buldum kendimi. Bir an halisünasyon gördüğümü hissettim. Ve oradaydı…
Kıvırcık saçlarını omzunun bir tarafına almış, kulağının arkasına sıkıştırdığı birkaç tutam tel arsızca yerinden çıkıyordu. Gitarı çalarken gözlerini kapatmış, sanki kendini şarkıya hapsetmişti. ” Bitmek bilmez kapkaranlık geceler boyunca...”
Sesi, hüzünlü bir melodiyi tamamlayan ahenk gibiydi. Önündeki mikrofon sabitlenmiş bir şekilde dururken o, kırmızı dudaklarının arasından ruhumu derinliklere boğuyordu.
“ Ayrılık acısını kalbinde duyunca, unutma beni. Unutama beni… Sevişirken, öpüşürken, yapayalnız dolaşırken. Unutmaya çalışırken unutama beni…"
Gözlerime inanamıyordum. Kalıbımı basarım ki bu tesadüf değildi. Kaderin ta kendisiydi…
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |