
Heyecandan soğuk soğuk terliyordum ağabeylerimin tesellisi bir işe yaramıyordu. Sokağın başından duyduğumuz korna sesleri geldiklerinin habercisiydi. Kapının arkasına geçmiştim. Zil çalınca ellerimi elbiseme sürüp terini aldım ve kapıyı açtım.
İlk önce içeri Awşin hanım geldi eli öpüp anlıma koydum. Sonra Bahsedilen büyük hala onunla elini öpüp başıma koydum. Sonra sırasıyla önce kızlar girmişti ardından erkek en son ise Agir ağa geldi. Elinde kocaman siyah bir buket vardı ardında ise Rizgar elinde pasta şeklinde bir çikolata. Agir ağaya baş selamı vererek elindeki buketi aldım. Buket simli ve yapaydı. Bana göre en iyisidi en azından solmuyordu.
Onları içeriye buyur ettikten sonra kapıyı kapattım. Kendi kendilerine sohbet ederken bahçedeki masayı kurdum. Salon kapısına gelerek içeriye doğru baktım. Gülümseyerek;
"Hepiniz tekrar hoşgeldiniz. İsterseniz yemeğe geçelim." Diye bir teklif sundum. Tek tek bahçeye yönlendirdim. Yemekler Awşin hanımın afiyet olsun lafı ile başladı.
Güzel geçen bir yemekten sonra bulaşıkları mutfağa koymuştum. Sonra da temizlerim bunları acelesi yok.
İçeride oturmuş sohbete arada bir katılıyordum. Agir ağanın gözleriyle içeriyi göstermesiyle yerimden kalktım ve koridora doğru gittim. Bir kaç dakika bekledikten sonra oda gelmişti. Bana bakarak yüzüne kocaman bir gülümseme yerleştirdi.
"Çok, çok güzel olmuşsun." Söylediği şeyle utanıp başımı yere eğdim.
"Utan diye söylemedim. Gerçekten çok güzel olmuşsun ama."
"Ama?"
"Ama sanki göğüsün biraz şey."
"Ney ağam?"
"Yok bir şey Dilde'm."
"Ağam?" Agir ağanın kuzeni gelmişti. Adını tam hatırlamıyorum ama galiba Sanem'di.
"Efendim Selma?" Selma da olabilirmiş.
"Anamgil sizi bekliyor. Heralde kahve içilecek."
"Tamam Selma sen git geliriz biz." Başıyla Agir ağayı onaylayıp içeri geçti.
"İçelim bakalım kahvemizi." Diyerek oda içeri gitti. Yapılacak başka bir şey olmayınca bende peşinden gittim.
Merak etmiştim, göğüsüm ne? Ama öyle söyleyincede utanmadım değil. Saate baktım kahvelerin içilmesi için uygun bir saatti. Herkesin nasıl içtiğini sorup mutfağa doğru gidiyordum. Bulaşıklar vardı bir de değil mi? Mutfağa girince temiz bir mutfak beklemiyordum. Bulaşıklar yıkanmış mutfak temizlenmişti.
Üzerimde hissettiğim izlenme hissiyle arkamı döndüm. Kızlar gelmişti.
"Baktık senin temizleyesin gelmiyor biz temizleyelim dedik." Aysun ablanın dedikleriyle gülümsedim. Büyük bir şeyden kurtarmışlardı beni.
"Saol abla. Siz içeri geçin ben kahveleri yapıp geliyorum."
"Hepsini birden yapamazsın 20 kişi var içerde. Beraber yapar götürürüz." Hewin ablanın dediğiyle dahada bir şey demedim. Hemen kahveleri yapmaya başladık. Hewin abla şekerlileri, Aysun abla sade kahveleri yapıyordu. Gizem abla bardakları tepsilere dizmiş bizi bekliyordu. Ben ise Agir ağanın kahvesini yapıyordum.
İçine tuz atmayacaktım. Onun yerine bal koyacaktım. Çünkü Osmanlı zamanında tuzlu kahve geline gelen görücüyü nazikçe reddetmek demekti.
Kahveleri hazırladık Hewin abla şekerli kahvelerin olduğu tepsiyi, Aysun abla sade kahvenin olduğu tepsiyi, Gizem abla suların olduğu tepsiyi taşıyordu. Ben ise Agir ağanın kahvesini verecektim. İlk Aysun abla ardından Hewin abla ardından Gizem abla onun ardındada ben gitmiştim. En son Agir ağaya kahvesini vererek yanına oturdum.
Kahvesini içen Agir ağa iç cebinden kırmızı bir gül çıkarıp tepsiye koydu ve büyük bir gülümseme ile bana baktı. Tabi bende ona küçük bir tebessüm ettim.
Çoğu kişinin kahvesini bitirmesiyle Awşin hanım söze girdi.
"Buraya gelme sebebimizi bilirsiniz. Oğlum Agir kardeşiniz Dilde'yi görmüş beğenmiş. Dilde kızım için tam net bir cevap veremesemde buraya buyur ettiğinize göre onunda gönlü var. Şimdi Harun oğlum bizi bilirsin bizde sizi biliriz. Benim oğullarım benim baş tacımdır. Kızlarımın ise oğullarından geri kalır bir yanı yok. Deme bana senin tek kızın var diye gelinlerim benim evime geldikten sonra benim için gelin değildir, artık benim kızımdır. Lafı daha fazla uzatmadan; Allah'ın emri Peygamber Efendimiz Sallallahu aleyhi vesselam 'in kavli ile kardeşin Dilde'yi oğlum Agir'e istiyorum."
"İyi dediniz hoş dediniz hanımın ama benim burda diyebilecek bir sözüm yok. Kardeşim karşınızda. Benim için onun düşünceleri önceliklidir. O bu konuda ne der onu soralım hele. Dilde'm sen ne dersin delalamîn?"
Harun ağabeyimin gözlerinin içine baktım. Beni vermek istemiyordu bu açıkça belliydi. Bana sormasının sebebi ise belki vazgeçmişimdir diyeydi.
Hamza ağabeyime baktım gözleri dolmuştu. Oda istemiyordu beni vermek. Ya ben? Ben istiyor muyum evlenmek? Var mıydı Agir ağada gönlüm? Aşık mıydım ona? Yada seviyor muydum onu? Tartışılır.
Agir ağaya baktım. Merakla bana bakıyordu. Ne diyecektim şimdi. İkilemde kalmıştım. Ağabeylerimi özlerdim ki ben. Onlardan bir kez olsun ayrı kalmamıştım. Ama Agir ağa gönderirdi beni. Yani gönderirdi değil mi?
"Dilde?" Hamza ağabeyimin sesiyle başımı ondan tarafa çevirdim.
"Hım?"
"Hadi güzelim seni bekliyoruz."
Awşin hanıma baktım şefkatle bakıyordu bana. Anne şefkatiyle. Belkide onunla gidere bilirdim özlemimi. Anne şefkatimi onda arayabilirdim.
Ağabeylerime baktım ve konuşmaya başladım.
"Ağabeylerim ne derse odur benim için."
Evet böyle demiştim. Harun ağabeyime baktım. Oda Awşin hanıma bakıyordu.
"Bana kalırsa Dilde'yi vermezdim." Dedi ve sustu ardından devam etti.
"Dilde benim kardeşten öte canımdır, kanımdır, kızımdır. Bilirim sizi üzmezsiniz kızımı ama içimde hep bir soru kalır. 'Acaba kardeşim nasıl? Nerede? Aç mıdır? Üzgün mü? Mutlu mu?' Diye. Benim sizden yana sıkıntım yok bilirim Dilde'me iyi bakarsınız. Zaten ha şimdi vermişim size ha sonra vermişim. İlla kayıp gitmeyecek mi ellerimden. Benim sizden tek isteğim kızımın gözlerinden mutluluktanda olsa tek damla yaş akmasın. Üzülmesin."
Bu abimin dilinde evet demekti.
"Yani?" Diye sordu Agir ağa. Anlamadığı belliydi. Ve sabırsız bir şekilde devam etti. "Yani veriyor musun kızını?"
"Hayırlı olsun." Ağabeyimin bu lafıyla herkes ayağa kalkmıştı. İkimizin yanına geldiklerinde Gizem abla yüzükleri tutuyordu.
Ablam olsaydı eğer o tutardı. Onun tepsisini ben tutmuştum. Sol tarafıma baktım. Agir ağa mutluydu. Bende mutluydum. Yani galiba.
Awşin hanım yanımıza geldi. Tepsiden yüzükleri aldı.
"Destên xwe dirêj bikin (Uzatın ellerinizi)."
Ellerimizi uzattık kırmızı kurdeleye ve beyaz incilere bağlı yüzükleri önce benim sonra Agir ağanın parmağına geçirdi.
Sarı ayrıntılı makası eline aldı. Bir kaç dua okudu ve kurdeleyi kesti.
"Allah mutlu etsin. Xwedê şerm neke(Allah utandırmasın)."
Yüzüklerden sallanan kurdele ile önce Awşin hanımın elini sonra ağabeylerimin elini öptüm. Ardından erkeklere baş selamı verip kadınlara ise sarıldım.
Yaptığım sütlaçlar yenmiş kızlar sağolsun hiç işim kalmamıştı. Saat on ikiyi geçmişti. Herkes evine gitmişti. Yorulmuştum ama değmişti.
Elimde telefonum odama giderken bildirim geldi. Kimden geldiğine baktığımda Agir ağadan olduğumu gördüm.
Agir ağa:
Dilde
Agir ağa:
Uyudun mu?
Siz:
Hayır uyanığım.
Agir ağa:
Bir sıkıntı mı var ?
Agir ağa:
Hayır ben sadece Gizem sana bu gün karneni vermeyi unutmuş onu vereyim dedim
Siz:
Gerek yok aslında sistemde var zahmet etme
Agir ağa:
Olsun ben vereyim yinede
Kapıdayım.
Üzerimdeki pijamalara baktım. Kırmızı kareli pijamalar bir şey olmaz heralde. Olmaz ya. Anahtarlarımı alıp dışarı çıktım. Bahçenin önünde arabasına yaslı Agir ağayı gördüm. Elinde poşet dosya vardı dosya un içinde ise karnem. Yanına gidip elinden karneyi alacaktım. Ama vermedi. Ona anlamaz gözlerle bakarken konuşmaya başladı.
"Bakalım küçük sözlümüz karnesinde ne getirmiş?" Karnemi inceledi.
"Hepsi çok iyi 90dan aşağı ortalaman yok. Geçmişsin sınıfı. Taktirde almışsın. Tabii bir de onur belgesi. Zeki sevdiğim benim."
Utanmıştım. Gözlerim parlıyordu. İlk defa ağabeylerim dışında birinden övgü alıyordum. Mutluydum. Gözlerinin içine baktım. Gülümsüyordum.
"Hımm benim güzel nişanlım mutlumu olmuş."
"Ağam, ilk defa ağabeylerimden başka biri karneme baktı ve güzel şeyler söyledi. Mutlu oldum."
"Hımm sen iste ben hep böyle derim sana. Ama Dilde."
"Ne oldu ağam bir kusur mu işledim bilmeden?" Korkmuştum. Ses tonu öyle bir hal almıştı ki ama ne sertti ne yumuşak. Bir şeyi sorguluyordu.
"Yok Dilde'm ne kusuru benim aklıma daha başka bir şey takıldı."
"Nedir ağam?"
"Sen ne zaman ağam demeyi bırakacaksın?"
"Bilmem. Belki evlenince bırakırım."
"Evleniceğiz değil mi?" Çocuk gibiydi. Ve ben bu çocukla biraz uğraşacaktım.
"Hayır ağam."
"Ne?"
"Ne evlenmesi ağam biz sadece halanız orda diye bir şey demedik. Ağabeyim eğer halası orda olmasaydı vermezdim seni dedi. Ayıp olmasın onlara diye."
"Bu ne demek Dilde?"
"Hamza ağabeyim ise bir kaç güne yüzüğü atarsın. Anlaşamadık dersiniz dedi."
"Dilde." Sesi çatallı çıkmıştı üzülmüştü. İçim acıdı bir an. Sonra devam etti.
"Ciddi değildin değil mi?"
"Evet." Ciddi değildim. Birden gelip belime sarıldı ve etrafında döndürdü.
"Bir daha sakın böyle bir şaka yapma bana!" Sesi bu sefer sert ve biraz yüksek çıkmıştı. Bir iki adım geriledim.
"Özür dilerim. Ben, ben bu kadar sinirleniceğini tahmin etmemiştim."
"Dilde sinirlenmedim. Korktum sadece beni bırakabilme ihtimalin korkutuyor beni."
"Ben artık eve gitsem daha iyi olur."
Elinden karneyi aldım hafif havaya kaldırarak 'saol' dedim. Ve koşar adım içeri girdim.
Hamza ağabeyim kapıda beni bekliyormuş.
"Nerdeydin?"
"Agir ağa karnemi getirmiş."
"Tamam çok oyalanma yatağına geç. Yarın kahvaltı hazırlama dışarı çıkarız."
"Tamam." Neden herkes sinirliydi ki bu gün. Ağabeyimin lafını daha fazla bekletmeden odama gittim. Elimdeki titreşimle telefona baktım. Agir ağa yazmıştı.
Agir ağa:
Dilde
Agir ağa:
Seni üzdüysem özür dilerim
Agir ağa:
Öyle demek istemedim
Siz:
Yok ağam üzmediniz
Siz:
Uykum var ben uyusam iyi olur
Agir ağa:
Peki
Agir ağa:
İyi geceler
❤️
Mesajını beğenip kapatmıştım telefonu. Hemen baş ucundaki şarja taktım ve yatağıma girdim. Günün verdiği yorgunlukla hemen uykuya dalmıştım.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |