@ceydadirlik
|
"Bak Anna, sen özelsin, anladın mı? Ve ben bunu kaybetmek istemiyorum. Seni kaybetmek istemiyorum. Kahretsin Anna, bana bir baksana; sence ben sensiz çekilebilecek bir Evren miyim insanlara?!"
Arabadan iner inmez vücudumu kucaklayan soğuk havayı seviyordum. Fakat bu terk edilmiş malikane hakkında aynı şeyi söylemeyeceğim. Sonuçta bu ev, Lina'nın öldüğü ve Evren'in sonsuza dek değiştiği aptal bir meskendi. Bilmesemde tahmin edebildiğim tek olgu bu evde birtakım sorunların olduğuydu. Evren'in bu evde ne tür sorunlar yaşadığını merak etmiyor değildim. Adam buralara ekmek elden su gölden gelmemişti ve bunun o malikaneye adım attığım andan beri farkındaydım. Onu şuursuzca ve yasal olmayan yollarla eğitmişseler bile arada pişmanlık duyduklarından bile şüpheliydim. Bu sebepledir ki kurtarıcım, ailesi gibi gördüğü herkesi kurtarırken kendisini gözden çıkarmış olmalıydı çünkü onun elle tutulur bir hayatı yoktu. Düşüncelerimi rafa kaldırmayı seçerek onun bu kuru, yosun tutmuş havuzun yakınlarında ki banka oturuşunu izleyip yanında bittim. "Sohbet etmek için seçtiğin bu kasvetli temayı sevdim." Diyerek eskiden çatıdan atlayıp kendimi içinde bulduğum havuzu ve terk edilmiş malikanenin kuru yaprak ve dallarla donatılmış arazisini inceledim. Gözlerimden geçen anıyla istemsizce yerimde kıpırdandım. Havuzun içinde artık sonumun geldiğini düşünüp gözlerimi kapatacağım anda hızlı bir refleks gibi havuza dalıp karşımda, yüzümün hemen karşısında bakıştığım o vahşi sarı hareler vardı ve sonrası yoktu. Yani, kaçırılmamın ve gördüklerimin karşısında bedenim yaşadığım strese karşı koyamamış da diyebilirim ama bayılmışım kısaca. "Seçtiğim tema ne olursa olsun kasvetli olacaktı, Anna." Duyduğum pürüzsüz ses, beni kendi iç dünyamdan arındırmıştı. Yeşil gözlerim kehribarlarına değdi ve o devam etti. "Burası Midyat şehri. Burada güneşi bulamazsın." Aklıma gelenlerle gözlerimi teknik olarak vefat etmiş ağaca çevirdim. 'Gün batımı mısın sen?' kelimeleri firar etmişti o gece öptüğüm dudakları. Gün batarken güneşte batar değil mi? Neden bana öyle demişti ki? "Bende sevmem zaten." Huysuz bir ses kaçtı ağzımdan. Hafifte olsa tatlı bir gülümseme dudağının kenarında can bulduğunda yanına oturdum. "O kadını bulmam gerek." Diye iç geçirdim. Annemle kurduğu yakınlığın ana kaynağı ben olabilirdim ve bu ihtimali kafamdan atamıyordum. Konuşmadan önce geniş sırtını banka yaslamış, beni pür dikkat izleyen kurtarıcıma baktım. "Ama her şeyden önce annemi kışkırtmak istiyorum." "Bunun ne gibi bir getirisi olabilir senin için?" Oturduğum yerden kirli havuzu incelerken sorusuna yanıt verdim. "Bana fayda sağlar adı altında intikam alacağımı kim söyledi?" Gözlerim keskinleşti. Çatılan kaşlarımı dönüp ona sundum. Onlara yıllarımın gözümün önünde mahvolduğu gerekçesiyle saldırmak isterken bunun bana faydası yahut getirisi olur mu diye hiç düşünmedim. Şayet, bu gereksiz düşünce zihnimin içindeki kıyıdan bile geçmedi. "Turuncu kafa..." Dedi Evren, fısıltılı bir tonla. Yüzü stabildi. Usulca kafasını iki yana salladı. "Sana yardım edeceğimi biliyorsun. Fakat hızlı ilerliyorsun. İstediğin kadar maske tak, yalan söyle. Hala alışkın değilsin." "Alışkın olmadığım konu ne?" "Bünyen alışkın değil. Bünyen, yaşadıklarını sindiremiyor. Bunun üstüne sindiremeyeceğin başka bir olaya karışman işleri çığırından çıkarır." "Bana dur mu diyorsun yani? Olan onca şeyden sonra başkaldırma mı diyorsun?" "Hızlı olma diyorum." Yaslandığı yerden kalkarak çevik bedenini bana yaklaştırdı. Göz gözeydik ve buna alışkın değildim hala. Siktir. Birçok şeye alışkın olmadığımın bilincindeydi ama zamanım yoktu benim. Hızlı giden atı bilmem ama erken kalkan erken yol alırdı değil mi? Kurtarıcımın büyük eli çenemi kavradı. "O kadar hızlısın ki, konudan konuya atlıyor ve bunun farkına varmıyorsun." "Ne gibi mesela?" "Bana sorduğun kadını unutup annenin konusunu açarak mesela." Haklıydı. Derin bir nefes alarak odağımı önüme çevirdiğimde gülümsediğini biliyordum. Haklı olmak ve beni her konuda alaşağı etmek hoşuna gidiyordu. Fakat ben duramıyordum. Bedenime nükseden heyecan ve isteği nasıl bastıracağımı bilmiyordum ki tanrı aşkına, insan annesinin hayatını kaydırmak için can atar mı? Ben atıyordum işte. Garipsenecek bir durum yok benim deli raporum var. Hareketsiz duramadığımdan mütevellit, umursamadan kurtarıcımın cebine elimi daldırıp paketini ve çakmağını aldım. "Sen ne düşünüyorsun?" Sesim cüretkar çıksa da yakışıklı ve iç çektiren çehresine kadar tırmanamıyordu gözlerim. Ağzım git dese de gözlerim kal diyor misali bir hikayenin içinde gibiydik. "Çok eskiden, benim için herhangi bir husumetin ortasında beklerken, Ali dedeyle atışan; senin yaşlarında esmer genç bir kız vardı." Ateşle canlandırdığım sigarayı dudaklarıma götürürken kurtarıcım düz bir sesle anısını anlatmaya devam etti. "Aslında sorun benim dedem yüzümden açılmıştı ama kabahat senin dedende patladı." Anlamamıştım. Sanki benimle değil de kendi kendine konuşuyor ve bir şeyi kendisine itiraf ediyor gibi bir hali vardı. Evet, kendi kendine konuşuyordu. Bu yüz ifadesini tanıyordum. "Dedem bir adamın hayatını elinden alınca adamın kızı karşımıza yıllar sonra bela gibi çıkmıştı. Babasının vefatından kalan acıyı yıllardır içinde saklamış ve yasını büyüdüğünde bile tutmayı başarması onun dedeme olan hırsındandı." Sigaramdan bir duman çektim içime, can kulağıyla dinliyordum onu. Eskiden dedelerimizin yaşadığı olayları dinlememin makul sebebi merakımdandı. Ben onlarsız bir hayat geçirmiştim ve onlara göre bir-sıfır gerideydim bu örgütte. Hem güç olarak hem de manevi anlamda. Ben yokken, çok sular akmıştı hayatlarında ve bunları sonradan bir anı niteliğinde dinlemek canımı yakıyordu. "Dedeme bilenmişti kendi kafasında ve bu sayede küçük yaşta kendini geliştirmiş, bazı toplulukların içine girip kendi örgütünü yaratma fırsatı kazanarak karşımızda dikilmişti. Lakin babasının ölümünde parmağı bile olmayan Ali dedeyi gözüne kestirince işler daha bir çıkmaza girdi." Gözlerimi kırpmadan onu dinlerken sustu. "Sonra ne oldu?" dediğimde kararan sarı hareler iyiye işaret değildi. "Sonra, ne oldu?" ellerim omuzlarına abandı. Yüzü saniyesinde asılan ve dişlerini sıkmaktan kasılan çenesini görünce sevindirik bir ifadeyle başımı kucağına kadar eğerek ona gülümsedim. Alttan ona bakarken kurtarıcım acı çeker vaziyette gözlerini gülümsememe kaydırdı. Bana bir bebeğe bakar edasıyla bakar gibi yumuşayan gözleri gözlerime değdi sonra. Kurtarıcım hikayenin dönüm noktasında lal kesilmişti. Rüzgar kuvvetini tenimize nüfuz ederek gösterirken cebimde titreyen telefonumu umursamadım. "Sonra," dedi kurtarıcım, bana tane tane anlatmayı seçmişti. Sırtımı dikleştirdim ve onu dinlemeye devam ettim bu ıssız arazinin ortasında. "Çok iyi hatırlıyorum: 'Sen, sen, seni seçtim. Hissettiklerimi herkesle paylaşmam.' Diyordu Ali dedeye. Sonra bunu kafasında bir oyun halinde getirdi ve onu en zayıf noktasından vurmaya çalıştı." Kurtarıcımın yaptığı gibi onun gözlerinin içine derince bakarken hikaye beni içine çekiyordu. "Dedemin zayıf noktası ne peki?" sorusu dudaklarımdan çıktığı anda alnıma düşen çiğ damlası ve gürleyen gökle bakışlarımı semaya çevirdim. Sabah saatlerinde de olsa hava bu aylarda her zaman karanlıktı. Yağmur çiselerken cevabımı almak isteyen bir yüzle baktım ona. "Sensin." "Anlamadım?" "Ali dedenin zayıf noktası, hassasiyeti sensin." Duraksayarak başka yöne baktım. Ne yani, anlattığı kadın dedemi benimle mi vurmaya kalkmıştı? Ne yapmıştı? Ne demişti? ya da Sezer'in dediği kadarıyla hastanedeki doktorlara görev veren o kadın mıydı? bu sayede dedemin canını yakmaya çalışıyordu yani? bana zarar vererek mi? öte yandan, kadın kendi kafasında oyun haline getirdiği bir durumu yıllardır neden sürdürsün ki? Belki psikopattı? Oda bir ihtimal. Empati kurmama gibi absürt bir seçeneği kafamda mühim kılmak yerine kadını kendimle içselleştirdiğimde kadının bu durumda, yani benim lügatımda haklılık payı vardı. Hangi amaçla olduğunu henüz hikayenin bu dakikasında bilemesemde küçük yaşta babası katledilmişti ve bu duyguyu içinde intikama çevirmişti. Ben de çöpten farkı olmayan içi boş anılarımı heba edilen yıllarıma duyduğum üzüntüyü intikama dönüştürmüştüm. Paralel sebep ve dünyalarda olsak da ikimiz de haklıydık. Fakat bunun hıncını eğer benden çıkarmaya çalıştıysa, intikamının ne anlamı vardı? Ya da intikamdan geriye ne kalırdı? O zaman biz, bir döngüye mi girmiştik? O dedemden intikam almak için beni hedef alıyorsa benim hedefimde o muydu? Kalbime keskin bir sancı girdi. Bu, çok anlamsızdı. Yaşadığı dramatik hayatı hazmedemeyen bir insan hırsını daha yeni doğmuş ve aldığı ilk nefeste öldürülmesi istenilen bir kızdan çıkarmak onun yaşadıklarından daha beter bir konuma iterdi beni. İntikam, seni üzenden alınır. Yaşadığının aynısını bir suçu olmayan birinden almak mantığa ters düşerdi değil mi? Derin bir nefes aldım. İçine düştüğümüz durum o kadar vahimdi ki ikimizde birbirimizle bakışıp duruyorduk. Sahibi olmadığım hataların bedeli üzerime yığılmışsa eğer ve bu mazeretle başkasının günahını hastanede ben çektiysem - Doktor Sezer'in dediği gibi- sıkıntı yaratırdım. Şu an da kendimi ne kadar zor tuttuğumu biliyorlar mıydı acaba? Beni yavaşça ve canice öldürmüşleri. Yıllarımı, ruhumu, kalbimi, duygularımı yakmışlardı ve bunun sebebini bile kelimenin tam anlamıyla öğrenemiyordum. Yaşıtlarım gibi sıkılınca terapi niyetine alışveriş yapmıyordum o yaşlarda ben. Ben ne mi yapıyordum? En ufak pürüzde dört duvar arasına bir deney faresi gibi kapatılıyor ve günlerce duvarlarla bakışıyordum. Bana taktıkları bu vahşi pranganın adı onların nazarında terapiydi işte. Dizime yasladığım elimi sıktığımın bilince değilken kurtarıcım büyük ve sıcak elini elimin üzerine kattı. "Ben ne yapacağım seninle?" dediğini duydum kalın sesi arasından. Yüzümde ifade barınmasa da her gün şaşırmadan ve üzülmeden edemiyordum işte. Ben de bir insandım. Ne kadar öyle hissetmesem de. "Ne yapacaksın?" dediğimde dudaklarının kenarı kıvrıldı. Bu eylemi çekinmeme yüz tutmuştu. Onun yanında yada etrafında kendimi küçük ve çelimsiz hissediyordum. O benden daha iyi bir konumda, seviyede ve benden kat be kat tecrübe sahibiyken ben yeni başlıyor gibi sıfırlıyordum kendimi, onunla geçirdiğim her bir vakitte. "Korkma." Dedi Evren. "Sakın korkma." Duygularımı yansıtmasam da o bunu ustalıkla hissetmişe benziyordu. Sustum. Konuşmak istedim ama beynimin dilime hükmü geçmiyordu. Tek yapabildiğim, elimi onun geniş boynuna katabilmek olduğunda istediğimi anlamış gibi yaklaşarak alnını alnıma yasladı. "Konuşmak zorunda değilsin." Demesiyle göz kapaklarım aşağıya indi. Artık bana yapılanları beyin süzgecimden geçiremez haldeydim. Bu sebepledir ki adını tanımlayamadığım dürtüyle sarıldım Evren'e. Hissettim belimdeki kalın kollarını, hissettim belimdeki güçlü ve tuttuğunu bırakmayan kollarını. Ben hissettim onu bu güneşi olmayan sabahın karanlığında ve bir kez daha emin olduğumun kanaatini getirdim. Benim teoride kişisel gücüm yoktu. Fakat pratikte benim tam tersim olan bir kurtarıcım vardı. İşte bu benim kaybetmemem gereken tek güçtü. Düşüncelerimin yüzde sekseni teoriden ibaretti ve hikaye tam anlamıyla sona ermemişti. "Devam et." Dedim içimden gelen bir sesle. İç sesime benzer bir sesle. "Artık önemi yok. Bu kadarı yeterli Anna." "Hayır." Dedim hızlıca, yüzümü gömmüş olduğum boynundan çekerek geriledim fakat belimdeki kolu fazla geriye gidebilmeme engeldi. "Bana o kadının babasının neden öldürüldüğünü anlat." Ufuk dedenin birini öldürmesindeki olgu neyse bilmek istiyordum. Ucu bana dokunmuş olabilirdi. Kurtarıcım bu ihtimali kafasında bir kenarda tutuyor olmalıydı ki bu olanları bana şuursuzca anlatmıyordu. Fakat benim anlamadığım, sorduğum soru yüzündeki gülüşü soldurmuştu. Sanki sorunun cevabı içini kemiriyor gibi bezgince baktı bana. "Hangi sebeple olursa olsun, o kız kendini eğiterek seneleri geçirdi ve karşımıza yoktan var etmek için çıkmadı." Ses tonu rahatsızca kıpırdanmama vesile olurken korku benliğime daha da fazla yayıldı. Belimi bıraktığında, gerilimin verdiği stresle paketinden bir dal daha alıp yaktım ucunu. Evren eliyle sakalını sıvazladı. "Şu an günümüzle kıyaslayacak olursak kadın annenle aynı yaşlarda." Yani o kadın annemin ortağı olabilirdi değil mi? Hıncını dedemden almak isterken ateşin ucunu bana değdirmiş olabilirdi. Her ne kadar beni iyiliğim için adı altında hastaneye kapattığı için ve ne haldeyim görmediği için dedeme kızgın olsam da artık örgüttekiler gibi bende farkındaydım bunun. Dedemin zayıf noktası sadece bendim. Çünkü kaybedeceği hiçbir şey yoktu, benden başka. Ben onun bizzat öz torunuydum. Onun kanını taşıyan tek varisiydim. Kadın bunu kendine fırsat bilmiş olabilirdi. Dedeme bir kere daha kızdım içimden. Bana hiçbir şey anlatmıyordu. Geçmişin içinde yaşamamı istemiyor ve didiklememden rahatsızlık duyuyordu. Kızamıyordum da bir yandan. O artık mutlu olmamı istiyordu. Mutlu yaşamamı, diğer kızlar gibi sıradan bir yaşam sürmemi diliyordu. Zorlayarak aldığımız tek bilgi evden kaçtığım gündü sanırım. Aldığım ilk nefeste öldürülmemi kaçırmıştı ağzından. Ve o, bunun yerine yaşamamı istemişti fakat hastanede düşündüğünün tam tersine bir yaşam sürmemi düşünmemişti. O kadar güveniyordu beni emanet ettiği insanlara. Evren ile uzun uzun düşünürken aynı anda bağırdık. "Lanet olsun ki dedem bana hiçbir şey anlatmıyor!" Evren: Onlara siktiğimin çocukluğundan beri seni yanımıza almamız gerektiğini söylemiştim! Birbirimize bakarak içimizden hırladığımızda yine başka yöne baktık. Delirmemek elde değil! Benim ne suçum vardı ki! Daha farklı bir hayatım olabilirdi! Evren ve ekibiyle küçüklüğümden beri var olabilir, daha tecrübeli olabilir, kendimi küçüklüğümden beri koruyabilirdim. Öte yandan, bunu istemezdim de. Çünkü Lavin olmazdı. Hiç tanışmamış olurduk ve ne olursa olsun o benim kardeşimdi. Örgüttekilerden, dedemden bile önde gelen tek kişi vardı kalbimde, oda Lavin'di. Bir saniye, o bana mesajda ne zaman geleceğimi sormuştu değil mi? "Bu herkesin yadırgayacağı bir hikaye olsa da sonunun mutlu bitmeyeceği kesin. Annem beni delirtmeyi başardı Evren. Bu nedenle, eğer bana bir şey olursa; Lavin sana emanet." Elimi tam cebime atıp Lavin'i aramak için hareketlenmiştim ki, kurtarıcım kolumu sertçe tutarak beni kendine çekti. "Bu da ne demek?" diye sordu sert bir sesle. "Bir daha söyle." Dedi bu sefer. Kollarımdan tutarak beni iyice kendine yasladığında yüzlerimiz arasında bir karış mesafe varken tekrarladı. "Hadi bana bunu bir daha söyle!" Dediğinde sertçe yutkundum. Bu kadar öfkeleneceğini tahmin etmemiştim. Kehribarlarının üstüne inen kaşları soluğumu kesmişti. Nefes almadan ona bakarken, söylediklerimde gerçeklik payı olduğundan ellerimi yumruk halinde sıkıp başımı eğdim.
Onun gözlerine bulaşan dehşet benim başımı yere eğmemi sağlıyordu. "Nasıl böyle konuşursun? Hangi cesaretle bana bunu dersin!" "Ama bu gerçek!" diye direttim tiz çıkan sesimle. Onu ilk defa bana karşı bu denli sinirli görüyordum. Bedenimi kolaylıkla yöneten kolları kendine biraz daha çekti beni. Bu sefer kulağıma doğru fısıldadı. "Ben var olduğum sürece, sen de var olmak zorundasın, ben var olduğum sürece, sen benden gidemezsin!" dediğinde gözlerimi korkudan sıkıca kapatmıştım. Çocuk edasıyla cık'ladığını duyduğumdan bu sefer beni silkeleyerek bağırdı. "Sen neredeydin? Bunca zaman neredeydin Anna? Ben senin için ne savaşlar verdim, ne kavgalar ettim haberin var mı kızım senin!?" Beni silkeleyip kendime getirmeye çalıştığı saniyelerde, sinirden gözümden bir damla yaş akarken kıkırdadım. Bu onu durdurmuştu. Onu gerçekten ilk defa bu halde, bu ifadeyle görüp şahit oluyordum ve bu yanını sadece bana gösterdiğinin kalıbını basabilirdim. Kıkırdamam bittiğinde Evren elinin tersiyle yanağımdan süzülen sıcak yaşı sildi. Gözlerimiz tekrar buluştu. Sessizlik... "Bak Anna, sen özelsin, anladın mı? Ve ben bunu kaybetmek istemiyorum. Seni kaybetmek istemiyorum." Vay canına. Bunu diyen Evren miydi? Hani şu herkesi öldürecek gibi bakan canavar gözlü adam? "Sen ise şimdi, bana sensiz olmayı sunuyorsun. Siktir, Kahretsin Anna, bana bir baksana; sence ben sensiz çekilebilecek bir Evren miyim insanlara?!" Tekrar bağırdığında irkildim. Şaşırmıştım. Hemde çok. Onu sevdiğimi bile kendime zor kabul ettiren bana bir dönüş yapılmıştı karşı taraftan. Bunu ilk kez yaşıyordum. Fakat ikimiz de bunun bilincindeydik ki biz, normal değildik. İşte bu bizim sınavımızdı. Biz bir çift olabilir miydik? "Bilmiyor muyum sanıyorsun normal olmadığımızı? farkında değil miyim sanıyorsun?" aklımı okurcasına soru sorduğunda cevabı beni kahreden türdendi. Bir gözüm tekrar dolmaya yüz tuttuğunda o konuştu. "Değişirim. Senin için değişirim Anna. Yeter ki sen yanımda, yakınımda, gözümün önünde ol." Sarı harelere bakmamak için büyük bir çaba sarf ederken kurtarıcım başını ona bakmam için hafifçe eğdi. "Gel kabul et, başımın tacı olur musun Anna?" İstediği olana kadar inatçı bir karaktere bürünüyordu. Benden bir cevap bekliyordu. Verimli bir cevap. Kaldırdığım başımla yakışıklı çehresine, bana güven veren gözlerine baktım ve sonunda, sözlerinin ardında saklanan teklifini kabul ettiğimi temsil etmek için kafamı yavaşça salladım. Bu onu rahatlattı, kasıp çattığı kaşları düz bir çizgi halini alırken yüzünde can bulan ve gamzelerini açığa çıkaran bir gülümsemeyle sarıldı bana. Belimi biraz daha sıktı. "Değişirim değil." Diye fısıldadım kulağına, "Değişiriz." Kafamı çekip yüzüne çevirdim gözlerimi. Kırpıştırdığım ıslak kirpiklerimle ona bakarken ellerim yanaklarını kavradı. "Birlikte değişeceğiz. Tamam mı?" Bir şimşek çaktı bizim şerefimize, bu sefer gökyüzü bizim için bağırıyordu. Bulutlar şahidimizdi, şimşeklerse biz. Yağmur alelacele yağıyordu artık üstümüze. Biz ise bu iki saniyelik dünyada her şeyin sonsuz olduğunu düşünen birer iki insandık. "Ha birde," dedi Evren, anlamadığım bir mutlulukla bana bakarak. "Biz evlendik." "Ne?" ... YARIM SAAT SONRA Araba malikanenin arazisinin içine girdiği an kadrajıma Işıl ve Lavin'in gülerek sohbet ettiği görüntüsü girince hızla arabadan dışarı fırladım. "Dur, yavaş!" Evren'in talimatını umursamadan Işıl'a doğru koşmaya başladım. "IŞIL!" Diye bağırdım arazide eko yapan bir sesle. "IŞIL!" Onu öldürecektim! "IŞIIIILL!" Işıl, kelimenin tam anlamıyla durumu kavramış olacak ki korkudan önündeki ağaca tırmanmıştı. Ufuk ve Ali dede de dahil herkes bana bakarken söylendim. "Seni geberteceğim!" Ağaca tırmanırken tam bacağından yakalamıştım ki ustalıkta tırmandı ağaca. Elindeki kemerle ağaçtan destek alarak yukarı çıktığında herkes bana neyim olduğunu soruyordu. "Sorun ne?" "Delirmiş olmalı, liderler buradayken örgütteki birine saldırması alenen suç." Lavin: Anna, ne oldu? "Seni kendi ellerimle geberteceğim!" Dayanamadan yerde gördüğüm kalın sopayı alıp onu işaret ettim. "Ömrünün sonuna kadar ağaçta kalamazsın! elbet düşeceksin elime kızım! delirmemek elde değil!!!" Lavin: Kıza niye saldırmaya çalışıyorsun? bir sakin olsana! Elimdeki sopayla ağacın sert kütüğüne vurdum. "Gerekirse bu ağacı keserim! in aşağıya! göster kendini!" Son osmanlı: Kızım neler oluyor anlatsana, bu ne sinir. Ufuk dede: Ben anladım. Kartal: Ben arkandayım Anna. Hiç durma, öldür onu öldür onu. "Irz düşmanı seni! AŞAĞIYA İN DEDİM!" Dudaklarımdan firar eden sinirli inlemeler eşliğinde bu sefer ağaca güçsüzce vurdum. Işıl: ASLA İNMEM! SEN BU HALDEYKEN ASLA İNEMEM! BEN: İN DEDİM! Işıl: OH İYİKİ DE YAPMIŞIM! BİR DAHA OLSA BİR DAHA YAPARIM! Bu kız... Beni deli ediyordu! "Anna, Anna." Lavin önüme geçerek beni durdurdu. Kurtarıcım uzaktan bizi izleyip eliyle burun kemerini sıkarken Lavin, "Dur, sakin ol. Neye sinirlendiysen hıncını kızdan çıkarma. En fazla ne yapmış olabilir ki?" dediğinde elimdeki sopayı bırakarak Lavin'in elmas mavilerine ve etrafa bakıp bağırdım. "Bu kız var ya bu kız!" diyerek aldığım sopayla ağaca tırmanan Işıl'ı hedef gösterdim. "Evren Koraltan ile Anna Acar'ı evlendirmiş!" Resmi konuşarak herkesin anlamasını umuyordum. Örgüttekilerden bir şaşırma nidası koparken Lavin anlamayan gözlerle bana baktı. Tekrar sopayı yukarı kaldırdım. "Evet, istemeden, bizden habersiz bizlere evlilik kağıdını imzalattırmış, ırz düşmanı bu kız ırz düşmanı!" Ali dede hayretle Evren'e bakarken ben Lavin'den bir hamle bekliyordum. Ne bilim, o gün dedem bizi aynı yatakta basınca ve evleneceksiniz deyince Lavin bunun düşüncesine bile katlanamamış ve evi tüfekle taramıştı. Evren ne kadar susmam gerektiğini ve insanların haberi olmadan bu işi bitirmemiz gerektiğini söylesede kendime hakim olamamıştım. "Sizi evlendirmiş mi?" Lavin ilk önce algılayamadı. Sanırım kızın devreleri yandı. Ardından bir şey oldu. Ali dedemin bile, Evren'in ekibinin bile şaşıracağı bir şey. Lavin, hiçbir şey dememişti. Fakat gözü seyiriyordu. Onun bu sakin tavrına alışık olmadığımızdan sadece onu izlemeye koyulduk. İlk önce yukarıya baktı. Işıl'a. Işıl'da Lavin'e baktı. Anlamsız bir sessizlik doğdu. Lavin, yavaş adımlarla eve adımladı, onunla beraber biz de onu takip ettik. Bu kız ne yapıyordu? Sanki Lavin'den eser yok gibiydi. Elimdeki sopayı bırakarak Evren'de dahil hepimiz seyiren gözüyle eve adımlayan Lavin'i takip ettik. Malikanenin içine girdi, merdivenlerden çıktı ve arkasında hepimizin onu takip etmesini umursamadı. Odasına girdiğinde odanın dışında kalmıştık ama kapısı açık olduğundan onu seyrediyorduk. O bir tüfek miydi? Nereden bulduğu, nereden aldığı ve nasıl kimseye görünmeden yatağının altına sakladığı muamma olan tüfeği elleri arasında kavradığında hepimiz dejavu yaşadığımızı sandığımızdan itiraz etmeye başladık. Kapının en önünde ben dururken söylendim, "Lavin, bir tanem bırak onu, bak eve zarar vermenin bir anlamı yok gel direkt Işıl'a saralım." Ali dede: Ben size demedim mi kulübeden tüfek ve silah çalınıyor sayısı eksik diye! bana inanmadınız! Kartal: Dede biz ne bilelim silah kaçakçılığını Lavin'in yaptığını. Yalnız kız koleksiyon yapmış odasına baksanıza FBI ajanı gibi. Lavin hakkında söylenenler doğruydu. Kızın duvarlarına asılmış birden fazla çeşit çeşit silah ve tüfek vardı. Ufuk dede: Ne duruyorsunuz, bir şey yapıp durdursanıza kızı! Biz onun bağırmasıyla tam harekete koyulacaktık ki önümüze döndüğümüz ilk an Lavin silahı Evren'e doğrultmuştu. "Eskiden olsa evi tarardım. Ama ne gereği var? Bundan sonra," Silahı daha sert kavradı Lavin. Büyük bir sakinlikle bakıyorduk bize. "Evren'i tarayacağım." Bir şey oldu, büyük bir ses çıktı odadan. Silahın deliğinden çıkan kurşun, Evren'in omzunu sıyırdığında dedelerimiz büyük bir hızla odaya dalıp Lavin'i etkisiz hale getirmeye çalıştılar. "Evren, iyi misin!" diyerek Evren'e koştuğumda kurtarıcım bana bir şey olmasın diye belimden tutup kaldırarak beni Lavin'in görmeyeceği bir yere çekti. Bana zarar vermezdi değil mi? Vermezdi. Hayır, Lavin'di bu. Benim gibi sağı solu belli olmuyordu sinirlenince. "Ben iyiyim, de bu kız bu kadar silahı nasıl odasına depoladı!? Kartal! seni geberteceğim!" "Ben ne bilim ya ben ne bilim! her şeyi Kartal halletsin zaten!" Kartal suçu bu sefer bize attı. "Hem, siz de biraz dikkatli olsaydınız da imzaladığınız evrakları okusaydınız! Dikkatli olmayı sizden öğrenecek değilim!" "Ulan!" Evren kardeşine doğru yürürken önüne geçtim. "Allah rızası için, şimdi konumuz bu mu? Lavin'i sakinleştirmemiz gerekiyor." Kartal: Onu çığırından çıkaran sensin. Git, kendin sakinleştir. Duyduklarımla bu sefer ben saldırmaya çalıştım. "Öldürürüm seni çocuk!" Evren belimden tutarak beni uzaklaştırdığında bütün ev birbirinden bağımsız bağırıyordu. Ali dede ile Ufuk dede kaybolan silahlar için birbirine bağırırken Berna Işıl'a yaptıkları için lanetler ediyordu, örgütteki bazı insanlar olayın şokunu yeni yeni yaşayıp konuşurken ben Lavin'i bulmaya çalışıyordum. Yoktu. Hiçbir yerde yoktu. Hangi ara kaybolmuştu bu kız!? "Ben sana söyleme demiştim!" Dumura uğrayarak Evren'e baktım. "Ne yani benim suçum mu?" "EVET!" "Asıl senin suçun! kuzenine sahip çıksaydın bunlar olmazdı! hepiniz güvenilmezsiniz!" "O bizim iyiliğimizi istedi Anna! onun psikolojisini bilmiyorsun!" "Başlarım şimdi onun psikolojisine!" "Bana bak!" "Koşun koşun!" merdivenlerden yukarıya çıkan bir kız bağırarak buraya geldi. "Yangın var koşun! ev yanıyor yanıyoruz koşun! aşağıya inin!" "Ne!?" Yukarıdan, aşağıya gelen bir sisle hepimiz burnumuzu kapattık. Normalde aşağıdan gelmesi lazımdı yangın dumanının. Bir dakika, ev çatıdan aşağıya doğru yanıyordu! Bu kadarı çok fazla. LAVİN!!! Ali dedem kolumdan tutarak beni ve Berna'yı aşağıya indirirken hepimiz kendimizi evin dışına atmıştık. Ardından yukarıdan bir ses duyduk. "Size bu evi yakarım demiştim! bana inanmadınız! Ne demek Anna evlendi lan!? ne demek evlendi?!" Lavin, nereden bulduğunu anlamadığımız bir bidonu çatıya dökmeye devam ederken bir kaç adım geriye gitti ve cebinden çıkardığı çakmağı gördüğümüz anda bağırmaya başladık. "Mannyak mısın kızım sen! lan yanacaksın yanacaksın insene aşağıya!" Çatının yarısını yakmıştı. Şimdi sırada diğer yarı çatı vardı ve kendisinin yanma riski çok büyüktü çünkü onu çatıda çıkan yangından resmen göremiyordum! Örgüttekilerken biri itfaiye çağırıyordu. Kartal ve Evren evin içine çoktan girmişlerdi. "Hangi devirde yaşıyoruz ulan! hangi devirde! kızdan habersiz evlilik kağıdı imzalatılır mı!? YOK ULAN, HEPİNİZ DOLANDIRICISINIZ DOLANDIRICI!" Hepimiz durması adına onu ikna etmeye ikaz etmeye çalışıyorduk ama ne fayda. Almış başını gidiyordu. Kartal, çatıya çıktığı anda elindeki yangın söndürücüyü her yere sıkarken, "Sen sakin ol Lavin, ben senin ateşini alırım." Demişti. İnanamıyorum. Herif bu durumda bile kıza yürüyordu!
"Yak bebeğim, yak. Ben senin ateşinde yanmaya da razıyım." Kartal, kıza bakmadan eforunu alevleri söndürmekle harcarken kurtarıcım ona taktığım adın hakkını verecek bir hamlede bulunmuştu. Derin bir nefes almıştım. Eğer Lavin'e bir şey olursa bu evin içine bütün herkesi gömerdim. Evren, Lavin bu duruma kızsa dahi umursamadan onu arkadan yakalamış, kollarını beline sararak kaldırıp aşağıya götürmek için adımlamaya başlamıştı. "İndir beni! dokunma bana! Anna! ANNA!!" Dedemin elinden kurtulup hızla eve koşmaya başladım. Her yer duman altı olmuştu. Fakat az çok görebiliyordum etrafı. "Bırak dedim! bana nasıl dokunursun sen!" "Lavin!" Kurtarıcım merdivenlerden aşağıya indiğinde, göz göze gelmiştik. Kızın belinden kavrayıp onu buraya kadar getirmişti. "Burada ne işin var? dışarıya çık, turuncu kafa." "Anna! yardım et! lütfen!" "Bırak kızı." Dedim hızla. "Buna dayanamaz. Bırak. Söz veriyorum; yukarıya çıkmayacak, yanıma gelecek." "DOKUNMA BANA!" Kız resmen can çekişiyordu ama bunu yapmaları lazımdı. Evren, sözüme güvenmiş olacaktı ki yanına ulaştığımda onu bıraktı. Dumana fazla maruz kaldığımızdan, Evren hariç Lavin ile öksürüyorduk. "Bir daha," dedi Lavin, kurtarıcıma kaldırdığı parmağıyla onu dürterek. Ve evet, tabii ki de eldivenleri vardı. "Sakın benim kardeşimle konuşma, yanına dahi yaklaşma, yoksa yakarım seni Evren Koraltan. Duydun mu beni?!" Bacak kadar boyuyla 1.95 boyundaki kurtarıcıma tehditler savuran kardeşim bu sefer bana döndü. "Sen iyi misin? sana zorla bir şey yapmadılar değil mi? dürüst ol, bir sıkıntın varsa söyle Anna," Tekrar kurtarıcıma ve hafif kanayan omzuna baktı. "Eğer saçının teline zarar gelirse bu ev onların mezarı olur," yukarıdan aşağıya inen dumanlara bakıp kurtarıcıma geri döndü ve kaşlarını kaldırdı Lavin, "Yapamacağım bir şey değil sonuçta." Evren, Lavin ne derse desin ne bir atıfta bulundu ne de ağzını açtı. O sadece sustu ve Lavin'in içindekileri dökmesini bekledi. Savaşmaya gittiğimiz ve İrem'in aşağıya düştüğü yerde Lavin'in bana anlattıklarına herkes şahit olmuştu o gece. Sadece ben değil, herkes dinlemişti kızın küçükken yaşadıklarını. Bu nedenle kimse ona kırıcı bir laf dahi etmiyordu ve bu Evren ve Kartal sayesindeydi. Görmesem dahi onlar bu konunun bir daha açılmaması için herkese gereken tembihi yapabilecek potansiyeldelerdi. Her ne yaparsa yapsın, evi de yaksa, evi de tarasa, örgüt liderini de vursa kimse bir şey demiyordu bu sebeple. Ciğerlerim daha fazla dayanamadı bu oksijensiz eve. Tekrar öksürük krizine girdiğimde Lavin, kolumdan naifçe tutarak beni dışarıya götürdü. "Hadi Anna, gidelim buradan." Arkama baktığımda Evren, Lavin'e bakarak başını hafifçe omzuna eğdi. Eve hükmü geçen dumanlardan net göremesemde odağı hala Lavin'deydi. "Kızım, delirdin mi sen!" Ali dede, dışarıya adım attığımız ilk saniyede azar çekmek için yanımızda bitti. "Aklını mı kaçırdın sen!?" "Evet kaçırdım! aklımı kaçırdım dede!" Çocuk edasıyla omuzlarını kaldırdı Lavin. "Hem... Benim deli raporum var bir kere, son osmanlı. Karışmayın bana!" "Bana bak!" elini hafifçe kaldırdı dede, aynı anda Lavin ürkerek arkama geçti. Bu kızla işimiz uzundu. "Kendinden bir deliymişsin gibi bahsetmekten vazgeç! sizler deli değilsiniz! açtırmayın benim bayramlık ağzımı!" Lavin'in kolundan tuttuğu gibi kendine çeken dedeye şok içinde baktım. "Bırak! dokunma bana!" "Kaç kişinin canını tehlikeye attığının farkında mısın sen Lavin! Kendine gel artık! Evi yakman, taraman, kendi ekibinden birini vurmaya teşebbüs etmen ve hatta vurman! bu kadarı fazla!" "Bırak kolumu!" "Kızın kolunu bırak!" diye bağırdım. Ardından Lavin'i kendime çektim. "O temastan nefret eder, dokunmayın diyorsa, dokunmayın." İkimizde dumana fazla maruz kaldığımızdan nefes nefese kalmıştık. "Lavin ona saygı duymamızı istiyorsa, o da bize, bu eve saygı duymak zorunda Zeynep. Sizler benim torunlarımsınız diye birçok şeyi görmezden geliyorum ama bu sefer olmaz, kızım." Haklıydı. Fakat yine de ona yapacakları eylemi benim üzerimde gerçekleştirsinlerdi. O Lavin'di. Her daim korumak zorundaydım. "Lavin ceza almak zorunda. Eğer bu eşitliği her bir ekipte sağlayamadığımız takdirde herkes kafasının estiğini yapmakta haklı olur. Ama hayır, burada kurallar, vazifeler ve görevlerle mükellefsiniz. Her biriniz hemde. Duydunuz mu beni!?" Diyerek bütün örgütü kendine getiren dedeme bir şey diyemedim. Yağmur yağıyordu ancak çatıdaki dumanları ışık hızında söndürecek kadar hızlı yağmuyordu artık. Çatıda hala siyah gri dumanlar dolaşıyor, atmosfere karışıyordu. "Kurallar diye tutturuyorsanız," Dedi Lavin hemen arkamdan, kulağıma dolan sert ve cüretkar bir sesle. "O zaman adam gibi uygulayın şu lanet kurallarınızı. Şahıstan habersiz atılan evlilik imzası kanunlara göre suçtur. Siz önce bunun üzerinde durun. Bize daha sıra var." Kapıda Evren ve Kartal ne ara çıktıklarını anlamadığım bir şekilde bizi izliyorlardı fakat ikiside Lavin'i dinliyorlardı düz bir ifadeyle. "Anna'dan uzak duracaksınız. Ben sadece bunu bilirim. Sizin geldiğiniz yerde kurallar belliyse bizim geldiğimiz yerde de kurallar gayet açık ve net. Bizim yolumuz sizinle önceden değil sonradan kesişti, son osmanlı. Saygı bekliyorsanız eğer ilk önce adımı siz atmalısınız." İkisi de büyük bir tartışma içindeydi. Lavin'de haklıydı dedemde. Objektif bir açıdan bakacak olursak Lavin'i tanıyan herkes kardeşinin evlenmesini onaylamadığını ve birinin temasta bulunmasını istemediğini bilirdi. Dedemde bu evin değerlerini herkesin belirlediğini ve herkesin kurallara uygun bir vaziyette yaşaması gerektiğini, aksi takdirde herkes kafasının estiğini yaparsa sözde dahi örgüt diye bir kavramın kalmayacağını savunuyordu. İkisi de haklıydı. Işıl... Işıl... Bunu neden yaptığını anlamıyordum. ... BİR BUÇUK SAAT SONRA Uçakla başladığımız noktaya gelmiştik. Biz uçakla, hikayenin başladığı ana noktaya tekrar gelmiştik. Evet. Marzel Kasabasına gelmiş, dedemin dağ başındaki küçük ama konforlu yaylasında oturuyorduk. Evi istila eden yangın, bizlerin bir kaç günlüğüne bu kırsal kesimde yaşamımızı sürdüreceğimizin habercisi olmuştu ve bu iyi bir haberdi. Buraya beni getiren yol arkadaşım arabam da, arabanın içindeki eşyalarda da mektupçuma ait deliller varken bunları araştırmak ve annem için ertelediğim planları sakince yerine oturtmak benim için kaçınılmaz bir fırsat olacaktı. Kötü haber şu ki, kurtarıcımla boşanmak için istediğim resmi evrakları hemen imzalayamamamdı. Çünkü bu tarz ciddi evraklar istediğimiz an tebliğ edilmiyormuş. Bu ne biçim işti arkadaş? Herifin çıkma teklifini kabul edeli daha yirmi dört saat olmamışken boşanıyorduk. Hayır, sevgili olduğumuz ilk gün boşanıyorduk. Biz gerçekten normal olmayı başaramıyorduk. Fakat onunla boşanana kadar dedemin ve özellikle Lavin'in gözüne batmamak adına onunla herhangi bir iletişim kuramazdım. Tek sebep bu değildi, ki bu aslında bir bahaneydi. Evlendiğimizi bana söylemesi gerekirdi değil mi? Hayır ilk defa evleniyorum sonuçta. Yanlış duymadınız. Bana evlendiğimizi söylemeyip günlerce bu bildiriyi saklı tutmuştu. Teknik olarak o benim kocamdı ve benden habersiz iş yapmaması gerekirdi her çift gibi. Bana büyük yanlış yapılmıştı bir kere. Yok yok, ben bu şartlar altında evliliğimi sürdüremem. Boşanıyorum ben. "Hatırladın mı son osmanlının buradaki o eski tavırlarını?" Elimdeki sandviçten bir ısırık alırken yüzümü buruşturdum. Lavin, elindeki sodayı kafasına dikip odanın penceresinden kurtarıcıma ölümcül bakışlarını sunarken ağzımı araladım. "Hadi sana kendini farklı, kendi halinde yaşlı bir adam gibi tanıttı peki bana? on dört yaşımdan beri bana sergilediği oyunculukta hiç mi pürüz çıkmaz, arkadaş." Dedem resmen bizi kandırmıştı. Biz onun kafasında bir problem olduğunu ve bu yüzden beni torunu sandığını düşünürken o ise kafamızın içinde kullandığımızı zannettiğimiz beyinle dalga geçmişti. "Ona okula falan gittiğimi arkadaşlarımla güzel vakitler geçirdiğimi anlatıp aklımca onu kandırırken beni esas kandıran kendisiydi." Dediğimde sesimde hala olayın şokunu taşıyan bir tonlama vardı. "Fakat hakkını verelim," Dedi Lavin sert bir sesle. "Son osmanlı çetin ceviz çıktı." Birbirimize bakıp hafifçe güldüğümüzde bakışlarımı pencereye çevirdim. Evren, Işıl'ın korumasıyla konuşuyordu. Üzerinde koyu lacivert bir tişört, geniş ve kaslı omuzlarını saran yünlü siyah bir ceketle karşısındaki adama bir şeyler anlatıyor, arada gülümsüyordu. Her zaman gülmezdi. Gülümsemeyi bilmezdi. Fakat tebessüm dahi edince ortaya çıkan gamzelerini ve sakallarını sıvazlamasını izlemeyi seviyordum. Vahşi kehribarları bir anda, onu izlediğimin bilgisini almış gibi beni bulunca çektim gözlerimi o yalancıdan. Cidden, evlenmiştik ve benim bundan haberim bile olmamıştı. Bu haksızlıktı! "Size yalan söyledim çünkü örgüte katılmanızı istemedim." Duyduğumuz sesle irkilerek odanın kapısına baktık. İkimizin de dudağından korkuya dair sesler çıkarken dedem, "Fakat siz ne yaptınız? benim istediğimin tam tersini. Örgüte katılıp saçma sapan görevler aldığınız yetmedi, üstüne biriniz evlendi," dedemin keskinleşen gözleri beni buldu. "Diğeri de evi ateşe verdi." Suçlayıcı bakışlarına maruz kalmamak için bakışlarımı pencereye tekrar monte ettiğim şu boğucu dakikalardan kurtulmak adına dışarı çıkmayı umuyordum. Lavin'in yüzünde herhangi bir mimik bile oynamıyordu. Bugün dedem ona dokunmuştu fakat dedeme karşı beslediği samimiyetten ötürü bu durumu üstelemese de trip attığı bariz belliydi. "Size ciddi ciddi soruyorum kızlar; ne istiyorsunuz? derdiniz ne sizin?" Dudaklarımı aralamamla kapatmam saniye sürmemişti. "İntikam istiyorsanız, bunu sabote etmek için elimden geleni yaparım. Ben torunumu ölüme gönderecek kadar hain değilim." Lavin konuşmaya yeltendi bu sefer, ama bu da fayda etmedi. "Sakin bir hayat yaşamak istiyorsanız eğer, dağ başındaki evimin kapısı her zaman açık. Fakat sen malikanede yaşamayı seçtin, Lavin. Zeynep gitmek istediğini en baştan belirtti fakat bunu istemedin. Evren'in evinde yaşamak, kaostan başka bir şey kazandırmaz. Maalesef, o evladın hayatının kendisi kaos." Kulaklarımdan içeriye dolanlar, başımı söz sahibine çevirdi. "Bundan sonra, hata istemiyorum. Bugün beni hayal kırıklığına uğrattınız." Sessizlik. İnsanların kendine has prensipleri, diğerinin hayatını kısıtladığında süreç zorlu, sonuç hüsran olurdu. İşte biz şu an da bu durumu yaşıyorduk. Dedem gitti. Biz ise bir kaç saniye süren bir bakışmanın ardından dışarıya dağıldık. Sessizdik. Çünkü dedemin dudaklarından çıkan son cümle kalbimizi kırmamış değildi. Acı gerçek şu ki adam çok haklıydı. Bir içkiye ihtiyacım var. Şu kafayı toparlayacak lanet bir içki bana iyi gelebilirdi. Ayakta olmalıydım çünkü boş duramazdım. Anneme çok yaklaşmış gibi hissederken durmak zaman kaybı olurdu. Gözlerim bir kaç korumayı ve ekiptekilerden sonra Lavin'i taramaya başladı. Eline bir defter ve kalem almış, biraz uzaktaki bir kütüğe oturmuştu. Sanırım hastanede yaptığı gibi, bir tarafını günlük diğer tarafını ise yazdığı kurgusuna ayırmıştı. Bir olaya sinirlendiğinde bunu kağıda döker ve bu metodla öfkesini dindirir, hissettiklerini bastırırdı. Bu bizim terapi şeklimizdi. "Hey sen, sigaran var mı?" Işıl'ın yanından ayrılmayan bu korumanın adını unutmuştum. Sanırım adı Sergen'di. Yeşil gözleri beni bulduğunda sorduğum soruyla yanıma doğru adımladı. "Elbette var, Anna hanım." Cebinden çıkarttığı paketin içinden uzattığı dalı ve çakmağı aldığımda sigarayı yakmadan hemen önce uyarıda bulundum. "Dibinden dahi ayrılmadığın kadını iyi koru. Çünkü onu gördüğüm anda saldırmaktan kaçınmam." Gülümseyerek başını eğdi Sergen. "Mesaj alınmıştır." Karşılık olarak kurtarıcımla aynı boylarda olan bu adama yarım bir tebessüm ettim ve sigaradan bir duman çektim içime. Karnıma kramplar giriyordu. Aslında sadece dinlenmem gerekti. Dinlenmek, istiyordum ama hayır; duramazdım... "Manik ruh halinden çıkmışsın." Etrafı incelerken kollarım göğsümün altında bir vaziyette korumaya döndüm. Bunu söyleyen Berna'ydı. Yanımızdaki koruma gideceği esnada Berna eliyle dur işareti yaptı. "Anlamadım?" dedim sert ifademi ona çevirerek. Pantolonu hariç beyazlar içindeydi. Saçlarını kıvırcık bir hale getirmiş, yüzüne renk katmıştı ve karşımda bir çift çatık kaşla duruyordu. "Anlamayacak bir şey yok Anna. Zeynep mi demeliyim sana ben şimdi?" Histerikçe güldü Berna, nefesinin altından. "Geldiğiniz günden bu yana evimiz, manevi değerlerimiz zarar görüyor." Onu, düz ifademden ödün vermeden dinlemeye devam ettim. "Sorunlarınızın olduğunu anlıyordum ben, fakat bunu somut bir hastalıkmışçasına bize bulaştırmaktan vazgeçin." Adının Sergen olduğunu bildiğim koruma bile Berna'yı pür dikkat izliyor, onlar gibi bu örgüte doğuştan ait olduğum halde dışlanmamın getirdiği şoku bedeninde barındırıyordu. Adamın çehresinde herhangi bir ifade olmasa dahi bunu hissedebiliyordum. Lakin şu an da kulaklarıma dolanların tesirini üstümde taşımıyordum. Sadece düz bir suratla ona bakıyordum. "Artık, yeter." Dedi Berna, bıkkın ve pürüzsüz bir sesle kollarını göğsünün altında birleştirirken. "Senin sonunu şimdiden tahmin edebiliyordum. Bize ikinci bir Almira vakası daha çıkartma." Yeşil gözlerimi onun üzerinden çekmeden parmaklarım arasındaki sigarayı kurumuş dudaklarıma götürdüm. Bize ikinci bir Almira vakası daha çıkartma. Tehditvari ve bir miktarda korumacı bir ifade geçti siyah gözlerinden. Akabinde kollarını iki yana bırakıp arkasını dönerek uzaklaştı Berna. İkinci vaka? İkinci, vaka... Evren'in evinde yaşamak, kaostan başka bir şey kazandırmaz. Maalesef, o evladın hayatının kendisi kaos. Olabilir miydi? Dedemin bize karşı ağzından çıkan bu cümle, Almira denen kadınla bağlantılı olabilir miydi? Yoksa bunu genelleme yaparak mı söylemişti? ...
Günün geri kalanı rutin geçmişti. Can sıkıcı meseleler ile kafamı doldurarak Polat'tan aldığım eğitimde nedense tek tük bir pürüz dahi çıkmamıştı. Evren burada değildi, gitmişti. Giderken aklımı da almıştı çünkü en çok da onu düşündüm ben zamanın içinde devrilen bu geçmiş saatlerde. Düşündüm. Çok düştüm onunla ilgili her mevzuya. Sayılı günler yakındır derler. Annemin bana biçtiği o beş aylık süreçten bu yana ne kadar kalmıştı ki? Cem Karaca'nın Ay Karanlık şarkısının sesi dedemin evinden buraya kadar sızıyordu. Duyduklarıma göre bu gün içeceklerdi. "Bu gün iyi iş çıkardın Anna." Dedi Polat amca, diğer ekiplerin yanından sıyrılıp benden tarafa yönelirken. Burada iki tane ev vardı ancak en çok beğendikleri ekipleri de getirmişlerdi ve onlar kasabadaki otelde kalacaklardı. Gözlerim onların hazırlanıp arabaya binişini izlerken yanımda varlığını hissettiğim kişi Polat'tı. "Kızım adına özür diler-" "Sorun değil." Diye geçiştirdim. Olan oldu biten bitmişti. "Seni pek sevdi. Gideceğini düşündüğü için aklınca böyle bir şey uydurmuş." Adama kızmıyordum. Işıl onun kızıydı ve arkasını her halükarda topluyordu. "Tahminlerinde haklıymış kızın." "İşte şimdi Evren'e acıdım." "Evren'e acıma. Bana acı sen." Gözlerimi Polat'a çevirdim. Kast ettiklerimi algılayabildiğini düşünüyordum. "Evren bu zamana kadar bir yolunu buldu her soruna. Benim bir tane yolum var, o yolda yürümem hatta koşmam şart bana." Saçlarımın arasına sızan rüzgar serindi. Kollarım ağrıyordu ve bu sebeple göğsümün altında birleştiriyordum sürekli. "Sen hiçbir yere gidemezsin Anna." "Sebebini açıkla." Alayla gülümseyip bir nefes verdi Polat. Burada bizden başka kimse kalmamıştı, uzaktan dedemin evini dikizler gibi arazinin ortasında durmuştuk. "Bir sebebi yok. Alın yazısı denen bir rivayet var ama. O yüzden, buradan gidemezsin kızım sen." "Hıhh, palavra." "Aramıza katılan herkes dedi zamanında," Söylediklerinden emin bir tavrı vardı. "Konu kabullenme süreci olursa sonradan zorlanma." Kırpıştırdığım gözlerimi ona dikerken histerikçe güldüm. Hatta bu öyle bir gülüştü ki, kahkahaya dönüşmüştü. Polat'ın çevik bedeni bana döndü. "Senin doğmadan kaderin yazıldı, doğduğun anda ise nefesin mühürlendi. O nefesi nerede alacağını hatta alamayacağını derince tartıştırlar senin." Gülüşüm yavaşça soldu, Polat laflarını iyi yerden seçiyordu. Aklıma kazınmasını ister gibiydi. "O yüzden, şimdiden kabullen. Işıl gibi zorluk çekme diye söylüyorum. Sen bu aileye, buraya aitsin. Burada bizimle, aynı sofraya oturup aynı ekmeği bölüşecek, konuların içine dahil olacaksın. Görevler alacak ve hepimiz gibi bu görevleri örgüt için yapacaksın. Şimdiden alış buna sen." Işıl'ın gözleriyle birebir aynı tonda olan açık kahve gözlerini duygusuzca üstümden çekerken beni söylediklerinden ötürü nefessiz bırakmıştı bu ruhsuz adam. Gözlerinden geçen duyguyu tanımlamak mümkün değildi, işte bu onun az önce, taktığı maskeden kurtulup bana gerçek yüzünü gösterdiğinin kanıtıydı. Yürüdü Polat, dedemin evine seyir aldı. Sadece izledim onu bu ayazda titrerken. Cümlelerinin altında yatan mesajı alamamıştım. Bana bir mesaj vermişti ama anlayamamıştım. Anlayacaktım. Tüm bu curcunanın ortasında, uzaktan dikizlediğim evin içinden Cem Karaca'nın en sevdiğim nakaratını duydum. Can benim, düş benim, ellere nesi. Hadi gel, hadi gel, ay karanlık. Hıhh. Şarkılar yalan söylemez... Müziği dinlerken cebimde titremeye başlayan telefona ilişti ellerim. Açık ekranda kaydetmediğim bir numarayla bakışırken parmaklarım yeşil butona uzandı, telefonu kulağıma dayadım. "Kimsiniz?"
"Sanki kendimle konuşuyorum." Sesimin aynısı diğer taraftan duyunca sahibini tanımak saniyemi almamıştı. Soluğumu keserek uzaktaki evi gözlerim açık izliyordum artık. "Neden konuşmuyorsun kızım? özlemedin mi anneni? " Bedenime yayılan şaşkınlığın boyutu iyice artmıştı ama hayır, kendimden taviz verecek değildim. "Sen çok özledin galiba." Dedim dişlerimin arasından. Ne yüzle benimle bu kadar cüretkar konuşurdu? hangi hadle? "Özlemek mi? hmm..." Sıkıca kapattım gözlerimi. Benden bağımsız kapanmıştı göz kapaklarım. "O duygudan yıllardır çok uzağım." Sertçe yutkundum. "Seni doğurduğum günden beri özlemek nedir, bilmem." "Doğurmasaydın." Hattın diğer ucundan güldü annem. "Yeni nesil ne kadarda hazır cevap." Hayır, hayır. Beni bozmasına, duygularımı yönetebilmesine izin veremezdim. Zorla yuttum öfkemi. "Neden... Neden, aradın beni?" "Kızımı özleyemez miyim yani?" Diye mızmız bir sesle söylendiğinde öfkenin getirmiş olduğu rehavetle kafamı yukarı, göğe doğru kaldırdım. Benimle oyun oynuyordu. Bir tür kelime oyunuydu bu yaptığı. "Özlemek mi?" gözlerim karardı. "Buluşalım o zaman," dediğimde aniden kahkaha attı annem. Hayır, Anastasya. "Sence ben," sesi sertleşmişti. "Gördüğüm anda seni yaşatır mıyım sanıyorsun?" "Hislerimiz ne kadarda karşılıklı, annecim." Gözümden bir damla yaş süzülürken sarf ettiğim sözler psikopatça gülen dudaklarımın arasından çıkıyordu. "Bir anne kızın, hıh," Elimi saçlarıma götürdüm, "Bu kadar da benzemesi ne hoş." Yüzümün siması değişiyordu. Ona çok yaklaşıyordum. "Söyle ne istediğini Anastasya-" "Hastaneye geri dön." Dedi tok bir sesle lafımı bölerek. İkimizin de zaman kaybedecek hali yoktu. "Ait olduğun yer orası senin." Tekrar güldü, ve gülüşü benim sabırsızlığıma taktığım prangayı kırmak üzereydi. "Dünyaya açıldın ne oldu? ne değişti? dengeleri bozuyorsun. Beni o kadar sinirlendiriyorsun ki..." "Hayır," dedim tok bir sesle. Polat'ın kabullen dediği her saniye inkar eden gözlerle bu sefer annemi karşımda hayal ettim ve az önceki net tavrımın tam tersini uyguladım. "Benim ait olduğum yer, burası." Dediğimde dilim benden bağımsız konuşuyordu. "Ben, buraya aitim. Evlendiğim adam Evren Koraltan'ın karısı, Ali Acar'ın öz torunuyum. Damarlarımda akan kan bu örgüte mensup, anne." Boştaki sol elimi sıkıca saçlarıma daldırdım. Ağzımdan çıkanı kulağım duysa da bir yanım onaylamak istemiyordu. Lakin, hakikat buydu değil mi? "Senin damarlarında akan kan, bana ait!" Onu sinirlendirmeyi başarmıştım. "Canın ise, iki dudağımın arasında-" "Doğduğum an da ölmem gerekirken yirmi iki sene bu hayata gözlerimi açtıysam, bu babanın sayesinde. Ona karşı koyamadığın sebep her neyse beni kullanmanı engelliyor." Telefondan hazmedemediğine dair hırıltılar geliyordu. "O sebebi bulacağım." Dedim gözlerim dehşete bulanırken. "Seni öldüreceğim..." Sesim anlaşılır bir tondaydı. O ise duydukları karşısında gülüyordu. "Seni geberteceğim, duydun mu beni? benim ellerimden olacak senin ölümün! seni geberteceğim!" Sesim yükselmeye başlamıştı. Aynı şeyleri tekrar ve tekrar sıraladım. Yerimde sabit duramayıp titrerken deliye dönercesine sıralıyordum laflarımı. Kibirin karşısında "Seni geberteceğim. Benim ellerimde kaybedeceksin hayatını! Duydun mu beni!" Arkamdan önüme doğru uzanan kaslı bir kol, avucumun içinde sıktığım telefonu kavradığı gibi konuşmayı sonlandırırken gözlerim açık bir şekilde yere bakıyordum. Derin bir nefes çektim ciğerlerimin şeferine. Bu zamana kadar her türlü maddeyi tüketip iflas etmemeyi başaran bu ciğerler, annemin karnındayken oluşmuştu bana, annemin karnındayken bir kalbim olmuştu. Fakat bana nükseden bu kalbin tapusu, bana aitti. Onun bedeninin içinde oluşmam, yaratılmam, gelişmem, onun tapulu malı olacağım anlamına gelmiyordu. Bacaklarım gerilediğinde arkamdan belimi tutan ve yüzüne bakmamı sağlayabilen kişi Evren'di. "Şşş.." Dedi fısıltıyla ben hıçkırık nöbetine girerken. Ağlamıyordum, sadece panik ataktı. "Nefes al." Sarı harelere bakarak derin bir nefes aldım. Başlarda katılmayı ısrarla reddeden ben, şimdilerde örgütün en önemli üyesiyle baş başa, hiçliğin ortasında bakışıyorduk. Bizi birbirimize bağlayan soğuk fırtına, üzerimizde hayalvari bir çember oluşturmuşçasına saçlarımızdan, ceketlerimizden içeriye sızıyor, aramızdaki yüzleşmenin anlamını daha önemli kılıyordu. "İyisin iyi." Belimden tuttuğunu bırakmayan bir sıklıkla tutan eli sertleştiğinde kulağıma eğildi Evren. "Benim himayemdeysen, problemin yok demektir." Bana aktardığı, bilinçaltıma yerleştirmeye çalıştığı bu sığınak kendisiydi. Benim sığınağım kimdi? Neredeydi? Ya da bir sığınağımın, korunabileceğim bir alanımın olmasının mümkünatı var mıydı? Kurtarıcım kelimesini alayla taktığım bu adam, şimdilerde adının hakkını ziyadesiyle veriyordu. Bıkmadan, usanmadan çekiyordu duygularımı. Hayır, o en baştan beri beni kurtarıyordu, farkında olmadığım, hastanede yattığım anlarda dahi benim adıma düşünüyordu. Fakat bana söylenmeden beni etkileyecek bir iyiliği de, ben istemiyordum. Bacaklarımdan güç çekilir gibi olduğunda beni kucağına aldı. Yeşillerim kehribarlarında geziniyordu. O ise beni benim aksime sorgusuz sualsiz izliyordu. "Abi." Dedi tanıdık bir ses. Beni taşırken sıcak ve sert bedenini iliklerime kadar hissettiğim kurtarıcım gözlerini başka yöne çevirdi. "Bizimkiler içkiye başladı. Ona yemek getirdim." Güçlükle bakışlarımı, gördükleri karşısında hayran kalmış gibi bakan ama sesi düz çıkan bir çift kahve göze çevirdim. Dudakları düz bir çizgi halindeydi. Gözleri ise bizden tarafa bakarken adı gibi ışıldıyordu. "Bu vakte kadar yemedi mi bir şey?" burnundan soluyarak bana bakan adama öylece baktım. On dakika sonra, Lavin burayı izlediğini itiraf ederek bize eşlik etmişti ve kurtarıcımın evine varmıştık. "Bu saçmalık," dedi Lavin içeriye kendini atarken. "Anastasya'nın aramasının altında başka unsurlar yatıyor." Histerikçe güldü. "Şimdi mi arayası tuttu?" elindeki tokayla saçlarını bağlamaya başladı Lavin. Siyahlar içindeydi ve bu karanlıkta sadece elmas mavileri parıldıyordu. "İrem'in mekanın tuvaletinde dedikleri, Türker'in hastane, Sezer'in ise bastığımız evde söyledikleri ve şimdi de Anastasya'nın ağzına sürdüğü lafların birebir aynı olmasında bir terslik var." Dediğinde Kurtarıcım, beni evin soğuk kanepesine usulca bırakırken Lavin'in gözleri Evren'deydi. Tahminlerinde ki olasılıklar fazla olduğu kadar doğruydu. Hepsi bir ağızdan bana aynı cümleleri tüketiyordu. Dengeleri bozuyorsun. Peki ya Doktor Sezer? O gün ağzından döktüğü bir çok şey birer bilgiydi. Sen bu kızı yanına alarak, koca ülkenin kanını üstünde taşıyorsun Koraltan. Dengeleri bozamazsın. Kurallar bu yönde. Benim adıma alınan bir intikam, üzerimden yürütülen bir anlaşma vardı ortada. Öte yandan, bütün ülkeyi kapsayacak yönde olmasının imkanı yoktu. Eğer bu sabah Evren'in ortaya attığı tahmin doğruysa ve bu perspektiften düşünecek olursak; bir babanın ölümünün vebali bütün ülkeye sıçrayamazdı. Işıl önüme bir tabak yemek kattığında sindiremediğim bir çok şey olsa da tabağı önüme çektim. Güçlü olabilmem için, bu bedene iyi bakmam gerekiyordu. Zorla tuttum kaşığı. "Bunları düşünürken bağlantı kurmayı unutuyorsun, Lavin." Dedi Evren sert bir sesle şömine ateşini yakmakla uğraşırken. "Herkesin, herkesle bir bağlantısı var." Sert ifadesini Lavin'e çevirirken şöminenin kıvılcımı artık ateşe evrilmişti. "İrem, Sezer, Türker ve Anastasya aynı girdabın içinde Lavin." Dedi Işıl, yüzünde mimik dahi barındırmıyordu. O neşeli karakterinden eser kalmamıştı. Sinirle kaşığı bırakırken, önümdeki boş duvara bakarak elime geçirdiğim büyük eti dudaklarıma yaklaştırdım. Bugün saldırmaya kalktığım kızın getirdiği yemeği yiyor, az önce hayatımı tepetaklak eden annemle konuşuyor, ilk başlarda nefret ettiğim adamın evinde, kanepesinde oturuyordum. "Ben, buraya aitim. Evlendiğim adam Evren Koraltan'ın karısı, Ali Acar'ın öz torunuyum. Damarlarımda akan kan bu örgüte mensup, anne." Kabullenmek böyle bir şey miydi Polat? "Ali amca'nın saklamasında ki meçhul sebep önemli olmalı." Dedi Işıl düşünceli bir sesle. Konuşurken, sanırım fazla düşündüğü için el hareketlerini kontrol edemiyordu. "Yıllardır bizden Anna'yı sakındılar, şimdi de bunun üstüne düşmemizi yanlış buluyorlar çünkü anlaştıkları kişide ki gücün farkında olmalılar." Ağzım doluyken, kolumu kanepenin kolçağına uzatıp başımı havaya kaldırdım. Her şey yolunda, her şey yolunda... Kimdi bu kişi? Kimdi? Bakışlarım yemeğe odaklı olsa da kulağım onları pür dikkat dinliyordu. Lavin ve Işıl aralarında teoriler üretiyordu fakat izlenildiğimi hissediyordum. Hızlı yeyip hızlı çiğnerken sinir kat sayım her saniye artıyor, kalbime çizikler atılıyordu. "Onların bizlere anlatmadığı her gerçek için onların üzerine daha fazla gitmeliyiz." Sinirle ellerini kaldırıp yumruk haline getirdi Lavin. "Ama ne yapmamız gerek! aklıma hiçbir şey gelmiyor!" Kendi kendine konuşup gülerken, tabağıma bakarak gülümsedim. Benim, bir fikrim vardı. "Benim bir planım var." Dedim boş tabağın içine çatalı koyarken. Kızlara çevirdim başımı. Yapacağız demişti kurtarıcım. Bu örgütün kuralları, bağlılığımızı ve örgüt adına kurduğumuz bu bağlılığın saklı kalması en temel kurallardan birisiyken bile, onun yine ona taktığım adın hakkını vereceğini düşünüyordum. Peki şimdi Kurtarıcım, benim için, bu ekibe dahil olması sadece aylardan ibaret olan benim için, ortaklarını, bu örgütün liderlerini satabilir miydi? "Bugün, sabah saatlerinde Esved'in sana teklif ettiği röportaj mailini hatırlıyor musun Lavin?" Dedim düz bir sesle. Eliyle siyah ceketinin kopçasıyla oynarken, "Hatırlıyorum." Dedi sert bir sesle. Güzel. "O röportaja katılıp, yazdığın kitabın gerçek hayattan uyarladığının itirafını, bütün ekipmanla dahil izleyicilere verebilir misin?" Ağzımdan firar eden kelimeler, Lavin'in ve Işıl'ın kafasını karıştırdı. Anlamaya çalışmaları için onlara süre tanıdığım saniyelerde, amerikan mutfağının tezgahına kalçasını yaslayıp oradan burayı izleyen kurtarıcım ne demek istediğimi çok net anlamıştı. Bütün ekip biliyordu ki Lavin'in kitaplara, kurgulara ve olay örgüsü oluşturmaya büyük bir zaafı vardı. Kitaplar onun yaşam tarzı olduğu kadar en büyük hayali başarılı bir yazar olmaktı. Ki Lavin eline sosyal medya geçtiği gibi bunu fırsata çevirmiş, bilinen bir platformdan bölümler yayınlamaya başlamıştı ve şu an kitabı üç milyon okunuyor olsa da hesabında anonim takılıyordu. Kitabını Evren okuyordu. Çünkü Evren ekibindeki her şahısla ilgilenmek zorundaydı. O liderdi. Yaptığımız, gittiğimiz hatta yediğimiz her şeyin bilincinde bir adamdı. Gözlerim Lavin'i bulduğunda Işıl ve ikisi aynı anda, "Tabii ki de bunu yapmamız gerek!" diye yüksek sesle çıkıştılar. Aklımızdaki plan gerçeküstüydü fakat, kurtarıcım bunu kabul edip bize yardım edecek miydi? Hepimizin gözleri bir kişinin üzerinde durduğunda onay bekleyen buruk bakışlarımı kurtarıcıma sundum. Eğer hayır derse onu boğabilirim! Gerçekten, bu noktada ona ihtiyacımız vardı. Kitabı yazan Lavin'di, kitabı doğrulayabilecek olan kişi bendim. Gittiğimiz yeri bilmesek de ortamı ayarlayıp organize edebilen ve Evren'in kişisel asistanı olduğu kadar röportaj olaylarıyla yakından ilgilenen Işıl'dı. Bizi oraya götürebilip de kimseye hesap vermek zorunda olmayan kişi de Evren'di. Saniyelerin arasından bir dakika devrildiğinde, sarı hareler yeşillerime biraz daha derin bakmaya başladı. Ardından, kurtarıcımın dudakları kıvrıldı. Artık yeni bir gelişmemiz var. Bu eğlenceli olacak. ... İLAHİ BAKIŞ AÇISI BİR SAAT SONRA (Lütfen dinleyerek okuyun)
Gecenin mahzeni olan ayın bulutların arkasına sığındığı bu tatsız gece de, dağ başının ortasında bir şişe daha deviren iki yaşlı adam ve gece vardiyası için korumalar ile birlikte ekipten Berna ve Kartal vardı. Berna, dedesine tebessüm eder vaziyette kendi bardağına içki dolduracağı esnada, araziye yayılan gür ve kaba bir sesle duraksadı. Bu, bir helikopter sesiydi. Peki, kim gelmişti? Bütün gözlerin kapıya çevrilmiş olduğu ve korumalardan ses dahi çıkmadığı taktirde gelen kişi aralarından biri olmalıydı. "Anna! Çık dışarıya seni pislik!" Ali dede ve Ufuk dede, duydukları bu tanıdık sesle saniyesinde ayaklandıklarında Berna ve Kartal, şok içinde birbirlerine baktılar. "Bu da nereden çıktı şimdi Kartal!" Diye bağırdı Berna, mevzu bahis Almira olunca, Anna'ya gösterdikleri reaksiyonun aynısını gösteriyorlardı. Çünkü ikisi de baş edilemez karakterlerdi. "Ben nereden bilim, ne ara çıktı geldi buraya," "Torunum." Dedi Ufuk yüksek sesle Almira'ya yaklaşırken. "Dede." Kelimesi döküldü genç kızın kırmızı dudaklarından. "Seni görmeyeli ne uzun zaman oldu." "Hayır," Dedi Almira tok bir sesle dedesinin kendisine yaklaşmasını istemeyen hareketlerle. "O kızı," sesi yükseliyordu. "Bu örgüte sokan hiç kimse benim yakınım olamaz!" öfke kusuyordu Almira. Sesi oldukça sert, bakışları keskindi. Bu zamana kadar örgüte girmeyi beklerken, nefret ettiği kadının kendi yerine geçmesini talihsizlik olarak görüyordu genç kız. 'Birde evlenmişler, şaka gibi.' Diye geçirdi içinden. Bu gece ortalığı karıştırmak onun asıl planları arasındayken sinirin vermiş olduğu hissiyatla kendine hakim olamıyordu. "O ne demek, Almira. Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu kızım senin?" Kartal'ın sesi yükselmişti. Almira, bir Evren'den birde abisinden çekiniyordu. Bunun dışında, kelimenin tam anlamıyla hayasız bir kişiliğe sahipti. "Duyuyor abi." Dedi genç kız, burnundan soluyarak. "Çabuk özür dile dedemden." Diye söylendi Kartal, dişleri arasından. "O lanet kızın bana yaptıklarından sonra mı?" bir kahkaha bütün araziyi kapladı. Ali dedenin gözleri kısıldı. "O turuncu kafa, bu örgütten gidene kadar ben aranızda yer almayı düşünmüyorum bile." Genç kızın kara gözleri dedesini buldu. Söz vermişti dedesi. Bu ülkeye döndüğü anda kendisiyle tekrar konuşup bu örgüte, özellikle Evren Koraltan'ın ekibine torununu dahil edeceğine söz vermişti. Fakat görünen o ki, anlaşmanın seyri değişiyordu. Aynı takımda Anna ve Almira'nın olması bir atom bombasıyla eşdeğer sayılırdı. Bu kararın gerçekleşmesinde ki sonucun pozitif olmasının mümkünatı var mıydı peki? Hayır. "Ağzını topla." Dedi Ali dede. Genç kız saygısını dedelere karşı bozamazdı. Ufuk dede Almira'nın yaşadığı olaylar neticesinde, Ali'nin Anna'ya uyguladığı gibi torununa yumuşak davransa da Ali buna izin vermezdi. Ufuk Anna'ya nasıl davranıyorsa, Ali'de Almira'ya aynı tepkilerle yaklaşıyordu. Bir nevi yaşattıklarını yaşıyorlardı. Anna ve Almira. İki kadınında yaşadıkları olaylar, gördükleri manzaralar berbattı ve dedeleri bu örgütte bir tek onları alttan alıyorlardı fakat, bu iki asi kadının aynı yolda yürümesi imkansızdı. Onlar ateş ve barut gibilerdi. Almira, beyaz eteğinin uçlarını çekiştirdi öfkeyle. "Ne demek istiyorsan daha açık anlat kızım." Ali'nin sesi kalın ve yüksek çıkıyordu. "Bilmiyor musunuz?" dedi Almira, şaşkınlık içinde dedelerine bakarken. Anna kimseye söylememişti. Lavin'de öyle. Akıl hastanesinde karşılaştıklarını, Anna'nın kendisine verdiği büyük zararı ve şiddeti Anna ve Lavin sır gibi saklamışlardı. Almira'nın kaşları ışık hızında çatıldı. "Size söylemediler mi? Bana yaptıklarını, size söylemediler mi?" Yalanın getirisiyle gözlerini doldurdu Almira. Bu durum onun işine yarayacak gibi gözüküyordu. Aynı zaman diliminde, Anna ve Lavin helikopterle başka bir mekana varmışlardı. Helikopterin direksiyonuna hakim olan Evren'di. Gece hızlı ve aksiyonlu geçiyordu. Helikopterden inen Işıl, bulduğu yerin temiz caddelerinde yanan görsel amaçlı ışıklara bakarak, "Çocuklar, gerçekten yoruldum." Dediğinde hemen arkasından Lavin, "Umarım seni ben yormamışımdır Brendon." Diyerek araçtan aşağıya zıplayarak indi. İkisi, helikopterin havada uçtuğu her saniye neyi nasıl yapacaklarını konuşmuş, arada tartışmışlardı. Ve evet, fazla konuşmayı sevmeyen Lavin bugün hiç susmamıştı. Bunun sebebi ise, kurdukları planın herkese yansıması ve ülkede sansasyon yaratacak olmasıydı. Şu durumda mantığı devreye sokarsak eğer, dördünün de bu işin içinde olması gerekti. Işıl, boşuna asistan değildi. Bu örgütün bütün sistemsel işleriyle, sosyal medyaları takip edip yalan haberleri düzelten ve ekibin kişisel mailleri ile ilgilenen Işıl'dı. Ekiptekilere gelen her mail, her teklif ve daha birçok unsur Işıl'ın işini kapsayan işlerdi. Dahası işinde başarılıydı ve yorulmuyordu. Anna ise, küçüklüğünde ülkenin tamamı tarafından tanındığım için yazılan kitabın ana karakterinin Anna olduğuna kendini kanıtlamakla birlikte, annesinin adını öne sürmesi yeterli olabilirdi. Kitabın yazarı Lavin'di. Lavin'in bunu doğrulaması ise insanların aklını karıştırmaya yeterde artardı. "Çok konuşuyorsunuz, şurada anksiyetemi durdurmaya çalışıyorum zaten susar mısınız!" Dedi Anna, yüksek sesle aşağıya inerken. Evren ise sessizdi. Sadece olacakları izliyordu. Aklına takılan tek kişi ise Esved neden herifti. Esved, bu röportaj teklifini Lavin'e bildiren kişiydi. Arkadaşı, su sıralar yıldızı yeni parlayan bir televizyon programcısıydı ve uzun süredir Gökyüzü Kadar Yakın adlı kitabın yazarıyla iletişim kurmaya çalışıyordu. Ne tesadüf ki, Esved kitabı kimin yazdığını bildiğinden bunu Lavin'e söylemek için mesaj atmıştı ve Lavin teklifi kabul etmişti. Kıyafet açısından bir sorun yoktu. Kurtarıcımız, onları ilk önce eve götürmüştü, evin yanmış, tadilata girmesi gereken çatıya aracı park ettiğinde kızlar bu duruma ses dahi çıkarmadan eve üşüşmüştü. Hepsi suçluydu. Anna'nın üzerinde siyah, Lavin'in üzerinde beyaz bir elbise vardı. Işıl ise beyaz bir etek ve siyah gömlekle duruyordu. "Hoş geldiniz." Dedi sevecen bir kadın, stüdyonun kapısında dururken herkese elini uzattı. "Hoş bulduk," dedi Evren kadının elini sıkarak. "Yazarımız tam olarak hangimiz?" Kadın gülümseyerek kızlara baktı. "Benim." Dedi Lavin, sesi düzdü. "Esved sayesinde tanışabilmemiz ne hoş." Elini uzatan kadına, eldivenli eliyle de olsa dahi dokunmak istemeyen Lavin'i Anna dürttü. Lavin karşılık verdiğinde, kadının dikkatini çeken ilk unsur eldivenlerdi. Genç kızın yazdığı kitapta ki bir karaktere benzetti Lavin'i kadın. "Pekala, geçelim o zaman." Dedi kadın, insanları daha fazla ayakta bekletmek istemiyordu. Aradan geçen on dakika içinde ise, program başlamıştı. "Herkese merhaba sevgili izleyiciler, ben Hazal Kaya." Elinde tuttuğu küçük kağıtları masaya bıraktı Hazal. Gözleri kameradaydı. Stüdyoda ise fazladan seyirci olması, hem canlı yapılan hem de televizyona sunulan bir program olduğuna işaretti. "Şimdi sizlere, ülkeyi delip geçen 'Gökyüzü Kadar Yakın' adlı kitabın gizemli yazarıyla tanışma fırsatı veriyorum. Karşınızda, Lavin Acar." Alkışlar, atmosfere karışıyor, herkes heyecanla okuduğu kitabın yazarını merak ediyordu. Lavin, içeriden alana doğru yürüdüğünde alkışlar giderek artmıştı. "Hoş geldin Lavin." "Hoş bulduk." dedi Lavin bacak bacak üstüne atarak. "Nasılsın iyi misin?" "İyiyim." Tebessüm etti Lavin. Aradan geçen on dakika içinde, Lavin insanların dikkatinin tamamını kendisine kaptırmıştı. İnsanlar evinden dikkatle Lavin'i izliyor, hatta bugün en fazla izlenme rekorunu bu programın kırmasına vesile oluyordu. "Peki, Lavin," Dedi sunucu Hazal. Lavin keskin bakışlarını genç kadına çevirdi. "Kitapla alakalı baz söylentiler var," Diye başladı konuya kadın. "Seni başarıya ulaştıran bu kitabın, gerçek hayattan alındığının söylentileri bir hayli dolaşıyor etrafta." Lavin gülümseyerek önüne dönüp önüne servis edilen kurabiyelerden bir ısırık aldı. İşlerin seyri değişiyordu. "Yani, iki karakterin bir bedende yer aldığı Candan-Canan Karakteri, akıl hastanesinde yasal dışı tedavi yöntemlerinin işlendiği Açelya karakteri olsun gerek diğer yan karakterler gibi gibi." Kadın gözlerini insanlardan çekip Lavin'e dikti. "Hatta kitabın içinde kitap yazan bu karakter, kitabın gerçek olmadığını söylüyor ancak verilmek istenen bir mesaj olduğunu iddia etmek adına ekrana bakıp göz kırpıyor, bu da okuyucuların dikkatini çeken ilk sahne. Peki yazarı olarak size bu soruyu yöneltelim; Kitap gerçek hayattan mı uyarlama, Lavin hanım?" Bütün gözler, izleyiciler, bu anı beklercesine sustular. Sessizlik. Lavin, yazdığı kitaptaki karakterin verdiği cevabın aynısını verdi. "Böyle bir kitabın gerçek olması nasıl mümkün olabilir ki? bu çok, hayalvari. Kim senelerce elektriğe maruz kalıp hayatta kalabilir ki?" Lavin, ekrana bakarak göz kırptı. Programa katılan insanlarda dahil sunucu Hazal, başlarda sessizliğe gömülselerde programda büyük bir gürültü çıktı. Kimisi bu kitabın kesinlikle gerçek olduğunu söyleyip güldüler, kimisi Lavin'in bu hareketini anlamaya çalıştı. Hatta ekrandan izleyenler 'Bu kitap kesinlikle gerçek!' diyerek televizyonun sesini açmıştı. "Peki, gerçekten gizemli bir kişiliğiniz var Lavin hanım." Hazal, gülerek anı toparlamaya çalıştığında tam konuşacağı sırada, "Size bu kitabın gerçek olduğunu söylesem, inanacak mısınız?" diye bir soru attı ortaya. Her şey istenildiği gibi gidiyordu. "Bunun için sağlam bir kanıt gerekli olurdu fakat, kanıt olmasa bile gerçek olduğuna dair şüpheye kesinlikle düşerdim." Lavin'in gözleri karardı. Gülümsüyordu. İzlenmeler, çığırını aşmıştı ve bu durum, Hazal'ın kulağındaki kulaklıktan kendisine sürekli olarak haber ediliyordu. Stüdyo fazla büyüktü ve bir çok yerde büyük kamera vardı. "Peki, kanıtım var desem?" Sessizlik... "Çok merak ettim açıkçası." Hazal, ne kadar sunuculuğunu yapmaya çalışsa da onun da aklı karışmıştı. Kitapta yasa dışı fazla sahne, suç olay mahali vardı. Hatta bir kaç cinayet bile mevcuttu. Bu mümkün olabilir miydi? "Tabii ki de kitabın her sahnesi gerçek değil, şimdiye olsa kitaptaki herkes hapse girmişti." Lavin, tekrar ekrana baktı, ve hafifçe gülümsedi. "Ama madem kanıt istiyorsunuz, o zaman şöyle söyleyeyim. Kitapta küçükken meşhur bir kız vardı." "Açelya." Dedi Hazal, Lavin'in yazdığı kitabın ana karakterini söylemişti. "Evet, peki bu kızı gerçek hayatta hepiniz tanıyorsunuz desem?" Güldü Lavin. Hazal'ın ve insanların aklı karışsa da, uzaktan burayı izleyen Esved'in dudakları kıvrılmıştı. "Kim bu kişi?" "Anna Acar." Lavin, kameramanlardan birine baktığında en başta istediği gibi, dev ekranda sekiz yaşındaki bir kız çocuğu belirdi. Turuncu saçları, zümrüt yeşili gözleriyle masumane bir şekilde kameraya poz vermişti. Bu resimdeki küçük kızı, insanlar gördükleri an da tanımışlardı. Herkesin unuttuğu olgu şuydu ki; Anna eskiden bir sanatçıydı ve herkes tarafından tanınıyordu. Anna, içeriden stüdyoya doğru yol aldığında genç kadını görenler, şimdiden kendi aralarında konuşmaya başlamışlardı bile. "O kaybolan kız bu muydu?" "Çok değişmiş." "Hayır, hala küçüklüğünün aynısı, annesi inanılmaz bir kadın." "Annesi kim?" "İnanamıyorum, bu kız ölmemiş mi? yaşıyor muymuş?" "O kız siz misiniz?" Dedi Hazal şaşkınlıkla. Anna, sakince yerine oturdu. "Evet." Bu, durumun içinden çıkılamaz bir hale getiriyordu saniyeleri. "Na-nasıl yani siz..." Dedi Kameraman. Konuşması yasaktı fakat adam bile şaşkınlık içindeydi. "Sizin söylediğiniz şarkıları hep dinlerdim küçüklüğümde, inanamıyorum." Programın izlenmesi, iki milyon izlenmeyi şimdiden aşmıştı. Evren neredeydi? "Annem Anastasya Acar'ı tanıyan, beni her halükarda tanır diye düşünüyordum." Anna yapay bir üzüntüyle dudaklarını büktü. Fakat az önce söyledikleri, saniyesinde sansasyon yaratmıştı. Anastasya, bu ülkede fazla mal kaçakçılığı yapan, bir çok kötü örgütle işbirliği yapan ve bu zamana kadar polislerin bile yakalamaktan korktuğu bir kadındı. Bir kadının aniden çıkıp o benim annem demesi ve annesine birebir benzemesi insanları dumura uğratmıştı. "Lavin'in yazdığı," eliyle Lavin'i işaret etti Anna. "Ana karakter benim. Ve evet. Hastane ile ilgili yazılan her sahne gerçek." Hazal, sinirden gülmeye başlamıştı. Eli ile saçlarını kaşıdı kadın. İnanamıyordu. "Yani siz, Açelya olduğunuzu mu iddia ediyorsunuz?" Anna gülümseyerek kafasını nazikçe salladı. Anastasya, bu görüntülerden sonra deliye dönecekti. Amaç da buydu zaten. Onu zayıf noktasından vurmaktı, insanlar tarafından linç edilmesiydi. "P-Peki öyle ise..." Kadın konuşamıyordu. Şoke olmuştu. Peki, öyle ise, kitapta kişilik bozukluğu yaşayan Canan-Candan karakteriyle kitapta yer alan kız kimdi? Her şey çok güzel ilerliyordu. Bir pürüz yoktu. Şimdilik. "Anna." Dedi Lavin. Korkuyla etrafa baktı. Anna, Lavin'in ses tonunu duyduğu anda kaşlarını çattı. "Burası neresi?" Dedi Lavin. Hayır Lavinya. "Lavin hanım," "Benim adım Lavin değil." Dedi genç kız ürkekçe. "Benim adım Lavinya." .... Bölümü nasıl buldunuz? Bu bölümde Anna ve Evren'i nasıl buldunuz? Işıl ve Lavin hakkında düşünceleriniz neler? Sizce Almira ve Anna aynı ekipte yer alırsa ne olur? Almira'nın bir anda gelip yaptığı strateji hakkında ne düşünüyorsunuz? Kitaba 90 oy gelene kadar bölüm atmayı düşünmüyorum. instagram: cdhikayeleri Yeni bölümde görüşmek üzere, hoşça kalın :))) |
0% |