Yeni Üyelik
3.
Bölüm

(2) Aynı Ekipte İki Düşman

@ceydadirlik

Keyifli okumalar!

 

 

 

 

 

"Benim yanımda senin ruhun eksik kalıyor olabilir, ama senin yanında benim ruhum tamamlanıyor Anna."

 

🍁

 

Bazen, hayatımın yüzde seksen beşinin trajikomedi olduğunu varsayıyorum. Ama aslında her şey, o yüzde on beşlik kısımda yatıyor. Çünkü gerçek beni ancak, o yüzde on beşin içinde görebilirler.

 

Mektupçum, benim aldığım nefes gibi, onu göremiyorum fakat, dibimde hissediyorum. Annemi dokuz senedir görmüyorum, fakat onu çok iyi tanıyorum. Kurtarıcımı seviyorum, fakat onu tam anlamıyla fazla tanımıyorum. Dedeme güveniyorum, ama benim hikayemin üstünü çizen ilk insan o. Ben ise bu yüzde on beşlik kısmın içinde çevremdekilerin beni görmesine, tanımasına, duymasına yardım etmeye çalışıp bunu başaramazken, Lavin'in yazdığı bir kitap; tüm ülkenin beni tanımasına vesile olabilecek mi?

 

Kendimi şu an sirkte gibi hissediyordum. Herkes heyecanla bize bakıyordu ve ben birazdan şapkamdan tavşan çıkaracaktım.

 

 

"Lavinya'mı?" Sunucu Hazal, kaşlarını yarımca çatarak bana döndüğünde Lavinya dev stüdyoda yer alan topluluğa ürkerek baktı. "Burası neresi Anna?" dedi ince soluklu bir sesle. Kahretsin, alışkın değildi. Ne yapacaktım ben? "En son hastaneye yeni atanan doktorla adadaydık. Niye hala hastanede değiliz?"

 

Duruma anında el atarak konuşmaya başladım. "Bilmiyor muydunuz? Lavin bir çift kişilikli." Soğuk kanlı olmak zorundaydım. Bu olayla annemin yaptıklarını gündem etmeye çalışacaksam eğer, bütün dikkati kendi üzerime almamalı ve sakin davranmalıydım. "Anna bunlarda kim?" Lavinya hızla ayağa kalktı. "Pardon anlamadım? Lavin, bu değil mi?" Gözlerimi devirdim. Herkesin anlayıp da sunucunun anlamaması sonucu damarlarımda kol gezinen sabırsızlıkla, "Hala anlamıyorsunuz değil mi?" diye bir zar attım ortaya. Lavinya evhamla arkama sığındı.

 

"A-ama nasıl-"

 

"Kurguda ki sahneler gerçek." Dedim tok bir sesle. İzleyicilerden çıkan ses kirliliği sayesinde etrafta yaygara koptuğunda gözlerim keskinleşti. Başım dik bir şekilde soğuk bakışlarımı izleyicilere çevirdim. "Annem, Anastasya Acar beni 13 yaşımda hastaneye attığında Lavinya, kiracısı olduğum acılara eşlik etti." Bedenimde hareket eden tek unsur önüme düşen uzun saç tutamlarımdı. "Fakat nasıl olur? Kurgunun her sahnesi mi gerçek?"

 

"Neden şaşırdınız ki?"

 

"Peki hangi hastane?"

 

Kirli zihnimin içinde aniden küçüklüğümü geçirdiğim, çocukluk anılarımla dolup taşmış ve acılarıma ev sahipliği yapmış o akıl hastanesi geldiğinde gözlerim usulca yere kaydı. Lavinya insanların bağırarak sorduğu sorular yüzünden ürkerek bana arkamdan belime sarılırken sunucu Hazal oturduğu yerden iletişim kurmak yerine yakınlığımız hakkında ilerleme kat etmek istiyor olacak ki dibimizde bitmişti.

 

"Kitapta sahnelenmiş pek çok yasadışı olay örgüleri de mi gerçek?" Bu sorulara cevap vermek makul değildi.

 

Lavin, her neredeysen, geri gelmen gerek kardeşim.

 

Kameralardan sorumlu adam kamerayı bırakıp, "Anastasya Acar öz çocuğunu neden hastaneye kapatma gereksinimi duydu?" diye sorduğunda, soru yağmuruna tutulduğumuz saniyelere geçmiştik. Şaşkınlığımı gün yüzüne çıkarmamıştım. İnsanlar inanamıyordu bu geçirdiğimiz hayatın içinde şahit olduğumuz olaylara.

 

"Mal kaçakçılığını anneniz ile birlikte mi yapıyorsunuz?"

 

Bu iş çok uzamıştı.

 

"Anna..." Lavinya'nın buradan gitmek istediğini belirten mimikleri ve ses tonuyla bedenimi ona çevirdim. "Gidelim hadi." Dedim naifçe. Etrafımıza insanlar üşüşürken ve cevabını vermemem gereken sorulara beni maruz bırakırken Lavinya bağırmaya başlamıştı. Hazal, kameramanlar ve bütün ekip işini gücünü bırakıp bu olayın canlı şahidi olmak isterken ben aralarından sıyrılmaya çalışıyordum.

 

Lanet olsun, dibimize kadar giren insanlar Lavinya'nın kriz geçirmesine yüz tutuyorlardı.

 

"Çift kişilikli olmak nasıl bir duygu Lavin hanım?" Lavinya'nın kolundan tutup kapıya yürümeye çalışırken kamerayı dibimize sokan reji flaş patlatarak resimlerimizi çekiyordu. "Bana dokunmayın!" Lavinya'nın yüzüne mikrofon uzattıkları esnada, buradan nasıl gideceğimizi düşünüyordum ki Evren, anında kapıdan stüdyoya Işıl ile birlikte dalarak etrafımızda çember oluşturan insanları elinin tersiyle itmeye başladı.

 

"Işıl!" dedi Lavinya ağlayarak. Bu çıkan siktiğimin curcunasında Lavinya'yı korumam ilk yapmam gereken şeylerin içindeyken bunu başaramıyordum! Havada uçuşan gürültüler öyle yoğundu ki...

 

Kurtarıcım, insanları çekinmeden elinin tersiyle iterken ilk yaptığım şey kalın koluna yapışmak olmuştu. Işıl, "Aşkım sakin ol, seni buradan çıkarmam için bana yardımcı olmalısın." Tarzı bir şeyler söyleyip Lavinya'yı götürmeye çalışırken Evren'in buraya gelmesi insanları daha da şoke etmişti.

 

"Evren Koraltan burada lan!"

 

"Onun burada ne işi var?"

 

"Anna Acar ile ne tür yakınlığınız var Evren bey?"

 

"Anna'nın hastanede olduğu teorisi doğru olduğu için mi Ali Acar kızını sildi?"

 

"Ali Acar'ın kızıyla uzun süredir konuşmadığı doğru mu?"

 

"Evren bey... Evren bey... Anastasya Acar'ın babası Ali Acar ile aynı örgütte yer alıyorsanız ve torunu Anna Acar ile bir bağınız varsa Anastasya buna nasıl sessiz kalabiliyor?" Kapıya bir kaç adımda vardığımız bu kısa zaman diliminde, sorulan soru kurtarıcımın dikkatini çekmiş olmalı ki duraksadı. İşte şimdi ağzından çıkacak kelimeleri merak etmiştim. O, sıradan bir adam değildi. O büyük bir örgütü yönetenlerdendi. Her hareketiyle insanların ona ayak uyması zorunluydu.

 

Dudakları kıvrıldığında duraksamanın getirisi olarak herkes susup bir yanıt beklerken kurtarıcım, beni arkasına alıp soruyu soran ve Evren ile aynı boyda olamadığı için kamerayı elleriyle yukarıya kaldırmak zorunda kalan şahsa baktı. "Anastasya Acar kızını küçük yaşta hastaneye kapatmıştır. Bunun üzerine babası yani benimle aynı rütbede olan örgüt lideri Ali Acar ise torununu yanına alıp kızını bir kalemde silmiştir."

 

"Peki Anastasya Acar gibi bir kadın buna nasıl sessiz kalabilir?"

 

Evren Koraltan, aklından ne geçiyor bilinmezdi. Bir sonraki hamlesini bilmeyi geçin, tahmin bile edemezdik. Değişik bir adamdı yani. Bu kendinden emin tavrı yüzümü istemeden gülümsetmişti. Ne diyeceğini bilmesemde, annemi delirtecek kelimelerin iki dudağının arasından çıkabileceğini biliyordum. Kameraya bakarak hafif, kibirli bir ifade yüzünde can bulduğunda Evren, "Buna sessiz kalıyor, çünkü onun bana gücü yetemiyor." Dediğinde elimi sıkıca tuttuğunu hissettim. Son cümlesi, tüylerimi diken diken etmişti.

 

Annemin bir şeylerden çekindiği bariz belliydi. Nedenini bilmiyorum ama, Evren Koraltan anneme söz geçirebiliyor, onu cümleleriyle güzel vuruyordu. "Gidelim mi?" Kelimesi döküldü dudağından.

 

Bu hallerini seviyordum. Bu adama gittikçe tutuluyordum. Her bir sözünde anlatılmak istenilen sırlar vardı ama Evren'in laflarını annemden başkası anlayamazdı. Kurtarıcım yakışıklı çehresini bana sunarken patlayan flaşlardan dolayı gözleri saniyede bir parlıyordu.

 

Ona tutulan gözlerimden bir ifade geçti sanki. Adlandıramadığım bir ifade. Devrilen bir kaç saniyenin içinde naifçe başımı salladığımda, büyük ve sıcak eli kolumda yer edindi ve beni direkt olarak kapıya yönlendirdi. Annem, Evren Koraltan'dan çekiniyordu. Neden?

 

Onun arkasında da büyükçe bir topluluk vardı. Onun da gücü, parası, yandaşları vardı. Peki buna rağmen neden kurtarıcıma yanaşamıyordu? Beni alamıyordu çünkü dedem de dahil Evren'den korkuyordu. Bunu az önce Evren'in 'Bana gücü yetemiyor' derken ki kibrinden yola çıkarak algılayabilmiştim. Evren her ne yaptıysa birilerine gözdağı verdiği ortadaydı. Hala ne iş yaptığını bana söylememişti. Ekipte ona verilen görevler sır gibi saklanıyordu.

 

Kapıdan içeriye girdiğimiz an kurtarıcım kilidi üstümüze vurduğunda editör odasında ağlayan Lavinya, "Anna!" diye bir çığlık nidası attı. "Neredeydin sen..." Hızla yanıma adımladı. Işıl ise onu sakinleştirememiş olmanın verdiği sıkıntıyla elini saçlarına daldırdı. "Geldim, buradayım." Sesim düzdü. "Neden bu-buradayız? o insanlarda neydi öyle Anna?" eldivenli elleri boğazına ilişti.

 

 

Ağlamaktan kızarmış gözlerine usulca baktım. "Lavinya-"

 

"Beni nereye getirdin sen Anna? Ben hastanede olmak istiyorum! Lavin de hiçbir şey yazıp not etmemiş!" Cebindeki not defterini alıp yere fırlattığında hafifçe irkilerek deftere baktım. Kafamı kaldırmama gerek yoktu çünkü kınayan bakışlarına hapsolmak istemiyordum. İlk defa bu denli sinirlenmişti çünkü geldiği her an kendini başka yerlerde buluyordu. Yeşillerimi ne açıklama yapacağımı bilemez halde onun bir nebze bile benden çekmediği mavilerine diktim.

 

"Bu adam kim?" Islak kirpikleriyle beraber elmas mavisi gözleri, sadece bilgisayarlardan sızan ışıkla aydınlatılmış odada parlarken Evren'e nefretle bakıyordu. "Niye dip dibesin sen bu adamla?" ince sesi öfkeyle harmanlandı. Dalgalı uzun saçlarını asık bir suratla izlerken beni yadırgadığını ama kalbimi kırmamak için düşüncelerine ket vurmaya çalıştığını biliyordum. "Hastaneye gitmek istiyorum."

 

"Ama ben gitmek istemiyorum." Dedim hızla. Yüzüm stabildi. İçimden bir his, buraya gelmemin ve saniyeler önce iyi bir iş çıkardığımı söylüyordu. Fakat bu durumları ona izah edebilmemin mümkünatı yoktu. Gözlerimde çalkalanan acıyla onun beni anlamasını diledim. "Ben gitmek istemiyorum da ne demek?" Sesi titredi Lavinya'nın. Gözlerinden sersem bir ifade geçti. Aramızda iki adım mesafe varken usulca başımı salladım. "Bir tanem..." Dedim fısıldayarak. Onaylamazca salladı başını. Dudaklarını bastırdı sinirle.

 

Farkındaydım. Kahretsin ki Lavinya'nın ne kadar hassas olduğunun farkındaydım. Siktir, kız bunu bilerek yapmıyordu ki! Hareketleri şuursuzcaydı ama her ne yapıyorsa, bunu kendisini korumak için yapıyordu çünkü o Lavin gibi büyümemişti. O sürekli aynı günü yaşıyordu.

 

Lavinya hep sekiz yaşındaydı.

 

"Beni hastaneye götürmeyecek misin?"

 

"Neden yanımda olmak istemiyorsun? ben sana hiç zarar verdim mi?" ondan güven talep ediyordum. Yine ve yeniden. "Sadece yanımda olsan Lavinya," masumca tebessüm edip bir adım attığımda geriledi. "Benden neden korkuyorsun bir tanem?" Işıl ve abisinden ses çıkmıyordu. Sanırım Lavinya'yı tanımaya çalışıyorlardı. "B-ben..." Mavileri bana ve arkama kayıyordu sürekli. Arkamda Evren vardı.

 

Kaşlarımı çattığımda baktığı yere, arkama döndüm; Evren sessizce ama pür dikkat bizi seyrediyordu. Kafamla yavaş hareketlerle işaret yaptığımda anlayışla bizden uzaklaşıp Işıl'ın yanına adımladı. Kızın kendisinden ürktüğünü anlıyordu ve buna tek kelime bile etmiyordu. Bir ağlama sesi kulaklarıma doldu. Lavinya, elinde tuttuğu Gökyüzü Kadar Yakın adlı kitabına sıkıca sarılıp ağlayarak başını önüne eğdiğinde ruhumdan bir parça kopmuştu.

 

O benim tek değerlimdi. Ağlamalarına dayanamıyordum. Fakat ben istemedikçe onun hıçkırıkları şiddetle artıyordu. "Sana vişne suyu almamı ister misin? pek seversin sen o içeceği ha?"

 

"İs-istemez!" Lavinya, Evren'e her baktığında bir adım geriliyordu. Sırtı duvarla buluştu, bacaklarındaki güç çekilmişçesine yere düştüğünde hızla yanına yönelip dizlerimi kırdım ve onunla aynı hizaya geldim. "Güzelim... Neden yapıyorsun böyle?"

 

"Böyle gördükçe dayanamıyorum ben..." Işıl'ın incelen sesini işittiğimde oda Lavinya'nın durumuna ağlıyordu abisine sarılarak. İfadesinde gördüğü manzaraya katlanamayan bir hal vardı. "Sezer Doktoru ara alsın beni." Dizlerini karnına kadar çeken Lavinya'ya döndüm. "Doktor Sezer bizi serbest bıraktı canım." Sesim ona beslediğim tutumdan ötürü yumuşaktı. "Serbest mi bıraktı?"

 

"Evet," Dedim neşeli bir sesle. "Biliyor musun biz iyileşmişiz, artık çok güzel bir hayatımız var bizim. Hayallerimiz gerçek oldu bak!" Eliyle saçını kulağının arkasına attı Lavinya. "Gerçekten mi?"

 

"Evet."

 

"Peki onlar kim?"

 

"Onlar bizim en iyi arkadaşlarımız."

 

"En iyi arkadaşın hani bendim?!" Yüzümü astım. "İlki sensin, onlar ikinci. Bak Lavin ile tanıştılar ama seninle tanışmak için can atıyorlar biliyor musun?" Işıl ile adadayken tanışmıştı fakat, Evren'den ölesiye korkuyordu. "Hadi gel, gidelim bak oturduğun yer çok soğuk hasta olacaksın."

 

İlk önce duraksadı, ardından başka yöne bakarak düşünmeye başladı fakat, kapının dışından bile insanların seslerini duyabiliyorduk ve kapıyı fena zorluyorlardı. "Biliyor musun kuzenin Eymen'de geldi, evde seni bekliyor hatta." Bu, merakını cezbetmiş olacak ki masumca bana baktı. Kuzeni ile arası çok iyiydi. Bu nedenle siyah eldivenli ellerini kalkmak için bana uzattığında elini tutup kalkmasını sağladım. Evren, kız ürkmesin diye ilk o çıktı kapıdan.

 

Aradan geçen süre zarfında helikoptere binmeden Lavinya gitmiş, Lavin gelmişti. Sinirden gıkını bile çıkarmıyordu. Ben en önde Evren'in yanında oturuyordum. Işıl arkada pencere kenarında sessizce göz yaşlarını siliyordu. Bense bir anlığına, kurtarıcım ile göz göze geldim. Altın harelerinde bana acırmışçasına bir ifade peyda oldu. Sanki yıllardır hastanede olmamın üzüntüsünü duyuyormuş gibi.

 

Sanki, hastanede nelere karşı mücadele ettiğimi tahmin edebiliyormuş gibi.

 

Araç köyün büyük arazisinde durduğunda aşağıya indik. Her zaman ki gibi mutlu başladığımız her günün sonu fena bitmişti. Ama sinirli değildim. İnsan kardeşine nasıl sinirlenebilir ki? "Lavin, istersen kasabaya gidip bir şeyler gömelim-"

 

"İstemez." Lavin'in sert sesi kalbimi buza döndürürken, Işıl'ın ise cümlesinin yarıda bozulmuştu. "Bi sen eksiktin." Dediğini duydum herhangi bir yere odaklanarak. Elimi bıkkınlıkla uzun düz saçlarıma daldırdığım esnada, Işıl'ın az önceki ifadesinden eser kalmadığını ve kurtarıcımın da aynı yeri izlediğini gördüğümde elimi saçlarımdan çekip hızla arkamı döndüm.

 

 

Kaya gibi bir ifade yüzümü ele geçirdi. Dedemin arazisinde durması sinir kat sayımı yükselten, yüzünü en son gökyüzüne bakarak çizdiğim kadın kadrajıma bomba gibi düşünce kaşlarım ışık hızında gözlerimin altına indi. "Bu hain burada ne halt ediyor?" Işıl'ın ses tonu gittikçe değişiyordu. Gözetmekten bile tiksindiğim tek manzara, kokusu sayesinde güllerden nefret ettiğim kadınla dedemin yan yana oluşuydu sanırım.

 

Almira, dedemin evinin önüne kurulmuş masaların yanında bir yerde ayakta durmuş, kim bilir hakkımızda neler söylemişse dedemin bakışlarının beni bulmasını sağlamıştı. Onunla en son diyaloğumuz bir akıl hastanesinde geçmişti.

 

"İrem'in seni sürekli övmesini hiç anlamamıştım biliyor musun? Meğersem o Anna senmişsin."

 

"Ah gerçekten, sürekli senden bahsederdi."

 

"Hala onun tedarikçisi olduğumu bilmiyorsun değil mi?"

 

"Bilmece gibi konuşup durma, zamanım yok."

 

"Diyorum ki, eskiden benim verdiğim haplarla bir bağımlıya dönüştüğünü bilmemen ne acınası."

 

Bu kadını görünce, kan beynime sıçrıyordu. Altında beyaz mini eteği ile, üzerinde Evren Koraltan'ın siyah kabanı vardı. Bu kadının derdi belirsizdi. Fakat sağlıklı bir bireye benzediğini kimse söylemezdi ama sürpriz!

 

Bende sağlıklı bir birey değildim.

 

Özellikle Lavin'e karşı ağzına sürdüğü o iğrenç laflardan sonra, onunla yıldızımızın barışması imkansız ötesiydi. "Onun dedemle hiçbir işi olamaz." Sesimde öfke kusan pürüzsüz bir tını vardı. Hızla yanlarına adımladığımda Lavin, "Birde bizim masamıza oturmuş..." dedi tıslarcasına.

 

Ben adımlarımı sağlam atan bir kadındım. Kimsenin, özellikle aileme zararı dokunabilecek potansiyelde olan birini dahi aramızda görmekten hoşnut değildim. Benim attığım adımlar, onun adımlarıyla tekabül ediyordu. Ben ona doğru gelirken Almira'da bana doğru geliyordu ve birbirimize karşı taze tuttuğumuz bu lanetli tutum iyiye işaret değildi.

 

Pek bir uğraşa girmeye meyilli olmadığımdan bir kaç adımda durdum. Dibime kadar gelebilme faaliyetini gösteren Almira'nın "Seni uyarmıştım." Kelimeleri firar etti mat kırmızısı dudaklarından. Kahve gözlerinde belirmiş kıskançlıkla kendisi bile baş edemiyordu. Onu ilk gördüğüm gün bana "Evren'e karşı yaklaşımın böyle devam ederse olacakların sorumlusu sensin." Demişti.

 

Kaşlarım alayla havaya kalksa da yüzümde pek bir mimik oynamıyordu. "Böyle devam etmedi ki," omuzlarımı havaya kaldırdım. "Vardığım noktada durmadım. Direkt olarak ailenin içine girdim."

 

Cümlelerimin etkisi onda ağır basmış olacak ki gözlerinde yanan çınar ateşini gören tek kişi bendim. "Benimle nereden geldiği belli olmayan bir cesaretle konuşamazsın sen." Sesi sertleşmişti. "Küstah." Anlamayarak kaşlarımı çattım. Sesindeki tonlama, içinde cereyan eden ateşi temsil edercesine kinliydi. Dedelerimiz ve benim ekibim yanımıza ulaştığında Işıl bir anda Almira'nın omuzlarına vurarak kadını geriletti. "Sen ne yüzle buraya gelirsin?" dediğinde Işıl'da Almira'ya karşı henüz bilgilendirilmediğim bir nefret vardı.

 

Bu öyle bir nefretti ki, gül gibi kızın açık kahve gözleri kararıyor, gözlerinden kıvılcımlar çıkıyordu. "Almira'ya böyle davranamazsın, topla kendini!" Kartal, bütün araziyi dolduran kalın bir sesle bağırdığında Işıl kendini zor tutuyordu. "Kesin sesinizi! bu ne cüret!"

 

"Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz!" Dedelerimiz araya girince hepimiz susmuştuk. Lavin, arkama geçtiğinde birkaç adım ötemizde Kartal ve Işıl'ın birbirlerine attığı ölümcül bakışları izliyorduk. Almira, ifadesiz bir şekilde abisinin tutuğu eline bakarken Işıl, Almira'yı parçalamak isteyen bir hırsı ceket gibi üzerine giyinmişti. "Ben, ne ekibimde ne de örgütümde; bizi satan ve beş kuruş etmeyen bir değerde olan bu kadını istemiyorum!"

 

Vay canına, Işıl'ı ikinci kere bu ölüm soğukluğunda görüyordum. Yine aynı kişiye karşı tepkisinden ödün vermiyor, geri adım atmıyordu. Ne yapmıştı bu kadın? Işıl gibi bir kişiliği dahi zıvanadan çıkaracak ne sebebi vardı?

 

Bu her neyse, onu kimsenin istemediği aşikardı.

 

Kartal'a laf edemezdik. Sonuçta adamın kardeşiydi ve maça gittiğimiz gün de aynı özenle kardeşini ölesiye savunuyordu. "Oda sizler gibi bu örgütün bir parçası!" hırıltıyla konuşmaya başladığında Işıl'ın yakalarını tutup silkeleyen Kartal'ı görünce Lavin, Işıl'ı korumak adına bir adım atmıştı ki hemen yanında duran kurtarıcım kolunu Lavin'in önüne uzatarak ona mani oldu. "Karışmayın, bu ikisi arasında bir tartışma."

 

"O OLDUĞU SÜRECE, BENİ UNUT KARTAL-"

 

"KES SESİNİ!" Kartal'ın sesi Lavin'in ve benim irkilmemize yettiğinde Almira'nın bıyık altından güldüğü gözümden kaçmamıştı. Yüzü yere eğikti. Abisi ve kuzeninin arasında buz tutmasını sağlamışken birde suçsuz kızı oynuyor ve bundan keyif mi alıyordu?

 

"Ben bu kızı gebertirim ama." Bir anda üstüne yürümeye yeltenip atacağım tokadı Kartal muazzam bir refleksle yakalamıştı. "Sen bana saldırmaya bile kalkamazsın!" Almira'nın sert sesine eklenmiş ilave bir kibir vardı. Ondan bana gelen bir hamlede bu sefer Evren'in elleri Almira'nın omuzlarında yer edindi. "Görmüyor musun Kartal? bilerek yapıyor." Lavin'in buz gibi sesi Ali dedem için bardağı taşıran son noktaydı.

 

"Yeter artık! sen ne yaptığını sanıyorsun?" Kolumdan tutup beni sinirin vermiş olduğu rehavetle kendine sıkıca çeken dedeme karşı dilim lal kesildi. "Yarın bir gün biz olmadığımızda, bu örgüte böyle mi sahip çıkacaksınız siz!?" Ufuk dede Almira'ya kırgınca baktı.

 

Torununu seviyordu. Gözlerinde Almira'ya karşı bir kırgınlık vardı. Okuyabiliyordum ifadesini. Lakin ne olursa olsun, benim düşmanımla yakın arkadaş olan ve zamanında uyuşturucuya bağımlı olmamı sağlayan etkenlerin arasına karışmış bu şahıs; benim alanımda barınamazdı.

 

Ben o maddeyi tüketmediğimi kanıtlamaya dair ne savaşlar verdim. Kaç kere o lanet olası zifiri odalara kapatılıp kaç gece aç kaldım ben? Yemek için ağladığımı hatırlarım ben be.

 

"Kimden alıyorsun şu zıkkımı söyle işte Anna!"

 

"Yemin ederim ben tüketmiyorum! neden inanmak istemiyorsunuz bana?"

 

"Öktem, elektriğin volümünü altıya çıkar."

 

Sıkıca yumdum gözlerimi, işkence çektiğim her günün şerefine. Ama hayır. Ben Anna'ydım. Değiştim ben. Yeniden doğup, yeniden açtım gözlerimi bu hayata. Almira kaos mu istiyordu? seve seve.

 

"Görmüyor musunuz bana sataşmak için yer arıyor." Dedi Almira, Kartal'ın arkasından beni karalamaya çalışıyordu. "Yüzüme attığı bu iki bıçak darbesi bunun kanıtı." Histerikçe gülümsedim. "İmzamı iyi taşı." Dediğimde Kartal sinirli ifadesini bana çevirdi. "Onun yüzündeki faça izlerinin sahibi sen misin?" Kendimi açıklamak zorunda değildim. Madem ben bu örgütün en önemli üyelerinden biriydim; O zaman benim icraata döktüğüm her eylemin arkasında yatan bir sebep olduğunu bilmeleri gerekti.

 

Fakat Lavin'in daha fazla sessizliğine ket vurmasını bekleyemezlerdi değil mi? "Sana her haltı şikayet eden kardeşin, Anna için uyuşturucuyu İrem'e kendisinin verdiğini söyleme zahmetinde bulunmadı mı?"

 

"Yalan söylüyor, İrem kendisi içmek istediğini söyleyince ben de veriyordum."

 

Kartal: Kes sesini.

 

Ben bu bencilliğin karşısında tek kelime dahi etmeyecek, kendimi yormayacaktım. Sahadan çekilip kimin kiminle taraf olmasını da izlemeyecektim. Ama ne olursa olsun, bu kadın benim alanımda olduğu sürece rahat da durmayacaktım. "Örgüt liderinin torunuyum ben. Bu kadın bana zarar verdiyse, bedelini ödeyecek." Lavin ile aynı anda kıkırdadık.

 

 

Onu kimse bilgilendirmemişti değil mi?

 

Ne acı...

 

"Bu biraz geç bir tanışma ama, bu gerçeği değiştirmez." Başım dik bir şekilde Almira'ya doğru adımladım. Kırmızı gül kokusunun buram buram burnuma gelmesi onun yanına yaklaştığıma işaretken büyük bir egoyla kulağına eğildim. "Çünkü ben Ali Acar'ın öz torunuyum, Almira Koraltan." Bütün eforumu, onun şaşkınlıktan açılmış koyu kahve gözlerini sabaha kadar izlemek adına harcayabilirdim.

 

"Sana kimsenin bir şey dememesine üzüldüm ama bir saniye," bir şey hatırlamışçasına şaşkın bir ifadeye büründüm. "Abinden başka kimse iletişim kuracak kadar sevmiyordu seni, değil mi?"

 

Sesim anlaşılmak istenecek kadar net, bakışlarım küçümseyiciydi. Kimsenin seviyesi, benden üstün değildi. Olamazdı. Hayatım bu örgütün içine çok sonradan atanmış olsa da, ben bu ailenin en önemli üyelerinden biriydim ve bu gerçeği kimse yalan dolana çeviremezdi. İki dudağımın arasından çıkanlar, Almira'nın elini kendisine ait olmayan kabana atmasını sağladı. Koyu kahve gözler Evren'e kaydığında Evren'den ses çıkmıyordu.

 

Almira bozuntusuyla yüz yüzeyken kafamı çevirip Lavin'in arkasında durmuş bizi izleyen kurtarıcıma baktım.

 

Ellerini göğsünün altında birleştirmiş ve kendinden emin bir duruşla buraya bakan Lavin'in hemen arkasından kaşlarını çatmış vaziyette burayı izliyordu.

 

Boyundan dolayı Lavin'in önüne gölge olmuş bu iri yarı adamın kehribarlarında kasırgalar kopsa da, yüzümde beliren tehditvari tebessüme karşı koymak karakterim açısından haddime değildi. Hıhh.

 

🍁

 

İlahi Bakış Açısı.

 

Kader çarkları durmuştu. Artık her şey, tercihlerden ve tutulan taraflardan ibaretti.

 

Almira Koraltan, o bir hırs makinasıydı. İstediği olana kadar durmayan tarafı içinde bir yerlerde kış uykusundan uyanmışa benziyordu. Dolgun, mat kırmızısı dudakları kendini belli ederken parıldayan gözlerinde yansımış, hedef haline şimdiden getirmiş olduğu kişi Anna Acar'dı.

 

Anna, uzun düş saçlarının rüzgarda ahengle dalgalanmasına izin vermiş bir vaziyette bu gece, Ali Acar'ın torunu olduğunu bir kez daha hatırlatarak Almira'ya su altından sessiz ama güçlü bir gözdağı vermişti. Cumartesiyi pazara bağlayan bu kudretli gecede, yıldızlar Anna ve Almira adına parlıyordu. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.

 

Almira Koraltan, küçüklüğünden beri müptelası olduğu adamın karısını rahat bırakacak kadar sakin bir yapıya sahip değildi. O, konu sevdiği adamsa sonuna kadar savaşmaya hazır bir asker gibiydi. Şayet onu kimse küçümseyemezdi. Almira zamanında, bu örgütün en iyilerindendi. Kusuru ise abisine aşık olmaktı. Bu zaafını kapalı kutunun içinde saklı bir sır gibi saklarken aslında, Evren her şeyin farkındaydı. Lakin kardeşine bunu yedirememişti. Anneler farklı olsa da, aynı babadan gelmişlerdi. Onlar üvey değil, öz kardeşlerdi.

 

Uzun turuncu saçların sahibini alaşağı etmek için şimdiden sabırsızlanıyordu.

 

Anna ise, inatçı olduğu kadar intikamcı bir kadındı. Onun Almira gibi uğraşmasına gerek yoktu. O istemeden Evren Koraltan'ı kendi okyanusuna çekmişti ve aynı zamanda yapacaklarının bir sonu yoktu. O sınırsızdı. Almira ile nur topu gibi doğan bu husumetten şikayetçi değildi. Tam tersine, bunu kafasında bir oyun haline getirmişti çünkü Anna şimdiden Almira'ya bilenmişti. Bazı şeyleri zihninde kabullense de kendisine yapılanları unutmazdı. İrem'in yakın arkadaşı ve maddeyi temin edenin Almira olması fakat en önemlisi, Lavin'i zamanında hassas noktasından vurup Evren'i kendisinden kıskanmasını zihninin içindeki deftere kırmızı harflerle not etmişti Anna.

 

Anna gibi bir kadını tanıyan bilirdi ki Anna, değil intikam alacağı zaman; gözü biraz bile dönse pimi çekilmiş bir bombaya dönüşürdü.

 

Fakat bu hikaye henüz Almira'yı sayfalara dökmemişti.

 

O nasıl bir kadındı? Neler yapabilir, ne kadar ileri gidebilirdi?

 

Evren Koraltan, bunların hepsini düşünmüştü. Kehribarları iki kadın arasında gidip gelirken önümüzdeki günlerin tatsız geçeceğinden ziyadesiyle emindi.

 

Peki şimdi ne olacaktı?

 

Evren Koraltan, henüz yeni evlendiği ve daha bugün teklifte bulunduğu kadın Anna Acar'ın mı tarafını seçecekti, yoksa kardeşini seçip onu ekibine dahil mi edecekti?

 

Ya da, bir seçim yapacak mıydı?

 

Kader çarkları durdu. Artık her şey, tercihler ve tutulan taraflardan ibaretti.

 

🍁

 

 

Anna'dan.

 

Günün geri kalan saatini ormanın içinde yer alan gölde harcamak istedik. Ali dedem bana tek kelime bile etmemişti. Onu hayal kırıklığına uğratmıştık. Gözünden düşmüştük. Bu bugün canımı sıkan şeyler arasında listenin başındaydı. Bize koşulsuz değer veren tek değerlimiz dedemizdi.

 

"Nasıl sakin kalabilirim ki? programın ortasında mı geleceği tuttu hanımefendinin?" Lavin, kısık ama her zaman ki Lavin tonuyla hafif buz tutmuş göle bakarak telefonda Eymen ile konuşuyordu. Pijamalarımızı giyip buraya üşüşmüştük.

 

"Benim için çok önemli bir programdı. Anonim bir yazar olarak kalmalıydım. İsimsiz olarak kitabımın reklamını sosyal medyadan yürütebilirdim..." Lavin bir kolunu göğsünün altına katmış, diğer eliyle de telefonu kulağına dayamış vaziyette göle bakıyordu.

 

 

 

Mevzu bahis kitabı olduğunda hep böyle oluyordu. Kuzeni Eymen'e her şeyi anlatırdı. "Lavinya'dan nefret ediyorum." Dediğini duyduğumda uzandığım yerden gökyüzüne bakarken kaşlarımı çattım.

 

Ben Lavinya'yı seviyordum bir kere.

 

Sosyal medyada gündem olmuştuk bugün. Daha fazla yorumları okumak zaten ziyadesiyle zedelenmiş olan akıl sağlığıma iyi geleceğini düşünmüyordum.

 

"Yok Artık! Küçükken yıldızı hızla parlayan Anna Acar, bir akıl hastanesinde yaşıyormuş!"

 

"Ülkenin en iyi örgütlerinden biri olan Acar ve Koraltan'ların topluluğu Anna'yı annesinden mi korumaya çalışıyor? Evren Koraltan ile aralarında hissedilen bu elektrikte neyin nesi? Türkiye'yi kasıp kavurmuş Fransız güzeli Anastasya Acar, öz kızını neden hastaneye attı? Gökyüzü Kadar Yakın aslı kitapta geçen sahneler doğruysa, Anna Acar'dan yakın zamanda bin intikam haberi mi alacağız? Anna Acar hastanede işkence görmüş olabilir mi? İlginç Yazarımız Lavin Acar, Ali Acar tarafından sonradan bir şekilde aileye resmi olarak dahil olduysa kitapta geçen aynı sahnelerin gerçekliğe dair unsurları mı mevcut? Evren Koraltan'ın himayesinde ve dedesinin kanatları altında duran Anna Acar hakkında bu zamana kadar hiç ses etmeyen Anastasya, kızında görülen mücevheri neden görmezden geldi? Anastasya Acar, kızını kıskanıyor olabilir mi?"

 

Bilmem, olabilitesi var mıydı?

 

O kadar fazla yorum atılmıştı ki, hayal dahi edemeyeceğimiz tahminler, teoriler havada uçuşuyordu. İnstagram hesaplarımıza doluşan takip istekleri, dolan mesaj kutumuzdan sonra platformu sessize almıştık. Ben bu yorumların tesirinde kalabilecek birisi değildim. Sadece şu an, zihnimi ele geçiren bir başkası vardı.

 

Aradan geçen on-yirmi dakika sonra, Lavin yanıma ceketini serip uzandı. "Bir an önce son osmanlının gönlünü almamız gerek." Dedi benim gibi gökyüzüne bakarak.

 

Aynı anda kıkırdadık.

 

"Ciddiyim." Derin bir nefes verdi Lavin, yıldızları izliyordu. "Normal bir aile değiliz ama bizim normalimize göre olsa yıkar geçerdi." Nefesimin altından güldüm bu sefer. "Öyle." Dedim gözlerimi kapatarak. "Ne düşünüyorsun?" Kafamın altında birleştirdiğim ellerimden biriyle kafamı kaşıdım. Saçlarım uzuyordu. Ve kalçama kadar uzun olsa da asla kesip kıyamazdım.

 

"Sana bir soru sordum." Lavin'in kendisine bile göstermediği tahammülü bana hiç göstermeyeceğini bilerek yumduğum gözlerimi açtım. Ciğerlerime uzunca bir nefes çektim ve dudaklarım aralandı.

 

"Gece'yi düşünüyorum."

 

Sessizlik.

 

Lavin'in uzandığı yerden mavilerini bana çevirdiğini hissettim. "Sezer'in dediği kadarıyla yüzüne atılan kezzapın sorumlusu benim." Rahatsızca yerimde kıpırdandım. "Her uyuduğumda rüyalarıma giriyor..."

 

O kadının yüzüne atılan asitten sonra iliklerine kadar hissettiği acının sebebi benken, hastanede bir tek bana sarılıp beni sevmesi canımı yakıyordu. Canımı yakıyordu çünkü kadının harap olmuş yüzünün katili bendim. "Sen hiçbir konunun sorumlusu değilsin Anna." Dedi Lavin, katı bir sesle. Bana bakmak için kalktığından dolayı bir dirseğini toprağa yaslamış, hafifçe yüzüme eğilmişti. "Bu olanların suçlusu sen değilsin. Unuttun mu? yaşadığın yer senin kaderindir."

 

Birbirimize bakarak masumca gülümsedik.

 

Akıl hastanesinde onu teselli etmek için sarf ettiğim sözleri şimdi o bana karşı kullanıyordu. Aklına takılan bir unsur varmış gibi gözündeki saniyelik neşe söndüğünde kalkıp bacaklarını kendine yarı yarıya çekti. "Günahsız olduğumuz perspektifinden düşünecek olursak Almira gibi bir şeytanın bize bulaşması benim açımdan iyi olmadı." Dumura uğrayarak dirseklerimi toprağa yaslayıp hafifçe ayaklandım ve uzandığım yerden Lavin'e baktım.

 

"Biz mi günahsızız? kızım biz kilisede içtik içtik!" Bunu dememi beklemiyor olacak ki küçük çaplı bir kahkaha attı. "Hatta sen birinin kalbini söktün, hatırlatırım."

 

"Ay hatırlatma, sus."

 

"Yalan mı?" Yüzündeki gülümseme atmosfere karışmadan hızla oturur bir pozisyona geçtim. "Almira bozuntusu bizim cezamız, Lavin. Tanrının bize vahiyle indirdiği özel bir ceza bu." Alayla karışık bir nefes çektim içime. "Ama hakkını verelim, Kartal kardeşide olsa sana tek kelime laf etmedi."

 

Gözümden kaçmadığının farkında olmayan, istemsiz ve bilinçsiz sıcak bir tebessüm yüzüne yayıldı. Sonra toz olup etrafa karıştı o sıcak tebessüm. "Neden Kartal'ın kardeşi ki..." Sanki bu cümle, kendisinden bağımsız firar etmişti dolgun pembe dudaklarından. Söylediği şeyle ikimizin de gözleri açıldı.

 

"Lavin sen-"

 

"Sus, tek, kelime, dahi etme."

 

"Lavin sen bu adamdan hoşlanı-"

 

"Sana sus dedim!" eldivenli elleri omuzlarımı kavradığında hızla yere serildim. "İnanmıyorum lan!"

 

"Yok öyle bir şey!"

 

İşaret parmağını ben gülerken gözümün önüne getirdi. "Oyarım o gözlerini!" dedi sinirle. "Ama bu gerçek!" gülmemi durduramıyordum. "Hem ben kim, birini sevmek kim!"

 

"Dedi Gökyüzü Kadar Yakın'ı yazıp aşık bir çift kişilikli karakter oluşturan kadın."

 

"Seni varya!"

 

"Tamam tamam!" Hızla üstüme çıkıp beni boğazlamaya kalktığında neye uğradığımı şaşırmıştım. "Hem sen önce kendine bak, evlenmek ne lan! maytap mı geçiyorsunuz benimle!" Gülmem kahkahaya dönüştüğünde, o buna daha fazla dayanamayıp üstümden kalkmıştı. "Ben gidiyorum." Dedi sert bir sesle.

 

"Nereye?!"

 

"Cehennemin dibine!"

 

Gülmeye devam ederken ormanın derinliklerine giren Lavin'i artık zor görüyordum. "Bana da bir bilet al!" diye tüm gücümle bağırmıştım. Hala gülüyordum. Onu sinir etmek hoşuma gidiyordu.

 

Burada oturmanın sinirimi dindirdiğine kanaat getirdiğimden, göl kenarında biraz daha vakit geçirmeye karar verdim. Üzerimdeki hırka beni yeteri kadar ısıtmıyordu. Arada titriyordum ve birkaç dakika boyunca dinmeyen titremelerimle etrafa bakındım. Paketini burada unutmuştu. İçinden çakmak ve bir dal sigara alıp iki dudağımın arasına sıkıştırdığımda sigaranın ucu ateşe değdiği anda, arkamdan önüme uzanan kaslı bir kol görünce irkildim.

 

"Allah!"

 

Sigarayı dudaklarımdan naifçe çekip kendi dudaklarına yerleştiren kurtarıcımın kehribar rengi gözleri karanlıkta parlarken ayakta durmuş bana üstten bakıyordu. Bugün şahit olduğu manzaradan sonra ona ne diyeceğimi bilemediğimden, ürkmüş ifadem tuzla buz olmuş, yerini sessizliğin hüküm sürdüğü bir mahcubiyet almıştı. Gözlerim göle bakmaya ısrarcıyken yanıma oturdu.

 

Sessizlik...

 

Kafamı çevirip ona baktığımda kollarını karnına yarımca çekmiş olduğu bacaklarına yaslamıştı. "Bana yalan söyledin." Dedi düz, pürüzsüz bir sesle. Hindistan cevizi kokusuyla sarmalanmış iri yarı bedeni beni küçük gösterirken kaşlarımı çattım. "Söylemedim." Sesimde inkar etmeye sonuna kadar bağlı bir tını vardı. "Anna." Dedi kısık bir sesle kehribarlarını bana dikerek.

 

Gözlerimi kendisinden çektim. Ona güvenmek istiyorsam, bana güvenmesini sağlamalıydım. Bu onun kırmızı çizgisiydi ve ben Almira'nın yüzünü çizdikten ve kadına zarar verdikten sonra bundan ona hiç bahsetmemiştim. "Söylemedim. Evet." Dedim bir an da bedenime yüklenen sinirle. "Çünkü merak ettim," hızla ona döndüm. "Bana sormadan beni yargılayacak mısın ya da ruh hastası olsa da kardeşine inanacak mısın merak ettim."

 

"Anna-" Dedi Evren, söylediklerime kızacakken lafını kesim. "Ama öyle," diye direttim. "Kadın bildiğin ruh hastası, benim değil onun yatması gerekiyor ben niye kim vurduya gittiysem bu zamana kadar!"

 

Bana karşı o kaşlar bu gece hep çatık duracaktı. Biliyordum. "Sana güvenebilmem için bana hiç gerekçe vermiyorsun, turuncu kafa." Omzuma atılan kabanla anında ısındığımda, hiç utanmadan kabanı giyinmeye başladım. Ve evet, adamın kabanını giyerken bile hakaret etmekten gocunmadım. "Ben sanki sana çok güveniyorum. Güvenilmezsin! Teknik olarak benim kocamsın ve evlendiğimi bile haberimin olmadığı kocamdan duydum ben." Kabanı büyük bir hırsla giydikten sonra hızla ona döndüm. "Yani senden!" Dedim onu işaret ederek.

 

Başım yukarı kalkıyordu ona her bakmak için eylemde bulunurken. Adamla otururken bile aynı hizaya gelemiyorduk. Bir kere burada bile tutarsızdık biz canım!

 

Son sözlerim onu azda olsa gülümsetmişti. "Ne varmış halimde?" dedi alayla gülümseyerek. "İşte ben de onu soruyorum. Ne var? yok yok yani sende. Bir de bana bak." Hayatı sorgular gibi üstüme başıma baktığımda bu sefer seslice güldü. "Gurur yapmama gerek yok sevgili kurtarıcım, senin yanında benim ruhum eksik kalıy-"

 

Bir anda, anlamadığım bir hamle ile belime dolanan kolları beni kucağına aldığında neye uğradığımı şaşırmıştım. "Dur, ne yapıyorsun-" ağzımdan çıkan ses içime geri kaçmıştı çünkü, kurtarıcım alnını alnıma yaslamıştı.

 

Sessizlik...

 

Bunu beklemediğimden dilim birkaç dakika konuşma becerisini kaybetti. Fakat onun dili, bugün çözülmüşe benziyordu. "Benim yanımda senin ruhun eksik kalıyor olabilir, ama senin yanında benim ruhum tamamlanıyor Anna."

 

"Bugün kolundan tüfekle vuruldun, ağırlık kaldırmaman gerek."

 

"Sen benim için bir ağırlık değil, hafifleticisin."

 

"Hiç akıllanmıyorsun değil mi?" diye fısıldadım gözlerim kapalıyken. "Seni benim yanımda gören herkes seni yaralıyor, fakat hiç ders almıyorsun." Lavin onu tüfekle vurduğunda kanayan kolunu görünce ondan çok benim canım yanmıştı ama adamda mimik dahi oynamamıştı. Dedem aynı yatakta yattığımızı öğrendiği vakit kurtarıcımın alnına siyah dayadığında bile halinden memnundu. Kolları daha sıkı bir hale geldiğinde bana sarıldığını hissettim.

 

"Çok özledim bu yasemin kokusunu." Dedi fısıltılı bir sesle yüzünü boynuma gömerken.

 

Sesinde bir miktar hasret sezmiştim. Göz kapaklarımı açmadan elimi ensesine attığımda diğer kolum istemeden geniş boynuna sarıldı. Biz normal olmayı başaramıyorduk ama uzak kalmayı da beceremiyorduk. Evren'in yanında güvende hissediyordum. Sanki onun yanında bana kimse bir şey yapamaz, zarar veremezdi. En çok onunla kavga ediyordum. En çok onunla anlaşamıyordum ama beni en çok o anlıyordu.

 

"Bir daha," dediğini duydum sertleşen sesiyle. Sımsıcaktı. Yüzünü boynumdan çektiği vakit gözlerimi açıp kirpiklerimi kırpıştırdım. "Bir daha sakın kendini benim yanımda eksik görüp, küçümseme turuncu kafa." Büyük eli çenemi kavradı. "Sana ne olursa olsun bana anlat demiştim. Ve bir daha da, seninle alakalı bir mevzuyu senin ağzından duymak yerine bir başkasından haber edinirsem; bu kadar sakin kalmam. Biliyorsun." Beni sert bir sesle ama kibarca uyardığında bir şey demeden ona baktım ve kafamı peki anlamında salladım.

 

 

Aradan bir yarım saat geçmişti. Ve biz bu pozisyonda kalmaya devam ediyorduk ki benimde hoşuma gidiyordu ama, Evren'nin: "Bir kere öpmek istiyorum." Demesi üzerine bütün fabrika ayarlarım birbirine girmişti. "Olmaz." Dedim tamamen katı bir sesle. "Olur olur." Tam kalkacağım esnada çenemden tuttuğunda direndim, "Sapık mısın be adam! istemiyoruz işte!" elimle ağzımı kapattığımda diğer eliyle elimi tuttu. Bende diğer elimle kapattım dudağımı.

 

"Hayır dedim!"

 

"Debelenme!"

 

"Ya Evren-"

 

Bir eliyle iki elimi tuttuğunda, kafamı büyük bir güçle sağa çevirdim. Her kapıyı zorluyordum, arkadaş. "Biz böyle iyiyiz iyi."

 

"Değiliz değiliz!" diye konuştu kurtarıcım, dudağımı sabit tutmaya çalışırken ama bunu benden dolayı başaramazken. Aslında isteğine şimdi kavuşabilirdi ama, canımı yakmaktan korkuyordu çünkü gerçekten de onun gücüyle benim gücüm bir değildi!

 

Kahretsin, eşitlik istiyorum Tanrım!

 

Ellerimden birini kurtarıp onu boğazlamaya çalışırken, "Hem dedem rujumun bozulduğunu görünce anlamayacak mı sanıyorsun sen-" demiştim ki kurtarıcım, "Bir şey olmaz, zaten bu renk çok yakışmış sana sürekli kayıyor gözüm dudağına! kırmızı... Cadıya dönmüşsün!" elinin tersiyle rujumu silmişti manyak herif!

 

"Ya Evren!-" Ben bu makyaj için çok zaman harcamıştım bir kere!

 

İşte berbat son. Beni yere serip ellerimi sıkıca tutan bu iğrenç ötesi vahşi herif, çenemi sıkıca kavradığında ve yüzüme yaklaştığında bir tuhaf olmuştum. Az önce üşüyordum. Şimdi sıcak hissediyordum. Havanın derecesi mi değişti ne?

 

"Nasıl olsa istediğin olacak ya da olacak değil mi?" Evren muzipçe sırıttığında kaşlarımı çattım. Allah'ım zorla rehin tutuluyorum burada. Evren bana biraz daha yakınlaştı. Vay canına, bu adamın gözleri ciddi ciddi parlıyordu. Lens falan mı takıyordu acaba?

 

Şu saniyelerde düşündüğüm şeylere bak! Allah'ım ben niye böyleyim ya?

 

Fakat sonrasında bir şey oldu, benim ruhum içimden çıkmadan hemen önce, Evren muradına ermeden, ben travma yaşamadan hemen önce, telefonum çalmıştı. Ve arayan Ali dedemdi. Büyük bir zafer gülümsemesi attığımda Evren homurdandı. "Ulan var ya!" dedi dişlerinin arasından. Ellerimi özgür bıraktığı anda telefona sarıldım. "A-alo?" dedim çaresizce.

 

"Alo Zeynep? kızım nerede kaldın sen? Lavin geldi sen yoksun."

 

Evren ayağa kalmış, bir elini bir beline atmış ve diğer eliyle de sinirden yüzünü sıvazlarken dudaklarım aralandı. "Geliyorum son osmanlı, babama kadar gitmiştim." Ne diyorum ben ya? Evren elini açarak az önce ne dediğimi sorgulamaya başladı . Aklım çıkmıştı resmen bu geçen dakikalara. "Çabuk eve gel!" dedem hala bana kızgındı. Benim için endişelense de bu kızgınlığı uzun bir süre zarfında dinmeyecek gibiydi. "G-Geliyorum son osmanlı."

 

Telefon yüzüme kapandığında derin bir nefes aldım. Eğer bizi şu an da burada görme imkanları olsaydı yapacakları ilk şey cesedimizi göle atmak olurdu. Hayır neden hep beni buluyor ki böyle riskli şeyler? Ben ne günah işlemiştim ki?

 

Alt tarafı kilise de içki yudumlamış, küçükken karınca yuvasına kızgın şiş sokmuş ve birinin boğazına çatal saplayıp diğerinin boynunu maket bıçakla çizmiştim. Ama kabul edelim bence küçük bir çizikti. Ne yapmıştım ki yani!?

 

"Seninle bir kere bile olsun sağlıklı vakit geçiremiyorum." Kafasını başka yere çevirmiş kendi kendine konuşan kurtarıcıma baktım. "Bu bize Evren'den bir mesaj olmalı." Söylediğim cümle karşısında bana bakıp yüzünü buruşturdu. "Sen espri yapma, turuncu kafa." Yalan mıydı? Koskoca evren bile sizden bir b.k olmaz diyordu arkadaş. Neyine zorluyorduk ki?

 

Ben evime gitmiştim. Kurtarıcım bana eşlik etmişti ve eve varana kadar kabanı üstümden çıkarmama izin vermemişti. Eve yürüyene kadar ise, kabanın içinde bulunan peçeteyle yüzüme, yanağıma bulaşan kırmızı ruju temizlemeye çalışmıştım ama kurtarıcım hala tam anlamıyla yüzümden silinmediğini iddia ediyordu. Bizi yan yana görmeleri çok sakıncalı olduğundan, eve yakın ağaçların arasında durup kabanını ona verdim.

 

Ve ahşap eve doğru yürümeye başladım.

 

Kapıyı ben gelmediğim için kilitlememişlerdi fakat, kapıdan içeriye girdiğim anda dedem, "Geldin mi?" deyince hızla peçeteyle dudağımı sakladım. "Geldim dede!" Allah'ım, resmen bu gün ölür müyüm ölmez miyim diye köşe kapmaca oynuyorduk yarabbelalemin.

 

"Ağzında neden peçete var senin?"

 

Hadi cevap ver, ver ver.

 

"Öksürüp duruyorum, sana bulaşmasın diye dedem."

 

"Bu soğukta bu zamana kadar dışarda kalırsan hasta olursun tabii." Son osmanlı yanıma geldi. "Aç bakim ağzını boğazın mı şişmiş, anlarım ben."

 

"Gerek yok dedecim."

 

"Ya aç dedim bir kere de dediğimi yap be evlat aç!" zorla kolumu tuttuğunda hızla kaçtım yanından, "Şey, benim lavaboya gitmem gerek son osmanlı," lavabo kapısının önünde durup ona baktım. "Ben geldim zaten kapıyı kitlersin sen, hadi iyi geceler tatlı rüyalar!" Kapıyı resmen, onun yüzüne hızla kapatmıştım.

 

Lavabonun tezgahına ellerimi katıp kafamı kaldırdığımda aynadan kendime baktım. "Bugün de iyi kurtardın paçanı kızım, aferim sana. Gurur duyuyorum seninle."

 

🍁

 

Saat 07:00

 

Lavin: "Ya sana git başımdan diyorum be adam!"

 

Kartal: "Gitmicem işte gitmicem konuşucaz!"

 

"Git, kardeşinle konuş sen! aklıma geldikçe deliriyorum!"

 

"Deli raporun var zaten senin delirsen ne olur!"

 

Ben: "Bir uyutmadınız uyuyoruz şurada!" Yüzümü yastıktan ayırıp uyku mahrumu gözlerimle odanın kapalı kapısına baktım. Ne oluyordu ya? Bir uyutmamışlardı arkadaş! dedem neredeydi? şunların hakkından bir dedem gelirdi. Elimi kaldırdığımda kolumdaki saate baktım. Kavga etmeleri için çok erkendi ama!

 

"Senin kardeşin bana neler dedi biliyor musun? ben ölürüm de o iblisle barışmam!"

 

Işıl: Benden ümidini kestin zaten.

 

Kartal: Sen hiç konuşma.

 

Lavin: Bak anlıyorum o senin kardeşin ama Anna'da benim kardeşim tamam mı?

 

Kartal: Anna'yı bahane etme, onunla ayrı konuşacağım.

 

Bence de beni bahane etmeyin. Uyuyorum ben. Kış uykusundayım. "Ya bak! ay dokunma dedim sana Kartal!"

 

Işıl: Kız dokunma diyor sığar mısın?

 

Kartal: Bana bak! şu yastıkla ikinizi de boğarım! ayrıca sen kanepenin üstünde ne yapıyorsun ya?

 

Lavin: senden uzak Allah'a yakın neresi varsa her kapıyı zorluyorum.

 

Işıl: (Gülme sesleri.)

 

Kartal: Bunu sen istedin.

 

Büyük bir çığlık, kulaklarımı kemirmeye ant içtiğinde gözlerimi kapatarak kafamı daldırdım. "Anna!" hızla gözlerimi açtım.

 

Işıl: Ya bırak bak, kriz falan geçirir şimdi uğraştırma.

 

"Ne bu gürültü obaa!" Dağılmış ve kabarmış saçlarımı kaşıyıp kapıdan dışarı çıktığımda, kimin patlattığı belli olmayan yastığın tüyleri havada uçuşurken salonun ortasında Lavin'i belinden tutup yüz hizasına getirmiş, kızgın gözlerle Lavin'e bakan Kartal'ı görünce yerimde sıçradım. "Yanlış sahne de mi geldim? Siz devam edin o zaman." Uykulu gözlerle odamın kapısını aralamıştım ki, gözlerim fal taşı gibi açıldı.

 

"Hassiktir!" dedim arkama geri dönüp salondaki manzaraya bakarak.

 

Lavin'in üstünde sadece kalçasının altına kadar uzanan, Kartal'ın beyaz gömleği vardı. Kartal'ın altındaysa siyah pantolon, üstünde ise hiçbir şey yoktu. "Yanlış mı görüyorum ben?" Gözlerimi hızla ovaladım.

 

Hayır, gördüklerimde yanılmıyordum. "Ne oluyor lan burada!?" diye tiz bir ses çıktı dudaklarımdan. İkisi de birbirlerine kızgınlığa bulanmış gözlerle bakıyordu. Şaşkınlıktan Işıl ile göz göze geldiğimde Işıl, "Hiç karışma, benim gibi, aralarında kaynar gidersin yengecim."

 

"Doğru söylüyorsun." Dedim başımı sallayarak. Ardından son kelimesini kavramam iki saniyemi almadığında elime geçen ilk yastığı Işıl'ın kafasına attım. "Ama sen harbi kaşınıyorsun!" diye bağırıp üstüne yürüdüm. "Yalan mı ya ben resmi evraklar üzerine konuşuyorum! abimin karısına ne diyeceğim ki başka!"

 

Lavin: Yere indir beni, derhal.

 

Kartal: Bu konuyu daha sonra konuşacağız, Lavinya.

 

Ben Işıl'ın üstüne çıkıp yastıkla onu boğmaya çalışırken arkamdan güçlü bir kol beni kızın üstünden çıkardı. "Kuzenimi öldürmeye teşebbüs etme, ona sadece ben zarar verebilirim." Kartal beni ondan uzaklaştırdığında sinirle kolumdaki tokayı kullanarak saçımı dağınık bir topuz halinde toplamaya başladım. Bir günümüzde sakin geçmiyordu arkadaş. Hem Lavin nasıl Kartal'a bir şey dememişti? Ben onu böyle taşısam şimdiye tokadı yemiştim.

 

Lavin de az değildi ha.

 

"Benim artık gitmem gerek. Telefonum nerede benim?" Kartal'ın bu soğukta üstüne bir şey giyinmemiş oluşuna değil de, kurtarıcım ile aynı formda bir fiziğe sahip olmasına şaşırmıştım. Şaka maka bir yana, bu adamlar gerçekten ağır bir disiplinle hayatlarını yönetiyorlardı.

 

"Dur ben çaldırırım seni." Lavin telefonunu eline aldığında, yanında babası gibi duran Kartal Lavin'in telefonuna baktı. Ve ne gördüyse artık, kaşları ışık hızında çatıldı. "Bak birde güvercin diye kaydetmiş ya!"

 

"Sen de beni Lavinya diye kaydetmişsin ödeşiyoruz işte!"

 

"Nedense yakıştırıyorum onları." Diye söylendim. "Sen onu birde bana sor." Işıl ile aynı anda gülümsediğimizde ifademi hızla sildim. "Yaptıklarını unutmadım." Dedim yapay bir sert sesle. "Hala sinirliyim sana."

 

 

"Al gömleğini, sen çıkarıp lavaboya girince öylesine bir denemek istedim." Lavin odadan çıktığında dünkü pijamalarını tekrar giyinmişti. Ve her ne olduysa etrafı sessizlik kaplamıştı. Kartal gitti. Dedem etrafta yoktu. Kartal'ın söylediği kadarıyla Ufuk dede ile işleri vardı ve akşama kadar onları görmeyecektik. Eskiden olsa not bırakırdı ama bize hala öfke güdüyordu. Işıl, Lavin ve ben sofrayı kurmaya başlamıştık. Çünkü Polat'ın dersine kaldığımız yerden devam ediyorduk ve sıkı bir yemek yememiz zorunluydu.

 

Evren neredeydi?

 

Kahvaltımızı yapıp, üstümüzü giyinmiştik. Yağmur feci yağıyordu, bu saatlerde havayı her zaman bir ölüm soğukluğu ele geçirirdi. Altıma kışlık tayt, üstüme ise beyaz kazak ile bol büyük bir ceket giyindikten sonra saçlarımı düzgün sıkı bir topuz halinde toplamıştım. "Almira dün geceki vaktini Evren'nin evinde geçirmiş." Odanın aynasında dikilmiş nemlendirici sürerken hafifçe arkamı dönüp Lavin'e baktım.

 

Anna

 

 

 

Telefonunu şarjdan çıkarırken mavileri pencereden dışarıyı süzüyordu. "Sanırım hangi konumda olursak olalım sakız gibi bu ekibe yapışacak." Lavin'in sesi bu kadınla alakalı her mevzuda daha da agresifleşiyordu.

 

Önüme dönüp elimdeki nemlendiriciyi attım. Parmaklarım bu sefer siyah çantamın içindeki rimeli buldu. Bunların hepsini malikanedeki odamdan almıştım fakat teknik olarak aslında gardırobumu kıyafetlerle ve çekmecelerimi kozmetik ürünlerle dolduran Işıl'dı. "Yanii..." Dedi Işıl Lavin'e bakarak. Yağmur seslerinden onları net işitemiyordum. "Sonuçta Kartal onun abisi ve aynı ekipte olmayı doğal olarak kendine hak görüyor."

 

Rimeli sürdüğüm bu süre zarfında, aklıma Berna'nın uyarısı gelince duraksadım.

 

"Senin sonunu şimdiden tahmin edebiliyorum. Bize ikinci bir Almira vakası daha çıkartma."

 

Bize ikinci bir Almira vakası daha çıkartma...

 

Bu kadında bir şeyler vardı. Sağlıklı olmayan bir takım durumların içine girdiğini varsayarsak ekibin dengesini istediğini gibi bozabiliyordu. Bunu yaparken ise en çok da abisini kullanıyordu çünkü abisinin kendisine karşı gösterdiği hassasiyetin bilincindeydi.

 

"Kabullenmeye çalıştık kardeşini sanki bilmiyorsun. O, bizi bıçaklamışken sırtımızdan gelip onu bana savunamazsın hemde hiç!"

 

O gece Işıl'ın kindar tarafını görmüştüm. Birini sevmeyince sevmiyordu.

 

"Bilmiyor musun sen neler yaşadığını kızın? Eskisi gibi değil, değişiyor. Ama sizin aptal maziniz yüzünden eski haline geri dönüyor."

 

Ne mazisiydi bu? hangi maziydi? Geçmişte bazı şeylerin üstü örtülmüştü ve benim o örtüyü yerli yerinde bırakacak bir kişiliğim yoktu. Ben doğuştan bu ekibin bir mensubuydum ama bu aileye çok sonradan katılmıştım. Bu sebepledir ki, herkesin bildiğini benimde bilmem şarttı. Kahretsin, aklımda susmayan tonlarca soru olduğundan anda kalamıyordum.

 

Odanın kapısı tıkladığında, kızların gel demesi üzerine kapı açıldı. Gelen Evren'di. "Günaydın abicim." Dedi Işıl, hızla Evren'e sarılarak. "Günaydın." Hindistan cevizi kokusunu alamıyordum artık. Parfüm sıkmıştı. Odada ağır bir maskülen kokusu yayıldığında adamda mimik oynamıyordu. Sanki canını sıkan bir takım şeyler olmuş gibi.

 

Şayet, ben de Almira gibi bir kadınla aynı evde kalsam benim de canım sıkılırdı. Ayrıca hiç parfüm sıkmayan adam, Almira gelince mi parfüm sıkmaya başladı?

 

İhtimaller, ihtimaller. "Anna, arazide bekliyorum." Sesi sertti. Bu sefer kabanı hariç, beyazlar içinde giyinmişti. Eliyle bana doğru attığı şemsiyeyi havada yakaladım. "Bugün ayrı bir planımız olduğu bilgisi bana ulaşmadı. Nereye gidiyoruz abi?" Işıl hiç çıkarmadığı kolyesiyle oynadığında Evren kaşlarını çattı. "Sen cezalısın, bilmiyor musun?"

 

Lavin yanıma adımladı. "Ne cezası." Küçük çaplı bir nefes verdiğinde sakalını sıvazladı Evren. "Ufuk ve Ali," dedi bıkkınca. Boyundan dolayı kapı kenarındayken saçlarının yarısı gözükmüyordu. Bir saniyeliğine gözleri bana kaydı Evren'in. "Şahıstan habersiz resmi evraklara imza attırdığın için, örgütteki bir bireyi dolandırma suçundan üç gün cezalısın." Kaşlarım havaya kalktı. Son osmanlı ve Ufuk amca ceza vermeyi gözden çıkarmamıştı.

 

"Şaka yapıyorsun de?" dedi Işıl bir ümit. Lavin'in kıkırdadığını duydum. "Öyle elini kolunu sallayarak suç işleyeceğini mi sandın?" diye sordu düz bir sesle. Sırıtarak yüzümü ona çevirdim. Keyfi yerine gelmişti hanımefendinin. "Ayrıca Anna," dedi Lavin, kaşlarını havalandırıp Evren'i işaret ederek. "Seninle hiçbir yere gelemez Evren. Ben kardeşi olarak bizzat yasak koydum." Evren'in yüzünde ifadenin kırıntısı dahi olmasa da bıyık altından dudaklarının kenarı hafif kıvrılmıştı. Fark etmiştim.

 

"Hadi siz gençsiniz, kanınız kaynıyor, olabilir. " Dedi ceketini babaannelerin yaptığı gibi iki önüne sıkıca sararak. "Ama ben? sizin iyiliğiniz adına konuşuyorum." Elimle usanmışçasına burun kemerimi sıktım. "Aman ne iyilik." Diye mırıldandı Işıl. Araları hala limoniydi.

 

Lavin evlendirdiği için Işıl'a, Işıl'da abisi kolundan vuruldu diye Lavin'e tavır takınmıştı. Telefonumu alıp ceketimin fermuarlı olan bölmesine kattım. Sürekli unutuyordum. "Neyse, ben seni dışarıda bekliyorum Anna." Evren'e ölümcül bakışlar yollarayarak kapıya yaklaştığında adamda gerçekten mimik oynamıyordu. Bir sorun vardı. Hissediyordum.

 

Lavin tam kapıdan ve Evren'in yanından geçecek iken kurtarıcım, "Nereye?" diye sordu adlandıramadığım bir tonla. Lavin anlamsızca yerinde durdu. "Sen de cezalısın." Sessizce kıkırdadım ve gülmemin boyutu iyice arttı. "İyi de," dedi Lavin sıktığı dişlerinin arasından konuşuyordu. "Benim ne suçum var?"

 

Evren, sanki sorulan bu soruya şaşırmıştı ama duygularını yine ustaca gizledi. Lavin'e göre, yaptığı her eylemde haklılık payı vardı. Onun kendi doğruları vardı ama üstünde, kendi doğruları başkasının yanlışı olabilirdi. "Sen ne mi yaptın?" dedi düşünür bir sesle Evren. Yüz hatları sertti. "Örgüt liderinin mülküne zarardan ve adam öldürmeye tam teşebbüsten cezalısın." Hızla Lavin'e doğru eğildiğinde Lavin kasıp çattığı kaşlarını serbest bırakıp ürkerek kafasını geriye eğdi. "Bir itirazın mı var?" diye sordu kurtarıcım sert bir sesle.

 

"Hiçbir itirazım yok." Kelimeler Lavin'in ağzından sünerek çıkıyordu.

 

"Güzel." Dedi Evren. Işıl kollarını göğsünün altında bağlamış, sinsice sırıtıyordu.

 

"Anna, iki dakikaya arabada ol." Hazır asker gibi başımı salladım. Bana bulaşmasını istemiyordum. Sanırım Polat ile olan dersimi akşam ekstradan çalışma ile tamamlayacaktım. "Ha bir de," Evren kızlara baktı. "Sen, üç gün içinde yemeklerden sorumlusun. Bütün akşam yemekleri sende."

 

"Ama ben hiç yemek yapmayı beceremem." Dedi Işıl asılan yüzüyle. "Sen, üç gün boyunca bütün depoları dört köşe temizleyeceksin." Lavin'in yüzünün seyri değişti. "Ama ben kirli olan hiçbir unsura dokunama-

 

"Çalıştığınız her vakitte ise, birlikte olacaksınız." Son sözü beni bile delirtmeye yetmişti. Bunlar baş başa kalırsa ne yapıp eder, bütün ekibin başını belaya sokarlardı. Üstelik Işıl'ın işini de yapması gerekirdi, hepimizin mailleri ve durumlarıyla ilgilenen oydu. Bir nevi asistanımız gibiydi hatta en son bizimle alakalı dünkü yalan haberleri temizlemesinin uzun süreceğinden bahsetmişti.

 

Evren gittiğinde, onları tek başına bırakmak içime sinmemişti. Birbirlerine melül melül baktıklarında Lavin'i kasabaya, Polat'ın yanına göndermek için getirilen araçlara binmesini bekledim. Işıl kasabadaki bir ofiste çalışacağını belirtmişti, o ise kendi aracına bindi.

 

Eğlence bitmişti. Beyaz spor ayakkabımı giyip kapıdan dışarı çıktığımda hızlıca şemsiyeyi açtım. Yağmur şiddetli yağıyordu. Kapıyı kilitleyip korumalardan birine teslim ettikten hemen sonra arazinin ortasında duran Jeep'e doğru adımladım. Arabanın camlarında film takılı olduğundan Evren'i göremiyordum ama arabaya vardığım anda kurtarıcım içinden kapısını açmıştı.

 

Arabanın boyu çok yüksekti ama bir şekilde araca binmiştim. "Günaydın." Dedim aklıma takılanların getirmiş olduğu bir keyifsizlikle. "Günaydın." Dedi Evren, duygu kırıntısı barındırmayan bir sesle. Araba çalıştığında gerginliğin hakimiyet kurduğu arabada sessizce yola çıktık.

 

Evren sessizdi.

 

Bir günkü halimiz, öbür günle eşdeğerde olmuyordu. Başımı az buçuk ona çevirip izledim. Gözlerinde acı çekermişçesine bir duygu dalgası hakimdi. Yüzünde olmayan duygular gözlerinde yansıyordu. Gözler, yalan söylemezdi. Nereye gidiyorduk? İçimden bir ses, bunu sormamam gerektiğini fısıldıyordu. Oylanmak için elim radyoya gitti. Arabanın radyosunu açtığımda, duyduğum, aşinası olduğum sesle kaşlarım çatıldı.

 

"Bir kasvetli günden daha izleyen, dinleyen herkese merhaba." Gözlerimi devirip bakışlarımı cama sabitledim. "Bugün hava ülkenin güney yönünde parçalı bulutluyken, kuzey yönündeki bölgelerde şiddetli bir yağışla geçecek. Kırsal kesimde yaşayan ebeveynlerin, çocuklarını okul haricinde başka bir konuma sürüklememesi basın tarafından açıklanmış olmakla birlikte," Elimle yüzümü bitkince sıvazladığımda parmağım benden bağımsız radyoyu kapatmak için ileriye uzandı.

 

Bu kadın niye hava durumu sunucusu ki?

 

Değil görünce, sesini dahi duyunca devrelerim atıyordu.

 

"Akıl hastanesine uğrayıp mektuplarımı almak istiyorum." Dedim sert bir sesle. Dün iyice düşünmüştüm. Mektuplarımı tekrar okumak istiyor ve açamadığımız o kasayı Evren'e göstermek, açtırmak istiyordum. "Mektup mu?" diye sordu Evren, düz bir sesle. "Evet, beni unutan kadar unutmayan insanlarda vardı." Ses tonumun seyri değişti. Yenini hüsran aldı, sesimde bile saklı kalan bir hüsran. "Tamam." Tek bir kelime. Tamam. Hayır dememişti, gereği yok dememişti. Bana sadece 'tamam' demişti.

 

Bundan aldığım rahatlıkla söylendim. "Bir kasa vardı," önümüzden kayıp giden asfalta baktım uzunca. "Hastanenin her yeri talan edilmişti ama o kasa hala kilitliydi," sesim inceldi. "O kasayı kırabilir misin?" benden her şeyimi, her adımımı ve ne istiyorsam isteyim ona anlatmamı dile getirmişti. Şimdi istiyordum işte. "Kırarım." Dedi Evren. Fakat hala beni nereye götürdüğünü söylememişti.

 

🍁

 

 

İlahi Bakış Açısı

 

Dün Gece

 

Şömine ateşinin önüne çektiği sandalyede oturan genç adamın aklı, Anna ve Almira'nın sözsel çatışmasında takılı kalmıştı. Genç kız Anna, zarar vermeye meyilli olduğu bariz belliydi ama onu şiddete teşvik etmediğin takdirde bu kötü huyunu içinde saklamasını da iyi bilirdi. Almira'nın gerçekten de Anna'nın farkında olmaksızın madde tüketiminde bir katkısı olabilir miydi?

 

Örgütten acımasızca atıldıktan sonra madde kullanımına başlaması, bunun en büyük kanıtlarındandı. Genç adam Evren, sıkıntıyla elini ensesine attı. O Anna'yı kelimenin tam anlamıyla iyileştirmenin kıyısından geçirdiğinde, her seferinde yeni bir dava açılıyor, bir gizem daha çözülüyordu. Evren Koraltan bunu sevmemişti. Anna, adının anlamlarından biri gibi; zarif bir kadındı aslında.

 

Nasıl olur da atıldığı bir hastanede bu kadar canice şeylere tanık olup yaşayabilirdi? Üstelik, herkesin bu gen kızın hayatının sömürülmesinde bir parmağı varken Anna hepsiyle nasıl başa çıkabilecekti? Şu an akıl sağlığı yerindeydi fakat bu süreçte kafasını uzun bir süre zarfında dinlemesi gerekiyordu. Fakat Anna istemedikçe Evren ona huzurlu bir yaşamı sağlayamazdı. Bu zehirli düşünceler kafasının ücra köşelerinde cirit atarken, 'Kahretsin ki çok inatçı' diye geçirdi içinden.

 

O bu örgütün en hassas ama en cesur kadınlarından biriydi. Onunla nasıl başa çıkacağını hem biliyor hem de bilmiyordu. "Evren," bir kadın sesi ahşap evin içinde can bulduğunda Evren Koraltan, kehribar gözlerini şömine ateşinden ayırmadı.

 

En son işittiklerinden sonra, genç kız Almira'nın iyiliği adına susmayı tercih etmişti. Almira, çatı katında abisiyle vakit geçirdikten sonra merdivenlerden aşağıya inmiş, merdiven tırabzanlarına avucunu yaslayarak aşık olduğu adama koyu kahve gözlerini dikmişti.

 

Evren'in yanına adımladı Almira. "Neden hep böyle yapıyorsun bana?" dedi genç kız, sevilmeye muhtaç bir sesle. Kadının zayıf eli, adamın geniş ve kaslı omuzlarında yer edindi.

 

"Sana yaptığım bir şey yok Almira." Genç adam, elindeki içki bardağını dudaklarına yasladı. Almira, sakin kalabilmek için kendi içsel dünyasında mücadele ediyor gibiydi. Duygularını olduğu gibi dışa yansıtmak istemiyor, konu Evren ise daha nazik davranmaya özen gösteriyordu. "O kadınla neden evlendin?" dizlerini kırıp Evren'e alttan bakmaya başladığında elini bu sefer genç adamın bacağına kattı Almira. "O kadının gerçek yüzüyle hiç tanışmadın sen." Dediğinde Evren kor gibi yanan ateşe bakarak derin bir nefes aldı.

 

"Bana neler yaptığını hiç bilmiyorsun-"

 

"Senin neler yaptığını biliyorum ama, Almira." Kehribarlar şuursuzca koyu kahve gözlerin sahibi olan kadına çevrildi. "Yüzümün haline bak Evren," Almira'nın sesi kısıldı. "O canavarın benim yüzümü nasıl katlettiğine bak." Genç kızın koyu kırmızı ojeli parmakları, Anna'nın yüzüne attığı cam çiziklerinin üstüne değdi. "Buna rağmen hala nasıl onu ekipten atma gereksinimi duymazsın sen?" Evren Koraltan, genç kıza üstten bakarak bardağını fondipledi. Ardından bir şey oldu, Almira'nın bu eylem sayesinde yüzünde tebessüm oluşturan bir şey.

 

Evren Koraltan, bedenini yavaşça genç kıza çevirdiğinde genç kız artık adamın bacaklarının arasında kalıyordu. Büyük parmakları genç kızın çenesini naifçe kaldırdığında bu dokunuşa hasret kalan bir ifade genç kızın yüzünde can buldu.

 

Evren Koraltan, genç kız Almira'nın yüzüne yavaşça eğildiğinde aralarında bir karış kalan ö-bu mesafeye Almira içinden lanetler etti. Artık göz göze, dip dibelerdi. Vahşi kehribar gözlerin içinde ayna gibi yansıyan koyu kahve gözler bir hayli parlarken Evren Koraltan, genç kızın kulağına doğru eğildi ve fısıldadı. "Sen onun hayatını yıllarca katlettin, lakin o sana sadece bir kere zarar verdi, bununla yetin, Almira."

 

🍁

 

Şu an ki Zaman.

 

Anna'dan.

 

"Neden karakola geldik?" ürkerek Evren'e diktim yeşil gözlerimi. Benim bir kadını öldürmeye teşebbüs etmişliğim ve arkadaşımın da birini ciddi anlamda yüksek binadan aşağı atmışlığı vardı. Karakolları sevmezdim. "Beni teslim etmeye geldin değil mi?" içime dolan hararetle elim boğazıma ilişti.

 

"Sana güvenmiştim ben." Gözlerim kinle karardı. Evren'in ağzını bıçak açmıyordu. Ruhsuz kehribarlar bana yönelikken bir gözüm yavaşça doldu fakat kendime karşı gösterdiğim bir hırsla gözümden yaş akmaması adına direndim. "Aşağıya in." Dedi tok bir sesle Evren. Kendi kapısını açıp yere ayak bastığında derin bir nefes alıp önüme döndüm.

 

Hayır.

 

Buraya kadar gelmişken teslim olamazdım. Annemin intikamını almadan olmazdı. Kapımı açtığım ve asfalta ayakkabımın değdiği anda fırlamaya başladım. Beni bana söylemediği bir yere götüremezdi. Buna hakkı yoktu. Bütün eforumu bacaklarıma vererek koşmaya başladığım dakikalarda Evren, hızla arkamdan beni yakaladığında bağırdım. "Bırak beni!" dedim çaresizce.

 

Evren beni bırakmadı. Karakola doğru yürümeye başladığında gözlerim sadece adalet yazan tabelanın üzerinde yorgunca geziniyordu. İçeriye girdik. Bu esnada ise beni sıkıca tutan Evren beni ayaklarımın üzerine bıraksada sıkıca kolumdan tutuyordu. "Evren bey günaydın, sizi burada görmek ne hoş." Dedi polis üniforması giymiş bakır saçlı kadın.

 

"Yanlış mı görüyorum yoksa bu programa çıkan, Anastasya'nın öz kızı mı?" bu soruyu soran adama, yani polise kızgınca bakarken Evren beni bir koridordan geçirdi. Nefes alışlarım hızlandı. Neler oluyordu? hangi cehennemin içine düşmüştüm ben yine?

 

"Cevap ver diyorum lan sana!" bir tokat sesi önümüzde ve biraz ilerideki odadan buraya yankılandığında hızla nefesimi tuttum. Orası bir sorgu odasıydı ve odanın içinde yankılanan sesin sahibi Kartal'dı. Onu sesinden tanımıştım ve bu sefer sesinde sevecen bir tavır yoktu. "Saat 10:47," dediğini duydum Kartal'ın. Hala oraya doğru yürüyorduk. "Az önce bu arkadaş, yasal olmayan metodlarla çıkarları uğruna, hastaları tedavi ettiğini itiraf etti."

 

"Beni buraya neden getirdin sen?" dedim isyan edercesine. Sorgu odasının kapısında durduğumuzda Evren kolumu ne yaparsam yapayım bırakmadı. Tam ona kızacakken, duyduğum tanıdık sesle başımı hızla sorgu odasını gösteren cam bölmeden içeriye çevirdim.

 

"Anna nerede?"

 

Damarlarımda akan şaşkınlık, bedenimde kol gezinmeye başladığında kalbime bir yük oturdu. Gözlerim, gördüklerine inanamayan bir manzara ile durgunlaştı.

 

Sorgu odasında dudağının kenarından kan akan bu adam, Türker'di. Göz göze geldiğimiz anda, ona saf bir nefretle örülmüş gözlerimin pınarları yanmaya başladı. "Ona değil, bana bakacaksın!" diye bağırdı Kartal dişlerinin arasından.

 

Işık hızıyla kolumu özgür bırakan Evren'e döndüm. Onun dikkati ise en başından beri bana odaklıydı. Beni buraya teslim etmek için getirmemişti değil mi? zihnimde nükseden gerçekler nefes alışlarımı hızlandırsa da dilim lal kesildi. İçeriye bir başka adam girdi. Orta yaşlarda kilolu bir adam. "Kartal bey, istediğiniz dosyalara erişebildik."

 

"Ver," dedi Kartal, buz gibi bir sesle.

 

Birkaç dakika geçti, Kartal'ın kararmış kahve gözleri dosya da takılı kalırken otoriter bir sesle cümlelerini sıraları. "Seni yasal olmayan tedavi uygulamalarından, 5237 yani, suça iştiraktan, ülkede yasaklanmış ilaçları akıl sağlığı yerinde olmayan hastalara zoraki içirmekten, gözaltına alıyorum." Bu gerçekten Kartal mıydı? "Anna Acar," Dedi Kartal tok bir sesle. Odaya giren adama dehşete bulanmış gözlerle bakarak.

 

"Odaya alın hemen." Hızla arkama bir adım attığımda Evren elini sırtıma katarak adım atmama mani oldu. Odadan çıkan kilolu adam, "Anna hanım, lütfen içeriye girer misiniz?" dediğinde yeşil gözlerim Türker'de kalakalmıştı. Evren kolumu kırılacak bir vazo gibi naifçe tutup benim içeride bulunmamı sağladığında nefes alamıyordum.

 

Bu herif, benim travmalarımın senaristiydi. Bütün hayatım, onun iki dudağının arasında geçmişti. Yemek yiyebilmem, hastane bahçesinde vakit geçirmem, işkence görmem ve daha bir çok temel olayın iznini vermek onun iki dudağının arasında kalıyordu ve benim hayatım, ondan gelecek olan talimatla yönetilmişti hep. Şimdi karşımda, yüzü dağılmış bir vaziyette duruyordu. Neden sevinemiyordum?

 

Neden konuşma kabiliyetimi kaybetmiştim şu geçen beş dakika da? "Anna," dedi Türker, sanki beni görmenin onda heyecan yaratmışçasına bir sesle. Elleri masanın üzerinde kelepçeli bir vaziyette dururken bir anda bana bakıp ayağa kalmaya çalıştı fakat kilolu adam omzundan tutup onu geri yerine oturttu. Kartal, "Otur yerine!" diye sert bir sesle bağırdığında Evren, "Yakınlaşmaya bile tenezzül etme." Diye yüksek sesle onu ikaz etti.

 

Türker'in suratı feci dağılmıştı. Gözleriyle benim şu anki halimi ezberlemeye kanaat geçirmişçesine bende takılı kaldığında ellerimin ceketimin içinden titrediğini hissettim. Hiç değişmemişti. "Anna," dedi Kartal kaya gibi bir suratla. "Şikayetçi olacak mısın?" dosyanın içinden çıkardığı bir kağıdı masada benim önüme kattı.

 

Şikayetçi olacak mısın Anna?

 

Hayatının seyrini değiştiren, sana zulüm eden bu adamdan şikayetçi olacak mısın?

 

Seni küçük yaşta elektrikle tanıştıran bu adamdan şikayetçi olacak mısın?

 

Kağıttan gözlerimi çekip Türker ile tekrar göz göze geldiğimde, sorgu odasının lambası birkaç saniyeliğine tutukluluk yaptı. Lambanın içinden elektriğin sesleri kulağıma dolduğunda sıkıca yumdum gözlerimi. Buradan gitmek istiyordum. "Sakin ol." Dedi Evren, düz bir sesle.

 

Hastaneden kaçtığım günden beri Türker ile ikinci defa yüzleşiyordum. Ve her defasında aynı reaksiyonu veriyordum. Çünkü alışamamıştım. Küçüklüğümden beri kiracısı olduğum bu acı ve öfkeye alışamamıştım. Ceketimin içine gizlediğim elimi dışarı çıkarıp, Kartal'ın uzattığı mavi kalemi yavaşça aldım. Önümdeki evrakı işaret etti Kartal.

 

Tamam, sakinim. Her şey yolunda. Her şey yolunda.

 

Masaya bir adım attım, ve Türker'in yüzüne bakmamak için sarf ettiğim bu çabayla elim kağıda gitti. Kahretsin, elim titriyordu. Başımı yere eğdim ve derin bir nefes aldım sakinleşmek adına. Ya-yapamıyordum!

 

İç dünyamda kendimi avutmaya çalışırken, arkamdan önüme uzanan büyük bir el elimin üstünü tuttu. "Birlikte atalım," dedi Evren, bana yardımcı olmaya çalışıyordu. "Hadi," dediğinde aynı anda, yavaşça kağıda imza attım. Bu saniyelerde ise Türker'in sesi odada yankılandı. "Dedenin hastane de olduğunu en başından beri bilmesine rağmen nasıl onların tarafında olursun sen!" imzamı tamamlayamadan başımı yere eğdim.

 

Sesini, duymak bile istemiyordum. "Ben seni intikam al diye eğittim Anna!"

 

Ellerim istemsizce kalemi sıktı. Önümdeki evraka eğilmiş vaziyetteyken kağıt, gözümden düşen yaş aracılığıyla ıslandı. "Kartal," dedi Evren, anlamadığım bir tonla. Kartal'ın yanımızdan ayrılıp onun yanına adımladığını hissettiğimde Evren, "Hızlı olmak zorunda değilsin." Dedi yumuşayan sesiyle. Kalemi pes eden bir öfkeyle bıraktım. Ancak o pes etmemi istemiyor olacak ki kalemi geri elime yerleştirdi.

 

Akabinde, kolumdan hiç çıkarmadığım saatimin Her Şey Yolunda yazısını okşadı.

 

Bir imza, üç dakika boyunca atılır mıydı?

 

Ben atmıştım.

 

Kartal, Türker'i bilmediğim başka bir yere ikamet ettirdi. "Sanırım biri iyi gününde." Dediğini duydum Kartal'ın. Geri gelmişti ve ses tonu değişmişti. Anında nasıl ifade değiştirebiliyorlardı? Ona burukça baktığımda güldü. "İyisin iyi." Dedi teselli eden bir sesle. "Babası hangi deliğe saklandı henüz belli değil ama bulacağım." Hızla Kartal'a sarıldım.

 

"Dur kız-" dediğinde güldüğünü duyuyordum. "Yemin ederim beni örgütte çıkarsız seven bir bu kız." Dediğinde yüzüm boynuna gömülüyken seslice güldüm. "Lavin?" diye sordum kollarımı ondan çekerken. "Ona dokunduğum zaman beni seviyormuş," dudaklarını buruşturdu. "Yalancı." Tekrar güldüğümde elindeki su şişesini bana uzattı. "Üç gün sonra mahkemen var, unutma."

 

"Sezer davasına ne oldu?" diye sordu Evren.

 

"Onu ve diğer doktor-hemşireleri de attık." Dediğinde aklıma gelenlerle suyu dudaklarımdan çektim. "Ömer'i de mi attınız?" sesim boğuk çıkmıştı. "Evet?" dedi Kartal, soruma şaşırmış bir edayla. "Ama-" demiştim ki lafımı böldü. "Anna, ortada işlenen büyük bir suç var ve Ömer'i ne kadar seversen sev, bu duruma sessiz kalarak suça ortaklık yapma konumuna düşen biri o."

 

"Sakın bana onu sevdiğini söyleme."

 

"İyi ama onun bir suçu yok." Diye itiraz ettim Evren'e. "Her halimize katlanan biriydi o-"

 

"Yeter bu kadar." Dedi Evren tok bir sesle. Kaşlarımı çattım. Onunkilerde çatıktı. "Benim işlerim yoğun, sizi yalnız bırakayım." Kartal daha başlamamış olan tartışmanın ortasında kalmak istemediğinden kapıyı aralayıp yok olduğunda başımı geri kaldırıp Evren'e baktım.

 

🍁

 

 

Aynı Zaman diliminde Lavin ve Işıl

 

Lavin'den

 

Ders bitmişti. "Bugün iyi çıkardın Lavin." Dediğini duydum Polat'ın. "Teknikleri iyi kavramışsın. Dersleri aksatma." Tebessüm etmemi falan istemiyordu herhalde? Başımı sallayıp örgüt ekiplerinden uzakta olan kütüğe oturmak için çantamı alıp adımladım.

 

O sırada Işıl SUV ile araziye girdi. Etraf çok kalabalıktı ve ben kalabalığı sevmezdim. Anna neredeydi? Evren deden dağ ayısıyla beraber ve tek başlarına bir yerlere gitmesi içime sinmiyordu. Bunun getirisiyle çantamın içindeki vişne suyunu sıkıntıyla alıp pipetini dudaklarıma yasladığım esnada arkamdan önüme yansıyan görüntüyle gözlerimi devirdim. "Sen yine geldin mi?" diye sordum gıcık bir sesle.

 

"Geldim." Dedi bıkkınca. Hala aklım almıyordu. Bir insanı kendisinden habersiz nasıl evlendirebilirdi bacak kadar kız arkadaş?

 

Aklıma geldikçe deliriyordum!

 

"Seni depoya götüreceğim." Dediğinde gözlerimi kısarak uzağa bakıp derin bir nefes aldım ve bir mala anlatır gibi konuştum. "Ben, hiçbir, yeri, temizlemeyeceğim."

 

Cezalıydık. Ve benim depoyu temizlemem istenmişti. Ekstra olarak ben temizleyene kadar Işıl yanımda durmak mecburiyetindeydi.

 

"Ay ben sanki çok mutluyum!" dediğinde arkama dönerek ona ölümcül bakışlarımı sundum. Ve lanet olsun ki, bana dokunma tehditi ile beni depoya zorla götürmüştü ancak sinirlerimi zıplatan bir başka unsur vardı. Tiksinerek yüzümü buruşturdum. "Ben burayı hayatta temizlemem lan!" ceketimin iki yanını babaanne edasıyla iki yönüme sarmaladım. "Zorundasın." Kusmak üzereymişim ama bunu tutuyormuşum gibi sert ifademi ona gösterdim.

 

"Yemin ederim," diye başladı konuya Işıl. Ben ise depoda biriken toz yığınlarına canavarmış gibi bakıyordum. "Anna ile anlaşmak senden daha kolay." Dumura uğrayarak Işıl'a baktım. "Emin misin?" şaka yapıyor olmalıydı.

 

"Sen matematik problemi gibisin, çözsek ayrı çözmesek ayrısın. Anna en azından daha zarif, senin gibi değil." Kaşlarımı çatarak bakışlarımı yerdeki pislikten çektim ve ona döndüm. Alınmıştım. "O gün Evren'i değil seni vurmalıydım." Sesim yükseldi. "Level atladım sizin yüzünden. Hoş, eskiden tüfekle takılıyordum." Korkunç bir ifadeyle Işıl'a baktım. "Artık pompalıya geçmemin vakti geldi." Işıl'ın kahve gözleri hızla açıldı. "Sen gerçek bir psikopatsın."

 

Yanımıza korumalardan biri uğradı. "Işıl hanım," dedi düz bir sesle. Işıl hızla saçını başını düzelttiğinde yüzümü buruşturdum. "Efendim?" dedi Işıl cilveli cilveli. "Aracınızı biraz daha sağa çekmeniz gerekiyormuş, Polat bey söyledi." Işıl gözlerini kırpıştırarak elini cebine attığında koruma içgüdülerim ortaya çıktı.

 

"Hayırdır?" diye araya atladım. "Kimsin sen?" Işıl ile fazla mı yakın gözüküyorlardı ne? "Adın ne senin?" Işıl kaşlarını çatarak, "Ne yapıyorsun sen ya?" diye söylendi. "Sergen efendim." Dediğinde kaşlarım havalandı. "Siz niye yakınsınız bu kadar? uzaklaşsana sen biraz." Elimle Sergen denen çocuğu kışkışladım. "Peki efendim."

 

"Lavin-"

 

"Sen sus. Konuşma." Dedim Işıl'a haddime olmayan bir emrivaki sesle. "Sen de aldın işte anahtarı, daha ne burada dikiliyorsun?" sesim herhangi bir erkek varlığı görünce kalınlaşıyordu. Sergen denen adam başı eğik bir vaziyette iken başını sallayıp gittiğinde söylendim. "Sahipsiz mi sandınız? sen de yol geçen hanı gibi ne diye mavi boncuk dağıtıyorsun?" Şoke olmuş kızın suratına sert bir ifade ile baktım. "Bir daha görmeyim Işıl yoksa bak elimin tersi yakındır!" elimi kaldırdığım anda yanımdan kaçtı Işıl. "Kısmetimle oynadığın yetmedi birde şiddete mi başvuracaksın?"

 

Daha yaşları kaçtı başları kaçtı be. Yok yook. Bu kuşağı iyice bozmuştu.

 

"Her neyse." Eski halime geri döndüm. "Ben buraları temizlemem midem kalkar istifra ederim." Yüzünü buruşturarak dudaklarını araladı Işıl. "Ben de yemekten hiç anlamam, ne yapalım?" ellerimi belime katarak düşünmeye başladım. Bu pislik yığınına eldivenlerimi bile değdirmezdim ben. "Görev değişimi yapacağız." Kafamı yarımca arkaya çevirdim. "Yemeği ben, temizliği sen yapacaksın, uyar mı?" Ne olur uyar desin ne olur.

 

"Olur." Dedi Işıl naifçe. Orijinal sarı saçlarını toplamaya başladı. Ceketimin cebinden sigara paketimi çıkartacağım sırada yanımda bitti. "Eldivenlerini çıkarıp ver bana, bende kire dokunamam." Benden bir milyon dolar istemiş gibi baktım ona. "Hayatta vermem." Dedim sert bir sesle koyu turuncu eldivenlerimi ceplerime sokarak. Bugün koyu mavi pantolon, koyu turuncu kazak ve siyah bir ceket giyinmiştim ve dedemin verdiği renkli deri eldivenlerle kombin yapıp duruyordum. Bunlar bana Ali dedemden hediyeydi, hayatta bir başkası alıp giyemezdi bir kere.

 

"O zaman ben korumalardan bir tane isteyip geliyorum." Bir erkeğin yanına gideceğini sezdiğim anda, "Dur dur," dedim Işıl'a bilmiş bir edayla. "Bende bir tane daha olacaktı." Ceketimin cebinden marketlerde satılan, muayene eldiveni çıkarttım. Hiçbir şey olmamış gibi ona uzattım beyaz eldiveni. "Bende her ihtimale karşı yedek eldiven var. Al bunu." Işıl'ın şaşkınlığının boyutu iyice arttı. "Sen cebinde de mi eldiven taşıyorsun?" boş gözlerle kıza baktım.

 

 

 

"Evet?" dedim yine sert bir tonla. Işıl eldivenleri giydi. Burada temizlik malzemeleri de bulunuyordu. Eldiven hariç. Deponun garaj kapısının olduğu pervaza omzumu yaslayıp bir sigara yaktığımda Işıl elindeki sileceğe bakarak mırıldanıyordu. "Burası gerçekten de berbat. Neyse sakin ol kızım," kıkırdayarak onu izledim ve sigaramdan bir yudum çektim içime. "Çok kir var, of. İçindeki Lavin'i sustur Işıl. İçindeki Lavin'i sustur."

 

Kaşlarımı çatarak başımı omzuma eğdim. "Bir şey mi dedin?" diye sordum sert bir sesle. Işıl kaşlarını çatarak bana baktı. "Yoo, yok bir şey demedim bir şey."

 

Başımı salladım. "İyi."

 

Anna neredeydi?

 

🍁

 

 

Anna'dan.

 

Bu zamana kadar bana vahşice olsada ev sahipliği yapan bu hastane, şimdi kurtarıcım ile karşımızda bir enkaz halinde duruyordu. Bu kırık dökük binanın parçalarının birbirinden ayrılmasında bizim örgütün parmağı vardı. "İyi misin?" diye sordu kurtarıcım. Sesi ile ifadesi sürekli çelişiyordu. Sesinde içi boş bir umursamazlık vardı. "Hiç olmadığım kadar iyiyim." Dudaklarımda tehlikeli bir tebessüm belirdi.

 

Karakolda hafızasına yansıyan manzara aklında bulunuyor olmalı ki hala hastanenin kalıntılarını incelerken bana saniyelik bir bakış attı. "Numara çekme bana."

 

Evren'e çevrildi bakışlarım. "Az önce kötüysem şu an iyiyimdir. Artık tanışman lazım dengesiz olduğum gerçeğiyle." Karakolda fazla maruz bırakılınca baskı denen illete, dengelerim alt üst olmuştu. Şimdi ise intikamımı burada mesleğini sürdüren doktorlardan aldığım gerçeğiyle hastaneye ikinci kez uğramak bende etki yaratmıyordu. "Olduğumuz demek istedin sanırım." Hastane kapısına doğru adımlamaya başladık. Bugün imza atarken gözümden yaş gelmişti.

 

"Bir kere göz yaşı akıttım diye tüm bu olanları bilinçaltımda sorun diye gezdireceğimi sanıyorsan, yanılıyorsun." Dediğimde bina kapısından içeri aynı anda girdik. Bana devamlı olarak bazı şeylere hala alışamadığımı dillendirip duruyordu Evren. Yani kısaca sofrayı hazırlamadan yemek yemek istediğimi söylüyormuş gibi. Ama hala kabullenemediği doğru şuydu ki; ben bazı şeyleri sindiremesem de yutmaya devam ederdim.

 

"O zaman kendi kendini kandırıyorsun bilinçaltında." Kaşlarım alayla havaya kalktı. "Sen kandırmıyorsun sanki." Hastanede kendi odama gireceğim sırada Evren'in bakışları derin bir hal aldı. Odamın içine girdiğimde kapıda duruyordu ve ona gülümseyerek geriye bir adım attım. "Ne?"

 

"Burası bir zamanlar-"

 

"Evet." Diyerek cevapladım yarıda kalan sorusunu. "Hayallerimi duvarlarına gömdüğüm odama hoş geldin Evren Koraltan." Sesim titremişti. "Buraya gelme amacın sadece basit bir kasa mı?" odamdaki küçük dikdörtgen dolabı kurcalamaya başladım. "Aklımda başka tilkiler dönüyor." Diye onu yanıtladığımda sanırım bu tarz yerlere alışkın olmadığından garipsemişti.

 

Fakat dikkatimi çeken ilginç mesele, onun kehribarlarında derin bir duygunun yansımasıydı. "Ne?" dedim tehlikeli ama sevecen bir sesle. "Yıllarımı sürdüğüm odamı beğenmedin mi yoksa?" bana üzülerek baktı. Suratından olmasa da gözlerinden anlaşılıyordu. Gözleri aracılığı ile tercümanlığını yapabilmem ayrı bir meseleydi. "Sen senelerini geçirdiğin odanı pek seviyormuşsun sanırım." İfademi suratımdan attığımda dudaklarının kenarı kıvrıldı. Hayır, ağzına dalga geçmesi adına malzeme vermeyecektim.

 

"Evet, pek severdim odamı." Külliyen yalan. "Ne anıları sakladım bu odada." Dizlerim yerdeyken söylenmeye devam ettim. "Bunlar kendi benliğini saklayabilmek için ezbere söylediğin yalanlar." O arkamda, pencere kenarında dururken gözlerimi devirdim. "Sana göre palavra olan," dolapta aradığımı bulamayınca arkama dönüp yatağın altını inceledim. "Bana göre içinde saklanmaya çalışan mesajlarla dolu bir yalandır." Sanırım bulmuştum aradığımı.

 

Yatağın demirliklerine sıkıştırılmış, içi kalın küçük bir eşya ile sarmalanmış beyaz kağıdı bulunca hızla ayaklarımın üstünde durdum. "O ne?" diye sordu kurtarıcım. Kağıdın içini açtığımda, sonunda istediğim şeye kavuştuğumu gösteren bir nefes verebilmiştim. Elimdeki hafıza kartını ona doğrulttum.

 

"Hafıza kartı. Lavinya, Lavin'in söylediğine göre İrem'in itiraf ettiklerini bir ses kaydına almış." Tükettiğim nefeslerin arasından devam ettim. "Üstelik Lavin'in söylediği kadarıyla içeceğime katılan madde de hastane kamerasına yansımış, nasıl yapabildiği muamma ama o kayıtları da hafıza kartına aktardığını söylüyor Lavin." Evren ile gittiğimiz maç gecesinde Almira yüzünden Işıl ve Kartal kavga ettiği zaman Lavin'in bana bahsini açtığı bu konular aklımdan çıkmamıştı.

 

Evren, kulağına dolanlar karşısında ellerini kabanının cebinden çıkardı. "Şu kartı bi verir misin?" elini uzattığında avucuna hafıza kartını bıraktım. "Bu mahkeme de bizim kanıtımız olabilir." Göstermiyordum fakat, içimde patlayan bir sürü konfeti varmış gibi hissediyordum. "Benim galibiyetim olabilir bu." Omuzlarını dikleştirdim. "Ne yapacaksın?" Evren hafıza kartını inceliyordu.

 

Soğuk kehribarları bana döndü. Bugün yüzü hiç gülmemişti. Kafasında susmayan düşünceler varmış gibi bir hali vardı. "Senin galibiyete ihtiyacın yok Anna." Hafıza kartına diktiği kehribarları yeşillerime çevrildi. "Çünkü sen hiç kaybetmedin." Bu bir yetenek miydi bilmiyordum. İçimi ısıtmak için kelimelerini iyi yerden seçip yüzüme vuruşu beni sersemletiyordu. "Ya bir gün kaybedersem?"

 

"Benim gözümün önünde bulunduğun her an asla yenilgi içine düşmezsin." Nefesimin altından kendime karşı tahammülsüz bir gülüş attım. "Ya gözünün önünde olmazsam?" annemle aramızda gerçekleşecek olan çatışma benim hayalimde kanlı bıçaklıydı. Bu benim gözümde bir kan davasıydı. Ya ölecek, ya da öldürecektim fakat ne olursa olsun birisi gözünü hayata kapatacaktı. Benim lügatımda mevzu bahis intikam almaksa en acılı yöntemlere karşı kapım her zaman açıktı.

 

Arkama dönüp bir adım attığım esnada kolumdan büyük bir güçle tutulup arkaya çekildim. "Ne yapıyorsun?" dedim kızgın bir sesle. Bedenimi resmen duvara fırlatmıştı ve belim acımıştı. "Anna," dedi Evren üzerime eğilirken. Hayır. Bu konuya değinmek, üzerinde durmak istediğim şeyler arasında yer almıyordu. "Niye böyle yapıyorsun?" nefesini bu yakınlıktan ötürü hissedebiliyordum. Altın hareler acıyla parladı. "Ne yapmayayım Evren?" sevecen ifademi suratımdan attım.

 

Benim tek istediğim intikamdı. Bu süreçte ise yanımda kimse olmamalıydı. Onları geride bırakmam ihanet değil, iyilikti.

 

"Neden dengelerimi alt üst ediyorsun benim?" sesinde saklayamadığı bir korku vardı. Kaybetme korkusu gibi. "Oynadığım oyunda sevdiklerime yer yok, şunu kafana sok artık." Evren'in endişe içinde kirpikleri titredi. "Ben anlamıyorum," sesi yükseliyordu. "Canımı her defasında sıkmaya yemin mi ettin kızım sen?" tahammülsüzce kaşlarım çatıldı. "Benim derdim en başından belliydi Evren," Yanından sıyrılmak için hamle de bulunacağım anda aramızdaki mesafeyi kapatmamızı sağladı.

 

"Dert değil senin derdin,"

 

"Çık üstümden." Diye bağırdım. Ona üstten öfkeyle bakıyordum. Çarpıntım başlamıştı. "Sen sürdürülebilir bir yaşamı hiç tanımadın, bu yüzden en kötü şekilde hayatını idam ettirmeye çalışıyorsun." Sabırsızca bir nefes aldım. "Seni ilgilendirmez bu benim hayatım!"

 

"İlgilendirir!" diye kükredi Evren, "Ben hayatını sefilce yaşamana göz yumacak bir adam değilim! bir kere geldiğin bu hayatı adam akıllı yaşamayı öğreneceksin!" ifademi değiştirmeden keskinleşen bakışlarımı hırsla ayırdım ondan.

 

"Hasarlı bir insana hiçbir şey öğretemezsin!" hızla onu üstümden ittim ancak buna o müsaade etmişti. "Anlamıyorsun beni sen." Tükettiğim nefeslerin arasından ona kendimi açıklamaya çalışıyordum ama nafileydi. "Nereden anlayabilirsin ki? ben sizlerden uzakta, bir başka dünyanın içinde yaşadım ve sıkışıp kaldım o dünyanın içinde." Göğüslerim hızla inip kalkıyordu.

 

Düzgün nefes alma fonksiyonumu kaybetmiştim. Altın harelerin içindeki gözbebekleri haddinden fazla büyüdü. "Gerekirse kolundan tutup çıkarırım o dünyadan seni Anna, senin amacın ne?"

 

"İntikam istiyorum Evren!"

 

En başından beri sayıklayıp ağzımda sakız ettiğim bir cümleydi bu. Bu şiddetli isteğimi sürekli dallanıp budaklandırmaları artık canıma tak etmişti. Karnıma yakıcı bir kramp girdiğinde başım döndü, bir şey oldu. Gözlerimdeki kadraj bulanık bir hal aldı.

 

"Evren-" dedim solan sesimle.

 

... 

 

Bazen kendime bile açmak istemediğim, kendimden bile sakındığım sırlarım olurdu. Bu sırlar, benim ruhumda takılı kalan kötü huylarımdan ibaretti. Zihnimin köhne köşelerinde tarihi geçmiş anılarımdan miras kalan bu kötü huylarım, benliğime karışmaya başlayınca kopmuştu benim kayışım. Hiçbir işim rayında gitmemişti mesela.

 

Çok iyi hatırlıyorum. Dokuz yaşındaydım. Akranlarım dışarıda ip atlayıp sokak kedilerini severken ben şan dersinde öğretmenden azar çekiyordum. Sonra ders bitti, öğretmenim gitmişti. Çocukların yanına gidip onlarla kaliteli vakit geçirme fırsatı elime doğmuştu ama ben, hocanın verdiği ödevleri yapmaya başlamıştım. Çok istiyordum oyun oynamayı ama, annemi gururlandırmam gerekiyordu.

 

Ağlayarak bitirmiştim ödevi. Sonra annem geldi, geldiği gibi babamla tartıştı yüz göz oldu onunla ve her şeyi bana bağladı. Benim yüzümden bu evliliğe mahkum kaldığını ve doğmamın büyük bir hata olduğunun bahsini onlarca kez açınca babam ona ilk defa vurmuştu. Şimdi büyümüştüm.

 

Elimde kaliteli bir hayat yaşama fırsatı vardı ama, yine ben elimin tersiyle bir fırsatı itiyordum. Ama bu sefer ödevim yoktu. Ödev yapmıyordum bu sefer ama yine kendimi geliştiriyordum anneme karşı. Ne acayip ama değil mi? tarih farklı yollarla da olsa hep tekerrür ediyordu.

 

Gözlerimi açtığımda köydeki odamın tavanıyla bakışıyordum. "Günaydın." Başımı çevirdiğimde Berna ile göz göze geldim. "Sormadan söyleyeyim, bayılmışsın. Evren ilk müdahaleyi yapmış, arada bir şeyler mırıldanmış ve tekrar uyumuşsun." Kolumdaki serumu sertçe çıkarıp attım, "Delirdin mi sen?!" diye bağırdı Berna.

 

Umursamazca kalktım ayağa gözlerimin içi boşken.

 

"Serum kolunda kırılabilirdi Anna." Kurumuş dudaklarımı yaladım. "Teşekkür ederim ama ben benden habersiz bedenime bir şey enjekte edilmesini sevmiyorum." Kapının önünde durup önemsemez bakışlarımı Berna'ya diktim. "Biliyorsun." Dışarı çıktığımda saatime baktım. Saat üç buçuğu gösteriyordu. "Akşama göreviniz var unutmayın." Polat amca evin kapısından mutfağa bakarak bağırdı.

 

"Tamam babaa!"

 

"Işıl domates nerede?" İçeriye yöneldi adımlarım. Ayılamamıştım. "Lavin gözünün önünde görmüyor musun?" ellerimi açarak esnemeye başladım. Evren yine fabrika ayarlarımla oynamıştı. Hep aynı şeyi yaşıyordum, sanki bir döngünün içinde gibi hissediyordum kendimi. Aradan geçen bu süre zarfında araziye büyük bir masa kuruldu. Herkes masaya oturmuştu ama Evren ortalıkta yoktu.

 

"Hadi oturun artık! bunun için çok uğraştık ama." Işıl elindeki büyük tepsiyi masaya koyduğunda yemekte bugün Balık ve Karides vardı. "Biliyor musun abi Lavin hayatında ilk kez karides yiyecekmiş." Işıl'ın abi kelimesi beni harekete geçirince, sönmüş gözlerimi sağa çevirdim. Sürekli bir yerlere kayboluyordu ve şu geçen birkaç saatte nerede ne yaptığını merak ediyordum. "Hadi sen de ye bak uğraştık abi," Işıl hızla abisinin koluna girdiğinde Lavin, masaya yeni oturan Almira'ya dikti gözlerini.

 

Normalde hep sert bir ifade kondururdu yüzüne ama, bu sefer başka bir ifadenin içine hapsetmişti kendini. Bir sorun vardı ama yorgunluktan titreyen kirpiklerim bana hiç yardımcı olmuyordu. O serumun bana takılmaması gerekiyordu işte. Telefonum titrediğinde pantolonumun arka cebine gitti elim.

 

Bilinmeyen Numara: Bugün ayrı bir güzel olmuşsun Güneşin Doğuşu. Fakat dikkat et, masanda bu güzelliği kirletmek isteyen biri var :)

 

Bu da ne demek oluyordu?

 

"Bunu sen iç." Dedi Lavin, ölüm gibi bir sesle benim önümdeki içkiyi Almira'nın önüne katarak. "Benim içeceğim önümde." Dedi Almira.

 

Neler oluyordu yine? Bir kere de sorunsuz bir gün geçirmek istiyordum artık. "İçecekleri karıştırmışsın sen. Senin önündeki Anna'nın." Lavin kızın önündeki içkiyi benim içkimle takas etti. "Lavinim, içki aynı içki ne fark eder?"

 

"Hayır." Dedi Lavin dedeme, kaya gibi bir sesle. Sanki kendisini zor tutuyormuş gibiydi. "Ben bunu asla içmem." Dedi Almira düz bir sesle. Ortalık gerginleşiyordu. Üstünde kendisine aşırı bol kaçmış ceket Evren'e aitti. "Neler oluyor Lavin?" sesim yüksek çıkmıştı. Agresifleşmeye başlıyordum. "Bir şey olduğu yok sadece senin içeceğine madde kattı." Herkesin içinde masaya attığı iddia masadaki solukların hepsini kesmeye yetmişti.

 

Kaşlarımı çattım, "Ne?"

 

Ali dede: "Evren, buldun mu?"

 

Berna: "Bulduk amca, mektup arkadaşı," kulaklarıma dolan cümle kararan gözlerimi Berna'ya sabitledi. Berna asık bir suratla gözlerimin içine baktı. "Mektup arkadaşı, aramızdan biri."

 

🍁

 

 

 

Bölümü nasıl buldunuz?

 

Almira hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

Anna ve Lavin'i bu bölümde nasıl buldunuz? Sizce Almira ile ortak noktada durup anlaşabilecekler mi?

 

Gökyüzü Kadar Yakın'ı diğer kitap platformlarında da yayınlayarak kitabın dünyasını genişletmek istiyorum. Bildiğiniz ve sevdiğiniz uygulamalar olursa fikirlerinizi söylemekten çekinmeyin.

 

Minik yıldızı parlatarak içine girdiğiniz bu evrene destek olmayı unutmayın!

 

Hoşça kalın!

 

insta: cdhikayeleri

 

 

Loading...
0%