Yeni Üyelik
4.
Bölüm

(3) Seyri Değişen Planlar

@ceydadirlik

Umut Fırat Yükselir - Yalnızlık

 

Umut Fırat Yükselir - Alya'nın yalnızlığı

 

Dark Academla Musıc Ambience With Rain Sounds I Melancholic Piano I Study Music

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

"Sen beyaz değil, siyah atlı prenssin. Senden olmaz."

 

...

 

 

 

"Hava durumu bültenimize hoş geldiniz. Ülke genelinde iklim açısından Midyat şehrini tercihlerinde bulundurmayan pek çok insan olsa da şehirde meşhur olan fırtına etkisini yitirmemekte ısrarcıyken diğer bölgelerde güneş sıcaklığını yaymakta epey ısrarcı."

 

Başlıktan üzerime akan sıcak su üstüme yapışan kirden arınmama yardım etsede zihnime yapışan düşüncelerimden yeterli düzeyde arınamıyordum. Onu, hep hissediyordum aslında. Üzerimde dolaşan hayalet gözlerin yaşanmışlıklarımdan ötürü bir psikolojik rahatsızlık olduğunu düşünmeye çalışsam da hep hissediyordum izlendiğimi. Mektup arkadaşı, aramızdan biriydi.

 

Acı çeken keskin bakışlarımı kabinin mermer duvarlarında dolaştırdım. Almira, o kadını gebertecektim. Onu asla gözümden ayırmayacaktım. Göğsüme inen ağırlıkla elim boğazıma abandı. Siktir, düşüncelerime esir oluyordum. Hayır, hayır. Onu ekipten atabilmekle uğraşmak yerine hep en yakınımda tutacaktım. Bütün planlarımın seyrini değiştirmiştim.

 

"Midyat şehri, -6 derecenin altına inerek bizlere fırtınanın habercisi olduğunu bir kere daha gösteriyor. Fırtınaya alışkın olsanızda yağmurlu gecelerin çoğalacağını unutmak ne kötü olur değil mi?"

 

Dizginlemeye çalıştığım öfkeyle başım hava durumunu açıp sesini işiterek taze tutmaya çalıştığım nefretimle tanıştıracağım kadının canlı videosuna kaydı. Almira, büyük yanlış yapmıştı. İki saat. Tam iki saat geçmişti bu olayın üstünden. Saldırganlaşan ellerim bulduğu ilk çatalı ona karşı kullanmak isterken ne çare ki, herkes önümde engel olmuştu ama kimse içimde yanan çınar ateşini söndürememişti.

 

Ve kimse daha fazla su tutmaya çalışmamalıydı kalbime. Çünkü benim parçalara ayrılan kalbimin kırıklarında kor gibi yanan intikamım, inceldiği yerden kopmak üzereydi. Herkes, herkes bedel ödeyecek, kan akıtacaktı. Neşemi baltalayan annem bile, gün gelecek, dizlerinin üstünde benden af dileyecekti.

 

"Yağmurun gelişinden rahatsızlık duyan çiftçiler lütfen sakin olsun. Fazla su toprağı ve filizleri öldürse de susuz olmak daha kötüdür değil mi?"

 

Burkulan yüreğim, burkulduğu yerden iyileşecek anne. Söz veriyorum sana. Korkma, bu kafanın içinde yüzlerce kere plan kurup bozsamda, daha hala yitirmiş değilim mantığımı. Başımı kaldırıp üzerime çullanan sıcak sudan çıkan dumanı izledi yeşil gözlerim.

 

"Toprak bir gün yağmurun kıymetini anlayacak. Fakat o gün yağmur olmayacak."

 

Kabinden çıkıp bornozumu üzerime geçirdiğimde meyve aromalı şampuanın kokusu saçlarıma yapışmıştı. Bu kokuyu sevmemiştim. Bugün bir söz daha vermiştim intikam isteyen küçüklüğüme. Hoşlanmadığım ne varsa benden uzak olacaktı. Havlunun ipini bağladıktan sonra şampuanı alıp çöpe attım. Yüzümde Ufuk dedenin eserleri duruyordu hala. Kaşımdaki çizik tam anlamıyla geçmemiş, bedenimdeki morluklar geçmemişti. Aynaya bakma gereği duymadan çıktım banyodan.

 

Odama girdiğimde sessizdi etraf. İçeriyi sadece pencereden vuran koyu mavi hava aydınlatıyordu ve pencerenin başındaki yatağımda uzanmış, telefonuyla oynayan bir adet Lavin girmişti kadrajıma. Anlar anlamaz geldiğimi, dışarıda kimse olmasa da perdenin tülünü çekmişti. Ondan tarafa bakmasam da algılıyordum. Nötr bir ifadeyle dolabı açıp içinden koyu gri bir sweat ve eşofman takımı çıkardığımda Lavin konuşma başlatmaya çalışmak için bağdaş kurmuş düşünüyordu ama ne diyeceğini bilemiyordu.

 

Bugün, Almira'yı elimden kurtarmak adına kadını benden uzaklaştırdıklarında birkaç dakika içinde sinirimi yutmuş, masada kalan herkese zorla yemek yedirmiştim. Benim kardeşim bugün ilk kez karides yapmıştı. O yemek, yenecekti. Çıt çıkmayan bir masada maddeyle kuşatılmış içkimi duvara fırlattıktan sonra herkesin şaşkınlığa esir kaldığı bir sakinlikle oturmuş, yemek yemiştim. İntikamımı almak için güçlü olmam lazımdı, değil mi?

 

"İrem'i öldürdüğüm gibi, Almira'yı da öldürebilirim." Dedi Lavin, yine kendi sesiyle. "Fakat kendine bile ördüğün bu duvar ve takındığın tavır hoşuma gitmiyor." Sert sesi ve yüzüyle duygularını saklayabiliyordu ama benim hassas noktamın tekrar gündem olmasına içerlemişti. Biliyordum. Sweati üstüme geçirdim. Duygu denen kavramın şu anda yaşamadığı yüzüm Lavin'e döndü. "Karides güzel olmuştu, ellerine sağlık." Bu cevap onu tatmin etmemişti ama yüzünde yaprakta kımıldamıyordu.

 

Önüme geri döndüm.

 

Polat bu tatsız günü kendime mazeret etmemi söylesede kabul etmemiştim. Benim, bugün, dersim vardı. Göreve gitmeden hemen önce çalışmak istiyordum ve çalışacaktım. "Sadece kendini yoracaksın. Lüzumu dahi olmayan bir derse gidiyorsun kafan onca düşüncenin arasında dersi kavrayamaz." Lavin'in hafif yükselen ve içinde sinirin nüksettiği sesi kulaklarıma dolduğunda ceketimi giyindiğim an ona yavaşça döndüm.

 

"Hatırlıyor musun," diye başladım konuya sakin ama adını koyamadığım bir tonla. Sert mavileri pür dikkat bende takılıydı. "Sezer'in evini bastığımız gün bize her bir hastanın farklı sahipleri olduğunu itiraf etmişti. Yani her bir hasta, bir başkasının bedelini ödeyen birer kuklaydı. Seni, kimin kukla ettiğini umursamıyor olabilirsin; lakin ben önemsiyorum." Dehşete dair irice açılmış gözleri sözlerimin altında ezilmişti.

 

Sinir küpüne döndüğünü biliyordum ama bunu yine bakışlarının altından bana karşı sakınmaya çalışıyordu. "Ben, intikam değil, intikamımızı alacağım Lavin. Sen de benimle aynı yolda yürüyeceksin." Unutmuştu değil mi? Hayır, belki sadece Sezer'in itiraflarını bu birkaç gündür kafasında tartıp biçiyordu ama bu gerçekti. Sezer'in anlattıkları üzerine bir sürü çıkarımım olmuştu benim.

 

Madem hepimiz bu satranç oyununda büyük taşlar ile yönetilen birer piyonduk, o zaman hepimiz, hastanedeki herkes... Aynı kaderi paylaşan insanlardan ibarettik. O zaman ekiptekilerin hal ve hareketleri yüzünden aklım bulanmıştı ve adama çektirdikleri eziyetten ötürü düşünme kabiliyetimi kaybetmiştim. Ama bu bana yapılanı unuttuğum anlamına gelmezdi.

 

Bana yapılan bir hata vardı. Peki, Lavin'e hata yapan kişi kimdi? Lavin, hastanede kimin günahının bedelini ödüyordu?

 

"Hadi, gel benimle ." Dedim nötr bir sesle. Sinir küpüne dönmüş gözleri, önündeki duvara sabitli iken yavaşça ayağa kalktı. Güzel. Objektif hareket etmemiz gerekirse damarlarımıza enjekte ettiğimiz siniri bir yerden çıkartmamız gerekirdi değil mi?

 

Telefonumu yine ceketimin fermuarlı cebine atıp evden çıktık. Devrilen on dakikanın sonunda adımlarımız kurtarıcımın evinin önünde durdu. Almira, evin dışındaki çıkıntıda oturmuş kitap okuyordu. Okuduğu kitabın aynısı Lavin'de de vardı ve Lavin bir adım atmaya tenezzül etmişti ki kolumu uzatıp engel oldum. "Bulaşma." Dedim manidar bir sakinlikle.

 

"Ne?" dedi Lavin, anlam veremediği bir şaşkınlıkla. "Merhaba," Polat evin kapısından çıktığında kahve gözleri benim ve onun arasında gidip geldi. Olay çıkmasını istemiyordu. "Nasılsınız?" dediğinde ne kast ettiğinin farkındaydık. Bugünün etkisini kimse üstünden atamamıştı. Kararmış yeşil gözlerim evi inceledi. "İyi." Polat'a baktım. "Eğit bizi."

 

"Ne?"

 

"Doğru duydun." Dedim düz tutmaya çalıştığım sesimle. "Bugün dersim ertelenmişti. Evren ile işimiz vardı." Almira'nın bakışlarını üzerimde hissettim bu sefer. "Doğru bir zamanlama olduğunu sanmıyorum kızlar." Polat'ın sesi ılımlıydı. Oda Almira'dan haz etmiyordu, seziyordum ama umurum dışıydı. "Nutuk çekme, Polat amca." Kaşlarım hafifçe çatıldı. "Bizler çalışmak istiyoruz. Üç dört saat sonra görev var ve tedbir almak istiyoruz."

 

"Peki." Dediğinde içeriden eşyalarını almak üzere gitti Polat. Lavin'in ölümcül bakışları kızın üzerinde dolaşıyordu. Elleri ceplerindeyken derin bir nefes alıp buz mavilerini bana çeviren Lavin'e öylece baktım. Hayatımın rayından tamamen çıkması bedenimin istemeden tükettiği maddeden kaynaklıydı ve bu işte parmağı olan ilk kişiydi Almira. Lakin hayır. Onun için çizdiğim yol diğerlerinden farklı olacaktı.

 

"Nasıl sessiz kalabilirsin?" dedi Lavin dişlerinin arasından. Şaşırmıyor değildi bana. "İçmediğini kanıtlamak için senelerini vermiştin bu işe." Öfke kusan sesinde bana yönelik bir miktar hayal kırıklığı vardı. Almira'nın duymayacağı bir tonda söylese de kadının yakıcı bakışları bizim üzerimizdeydi.

 

Polat'ı beklediğim saniyelerde Almira'nın sesini işittim. "Sizi görmek bile midemi bulandırıyor." Gök gürlemelerinin dinmediği bu vakitte durgun bakışlarım ona döndü. Ayağa kalkmış, elindeki kitabı yere atmıştı. "Özellikle sen, eldivenlerle kafayı takmış aptal." Gözleri Lavin'e kaydı. "Abimden uzak dur, ona, kendini yamamaya çalışma." Kontrolümden çıkan adımlarımın yönü Almira'ya kaydı. Ona doğru sakince adımladım.

 

Tam dibimde durduğumda, burnuma gelen gül kokusu damlayı taşıran son noktaya geldiğim anla eşdeğerde iken ellerim yakalarına abandı ve onu, evin ahşap duvarına sertçe itip bastırdım.

 

Lavin: "Anna-"

 

"Bir kere uyaracağım, sonrası hayal gücüne kalmış." Sesim yüksek değildi ama sakinde değildi. "Eğer senin, bir daha kardeşime saygısızlık yaptığını görecek olursam, ya da, uğraşmaya yeltendiğini dahi hissedersem; yakarım seni kızım." Yüz yüze, göz gözeydik. Almira'nın yüzünde tehlikeli bir tebessüm yer edinmişti. Histerikçe güldüğünde devam ettim. "Biz senin gibi değiliz. Laflarımız olmaz, eylemlerimiz olur." Nefesimin altından saniyelik bir gülüş attığımda kararan gözlerim ona çok yakındı.

 

Aramızda mesafe yokken yakalarını biraz daha sıkıp onu kendime biraz daha çektiğimde artık alınlarımız birbirine değiyordu. "Hoş, tabi sen daha görmedin, bilmiyorsun. Yabancısın bizim sınırlarımıza ama biz sen değiliz Almira. Biz kendimizi yamamayız kimseye. Ne demişler, bedava peynir sadece fare kapanında bulunur."

 

Artık gülmüyordu. Korkmuyordu da. Sadece tanımak için bizi, biraz geç kalmış, benim hikayeme sonradan atanmıştı. Düzinelerce soru vardı kafasında değil mi? Ben kimdim mesela? Hakkımda duydukları doğru muydu? Evren ile aramızda gerçeğe dayanan bir ilişki gerçekten var mıydı? Nüksediyordu bu sorular kafasında. Tahmin etmiyordum biliyordum.

 

Çünkü acısını anlıyordum. Komikti lakin bir hasta, bir hastayı anlardı. Fakat onu anlamak istemiyordum ben. Sadece beni anlasın istiyordum. Ve bunu ona zamanı gelince çok güzel anlatacaktım. "Anna, yaklaşma fazla, çekil." Lavin'in sert sesi kulaklarıma dolduğunda bana kızgın bakışlar sunan kadının yakalarını sertçe bıraktım.

 

"Sen abine şükret, fakat Almira, onun bize gösterdiği kibarlığın arkasına sığınma sakın. Bu Anna'da geçerli olmaz." Diye uyarıda bulundu Lavin, sesinin seyri değişmişti.

 

"Geldim," Polat dışarıya çıktığında üçümüzü bir arada bulunca kaşları çatıldı. "Ayrılın hemen birbirinizden!" diye bizi ikaz ettiğinde kadına saniyelik bir bakış atıp evin arkasına park edilmiş araca doğru ilerledim.

 

"Her şeyi anladığını sanıyorsun," kulaklarıma dolan cümle ifadesini okumak adına bedenimi ona döndürdü. "Ama hiçbir şeyi anlamıyorsun değil mi?" Bu ne demek oluyordu? Almira bir bacağını öne atıp, anlam taşıyan ama tehlike teşkil etmeyen bir gülümsemeyi bana sunduğunda Lavin sertçe kolumdan tuttu. "Gidelim, Anna."

 

🍁

 

 

 

"Aklında kim varda kızı bu kadar yoruyorsun?" Lavin, yumruk atacağı esnada yumruğunu tutup bileğini bükecektim ama mükemmel bir refleksle elini kurtarıp havada takla attı. Hızla yere eğilip bacağımla yere değen bacağına sert bir tekme attım. "Gizli sapığım olabilir." Dedim tükettiğim hızlı nefeslerin arasından. İkimizde yorulmuştuk ve Lavin benim temasıma karşı bir şey hissetmediğini iddia ederek ona dokunmama izin vermişti.

 

Vay be, bugün bir ilkti.

 

Lakin sevinemiyordum. Aklım, o kadar doluydu ki... Beynimi kemiren soruları akşama ertelemiştim ve bu kara günde her şeyi erteleyip duruyordum. Bugün mektupçumun aramızdan biri olduğu bilgisi izlediğimiz videolardan sızdırılmıştı.

 

🍁

 

 

 

Bir Kaç Saat Önce

 

Lavin'in Ağzından.

 

"Kızın durumunu bile bile," Kendime hakim olamıyordum. "Nasıl böyle bir şeyi yaparsın lan sen?" ortaya attığım itiraf masada ki şaşkın bakışları Almira sürtüğüne çevirdi. "Duyduklarım doğru mu, Almira?" Ufuk amcanın sesine eklenmiş bariz bir kırgınlık vardı. Torununa karşı ne yaparsa yapsın, bazı modeller değişmezdi. Ben değişmemiştim. Hoş, halimden memnundum.

 

Ama gözlerim artık benim bile bakmaya kıyamadığım kadına uzandı. Anna. O, tüm bu olanları sindiremezdi bir çırpıda. Siktir. Kadını el birliği ile delirtiyorduk! Bu kadarı çok fazlaydı. Düşüncelerimi yansıtmadığım, kaya gibi sert ifademe baktı Anna. Yeşil gözlerinden bir keder dalgası geçti fakat bunu sadece ben fark ettim. O çok naif bir kadındı aslında. Çok zarif, çok kibar biriydi ama kimse bunu görme fırsatı sunmamıştı Anna'ya.

 

"Ne?" dediğini duydum Anna'nın. Yeşil gözleri kararmıştı ama yaşadığı dejavu sanki ruhundan bir parça koparmıştı. O, ölmüş bir duygunun cesedi gibiydi. Evet. Bu tanım tam olarak onu anlatıyordu. Hani olur ya, damarlarında akan bir duygu vardır, herkeste doğuştan olan bir duygu. Sonra bir şey olur, elinden alıverirler ve o duygu senin kalbinde yavaşça sönüp ölmüştür. Anna: o duygunun cesedi gibiydi artık. Sinirlerim zıplamıştı. Onu bu şekilde görmeme sebep olan kadına doğru yürüdüm.

 

"Aşağılık piç kurusu!" diyerek ona atılacağım sırada bir şey oldu, ortalık koptu. "Bırak beni Evren!" diye tüm gücümle bağırdığımda Işıl'ın koruması ve birkaç koruma kadını korumak için önüne siper olmuştu. "Bundan sonra sana rahat nefes yok," Anna eline geçirdiği ilk materyal ile hamlede bulunacağı sırada gürültünün boyutu iyice artmıştı. Kadını bizden uzaklaştırmak için başka yere götürmeye çalışıyorlardı.

 

"Vicdansız o*.... Seni! Bittin kızım sen!"

 

"Lavinya!" Evren'in tok bir sesle bağırışı sinirime karşı ördüğüm duvardan içeriye giremiyordu. Öfke güdüyordum. Ben, öfkemi dindiremiyordum! Belimden çıkardığım silahı arabaya binmek üzere olan ve sinsice sırıtan Almira'ya doğrulttuğum anda Evren gücümü ezen büyük bir kuvvetle hızla kolumu kavrayıp havaya kaldırdı ve kurşun, gökyüzüne doğru seyir aldı. "Bu burada bitmedi! Duydun mu lan beni!" diye kükredim.

 

"Lavinya!" Evren Koraltan, avucumla sıktığım silahı alıp yere attığında kollarımı tutup beni kendine çevirdi. "Bana bak! sakin ol,"

 

"Nasıl benden bunu beklersin sen Evren," sesim yükseldikçe yükseliyordu. Temas mevzusunu siktir ederek ellerimle kehribar gözlere sahip adamın yanaklarını kavradım. "Görmüyor musun?" dedim acıyla karışık bir nefretle. Bakışlarım keskindi. Bir elimle sakinleştirmeye çalıştıkları kadını işaret ettim. "Nasıl acı çektiğini görmüyor musun Evren?"

 

"Sana yardım etmem için bana fırsat vermiyorsun Lavinya," Dedi Evren tok bir sesle. Kartal ise Anna'yı zapt etmekle uğraşıyordu. Kollarımdan tutarak onu dikkatle dinlememi isteyen Evren Koraltan beni bırakmaya niyetli değildi. "O kız bedeninde yasaklı madde barındırdığı için neler yaşadı bilmiyorsun!" var gücümle bağırıyordum ama kahretsin ki sindiremiyordum! "Anlat o zaman!" sesi benim sesimin iki katına çıktığında hafifçe irkildim ama bunu ona göstermedim.

 

"Kapalı kutu gibisiniz ve ben o kutuyu açmak için çok uğraşıyorum!" Ufuk dede Anna'nın omuzlarından tutarak ona bir şeyler anlatıyor, sinirini dindirmek için çaba sarf ediyordu ama nafileydi. "Biz sizin gibi değiliz Evren. Çok çalıştık ama olamadık." Dedim sert bir sesle. Bir gözüm stresin getirisi ile dolmaya başladı ama ağlamayacaktım. "Biz neler çektik, hangi bataklığın içinde yüzmeye çalışıp hayatta kaldık bilmiyorsun ama bunu sana ben anlatamam, Anna'nın neler yaşadığını mı bilmek istiyorsun?" hırsla elimi, elleriyle kafasına vuran ve sinirini kendinden çıkarmaya çalışsa da dedemin buna engel olduğu kadına uzattım.

 

"O zaman gözlerine bak Anna'nın! O zaman anlarsın neler çektiğini," Bu sözlerim, bir silah niteliğinde onu susturmaya yettiğinde sertçe yutkundum. Ardından Anna'nın yanına adımladım.

 

"Bana bak, bana bak Anna, sakin ol, derin nefes al." Anna, kararmış yeşil gözlerindeki ıstırabı Ufuk dedeye gösterdi. "Onu öldürmek istiyorum. Öldüreceğim!" Kartal'ın arkasından beline sarmaladığı kollardan kurtulmaya çalışıyordu ama başaramıyordu. Öfkeliydi. Çok öfkeliydi ama şu anda ağlamak üzere olan bir çocuk gibi davranıyordu. "Anna, sana söz veriyorum onunla ben ilgileneceğim. Ama böyle olmaz kızım,"

 

"Niye kimse bir kere de beni düşünmüyor!" diye sitem ederek bağırdı Anna. O şu anda kendinde değildi. Hayır, Anna burada değildi. Travmalarını tekrar yaşadığı için geçmişin kalıntılarına hapsolmuş gibi, kendi kendine konuşuyordu.

 

"Neden kimse neler hissettiğimi anlamıyor?!"

 

"Haklısın," Berna, gördüğü manzaraya dayanamamış olacak ki kenarda olanları gözlerinden akan yaşlar eşliğinde izlerken Işıl, transa girmiş gibi açılan gözleriyle, şok içinde tüm bu curcunayı seyrediyordu. Eliyle ağzını kapadığında elindeki telefon yere düşmüştü. "Haklısın kızım, biz hepimiz sana inanıyoruz ama bak, sakin olmazsan sana yardım edemem." Anna'nın hayal kırıklıklarıyla dolu kızgın bakışları Ufuk amcaya tekrar çevrildi. "Ruhumu sömürdünüz lan benim! nasıl yardım edebilirsiniz ki bana!? ben sizin yüzünüzden yavaşça öldüm!"

 

Birden direnmeye başladı, kendi iç savaşında neler dönüyordu, bilmiyordum ama direnmesi daha da arttı, onu hapseden kolların himayesinden çıkmak için direndiği her saniye, içimde bir yerler kırılıyordu. "Bırak beni Kartal! geberteceğim o lanet kızı!" Kartal, kardeşinin yanlışından ötürü gıkını bile çıkarmıyordu ama hissediyordum, onunda bu olanlara canı yanıyordu.

 

"Hepsinden, hepinizden alacağım lan intikamımı! hepiniz bana yanlış yaptınız!" Ali dede, ortaya girdiğinde Anna'nın kollarını kavradığında Kartal geri çekildi. Sonra bir şey oldu, gözümde biriken yaşların yere düşmesini sağlayan bir şey. Ali dede, tuttuğu gibi kızı kendisine çekip sarıldı. Ve sonra, Anna'nın sesi durgunlaştı. "Hepiniz.. Hepiniz hayatımı... mahvettiniz..."

 

"Haklısın." Dedi Ali dede, sert bir sesle, hayır. Onun kızgınlığı Anna'ya değil, kendisineydi. Sıkıca Anna'ya sarıldığında Anna susmuştu. Çektiği azap, sanki dedesinin kollarında azalmış, yükü hafiflemişti. "Evladım..." Dedi Ali dede, elini kızın turuncu saçlarına götürerek. "Güzelim, Zeynepim..." Yanağımdaki ıslaklığı sertçe sildim yüzümden. "Ne desen haklısın yavrum... Özür dilerim." Anna'nın kolları, sanki buna çok ihtiyacı varmışçasına dedesinin boynuna sarıldı.

 

Yavaşça arkamı dönerek Evren Koraltan'a uzandı bakışlarım. Nefes kesici bir endişeyle harmanlanmış altın gözleri Anna'da takılı kalmıştı. Onu sevdiğini biliyordum. Anna'yı geçmişinden koparmak için deli gibi uğraştığının da farkındaydım ama insan, kırıldığı zaman geri dönüşü olmayan bir değişime uğrardı. Anna ise, hayatının bir çok yerinde kırılmış, incinmişti. Her şeyle ilgilenip her sorunu çözebilecek bir zekada olduğunun bilincinde olsam da Koraltan, Anna'yı değiştiremezdi.

 

O büyüdüğü yerde böyle görmüş, böyle öğrenmişti kendini savunmayı, korumayı. Fakat dilerim ki, bir gün değişirsin Anna. Yaşıtların gibi tek derdin marka kıyafetler, okuduğun okuldaki dersler olur. Dilerim ki sende sıradan bir insan olursun. "İstediğin bir şey varsa, söyle." Ali dedem kızın suyuna gitmeye çalışıyordu ama başarılı olabileceğini sanmıyordum. Anna, uzun süren bir sessizliğin ardından yüzünü adamın göğsünden çekti. "Yemek yemek istiyorum." Duyduklarım karşısında kaşlarım çatıldı.

 

Ne? 

 

"Lavin hayatında ilk defa karides yaptı. Hepiniz, bugün hep beraber yemek yiyeceksiniz." Algılayamamıştım. Az önce neler yaşadığının farkında mıydı? Sesi emrivaki çıkıyordu. "Tamam." Dediler aynı an da Ali dede ve Ufuk amca, anlayışlı bir sesle. "Sergen, kızları çağır." Hepimiz anlamayan ama bunu göstermeyen bakışlarla masaya adımladık. Anna, sarsak adımlar attığı için Ali dedem ve Ufuk amca kızın kollarından tutarak ona yardımcı olmaya çalışıyordu. Çok hırpalamıştı kendisini. Berna, Işıl, Polat, Evren, Kartal ve dedelerimiz isteği üzerine sandalyelere kurulduk.

 

Hepimiz çaktırmadan ona bakarken Anna, yeşil gözlerini dikmiş olduğu içkisine baktı. İçine madde ilave edilmiş içkiyi alıp hızla duvara fırlattığında kırılan cam seslerini işittiğim saniyede gözlerimi yavaşça yumdum. Bir an önce şu siktiğimin masasından kalkmak istiyordum. Anna masaya sakince oturup, çatalını karidese batırdığında bu durgunluğunun hayra alamet olmadığını biliyordum.

 

Normalde olsa, krizi bu kadar kısa sürmezdi ve ortalığı inletirdi ama şu an bundan eser yoktu.

 

Yemeğimizi yedikten sonra Evren'in isteği üzerine önümüze koyulan bilgisayardan bir video izlemiştik. Aslında, bir adamın kolundaki kırmızı bilekliğin ne anlama geldiğini anlamamıştık ama sonra, Anna'ya hediye edilen arabadan söz ettiler. Hastaneden köye giderken sürdüğü arabanın kendisine bir hayranından hediye olduğunu söylemişti Anna. Köyde kaldığımız ilk günlerde arabayı kurcaladığımızda o kırmızı bilekliğin de torpidoda olduğunu görmüştük ama bunu diğer eşyalara göre önemsememiştik.

 

Evren arabayı incelemişti bugün. Ve bulduğu bilekliğin aynısını takan kişinin aramızdan biri olduğunu tespit edilmişti. Fakat adam öyle akıllıymış ki kameralara karşı yüzü sürekli dönüktü ve bedeni kameranın açısına tam anlamıyla girmemişti. Bunları izlerken ise Anna, "Aramızdan biri olduğu bilgisi hariç kayda değer bir şey yok." Diyerek uzaklaşmıştı yanımızdan. Bu bizi tedirgin etmişti çünkü tepki vermiyordu.

 

Son olanlardan sonra Anna, bir şey demiyordu.

 

🍁

 

 

 

Şu Anki Zaman

 

Anna'dan.

 

Polat'ın cümlesine verdiğim yanıt ikisini de huzursuz etmiş olmalıydı ki bir şey demediler. Bir kaç saattir tekniklere ve savunma hareketlerine sıkı bir çalışmayla katılmıştık. "Bu kadarı kafi," yere düşürdüğüm kızın bana üzüldüğünü beyan eden bakışlarına daha fazla maruz kalmamak için verdiğim hızlı nefeslerin arasından dizlerimden güç alarak ayağa kalktım.

 

"Polat amca," dedim soluklarımın arasından. Merak ediyordum. "Efendim?" Adamın bakışları bana çevrildi. Dudaklarımı büzerek kırmızılaşmış gözlerimi öylece, amcanın parlayan siyahımsı gözlerine dikerken elimle eşofmanımı sıktım. "Sana bir soru sorabilir miyim?" sesim düz çıkmıştı. Fakat istemsizce yüzümde peyda olan mesafeli ifademi suratımdan atamıyordum.

 

"Tabii, Anna." Yardımcı olmak için elinden gelen her şeyi yapmaya gayret gösteren Polat amca yanıma adımladığında başımı kaldırıp ona baktım. "Almira neden örgütten atıldı?" sorum onu duraksatmıştı. "Saatlerdir çalışıyorsun ve ilk sorman gereken şey bu mu kızım?" gözlerimi yavaşça devirdim. "Sadece sorumun cevabını alamaz mıyım?" daralmaya başlamıştım. Sesim az buçuk sert çıkmıştı.

 

"Belki tanımıyorsun ama, onunla beraber örgüte yapılan hainliğe ortaklık ettiği için Zamir'de kovuldu." Lavin'in gözleri açılırken kaşlarım keskin türden çatıldı. "Ne?" dedim şok içinde. Yüzümle veremediğim tepkiyi sesimle vermeye çalışıyordum. Zamir bir zamanlar bu örgütte mi yer alıyordu?

 

Nasıl?

 

Göğsüme saplanan bıçak misali kalbimde yanmayan başlayan ateş, bedenimin buz kesilmesinin önüne geçememişti.

 

Zamir, anneme çalışıyordu. Anneme çalıştığı aşikar olan bir herifin nasıl benim mensubu olduğum örgütte bir zamanlar yeri olabilirdi? Duruma ne şekil yaklaşacağımı bilemez hale düştüm hızla. "Yazık oldu ikisine, aynı anda atıldılar. Evren ile en iyi anlaşabilen Zamir'di." İkinci bir şok dalgası yüzüme tokat gibi çarptığında gözlerimde beliren duygu karmaşası sesime yansımıştı. "Ne?" dedim tekrardan. Diyecek başka söz dilimin ucuna gelmediğinden, diyecek başka bir söz bulamıyordum.

 

Genelevde göreve gittiğimiz ve Kartal'ın içinde bulunmak zorunda olduğu o pis mekandaki kabus gibi anları kafama kazımıştım çünkü o herifin annemle net bir bağlantısı vardı. Mektupçumun bilinmeyen numaradan bana aktardığı bilgi, Zamir denen herifin anneme çalışan adamlardan biri olduğu yönündeydi.

 

Zihnime döşenmiş o anlar bir çığ gibi aklıma düşünce duraksadım.

 

"En son bir kızı daha böyle koruduğunda neler olduğunu gördük Evren. Bu kızında mı başına aynısı gelsin istiyorsun?"

 

"Bu seni ilgilendirmez."

 

"Anlaşma yapmıştık seninle, unuttun mu? eğer tekrar böyle bir olay olursa, alırım bu kızı Koraltan."

 

"Benim sana vereceğim bir kız yok artık Zamir. Ne olduysa oldu. Kendine gel."

 

"Demek ismin Anna."

 

"Tatlı ve acı. İsminin anlamını fazlasıyla taşıyorsun."

 

"O, senin kadının olamayacak kadar değerli, benim kadınım olamayacak kadar imkansız benim gözümde Evren. Bunu sen de biliyorsun.

 

"Anastasya'nın kızı olduğunu bu kadar belli etme Koraltan."

 

"Ona hala anlatmadın değil mi?"

 

Bilinmeyen numara: iki adamı baş başa bırakarak hata yaptın. Sahi, bu sefer kimi seçeceksin güneşin doğuşu? seni istesen annenin yanına götürecek ama sonra yıkım yaratacak bir adamı mı, yoksa seni senden bile koruyan adamı mı?

 

Kafam... Allak bulak olmuştu. Sadece bağlantılar üzerinde durmaya çalışıp zihnimde ördüğüm ağın içerisinde yer alan insanları düşünmekle bir yere varamıyordum ama parçaları birleştirmek zorundaydım. Mecburdum. Öte yandan, Zamir'in her olayın içinde adının geçmesi de sıra dışıydı. Genelevde onu kravatından tutup anlaşılması için büyük bir tepkiyle uyardığımda izbandut gibi herif bundan keyif almıştı!

 

Kartal'ın görevi amacıyla bir mekana gittiğinde peşine düşmüştük. Sezer ve Yağmur sürtüğünü atlattıktan hemen sonra alt katta Cesur denen adamla bir çatışmanın ortasında kaldığımızda pat diye ortaya çıkması ve adamın şah damarına baskı uygulaması ise ayrı bir konuydu. Peki ama neden? benim içinde yer aldığım bir çok mevzuda neden onun da izleri vardı?

 

Hayır, hayır. Aslında, mektupçum her kimse beni korumaya çalışıyordu. O, en başından beri korumaya çalışıyordu. Taşlar, yavaş yavaş yerine oturuyordu ama hala yetersizdi. Cesur denen adam bize manilyat denen kapkekin hikayesini anlattığında kopmuştu film. Günün sonrası tam bir savaş meydanına evrilmişti. Ama mektupçum, her dakika beni uyarıyordu. O gün ikram edilen şeyleri ağzıma sürmemem için de, Evren ve Zamir'in arasında kalmamam için de ara sıra mesajlar atarak zihnimin içine giriyordu.

 

Zamir ile Evren'i bir araya getirerek çok büyük hata yapıyorsun. Ateşle barutu yan yana getiremezsin. Onların arasındaki çekişmeyi bilseydin yapmazdın böyle ama bil diye söylüyorum. Onların ateşi, seni yakar.

 

Zamir'in annene çalıştığını bil. O adam, senin ne kadar geliştiğini gördü. Şimdiden bunun için endişelenmeye bak.

 

O siyah zarfı bana beyan eden hayali mektupçum aramızdan biriyse neden ortaya çıkmıyordu? Zamir ve Evren arasında neler dönüyordu? Öte yandan, annem adına hizmet eden bir adamla Evren'in ne tür bir anlaşabilme olasılığı olabilirdi ki? Bir anlaşmadan söz etmişti genelevde Zamir, sanırım anlaşmanın bozulacağı varsa beni kurtarıcımdan alacağını söylemişti ve ne anlaşmasıydı bu? en son kurtarıcımın bir kızı koruduğunu ve başına bir şeyler geldiğinin bahsini açmıştı ama kurtarıcım artık bir kız veremeyeceğini beyan eden bir cümleyi resmen adamın yüzüne tükürür gibi söylemişti. Hangi kızı korudu ve ya hangi kızı Zamir'e verdi Evren? Zamir, beni anneme götürürse ne tür bir yıkım yaratabilirdi?

 

Help? 

 

"Neden ama," dedim aklıma üşüşen zehirli düşünceler kanımı hırsla kaynatırken. "Koskoca örgütten atılmaları için büyük sebepleri olmalı." Sabırsızca çıkan sesim içimde parlamaya baş göstermiş hırsımı körüklemeye niyetliyken Polat amca'nın telefonu ile benim telefonum aynı anda titredi. Adam telefonunu kavradığında bende Lavin'in uzattığı telefonumu avuçlarım arasına aldım.

 

Bilinmeyen numara: Sana o evden uzaklaşman gerektiğini söylemiştim, güneşin doğuşu. Beni dinlemedin.

 

Bu da ne demekti?

 

"Polat amca-"

 

"Gitmem gerekiyor," dedi Polat ekrana bakıp kaşlarını çatarak. Hayır. "Cevabına şimdi ihtiyacım var," yüzümde nötr bir ifade vardı ama sesim devamlı olarak sertleşiyordu. Siktir, tepki veremiyordum artık.

 

Polat hırsımı çalışmaya verdiğimden dolayı azmimi takdir ettiğini beyan eden birkaç söz söyledikten sonra evlere dağılmıştık. Terlediğimiz için duşa girmiştik ve ilk ben girip çıkmıştım. Akşam saat dokuz buçuk gibi görev için hazırlanmamız gerektiği söylenmişti ve ben yorgunluğun etkisi altındayken göreve gitmem imkansızdı.

 

Fakat uyuyamıyordum da. Kafamı meşgul eden tonla düşünce yığını beynimi delip geçerken uyku bana haramdı. Ben artık şahit olduklarıma daha fazla şaşıramıyordum. Kotamı öyle bir doldurmuşlardı ki sadece gerçeklerin peşine düşme arzusu kalmıştı içimde.

 

Bu sebeple çalışabildiğim kadar çalışıyordum.

 

Yorgundum ama heyecanlıydım. Evet. Göreve gidecektim ve kendimi bu şekilde eğitebilirdim. Sakinliğimi, nasıl konuşmam gerektiğini o anda beynimi çalıştırarak öğrenecek olmam ve bazı şeylere kendimi alıştırmam beni heyecanlandırıyordu. Çok yaklaşmış, ayak bastığım yolun sonlarına gelmiş gibi hissediyordum. Yatağıma, yorganın üstüne oturup düşünceli bakışlarımı pencerenin dışına odakladığımda odada elektrikli soba yanıyordu. Lavin, "İyi misin?" diye bir soru attı ortaya.

 

Sırtım ona dönük bir şekildeyken mırıldandım. "İyiyim."

 

Onun da artık aklı almıyordu. Biliyordum. Ama ilk defa sessiz kalmayı tercih etmişti çünkü Lavin bile tüm olanlara anlam kazandırabilmek için deli gibi düşünüyordu. Hıhh. Bu ona ya da onlara fazla kaçmış olmalıydı. Çünkü ben bu sır gibi saklanan davayı, yıllardır düşünüyordum.

 

İçimde ki sese kulak verip, telefonumu elime aldım.

 

Ben: Neredesin?

 

Parmaklarım kendinden emin bir şekilde klavyede dolaştı. Ve saniyesinde, mesaj sekmesine bir mesaj düştü.

 

Bilinmeyen numara: Sen neredeysen ben de oradayımdır.

 

Şu lanet olası telefonu önümdeki duvara atmamak için büyük bir çabayla direndim. Yıllara dayanan bir arkadaşlığımız vardı sağlıksız olsa da. Ama neden? Neden göstermiyordu kendini? amacı neydi?

 

Ben: Yolumda istikrarla yürürken bana çelme takma, mektup arkadaşı. Alacağım intikamın içine karışma. Bir de seninle uğraşmak istemiyorum.

 

Sözlerimde haklılık payı ziyadesiyle mevcuttu. Istırapla pencereye yasladığım başımı yağmurlu semaya kaldırdım. "Tanrım," diye fısıldadım. "Herkes bunun için uğraşsa da tek isteğim, sadece intikamımı alabileceğim kadar yaşamak..." Artık gözümden taşan yaşların kapısını açarak, yanağıma süzülmelerine izin verdim. "Yalvarırım Tanrım, bana; intikamımı alana kadar süre tanı. Sonra al canımı." Sanki, içeriden bir ses duyar gibi olmuştum ama Lavin duşa yeni girmişti.

 

Ardından, telefonumun titrediğini hissettim ama gelen mesaja bakamadan, benden bağımsız göz kapaklarım usulca kapandı.

 

Bilinmeyen numara: Korkma, güneşin doğuşu. İntikamını en iyi şekilde alacaksın. Senin savaş meydanında çevrendeki insanlar olmayacak ama, ben seni izliyor olacağım :)

 

🍁

 

 

 

Her zaman ki gibi kendimi dışarıda dolaşırken bulduğum günlerden birindeyken, adımlarım hastane kapısının önünde durdu. "Anna geldi, Doktor Türker'e haber edin hemen." Kötücül bir kahkaha dudaklarımda can buldu. "Telaş yapmasanıza, insan evinden nasıl kaçabilir ki?" her zaman uğruyordum bu kürkçü dükkanına. Neden bu sefer hiç görmediğim bir tepkiyle karşılaşıyordum ki?

 

"Çabuk içeri alın!" hemşireler koşarak yanıma geldiğinde başımı omzuma eğdim. Ve Türker'e bakarak hemşirelerin ellerimi arkamda bağlamasına izin verdim. "Beni özledin mi doktor?" sesim sevecen çıkıyordu. "Anneme kadar gidip gelmek istedim. Çay keyfi yapıyorduk." Saf bir halde, içtenlikle gülümsediğimde Türker'in gözleri gülümseyen dudaklarıma kaydı, ve sonrasında o kızgın bakış suratından yavaşça kayboldu.

 

Gülümserken söylendim. "Yavaş olsanıza be! kaçmıyoruz ya?" tekrar güldüğümde anlamadığım şeyler vardı, hemşireler kaçtığım zaman bu kadar sert davranmazlardı, hatta alışmışlardı ama sanki bir şeye kızgın gibiydiler. "Hangi cehennemdeydin sen?" Doktor Sezer sinirle yanıma geldiğinde hemşireler üzerimde kesici alet var mı diye rutin bir kontrol yapıyorlardı.

 

"Cehennemde değildim ki? cennet bahçesine davetliydim ben." İrem'in evinde filmler izlemiş, şehri dolaşmış, akşamları balkonda alkol-sigara keyfi yapmış ve gece kulüplerini inletmiştim. Bu ay ilk defa benim için sorunsuz geçmişti. "Başlarım şimdi senin cennet bahçene!" Doktor Sezer elini kaldırdığı anda Türker doktor onu zor tutmuştu. Korkarak geri çekildim.

 

Neler oluyor be?

 

Elini sertçe tutan doktoruma baktı Sezer doktor. "Evinin yangına verilmesi onun suçu değil." Dedi Türker dişlerinin arasından.

 

Doktor Sezer'in evi mi yanmıştı? Bütün bu kaosu kaçırdım desene!

 

"Hala onu mu savunacaksın Türker." Sezer sanki kendini tutmakta güçlük çekiyordu. "Onun yüzünden başımıza gelmeyen kalmıyor Türker bey." Kadın hemşirelerden biri söylenince kaşlarım havaya kalktı. "Alt tarafı bir ay ortalıkta yoktum," ardından yüzüme alayla karışık bir sevecen tavır takındım. "Yoksa özledin mi beni?" neşeyle güldüğümde hemşire üzerime doğru bir adım atmıştı ki Türker, "Yeter!" diye bağırdı.

 

Dudaklarını sinirle bastıran kadına dudaklarımı büzerek baktım. "Doğum günümü kutlamak istemiştim." Hevesle gülümseyerek Türker'e çevirdim başımı, biraz zorlanmıştım çünkü hemşireler hala kollarımdan sıkıca tutuyordu ama arkama birazda olsa dönebilmiştim. "Artık on dokuz yaşındayım ben. Bir yaşı daha devirdim."

 

"Hangi insan doğum gününü bir ay boyunca kutlar?" Kendisine hakim olmaya çalışan Doktor Sezer'e neşeyle parlayan gözlerimi çevirdim. "Akıl sağlığı yerinde olmayan kutlar. Ben de şu an da akıl hastanesinde olduğuma göre sorun yok."

 

"Bu kız çok oluyor ama!" Sıkıca yakalarımdan tutan doktor Sezer'e şok içinde baktım. "Bundan sonra dışarıya adım dahi atmayacaksın!" neler oluyordu? hemşirelerden biri saçımdan çektiğinde acıyla inledim. "Bırakın kızı!"

 

Türker beni tutup önüme geçtiğinde korkuyla onlara baktım. Böyle tepki vermezlerdi. Gelip gitmelerime alışkınlardı. Neden sinirlenme zahmetinde bulunuyorlardı? "Onun doktoru benim. Ben ilgilenirim." Dediğinde duyduğum bir başka sesle bakışlarım başka yere kaydı. "Anna! Anna! Anna!" Engelli kadın Gece, beni görünce koşarak yanıma adımladığında tam kollarımı açmış, ona gülerek bir açılış yapmak istemiştim ki gördüğüm manzarayla yüzümdeki gülümseme soldu.

 

Yavaşça, kaşlarım çatıldı. "Gece?" dedim yüzü mahvolmuş gecenin yüzüne dehşetle bakarken. Yüzü yanmıştı. Kadının... Yüzü... Harap olmuştu. "Ne oldu sana?" damarlarımda akan kana korku yayıldı. "Kim yaptı bunu sana!?" diye bağırdığımda hemşirelerden biri sabır dilenircesine başını yukarı kaldırdı. "Türker?" dedim yumuşak bir sesle açıklama bekleyen bakışlarımı ona sunarak.

 

Türker eliyle burun kemerini sıktı. Ne diyeceğini bilemiyor gibiydi. Lavin, kendi odasındaki kapı kenarından tüm bu yaygaraya seyirci kalıyordu. "Gece'nin yüzüne kezzap atıldı." Dediğinde şok içinde ağzım açıldı. "Ne? Nasıl?" sesim titredi. "Neden?" tüylerim ürperirken kadının yanmış ve kızarmış yüzünü inceledim. Bunu hastalardan biri yapamazdı. Doktorlar, hiç yapamazdı. Burayı ateşe verirdim.

 

"Hastaneyi basan bir çete, gitmeden önce kadının suratına asit fırlattırlar."

 

"Aslında öyle değil." Etraf bir anda değiştiğinde Türker ve diğer hemşireler yok oldu. Sanki hastane ortadan ikiye ayrıldı ve ben, ıssız bir adanın içinde Gece ile baş başa kaldım. Artık sadece ben, Gece ve okyanusun sahile sert vuran dalgaları vardı. "Unuttun mu?" dedi Gece, ilk kez sağlıklı bir şekilde cümle kurmuştu.

 

"Benim yüzümün katili sensin." Okyanusun sesleri kafamda yankılanırken önümdeki kadının ela gözlerine dehşetle baktım. "Ne?"

 

"Bilmiyormuş gibi yapma." Dedi Gece öfkeyle. "Eğer sen hastaneden uzun süreli kaçmasaydın başıma bunlar gelmezdi. Her şeyin sorumlusu sensin!" bana kinle bakan kadına karşı tek yapabildiğim, sertçe yutkunmak oldu. "Ben bir şey yapmadım-"

 

"Şu yüzümün haline baksa Anna! akıl hastanesinde sürekli yanına gittiğim, en çok onu sevip saydığım kadın sırf hastaneye bir ay gelmedi, doğum gününü kutlamak istedi ve dışarıda keyif çatıp bir ay sefa sürdü diye benim yüzüm öldü!" ellerimle ağzımı kapattım. Hayır, hayır, hayır!

 

"İntikamı mı hala almadın mı?" kafamı sağa çevirdiğimde, hastaneye atıldığım gün üzerimde giymiş olduğum aynı beyaz elbise ile, okyanusun sahile vuran dalgalarına yakın bir yerde durmuş küçüklüğüm belirdi. "Sen..." Dedim çatlayan sesimle on üç yaşındaki halime bakıp. "Ben bunları hak etmemiştim. Ama daha hala intikam almadığına göre sen hak ettiğimi düşünüyorsun."

 

"Olur mu öyle şey!" diye bağırdım.

 

"Sen hepimizi ezip geçtin Anna." Dedi Gece iğrenç bir şeye bakar gibi bir sesle.

 

Ela gözler karardı. "Hepsi senin yüzünden. Keşke hiç doğmasaydın. O zaman herkes hayatına kaldığı yerden devam edebilirdi."

 

🍁

 

 

 

"Rüyaşında kabus mu göyüyor? baksana abi, bir şeyler diyoy."

 

"Ben bir şey yapmadım!" bağırarak yataktan kalktığımda hızla başımı sağ tarafa çevirdim. "Ay!" yatağımın kenarında sarı saçlı, yeşil gözlü bir çocuk olduğunu görünce olduğum yerde şaşkınca hareketsiz kaldım. "Abi göyüyoy musun saçlayını? çokk güzeell." Gözümden bir damla yaş akarken sarı saçlara sahip, dört yaşında olduğunu tahmin ettiğim çocuk yatağıma çıkıp elleriyle saçlarıma dokundu. "Tuyuncu saçlayı ilk defa göyüyoyum. Sen bir piyenses misin?"

 

"Evet, o bir prenses." Islak gözlerim yavaşça, yatağımın çaprazında olan yatağa oturmuş ve kolunu dizine yaslamış Evren'e tırmandı. Şok geçiriyordum. Derin nefesler eşliğinde sonuna kadar açılmış gözlerim çocuğun iri yeşil gözlerine dokundu. "Neden ağlıyoysun? seni de mi baban öldüymeye çayıştı?"

 

"Ne?" dedim gözlerimi kısarak. "Zafer." Dedi Evren düz tutmaya sesiyle. Çocuk yatağımdan hızla doğrulup Evren'in yanına koştuğunda Evren çocuğu kucağına aldı. "Bizim düşmanı kesildiğimiz bir başka örgütün çöpe attığı bir çocuk."

 

"Ne?" dedim şok içinde. Yeni uyanmıştım. Duyduklarım gerçek miydi hatta gördüklerim gerçek miydi emin bile değildim. "Babasının zulmüne dayanamadım." Dedi Evren çocuğa bakarak, üstüme kimin attığı belli olmayan yorganı attım. Ayaklarımı yatakta iken yere uzattım ve ellerimle yüzümü ovaladım. "Örgüte aldım. Hoş, örgüte aldırdığım ilk çocuklardan değil." Evren çocuğa işaret yaptığında çocuk dışarıya koştu.

 

Çok masumdu.

 

"Başka kimler var?" sesim yeni uyandığım için boğuk çıkıyordu. "Örgüt lideri seçildiğim ilk günlerde sokaktaki ailesiz üç çocuğa -dedem katı bir şekilde reddetse de- ev sahipliği yaptım. Şu an üçü de on altı yaşında." Tabii ya, diğer ekiplerden birinde üç çocuk vardı. Lavin ile sormayı sürekli unutuyorduk ama biri kız ikisi erkekti. Örgüte büyük bir tutkuyla bağlılardı ve benden bile daha iyi dövüştüklerini söyleyebilirdim.

 

"Rüyanda ne gördün?" Çarpık bir gülümseme ile vahşi bir hayvanı andıran kehribar gözlere baktım. Kemikli suratına taktığı maske başarılı olsa da gözlerinde anlık beliren endişeyi yakalamıştım. Gülümsemem büyüdü, gözlerim kısıldı. Sessizdim. "Anna..." Dedi Evren, uyarır bir tonla ama sadece bana karşı gösterdiği naifliğinden ödün vermeyerek. Lakin yine de bu adamı, ben tam olarak algılayamıyordum. Çok değişkendi ve düşüncelerini sürekli saklı tutuyordu.

 

Gülümsememi gözüne kestirdiği anda yüzündeki sert ifade yavaştan kayboluyordu ki sorum onun kaşlarını çatmasına vesile oldu. "Zamir eskiden bu ailenin içinde miydi?"

 

"Bana gerçekten bunu mu soruyorsun, Anna?" Sesine eklenmiş mesafe zaten üzerime bir ceket gibi giyinmiş olduğum ciddiyetin boyutunu arttırdı. "Bu aileye sonradan katıldım, bilmek istiyorum." Kehribarlar koyulaştı. İri yarı bedenini tarayan gözlerim onun gözlerine yavaşça dokunduğunda Evren birkaç saniye sükunetini korudu. "Bu ailenin bir parçasıydı." Sesinde duygu kırıntısı dahi barınmıyordu. Elimle saçlarımı geriye atarken başım eğikti. "Neden atıldı?"

 

"Hata yaptığı için onu kovdum." İşittiklerim karşısında hareketlerim yavaşladı ve gözlerim tekrar onun sert kehribarlarını buldu. Konuşacağım sırada buna izin vermedi. "Mektup arkadaşınla mesajlaşman bittiyse, görev için hazırlanman gerek." Bana karşı ne sesi, ne bakışları değişmişti fakat daha fazla burada kalmak istemiyormuş gibi odadan çıktı Evren. Kartal, mektup arkadaşımdan gelen bildirimleri kontrol etmekle mesuldu ve sadece mesajları okuyordu.

 

Evren, mektupçumun son mesajında yazdıklarını görmüş olmalıydı.

 

Dışarı çıktığımda Işıl ve Berna az önce adının Zafer olduğunu öğrendiğim çocukla ilgileniyorlardı. Lavin tek kişilik koltukta uzanmış, bacaklarını ve saçlarını koltuğun kolçağından aşağısına sarkıtmış kitap okurken elmas mavileri beni buldu. "Uyanmışsın." Dedi doğrulup yanıma gelerek. "Hadi, senin için hazırladığımız elbiseyi giyin."

 

Lavin'in üzerinde beyaz, hafif mini bir elbise vardı. Yüzünde özendiği belli olan makyajından ziyade kırmızı ruju kendini belli ediyordu. Görevde yapacaklarımızı hala iletmemişlerdi. "Geliyorum hemen." Dedim ve adımlarım lavaboya yöneldi. Elimi yüzümü yıkayıp kendime gelmeye çalıştım.

 

Aynadan, hala geçmemiş ama hafiflemiş olan morluklarımı inceledim. Tamam, iyisin. Bitti gitti. Odama geçtiğimde hızla uzun siyah kumaşın fermuarını açıp içindeki koyu bordo elbiseye baktım. Göğüs dekoltesi çok güzeldi. Elbiseyi hızla alıp üzerime geçirmek için atik davranırken içeriye Işıl, Zafer, Lavin ve Berna geldi.

 

"Görev ne?" diye sordum üzerimdeki kıyafetleri çıkarırken. Kimse bana bakmıyordu. Işıl, debelenip dursa da Zafer'in gözlerini kapatmıştı. Lavin uzanıp tavanı seyrediyordu, Berna ise yere bakıyordu. "Bir partiye gideceğiz." Diye konuya girdi Berna. "Parti öyle böyle değil. İçkiler ve yemeklerde yok yok. Partiye sadece yıldızı yeni parlamış insanlar ve ünlü olmak isteyenler gidebilir." Elbisenin askıları yoktu, straplez elbisenin fermuarını arkadan çekemediğimden Işıl ayaklandı. "Biz ne sıfatla gideceğiz?"

 

Kolumdaki lacivert saati çıkartmak istemiyordum ama göreve sanırsam ünlü olmak isteyen bir zengin züppe kılığında gitmemiz gerektiğinden çıkarmıştım. "Ben garson olacağım. İçeceklere ve yiyeceklere madde katılıyor. Sizlere temiz olanları ikram etmekten ve kendi ürettiğim ilaçlarla bazı mahlukatları bayıltmaktan mesulüm."

 

Tepki vermeden çantamdan makyaj çantamı çıkartıyordum ki, duyduğum şeyler karşısında kanım dondu. "Parti de, kadın ve erkekleri fark etmeksizin bayıltıp yatağa atan ve videolarını çekip kaset halinde topladıktan sonra şantaja başvuranlarla işimiz var."

 

"Ha?"

 

Berna gözlerini devirdi. "Evet," dedi sanki kendi içinde bir şeyleri kabullenmiş gibi. "Can sıkıcı ama durum bu, ayrıca; partiyi yöneten dört kişi var. İçlerinden biri bir kadın ve zamanında annenle çok yakındı." Lavin ile göz göze geldim. Parmaklarımın arasında tutmuş olduğum, kıyafetimle aynı tonlardaki koyu bordo ruju sürmeden önce başımı Berna'ya çevirdim. "Nasıl bir yakınlık? biraz, açar mısın?"

 

Sakin ol dedi iç sesim.

 

Sükunetini koru.

 

Nasıl? Nasıl koruyabilirim?

 

Bu zamana kadar, sessiz kalmak isteyen tarafını sabote ettin de oldu? Ne geçti eline Anna? Koca bir hiç.

 

Zulüm edenlere senelerce sessiz kalmak ne kadar akla mantığa sığabilirdi? Zorundaydım. O suskun, sakin yanımı kendi içimde bir yerlerde saklamak zorundaydım.

 

Ama sen böyle bir kadın değildin. Naiftin. Kibar, zarif bir kadındın.

 

Fakat bu yeterli değil...

 

Kime, neye yeterli değildi Anna?

 

"Vay canınaaa!" çığlık atan bir çocuğun sesi, kulaklarımdan içeriye girdiğinde ana geri dönerek yeşil gözlerimi yanıma koşan ve uzun saçlarıma küçük parmaklarını daldıran çocuğa çevirdim. "Çok güzeysin," çocuğun bana benzeyen yeşilleri Işıl'a kaydı. "Evyen abi bana kiminye evyenmek istediyimi soymuştu." Çocuğun gözleri bu sefer bana dokundu. "Ben bu kadınya evyenmek istiyorum." Küçük bir kahkaha dudaklarımda şekillendiğinde gözlerimi kısarak gülmeye başladım.

 

"Az önce benimle sevgili olmak istediğini söylemiştin." Lavin'in sesi Zafer'e karşı yumuşak çıkıyordu. "Görüyor musunuz çocuk bile olsa erkekler hiç değişmiyor." Bu sefer daha sesli güldüğümde, ilk defa düşüncelerimden arınabilmiştim. Zafer, o kadar tatlı bir çocuktu ki, büyüyünce çok can yakacağını tahmin edebiliyordum şimdiden. "Seninye sevgiyi oymak istediğimi söyedim. Evyenmek istediğim kişi bu kadın."

 

"Bacaksıza bak!" diye bağırdı Lavin. "Birde sıfatları kullanarak bizi ayrı kefelere katıyor!" Gülmemi durduramıyordum. "Çocuk şimdiden çapkın çıktı lan." Diye mırıldandı Işıl. Aradan zaman geçti. Dakikalar, saatlere ulaştı. Saatler ise, kalbimin sabırsızlığına zorla pranga taktı. Berna'nın anlattıklarına göre Annem, her yere davetliydi.

 

Hatta bahsettiği partinin karanlık yönleri olmasına rağmen annemi kimse tuzağa çekememiş, çünkü korkuyorlarmış. Şaşırmamıştım, dediğim gibi; ben artık şaşırma kotamın sonuna gelmiştim. Sonuç itibarıyla, annemi polisler bile yakalamaya çekinirken basit bir partiyi yöneten insanlar neden korkma gereksiniminde bulunmasındı? Şunu kendi içimde açıklığa kavuşturmak istiyordum. Annem bir gangsterdı.

 

Komikti ama gerçekti. Ülkede yapmadığı şey kalmamıştı. Her çeşit malı, havadan, karadan ve denizden kaçırmışlığıyla ünlüydü. Çeşit çeşit maddeler, silah kategorisine giren araçlar, nükleer bomba söylentisi doğru ise, birkaç tane bombayı kendi bilinmeyen, özel hanelerinde sakladığı söylentileri bile yaygındı. Bazı mafyalara yaptığı iyiliklerden dolayı o tarz adamların annem için yapmayacağı iyilik olmazdı. Biliyordum çünkü zaman içinde hapse giren mafyaların korumaları bu sırrı ifşa etmişti.

 

Akıl hastanesinde, televizyondan haberi pür dikkat izlemiştim. Sonra Türker izlememem gerektiğinin daha sağlıklı olduğu kanaatinde bulunarak televizyonu uzun bir süre benden mahrum bırakmıştı. Annem her ne yaptıysa, bir anda yükselişe geçmişti. Muazzam ötesi bir şekilde değişen hayatına bir beni almaktan korkmuştu.

 

Harikalar diyarında herkesin korkup kaçtığı kırmızı kraliçe, basit bir Alice'den korkuyordu. O zehirli keki yiyerek hata yapan Alice ise, düştüğü dünyanın içerisinde bir şeyleri düzeltmeye fazlasıyla meyilliydi.

 

Fazlasıyla abartı bir makyaj suratımda ben buradayım dercesine parlarken Evren'in arabasına binmiştim. Saat akşamın sekiziydi. "Partilerinin şöhreti bulması için annemle yakınlık kurmuş olabilir Parla." Dediğimde Evren bana bir saniyelik bakış attı. Akabinde direksiyonu sağa kırdı. Partileri yönetenler arasında duran kadının adını yeni öğrenmiştim. Parla denen kadın, annemle iş birliğinde bulunmuş olabilirdi. "Mümkün olmayan bir teori bu." Dedi Evren, düz ve emin bir sesle.

 

Kaşlarımı çatarak beyin fırtınası yapmaya başladım. Ünlü insanları davet ederek kasetlerini bulunduran insanların içine karışmış bir kadın, toplum tarafından ülkenin gangsterı olarak nitelendirildiği bir kadınla; yani annemle havadan sudan samimi olamazdı.

 

Bunun bir çıkarı olması şarttı. "Anastasya," dedi Evren. Odağı yoldaydı. "Sadece zirveye çıkabilecek potansiyelde olan ve para akışının hızlı sağlanabileceği insanlarla muhatap olur." Alay taşıyan bir tebessüm yüzünde hafifçe belirdi. Evren'in dudakları kıvrıldı. "Beni de kendi ağına çekmeye niyeti vardı ama sonra hata yaptığının farkına vardı."

 

"Bildiğin ne varsa dök ortaya Evren." Aceleyle ve sertçe ağzımdan firar eden bu tatsız cümle yüzümü buruşturmama sebep olurken Evren, "Bu partiyi organize ettikleri ve planları daha kurmakla uğraştıkları ilk günlerde öylesine edilen bir davet, kabul edildi." Annemden bahsediyordu. Daveti kabul eden Annemdi.

 

"Tabii ki de şaşırmışlardı ama senin annen çok atikti Anna." Diyerek konuyu devraldı Berna. Arkamızda Lavin ve Berna vardı. Onlarda bizimleydi. "Anastasya onaylar onaylamaz partiye ayak bastı. Aralarındaki en şöhret sahibi insan o olduğundan gözler sürekli ona kayıyordu. Parla kadınla sohbet etmekle uğraştı. Annen ise anında onlara taktik verdi." Bir şeye hayran kalmış ve inanamıyormuş gibi bir edayla nefesinin altından güldü Berna.

 

"Ne taktiği bu?" gözlerimi kırpmadan arkamdaki kıza bakıyor, onu dikkatle dinliyordum. "İlk önce, adamların ve kadının cümlelerini yarıda keserek konuya hızlı bir giriş yapmıştı. 'Ben laf kalabalığı yapmaya gelmedim. Siz, yeni yetmeler; rahatlığı ele alarak para kazanmaya çalışıyorsanız bana sadık kalmaktan yana olmalı ve bana gösterdiğiniz sadakatin içinde geri adım atmamalısınız.' Demişti ve onları içine çektiği odada kimseye söz hakkı tanımadan konuşmuştu. 'Yapmanız gereken iş basit. Ünlü olan, ya da, tanınmaya baş göstermiş kişi ve kişileri davet etmekle bu iş yürümez. İçeceklere madde katın. Sarhoş edin ve para kazanırken keyif alın.' Dediğinde bu fikir, adamların ve kadının aklına hiç esmemişti Anna. O gün annenin ne demek istediğini çok iyi anlamışlardı. Ve şimdi ise yıllardır bu işi sürdürüp, tonla para kazanıyorlar."

 

Duyduklarım, beni felaketin pençesine attığında kalbime bir çizik daha atıldı. Adamların yaptığı bu iş, önceden annemin fikrinden mi esinlenmişti? Annem gerçekten bu canice işlenen işin senaristi miydi? Öte yandan, annemin bundan ne çıkarı olabilirdi?

 

"Karşılığında ne istedi?" diye sordu Lavin, benim konuşma yetimin yıprandığını fark ederek buz gibi bir sesle. "Karşılık denmez buna," Berna cümleleri nasıl toparlayacağını düşündü birkaç saniye. "Evren'in dediği üzere, sadece zirveye çıkacak potansiyel gördüğü zaman annen ortaya zekice bir zar atar, durum gerçekleştiğinde bu zarı attığı kişiler ona minnettar kalır ve Anastasya'nın istediği her şeyi yaparak zamanla onun adamları haline dönüşürler."

 

Lavin ile göz göze geldiğimde aynı anda yutkunduk. Yüzüm stabildi. Lakin gözlerimde değişen duygu geçişlerini bastıramıyordum. "Bu bir odanın içerisinde konuşulduysa siz bunu nereden öğrendiniz?"

 

"Örgütümüzde bulunan bir kişiyi mağdur bir ünlü aracılığı ile oraya göndermiştik. Kız sarhoş taklidi yaparak sorular sorduğunda üstündeki adam zevkle anlatıyordu işinin nasıl başladığını." Lavin dudaklarını bastırarak yüzünü cama çevirdi. Kusacak gibi olmuştu. Mağdur olan ünlüden kastı, sanırım çekildiği videolarla şantaja maruz kalan bir insandı.

 

"Biz ne sıfatla gidiyoruz? ben ve Lavin son programdan sonra tanınmış ve gündeme gelmiş olsak da orası bir nevi annemin varlığını kapsayan bir yer. Hangi hakla gidiyoruz?"

 

"Arabayı durdurun, nefes almam gerekiyor." Lavin'in sert sesi yüksek çıktığında Evren konuşma gereği duymadan arabayı kenara çekti. Lavin dışarı adım attığında kapıyı suratımıza sertçe kapattı. "Orayı basmak ve bazı kişilerin isteği üzerine mekanı devralmak istiyorduk ama zamanını bekliyorduk. Ne tesadüf ki, Lavin ve sana davet yolladılar."

 

"Ne?" dedim dudağımı büzüştürerek. Annemin sayesinde iyi paraların döndüğü bir mekan, neden minnet duydukları bir kadının düşmanı gibi gördüğü kızını ve en yakınına davet göndersin? Öte yandan, bana gönderilen davetten şimdi şu anda nasıl haberim olabilirdi? Neden daha önce söyleme zahmetinde bulunmadılar.

 

Gerçekten inanılmaz bir ailem var.

 

"Işıl görür görmez daveti Evren'e yolladı. Evren ise kabul etti." Bakışlarım Evren'e kaydı. Yüzü bize dönük değildi. Önüne bakarak yolu izliyordu. "Bir iş çevirdikleri belli, biz bu işin altında annenin olduğunu tahmin ediyoruz." Derin bir nefes aldı Berna. "Malum, siz programda gerçekleri birbir masaya yatırınca Anastasya ilk defa bu kadar acayip bir linçe maruz kaldı. Egosunun ne boyutta olduğunu herkes bilir ve şimdi yıpranan egosu onu kızdırdığından dolayı bir iş çevirme ihtimali çok yüksek."

 

Boğazımda hayali bir barikat varmışçasına bir kaç saniye nefes alamadım. Ardından gözlerim etrafta dolaştı. Annem taşlarını iyi seçiyordu. Herkesi kendi piyonu haline getirmişti. Kafamı en çok kurcalayan bir başka unsur vardı. Annem, karanlığına uyumlu bir şekilde dokunan bu kirli piyasanın içinde kendisini dokunulmaz yapsa da, her şeye sahip olsa da hala benim hastaneye gitmemi istiyordu. Onca işinin gücünün arasında kafası neden buna takılmıştı?

 

Emindim. Bir şeyler çeviriyordu.

 

"Ben Lavin'e bakmaya gidiyorum." Dedi Berna. "Dışarıda sigara içiyor, sanırım söylediklerimize kulak kesilmek istemedi." Söylenirken kapıyı kapattığında dudaklarımı büzmüş etraflıca düşünüyordum. Radyoda Blacbear - Weak When Ur Around şarkısı çalarken kendi kendime konuşuyordum. "Belki sadece benden haz etmeyen bir kaçıktır," kısık sesle mırıldanırken bordo rujumun parlattığı dudaklarımı sürekli birbirine kenetliyordum. "Etrafa şöyle bakışlar atmayı kes." Gözlerim kurtarıcımın kaslı kollarından gözlerine tırmandı. Yola bakarken kehribarlar benimkilere yöneldi.

 

"Nasıl bakışlar atıyor muşum etrafa?" Evren'in dudakları kıvrıldı. "Yavru köpek gibi." Kaşlarımı alınganlıkla çattım. Bu büyük saygısızlıktı. Gözlerimi kırpıştırarak ona baktığımda kıvrılan dudakları birazcık daha kıvrılmıştı. "En azından bakışlarım vahşi bir hayvanı andırmıyor." Anlamadığım bir şekilde oturduğu yerden bana doğru uzandığında yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Ne varmış gözlerimde?" dediğinde yüzünde bir ifade arıyordum. Her hangi bir ifade ama yoktu.

 

Sadece sesinde eğlendiğini zar zor anladığım eğlenceli bir tını vardı. Kehribarlar bana çok yakın olduğundan, "Bu sefer dengelerimi bozmana izin vermeyeceğim kurtarıcım." Dedim ona meydan okumaya çalışarak ama kalbim deli gibi çarparken bunu başaramayarak. Kurtarıcımın kaşları havaya kalktı. "Demek öyle," dediğinde aklına bir şey gelmiş olmalı ki dudakları muzipçe kıvrıldı.

 

"Peki, benim senin iznine ihtiyacım var mı?" yüzümü derinlemesine inceleyen bu iri yarı cüsseli adam biraz geri çekilmeme sebep olsa da arabada ondan kaçacak boşluk bulamıyordum. "Uğraşma benimle," dedim ciddi çıkarmaya çalıştığım sesimle. "Yakarım canını."

 

"Yak o zaman."

 

Gözlerimi devirdim. "Bunu bana ikinci deyişin ama korkman lazım." Dediğimde seri bir şekilde konuştu. "Neden korkmam lazım?"

 

"Hani olur ya kitaplarda seri katil güçlü bir kadın vardır ve bir şekilde sevdiğini öldürmek zorunda kalır-"

 

"Beni neden öldürmeye çalışıyorsun şimdi?" kaşlarım havaya kalktı.

 

"Seni öldüreceğimi söylemedim ki?" Kurtarıcım hızla kaşlarını çattı. Kelime oyunumu anladığı için bastırmaya çalışsam da sinsice gülümsedim. Evren göz kırparak, "Ha başkasını seviyorsun yani?" diye sorduğunda sesindeki iğneleyici ton içime küçük çaplı bir korku yaydı.

 

Fakat geri çekilmedim. "Ama en azından öldürülen kişi olmayacaksın. Sevin buna." Daha fazla dayanamadan seslice, içtenlikle gülümsediğimde kaşlarını çatmış adamın gözleri gülümsememe dokundu. Ve bütün o siniri, çatık kaşları ve ruhsuz ifadesi anında yok oldu.

 

"Öldürülen kişi olmasam da ana karakterle bu akşam işim var." Sesindeki muzip ton hiç hoşuma gitmemişti. "Seninle akşam bir planımız olduğunu bilmiyordum." Dediğimde önüne geri dönüp dudaklarını yaladı Evren. "Ben biliyorum ama."

 

Bu herif...

 

Delirmemek elde değil!

 

Benimle istediği an vakit geçireceğini düşünemezdi. Eşya gibi yanında olup olmamak benimde karar vereceğim bir şeydi. "Benim akşam başla işlerim var canım." Dediğimde resmen atışıyorduk. "Benden önemli olduğunu sanmıyorum." Bir gözüm seyirdi. "Buna sen mi karar veriyorsun?"

 

"Evet?"

 

"Akşam görürüz sevgili kurtarıcım. Geliyor muyum, gelmiyor muyum." İnadımla kapışabilecek bir baba yiğit tanımıyordum ben. Olamazdı da. "Ayrıca ben bir gangsterın kızıyım istersen bana fazla bulaşma-" ne olduğunu anlamadığım bir şekilde, hızlı bir refleksle dudaklarım kapandı. Kan pompalamakla görevlendirilmiş kalbim durdu. Bu ayazda üstüme zorla atılmış kurtarıcımın kabanı beni en başından beri ısıtmamakta ısrarcıyken bir temasla, bütün bedenim yanmaya başladı. Dudaklarımı kaplayan, yabancısı olduğum dudakların sahibi benim kaçmamdan korkuyormuş gibi -haklı olarak- çenemden tutarken bütün devrelerim birbirine girmiş, beden fonksiyonlarım durmuştu.

 

"Kaşınma, güzelim." Dedi kurtarıcım, ılık nefesini hissederken yanaklarıma kanımın hücum ettiği bu ateşli dakikalarda kurtarıcımın büyük eli çenemdeyken, parmaklarından biriyle çenemi okşadı. "Dayanamıyorum." Dedi ıstırap dolu bir sesle. Sanki acı çekiyor, kendisini zor tutuyordu.

 

Lavabosu mu gelmişti acaba?

 

Bir dakika, o bana güzelim mi demişti?

 

HAAĞAAĞAĞAAA!!!

 

Sonunda istediğini alan herife dudaklarımı bastırarak baktım. "Neden ayarlarımla oynuyorsun? Ben senden böyle bir şey istedim mi?!" çocukça çıkan sesim sanki onu daha da eğlendirmişti ama göstermiyordu. "İstediğin için öpmedim ki?"

 

"Ya bak!" hızla emniyet kemerimi çözdüm. "Seni öldüreceğim!" üstüne atladığımda zevkle beni belimden tutup kendine çekti. "Hiçbir itirazım yok." Dedi sanki onu öldürmemi gerçekten ister gibi. Herif gerçek bir kaçık!

 

"Sonuçta ana karakter sevdiği adamı öldürüyordu kitaplarda değil mi?" beni benim laflarımla vurmayı başardığında artık onun üstündeydim. Boğazını sıkmaya çalışırken, bundan hiç etkilenmişe benzemiyordu ve bu benim canımı sıkıyordu!

 

"Hiç de bile! benim sevdiğim adam olmaya layık değilsin sen!"

 

"Allah Allah!" Evren'in belimdeki kolu sıkılaştı. Ben onu boğmaya çalışırken o beni kendisine biraz daha yaklaştırdı ve hiç zorlanmışa benzemiyordu. "Kimmiş sana layık kişi?"

 

"Sen beyaz değil, siyah atlı prenssin. Senden olmaz." Yapay bir üzgünlükle başımı hüsrana uğramışçasına iki yana salladığımda Evren'de başını omzuna yavaşça yatırdı. "Bunların hepsini Lavin'in kitaplarından okuyup görüyorsun. Malikaneye gittiğimiz ilk an Lavin'in kitaplarının atılması emrini vereceğim."

 

"Şaka yaptım şaka yaptım!" dedim hızla. "Güzel." Dedi otoriter bir sesle. Gerçekten de siyah atlı prens dememe gücenmişti. Ama öyleydi arkadaş!

 

"Gözlerin bazen beni ürkütüyor." Diye bir itirafta bulunduğumda ellerim boğazında değildi artık. "Senin gözlerin beni ürkütmüyor ama." Muzurca yüzümü buruşturdum. Haddinden fazla yakındık. "Gözlerimin güzel olduğu doğrudur kurtarıcım." Sanki bir şey aklıma gelmiş gibi bir ifadeye büründüm. Derin bir iç çektim. "Kaç can yaktı bu gözler." İkimizde, aynı anda, saf bir şekilde kahkaha attık.

 

İlk defa, birbirimizin yanında bu kadar fazla eğleniyorduk. Bu bir ilkti. Vay canına, gülmek ona çok yakışıyordu. Kalbime tarifi olmayan bir sıcaklık yayıldı. Hindistan cevizi kokusu yine burnumda tütmüştü. Sert vücuduna kendimi tamamen bıraktığımda gözleri sadece benim üzerimde duran ve vücut yapısından dolayı yanında çocuğu gibi durduğum adama dokundu gözlerim.

 

"Bütün bedenimi, gücümü sana verim de ağırlığımın karşısında ezil." Diyerek ona laf attım.

 

"Karşısında ezildiğim şey ağırlığın değil, güzelliğin."

 

"Gözlerimin güzel olduğunu söylemiştim-" dediğimde lafımı kesti. "Sadece gözlerinin güzelliğinden bahsetmiyorum." Keskin bakışları mini, bordo elbiseme kaydığında gözlerinden geçen duyguyu tanımıyordum. "Bu elbiseyle kucağımda oturup bana bu denli yakınlık göstermenden korkman lazım." Dediğinde kaşlarımı çattım. Sertçe yutkundu kurtarıcım. "Bu şekilde karşımdayken kendimi frenlemek ne kadar zor haberin var mı?"

 

Gerçekten ağırlığım karşısında mı eziliyordu? Çok mu ağırdım da kucağındayken canı mı yanıyordu?

 

Anlamayarak gözlerimi kırpıştırıp başımı eğdim ve bedenime baktım. "Hiç anlamıyorsun değil mi?" gözlerim tekrar ona döndü. "Neyi anlamıyorum?" dedim, "Anlamadığım şey ne?" Evren eliyle sakalını sıvazladı ve konuyu kendi yönünden çekmeyi başarmıştı çünkü şimdi söyledikleri gözlerimin kocaman açılmasına vesile olmuştu. "Hiç. Ha birde, kızın bana zarar vermeye gücü yetemez ama seni bilemem; adım sesleri duyuyorum. Geliyorlar."

 

Allah korkusu misali, hızla kendi koltuğuma geçtiğimde arabada yankılanan kahkaha sesi eşliğinde yerime geçmeye çalıştım. Lavin eğer bizi böyle görürse mahvederdi. Evlendiğimizi öğrendiğinden beri Evren'le bizi yalnız bırakmamaya gayret gösteriyordu. Kız ciddi ciddi istikrarlıydı arkadaş. Yolundan asla şaşmıyordu ve mevzu bahis o tarz konular olunca bana mısın demiyordu.

 

Allah yardımcın olsun Kartal.

 

"İyiyim diyorum neden anlamıyorsun kıvırcık?" Lavin'in sert sesini işittiğimde gözlerimi açarak dudaklarımı bastırdım korkuyla. Arabaya bindiler. "Art arda iki sigara tükettin. Diyorum işte size bir psikolog şart." Araba çalıştığında söylenmeye devam ettiler. "Psikolog getirdiniz de ne oldu? Kadın dayanamadı ve gitti."

 

🍁

 

 

 

İlahi Bakış Açısı

 

Akşamın karanlığına yüz tutmuş bulutlar bir kalkan gibi ayın üzerini kapatırken loş ışıklarla kuşatılmış odayı bir başka aydınlatan unsur bilgisayardan yansıyan turuncu bir ışık huzmesiydi. On dokuzuncu yaşını gece kulübünde kutlama yaparak geçiren ve elindeki içi şarapla doldurulmuş kadehi tutan genç kız Anna'nın fotoğrafı, bilgisayarın ekranında can bulmuş şekilde ışıldarken bilgisayar başında oturan adam, genç kızın sıcak gülümsemesini ve elindeki şarabı havaya kaldırmış vaziyette İrem'le eğlenmesini sessizce izliyordu.

 

Tam bir buçuk saat olmuştu.

 

Bu geçen dakikalarda ise genç adam, sadece Anna'nın gülümsemesini izliyor, izledikçe içini kemiren duyguları ustaca susturuyordu. Anna, o gün deli gibi içmişti. Hayatın ona getirdiği kötü sonlu sürprizlere bile razı geldiğini ama bugün onu kimsenin üzemeyeceğini beyan eden kahkahalarına ithafen kadehini havaya kaldırıp dans ediyor, sanki yarın dünyanın sonu gelecekmişçesine yakın arkadaşı İrem ile mekanı inletiyordu.

 

Genç adamın dudakları arsızca kıvrıldı. O gün Anna bir başkaydı çünkü. Anna o gün bütün acısını unutmaya meyilliydi ve problemlerle kaplanmış hayatının kapılarını kapatıp bir aylığına kendine izin vermeyi seçmişti.

 

Genç adam, o zamanlara ileride geri dönmek isteyeceğini öngörecek zekada olduğundan, o gece tonla fotoğraf çekmişti ve şimdi resimlere bakmaktan kendini alıkoyamıyordu.

 

Kahkahalar eşliğinde kadehini havaya kaldırmış kadına bakarak içkisini havaya kaldırdı adam. Avına ulaşmak istemenin heyecanıyla yanıp tutuşan bakışlarına esir etmiş kadının resmi sadece bir taneden ibaret değildi. Lakin hangi fotoğraf olduğu fark etmiyordu çünkü genç kadın her resimde masumluğuyla sarmalanmış güzelliğini istemedende olsa ön plana çıkarabiliyordu. 'Her şeyiyle mükemmel,' diye geçirdi içinden adam.

 

Ekranda, bir başka resim peyda oldu. Yine aynı günün içerisinde hatıra olarak etiketlenmiş fotoğrafta genç kız Anna, sınırların dışına çıkmak istercesine kendisine iri yarı bir adam bulmuş, onun omuzlarına çıkmış ve oturmuş vaziyette üstünden attığı kazağını neşeyle bağırarak havada sallıyordu.

 

O yaşlarda bile kesip kıymamış olduğu uzun turuncu saçları havada süzülürken ihtirasla parlıyor, herkesin dikkatini çekmeyi yine istemeden başarıyordu. Eliyle havada salladığı koyu kırmızı bol kazağı onun şarkıya kendini kaptırmasını ve sarhoşluğa artık adım attığını haykırırken, üstüne yapışmış siyah atleti genç adamın o günde olduğu üzere gözüne dehşetle çarpıyordu.

 

Akabinde, genç adamın telefonu titredi; arayan kişi Nefes'ti.

 

'Az kaldı.' Dedi genç adam içinden. 'Seni kendi dünyamla tanıştırmama az kaldı, güneşin doğuşu.'

 

🍁

 

 

 

İçime çektiğim saniyelik nefeslerin arasından, tonlarca ihtimali gözden geçirmeye çalışıyordum. Gelmiştik ve bu saniyelerde kafamda çok uçuk düşüncelerle boğuşuyordum. Evren hala tam olarak buraya gelmemizde ki kastı söylememişti. Sadece örgütümüzün bu mekanı devralmak istediğini belirten Berna vardı. Fakat neden? Ve nasıl? Biz planın tam olarak içinde değildik sanırım.

 

Örgütten başka gelecek olanlar kimdi?

 

Kulaklarımıza dolan şarkı hafif ve eğlenceliydi. "Kimseyle uzun göz teması kurmayın." Dedi Evren tok bir sesle. "Berna'nın vermediği hiçbir ikramı ağzınıza sürmek yok." Lavin ile aynı anda başımızı salladık. "Babamdan gelecek talimatların tersini yaparsanız farkında dahi olmadan yakalanırsınız. Dikkat etmelisiniz kızlar." Işıl'ın sesi temkinliydi ama bu eğlence barındıran şarkıdan ötürü kendimi müziğe kaptırıp duruyordum.

 

Etrafa bakarken kurtarıcım ile gözlerimiz buluştu. Hayır, o en başından beri beni izliyordu. "Anlaşıldı mı, Anna?" dedi temkinle. O genelev mevzusundan sonra Lavin ile akıllarda kalıcı bir rezilliğe imza atmıştık. Bu sebeple başıma iş açmamdan ya da ona iş çıkarmam korkuyordu sanırım. Ne var ya? ilk defa göreve gitmiştik biz! Zamir denen egoist herif gelmeseydi belki her şey kusursuz işleyebilirdi!

 

"Anlaşıldı." Dedim bastırmaya çalıştığım sinirle.

 

"Çok şık olmuşsun Işıl." Dedi tanıdık bir ses. Kafamı çevirdiğimde şok içinde ağzım açıldı. "Sen nerelerdeydin?" Dedim vale işini yapan Nizam'a. Onu malikanenin ilk haftalarında görüyordum sürekli. "Örgütten uzun bir süreliğine atıldım," dediğinde ben hariç kimse şaşırmamıştı. "Neden?" dediğimde Nizam'ın bakışları Lavin'e kaydı. Ardından dudakları kıvrıldı. Lavin'e döndüm.

 

"Her neyse, iyi başarılar." Dediğinde Işıl eliyle gitmemiz için işaret yaptı. "Bilmediğim şey ne?" diyerek Lavin'in koluna girdim. Kolunu çekmediğini ve bana kendi içinde müsaade ettiğini anladığımda göstermemeye çalışarak gülümsedim. Lavin artık az da olsa bazı şeyleri aşar olmuştu. "Nizam," diye fısıldadı Lavin kulağıma eğilerek. "Ona verdiğim bir söz vardı, ondan hoşlandığımı ya da onun benden hoşlandığını falan hissettirecektik insanlara."

 

"Neden?" diye fısıldadım bende. "Çünkü Işıl'ın fark etmesini istemiyor, hoşlanıyor ondan."

 

"Ne?!" diye bir çığlık bordo rujlu dudaklarımın arasından firar ettiğinde Lavin omzuma vurdu. "Niye bağırıyorsun Anna!" diye sessizce azar çektiğinde Işıl arkasına döndü. "Sorun mu var, kızlar?" dediğinde attığım küçük çaplı çığlık onu tedirgin etmişti. "Yok bir şey," dedim aynı anda, Lavin ile. Işıl'ın kaşları havaya kalktı. "Emin misiniz?"

 

"Evet," dedik yine aynı anda. Sanki bizim göstermemeye çalışmamız daha da fark edilmemizi sağlıyordu. Işıl hiç sorgulamayacağım der gibi bir ifadeyle önüne geri döndüğünde inanılmaz büyük bir binanın içine girip asansöre bindik. Ben Lavin'e bunu bana daha önce söylemediği için kızgın bakışlar atarken Işıl'ın telefonu çaldı.

 

Işıl telefonu hoparlöre alıp asansörün aynasına bakarak zaten güzel olan altın ve güneş sarısı karışımı renginde olan saçlarını düzeltti. Üzerinden siyah, güzelliğini gün yüzüne çıkaran çarpıcı bir elbise vardı ve Işıl bugün gerçekten bir afeti devrandı.

 

"Sana verilen görevlerin dışına çıkmaman gerektiğini diğer görevden öğrendiğini varsayıyorum." Nizam'ın uyarılarla dolu sesi Işıl'ın kahkaha atmasına sebep oldu. "Bunu örgütten atılan bir beceriksiz mi söylüyor, Nizam?" Atışmalarını dinleme fırsatı kazandığımda şeytanice gülümseyerek Işıl'ı izledim. Bu tarz şeyleri izlemeyi eğlenceli buluyordum.

 

"Örgütten atılmam seni alakadar etmez, sen görevi adam akıllı tamamla yeter o bize." Nizam'ın sesi sertleşti. "Görev alımında neler yapıp nasıl başa çıkabileceğim de seni bağlamaz. Yıllardır bu böyle, en ufak sorunda beni çağırıyor sonra işi kendinizin hallettiğinden bahsedip bana çamur atıyorsunuz."

 

"Dilin fazla mı uzamış senin?" dediğinde kıkırdamamızı duymuş olacak ki Işıl nötr bir suratla bize döndü. Lavin elini çenesine katarak aynanın temiz mi değil mi olmadığına kontrol eder gibi yaptığında bende başımı sanki başka bir şeye bakıyormuşum gibi hızla çevirdim.

 

"Dilimin uzunluğunu senden ziyade, çok seven adamlarda var Nizam. Beni alaşağı etmeye çalışmaktan vazgeç." Dediğinde Nizam bir küfür savurdu.

 

"Siktir, Işıl!" diye inledi Nizam. "Seni yerden bitme, örgütün bacaksızı! bu bana söylenir mi? BEN SENİ SEVİYORUM LAN!" dediğinde biz şok içinde gözlerimizi açmıştık çünkü Işıl, işittikleri kelimeleri sindirememiş olacak ki korkunç bir çığlık patlatarak telefonu asansörün kapısına fırlattı.

 

O çığlık atınca, otomatik olarak bizde ürküp bağırdık. Işıl canavar görmüş gibi bize baktı. "Gözlerim açıkken kabus mu gördüm ben?" dedi ürkmüş bir sesle.

 

"Beni duyuyor musunuz?" Polat'ın sesini, kulağımıza taktığımız böceklerden duyduğumuzda Işıl anında ifade değiştirdi. Zavallı kızcağız, ne kadar dumura uğrasa da şu an işini yapmakla mükellefti. "Evet." Dedi düzleşen sesiyle. "Güzel," biz birbirimize bakınırken sesini tekrar işittik. "Birazdan bütün teknolojik cihazlarınızı alacaklar, başka teknolojik aletiniz var mı diye sizi sensörden geçirecekler ama sensörü cihazlardan takip eden kişi bizim örgütten. Yine de dikkatli olun."

 

Sesinin kapandığına dair bir tık sesi duyduğumuzda bu dikkatimizin dağılmaması içindi. Asansörün kapısı açıldığında içerisinin kalabalık olduğu buradan bile fark ediliyordu. Sanırım işin ciddiyet boyutuna eriştiğimizde kulağımı dolduran şarkı artık bana anlamsız geliyordu.

 

Lakin hayır. Benim yüzümdeki neşeyi solduran bir başka sebep vardı. Ben... Sanki... Sanki annemin kokusunu almıştım. İnsanların zevkle içkilerini yudumlayıp eğlendikleri ve havada alkolle karışık bir çok şahısın parfümümün kokusunun etrafı harmanladığı bu alanda ben sanki, annemin üzerinden hiç eksik etmediği parfümü burnumda tütmüştü.

 

Sertçe yutkunduğumda keskinleşen gözlerim etrafta dolandı.

 

Neredesin Anne?

 

Biliyordum. Ben mevzu annem ise asla yanılgı içine girmezdim. Buradaydı benim annem. Hissediyordum lakin pençesine yakalandığım bir sürü uçuk olay yaşadığımdan zihnimin ürettiği oyunların esiri haline de gelmiş olabilirdim. "Işıl hanım, sizi burada görmek... Ne hoş!" Sarı bukleli saçların sahibi bir kadın buraya adımladığında topuklu ayakkabı sesleri kulağımda bir eko gibi yankılanırken telefonum titredi.

 

Bilinmeyen numara: Gözlerinle etrafı süzmeyi bırak da, annenle bir telefon kadar uzakta olan kadınla aynı çerçevede bulunmanın zaferine yaklaştığının göstergesi olduğunun farkında var, Güneşin Doğuşu.

 

Bilinmeyen numara: Tüh, yanlış yazmışım. Belki bir telefon kadar, belki de bir adım uzağındadır.

 

Hiddetin yoğun duygusuyla örüldüğü gözlerimi telefondan çektiğim esnada sarışın kadının mavileriyle gözlerim kesişti. Anlamayarak kaşlarımı gözlerimin altına indirmemin sebebi, kadının odağına girdiğim an derin bir şaşkınlık duygusunun gözlerinden geçmesiydi. "Sen gerçek olamazsın," dedi kadın hayranlıkla. Ağzını gördüğü manzarayla hafifçe ama zarafetinden ödün vermeden açtı. "İnternette görüldüğü gibi, onun ikizi gibisin gerçekten." Kadın başını çevirip duyduğu hayranlığı paylaşmak istercesine eliyle birine işaret yaptığında durgunlaşan gözlerim kadının beyaz kürküne kaydı.

 

"Efendim, Parla?" dediğinde gözlerim hızlıca kadının gözlerine tırmandı. Arabada şantajın getirisiyle milyoner oldukları bu üç kişiden biri olan Parla'dan bahsedilmişti ve evet, sanırım o Parla, bu Parla idi. Yanına çağırdığı siyahi, çikolata teninin onu daha yakışıklı gösterdiği uzun ve iri yarı bir adam buraya geldiğinde kadına bir şey diyemeden bana bakakaldığında derin bir nefes aldım.

 

"Hadi, canım." Dedi siyahi adam, güneş gözlüğünü bana daha canlı şekilde bakmak için çıkarırken. "Bu kadar mı olur?" Girdiği şokun içinden çıkıp şaşkınlığını toparlayarak elini uzattı adam. "Bu zarafetin beden bulmuş hali olan kadınla tanışma imkanım var mı?"

 

Bakışlarım, yavaşça, adamın uzattığı büyük eline uzandı.

 

Kendine gel.

 

Annenin kokusu bile moralini yerle yeksan edecekse bu işlere hiç girme.

 

Topla kendini!

 

Adamın kaşları çatılır gibi olacağı anda elimi uzattım. "Anna." Dedim mesafeli bir sesle.

 

Adamın şatafatlı beyaz takımına saniyelik bir göz gezdirip lafa girdim. "Anneme benzemem şaşırtmasın sizi." Gülümseyerek başımı omzuma eğdim. "Sonuçta onun biricik kızıyım ben." Gözlerime arzunun ateşi inmişti. Bu öyle bir arzuydu ki, ateşinde ben bile yanıyordum. "Sadece görüntüsü değil, karakterinin kumaşı da birebir aynı renk." Parla denen kadın ilginç dercesine dudaklarını büzüp elindeki içkiyi bakışlarını kaçırarak yudumladığında siyahi adam dudaklarını araladı.

 

"Öyle lakin Anna hanım, kızı dahi olsan aranızdaki tek fark sadece boy farkınız." Ardından gülümseyerek konuyu annemden uzaklaştırdı ve bilerek yapsa da bunu başardı. "Davetiye mi alsanız da gelmeyeceğinizi umuyordum ve şimdi gelmenize minnettarım." Adamın bakışları Işıl'a kaydığında Lavin dalga geçer misali bir gülüş attı.

 

Bu adamları iyi tanırdım.

 

Zehir gibi zekaları olurdu. Beyefendi kılığında gezer, yirmili yaşlardaki kızların yatağa atmak isteyeceği tarzda ateşli bir erkek figürünü karakterlerine çizerlerdi ama ileriye yönelik öngörmek istesek kadraj bir anda siyaha bulanırdı. Çünkü bu tarz adamların beyefendiliği de ateşi bir yere kadar cereyan ederdi.

 

Paranın kokusunu iki ülke öteden dahi alsalar risk almaktan geri adım atmazlardı. Kelime oyunlarında bir numaralardı ve çoğu kızın kalbini ancak ters köşeli sözlerle fethedebilirlerdi.

 

"Bu akşam Anna'dan ziyade benimle ilgileneceğinizi sanıyordum," Dedi Işıl alıngan bir ifadeye kendini hızla kaptırarak. Duygu geçişi inanılmazdı. Sanki şu an yanımda başka bir kadın duruyordu. "Anna para akışının yayılacağı konuları sevmez, kızların menajerleriyim ve dikkatinizi benim üstümden atarak büyük hata yaparsınız beyefendi." Parla ve Işıl samimi bir kahkaha attığında Berna, ne ara olduğunu anlamadığım bir şekilde elinde tepsiyle yanımızda bitti.

 

"İçki alır mıydınız?" dediğinde başı yere eğikti. Müziğin nakaratı hafif ama net bir şekilde duyacağımız tondayken çoğu insanların gözleri etrafa bir başka bakıyordu. Kanlarına karışan alkolün verdiği rehavetle dışarıda, cam bölmenin diğer kısmında yürümekte zorluk çeken insanlar bulunuyordu. Evren Neredeydi?

 

"Neden olmasın?" dedi Işıl halinden memnun bir edayla tepsideki içkilerden birini alırken. Bizim yönümüze uzatılan tepsiye Lavin ile elimiz uzandı. Ağzıma dahi sürmeyeceğim içkinin kadehine dokundu parmaklarım. Yüzümde sergilemediğim o asi ifadeye taktığım pranga beni şu an zorlamasa da içecek konusuna özenle gösterdiğim hassasiyeti karşımda dikilmiş bu iki insan bilmiyordu. Ne kadar benim yaşadıklarıma şu an yabancı kalsalar da bu içkiyi içmeyecektim.

 

Bakışlarımın rotası Berna'ya çevrildi.

 

Kendi ekibimden biri de olsa içime güven teşkil edilmiyordu çünkü zaten bugün kendi ekibimden biri yapmaması gereken o yanlışı yaptı. Benliğime ve prensiplerime yabancı olsalar da bu iki insan, zaten içeceklere madde atan birer canavarlardı. Kısaca; iki ucu da boklu değnekti. Damarlarımda akan kanın seyri değişince sinirlerime hakim olmaya çalışarak anda kalmaya çalıştım.

 

"Bu sene gidişatta pürüz çıkmasa da paranın miktarında artışa çıkmadık," Adam kendinden emin bir duruşla konuşurken kendisine çizdiği imaja hayranlık duymuştum. Yıllarca insanları kandırmacaya sürüklemek ve girdiği bu işin içinde batmamak ciddi bir zeka gerektirirdi. Parla'nın gözleri arada bana ve bedenime değiyordu. "Bundan tam on bir sene öncesinde yaptırım ve girişimciliğimizi öne sürerek dehşet ötesi paralar aklıyorduk."

 

"Üzüntü içine kapılma, Zayn." Işıl içkisini tehlikeli bir tebessümle yudumladığında gücü temsil ettiğini beyan eden tutkulu bakışları yüzümde bir gülümseye yol açtı.

 

Gerçekten çok fenaydı. "Yeni başarını, görüyorum." Diyerek büyük binayı uzunca süzdüğünde Işıl'ın bu elit tavrı adamın ilgisini çekmişti. "Anna ve Lavin hanıma benzettiğim ikililerden birisiniz. Paranız daim olsa da en iyisi için zekanızla kumar oynamak büyük risk taşır." Işıl'ın parlayan kahveleri bize çevrildi. "Fakat ne dersem deyim risk almaktan bıkmadan bazı şeyleri göze kestirir ve başarılı bir sonuçla olayı himaye altına alırlar."

 

Işıl dişlerini göstererek gülümsedi. "İyi ki menajerleri oldum. Her gün bir maceranın içinde buluyorum kendimi." Fütursuz bir duyguyu giyindi ruhum. "Anna," dedi Polat, benim yönümdeki kulaklığa doğru konuşuyordu. "Onlara seni davet etme amaçlarını sor."

 

"Bu benim yeni maceram olmalı Işıl." Parla pür dikkat beni izliyordu. "Beni buraya davet etmenizin altında ne yattığını sorabilir miyim?"

 

Elbette biliyordum. Beni bir şekilde tehdit altına sokmaya çalışıyorlardı, buradaki herkes gibi. Peki annemin yıkılmaz üstünlüğü varken benim neden bu kapının içerisinde bulunmamı istemişlerdi? Anneme karşı bir koz bulmak adına kendilerince plan mı yapıyorlardı? Öte yandan, annemin devirmek büyük güç isterdi. Acı gerçek. Henüz hikayemin sayfalarında adı geçiyordu ama varlığı geçmiyordu.

 

Benim hikayemde olduğu gibi, aynı kumaş burada da işliyordu. Adı anılsa da varlığı yoktu. Sanki, sanki bir hayalet gibi. Neden? Neden burada, annemin satın aldığı bir inin içerisindeydim ben?

 

"Anastasya hanım," Dedi Zayn. Sabit bakışlarım onun üzerinde kol geziniyordu. "Bizim değerli abonelerimizdendir. Kızını da burada ağarlamak-"

 

"Sikerim aboneliğini." Dedim tereddüt etmeden. "İzlemeyen kalmadı programı ve bir canavarın kıymetlileri kızından ne ister dibinde saklı bir çıkar olmadıktan sonra?" Seyrini değiştirmiştim. Evet, planlarımın, intikamımın seyrini tamamen değiştirip, iç sesime kulak asmaya karar vermiştim. Yaktım yıktım ateşle her yeri ne oldu, benim izim kaldı küllerimden geriye. Geçmişin izleri sefilce kaldı küllerinden. Ben ahı gitmiş cansız, tatsız küllere yeniden yaşam verme niyetinde değildim.

 

O küller yakıldığı yerde kalsın. Ben yeni bir ateş istiyordum çünkü. Çabucak küllenecek değil, yandığı yerden körüklenecek, yavaş işleyen bir intikam alacaktım. Bu sebepledir ki az önce sarf ettiğim kelimeleri dışa çekinmeden vururken ayağımı sağlam bastığım bu yerde gülümsüyordum.

 

Artık sessiz kalmak isteyen yanımı sabote etmeyecektim

 

"Çok açık sözlüsünüz, Anastas-"

 

"Annem gibi mi?" dedim lafını kendi dudaklarımda tamamlayarak. Bakışlarımda parlayan duygu Parla denen kadına geçti. "Evet." Dedi kadın, "Sen dibine kadar onun kızısın."

 

"Bunun sonucuna varmanız gerekiyor, dibine kadar onun parçasıysam korkmanızı mazur görürüm, Parla hanım." Zayn hayranlıkla gülümsedi. Onlara attığım bu golü beklemiyordu.

 

Konuşma başka bir sohbete evrilsede arada bakışlarını bana kaçıran bu iki mahlukatı kendimden ödün vermeden dinliyordum. Eminim ki başkası olsa umurlarında olmazdı ama benim anneme gerçeküstü bir şekilde benzemem onları boyutu büyük bir şaşkınlığa uğratmıştı.

 

"Anna, sakinliğine hakim olmalısın." Polat'ın sesi tekrar kulaklığımda çınladı. "Senin gibi güzelliği çığır açmış bir kadından korkup aramıza nifak tohumları sokmaktansa sana burayı gezdirmeyi yeğlerim, Anna Hanım." Zayn bir kolunu bana doğru uzattı. "O sırada bütün sorularını yanıtlamış olurum."

 

"Burada kalsak daha makul olur." Dedi Işıl ama ben adamın elini boş bırakmadım. "Fakat ben dürüstlüğün eşlik ettiği yollarda yürürüm." Dediğimde Işıl'ın ifadesi bunu yapmamam gerektiği yönündeydi. Zayn tebessüm etti. "Size dürüst olacağımdan emin olabilirsiniz." Adamın kapkara gözlerine uzunca bakarak bir adım attım. Akabinde yürümeye başladık.

 

Ne olursa olsun, gerçekleri öğrenmeden ilerleyemezdim. Sohbetin rengi koyulaşmasın diye beni ortamdan koparmıştı Zayn. Koparsın. Gerçekleri verecekse bana koparsındı. Kaybedecek bir şeyim yoktu. Anneme açılan her kapıyı yorulmadan açmaya hazırdım ben. "Annene resmen nefret güdüyorsun." Dediğinde uzun bir koridorda adımlarken yeşillerim Zayn'e dokundu. "Sevmemi mi bekliyordunuz bayım?" Zayn nefesinin altından güldü.

 

"Hayır."

 

"Peki öyle ise ne bekliyordun?" duyduğum tanıdık ses, bedenimi hızla durdurdu. Zayn ile aynı anda başımı çevirdiğimde bir çift okyanus mavisi gözlerle buluştu gözlerim. Bir nefes çektim içime, girdiğim girdabın içinde boğulurken.

 

Nasıl...

 

"Zamir bey," Dedi Zayn yüzünde büyük bir gülümse şekil bulurken. "Hoş geldiniz." Zayn hemen arkamda biten Zamir'e el uzattığında burnuma gelen bu maskülen kokuyu adlandıramıyordum. "Hoş buldum," Zamir'in analizci bakışları benim sinirli gözlerimden ayrılmıyordu. "Uzaklaştırmamı istediniz, yaptım."

 

"Yeni misafirlerle ilgilen," dedi Zamir, itiraz istemeyen ama düz bir tonla. Ben onun neden hep böyle boktan olayların içinde bulunduğunu sorgularken Zayn tek kelime etmeden yanımızdan ayrıldı. Kartal'ın görevi için gittiği yerde ne dolaplar döndüğünü bilmesine rağmen oradaydı. Genelevin içinde hangi kirli işlerin çevrildiğini bilmesine rağmen oradaydı. Burada, bir nevi annemin ininde olduğumu da bilmesine rağmen yine buradaydı.

 

Hayır, ben tesadüfe hiç inanmazdım ve bunlar basit birer tesadüf olamazdı. Mektupçumun söylediği kadarıyla anneme çalışıyordu ve bu doğrulanmıştı. Annemin adamının annemin ininde olmasının başka bir nedeni olamazdı. Nefes alışlarım hızlandı.

 

Zamir'de bir şeyler vardı. O her şeyi biliyor gibi hissediyordum. Zamir'in suratı anında buz kesildi. "Neden her sikimsonik işin içinde görüyorum seni, Anna?" Bana kızgınca bakışlar atan bu korkunç herif, ne sorarsam sorayım bana gerçeğe dair bir şey anlatmazdı. Hizmet ettiği kişi annemdi. Sadakatinden ödün vermezdi bana.

 

"Bu seni ilgilendirmez." Dedim sert bir sesle geriye yönelik bir adım atarken. Arkamı döndüğümde, anlamadığım bir hızla beni kolumdan tutup bedenimi duvara mıhladı. "Kiminle dans ettiğine dikkat et, ufaklık." Nefesini yüzümde hissedecek bir yakınlık yarattığında bakışlarım keskinleşti. "Seninle dans etmemi istemiyorsan annemin yerini söyle, gidip onunla dans edeyim." Histerik bir şekilde güldü Zamir.

 

"Seni Anastasya'nın yemi yapar mıyım sanıyorsun?" söylediklerinin altında ezilmemek için ondan kurtulmaya çalıştım ama nafileydi. "Ya senden beni ona yem etmemi istersem?" dediğimde Zamir bana kırılacak bir vazo edasıyla bakıyordu. Bana neden böyle dokunuyordu o maviler? ne hadle?

 

"Soruma hala cevap alamadım." Dedi Zamir tok bir sesle. "Ne işin var burada? Evren seni bu tarz ortamların içine sokmaz. Amacın ne?"

 

"Sen söyle asıl?" dedim suratına karşı tıslarcasına. "Pisliğe batmış her şebekenin içinde olan sensin." Zamir'in ehlike teşkil eden bir gülüş dudaklarında şekil buldu. Evren ile aynı boya, aynı forma sahipti. "Çünkü ben bu şebekelerin asıl sahibiyim." Dediğinde afalladım. Burayı yöneten üç kişiden biri, Zamir miydi?

 

Neden?

 

Annemin fikrine kulak asan kişilerden biri Zamir miydi? Yıllar önce bizim örgütümüzde yeri olan bir adam annemle ilişki kurduğu için atılmış olabilir miydi? Öte yandan, Almira ile aynı anda atılmışlardı. Suça ortaklıktan atıldığını söylemişlerdi. Almira'nın, annemle bir bağı olabilir miydi? "Kimsin sen?" dedim fısıltıyla. Gözlerimde gerçekleri artık öğrenmek isteyen sabırsız bir acı vardı. Zamir'in eli yanağıma değdi. "Benim kim olduğum önemli değil, ufaklık." Dudaklarımı bana dokunmasının siniriyle bastırdım.

 

"Asıl senin kiminle kim olmaya çalıştığın önemli." Bu ne demek oluyordu şimdi? ben, anlamıyordum. Aklımda sadece mektupçumun mektupta yazdıkları dört dönüyordu.

 

İstesen seni annene götürecek ama sonra yıkım yaratacak bir adamı mı seçeceksin? Hangisini seçeceksin, güneşin doğuşu?

 

"Sen kiminle kim olmamı isterdin?"

 

"Cevabını bildiğin soruları sorma." Dedi Zamir lafımın üstüne laf koyarak. "Senin benimle olmanı isterdim." Dediğinde olduğum yerde kaşlarımı çattım. "Ne?" dedim hızla. "Duydun." Dedi Zamir bakışlarını benden ayırmadan benden çekilerek. "Annenle olan savaşını istesem şimdi bitirebilirim." Sonsuzluğa gider gibi uzun bu koridorda ikimizin varlığı bulunuyordu sadece. Avizelerden çıkan ışık huzmesi onun okyanus mavilerini daha da belirginleştiriyordu. Bir eliyle sakalını sıvazladı Zamir. Beni baştan aşağı süzdü.

 

"Buradakilerden farksız olmuşsun." Öyle bir bakışı vardı ki, beni öldürmek istercesine ama bir o kadar da ters. Sertçe yutkundum. Fazla dengesizdi. Bu durum beni belirsizliğe sürüklüyordu. "Bizim örgütümüzden neden atıldın da gidip annemin kollarına koştun? Yoksa anneme yöneldin diye mi atıldın?" Cevabını her şeyden çok istediğim, annemin içinde bulunduğu sorulardan birini attım ortaya.

 

Üşüyordum. Ben bu adamın yanında hep üşüdüğümü hissediyordum.

 

"Şu mesele." Dedi Zamir umursamazca kaşlarını kaldırarak. Yine jilet gibi bir takımın içindeydi. "Evren sana benim gibi bir adamdan uzak durman gerektiğini söylemedi mi?" Dudaklarını yalayarak başını omzuna hafifçe yasladı Zamir. "Seni benim mekanıma emanet edecek kadar önemsemiyor mu?" Zamir'in dudakları kıvrıldı. "Yok öyle bir şey." Dedim hızla. "Evren burada olmamı önemsemiyor çünkü başıma bir iş gelse burayı yerle yeksan eder." Zamir'in kaşları havalandı.

 

"En son seni gördüğümde sana verdiğim bir tavsiye vardı. Yoluna taş koyanları engellemek isterken yolundan geçenleri unutuyorsun demiştim. Evren senin yoluna taş koyan ilk kişi." İşittiklerim, damarlarımda akan adrenalini körüklerken sertçe yutkundum. "Yok öyle bir şey." Dedim hızla.

 

"Bir düşün, ufaklık." Dedi Zamir keyifle. "Ben de o örgütteydim. Evren'in en yakınıydım." Derin bir nefes alıp devam etti, "Sırf kardeşi gibi gördüğü Işıl istedi diye senin hastanene çok önceden geldi. Seni de gördü." Kalbime ince bir çizik atıldı. Evren yıllardır beni bulmak için uğraşıyordu. Eğer nasıl bir yerde yaşadığımı bilseydi yapacağı ilk şey beni yanına çekmek olurdu. Öte yandan, onu ilk görüşüm akıl hastanesinden kaçtığım günün gecesi Lavin ile gittiğim mekandı ve mekanın sahibi Evren'di.

 

Aslında beni bulmuştu ve görmüştü. Sonrasında Lavin'e verdiği kartvizit vardı. Beni bulduysa, neden sadece kartını vermişti? Benim yanına geleceğimden bu kadar mı emindi? Neden direkt olarak beni yanına almamıştı ki? kafam... Kafam çok ağrıyordu. "Eğer o bir şey yaptıysa, vardır bir bildiği." Dedim Evren'i savunarak. Damarlarımda akan kanın hızı değişiyordu.

 

"Öyle mi?" dedi Zamir alaya alır gibi. Siyah saç tutamlarının bir kaçı alnına düşmüştü. "Öyle." Dedim kaya gibi bir yüz ve emin bir sesle. "Neden anneme çalışıyorsun sen?" yanıt almak istiyordum. Bana bildiği ne varsa aktarabilirdi. Biliyordum. Sakin olmak adına derin bir nefes aldım. Lakin gözlerim çoktan dehşete bulanmıştı.

 

Birkaç kere cıkcıkladı Zamir. "Sana verdiğim tavsiye öylesine değildi halbuki."

 

"Sorularıma cevap ver!" gözlerimi gevşek bir halde kıstım. "Cevaplarıma gölge olma. Benim neler yaşadığımın bilincinde olsaydın bana böyle yaklaşmazdın." Isdırapla başımı yere eğdim. Ama hayır. Ben başımı bir daha yere eğmeyeceğime söz vermiştim. Her zaman dik duracaktı ve başımı kaldıracağım esnada Zamir büyük elleriyle çenemi tutup kaldırdı. Okyanus mavisi gözleri derinlemesine yüzümü inceliyordu. "Senin neler yaşadığını biliyorum, hepsini." Dedi fısıldarcasına. "Ama öğrenmeni istiyorum. Öğreteceğim." Başını usulca eğdi Zamir, yüzüme doğru. "O küçük dünyanın kimin yörüngesinde dönüp kime uzak olması gerektiğini, hepsini sana öğreteceğim."

 

"Peki neden?" dedim kadınsı ve ince bir sesle. "Anneme çalışan ve tehlikeli sularda yüzen bir adam neden basit bir kıza yardım etmeye çalışıyor?" Bir sebebi olmalıydı bana söylemediği. Bana maskülen kokusunu net bir şekilde anımsatabilecek yakınlıkla olan bu herif, tam bana cevap verecekti ki etrafta büyük bir ses koptu. Çığlık sesleri peyda oldu.

 

Ben sağ taraftan duyulan çığlığa odaklanmışken, "Bulunduğun her yerde neden baskına uğruyorum ben?" diye dişlerinin arasından konuştu Zamir. Akabinde hızla yanımdan ayrıldığında derin bir nefes vererek sarsak adımlarla duvara bedenimi yasladım.

 

Zamir benim için sağlam ayakkabı değildi. Peki Evren?

 

"Nasıl benim senelerdir himayem altına almakla uğraştığım kadının canını yakarsın?" Demişti o akşam Sezer'e. Bu demek oluyor ki benim için çabalıyordu. Öte yandan, başka bir şey daha demişti ama Evren. Başka kelimeler daha dökülmüştü dudaklarından.

 

"Nasıl benimle olan anlaşmanı yakarsın?" demişti. Ortada bir anlaşma daha vardı. Eğer benim doktorlarımla anlaşmaya girdiyse beni zaten çok öncesinde biliyor muydu? varlığımın akıl hastanesinde olduğunun çok öncesinden farkında mıydı?

 

"Anastasya buna izin verir miydi sanıyorsun?"

 

"Ben gerekeni yaparım demiştim Sezer!" Diye bağırmıştı Sezer'e Evren. O her şeyin bilincindeydi değil mi? bir bendim içine düştüğüm durumlardan bihaber olan peki ama neden? neden beni o bataklıktan kurtarmamıştı gördüğü anda?

 

Gözlerimin önünden geçen o diyaloglar sinirlerimi bir yay gibi gerdiğinde elimle duvardan destek aldım. Zihnim, parçaları birleştirmekten usanmış, bitap düşmüştü. Kanıma nükseden öfke, kalbime yayılıyordu. Parçaları birleştirememiş olmanın öfkesiyle bakıyordum büyük koridora. "Anna!" dedi Lavin ne ara geldiğini anlamadığım şekilde yanımda biterek. "Polat acilen burayı terk etmemiz gerektiğini söyledi," ikiletmeden onu takip ettiğimde iç dünyamdan sıyrılarak gerçek hayata döndüm.

 

Bir hengamenin ortasındaydık. Bu yaygarayı kim koparmıştı belli değildi ama herkes herkese saldırıyordu. Gözlerimi olabildiğince açıp etrafı taradım. Neler oluyordu? "Buradan çıkmanız gerek Anna, kavganın başlama emrini abim vermiş, size de zarar gelebilir." Kartal insanların arasından sıyrılıp yanımıza geldiğinde ne dediğini algılayamamıştım.

 

Evren neden ortalığın karışmasını istemişti?

 

Ben tam Zamir'in ağzından cımbızla da olsa laf çekebiliyorken neden bu emri vermişti?

 

Ağzımı açarak kafamı sakinleşmek ve bir şeyleri sindirmek adına yukarı kaldırdım. Sonra bir şey oldu, nefes alamadım. Hissettim, hissettim gözbebeklerimin büyüdüğünü. Yirmi iki yıllık hayatım geçti gözlerimin önünden. Mekanın ikinci katında, kendi kopyamı gördüm ben bu geçen ölüm gibi saniyelerde.

 

Elleriyle demirliklere tutunmuş, rüzgarın uzun turuncu saçlarının arasından geçmesine izin vermiş vaziyette zümrüt yeşil gözlerini üzerime dikmişti. Almak için çırpındığım nefes ciğerlerimi kesti. "Anne..." Diye mırıldandım. "Hadi Anna," Kartal kolumdan tutup beni arkama çekiştirdiğinde mekanik bir hızla kolumu kurtarıp geri arkama döndüm. Annem, annem buradaydı! Üzerinde uzun kırmızı bir elbise vardı yerlere dokunan. Bana nötr bir suratla bakarken bir kapıdan içeriye girdiğinde ellerim yumruk haline geldi.

 

ANNEM BURADAYDI!

 

Hızla merdivenlere atıldım. "Nereye?" diye bağırdı Kartal. "Anna dur!" durmadım ben. Bütün gücümü verdim bacaklarıma. Topuklu ayakkabı giyinmem beni zorlamıyordu. Ben ayakkabılarımı zorluyordum. kalbim deli gibi çarparken birbirine girmiş insanların arasından kendimi boşluğa atmak için çırpınıyordum. "Anna!" dedi Kartal peşimden gelirken. İnsanlar ellerine geçirdikleri ilk şeyle birbirine girerken olduğum yerde etraflıca bakındım.

 

Siyah. Evet. Siyah kapıya doğru adımlamıştı. Kartal'ın direktiflerine uymadan kapıya doğru koştum. Kalbim infazını gerçekleştirmek istercesine çarparken adımlarım tükendi. Çünkü tam o lanet olası kapıya ulaşmama birkaç saniye kalmıştı ki, Zamir denen herif belimden yakaladığı gibi bacaklarımı yerden kesmişti. "Bırak beni!" diye bağırdım. "Zamir," Dedi Kartal nefes nefese. "Çabucak aşağı götürmemiz gerek."

 

"Anna'ya dokunma!" Diye bağırdı Lavin ne ara geldiğini anlamadığım şekilde.

 

Zamir'in suratını göremiyordum çünkü beni arkamdan tutup kaldırmıştı. Sanki talimatı yerine getirmek ister gibi Kartal'ın dediğini yerine getirdiğinde çırpınışlarım dinmiyordu. "Bırak dedim adi herif!" Adamın belime dolanan kalın ve kaslı kollarını üstümden çekmeye çalışırken bakışlarım çaresizliğin getirdiği sinirle Kartal'a kaydı. "Kartal! annem içeride!" diye bağırdım. Hayır hayır hayır! beni bu şekilde annemden koparamazlardı.

 

Bacağımı bedenime sarmalanan kollardan kurtulmak adına geriye doğru hızla savurduğumda attığım tekme adamın özel bölgesine gelmişti.

 

Zamir acıyla inlediğinde bu ona pek bir etki etmedi. "Bırak beni!" ses tellerim yıpranmıştı şu dakikalarda. Dirseğimi savurdum bu sefer yüzüne Lavin ile aynı anda. Ben o arkamdayken dirseğimle gözüne vurduğumda Lavin, adamın diz kapağına tekme atmıştı ve bu sayede Zamir'in inatçı kollarından arınabilmiştim. "Burada kimse yok Anna!" diye bağırdı Kartal. "Lavin, annem orada!" bir elimle kapıyı işaret ettim.

 

Lavin'in şok içinde açılan gözleri ve afallamış suratı işaret ettiğim siyah kapıya kaydı. İkimizde aynı anda kapıya koştuk. Kulpunu avuçlarıma vahşice aldığım kapıyı zorladım açılması için. "Bu kadar mı korkaksın!" dedim öfke kusarak. "Beni doğuran kadın bu kadar mı korkak!" Kapıya indi sert vuruşlarım. "Benim elimden olacak senin infazın!"

 

Lavin kapıya tekmeler atıyordu. Oda benim dolduğum kadar, nefretle dolmuştu. Sonunda kapıyı kırmayı başardığımızda, boş odanın içine düşünmeden attım kendimi. Önümüzde bizi karşılayan, camları kırılmış pencereye ilişti yeşil gözlerim. Pencereden mi atlamıştı?

 

Hiç beklemeden pencerenin aşağısına bakmak için adımladığımda bir şey oldu, önüme uzanan bir kol, elindeki bezi yüzüme bastırdığında gözlerim karardı. Kim olduğunu bilmediğim mahlukat, bedenimi arkadan kendi bedenine yasladığında keskin bakışlarım durgunlaştı. Bulanık. Bulanıktı artık camları yeni kırılmış pencere.

 

Gözlerim usulca kapandı. Bilincim kapanmadan hemen önce, beze dökülen eter kokusundan ayırt edebildiğim ve soluduğum tek koku ise; hindistan ceviziydi.

 

🍁

 

 

 

Işıl'dan.

 

Parmaklarım arasındaki sigarayı dudaklarıma yerleştirirken üstümde bir ağırlık vardı. Elimle göğsüme kadar uzanan sarı saçlarımı omuzlarımın arkasına attım. Derince bir nefes verip omzumu ağaca yasladığımda sigara beni bir nebze rahatlatıyordu. "Neden buradasın, havanın durumunun farkında değil misin?" gözlerimi devirerek benden kat be kat uzun olan Kartal'a çevirdim kahve gözlerimi. "Sana ne be!" diye çıkıştığımda omzumu ağaçtan çektim.

 

"Sen git havanın durumunu hava sunucusu olan o sürtüğe sor."

 

Kartal yakalarımdan tutup beni kendine acımadan çektiğinde dudaklarımla sadakatsizliği temsil eden bir gülümseme oluştu. "Neden böyle yapıyorsun Işıl?" dedi Kartal acı çekercesine. Fakat kemikli yüzünde mimik oynamıyordu. Hüsran. Ben hüsrana uğramıştım. Kartal ile aynı yapıya sahiptik. İnsanlara neşe saçar ama yalnız kalınca çıkarırdık maskelerimizi. Onun yaptığı gibi bütün duygularımdan soyutlanmıştım. Büründüğüm bir ifade de yoktu çünkü şu anda tamamen Işıl'dım ben.

 

"Almira burada kalacak." Dedi Kartal tok bir sesle. "Alış buna." Yanımdan ayrıldığında öldürme arzusuyla kaplanmış açık gözlerimi ondan ayırmadım. Alışmayacaktım. Ben Işıl'dım. İstediğim sonuca varana kadar pes etmezdim. Seslice bir küfür savurduğumda tekrar bir yudum aldım sigaramdan. Ardından bir şey oldu, kadrajıma bir kadın figürü değdi. "Işıl Hanım," dedi korumalarımdan biri olan Sergen. Bedenimi çevirmeden gözlerimi değdirdim adama. "Yağmur fazlasıyla şiddetli, şemsiye-" elimdeki sigarayı siktir ederek adamın kravatından çektiğim gibi dudaklarına yapıştığımda artık çok bile beklemiştim.

 

Bu adamın yaşı benim yaşımdan çok büyüktü. Anna ve Lavin'den iki yaş küçüktüm. Yirmi yaşındaydım. Adamı öpen dudaklarımın şiddeti arttığında buna dayanamamış olacak ki herif beni kucağına aldı. Bunu bu aralar korumalarıma sık sık yapıyordum. Bana bir şey diyemezlerdi. Kahretsin, sinirlerimi yay gibi germeyi başarmıştı Kartal.

 

Küçüklüğümden beri bir abi edasıyla beni eğitip büyüten biriydi Kartal. Şimdi ise kardeşi için kardeşinden vazgeçmeyi göze alabiliyorsa alsındı. Onun nazarında bu vazgeçmek olmayabilirdi ama, herkesin kendi doğruları vardı bu hayatta.

 

Yağmurdan ötürü üşümem, bir kıvılcımın ateşe evrilmesiyle son bulmuştu. Adamın dudaklarını keşfederken bir ses duydum. "Işıl?" adamın dudaklarına eşlik etmemi engelleyen sesin sahibi Anna'ydı. Korumam beni yere indirdiğinde stabil bakışlarıma maske takarak kendimi evhama kaptırdım. "Anna?" dedim yapay bir şaşkınlıkla. "Sen, ne ara geldin?" elimi enseme attım. "Bunu kimseye söylemeyeceksin değil mi?"

 

Anna'nın iri yeşil gözleri benimle korumam arasında umursamazca gidip geldi. "Umurumda değil." Dedi solgun ve net bir sesle. "Git sen." Dedim korumaya, elinden şemsiyeyi alırken. Sonunda, baygınlığını üzerinden atabilmişti. Şemsiyeyi açıp başımın üstünde tutarken gözlerim bir an bile ondan ayrılmıyordu. Uzun turuncu saçları rüzgarda ahenkle dalgalanıyordu. Siyah pantolonu ve siyah uzun kabanıyla karşımda duran bu afet-i devranı en başından beri sevmiştim ben.

 

O bizim ailemizin dengelerini bozup kurallarına karşı çıkarak her şeyi yeniden başlatan bir kadındı. Onu gerçekten benimsemiştim.

 

Aklıma gemideki anılarımız gelince duraklayıp tebessüm ettim.

 

"Annenle olan intikamına yardım ederim, seni istediğine kavuştururum ama tek bir şartım var. tahmin etme kabiliyetinin yüksek olduğunu düşünüyorum Anna."

 

"Hayır. Bu yaptığın bencillik. Annen uğruna beni ve Lavin'i geride bırakamazsın. Ben de bencil bir insanım ve sana engel olmak için her türlü şeyi yapabilecek kapasiteye sahibim. Bana kendini sen sevdirdin ve şimdi ne dememi bekliyorsun?"

 

Bugün mekanda kalabalığı curcunaya iten Evren abimdi. Babam Anna'nın mekandan çıktığı bilgisini bana verdiğinde insanları susturmam sadece beş dakikamı almıştı. Cüretkarca elbisemi çıkartıp pistte dans etmiştim. Bu onları susturmaya yetmişti. "Burada ne yapıyorsun?" diye sordu Anna, etrafı yeşil gözleriyle kolaçan ederken. "Ev beni daralttı." Diye bir itirafta bulundum.

 

"Fakat önemli olan bu değil. Herkesin sana yalan söylemek üzere olduğu. Lavin'in bile." Anna'nın etrafı inceleyen güzel gözleri bana dokundu. Kaşlarını çattı kadın. "Ne?" dedi anlamayarak. Düşündüm. Hem de çok düşündüm ben. Sözüm vardı benim Anna'ya. Annesiyle olan intikamına yardım edecektim. Şart koştuğum kural ise bizden ayrılmamasıydı. Bu kadın bunları hak etmiyordu. İfadesiz gözlerim onun parlayan yeşil gözlerine sabitliyken Anna'ya doğru eğildim.

 

Ve fısıldadım bildiğim gerçekleri, bizden kopmasını istemediğim kadına.

 

Amacım kötülük değildi. Çünkü kötü biri değildim ben. Tam tersine, kimse farkında olmadan bazı şeyleri düzeltendim bu ailede. Bu huyumu sadece Evren abim biliyordu. Sadece sinirlendiğimde kendimden geçiyordum ve bu huyumu törpülemekte zorluk çekiyordum, o kadar.

 

Aradan birkaç dakika geçti. Anna duydukları karşısında yanımdan gitti. Bir sigara daha yaktım bu lanet olası gecenin şerefine. Ve kapının önündeki uzun ve geniş saçakların altında durmuş Anna'yı izledim. Ne yalan söyleyeyim, Anna çok asil bir kadındı. Anastasya'ya felaket ötesi benziyordu. On-on beş dakika sonrasında yanına abim geldi. Kahretsin. Ne konuştuklarını bu mesafeden duyamıyordum.

 

"Birbirlerine hiç yakışmamışlar." Bir sürtüğün sesiyle kulaklarım dolduğunda kendime hakim olmak adına bir nefes aldım. Şu anda, abimin kaybetme korkusuyla ama bunu göstermeden usulca kehribarlarını diktiği kadın Anna'yı izliyordum. "Kızın ona senden daha çok yakıştığı kesin." Dedim bakışlarımı önümdeki çiften ayırmayarak. Almira'nın tahammülsüzce verdiği nefesi işittim. "Zamanında sana yaptığım iyilikleri unutma istersen." Dediğinde umursamadım ve onları izlemeye devam ettim.

 

"İki cambaz bir ipte oynamaz, nasıl evlenebildiler ki?" diye sorduğunda sabırsızca yüzümü gül gibi kokan ama tarihi geçip çürümüş bir ruha sahip olan Almira'ya çevirdim. "Onları evlendiren benim." Dedim her kelimenin üstüne basa basa. Bana kinle kaplanmış bir bakış attıktan sonra bir adım atıp gitmeye yeltenmişti ki, hiç beklemeden bende diğer yöne adımlamaya başladım.

 

🍁

 

 

 

Anna'dan.

 

Yağmurun delici damlaları yeryüzüne nüfuz ederken saçakların altında durup yağmurun sesini dinledim. Ne demişti iç sesim?

 

Sükunetini koru.

 

Evet. Sessiz kalmak isteyen yanımı sabote etmememi de istiyordu. Öyle olsundu. Sessizliğimi ne pahasına olursa olsun koruyacaktım. Birkaç dakikanın sonunda duyduğum adım sesleriyle sağ tarafa yönelmiş, yağmuru izleyen bakışlarımı önüme çevirdim.

 

Evren, bakışları yere sabitliyken eve doğru adımlıyordu. Muhtemelen ne durumda olduğumu kontrol etmek istiyordu ama bu yorgunca atılan adımların bir başka sebebi olmalıydı. Başını kaldırdığı an karşısında, ifadesiz bir suratla elleri ceplerinde olan bir kadını görmeyi beklemiyordu ama ben ona bir hoş geldin açılışı yapmak istemiştim.

 

Adımlarını tam karşımda sonlandırdığında ifadesi okunamayan suratıma baktı Evren.

 

"Uyuduğunu sanıyordum." Dedi düz bir sesle. Yağmurdan ötürü kömür siyahı saçlarının tutamları alnına yapışmıştı. "Biri bayılttı beni eterle." Sesim ifadesizdi. Ne serttim. Ne yumuşak. Belirsizliğin girdabına girmiş, can çekişiyordum ben. "Annemi bulmama ramak kala bayıltıldım. O, sen miydin?"

 

Sözlerimin üzerinden basa basa geçiyordum. Anlaşılsın istiyordum.

 

"Evet." Dedi Evren, dürüstçe.

 

"Peki beni hastanede daha öncesinden gördüysen, beni neden yanına almadın?" yönelttiğim sorunun ucu, ikimize de dokunuyordu, ilişkimize de. Tazeydi bizim ilişkimiz.

 

Peki, daha taze olan bir şey, hemen çürür müydü?

 

🍁

 

 

 

Yeni bölüm sizce nasıldı?

 

Işıl'ın neşeli olmayan karanlık tarafı hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

Anna'nın bir sonraki hamlesi sizce ne olacak?

 

Evren'in yapmaya çalıştığı şey sizce tam olarak nedir?

 

Kitaba 70 oy gelene kadar bölüm atmayı düşünmüyorum.

 

İnsa: cdhikayeleri

 

 

Loading...
0%