@ceylan1
|
instagram.com/azr.sani
MİLYONDA BİR
🤍 1. BÖLÜM "KÜÇÜK DOLUNAY"
DUSTİN TEBBUTT, the breach
Upuzun koridorda yankılanan dolap kapakların kapanma sesleri bir başıma olmadığımı hatırlatıyordu. Çalan zil ile oluşan uğultulara kulak kabarttım. Kimisi aldığı yeni çantadan şikayet ediyor, kimisi gireceği dersin sıkıcılığını dile getiriyordu, kimisi ise yapacağı partiye kimlerini davet edeceğini kararlaştırıyordu.
İçimden keşke dedim. Keşke benimde yeni çanta alıp bundan şikayet edebileceğim sorunlarım ya da bir parti düzenleyecek kadar boş vaktim olsaydı. Bazen bir günlüğüne ya da bir saatliğine bile olsa başka birisinin bedenine girip çevreye nasıl baktıklarını merak ediyordum. Onların hayatı, düşünceleri, idealleri, hedefleri, sevdiği şeyleri...
Normal bir yaşantı nasıldı? En azından benim için eve saatinde dönen baba, küçük sinir bozucu ama aynı zamanda dünya tatlısı o kardeş, sizi sonsuza dek sevecek bir anne ile geçirdiğiniz vakitler, arkadaşlarınızla anı biriktirmekti normal bir yaşantı.
Çok uzun zaman olmuş.
Arkadaşımla dışarı çıkmayalı, ailemle oturup vakit geçirmeyeli, okul sonrası Çınar'la buz pateni sahasına gidip insanlar hakkında varsayım yapmayalı ya da onu canlı izlemeyeli o kadar çok zaman olmuştu ki bazen antrenmanını izlemekten sıkılıp şikayet ederdim ama bilseydim o zamanlar son olacağını hiç şikayet etmez. Hatta ağzımı bile açmazdım.
İçimde oluşan burukluğu derin bir nefes alıp geçmesini diledim. Dilemekle de kaldım. Çünkü bu burukluk bir 10 sene daha benimle birlikte olacağını biliyordum. İsyan etmek miydi yaptığım? Başka bir şey miydi yoksa? Hangi kelime bunu açıklardı? Kelimeler yetersizdi. Hissettiğim şeyleri ifade edemiyordu, benzetemiyordu, yanından bile geçemiyordu. Hissettiklerimi en ufak benzetecek bile bir kelime yoktu bu koskoca dünyada.
Ders için gerekli kitapları ve defterimi alırken pembe ve mavilerle güzelce süslenmiş bir zarf ayak uçlarımı düştü. Eteğime dikkat ederek yere düşen zarfı aldım. Elime aldığım zarfı incelediğimde tanımadığım birisi beni yine partisine davet ediyordu.
Gelmeyeceklerimi bildikleri halde bana süslü davetlerden yoluyorlardı. Neden peki? Bunca davetiye o şapşal partilerine gelmemi istedikleri ve onur konuğu olduğuma dair zırvalıklarla doluydu. İlk geldiğim günden beri böyleydi bu durum. Artık alışmış olsam da hala pes etmemeleri beni hayran bırakıyordu.
"Pleine lune!" dolap kapağını kapatmamla bana seslenen arkadaşıma döndüm. "Efendim?" diye mırıldandım. "Bu ne böyle? 'Efendim?' " beni taklit ettiğinde dudaklarımı birbirine bastırıp gülümsedim. Burukluk mu demiştim? Boş verin. Çınar varken bu mümkün olmuyordu. O beni ne olursa olsun gülümsetiyordu.
"Her neyse, hafta sonu olacak gösterimi izlemeye geliyor musun?" her gün inatla sormaya devam ettiği soruyu sorduğunda bıkkınca nefes verdim. Gözlerimi devirirken merdivenlerin orada bize dönük sarı saçlı birisi dikkatimi çekmişti. Ancak Çınar'ın benden bir cevap beklediğinden fazla takılmadan ona döndüm.
"Sen usanmak nedir bilmez misin çocuk?" Dolap kapağını kilitleyip yeni gelen davetiyeyi Çınar'a uzattım. "Bence kimin usanmayı bilmediği belli Buzlar Kraliçesi(!). Melina sana ne zamandan beri davetiye yoluyor?" omuz silkip merdivenlere doğru ilerledim. Melina kimdi?
"Beklesene!" Çınar'ın arkamdan bağırmasıyla hızla ona dönüp gözlerimi kıstım. "Bağırmasana!" dişlerimin arasından konuştuğumda omuz silkip elini omzuma attı. "Senin şu inadını nasıl kıracağım?" dediğinde tekrardan omuzlarımı silktim. Merdivenleri çıkmaya başladık.
"Bunun inat olmadığını çok iyi biliyorsun Çınar," aklıma gelen şeyle yutkundum. "Bade'yi biliyorsun hem babam da hafta sonu geç gelecek. Yeni koleksiyonları için durmadan çalışıyorlar." dediğimde omzumu sıvazlayıp beni kendine çekti. Bencilik yapıp Bade'yi yalnız bırakamayacığımı çok iyi biliyordu.
"Televizyonda yayınlanacağı için çok şanlısın!" işaret parmağını burnumun ucuna kondurup güldüğünde ben de güldüm. "Bade'yle izlerken video alırım. Seni izlerken gözlerindeki ışıltıyı görmen gerek." dediğim şeyle göğsünü kabarttı.
"Tabii, beni izliyor kızım. Böyle bir yetenek yüzyılda bir gelir." bu sefer kıkırtı ile kalmadı gülüşüm. "Ne gülüyorsun? Senin yaptığın şeyi ben buzda yapıyorum. Hâlâ gülmeye devam ediyor." dediğinde gülmemi azaltıp sola doğru dönerek omzumdaki elinden kurtuldum.
Ona doğru döndüğümde baştan aşağı süzdü. Hoşnut olmayan yüz ifadesini takındı ve "Normal halde dönerken bile kuğu gibisin, bu haksızlık!" isyan bayraklarını anında çekti. Arkadaşıma bıktığımı belirten bakışlarımı yolladım.
Yaptığım en ufak hareketi kuğuya bağlaması sinirlerimi bozuyordu. Benim için kuğunun ne anlama geldiğini biliyordu, ah! Kuğu ismi kazanılırdı. Annem gibi. O kuğu kelimesinin vücut bulmuş haliydi.
Attığım bakışı anlamış olacak ki elini ağzına götürüp gizli bir fermuar çekti. Ardından parmaklarımı dudaklarımın kenarına koyup yukarı kaldırdı. Yaptığı şeye istemsizce güldüm. O da bunu hedefliyordu. Tekrar elini omzuma attı, beni kendine yaklaştırdı.
Ne kadar olgunluk çağına gelsek de ikimiz bir arada olduğu zaman beni bir o kadar güldürüp aynı şekilde bir o kadar sinir edecek bir Çınar vardı bu karmaşık hayatımda. İkimizde çocukluğumuzdan beri birlikte aynı okullara gider, çoğunlukla benzer işler yapardık. Bu böyle devam ederken o olaylardan sonra toparlanmamda bana en büyük destekçim hep o olmuştu. O benim çocukluğum, ergenliğim ve şu anımdı.
Sınıfımın önüne geldiğimde Çınar'a döndüm. "Çıkışta direk buz pistine mi gideceksin?" başını sallayarak beni onayladı. "Koçum 5 saatlik bir antrenman koymuş. Herhalde menopoza girecek ve sinirini benden çıkarıyor." dediğimde hafif tebessüm ettim. Antrenörü tatlı ve ılımlı bir kadın gibi gözükmesine rağmen biraz tuhaf bir kadındı. Eskiden çok büyük başarılara imza atmış ve bunun verdiği özgüvenle biraz egoluydu. Bunu gizlemekten asla çekinmiyordu. Aslında bakarsanız, egolu olması gayet normaldi. Ben de olimpiyatta altın madalya alsam hava atardım.
Çınar'a "Ben senin yaşındayken günde 10 saat antrenman yapıyordum. Senin 5 saatte geldiğin hale bak!" yamuk Türkçesiyle kızıp bağırıyordu. Arada da ses kayıtlarından anlamadığım birkaç sözcük söylüyordu. Sanırım bu onun dilindeki kötü sözcüklerdi.
"Tamam, hadi görüşürüz!" dedikten sonra geometri sınıfına giriş yaptım. Her zaman oturduğum yere oturup kitaplarımı sıranın altındaki bölmeye yerleştirip defterimi açtım. Formülleri gözden geçirmem gerekiyordu.
Öğretmen zili çalana kadar çalışabildiğim kadarını çalıştım. Defterimi kapattım ve kollarımı birbirine bağlayıp sıraya uzandım. Kafamı cam tarafına çevirip bulutları ve ağaçların rüzgar ile ahenk ile dans edişini izledim.
Kanat çırpmaktan sıkıldığına inandığım kuşlar ağacın dalına kondular. Kimisi şakıyor kimisi etrafa göz gezdiriyordu. Kahverengi tüyleri ve diğer kuşlara göre daha küçüktüler. Hayatımda en çok kuşlara yabancıydım. Sadece beyaz güvercine ve kargalara ait birkaç şey biliyordum, onun dışındakilerinden bihaberdim.
Sınıf kapısının açılmasıyla içeri giren geometri öğretmenimizin keyfi çok yerinde gibi gözüküyordu. Beyaz gömleği siyah kalem eteğinin içine sokmuş, kırmızı renkteki ruju ile biraz sekreterleri andırsa da altına giydiği spor ayakkabılarıyla bu görünümünü sadeleştirmişti. Sarı saçlarını açık bırakmış ve mavi gözleri sınıftaki öğrencilere göz gezdirdi.
Eliyle oturmamızı işaret edip masasına oturdu. Dik duruşundan ödün vermeyerek sınıf defterini doldurmaya başladı. Siyah kaplama mürekkepli kalemini kapatıp ayağa kalktı. Tahtanın önündeki kırmızı kalemi alıp konuya başladığında tüm dikkatimi hocaya kilitledim.
Dakikalar, saatlere dönüştüğünde ben de bir okul günümü bitirmek üzereydim. Dersin son 5 dakikasında herkes toparlanmaya başladığında kafamı tekrar sıraya yaslayıp dışarıya baktım.
Sabah konan kahve rengindeki kuşlar artık yoktu. Ağaç onu saran yapraklar dışında çırılçıplak gözüküyordu. Yönümü bu sefer bulutlara çevirdim, pamuk gibi gözükmeleri soğuk ve yağmurlu kasım ayında görmek beni şaşırtmıştı.
Bu hafta boyunca yağmur durmadan yağmış, gök gürlemiş ve şimşek çakmıştı. Yine bu hafta boyunca yağmur ve gök gürültüsü ne Bade'yi uyutmuş ne de beni. Onu sakinleştirmek için başında durmuş ve ilaçlarının dozlarını takip etmiştim.
En sonunda ise okulun başlamasına bir- iki saat kala uyumuş ve hemen kalkıp hazırlanmıştım. Tüm hafta boyunca bu döngü yaşanmıştı. Bu zincirin kırılmasını ve en azından bir saat daha fazla uyuyabilmeyi dilemiştim.
Zil sesin çalmasıyla sınıftakilerin insan dışı sesler çıkararak sınıftan çıktıklarında yüzümü buruşturdum. Neden normal bir şekilde kapıdan dışarı çıkmıyorlardı? Yani zaten sınıftan çıkacaksın neden bağırma gereği duyuyorsun? Düşüncelerime omuz silkip dudak büzdüm.
Gerekli olan kitaplarımı çantama yerleştirip paltomu giydim. Dolaba koyacağım kitaplarımı kucağıma alıp sessiz ve sakin adımlarla sınıfı terk ettim. Eski ve kocaman koridorlarda tek olduğumu farkedince göz devirdim. Hepinizin mi acil bir işi vardı? Dolabımı açıp kitaplarımı koyduktan sonra dolabı kilitledim.
Sakin adımlarla okulun otoparkına doğru ilerledim. Cebimdeki telefonu çıkarıp arama olup olmadığını kontrol ettim. Ayşe abla aramadığına göre Bade uslu durmuştu. Rahat bir nefes verip çantamı arabanın arkasına atıp sürücü koltuğuna geçtim.
Dikkatli bir şekilde park ettiğim yerden çıkıp sürmeye başladım. Temkinli bir şekilde sürmeye devam ederken trafiğe yakalanmamla lanetler okudum. İstanbul'un en nefret ettiğim özelliklerinden birisi trafikti. Telefonumu arabaya bağlayıp müzik listemden rastgele bir şarkı açtım. Arkama yaslanıp iki dakika bozulan havaya baktım. Daha 10 dakika önce bulutlar öyle güzeldi ki oysa.
Okuduğum bir yerde insanların hal değişiklerinden birisi etkileyen şeyler de hava olaylarıymış. Güneşli olursa insanlar kendini mutlu ve iyi, yağmurlu olursa üzüntülü, kapalı olursa stresli sıkıntılı sanki bir şey olacakmış hissine kapılırlarmış.
Sanırım bu durumun dışında kalıyordum. Yağmur yağdığında kendimi huzurlu hissederdim sanki yağmur derimi aşıp içimde biriktirdiğim çoğu şeyi arındırıyor hissi uyandırıyordu. Bu dünyanın en güzel hislerinden bir tanesiydi. Korkmadan, ıslanacağım derdine düşünmeden sokaklarda yürüyorsunuz ve yağmur tüm kötü şeylerden sizi arındırıyor.
Kendimi düşüncülere ve çalan şarkıya o kadar kaptırmıştım ki arkamda çalan korna sesi ile kendime gelmiştim. Oturduğum yerde dikleşip arabayı çalıştırıp sol şeritten hızla sürmeye başladım. Bir an önce eve gitmek istiyordum.
Kısa bir süre sonra evin önüne geldiğimde girişe park edip arkadan çantamı aldım. Kapıyı tıkladığımda Ayşe abla gülümseyen suratıyla kapıyı açtığında ben de gülümsedim. İçeriye girip ayakkabılarımı çıkardım, elime aldıktan sonra Ayşe ablaya döndüm.
"Bade, nasıldı bugün Ayşe abla?" dediğimde başta suratını astı ardından sinirlendi. Ne olmuştu, neden haber vermemişti? "Ayşe Abla neden aramadın?" elimdeki şeyleri bırakarak hızla merdivenlerden çıkarken "Dur, deli kız! Bade'ye bir şey olmadı." demesiyle ne zaman tuttuğumu bilmediğim nefesimi verdim.
"Ayşe abla ama! Bir şey oldu sandım aklım çıktı." dediğimde elini beline attı. "Sizin şu Fransız Karısı delirdi." dediği şeyle tüm endişem uçup gitmiş yerine kahkaha atmaya başlamıştım. Ayşe Sultan, sinirlenince çok komik oluyorsun. O bana öfkeli bakışlarını atarken bir yandan söyleniyordu. "Gülme bakayım. Ciddiyim ben!" gülümsememi en aza indirip ciddi bir ifade takındım.
"Ne olmuş Madam'a?" dediğimde yüzünü buruşturdu. "Madam'mış, benden daha iyi madam olunur!" kafasını kaldırıp gücendiğini belirti.
Yanına gidip sarıldım, "Tabii Ayşe Sultan ama anlatacak mısın neler olduğunu?" dediğimde oda beni kendinden uzaklaştırdı. "Üstüm yemek kokuyor sende iyice sarılıyorsun. Neyse, bizim cimcime sıkılmış ve kadını korkutmak istemiş. Fransız Karısı da ota boka korkuyor zaten. Cimcime de korkutunca bunun bir aklı çıktı, korktu. Kaçtı." o keyifle güldüğünde ben de güldüm.
"İyi oldu zaten. Aferin cimcimeye, babanıza yaranmaya çalışıyordu. Azgın Fransız Karısı!" sinirle soluduğunda gülerek kafamı sağ sola salladım. "Babam bu kadar yakışıklı olmayaymış Ayşe Sultan. Neyse bende sevmiyorum senin şu 'Fransız Karısını'. Ben bir Bade'ye bakayım." el sallayarak Bade'nin odasına doğru ilerledim. "Hele git bak, ne yapıyormuş!" arkamdan seslendi.
Kapıyı tıklayıp içeri girdiğimde yatağında uzanan meleğimle bakıştığımda gülümsedim. Kapıyı kapatıp gidip ona sarıldım. Bana hemen karşılık verdi. "Ne zaman geldin abla?" dediğinde kollarımı biraz gevşetip ona baktım. "5 dakika önce falan." başını anladım der gibi salladı.
"Duyduğuma göre Madam işi bırakmış." sorgular bir şekilde baktığımda gözlerini kaçırdı. "Acaba bir parmağın olabilir mi?" yanaklarını şişirip kollarını bağladı. "Madam'ı sevmiyordum abla! Bana sürekli yanlış yaptığım yerde kızıp bağırıyordu." kaşlarımı çatıp tüm dikkatimi ona verdim. Kadın, bir senedir bizimleydi ancak bağırıp çağırdığına şahit olmamıştım. Üstelik daha önce böyle bir şey olsaydı Bade söylerdi. İçine atmazdı değil mi?
Tabii 7/24 evde olmadığım için emin de olamıyorum. Şu anlık ne Bade'yi ne de Madam'ı mağdur etmemek adına sadece başımı salladım. Bu konuyu detaylı bir şekilde babamla konuşup kamera kayıtlarını izlesek iyi olacaktı.
"Hadi bakalım cimcime! Sen ders çalışıyorsun bende ödevlerimi yapıyorum. Bir şey olursa kapıyı çalmadan gir." alnından öpüp son kez sarıldım. Bağladığı kollarını çözüp bana sımsıkı sarıldı. Odasından çıkıp kendi odama doğru gittim. Çoğu kısmın beyaz olmasına karşın kasvet dolu odama girdim. Çantamı çalışma masasın yanına bırakıp saçlarımı sıkı bir şekilde yaptığım at kuyruğundan kurtarıp salık bıraktım.
Sabahtan beri ufak ufak ağrısını gösteren buymuş meğer. Keşke her şey saçımızı açmamızla çözülen bir baş ağrısı ile olsa ne kadar güzel olurdu. Kol saatimi çıkarmadan saatte baktım. 17.35 'ti. Sanırım biraz vücudumu ısıtıp çalıştıktan sonra duş alır ve dersin başına otursam iyi olurdu.
Üzerimdekileri çıkarıp siyah mayomu ve şortumu giydim. Aynalı kısma geçip müzik listemden rastgele bir şarkı açtım. Klasik olarak kollarımı, boynumu, omuzlarımı esnettikten sonra yavaş yavaş kasık ve bacak bölümlerine geliyordum.
Vücudunuz size karşı çok nankördür. Eğer bir hafta esneme yapmazsanız sizi eksi bir aya götürebiliyordu. Bu yüzden sürekli ısınıp esnemem gerekiyordu. Ne kadar esnek olursanız olun bu zorunlu bir şeydi ve bundan nefret edenlerin başında ben geçiyor olabilirdim.
Yere oturup sağ bacağımı içe doğru katlayıp sol bacağımı yana doğu açıp o tarafa doğru esnedim. Aynı işlemi sağ bacağıma yapıp en son bacaklarımı birleştirip öne doğru uzandım. Bu hareket çok komiğime gidiyordu.
Bale annemin isteği ile başladığımda bu hareketi yapmakta zorlanıyordum. Aslında zorlanıyor değil de tam anlamıyla öne doğru esneyemiyordum. Çınar ise ,lanet olsun, doğuştan bir esnekliği vardı ve bu hareketi kusursuz bir şekilde yapıyordu.
"Dolunay bak!" Çınar yere oturup kapalı olan bacaklarına uzandı. Pis Çınar, diye iç geçirdi Dolunay. Yapamadığını biliyordu ve o yaptığı için ona hava atıyordu. Ya da kız öyle düşünüyordu. "Hadi sende dene!" dediğinde dudaklarını büzüp omuz silkti. Bale odasının uzun camlarla çevrili olan kısmına oturup somurtarak dışarıyı izledi.
Bu ısınma hareketini yapmak için 1 haftasını vermişken Çınar'ın bir çırpıda yapması sinirlerini bozmuştu. "Dolunay özür dilerim. Bana küsme!" çocuk kızın yanına oturup ona sımsıkı sarıldı. "Sarılma bana Çınar!" ellerini beline dolanan kollara koyup iteklemeye çalıştı ama çocuk daha güçlüydü. "Küsmeyi bırakırsan bende sarılmayı bırakırım." dediğinde Dolunay bıkkınca bir nefes verdi.
"Tamam küsmüyorum artık." dediğinde çocuğun gözleri parladı. "Hadi gel beraber yapalım!" hızla yerden kalktı ve elini uzattı. Kız başını sallayıp elini tutup kalktı. İkili gün boyu mümkün olabilecekmiş gibi buna çalışmıştı. En sonunda ikisi yorgun düşüp soğuk zeminde uyuya kalmışlardı.
Biraz o şekilde uzandıktan sonra sağ ayağımı arkaya alıp öne doğru esnedim. Bu hareket çok iyi gelmişti. Tüm kaslarım gevşemiş ve kendimi daha iyi hissediyorum. Biraz böyle durduktan sonra yavaş yavaş bacaklarımı toplayıp soğumaya geçtim.
Ona yaklaşık 5 dakikamı verdiğimde artık hem ısınmış hem de soğumuştum. Yavaşça yerden kalkıp yatağın üzerindeki telefonumu aldım.
Çınar'dan sıkıldığını ve bıktığına dair mesajlarına gülüp kısaca cevap verdim. Anında çevrimiçi olduğunda kaşlarımı çattım. Molasını mı uzatmıştı yoksa çişim var bahanesiyle dersten mı kaytarmıştı?
Klasik yarışmadan önceki konuşmayı yapmak istediğine dair mesaj attığında duştan çıktıktan sonra onu arayacağımı yazıp telefonumu tekrar yatağa bırakıp duşa girdim.
Sıcak suyu ayarlayıp şampuandan avucuma yeteri kadar sıkıp saçlarımla buluşturdum. Güzelce yıkayıp duruladıktan sonra kremi iyice saçlarıma yedirdim. Life güzel kokan bir duş jelini sıktım, vücudumdaki tüm kirin yok olması için bir güzel keseledim.
Her duştan çıkmadan önceki aktivemi yapıp ayarı soğuk suya getirdim. Buz gibi olan su bedenime her değdiğinde kafamdaki düşünceleri def edip beni gerçeklikle buluşturmuştu. Kendimi daha dinç hissediyordum.
Soğuk suyu kapatıp yan taraftan havlumu alıp vücuduma sardım. Ağır adımlarla dolabımın önünden iç çamaşırlarımı, bol bir kazak ve eşofman aldım. Aynı hızda giyinip telefonumu alıp Çınar'ı aradım. Bir, iki, üç çalıştan sonra hışırtılı sesler eşliğinde açılığında kaşlarımı çattım.
"Çınar?" seslendiğimde hışırtılar azalmıştı. "Dur aşkım," dedi ve sonunda hışırtılar azalmıştı. "Antrenmanım bitmesine rağmen tutuyor. Kadına bak sen!" son dediği şeyin söyleme şekli o kadar komikti ki gülmeden edememiştim. "Gülme," dedikten bir süre sonra o da gülmeye başladı.
"O kadar da kötü birisi değil, kadının ahını alma." dediğimde homurdanmaya başladı. "Tamam o kadarda kötü birisi değil ama yarışmadan bir önceki gün antrenman yapması akıl karı bir şey değil." bıkınca bir nefes verdim. "Tamam aşkım sen haklısın!" şuan sırıttığına o kadar eminim ki.
"Hadi, senle dedikodu yapacağız." dediğinde gözlerimi devirip çalışma masasına oturdum. "Gözlerini devirme şimdi," homurdanarak. "Sen nereden biliyorsun?" dedim şaşkınca. "Ben her şeyini biliyorum." sesindeki çapkınlık gülümsememe neden olmuştu.
"Hm, madem her şeyimi biliyorsun. O zaman dedikodu yapmıyoruz?" dediğimde alayla güldü. "Biliyorum dedim yapmıyoruz demedim." Çınar'ı hoparlöre alıp çantamdaki kitap ve defterleri masamın üzerine koydum. Çekmecemdeki gözlüğümü çıkarıp taktım.
"Hazırsan başlıyorum." dediğinde gözlerimi kıstım. "Hazırım Çınar!" dediğimde boğazını temizlemeye çalıştı. Ancak başarılı olduğu pek söylenemezdi. Salak kendi tükürüğünde boğuluyordu. Baya bir öksürdükten sonra "Helal, helal!" dedim ve yüzümü buruşturdum. Kitapta ilgili sayfayı açtım ve test kitabında hocaların ödev verdiği sayfayı aradım.
"İyiyim, iyiyim. Gelelim sana gelen davetiyeye. Melina, sana en son davetiye yolladığında hazırlıktaydık ve sen onu çöpe atmıştın. Şimdi ise dört yılın ardından sana davetiye yolluyor. İlginç!" gözlerimi devirdim. Sonunda istediğim sayfayı buldum. İlk soru tipik bir trigonometri sorusuydu.
"Aldığım her davetiyenin çetelesini mi tutuyorsun?" soruyu çözmeye başladım. Birkaç hışırtı ile kapı kapanma sesi geldi. "Hayır ama Melina Gür, boru değil! En son davetiye faciasından sonra sana karşı pek de sıcak olduğu söylenemezdi." çözdüğüm sorudan başımı kaldırıp dikkatimi Çınar'a verdim.
"Birincisi Melina Gür'ü tanımıyorum. İkincisi o zaman durumları biliyorsun aptal partilerine ayıracak zamanım yoktu." bıkkınca nefes verdi. "Şimdi ise ateşkes olsun aranızda. Bak sana davetiye yollamış sen de bir günlüğüne katılsan ölür müsün?" kaşlarımı çatıp elimdeki kalemi bıraktım. Arkama yaslandım, kafamı sandalyeden aşağı sarkıttım.
Tanımadığım birisi ile aramda soğuk savaş varmış ve şimdi ateşkes mi yapacaktık? Tamda Buzlar Kraliçesine layık(!). Ne güzel! Ben ne saçmalıyordum? Uf, Çınar tüm ayarlarımı bozdun!
"Çınar, oraya gitmeyeceğimi en iyi sen biliyorsun. Senin yarışmalarına bile takılamıyorken şimdi saçma bir partiye katılmayacağım." dediğinde sıkıntılı bir nefes verdi. "Dolunay, o partiye gideceğiz!" emir vererek konuştuğunda kaşlarımı çattım.
"Niye bu partiye gitmemi neden bu kadar çok istiyorsun?" dediğimde araba çalıştırma sesi geldi. "Çünkü aptal artık sen farkında olmasan bile Bade'nin durumu iyiye gidiyor, Tolga abi güzel kızının gençliğini okul ev arasında heba olduğunu fark edince çok üzülecek. En önemlisi de en yakın arkadaşım ile birlikte eğlenmeyi çok özledim."
Emin ol ben de özledim ama elimden bir şey gelmiyordu. Bade'nin durumu iyiye gidiyordu ama akşamları ne olacağı belli olmuyordu. Davetiyeler ise sütlü çay partilerini andırsa da aksine her türlü şeylerin fazlasıyla olduğu, şeytanın bile yaptıramayacağı şeylerin yapıldığı partiler oluyordu. En azından duyduklarım o nitelikteydi. Babam üzülür müydü? Umurunda bile değildim bence.
"Şimdi, o partiye güzel ve sakin bir şekilde mi gideceğiz yoksa ben senin malum bir yerlerini sandalyeden kazıyıp, çıkarıp, o partiye mi götüreyim?" kollarımı göğsümde bağlayıp kafamı masaya gömdüm. Sustum. Suskunluğum en büyük çığlığımdı. "Geliyor Çınar." arkamdan gelen ses ile donup kalmıştım.
"Tamamdır Tolga abi, kendinize iyi bakın ben kapatıyorum." sen şimdi otuz iki diş sırıt, parti günü kendimi odaya kilitlediğimde bende sırıtacağım. Babamın kocaman eli omzuma dokunduğunda kafamı yavaşça masadan kaldırdım. Ona baktığımda hafif bir tebessüm ile bana bakıyordu. Kaşlarım istemsizce çatıldı.
"Biraz konuşalım mı?" dediğinde başımı salladım. O yatağıma oturduğunda döner sandalyemi yatağa doğru çevirip biraz babama yaklaştım. "Nasıl bir parti olacak?" dediğinde koyu mavi gözlerine baktım.
"Klasik gençlerin yaptığı partiler baba. Çokta önemli değil hem zaten o gün sen çalışıyor(!) olursun ben de evde Bade ile birlikte kalırım." alayla konuştuğumda sinirlendi.
"Dolunay, seni inandırmak için çabalamayacağım artık ama beni veya Bade'yi bahane ederek insanlardan kaçmanı istemiyorum." dediğinde kaşlarımı çattım. "Sizi bahane ederek insanlardan kaçmıyorum, ben olacak senaryoyu söylüyorum. Senin işlerin kızlarından pardon benden hep önemli olduğundan olacak senaryoyu söyleyeyim. Okuldayken eve geç döneceğine dair sekreterinden mesaj gelecek ve ben eve dönüp akşam Bade'yi uyutacağım." dediğimde iyice sinirlenmişti. Göz bebekleri büyümüş ve sık sık nefes alıyordu.
Elini yumruk yapıp açtı. "Bak Dolunay, Bade'nin ne annesi ne de babasısın. Ablasısın ve bir abla olarak senin de nefes alman, arkadaşlarınla vakit geçirmen, saçmalıklar yapman gerek. Bade'de bir gün bunları yapacak ve yaptığında senin içinde bir burukluk olacak. Ben bunu istemiyorum." derin bir nefes aldı. Babama ne olmuştu?
"Sen belki söylediklerime inanmayacaksın ama özür dilerim Dolunay. Sizlere çok geç kaldım ve bugün bu gerçek bana tokat gibi çarptı. Bundan sonra senin ve Bade'nin normal bir yaşantısı olması için çabalayacağım. Babanın arkanda olduğunu hissetmeni istiyorum." sona doğru buruk bir gülümseme bıraktı. Oyunculuğunu mu geliştirmişti yoksa doğruyu mu söylüyordu? Kurtlara gün doğmuştu.
Babam tam kalkıp gidecekken kolundan tutup ayağa kalktım. "Baba, Madam istifa etmiş?" dediğimde yüz ifadesinde şaşkınlık vardı. "Ne demek istifa etmiş. Benim niye haberim olmuyor?" dudak büzdüm. "Bade, onu korkutmuş o da gitmiş evden. Ayşe abla söyledi." kafasını salladı.
"Bir şey daha var?" dediğimde açıklamamı söyleyen bakışlarını attı. "Madam, Bade'ye bağırıyormuş. Kamera kayıtlarına baksan iyi olur." dudaklarımı birbirine bastırdım. "Ben hallederim o kısmını sen de ders çalış." dedi ve odamdan çıktı. Derin bir nefes verip saçlarımı karıştırdım.
Sandalyeyi masanın başına çekip oturdum. Verilen ödevleri yapıp ders çalıştım, minik göbeğim benden yemek dilenene kadar. Yatağımın yanında duran mavi pandufları ayağıma geçirip ayağa kalktım.
Odadan çıkıp aşağı indiğimde Bade ve babam salondaki koltuklara oturmuş çizgi film izliyorlardı. Dudaklarım ister istemez şaşkınlıkla açılmıştı. Babamın çalışma odasından çıkması ve Bade'yle zaman geçirmesi alışık olduğum şeyler değildi. Ama kardeşim için mutluydum zaten anne özlemi çekerken bir de babadan mahrum olmak onu yıpratıyordu.
Mutfağa geçip Ayşe ablanın hazırladığı ev yemeklerinden biraz tabağa koydum ve mikrodalga fırına yerleştirdim. Yemeğin ısınmasını beklerken Sinsi Çınar'dan bir şey var mi diye telefonumu açıp mesajlaşma uygulamasına girdim.
Sinsi Çınar: Çok eğleneceğiz. (:
Siz: Evet çok eğleneceğiz(;
Sinsi Çınar: Senin için annemle kıyafet bile baktık.
Sinsi Çınar: Çok seveceğini düşünüyorum. Yolluyorum, güzelce bak fıştıklı lokumum.
Sinsi Çınar: *fotoğraf, *fotoğraf, *fotoğraf...
Attığı fotoğraflara baktığımda ağzım bir karış açık kalmıştı. Hepsi Alev ablanın markası "La Fougue" ye aitti. Hepsi birbirinden göz alıcı ve mükemmeldi ancak ben sadelikten yanaydım.
Siz: Bu kıyafetler olmaz.
Sinsi Çınar: Neden olmasın?
Sinsi Çınar: *fotoğraf
Sinsi Çınar: Ben bu olur diye düşünmüştüm. Hem partiye uygun hem de dolabında azda olsa kız kıyafeti bulunur.
Siz: Dolabımda sen inanmak istemesen de kız kıyafetleri ile dolu.
Sinsi Çınar: Falan filan falan. Neyse ben sipariş verdim bile.
Sinsi Çınar: Erken yatmam gerek, yarın bensiz çok sıkılma.
Sinsi Çınar: Düşündüm de ben orada ter dökeceğim o yüzden, sıkıl!
Siz: Seni öldüreceğim Çınar!
Bana attığı elbiseye bile bakmadan sinirle telefonumu kapadım. Pis Çınar, yine yapmıştı yapacağını ve beni sinir etmişti. Mikrodalgadan ses geldiğinde çekmeceden çatal aldım. Mikrodalgayı açıp tabağımı alıp masaya kuruldum.
Yemekten bir çatal alıp ağzıma götürüp mideme indirdiğimde sanki çölde su bulmuştum. Okulda yemek yemeyi unutmasam iyi olacaktı. Yediğim yeşil renkteki yemeğin ismini bilmiyordum fakat güzeldi. Fazla fazla güzeldi.
Bulaşıkları makineye yerleştirip babamların yanına oturup çizgi film izlemelerine ortak oldum.
"Abla, sen bunu izlemiş miydin?" kafamı Bade'ye çevirdim. Hayran olmuş bir şekilde televizyona bakıyordu. Bakışlarımı Bade'den alıp çizgi filme odaklandım. Uğur böceği kostümlü bir kız ve siyah kedi kulakları olan bir çocuk çatılarda koşup zıplıyorlardı.
"Mucizevi adı, Fransa'da geçiyor." çizgi filmden bakışlarını alıp babama döndü. "Baba, ne zaman beni de götüreceksin? Ablam orada doğmuş, büyümüş ben niye burada dört duvar arasındayım." dediğinde boğazımda bir yumru oluşmuştu. Konuşamadım. Elimi boğazıma götürüp ovduğumda babam olaya el attı.
Babam elini altın sarısı bukleli saçlarına atıp yavaşça okşadı. Başına ufak bir öpücük koydu, "Çok az kaldı. İşlerim bittiği zaman ilk uçakla Fransa'ya gideceğiz." elini kaldırıp saatine baktı. O da kaçış yolu arıyordu.
"Saate geç olmuş. Hadi bakalım kızlar yataklara!" bana baktığında soğukça başımı salladım. Bade hemen yukarı çıktığında ben de onunla birlikte çıkmıştım. Odasının kapısını kapatıp yanına uzandım.
"Bade, hafta sonu Çınar abinin yarışması var." dediğimde hemen sarılmıştı. "Televizyonda yayınlanacak değil mi?" başımı sallayarak onayladım. Kollarını daha sıkı sarıp kafasını göğsüme koydu.
Okyanus mavisi gözlerini kapattığında ben de yavaş yavaş gözlerimi kapattım. Belli bir süre karanlık ile bakıştığında Bade'nin normale dönen düzenli nefes alıp vermesiyle uyuduğunu anlamıştım.
Başını göğsümden alıp dikkatlice yastığa koydum, kollarını yavaşça bedenimden ayırıp kazağımı çıkardım, kollarına onu kaşındırmayacak şekilde koyup yataktan çıktım. Bugün akşamki havayı kontrol ettiğimde şimşek falan gözükmüyordu, sadece gecenin üçünde hafif bir çiseleme olacaktı.
Kapısını aralık bırakıp kendi odama geçtim. Üzerime bol bir sweat geçirip yumuşak yatağıma kendimi bıraktım. Telefonumdan alarmı saat 05.00'e kurdum.
Gözlerimi ovup yan tarafta bulunan çerçeve ile bakıştık. Bakıştık, bakıştık, bakıştık. Ne kadar zaman geçtiğinden bihaber sonunda çerçeveyi alıp içindeki resme yakından baktım. Resimden mutluluk akıyor gibiydi. Gibi değildi, gerçekten öyleydi. Beni gülümseten tek fotoğraftı o yüzden mutluluk akıtıyordu.
Elimi üzerine koyup yavaşça okşadım. Sanki hala saçlarını okşayabiliyormuşum gibi. Deliriyor muydum? Eğer delirmek buysa şikayetçi değildim. Saçlarını okşayabiliyor gibi hissedeyim o bana yeterdi. İster akıl sağlığım yerinde olsun ister deli olayım fark etmezdi.
Göz kapaklarım bana ihanet etmeye başladığında çerçeveyi yanıma koyup örtünün içine girdim. Çerçeve ile bakışırken uykunun o sessiz karanlığı beni yavaşça içine çekti. Kurtlarla dolu bir geceye kucak açmış oldum.
_
Merhaba tekrardan, ilk izlenimleriniz neler?
Yazarsanız çok mutlu olurum. |
0% |