Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@ceylanrona

3. Bölüm Karışan Yumruklar


Hayatın size ne sunacağı hiç belli olmuyordu. Bunu birçok kez yaşayarak artık öğrenmiştim. Başkası söylediğinde inanamayacağımız şeyleri hissederek kabul ediyorduk. İmkansız denilenlerin çoğu imkan kazanırken biz sadece seyirci kalabiliyorduk. Bir şeyin asla olmayacağını söylediğimizde o şeyin yüzümüze çarpıla çarpıla gerçekleştiğine şahitlik ediyorduk.

İçimde başköşeye kurulmuş bir koltuk vardı. Ahşap kolçakları sadeydi. İşlemesi yoktu. Kumaşı oldukça düz ve pasteldi. Normale göre basit bir koltuk olsa da bakanı kendine hayran bırakıyordu. Dikişleri titizlikle yapıldığını belli ediyordu. Şu zamana kadar kimsenin üzerine oturamadığı, dokunamadığı bu koltuk sahipsizdi. O kadar hayranı olmasına rağmen kimse onu sahiplenmeye cesaret edemiyordu. “Benim.” diyemiyordu.

Karşımda duran adam istemiyorsa bile koltuğa yaklaşıyordu.

Adının Akın olduğunu hatırladığım bu insanla kısa süren bakışmamızı hocam bölmüştü. Bunun için ona teşekkür etmek isterken eliyle beni gösterip yanına çağırmasından sonra bundan vazgeçmiştim. Neden veya ne için yanlarına gitmemi istediğini bilmiyordum ama adımlarımı o tarafa sürüklemek hiç cazip gelmiyordu bana.

Tek hareketle oturduğum yerden kalktığımda sitemli bir nefesi ciğerlerimden kovmuştum. O tarafa doğru ilerlediğimde bakışlarım tekrar onlara dokunmuştu. Hocam her zaman olduğu gibi gülümsüyor, adam ise sabahki tavrından çok uzak bir biçimde sırıtıyordu. Yanlarına vardığımda onun biraz önünde durarak yüz yüze gelme şansımızı azaltırken onların aksine daha ciddi bir tavra sahiptim.

“Efendim hocam? Beni çağırdınız.” Tekdüze sesimle, oynamayan mimiklerimle konuştuğumda saçlarıma vuran soluklarını hissedebiliyordum.

“Evet, çağırdım çünkü biri ile tanışmanı istedim. Kendisi benim çok eski bir öğrencim. Biliyorum çok arkadaşlık kuran biri değilsin. Ama olsun ben yine de seni tanıştırayım. O da aynı senin gibi çok başarılıdır. Eski salondayken daha sık görüşürdük. Şimdi böyle ara sıra ziyaret amaçlı gelir.” Hocam bana onu sevecen bir tavırla anlattıktan sonra arkamı göstererek “Tanıştırayım, Korel Akın Atay.” dediğinde istemeyerek de olsa tersime dönüştüm. Ardından “Akın, Asu. Asu Akın.” demiş beni de ona tanıtmıştı. Şu durumda hocamızın bilmeden atladığı tek bir husus vardı.

Bizim daha öncesinden tanıştığımız.

“Memnun oldum Asu.” Başımı hafif yukarı kaldırarak, tebessümü ile bana bakan Akın’a kaşlarım çatık bir şekilde bakıyordum. Sanki daha önce birbirimizi görmemişiz gibi davrandığında ona anlam verememiştim.

“Yalan söyleyemem. Ben memnun olmadım. Bu nasıl bir tesadüf?” Onun gibi yapamazdım. Ne gereği vardı? Bu sabah hiç hoş olmayacak şartlarda tanışmıştık zaten…

Cidden, tanışmış mıydık?

“Siz birbirinizi tanıyor musunuz?” Hocamın şaşkınlığı kucaklayan sesini duyduğumda arkama dönüp ona bakmamıştım. Sorusuna cevabı Akın ile aynı anda vermiştim.

“Evet.”

“Hayır.” Akın’ın cevabına iki kaşımı birden kaldırarak ‘cidden mi?’ der gibi baktığımda o devam etmişti. “O beni tanımıştı. Ben onu değil.”

“Daha sabah arabasına çarptığın kızı tanımayacak kadar balık hafızalı mısın?”

“Sen adını şanını bilmediğin, her konuştuğun kişiyle tanıştığını mı iddia edersin?”

“Bana adını söyledin. “

“Evet. Hatta kartımı bile aldın. Sen beni tanıyor olabilirsin belki ama ben seni tanımıyorum. Hocam tanıştırana kadar adını dahi bilmiyordum.” O kartı aldığımı hatırlamak üzerime tuğla düşürürken hoca araya girmişti.

“Tamam, anladım. Aranızda bir anlaşmazlık olmuş sanırım. Hem de bu sabah. Akın’a bakışlarından anlıyorum ki bugünkü öfkenin nedeni de kendisi. Ne yaptı bu sıpa sana?” Hocamın sesi arkamdan kulaklarıma dolarken en başta kaşlarım hafif çatık bir şekilde dinliyordum onu. Bana yönelttiği sorunun ardından ise gülmemek için kendimi tutuyordum.

Sıpa demişti. Aralarındaki ilişkinin ne kadar samimi olduğunu şimdi daha net anlamıştım.

“Sıpa mı? Eşek kadar adam oldun diyen de siz sıpa diyen de. Daha ne olduğunu bilmeden neden sıpa oldum ben?” Akın benden önce girdiğinde söze dalga geçer gibi çocuksu bir hal takınmıştı . Bulunduğum ortam çok başka olsaydı eğer şu an gülüyor bile olabilirdim.

“Kesin sen yapmışsındır bir şeyler. Kerata seni. Söyle Asu döveyim mi bunu?” Bir anda nefes vererek gülmeme engel olamazken arkama dönüp hocama bakmıştım.

“Hayda. Sıpa yetmedi kerata da olduk.” Sabahki adamla uzaktan yakından alakası olmayan bu adama ne tepki vereceğimi tartıyordum. Terazinin iki kefesi de aynı yükseklikte öylece duruyordu.

“Sıpa da olursun. Kerata da olursun. Haylaz da olursun. Sen her şeyi başarırsın.” Hoca sırıtarak konuştuğunda son sözlerinin ardından göz kırpmıştı Akın’a. Bu hareketine onun ne tepki verdiğini görmesem de gülümsediğini hissediyordum. Hala Akın’a tekrar bakmadığım sırada hocam sorusunu yineledi. “Ne olmuştu bu sabah dinliyorum.”

İstemsizce kısaca akınla bakıştığımızda yine aynı anda konuşmuştuk.

“Bana çarptı.” “Ona çarptım.” Hocamızın kaşları ‘pekala’ dercesine yukarıya doğru tırmandığında kolları da göğsünde toplanmıştı.

“Bu sabah ben okula giderken onun yüzünde kaza yaptık. Daha doğrusu kazayı o yaptı. Ben kırmızı ışıkta duruyorken. Kendileri duran bir araca çarptı. Bu çok normalmiş gibi bana para teklif edip gitmeyi istedi.” Yavaşça konuştuğumda bir an kendimi arkadaşını öğretmenine şikayet eden çocuklar gibi hissetmiştim. Sadece bir an… Akın ne benim arkadaşımdı, ne de ortada bir şikayet vardı. Yalnızca durumu açıklıyordum.

“Yetişmem gereken bir toplantı vardı. Bir an önce gitmek istediğim için durumu kendim halletmek, seninle anlaşmak istedim. Fakat sen beni terslemeyi tercih ettin. Üstelik hatanın bende olduğunu en başta kabul edip dikkatsizliğim nedeniyle özür dilememe rağmen. Yine de sana karşı bir saygısızlık yaptığımı düşünmüyorum.” Akın çok rahat bir şekilde omuz silkerek konuştuğunda bu gün benden uzak kalamayan öfkemin yavaş yavaş kollarıma sarıldığını hissedebiliyordum.

“İkinizi de tanıyan biri olarak söylüyorum, ikiniz de kendinize göre haklısınız. Akın, Asu ters bir kızdır bu doğru. Asu, Akın –nasıl becerdi bilmiyorum –bir hata yapmış. Doğru. Onu tanıyorum. Sana karşı bir saygısızlık da yapmaz. Akın kaza nedeniyle hatalı. Bunun için senden özür de dilemiş. Yine de seni sinirlendirdiyse ona karşı sakinleşmen zor. Bunun farkındayım. Gene de sinirini boşa harcamışsın sanki. Ne tepki verdin bilmiyorum fakat çok öfkelendiğin belli. Daha sakin kalman gerektiğinin umarım farkına varmışsındır. Sakın yanlış anlama. Bu, keratanın hatasını örtbas etmiyor. Akın, sende ne yaparsın işte. Bu da böyle deli, hırçın bir kız.” Öylece hocamı dinlerken yalnızca yere bakıyordum. Dediklerine bir cevap vermemiştim. Başımı bile sallamamıştım.

Bir gökdelenin üzerindeydi öfkem. Kanatlanıp uzaklaşmalıydı benden. Veya aşağıya atlayıp yok olmalıydı sonsuza dek. Onu itebilirdim. Sırtını okşayıp kanatlarını çıkarabilirdim. Fakat yalnızca orada dikilmiş sinirimi seyrediyordum. Rüzgarın saç tellerimi peşinde götürmek istercesine havalandırışını, tenime çarpan havayı hissediyordum.

Sakin kalmak… haklıydı.

“Asu sen ısındıysan biraz çalıştırayım seni. Akın sen de torbayla devam et istersen.” Akın’ın da bir cevap vermediğini fark ettiğim sırada konuşmuştu hoca. Gözlerimi, usulca izlediğim sünger zeminden koparırken karşımdaki ringe bakmıştım.

Salonun tam ortasında bulunan bir ring vardı. Daha çok siyahın ağırlıklı olduğu, lacivertle süslenmiş bir temaya sahipti. Öyle filmlerde olduğu gibi şiddette yöneltmiyordu insanı. Yerden yüksekteydi. En başlarda onun üzerinde kapışacağımı düşünmek bana daha başka gelirdi. Şimdi oraya çıktığımda karşımdakini yenmek öyle geliyordu.

Bakışlarım ringde takılı kalırken güçlü bir iç çektim. Dikkatimi oradan ayırmadan “Bu gün ringde kapışabileceğim biri var mı hocam?” diye sordum. İçimde tüylerini kabartan bir istek vardı. Pusuya yatmıştı.

“Bir bakalım.. Aslında var. Daha önce hiç karşılaşmadığın, seni zorlayabilecek birisi. Daha önce hiç denk gelmediğiniz için kapışmadınız fakat bu gün iki tarafta kabul ederse güzel bir karşılaşma izleyebiliriz.” Hocam tereddüt eder gibi konuştuğu sırada başımı ona çevirmiştim. Omzumun üzerinden yüzüne bakarken kim olduğunu söylemesini bekliyordum. Daha yanımızdan ayrılmayan Akın da sessizce bizi izliyordu. Burada kendini geliştirmiş olanlardan talim yapmadığım çok az insan vardı. Bahsettiği kişinin kim olduğunu merak ediyordum.

“Kabul ederseniz eğer ikiniz kapışabilirsiniz. Akın ile…”

“Ne?” Hocam daha sözünü tamamlayamadan şaşkınlığım benden izinsiz dilimden kayıp dışarı atarken kendini gözlerim Akın’a deydi. Yalnızca biçimli siyah kaşlarından birini kaldırıp hocaya bakıyordu.

“Evet. Şu an burada başka kimse seni tatmin etmeyecek. Sende bunun farkındasın. Bu gün buraya gelme nedenin öfkeni sindirmek değil miydi? Öfkende bu adamdan kaynaklı değil mi? Seni en kolay bu paklar Asu.” Harfler karlı bir dağdan yuvarlanan çığ gibi kulaklarıma çarptığında teker teker, çok mantıklı gelmişlerdi aniden.

“Tamam.” Omuz silktiğimde iki çift maviyi üzerimde hissedebiliyordum.

“Emin misiniz hocam?” Akın sorgulayan ses tonuyla konuştuğunda gözleri hala bendeydi.

“O kadar eminim ki… Bu kızı sakın hafife alma. Hatta sana tavsiye git üzerine bir şey giy. Yumruklarını çıplak tenine yemek istemezsin. Ha bir de bütün gücünü kullanayım deme sakın. Karşındaki ne kadar dişli olsa da bir kız nihayetinde.” Çok memnun bir tavırla sırıtarak konuştuğunda hocamız onu bölüp ‘nazik olmasını istemiyorum’ demek istemiştim. Daha sonra bundan vazgeçtim. Nasıl davranması gerektiğini ringde öğrenmesi daha hoş olurdu.

“Tamam o halde. “

Beş dakika sonra hepimiz ringin önündeydik. Hoca salondaki herkesi ortada bulunan bu platformun etrafına toplamıştı. Bizi izlemelerini istiyordu. Şu an burada kaç kişi vardı, kimdiler, kimlerdendiler umursamıyordum. Tek ilgilendiğim nokta karşımdakini alt etmekti. Hoca başlamadan önce lapayla çok kıs bir çalışma yaptırdıktan sonra bana, ringde yerimi almıştım.

Akın kolsuz siyah bir tişörtü üzerine geçirmiş, gri eldivenlerini eline takmıştı. Karşı taraftan gelecek komutu bekliyordu. İkimiz de olduğumuz yerde küçük hareketler yaparak vücut ısımızı, kalp atışlarımızı düzede tutarken duyulan düdük sesiyle birbirimize doğru yaklaşmıştık.

“Üç dakika yalnızca. Üç dakikada gösterebildiğiniz bütün hünerlerinizi gösterin. Hiç dokunmayacağım, ayırmayacağı sizi. Birbirinizi parçalamamaya özen gösterin lütfen.” Hocamızın sözleri ardından ikimizin de dudakları kıvrımlara ev sahipliği yaparken ikinci düdük çalmış, maç başlamışı.

Olduğumuz yerde bir ayağımız önde ileri geri sallanırken gardımızı koruyorduk. Yumruklarımız çene hizamızda, başımızın kenarında duruyordu. Gözlerimiz normalde olması gerektiği gibi birbirindeydi. Fakat anormal tarafı düşüncelerimi gözlerindeki gökyüzüne uçurabiliyordum. Düşüncelerini bakışlarımdaki ormanda estiriyordu.

“Hanımefendiye öncelik tanıyorum. Buyurun.” Akın kendinden emin bir ses tonuyla sırıtarak yalnızca benim duyabileceğim şekilde konuşmuştu. Gülümsedim. Masumluktan, kibarlıktan çok uzakta yaşayan kıvrımlarla.

“Buna pişman olursan sonra ben karışmam.”

“Başla bakalım pişman oluyor muyum, olmuyor muyum görelim.”

Sözleri son bulduğu anda sol yumruğumu kontrollü bir şekilde çenesine doğru savurduğumda geri adımla ondan kurtulmuştu. Hemen ardından sağ yumruğumu kullandığımda asıl görev ondaydı. Sağ soldan her zaman daha güçlüydü. Akın iki hamlemden de kurtulurken durmamış sağ tekmemi kaval kemiğine doğru kaldırmıştım. Çok çevik bir hareketle onu engellediğinde ensemden tutup karın boşluğuma dizini geçirmişti. Nefesim aniden boşalırken dengemi koruyordum. İkinci bir darbeye izin vermeden dirseğimle çenesini hedeflemiş, bu sefer kaçmasına izin vermemiştim. Sızı onun kemikli suratına konuk olduğunda yalnızca yüzü buruşurken birbirimizden bir adım uzaklaşmıştık. Gardımızı koruyarak hamleyi bekliyorduk. Aynı zamanda nefesleniyorduk.

Akın’ın hareketlerinin pürüzsüzlüğü beni girdabına çekerken gerçekten iyi bir dövüşçü olduğunu anlamıştım. Eğer hocanın dediği gibi gücünü tam kullanmıyorsa sandığımdan da güçlüydü. Aldığım darbelere benim yerimde başka biri maruz kalsa şu an ayakta zor duruyor olabilirdi. Acı eşiğimin yüksek oluşu beni mutlu ediyordu. Karşımdaki kim olursa olsun bu artı puandı. Pes etmem kolay olmuyordu. Pes etmek nedir onu da öğrenmek istemiyordum.

Bu defa ilk o öne çıkarken sol yumruğu ardından sağ kroşesinden kurtulmayı başarsam da baldırıma yediğim tekmeden kaçamamıştım. Kemiğinin kemiğime çarpması bacağımı bıçak gibi keskin sızıyla sararken bunu belli etmemeye çalışarak ona doğru atılmıştım. Şu an fark ediyordum ki dezavantaja sahiptim. Boyu benden oldukça uzundu. Ensesinden kendime doğru çekip dizimi kullanabilmem için ondan öncesinde başka bir darbe alması gerekiyordu. O dikkat dağınıklığı esnasında isteğimi yerine getirebileceğimi düşünürken tekmelerimi kullanmaktan çekinmiyordum.

Her şey saniyelerin üzerine binip geçerken daha önce yaşamadığım kadar zevk alarak kapışıyordum. Oldukça iyi oluşu beni hırslandırıyordu.

“Arabamın göz yaşları yerde kalmayacak.” Yine nefeslenmek için ayrıldığımız bir anda dişlerimin arasından konuşmuştum.

“Bu hırsın yalnızca araban için değil bence. Hatta araban umurunda bile değil. Hoşuna gidiyor mücadele.” Birbirimize doğru bir adım attığımız sırada cevap vermişti bana.

“Kim bilir, belki de.” Kollarımız dolanmış dizlerimizi kullanmak için çabalarken fısıldamıştım.

Düğüm olmuşçasına direnirken duyduğumuz düdük sesi üç dakikanın sonuna geldiğimizin işaretiydi. Anında ondan ayrılıp uzaklaşırken aldığım nefesleri düzene koymaya çalışıyordum. Ringde yavaş adımlar atarak kalp atışlarımın aniden yavaşlamasını engelliyordum.

“Çok iyiydiniz! Vay be, kızın tekmelerini gördünüz mü? Oğlum bir an kendimi bir filmin içindeymiş gibi hissettim. Adamın hareketlerinin temizliği peki. Sanırım aşık oluyorum…” etrafımıza toplanmış üç dakika boyunca bize tezahürat eden topluğunun kelimeleri yeni yeni anlam kazanmaya başlarken zihnimde, onlara bakmıyordum. Gözüm kısaca hocamı aradığında ringin köşesinde Akın’a bir şeyler dediğini görmüştüm. Yanlarına gitmeden köşeye geçip eldivenlerimi çıkarmaya koyulmuştum. Onlardan kurtulup bandajlarımı çıkardığım sırada yanıma gelen kişinin kim olduğunu biliyordum.

“Karşındakinin hamlelerini tahmin etmede oldukça iyi olduğunu bir kez daha kanıtladın Asu. Bu günlük bu kadar yeter bence. Git de soğumanı yap.” Hocam güler yüzü ile gelip gittikten sonra bende ringden inmiştim. Dediği gibi soğumamı yapıp bitirmeye karar verdiğim sırada istemsizce gözlerimin Akın’ı aradığını fark etmiştim. Yalnızca usulünce tebrik etmek istiyordum.

Evet, kesinlikle öyle yapmak istiyordum. Başka bir nedeni yoktu.

Kendimi kandırıyordum belki ama asıl nedeninin ne olduğunu bilmiyordum. Bu nedenle tek gerçek buydu şu an benim için. Olması gereken de buydu.

Akın’ı göremediğimde daha fazla bakınmamış, soğumamı yapmak için en başta ısındığım köşeye geçmiştim. Kısa birkaç hareketin ardından eşyalarımı toparlayıp soyunma odasına gitmiştim. Kıyafetlerimin bulunduğu dolaptan çantamı aldıktan sonra bir kabine girdiğimde oyalanmadan üzerim, değişmiştim. Yabancı bir yerde, bu şekilde toplu alanlarda zorunda kalmadıkça duş almayı sevmediğimden ötürü hızlıca hazırlanıp kimseye takılmadan çıkmıştım salondan. Eve gitmek, suyla arınıp, yatağıma kavuşup, film izlemek düşüncesi beni sıkıştırıp dururken arabama binmiştim. Sabahki hasara çok bakmamayı tercih ederek koltuğuma kurulduğumda bu günkü sinir kotamı doldurduğumu düşünüyordum. Sakin huzurlu bir akşam geçirmek benim için en güzeli olacaktı.

Eve vardığımda düşündüğüm her şeyi gerçekleştirmiştim. Odama çıktığım gibi banyoya girmiş, duş almıştım. Suyun beraberinde götürdüğü bütün olumsuzlukların giderden akışını izlemiş, hafiflemiştim. Duştan çıktığım gibi saçlarımı büyük parça havlulardan birine sarmış, bedenimi bornoz altına gizlemiştim. Dolabımın önüne geldiğimde en salaş pijama takımlarımı, krem iç çamaşırlarımı çekip çıkarmıştım. Onları yatağın üzerine atarken kapımın kilitli olduğundan emin olmuştum. Birinin aniden içeri daldığını düşünmek bile istemiyordum. Kim olursa olsun… Çıkardığım parçaları üzerime geçirdiğimde saçlarımdaki havluyu sıyırıp bir kenara bıraktım. Taramak veya toparlamak hiç içimden gelmediği için öylece kalmasını tercih ettim. Tabletimi yatağımın yanındaki çekmeceden aldıktan sonra kendimi yastıklarımın arasına bıraktım. Burçin’in tavsiye ettiği bazı filimler vardı. Onlardan birini açmaya karar verdiğimde olduğum yerde iyice yayılıp bu zamanın tadını çıkarma yoluna adım attım.

Sahneler bütün heyecanı ile zamana kapılıp akarken kendi kendime sonunda olacakları tahmin etmeye çalışıyordum. Esas kızın yaptığı bir harekete onun yerine ben gururlanırken telefonumun mesaj bildirim sesi dikkatimi devrilen labutlar gibi dağıttı. İsteksiz bir şekilde yerimden katlığımda teflonumu nereye koyduğumu hatırlamaya çalışıyordum.

Gönderilen mesaja sonrada bakabilirdim aslında. Daha kimden geldiğini bile bilmiyordum. Benim için anlamsız bir mesajda olabilirdi. Veya sayılı girdiğim grup mesajlarından biri de. Fakat içimde mesaja bakmamı işaret eden bir ceylan vardı. Ormanımda geziniyordu. Onu takip etmemi istercesine bakıyordu. Beni götüreceği yeri biliyordum. Peşinden gidiyordum.

En sonunda telefonumu bulduğumda onu da yanıma alıp tekrar oturdum yatağa. Kucağıma bordo yastıklarımdan birini aldıktan sonra açtım ekranı. Bildirim kutucuğundaki yazıyı okumadan önce kimden geldiğine baktığımda numarayı görmek kaşlarımın havalanmasına neden oldu. Mesaj ise şuydu.

“Arabanın intikamını alabildin mi? Biraz daha soğudu mu için?”

Loading...
0%