Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm

@ceylanrona

4. Bölüm Bir Tuş Uzakta

Dokunsam kıpırdamayacak kadar gerilmiş bir ipe mandal takmışlardı. Bir kumaş parçasını veya herhangi bir şeyi tutmuyordu. Sadece o vardı. Upuzun ipin üzerinde sarı bir mandal. Benim düşüncelerimi asmak için bekliyordu. Biliyordum. Bu herkesin gözü önünde olan ipe zihnimdekileri tutturmayı istiyor muydum? Hayır.

Saniyelerin, dakika hızında hareket ettiği bir zaman zarfındaydım. Elimdeki telefonun ekranına anlam vermeye çalışarak bakıyordum. Kafamda dolanan onlarca soru işareti vardı. Hepsini toparlayıp bir çatı altına alamıyordum. Etrafta deli taylar gibi koşturuyorlardı.

Telefon numarasını veren oydu. Onun değil benim mesaj atmış olmam gerekiyordu. Kendim hakkında en ufak bir bilgiyi doğrudan ona vermediğim halde numaramı bulmuştu. Hocamdan almış olma ihtimali yüksekti fakat onunda vermeyeceğini düşünüyordum. Bana yazmasının bir sebebi olmalıydı. Öylesine bir sohbet için yazmış olamazdı.

Zihnimde kurulan konseyde kendi fikirlerimi hızlıca sıraladıktan sonra iki seçenek çıktı karşıma.

-Engelle ve mesajı görmezden gel. Kabaca.

-Cevap ver, ne olduğunu öğren. Kibarca.

Normalde yeri geldiği zaman kaba olmak beni kasmazdı. Şu an birinci seçenek buna rağmen benden çok uzaktaydı. Kabalığın yeri değildi. Bu gereksiz olurdu. İkinci seçeneğin tüneline yöneldiğimde karanlık duvarlarından bana dokunacak şeylerden bir haber ilerliyordum.

Telefonun ekran kilidini açtıktan sonra mesajların olduğu uygulamaya girmiştim. En üstteki profili olmayan kayıtsız kişinin üzerine tıkladığımda sayfasını açmıştım. Numarasını kaydetmekte tereddüt ederken içimden bir ses yapmamı fısıldamıyor adeta bağırıyordu. Yeni kişi yaratıp onun rehberime kaydettiğimde bundan garip bir şekilde tedirginlik duymadım. Geri, yolladığı mesaja baktığım sırada gözüme yeni beliren profili takılmıştı. Resmi açtığımda onu siyah, büyük motorun üzerinde yan açıdan çekilmiş bir fotoğrafta görüyordum. Bu vesileyle motorda kullanabildiğini öğrenmiş oldum. Bilmem kaçıncı kez mesaj atmak için klavyeyi açtığımda bu sefer dikkatimi dağıtmadan ekranın üzerinde parmaklarımı gezdirmeye başlamıştım.

“İdare eder diyelim. Fakat bu konuyu irdelemeyi düşünmüyorum daha fazla.” Kelimelerimi özenle seçerken konuşmayı kısa tutmak istiyordum. Konu neyse bir an önce konuşup halletmeliydim.

Mesajı gönderdiğim gibi ekranı kapatıp filmimi tekrar elime almıştım. Daha başlatmaya fırsat bulamadan bildirim sesi yeniden dağılmıştı odamda. Bu kadar hızlı cevap vermesi çok minik kıvrımlar kazandırırken dudaklarıma telefonumun ekranını açmıştım çoktan.

“Rövanş maçı isteyebileceğini söylemişti oysa hoca bana. Hırslıymışsın. Berabere kalmayı pek kabullenmezmişsin.”

Kaşlarım havalanırken bana ulaşma nedeninin bu olmadığını düşünüyordum. Bu kadar basit bir şey için zahmete girmemiştir umarım.

“Evet, hırslıyımdır. Ama bu sefer aklıma gelmemişti. Tekrarlamak… Bilemiyorum. Yenilgiyi hazmedebilir misin?” Aniden onunla yazışmak dünyama küçük bir oyun parkı kurarken beni eğlendirmeye başlamıştı.

“Kendine güveninin tam olduğunu görebiliyorum ama ne yazık ki bu tekrar maçından sonra değişecek.” Hiç bekletmeden anında bana cevap verirken yazdığı kelimeler beni dürtüp duruyordu.

“Maçı kabul ettiğimi söylemedim.” Onun gibi bekleme gereği duymadan veriyordum yanıtlarımı.

“Kabul edeceğini ikimiz de biliyoruz.”

“Evet, biliyoruz.” Lafı dolandırmaya gerek yoktu. Kabul edecektim. Onun gibi güçlü birini yenmeyi isterdim.

“O zaman anlaştık. İlk fırsatta rövanş maçı?”

“Olur.”

Birkaç dakika boyunca öylece ekrana bakarken zihnime oturan ceylanın sesini dinliyordum. Bana anlatmaya çalıştığı şeylere ulaşmak için çabalıyordum. Yalnızca bunu söylemeyeceğini düşünerek manasız bir şekilde teflonuma bakıyordum. Bekliyordum.

“Her ne kadar karşı çıksan da istemesen de ben tekrar soracağım. Arabanı yaptırabilirim. Kabul edersen eğer.”

En sonunda beklediğim cümlelerin kutucuğu o tanıdık sesle belirdiğinde derin bir iç çekmiştim. Sabır dilenir gibi değil de biliyordum der gibi…

“Defalarca söyledim. Tekrar söylüyorum. Teşekkür ederim ama istemiyorum. Gerek yok. Sağ ol.” Kibarlığın incecik bir örtü olup üzerime bırakıldığı zamandaydım. Gülümsüyordum. Akın’a karşı kötü huylu bir hissi yüz hatlarıma taşımadan hem de.

“Pekala, sen bilirsin. Daha fazla irdelemeyeceğim. Ama olurda fikrin değişirse eğer bana ulaşabilirsin. Zaten numaramı almıştın.” Son cümlesinde yatan imanın vızıltısı etrafımda gezinirken onu kovmak istiyordum. Hatırlatmasa olmazdı sanki…

“Değişmeyecektir. Yine de teşekkürler.” O hatırlatmayı görmezden gelmeyi tercih etmiştim. Kurcalayıp daha da fazla gün yüzüne çıkarmayacaktım.

“Demek ki Asu Arnisa Sezen Hanım da kibar olabiliyormuş. Bu kadar kibar karşılayacağını bilseydim yazmadan önce o kadar düşünmezdim.” Küçük itirafı tebessümü çizerken çehreme bunu daha sonra sorgulamam gerektiğini bir kenara not etmiştim.

“Damarıma basılmadığı sürece, neden olmasın?”

“Neden böylesin bilmiyorum ama insanlardan yardım almak, hatalarını düzeltmelerine izin vermek kötü bir şey değildir Asu. Kendini her zaman bu kadar dış dünyaya kapamıyorsundur umarım. Yalızca bir tavsiye…” Yelkovanın bir türlü diğer çentiğe atlayamadığı o kısa fakat geçmek bilmeyen zaman zarfında yazdığı cümleleri okumuştum. Birkaç kez. Dünyamda yıkılan bir binanın daha dumanının içerisinde…

“Anladım. İyi geceler.”

“Sana da.”

Daha o yaştaki bir çocuğun şahit olamaması gereken şeyleri görmüştüm, duymuştum. Hem de birden fazla kez...

Kendime bir söz vermiştim.

Büyüdüğünde başka çocuklarında senin gibi böyle şeylere tanıklık edememesi için çabalayacaksın.

Bu yaşıma kadar hep kendimi geliştirmek için çalışmıştım. Bunu bir zorunluluk olarak değil, isteyerek yapmıştım. Amacıma ulaştığımda olacaklar için… O şerefsizliği yapanların ellerini kollarını sallayarak gezememeleri için… Binlerce kez kovmama rağmen gitmeyen sesleri başka biri daha çıkarmak zorunda kalmamalıydı. Elimden geldiğince buna engel olmalıydım. Ben yalnızca görmüştüm. Bunu yaşayanları düşünmek bile istemiyordum fakat düşünüyordum. Onlar zihnimde bir köşeye çömelip yalnızca gözlerini kaldırarak bana her baktıklarında içimde derinleşen bir bataklık vardı. Düşüp de kurtulamayacak olanlar ise belliydi…

Gördüğüm, bir türlü silinmeyen sahnelerden sonra insanlara, özellikle erkeklere olan yaklaşımım oldukça değişmişti. Onlara güvenmiyordum. Küçükken bunu korku sansam da asıl adı buydu. Kendimi geliştiriyordum ki herhangi birisiyle karşılaştığımda yenilmeyeyim. Boyun eğmeyeyim. Onlardan uzak durayım ki, bağlanmayayım. Uçurumlar kazayım ki aramıza, uzak dursunlar…

Her yaşıma yaş eklediğimde biraz daha farkına vardım. Biraz daha hırslandım. Biraz daha üzüldüm. Kendime silinmeyen bir kalemle çizdiğim yolun dışına adım atmadım. Bu güne kadar…

Saf, mucizevi bir yağmur damlasının yeryüzüne düştüğü gibi hayatıma giren bu adamı aynı şekilde kabullenmiştim. Şu an oturmuş onunla sohbet etmiştim. Oysa daha bu sabah karşılaştığım biriydi o. Yıllarca tanıdığına güvenmeyen ben, saatler önce tanıştığı biri karşısında çok rahattım. Onun sözlerine gülümsüyordum. Yol kenarına yaklaşıyordum…

Yapmamalıydım. Bu benim doğrum değildi.

Her şeye rağmen… sanki evrene duyurmak istercesine ona güvenmemi söyleyen sesi bastıramıyordum. Zihnimde sallanan bir çan gibiydi. Yankılanıyordu. O bana bunu bağırdıkça Akın’a karşı olan uçurum kapanıyordu. Ve bu çok hızlı oluyordu…

Bir adı yoktu. Düşündüğüm, hissettiğim şeylerin bir kimliği yoktu ama dünyamda yıkıp, temelini attığı binalar çoktu. Ormanımda yakıp kül ettiği, ekip beslediği ağaç çoktu…

Son mesajından sonra açtığım film devam ederken gözlerim hareket dolu sahnelerde olsada ne olduğunu kavrayamıyordum. İzliyordum ama izlemiyordum. Düşüncelerim beni örsle çekiç arasına koymuş, demiri döven bir usta gibi hınçla eziyorlardı. Her seferinde biraz daha ağır geldiğinde, kucağımda ki tableti kapatıp yatağın bir ucuna attım. Derin bir nefesle kendimi de sırt üstü yatağa bırakırken altımda kalan ıslak saçlarımı umursamıyordum. Elimi rastgele attığımda ilk dokunduğum yastığı yüzüme kapatmıştım. Nefeslerim daralmaya başlamıştı. Bunu umursamıyor, yalnızca düşüncelerimin tuttuğu çekiçten kurtulmaya çalışıyordum.

“Asu, müsait isen gelebilir miyim ağabeycim?” Bir süre yatağım ile yastığım arasında tost olmuş bir vaziyette yattıktan sonra Bayhan ağabeyimin sesiyle doğrulmuştum. Kısaca üzerimdekilere baktıktan sonra anında yerimden fırlamıştım.

“Geliyorum. Bir dakika!” Dolabımdan elime geçen en uygun ilk birkaç şeyi çıkartıp üzerime gelişi güzel geçirdikten sonra bana bir iki beden büyük gelen tişörtümün altında kalan saçlarımı düzeltmiştim. Kapının kulpunu çevirdiğim sırada son kez tişörtün eteklerini çekiştirmiştim.

Ağabeyim her zamanki gibi elleri ceplerinde sırtını kapı çerçevesine yaslamış bekliyordu. Kapıyı açtığımı duyar duymaz bana döndüğünde yüzüne konan ufak tebessüm kelebekleriyle gözlerimin içine bakıyordu.

“Nasılsın Minik Asabi?” Bir an böyle bir soru beklemediğim için suratına bön bön baktığımda kelebekler kanatlarını iyice açmıştı. Gülümsüyordu.

“İyiyim ağabey. Sen nasılsın?” Kısa süren duraksamamdan sonra söze balıklama daldığımda onun kanatları rengarenk kelebeklerinden bir kaçı bana da dokunmuştu.

“Ben iyiyim de sen iyi olduğundan emin misin? Arabanın kaza yapmış gibi bir hali vardı sanki. Ben mi yanıldım yoksa sen mi kıvırıyorsun?” Tam bu kelimelerin havaya karışıp uçuştuğu anda arabayı öylece park ettiğimi hatırlayıp alnıma avuç içimle sertçe vurmak istemiştim.

“İyiyim iyiyim. Önemli bir şey değildi ağabey. Ben hallettim.” Şirince gülümsediğim sırada çok rahat bir şekilde konuşuyordum. Onu endişelendirmek istemiyordum. Endişeleneceği bir durum yoktu.

“Emin misin önemli olmadığına? Bak bir şey varsa ben sessiz sedasız halledebilirim. Hem sen nasıl hallettin onu? Polis falan çağırdınız mı? Kimde suç?” Zihnim sabahtan bu yana yaşanan şeyleri resimli bir kitap haline getirmiş, hızla sayfaları değiştiriyordu. Kısa yoldan bu sorgudan kurtulmayı dilediğim sırada olanları bir daha hatırlamak pek hoş değildi. Akın kadar olmasa da hatam olduğunun farkındaydım. Ama benim de sebeplerim vardı kendime göre…

“Evet, ağabey. Önemli değildi. Dikkatsizlik sonucu gerçekleşen ufak bir kaza. Karşı tarafla hallettik. Sorun yok. Polisle de uğraşmak istemedik. Hatalı olan karşı taraf ama dediğim gibi. hallettim. Teşekkür ederim yinede.”

“Rica ederim ağabeyciğim yine de bir şey olursa beni sakın unutma.”

“Unutur muyum hiç?” Ağabeyim yalnızca kolunu uzatarak saçlarımı karıştırdıktan sonra göz kırpmıştı. Bu hareketi nerde ve ne zaman olduğunu umursamadan ne kadar büyüsem de yapacağını söylüyordu. Benim de itirazım yoktu.

“Saçlarını kurut.” Arkasını dönüp merdivenlere doğru ilerlemeye başladığında bana bakmadan, ritmini bozmadan uyarısında bulup gözden kaybolmuştu. Uzun, yapılı bedeninin tahtadan boyanın silindiği gibi görüş alanımdan gidişini izledikten sonra odamın kapısını geri kapatmıştım. Saçlarımı kurulamaktan haz etmesem de bu sefer onun için yapacaktım…

Akşam çay içmeye indiğimde bir önceki gün söz verdiğim gibi babamla güzelce sohbet etmiş, gelişi güzel birçok konudan konuşmuştuk. Sona doğru oklar arabama döndüğünde yine konuyu geçiştirmiştim. Bayhan ağabeyim de bu konuda bana destek çıkmıştı. Tekrar odama dönmeden önce babam arabamın anahtarlarını istemişti. Yarın halledeceğini söylediğinde itiraz etmemiştim. Son olarak bu gün okula onun arabalarından biri ile gidebileceğimi dile getirmişti. Bu durum Ener ağabeyimi kıskançlıktan delirtirken ben oldukça mutluydum.

Babamın arabalarına hastaydım!

O da abralarını çok sever, özenle bakardı. Kolay kolay kimseye vermezdi. Ener ağabeyim bir defasında arabalarından birini gizlice alıp kaza yaptığından beri ondan uzak tutardı. Neyse ki cana değil de mala gelmişti… Ağabeyime bir şey olmuş olmasa da arabanın önü harap olmuştu. Ener ağabeyimin bu konudaki gelecek şansları da…

Gece gördüğüm rüyalar nedeniyle uykum sürekli bölünse de sabah vaktinde kalkmayı başarabilmiştim. Kabuslarımın beni boğan havasından kurtulmak adına hızlıca duş aldıktan sonra okula gitmek için hazırlanmaya başlamıştım. Bir pantolonu bacaklarımdan geçirdiğimde üzerime önü kısa arkası uzun siyah, ‘V’ yaka bir tişört giymiştim. Kısa tarafını pantolonun içine sıkıştırdıktan sonra belime siyah bir kemer takmıştım. Saçlarımı yalnızca tarayıp kalçalarımın üzerine doğru saldığımda pantolonuma yakın bir renkte olan fularımı başıma dolamıştım. Cildime çok az güneş kremi, dudaklarıma da vişne renginde parlatıcı sürmüştüm. Son kez aynada kendime kısaca baktıktan sonra çantamı da alıp aşağıya inmiştim. Ben hariç herkes kahvaltı masasında otururken evde işlere yardımcı olan Fadime Abla beni çekiştirip oturtmuştu.

“Dün zaten kahvaltı yapmadan kaçtın. Bu gün bir şeyler yemeden bırakmam seni. Hem en sevdiklerinden birini yaptım sana.” Her zaman güler yüzlü, cana yakın olan Fadime Abla yine göstermişti marifetlerini. Önüme tereyağında kızardığı kokusundan anlaşılan kaşarlı omletimi koyduğunda daha yemeden tadını almaya başlamıştım.

“Bunu yemeden gidersem omlete ayıp ederim. Ellerine sağlık. Teşekkür ederim.” Gülümseyerek sessizce konuştuğumda benim gibi dudaklarının kenarı kıvrımlı bir şekilde yanımdan ayrılmıştı.

Daha zamanım olduğu için tadına vara vara omletimi mideme indirirken çayını yudumlayan babamla göz göze gelmiştik. Hafifçe tebessümü, suratına bir yapboz parçası gibi yerleştirirken kahve bakışlarını hızlıca hepimizin üzerinde gezdirmişti.

“Asu hangi arabamla gideceksin bu gün? Aldın mı odamdan anahtarlarını?” Babamın sorusu arabalarını gözümün önüne sererken sinsice sırıtıp, “İstediğimi alabilir miyim?” diye sormuştum. Gözlerim Ener ağabeyime asılıydı. Hangisini seçeceğimi ikimiz de çok iyi biliyorduk.

“Ben bu gün BMW ile gideceğim. Onun dışındaki istediğinle gidebilirsin.” Babam durumu sezmiş bıyık altından sırıtıyordu.

“Tamam o zaman ben C63 AMG alıyorum. Mercedes olan. Parlak gri olan. Yeni olan.” Ağabeyimle göz temasını kesmeden kelimelere bastıra bastıra konuştuğumda yüzünde oluşan ifade gülme isteğimi havalandırıyordu.

O araba Ener ağabeyimin en sevdiği arabalardan biriydi. Uzun zamandır babamın o arabayı almasını bekliyordu. Bu güzellik evimize geldiği gün ağabeyim her ne kadar kullanmak istese de babam izin vermemişti. Hala gizlice araba kaçırmasının cezasını çekiyordu. Araç alındığından beri babam dışında kimsenin kullanmaması, şu an benim kullanacak olmamı daha bir özel kılıyordu. Yoksa tercihim Mercedes’ten yana olmazdı. Audi’yi daha bir seviyordum. Bu sabahın anlam ve önemi Ener ağabeyimle uğraşmaktı.

“Olur kızım. Dikkatli git, dikkatli gel.” Sevecen bir tavırla konuşan babama gülümsediğim sırada omletimi bitirmiş, çayımın son yudumunu alıyordum.

“Daha ne kadar gözüme sokabilirdiniz acaba? Asu seninle bir anlaşmaya varabileceğimizi düşünüyorum.” Ağabeyim karizmasının çizilmeyeceğini bilse masum kedi bakışı atarak babama yalvaracaktı neredeyse. Onun bu hali çok ufak içimi acıttığında bir tolerans geçmeye karar verdim.

“Ne tesadüf ben de aynı şeyi düşünüyorum. İstersen seni gideceğin yere bırakabilirim. Bak bu kıyağımı da unutma.” Çok rahat bir tavır sergiliyordum. Bu onun gözlerini misket gibi yuvarlamasına neden olsa da o arabaya binmeyi gerçekten istediği için sesini çıkarmıyordu. El mahkum teklifimi kabul etmişti.

Birlikte sofradan kalktığımızda ben önden ilerleyip babamın çalışma odasına geçmiştim. Arabaların anahtarları masasının çekmecesindeydi. Mercedes’in anahtarını alıp ağabeyimin yanına gittiğimde ayakkabılarını giymiş bir şekilde beni bekliyordu.

Ayakkabılarımı giyerken gözlerim ağabeyimin üzerinde baştan sona koşar adım gezindiğinde bu gün kendine ayrı özen gösterdiğini fark etmiştim. Uzun ince bacaklarını saran lacivert kotunun üzerine beyaz yakalı tişört giymiş, önünde bulunan üç düğmesini açık bırakmıştı. ‘V’ şeklinde aralık kalan yakasına mavi camlı güneş gözlüğünü asmış, bileğine lacivert kayışlı saatini takmıştı. Beyaz spor ayakkabıları ile de tam bir uyum içerisindeydi.

“Bu gün özel bir gün müydü? Yoksa sende bir haller mi var?” Yerimden kalktığım sırada yönelttiğim soru ağabeyimin egoist bir tebessüm sergilemesine neden olmuştu.

“Her zamanki halim.” derken işaret parmağı ile burnunun altını hafifçe okşayıp iç çekmişti. Bu hali beni güldürüyordu.

“Pardon ne zamandan beri?”

“Büyüdüğümden beri.”

“Oy sen büyüdün mü?”

“Asu bak eline düştüm diye bir şey demiyorum sanma elime düşersin sonra. Uğraşma benimle. Zaten moralimi bozdun.”

“ Oy kıyamam sana. Moralin mi bozuldu senin? Oy oy…”

“Asu…” Uyarıcı bir tonda çıktığında adım dudakları arasından, kaşları arasında dal misali ince bir çizgi oluşmaya başlamıştı.

“Ne var ya? Bu fırsat elime her zaman geçmiyor. Yalnızca bu aralar daha sık olmuyor da değil. Formunu mu kaybettin acaba Ener Sezen?” Kapıya doğru yöneldiğimde sözcüklerimi ima mızraklarına oturtmuştum.

“E ama sen kaşındın.” Kapıyı açtığım sırada bana doğru yönelen ağabeyimden kaçmaya başladığımda arkamdan hızla beni takip ediyordu. Bana göre daha az efor sarf ederken aramızdaki mesafeyi kapatmak üzereydi.

“Arabaya almam seni. Şu an bana iyi davranıyor olman lazım!” Mercedes’e koşarken cebimdeki anahtarı çıkartmış, kilidi açmıştım. Tam sürücü kapısının önüne geldiğimde bir anda diğer taraftaki araca doğru itilmiştim. Ne olduğunu anlamadan kapı açılıp kapandığında camdan sırıtarak bakan ağabeyimi görmüştüm. Elimdeki anahtarı usulca havaya kaldırıp sallarken sırıtma sırası bendeydi.

“Bunlar olmadan yolun açık olsun. Hadi in. Boşa zaman kaybediyorum şu an senin yüzünden.” Filmli cam aşağıya kaymaya başladığında hafifçe eğilmiştim.

“Bu arabayı kullanmayı ne kadar çok istediğimi biliyorsun. Kırma beni de ver şu anahtarı.” Dudaklarım sarmaşığın ince dalları gibi kıvrım kazandığında bu sefer yalnızca masumiyetle şefkati barındırıyorlardı.

“Babam..” Daha sözümü bitiremeden araya girip “Söylemem. Hatta hiç olmamış gibi davranırım. Benden sır çıkmaz biliyorsun. Lütfen.” dediğinde “Gerek yok ben açıklarım. Al hadi acıdım.” Diyerek camdan içeri atmıştım anahtarı. Onu sevinciyle çok kısa baş başa bırakırken ön yolcu koltuğuna yerleşmiştim.

Büyük bir mutlulukla kullanırken arabayı ağabeyim, sessizliğe bürünmüştüm. Yalnızca o varmış gibi hissetmesini istemiştim. Onunla uğraşmayı sevdiğim gibi ağabeylik gururunu okşamayı da seviyordum. Çok kalabalık olmayan yolda sakince ilerlerken araç, zihnime konuk olan düşünceleri gömmeye çalışıyordum.

Her ara sokağın, çıkmazın duvarlarında üzerlerine is gibi sinen gürültüler vardı. Kahkahalar, kıkırdamalar, fısıltılar… çığlıklar. Lekelerin en karası da çığlıklardı. Yardım bulamayan, son kez o duvarlara sinen çığlıklar.

Araba bir kafenin önüne park ettiğinde tam olarak nerede olduğumuzun farkında değildim. Zihnime batırılan şişler vardı. Askı olarak kullanılıyorlardı. Yaşanılan saniyeler içerisinden duygularıma dokunanları seçip oraya takıyordum. Bazı zamanlar sessizliği o askılıktan alıp üzerime giymek istediğimde yanlış şeyleri tutuyordum. Beni sessizliğin içinde gürültüye boğan şeyleri…

“Ben burada iniyorum. Sen de dikkat et kendine. Akşam evde görüşürüz.” Ener ağabeyimin sesi kulaklarımı sararken takıldığım noktadan kurtulup ona dönebilmiştim.

“Olurum. Sen de dikkat et. Görüşürüz.”

“Birde unutmadan, teşekkür ederim.” Kapıyı açmış, inmek için meyil ettiği sırada arkasını dönüp ona çok yakışan gülüşüyle konuştuğunda gerçekten mutlu olduğunun farkındaydım. Bu da beni mutlu ediyordu.

“Rica ederim.” O arabadan uzaklaşırken ben yolcu koltuğundan inip sürücü koltuğuna geçmiştim. Tam olarak okulun bir iki sokak arkasında olduğumu anladığımda saatle kısa bir bakışma yaşamıştım. Dersin başlamasına daha vardı. Bu da demek oluyordu ki gidip Burçin ile bir bardak kahve içebilirdim.

Sakin süren kısa yolculuğumun ardından okul bahçesine vardığımda binaya en yakın boş alana park etmiştim. Arabadan indiğim sırada Burçin’i aradığımda yeni geldiğini, girişte beni beklediğini söylemişti. Her zaman olduğu gibi bekliyordu. Hep beklemişti. Hep beklerdi.

Üniversiteye girdiğimde kısa bir kucaklaşma yaşamıştık. Yüzüne taht kurmuş tebessümle heyecanlı heyecanlı dün yaptıklarını anlatmaya başladığında bana, kolundan tutup kapı ağzından çekmiştim ikimizi. Onu bölmeden dikkatle dinlerken tebessümü, saltanatını benim dudaklarıma da taşımıştı. Birkaç dakika boyunca konuştuktan sonra yorulmuş olacak ki durdu. Kısa bir an büyük kehribar gözleri arkamda takılı kaldıktan sonra tekrar konuşmaya başladı.

“Şu adam neden deminden beri bize bakıyor anlamadım.”

Zihnim saniyeye tutunup onu yavaşlatırken derin bir soluğu konuk etmiştim göğsüme.

“Hangi adam?”

“Uzun boylu, gözleri mavi olan duruşu ciddi olan ve bu okulda okumadığı belli olan şu adam.”


Gelecek Bölümlerden Küçük Bir Alıntı

Neden bu sokak, bu cadde diye düşünmeme gerek yoktu. Biliyordum. O, buradaydı. Bu dört duvar binaların birinin içinde bir başka kadınla sohbet ediyor yemek yiyordu. İş toplantısıydı. Fakat bunu düşünmek bile hoşuma gitmiyordu. Onu kıskanıyor olduğum gerçeği canımı acıtıyordu. Burada olmamalıyım diyordum ormanımdaki ceylanlara. Bu doğru değil. Onu kıskanmamalıyım. Onu bu kadar kabullenmemeliyim. Ceylanlar ise fısıldıyorlardı.

” Neden? Neden bunu kendine yapıyorsun Asu? Ona karşı olan hislerine engel olmanın sebebi ne? Gerçekler can acıtabilir ama gerçektir.”

Bir cevabım yoktu genelde olduğu gibi. Yine sessizliği fırtınaya çevirip ormanımda dolaştırıyordum.

Adımlarım birbirini yavaşça takip ederken gözlerimin bir restoranın camına çarpmasıyla uçurumun kenarına varmış gibi duraksadılar.

Oradaydı.

Karşısında yüzünü göremediğim siyah saçları beline kadar dolgun dalgalar halinde uzanan; bordo renkte ,bedenini saran ,minik elbisesi içinde güzel bir fiziğe sahip kadınla tokalaşıyordu.

Dudaklarına kondurduğu tebessümde çiçekler açmıyordu.

Gülüşlerinde bana buketler sunuyor bunu başkasına yapmıyordu. Yinede başka bir kadına bu kadar güzel gülüyor olması... İçimdeki ormanın topraklarında yarıklar açıyordu. Dünyamda bir bina daha yerinden oynuyordu. Kızabilir, oraya gidebilirdim.Bu benden beklenebilecek bir hareketti ama hayır. Kızmamıştım. Bu daha çok kırgınlık gibiydi. Neden bilmiyordum ama onu paylaşmak yüreğimi eziyordu.

Onlar masalarına oturana kadar restoranın büyük camından öylece izledim. Daha sonra ayaklarım nereye gideceklerini bana sormadan ilerlemeye başladılar. Ellerim hala üzerimdeki ince yağmurluğun ceplerindeydi. Saçlarımın uçları ıslanmıştı. Kumaş pantolonum gibi. Usulca gerimde bıraktığım kırıklarla ilerliyordum önümdeki daha da dar olan sokağa.

Loading...
0%