Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bölüm

@ceylanrona

5. Bölüm Başlangıçla Tanışma


İnsan kendine kızardı. Pişmanlıkları için, kalp kırıkları için, yanlışları için… Şu an kendime kızmak istiyordum. Bir dağın tepesine çıkıp avazım çıktığı kadar bağırmak, oradan oraya atmak istiyordum çanta gibi bedenimi. Çizdiğin yolda kenara çok yanaşıyorsun demek istiyordum. Çok şey istiyordum fakat hiçbirini yapamıyordum.

“Bize doğru geliyor. İstiyorsan biraz uzaklaş ya da hiç arkanı dönme. Ben hallederim.”

Burçin omzumdan tutup beni kendine doğru çekerken o ‘adam’ dediğinde aklıma ilk gelen kişinin Akın olması bana yabancıydı. Eğer gerçekten oysa burada ne işi vardı merak bile etmiyordum. Yalnızca gitmesini istiyordum. Dünyamda bir binayı daha kendi ellerimle yıkmayı göze alamıyordum.

Samimiyeti kucaklamaya çalışan gülümsemesiyle, yaklaşan kişiyi bekleyen Burçin’e bir şeyler demem gerekiyormuş gibi hissediyordum. Bu sezi beni baştan aşağıya ucu bıçaklı bir tırmıkla çizerken sarf edeceğim kelimeleri seçmeye çalışıyordum.

“Asu.” Geç kalmıştım. Kulaklarımın çabucak aşina olduğu sesi işittiğimde benim yerime şaşkınlığı kaşlarına destek olarak kullanmıştı Burçin. Arkamı dönmeden önce arkadaşım ile son bir kez bakışırken ona minik bir tebessüm armağan etmiştim.

“Merhaba.” İsteksizliğin nakış gibi işlediği kısık sesimle konuştuğumda onun şeffaf gözlerine bakmıyordum.

“Seni burada görmeyi beklemiyordum.” Usulca kurduğu cümle heyecanı veya nefreti barındırmıyor, daha başka şeyler fısıldıyordu sanki. Elleri ceplerindeydi. Üzerinde lacivert bir takım vardı. İçine giydiği açık mavi gömlek gözlerinin rengini sanki çok koyuymuş gibi biraz daha açıyordu.

“Tahmin edersin ki ben de.” Başımı kaldırıp ona bakmak çok zor geliyordu şu an bana. Sanki enseme çelikten direkler sarmışlardı. Eklemlerimi hareket ettiremiyordum.

“Arabanı görmedim bahçede.” Akın ne diyeceğini bilemiyormuş gibi aramızda süren sessizliği sözcüklerle bozmuştu. Burçin hala sessizce arkamdan bizi izliyordu. Ağzının açık olduğundan adımın Asu olduğu kadar emindim.

“Evet, başka bir arabayla geldim. Kendi arabam sayende benden ayrılmak zorunda kaldı.” Başımı kaldırıp çehresinde bir yolculuğa çıkardığımda bakışlarımı, o masumane tebessüme rast gelmişlerdi.

“Tekrar özür dilemem gerekiyor mu?” Sessindeki o mahcup hava yüzümüze eserken aynı onun gibi kıvrılmıştı dudaklarım.

“Hayır, gerekmiyor.”

“Güzel. Artık bu konuda uzlaştığımıza sevindim.” Ellerini ceplerinden çıkardığı sırada telefonun çalmasıyla bu defa ceketinin iç cebine gitmişti kemikli parmakları. Telefonu çıkarttıktan sonra çok kısa ekranına uğrayan gökyüzü mavileri hemen ardından bizde gezinmeye devam etmişti.

“Biz gidelim. Ders başlayacak.” Onun daha fazla lafı uzatmasına izin vermeden kolumu arkama atıp Burçin’i kendime doğru çekerken konuşmuştum.

“Pekala. İyi dersler size.” O daha cevabını vermeden ben ilerlemeye başladığımda Burçin arkamdan sarsak adımlarla geliyordu. Akın’ın en son sözlerine teşekkür ettiğinde ise sesi pürüzlüydü. Kafeteryaya doğru ilerlediğim sırada başımı arkama çevirmiştim. Şaşkınlıktan kocaman olan kehribarlarla karşılaşmıştım. Zaten iri olan gözleri iyice açılmıştı.

“Ben rüyada mıyım? Yoksa halüsinasyon mu görüyorum? Hiçbir şey anlamadım. İdrak edemiyorum şu an.” Az önce olanları anlamlandırmaya çalışırken arkamdan kendi kendine konuşan Burçin’e gülmeden edememiştim. Benim karşı cinsle konuşmam işte bu kadar garipti…

Kafeteryaya vardığımızda bir sütunun ardında kalan boş masaya oturtmuştum onu. Tam karşısına geçmeden önce beni beklemesini söyleyip hızlıca iki bardak kahve alıp gelmiştim. Biri sade. Diğeri sütlü. Onunkini masaya bıraktıktan sonra bende yerime geçtiğimde bir süre sadece gözlerimi eşelemişti kehribarları.

Onun ezbere bildiği bir kitap gibiydim. O, sayfalarımdan sınava girse şaşmayacağından emindi. Fakat şu an ezberi karışmıştı. Bağdaştıramadığı satırlar vardı.

“Bana neler olduğunu en başından anlatmanı istiyorum. Hem de hemen.” Öne doğru eğilip sanki devlet sırrı verirmişçesine fısıltıyla konuşmuştu. Çehresine sürünmüş şirinlik ona özeldi.

“Tamam, anlatacağım ama en baştan anlaşalım. Araya girmeden, yorum yapmadan, soru sormadan kesintisiz dinleyeceksin. Sora çok olmamak şartıyla istediğini sorarsın.” Aynı onun gibi öne doğru eğilip fısıltıyla konuştuğumda ikimiz de masaya abanarak birbirimize bakar haldeydik. Bu anlaşmayı yapmasam olacakları bildiğimden şimdiden önlemimi alıyordum. Ayrıca kim olursa olsun çok soru sorulması beni rahatsız ediyordu.

“Anlaştık. Sen başla anlatmaya hadi.” Oyun parkına gitmek için heves eden çocuklar gibi heyecanlı, hangi parka götürüleceğini düşünen çocuklar gibi meraklıydı.

Her şeyi detaya inmeden hızlıca anlatırken Burçin’in yüz ifadesi şekilden şekle giriyordu. O kısacık sürede kaç mimik değiştirdi sayamadım. Anlattıklarıma inanamayarak bakarken zaten büyük olan gözleri iyice açılmış, kocaman olmuştu.

“…Dün akşam da nereden bulduysa telefonu artık mesaj atmış. Çok kısa bir sohbet geçti aramızda. Bu kadar. Buraya gelmesini, ya da kısa sürede bir daha karşılaşmayı ben de beklemiyordum.” Sözlerim arkadaşımın kulağına son kez çarptığında ikimiz de yalnızca birbirimize bakıyorduk. Şu evrede bana soru sormasını, detay öğrenmeye çalışmasını bekliyordum fakat o yalnızca sindirmeye çalışırcasına beni izliyordu.

“Bu günün geleceğini tahmin ediyordum. Yani ne kadar imkansız gibi gözüküyor olduysa da ben gelmesini istiyordum. Rabbim sesimi çabuk duymuş anlaşılan. Bu kadar çabuk olmasını beklemiyordum.” Burçin kendi kendine konuşurmuşçasına mırıltıyla sarf ettiğinde cümleleri şimdi de ben anlam veremeden bakıyordum. Ben karşı cinsle iletişim kurayım diye dua mı ediyormuş yani? Deli kız…

“Yani şimdi sen onunla baya baya mesajlaştın, sohbet ettin, atıştın falan. Neydi adı…Akın. Heh aynen. Sen ve…”

“Tamam, dur. Daral geldi. Konuştum işte ne var?”

“Sen tahmin ediyor muydun bunu? Bu kadar çabuk?”

“Hayır, ama olan oldu. Yapacak bir şey yok. Bir anlamı da yok.”

“Hıhım. Aynen.” Burçin yalandan inanır gibi dalga geçerken gülümsememek için de kendini tutuyordu.

“Geyik, şansını zorlama lütfen.” Tek kaşım diğerinden bağımsız bir şekilde havalanırken ne kadar uyarıcı bir tonda konuşsam da gülme isteğime engel olamıyordum. Küçük bir nefesle birlikte gülümsediğimde Burçin de engel olduğu kıvrımların yolunu açmıştı. İkimiz de gülüştüğümüz sırada onun telefonunun çalmaya başlaması ile bir anda ciddiliğe dolanmıştı bedenlerimiz.

O telefonunu açarken ben de önümde duran bardakla ilgilenmeye başlamıştım. Son kalan birkaç yudumu da diklediğimde kağıtla uğraşıp onun şeklini değiştiriyordum. Burçin’in konuşması bir türlü son bulmazken ben de kendimle olan sohbetimi sürdürüyordum. Benim açımdan bu kadar inanılamazdı şu bir gün içerisinde olanlar. Bundan sonrada böyle olabilir miydi? Sınırlarımı, kurallarımı görünmez bir çekiçle ezer miydim? Sanmıyorum. Bunun için bir neden yoktu. Öyle olacağını da hissetmiyordum. Ben hala bendim. Değişen bir durum yoktu…

Olacaktı.

İnsan zaman geçtikte yeni şeyler deneyen, öğrenen, gören, fark eden bir varlıktı. Her yenilik bir değişiklikti. Her durum başka bir histi. Zaman bir heykeltıraş gibi insana şekil verirdi. Kim olursa olsun tam anlamıyla aynı kalmazdı. Vakit gelir, onun bir ucundan tutar, başka bir uçla bağdaştırırdı. Bir kuş gibi tüy döker, daha güzellerine sahip olmamızı sağlardı. Belki de hastalıklılarına…

“Bu kadın tatlı ama hiç susmuyor be. O arayınca kapatana kadar canım çıkıyor valla.” Burçin’in ince sesi iç sesimin nefesini keserken yeşil bakışlarım ona doğru yükseldi.

“Evet, ne zaman arasa kırk kere görüşürüz lafı geçiyor fakat hiçbirinde de kapanmıyor telefon.” Öz teyzesi gibi zamanında onunla ilgilenen bu kadını tanıyordum. Tatlı, cana yakın birisiydi. Tabii konuşmaya olan sevdası dışında…

“Hiç sorma. Ama her şeye rağmen seviyorum onu. Her zaman beni düşünür. Hakkını ödeyemem şimdi.”

“Tabii ..” Kısacık cümlemin sonuna kadar vuramadan sesim kazmayı, gözüm gayriihtiyari kafeteryanın saatine dokunmuştu. Dersin başlamak üzere olduğunu görmemle yerimden aniden kalkmıştım. “Ders başlayacak kalk kalk. Hocanın dilini çekemem şu an. Geç kalmayalım.” Burçin elindeki telefonun saatine baktığında ayaklanmış, çantasını koluna takmıştı. “Koş. Bir de erken geleceği tutar şimdi. Vallaha biteriz.”

Hızlı adımlarla kafeteryadan ayrıldığımızda sınıfımızın bu katta olması bizim için büyük bir avantajdı. Tek kelime etmeden koşar adım varmıştık dersliğe. İçeri girmeden birinin arkamızdan Burçin’e seslenmesiyle ikimizde duraksamıştık. Arkamı döndüğümde bizden en fazla bir yaş büyük olabilecek uzun boylu bir gençle karşılaşmıştım. Yüzü bir yerlerden tanıdık gelirken o ikimize birden gülümseyerek yanımıza yaklaştı. Konuşmaya başlamadan önce Burçin’e olan bakışlarından kim olduğunu hatırladığımda kaşlarım mıknatıs gibi çekildiler birbirlerine.

Dostuma ilgi duyan hatta ilginin ötesinde duygular besleyen bu çocuktan haz etmiyordum. Hem de hiç.

“ Nasılsın? Dün göremedim seni. Nerelerdeydin?” Sanki onu çok ilgilendirirmiş gibi sorduğu soru gözlerimi devirmeme neden olurken Burçin cevap verdi. “ İyiyim Talha. Bir işim vardı. Onu hallettim. Ne oldu? Bir sorun mu var?” Ona hiçbir zaman yüz vermediği için arkadaşımla gurur duyuyordum. İşte benim dostum.

Çocuğun tebessümü sönmese de gözlerindeki parıltı titremişti.“Anladım. Bir sorun yoktu. Yalnızca göremeyince merak ettim…” O daha sözlerini bitiremeden koridorun başından bize doğru gelen hocayı görmemle bunu fırsat bilmiş, Burçin’i kolundan tuttuğum gibi sınıfa çekmiştim. “Hoca geliyor.” Arkama bakmadan yüksek sesle konuştuğumda sinsice sırıtıyordum. “Sırıttığını biliyorum…” Burçin kıkırtıyla fısıltı arasında kalmış bir tonda arkamdan konuşurken bizi orta kısımlarda bir sıraya oturtmuştum.

Geçmek bilmeyen dersin sonuna geldiğimizde kafamı sıraya sürtmek istiyordum. Sürte sürte zihnimdeki sesleri ufalamak…

“Yeter, daha fazla dayanamayacağım. Kalk dışarı çıkalım ya. Bunaldım.” Burçin yakınarak ellerini sıraya vurduğunda kalkmıştı ayağa. Oturduğum yerden ona bakarken elini bana uzatmıştı. Kısaca minik ama ince parmaklarına baktığımda oflayarak dudak büzmüştüm. “İnanır mısın? Hiç kalkasım yok.” dediğimde elini sallayarak bir kez daha kalkmamı belirtmişti. “İnansam da inanmıyorum şu an. Kalk hadi. Biraz daha burada oturursam sırayla bütünleşeceğim.” Ben ona gülümserken yerimden kalktığımda o ikimizinde çantasını alıp arkasından çekiştirmeye başlamıştı beni.

Burçin her zaman mutlu olmam için bir şeyler yapardı. Uğraşırdı. Onu kırmak yapmak isteyeceğim en son şeylerden biri bile olamazdı.

Kendimizi dışarı attığımızda derin bir nefesi kafeslemiştik ciğerlerimize. Temiz havaya ne kadar çok ihtiyaç duyduğumu fark ettiğimde dönüp dostumun alnından öpesim gelmişti. Önce ne yapacağımıza karar verdikten sonra birlikte okulun bahçesindeki bir banka kurulduğumuzda daha tek kelime edemeden yanımıza gelen Sinem’le bakışlarımız ona doğru hareketlenmişti.

“Huysuz ve Şirine. Sizi gördüğüme ne kadar sevindim bilemezsiniz.” Sinem, Burçin kadar yakın olmasa da arkadaşlarımdan biriydi. Onunla sohbet etmeyi severdim. Okuldaki birçok kız gibi kendini bir şey sanan birisi değildi. Veya ikiyüzlü. Doğal, aklı başındaydı. Nerede ne yapması gerektiğini bilirdi.

“Biz de seni gördüğümüze sevindik de sende ki bu heyecan niye?” Burçin ayakta kalan kıza kenara kayarak yer açtığında yanımıza oturmuştu hemen. O söyleyene kadar Sinem’in çehresine nakışlanan heyecanın farkında değildim. Koyu kahve gözlerine parıltı katan ince ama renkli dudaklarındaki gülümseme içtendi.

“Duydunuz mu bilmiyorum, okula yeni bir sponsor bulunmuş.”

“Eee?” Burçin’le aynı anda konuştuğumuzda duraksayıp bakışmıştık. Tebessümlerimiz ayna gibi yansıtmıştı birbirlerini. Yalnız olduğumuz bir an olsa cips kola kilit demek için yarışırdık eminim ki.

“ Eeesi şu. Bu yeni sponsor haftaya okulda bir etkinlik düzenliyormuş. İsteyenlerin kendi yeteneklerini sahneye çıkıp sergileyebileceği, öğrencilerin kaynaşabileceği farklı farklı stantların kurulacağı bir organizasyon. Bütün okul davetli olduğu gibi o günkü bütün derslerde iptalmiş.” Sinem neredeyse tek nefeste zihninde kurduğu bütün cümlelerden kurtulduğunda Burçin’in de mimiklerine merak kendini zincirlemişti.

“Boş gün desenize…” Ben ağız içinden oldukça sessiz bir şekilde mırıldanarak konuştuğumda onlar beni duymamışlardı. Duymasınlar da. Ne kadar mutlu olduklarının farkındaydım. O etkinliğe katılmak için heves ettikleri belliydi. Onlar gibi değildim. Böyle şeyler ilgimi çekmezdi fakat eğer birlikte olmak isterlerse onları kırmaz, yanlarında dolanabilirdim. İşin kötü tarafıysa isteyeceklerinden yüzde yüz emin olmamdı…

“Stantlarda neler olacağını biliyor musun? Ay bir saniye. Sinem sen kesinlikle sahneye çıkmalısın!” Burçin aniden Sinem’e döndüğünde kız irkilmişti. Hala onun ani hareketlerine alışamamıştı.

“Yok ya. Düşünmüyorum.”

“Düşün düşün. Süper olur. O kadar güzel şarkı söyleyip, gitar çalsam beni sahneden indiremezlerdi. Hatta sana şu an seçenek şansı sunmuyorum. O sahneye çıkacaksın bitti.” Onlar aralarında yapacaksın, yapmam inatlaşmasına girerken sessizce dinliyordum. Bir yorumda bulunmuyor onlara bakmıyordum. İçimde gezinen serinliği izlediğim kaldırım taşlarının arasına saklıyordum. Soru işareti olup kolye gibi boynuma asılan düşünceleri görmemeye çalışıyordum. İki arkadaşım en sonunda bir sonuca varıp onun hakkında konuşmaya başladığında soru işaretlerinden biri dudaklarıma asıldı.

“…Hangi şarkıyı söyleyeyim o zaman? Onu da söyle. Madem bu kadar ısrarcısın, vardır bir fikrin.” Sinem stresin, hevesin ardına saklanmış sesiyle konuştuğunda Burçin anında verdi cevabı. “Tabii ki ne sandın? Bence…” Fakat o daha bitiremeden sözlerini, ben girdim araya.

“Sponsor kimmiş? Biliyor musun?” Cevabı hakkında hiçbir fikir yürütemediğim sorum onların dikkatlerini tamamıyla benim üzerime yıkarken ben de kaldırmıştım başımı.

“Evet, hatta gördüm adamı. Genç ve yakışıklı biriydi. Ferman olmasa düşebilirdim yani.” Sinem yanıtlarken beni koyu kahve gözleri ileride bir yere odaklanmıştı. Sözlüsü Ferman olduğunu düşünerek baktığı yöne dönmediğim sırada Burçin de merak etmiş olacak ki o da o yöne sabitlemişti kehribarlarını.

“Tam şu an gördüğüm gibi hem de. Karşı tarafta bize doğru dönmüş olan. Hayalperest bir kız olsam bize bakıyor bile diyebilirdim.” Kelimeler ormanıma yalnızca bir kişinin gölgesini düşürürken bakmamak için boynumu kenetlemek istiyordum.

Eğer oysa, bu demek oluyordu ki sandığımdan çok daha fazla karşılaşacaktık.

“Diyebilirsin çünkü bize bakıyor. Hatta bize doğru geliyor. O olduğuna inanamıyorum…” Burçin şaşkınlığın boya gibi bulaştığı sesiyle konuştuğunda tahminimin doğru olduğunu anlamama yetmişti birleştirdiği harfler. Avuç içimi alnıma vurmak isterken ikinci cümlesi bir anda kulaklarımdaki mağarada yankılanmaya başladığında olduğum yerden aniden kalkmıştım.

“Hocayla görüşmem gerekiyordu. Unutmuşum. Ben hemen gidip geleyim…” Aceleci bir tavırla konuşurken onlara dudaklarını kıpırdatma şansı bile tanımadan adımlarımı taşlara çarpmaya başlamıştım bile. Daha üçüncü büyük adımı atamadan sesini duymamla sanki yerden uzanan otlar ayaklarımı zemine sabitlemiş gibi olduğum yerde kalmıştım.

“Asu! Bekle bir dakika.”

Gözlerimi usulca kapayıp derin bir nefes aldığımda tekrar aralamıştım. Üzerime çuval gibi düşen çift çift gözler arkamı dönmeme engel olmazken bu kadar dikkat çekmek tenimi çizen dikenler gibi rahatsız ediciydi. Yavaşça döndüğümde onu ayakucumda görmeyi beklemediğim için geriye doğru sendelerken bacaklarının uzunluğuna küfretmek istemiştim. Bir yere takılıp düşmeden toparlanabilmeyi başardığımda kollarımı göğsümün altında birleştirmiştim. Yeşillerim onun üzerine konmasın diye arkasından bize bakan arkadaşlarıma odaklandığımda Sinem’in şaşkınlıktan açılan ağzıyla karşılaşmak elbette ki şaşırtmamıştı beni.

“Seni dinliyorum.”

“Benden mi kaçıyordun? Bana mı öyle geliyor?”

“Senden niye kaçayım? İşim vardı gidiyordum. Seni görmedim bile.”

“Ama orada olduğumu biliyordun. Beklide yanınıza geldiğimi de.”

“Bunları söylemek için mi bana seslendin ve bu kadar insanın dikkatini üzerimize çektin?”

“Çok rahatsızsan başka bir yere geçelim.” Etrafa baktıktan sonra sunduğunda teklifi aynı şekilde bende etrafıma bakmıştım. Hala bizi izlemekte olan yabancı gözlerle karşılaşmak gözlerime batarken aniden yanıtlamıştım. “Olur.”

Akın biraz ileride yanında boş bir bank bulunan geniş gövdeli ağaca doğru ilerlemeye başladığında arkasından onu takip ediyordum. Banka oturacağını düşündüğüm sırada ağacın arkasına geçip sırtını kovuğunun köşesine yaslaşmıştı. Az da olsa seyirci bakışlardan arınmış olduğumuzda kendimi hafiflemiş hissetmiştim.

“Artık ne söyleyeceğini açıklayacak mısın?” Akın karşımda az öncekinden çok farklı bir havayla ağaca yaslanırken çok dolgun olmayan etli dudaklarına kıvrım hediye etmişti. Ona nazaran daha soğuk bakan gözlerim kelimelerin çıkış noktasında beklerken zihnime düşen yabancı ses bütün ilgimi dağıtmıştı.

Şimdi benliğimle o cümlenin devamındaydım.

“Kızı zorla tutuyor yanında…”

Esen rüzgar, yakan güneş, , dökülen yapraklar, yankılanan kuş cıvıltıları, kahkahalar, fısıltılar … her şey bir anda bu cümlenin ardına sığınırken tek ben vardım açıkta kalan. Yıllardır basılması için beklenen o büyük düğmeye dokunmuşlardı. Hayatım boyunca çabaladığım her şey işte şimdi işime yarayabilirdi. Belki de bu cümle, hatta sonrasında can bulacak cümleler… Bir dönüm noktasıydı.

Yeni başlayacaktı.

Bekli de başlamıştı…

Loading...
0%