@ceylanrona
|
6. Bölüm Yırtılan Sayfalar Bir dolabın içine kitlenmiş ses, kapağı zorluyordu. Ya kıracaktı ya da içinde sukuta erip açılmasını bekleyecekti. Dışarı çıkarsa bir devrime, kalırsa kesilen nefeslere neden olabilirdi. Yabancı biri içinde hapsolduğu dolaba yaklaştı. Elinde gümüşten bir anahtar vardı. Ses hala kapıyı zorluyordu. Gelen kişinin farkındaydı. Elinde tuttuğu parlaklığı küçük delikten görebiliyordu. Yine de inatla kendini tahtaya çarpıyor, engelini kırmaya çalışıyordu. Yabancı anahtarı deliğe soktuğunda bile durmadı. O açılınca etrafta yankılanan “tık” sesi duyulmadığında duraksadı. Son kez vurduğunda kapıya, ahşabı ortadan ikiye ayırdı. Şimdi özgürdü. Kulaklarıma küpe gibi asılıyordu. “Kızı zorla yanında tuttuğu yetmiyormuş gibi tehditte ediyormuş. Tabii arayıp soranı olmayan birini alı koymak kolay gelmiştir. Kızın tek ailesi başka bir koruyucu ailede yaşayan küçük kardeşi. Annesi ile babası iki sene önce bir trafik kazasında ölmüşler. Sanırım onlara çarpan kişilerde bu adamın adamları. Polise de haber veremiyor kız. Kardeşiyle tehdit ediyorlarmış. En yakın dostu bizim sınıfta, onu arayabilmiş yalnızca zor bela. Sınıfta konuşulurken duydum bende.” Tanımadığım ses acırcasına duyulurken dinliyordum. İşaret parmağımı kaldırıp Akın’a sessiz olmasını ikaz ettiğimden beri şeffaf gözleri üzerimde dolanıyordu. Onun da konuşulanları duyduğundan emindim. Çenesinin kasılıp köşelenmesi bir yana, sanki içinde alevlenen öfkeyi söndürmek istercesine aldığı nefesten anlayabilmiştim. Şu an tek yapmam gerekenin konuşan kıza doğru yürümek olduğunu zihnime çivi yazısı gibi yazan dürtüyle o tarafa doğru döndüm. Akın’a bakmadan “Bir dakika bekle.” dedikten sonra ağacın arkasından çıkıp az önce boş olan banka doğru ilerledim. Artık üç kızın sahiplenip yerleştiği ahşap oturağın önüne geçtiğimde gözlerin yeşillerime dokunmasına izin verdim. “Kulak misafiri oldum ama kızı zorla tutan kişinin kim olduğunu, nerede olduklarını da biliyor musunuz?” Sinirin, hırsın, korumacılığın bir beden olduğu sesime kibarlığın elbisesini giydirmeye çalışarak sormuştum sorumu. Aniden önlerine çıkıp pat diye soru sormam onların saf saf yüzüme bakmasına neden olurken sakince çehreme zorla bağladığım tebessümü sergiliyordum. Benim üzerimde adım adım dolanan gözler kısa süren sessizliğin ardından birbirlerine dokunduğunda sabırla verecekleri yanıtı bekliyordum. “Pardon ama hangi sıfatla bu soruyu soruyorsun? Hani biliyorsam bile sana söyleyeceğimi nereden çıkardın?” Saçlarını boyattığı diplerinden belli olan çakma sarışın konuştuğunda yaydığı egonun kokusu burnuma süründü. Tavrı zaten bedenime yerleşmiş olan öfkeyi dansa kaldırıp hareketlendirirken bunu dışa yansıtmamaya çabalıyordum. “Eğer bahsettiğiniz kıza yardımcı olmak istiyorsan söylersin. Benim kim olduğum değil ne yapabileceğim önemli. Şimdi, seni dinliyorum.” Sakinliğimi yumurtasından yeni çıkmış kuş misali korurken duruşumu hiç bozmuyordum. “Sen ne yapabileceğini sanıyorsun ki?” Kız küçümsercesine olan bakışlarını üzerimde dolaştırırken daha kanatları açılmamış olan sakinlik avuçlarım arasından düşmek üzereydi. “Çok şey. Bunu sorgulayana kadar asıl istediğim şeyi söyleyecek misin? Ben mi öğreneyim?” Bir adım daha yaklaştığımda kızlara doğru sağında ve solunda oturan arkadaşları ahşabın üzerinde gerileseler de çakma sarı arkadaşta hareketlilik yoktu. Estetikli burnu havada bir şekilde oturuyordu. “Madem kendin öğrenebileceksin bana neden soruyorsun? Git öğren.” Kız kırmızıya boyadığı dudaklarına alaycı gülümsemesini bırakırken sakinlik avuçlarımda hareketlenmeye başlamıştı. Düşmese bile her an kanatlarını açıp benden uzaklaşabilirdi. Kızın gözleri arkadaşlarına tutunduğunda başıyla beni işaret edip “Şu salağa bak. Kafayı yiyeceğim.”demesiyle uçup gitmişti hazırda bekleyen o his. Yuvasına bu defa öfke konarken kaşlarım yukarıya doğru asılmışlardı. Bu sefer alayla gülme sırası bendeydi. Burnumdan verdiğim kısa bir nefesin ardından tebessüm ettiğimde göğsümde topladığım kollarımı çözmüştüm. Kendi kaşınmıştı. Önümde oturup bana kafa tutana doğru meyil ettiğim sırada bütün hıncımı içimde bir kafese hapseden, koluma sarılan parmaklar olmuştu. Kim olduğunu çok iyi bildiğim engelin nefeslerini arkamdan duyabiliyorken kolumdaki eli bana çok ağır geliyordu. Bana dokunuyor olması ağır geliyordu… “Sakin ol. Böyle hiçbir yere varamazsın.” Hafif başını eğmiş olacak ki kulağımın arkasından duyulmuştu fısıltısı. Naif sesi sarmaşık gibi dolandığında öfkeme kontrolüm dışındaydı hareketlerim. Kolum hala parmakları arasındayken yalnızca kafamı arkaya doğru çevirdiğimde tebessümün taht kurduğu dudakları, kelimeleri sığdırdığı gözleriyle karşılaşmıştım. Çok kısa takılı kalırken bakışlarım, bana ağırlık yapan dokunuşundan kurtulmuştum. “Bu yakışıklı adam senin sevgilin mi?” Çakma sarının sesini duymamla bakışlarım tekrar ona dönerken ani sorusuyla benliğim afallamıştı. Benden izinsiz dudaklarımdan firar eden “Ne?” sözcüğüne engel olamamıştım. “Anladığım kadarı ile değil. O zaman bir anlaşma yapalım. O bana telefon numarasını verirse size bildiğim her şeyi anlatırım.” Artık itici gelen sesi her telaffuz ettiği kelimede biraz dağa çirkinleşirken derin bir nefes almıştım. Bu durumla Akın’ın bir alakası yoktu. Dahil olmasını istemiyordum. Öyle ya da böyle ben halletmek istiyordum. “Onun benimle bir alakası yok. Ne istiyorsan benden iste. Ondan değil.” “Senin telefon numaran emin ol hiç işime yaramaz. Bana lazım olan onunki.” “Sana şimdi lazı…” Yumruk yaptığım ellerimi çözüp kıza doğru uzanacağım sırada sözümü satır gibi kesen tanıdık sesi girdi araya. “Madem bu minik kız numaramı istiyor abisi ona versin numarasını. Verelim de konuşsun öyle değil mi Asu?” Özenle seçtiği belli olan kelimeleri vurgulaya vurgulaya, teker teker seslendirirken gizlediği ikaz tonuyla da beni uyarıyordu. Dişlerimi sıkıp ona döndüğümde düz ifadesinde bir elmas olan gözleri çok şey anlatmaya çalışıyordu. Minik kız denmesi dokunan çakma sarı arkadaş istifini bozmamaya çalışarak gülümsediğinde içimde köpüren isteklere dur demek zor geliyordu. Bana kafa tutacak kadar çiğ olması birinci sınıf öğrencisi olduğunu, okuldaki benim gibileri tanımadığını kanıtlıyordu. “Senin bu işle hiçbir alakan olmadığı için gerek de yok değil mi Akın?” Aynı onun gibi vurgulayarak konuştuğumda etli dudaklarına tekrardan tebessümü misafir etmişti. Hiçbir şey demeden eli ceketine gittiğinde bu sahneyi daha önce gördüğümü hatta yaşadığımı hatırlıyordum. Saniye bile sürmeyen düşüncelerimin ardından… Ah, hayır. Ona kartını veriyordu. Gerek yok dememe rağmen yapıyordu bunu. Aynı bu anı ilk yaşadığımızda olduğu gibi. Bu adam hiç mi anlamıyordu laftan? Akın elini cebinden çıkartıp kıza uzatacakken refleks olarak sarmıştı parmaklarım bileklerini. Hareketini durdururken ona dokunmuş olmanın verdiği o yabancı, rahatsız edici hisle bırakmıştım bileğini.“ Sen benim gerek yok veya yapma dediğim şeyleri yapmaktan zevk mi alıyorsun? O kartı yerine koy. İstemediğimi, bu mevzunun senden uzak olduğunu söyledim.” Dişlerimin arsından konuştuğumda dediğimi gerçekleştirmesi için dua edecek konumdaydım. “Kartı aldığında her şeyi anlatacağından emin olabilir miyim?” Akın’ın gökyüzü mavileri benim çehremde olan serüvenine son verip burnu havada olana uğradığında etrafa yayılan kelimeler boğazıma dolmuştu. Bağırma isteğimi arttırıyordu. “Kesinlikle.” Kızın onayı ile yolunu kestiğim kart ona ulaşırken ormanımdaki yangınla bakıyordum etrafa. “Başla şimdi anlatmaya.” Akın’ın da artık tolerans göstermeyeceğini beyan eden tavrı üzerine konarken kendimi telkin ederek kızı izliyordum. Vereceği cevaplar şu an benim öfkemden daha önemliyken ortalığı kızıştırmayacaktım. “Düşündüm de sanırım anlatmayacağım. Kendiniz öğrenin.” Tabii böyle bir cevap almadığım sürece… Manidar bir gülümseme dudaklarıma çamur gibi bulaşırken gözlerimi usulca örtüp derince soluklanmıştım. Tekrar ışığa kavuştuğumda olanların hepsi birkaç saniyede gerçekleşmişti. Kimsenin beni durdurmasına izin vermeden ‘sen istedin’ dememle beraber kızı omuzlarından tuttuğum gibi geniş ağaç gövdesine çarpmıştım. Dizimle karnına bastırırken bir elimle bileklerini başının üzerinde kelepçelemiş, diğer kolumla boğazını kıstırmıştım. Gözlerimdeki ormanda büyüyen yangınla lens olduğunu fark ettiğim mavi gözlerine sıçrıyordum. “Yalan söyleyenler ve düzenbazlardan hiç hoşlanmadığımı söylemiş miydim? Ah, bir de gevezelerden. Kibarlıktan anlamıyorsan belki bundan anlarsın. Son kez söylüyorum. Bildiğin her şeyi anlatıyorsun.” sözcükleri suratına kusarcasına sarf ettiğimde hatlarını örten korkuyu görebiliyordum. “Beni bu şekilde konuşturabileceğini mi sandın?” İnatla sanki bu durum onda sorun yaratmıyormuş gibi davranmaya çalıştığında gülme isteğime engel olmamıştım. “Çok mu komiksin sen? Elimin altında titreyen bedenini hissetmediğimi mi sanıyorsun? Korkuyorsun. Bana istediklerimi anlatacaksın.” Dudaklarımı kulağına iyice yaklaştırmıştım. Eninde sonunda konuşacaktı. Damarıma basmayı tercih eden oydu. Öğrenmeye çalıştığım her şeyi duymadan bu işi sonlandırmayacaktım. Arkamda ne olup bittiğinden bir haberdim. Sesleri duyuyor fakat ne dendiğiyle, kimlerin olup olmadığıyla ilgilenmiyordum. Sabrımın sürahisi boşalmaya devam ederken dibini görmeye yaklaşmıştı. “Ben anlatacağım her şeyi lütfen bırak onu. Söz veriyorum anlatacağım.” Başından beri sesleri hiç çıkmayan kızlardan biri arkamdan konuştuğunda ağaçla aramda kalan arkadaşının suratına yer edinen minnettarlıktan çok başka bir histi. Birkaç saniye kendime düşünmek için izin verdiğimde sözlerinde ne kadar samimi olduğunu ölçmek istercesine başımı çevirmiştim. Her bir mimiğine dehşetin korkuyla tokalaşıp yerleştiğini ilk bakışta anlayabilmiştim. Hemen şimdi anlatmasını istesem de etrafımıza toplanan kalabalık nedeniyle “Şu tarafa geçip bekle beni.”dedikten sonra kollarımın arasında çırpınan bedeni serbest bırakmıştım. Son kez arkama döndüğümde Burçin ile Sinem’i seçebilmiştim. Onlara da geleceğimi dile getirdikten sonra hızlı adımlarla diğer kızın yanına varmıştım. Arkamdan gelen ayak seslerine takılmamayı istesem de bunu başaramazken Akın’a ait olduklarından da emindim. “Hemen anlatmaya başla istersen.” Hafif çekik gözlere sahip minyon tipli kız ellerini koyacak yer arar gibi bir kollarını bağlıyor bir indirip ellerini birleştiriyor bir türlü ne yapacağına karar veremiyordu. Ona doğru adımladığımda irkilerek geri çekildiğinde bu hareketinde haklı olduğunun farkındaydım. “Sana bir şey yapmayacağım. Korkma. Arkadaşın sınırı aşmıştı. Seninle bir derdim yok. Şimdi sakin ol ve lütfen anlat. O bilgilere ihtiyacım var. Tamam mı?” Öfkem bir anda sakinliğe evrilirken kızın masum bakışları beni nazik olmaya itiyordu. Başka bir zaman görsem şirin olduğunu düşüneceğim biriydi. Onun bir hatası olmamıştı. Kırılmasına da gerek yoktu. “Hıhım, anlıyorum. Yalnızca bildiklerimin doğruluğundan emin değilim.” Hala çekinerek konuşurken yanımda duran Akın’a veya bana bakmıyordu. “Tamam, sorun değil. Ne biliyorsan o.” Hafifçe gülümsediğimde sanki bunu bekliyormuşçasına kıvrıldığında onunda mora boyadığı dudakları biraz olsun rahatladığı belliydi. “Adamın şehirdeki birçok bar ve gece kulübünün sahibi olduğunu duydum. Kızı da onlardan birinde tutuyormuş sanırım. Bir haftadır elinde. Adam herkese kafa tutan tehditler yağdıran bir tipmiş. Bir de alkolik. Adı da yanlışım yok ise Serhat Serhan. Kızın adını sordun mu hatırlamıyorum ama ihtiyacın olabilir. Canan. Canan Bıttım.” Tek nefeste bir olup vardığında cümleler zihnime hiçbir detayı unutmamak için onları boş büyük bir odaya kapatmıştım. Yankılanıp susmamalıydılar. “Teşekkürler. Eğer elimden bir şey gelirse o kız için, en az benim kadar sende ona yardım etmiş olacaksın. Birde arkadaşına dikkat et. Bana anlatacağını söylediğinde onu kurtardığın için hiç de sevinmişe benzemiyordu.” Aynı tebessümle konuşmaya devam ettiğimde kendimi daha sakin hissediyordum. Öfkem çok derin olmayan bir çukura gömülmüştü. Her an ortaya çıkabileceği su götürmez bir gerçek olsa da şu an gizleniyor olması herkes açısından iyiydi. Kız yanımızdan uzaklaştığı sırada bir an için sağımda olduğunu unuttuğum Akın’ın sesiyle irkilmiştim. “Sinirini bu kadar çabuk bastırabileceğini tahmin etmezdim.” Ona bakmadan gerildiğinde iki yana dudaklarım, dişlerimi onlara bastırmak istiyordum. “Benim hakkımda tahmin edebileceğin şeyler zaten kısıtlı. Tanımadığın insanlar hakkında ne kadar tahmin yürütebilirsin?” Az önce yaşananlar sırasında ağaca çarptığım kızın elinden aldığım kartı avuç içimde sıkıştırıyordum. “Sandığından çok.” Küçük bir gülücüğün ardından iki kelimelik cümlesi aklımda bir direğe tırmanmıştı. Göz önünde kendini belli etmeden bekliyordu. “Emin ol senin hakkında hiçbir şey sanmıyorum.” Buruşturduğum kartı pantolonumun cebine bırakırken umursamazca konuşmuştum. “Sanıyorsun. Yalnızca bunu kendine itiraf etmiyor inkar ediyorsun.” Bir sabun gibi kulaklarıma kayan sesi kendinden emindi. Cüretkardı. Haklı olabilecek olması ormanımdaki ceylanı uysallaştırırken benim hakkımda bu kadar net konuşması beni susturmuştu. “Kendi başına böyle bir işe girişemezsin. Daha önce buna benzer bir şey yaptığını düşünmüyorum. Bir tecrüben yokken her şeyi eline yüzüne bulaştırabilirsin. O kızı kurtarmak yerine daha da çok tehlikeye atabilirsin.” Bana doğru dönmüş olduğunu fark ettiğimde aynı şekilde çevirmiştim bedenimi. Düşünürken konuştuğunda sesine nokta nokta bulaşan ciddiyet kaşlarımı itmişti. Sanki hayatını bunu yaparak geçiriyormuş gibi bir tavra sahipti. “Sen çok tecrübelisin sanırım. Bu kadar fikre sahip olduğuna göre…” Bir kaşım inip diğeri yukarıdaki yerini korurken kollarımı yine göğüs altımda birleştirmiştim. “Bunları düşünebilmek için tecrübeli olmaya gerek yok. Eğer mantıklı olursan ben söylemeden de anlayabilirsin.” Dudaklarının düzlüğü kaldırım taşları giydi. Çene kemiği, elmacık kemikleri normalden daha da belirgindi. Biçimli kaşları fark edilmesi zor bir çekime uğramıştı. Gökyüzülerinde bulutlar vardı. Çok ince, hafif dalgalı, siyah saç tutamı sürüsünden ayrılıp anlına düşmüştü... Onu izliyordum. Burada dikilmiş benden yukarıda kalan çehresini karışlıyordum. Gözlerimi hızla kapatma ihtiyacı duyarken kendi kılavuzumdan bir sayfayı yırtıp attığımın farkındaydım. Bir gün olacağını tahmin bile etmek istemediğim şeylerin bir anda bu kadar hızlı kontrolüm dışında gerçekleşmesi yangınlar çıkartıyor, yıkıyordu. Moloz yığınlarının yakınına yeni temeller atıp, taze toprağa yeni filizler ekerek… “Bu konu üzerinde düşünüp alacağım kararlarımı. Uyarın için sağ ol. Halledebilirim. Eğer diyeceğin başka bir şey yoksa ben gideyim.” Bir an öce ondan uzaklaşmak istiyordum. Kimyamı alt üst ediyordu. Bilerek veya bilmeyerek, bir önemi yoktu. Dikkatimi dağıtmasını istemiyordum. Kızın verdiği bilgileri bir odaya kapatmıştım. İçimde sürekli tekrar ediyorlardı. Kapıyı açmasına izin veremezdim. “Var. Ama şimdilik bir önemi yok.” Gözlerimi bıkkınlıkla bir top gibi yuvarladım. Daha saniyeler öncesinde içimi kavuran istek fevrice savrulan bir bıçakla ikiye ayrılmıştı. Uzaklaşmanın aksine bir adım daha ona yaklaşmıştım. “Bundan nefret ederim. Önemi yoksa neden var diyorsun? Yok de geç.” Sesimdeki sitem kulaklarıma değmeden etrafa yayılıyordu sanki. “Onun da zamanı gelince anlarsın.” Aynı tavrını koruyarak konuştuğunda tek farklılık olarak kattığı şey kemikli ellerini yuvalarına koymuş olmasıydı. Cepleri… “Zamanı geldi. Anlamak istiyorum.” Kendimden emin tavrımla hafifçe parmak ucuma yükselerek diklendiğimde boyuna küfretmek çok cazip gelmişti. “Ona ben karar veririm.” Mimikleri bir anda yumuşarken etli dudaklarına çapa atan tebessüm alaydan çok bilmişliğin ipliğinden örülmüş bir ceket giyiyordu. “Can sıkıcısın. Söyleyeceksen söyle işte.” Bıkkınca derin bir nefes verdiğimde yeşillerim öylesine etrafta koşturmuştu. Bizi izleyen birilerinin olmadığını görmek garip bir rahatlama duygusuyla beslediğinde bedenimi tekrar Akın’a taşımıştım gözlerimi. “Her zaman bu kadar meraklı mısın?” Bir sayfanın yarısının daha yırtılmasına neden olan sorusu fark ettirmişti zihnime. Normal şartlarda bir şeyin sürekli üstelenmesi, sorulması beni oldukça rahatsız ederken şu an aynı şeyi ben yapıyordum. Evet, başlanıp yarım bırakılan cümleleri sevmezdim fakat gerisini bir kere sorar cevap alamadıysam zorlamazdım. Meraklı bir insan değildim. Ama öyle davranıyordum. “Söylüyor musun?” Sorusunun bende yarattığı etkiyi görünmezlik pelerininin ardına gizleyerek belli etmediğimde yalnızca manidar bir şekilde gülümsemiştim. Cevabını vermeden yokmuş gibi devam etmeyi tercih etmiştim. “Öğrenmeyi gerçekten istiyor musun?” Beni şaşırtacak derecede tekrardan hızla değişen ifadesi yeniden ciddiyetin mağarasına kurulmuştu. Bu defa gerçekten önemli bir soru sorduğunu sezebiliyordum. Sanki dönüşü olmayan bir tünele girip girmeyeceğimden emin olmak istiyordu. Girersem yolun sonu ikiye bölünüyordu. Biri çıkmaza biri aydınlığa varıyordu. İçinde sonsuza dek kalabilirdim. Veya her şeyin bittiği vakitte karanlıktan kurtulabilirdim. “Sence?” Bilmediği bir şey vardı ki ben o tünelin girişini çoktan geçmiştim. “O zaman benimle gelmelisin.” |
0% |