@ceylanrona
|
9. Bölüm Gece Bahçesi Cam raflı bir vitrine eşi benzeri olmayan vazolar, biblolar dizilmişti. Her biri birbirinden değerliydi. Renkleri, şekilleri, yapılma amaçları... hepsi farklıydı. Beyaz bir ışığın altında parıldayan camlara yaklaşan biri vardı. Eline demir bir bilye almıştı. Vitrinin önüne vardı. İçindekileri sakince inceledi. Yavaşça bilyeyi tutan elini kaldırıp geriye doğru savurdu. Tek hamleyle vitrini, içindekileri tuzla buz etti. Düşüncelerimde aynı o vitrinle içindekiler gibiydi. Burçin'in dediklerine bir sonuç arıyor, ne düşünmem gerektiğini bilmiyordum. Neden abimle görüşmüştü? Nereden tanışıyorlardı? Konuştuğu kişinin benim abim olup olmadığını biliyor muydu..? Yine ve yine sorular zihnime nehre kapılmış bir dal parçası gibi akmaya başlamıştı. "Doğru duyduğuna emin misin?" Aklım dedikleriyle bir bağlantı kuramıyordu. Aslında ikisinin görüşmesi oldukça olağandı. Normaldi. İkisi de bir şirketle ilgileniyordu. Belki ortak bir işleri vardı. Fakat bunun biz karşılaştıktan sonra olmasını garipsemiştim. Belki de daha öncesinden de görüşüyorlardı. Hatta abimden onun adını duymuş bile olabilirdim. Yine de aralarındaki ilişkinin neye dayandığını ne zamandan beri var olduğunu bilmek istiyordum. Bu adam yüzünden iyice meraklı birine dönüşüyordum. Bana yaptıklarının hızına yetişemiyordum. Hoşuma gitmiyordu. "Eminim Hırçın. Ben de ilk duyduğumda bir sorguladım ama internette aynı şeyi söyleyince inandım yani." Burçin kehribar rengi iri gözlerini üzerimde dolaştırıyordu. Bir çok şeye anlam arıyor, merakı her geçen saniye büyüyordu. Daha Servet’te gördüklerimi anlatmamıştım. Ona hiçbir şeyi detaylı bir şekilde açıklamamıştım. Sorularına cevap arıyor, bulamıyordu. Farkındaydım. "İnternet yanılıyor olmaz mı Geyik?" "Ondan başka güvenebileceğin bir yer var mı Hırçın?" Burçin'in sorusu aniden dün sabahı zihnime bir şimşek gibi düşürürken hızla yerimden kalkmıştım. Arkamdan "nereye?" dediğini duymuş, ona bakmadan "bir saniye" diyerek karşılık vermiştim. Çantama yönelip onu yerden almış, hızla ceplerini karıştırmaya başlamıştım. İstediğim şeyi bulamayınca elimdekini geri yerine koymuş bu defa masamın üstünde, çekmecelerinde gezdirmiştim gözlerimi. Hala aradığım şeyi bulamayınca beni izlediğini bildiğim Burçin'ne dönmüştüm. "Bulamıyorum. Ya bir yerde düşürdüm, ya da çöpe attım ama hatırlamıyorum." Sıkıntıyla derin bir "of" çektikten sonra konuşmuştum. "Ne aradığını söylesen, belki ben görmüşümdür. Biliyorumdur yerini." Burçin de benim gibi ayaklanırken etrafına bakınarak karşılık vermişti bana. "Yok. Bilmediğini biliyorum. Daha öncede görmedin. Ben bile neye benzediğini tam hatırlamıyorum. Sadece küçük bir kart arıyorum." Etajerimin üzerine bakmak için yatağıma doğru yürüdüğüm sırada uzun saçlarımı başımdaki fularla ensemde toparlamıştım. "Ne kartı?" Burçin'in olduğu yerde durup sorduğu soruyla ben de duraksamıştım. Başımı kaldırıp ona baktığımda sorularının oluşturduğu denizde açıklara sürüklendiğini görebilmiştim. Derin bir nefes alıp ona doğru ilerlediğimde her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlatmamın vaktinin gelip geçtiğinin farkındaydım. "Geç otur Geyik. Sana her şeyi en başından anlatmam lazım. Yoksa şu ifaden değişmeyecek." Onu elinden tutup kalktığımız armut koltuklara tekrar yönlendirirken kart arayışıma ara vermiştim. Dostumdan daha önemli değildi. Dün sabahtan bu gün eve gelişime kadar olan her şeyi anlatabildiğim kadar ayrıntıya girerek anlattığım sırada Burçin'in şekilden şekle giren mimiklerine gülmemek için tutuyordum kendimi. Diyeceklerimin sonuna geldiğimde yaşadıklarımı değil de bir filmi anlatıyormuşum gibi hissettiğim bir anda duraksayıp gözlerimi ondan çektim. Burçin de benimle birlikte taşıdı bakışlarını bana doğru. "Şu anlattıklarım o kadar uzakki bana, sanki izlediğim bir videoyu sana anlatıyormuş gibi hissediyorum. Yanlış mı yapıyorum doğru mu yapıyorum hiç bilmiyorum." Tavandan yere kadar uzanan büyük camımdan bahçedeki sokak lambalarını izlerken içimdekileri sırdaşıma yansıtıyordum. "Farkındayım Hırçın. Bana bile öyle geliyor. Sen kendi sınırları içerisinde yaşayan, kuralları olan birisin. Şimdi biri çıkıp bir anda bu sınırı aşıyor. Karşı cinse karşı olan mesafeli tutumunun nedenini biliyorum ve sana her zaman hak verdim. Biliyorsun. Fakat, her zaman söyledim sana. Bir gün bu sınırların birine karşı zayıflayacak. O gün bu günmüş. Ben de beklemiyordum. Biraz hızlı ve ani oldu ama ben gördüm Asu. İkinizi yan yana gördüm." Burçin kanatları beni sarmak isteyen bir melek gibi yaklaşarak; sakin, anlayışlı ses tonuyla gözlerimin içine bakarak konuşuyordu. Söyledikleri namlusundan kurşun değilde gül yaprakları yağan bir silah olup alnıma dayandığında tetiğin çekilmesini bekliyordum. "Kendime şaşırıyorum. Her şey aniden oluyor. Çok hızlı gelişiyor. Bu nedenle sindiremiyorum. Bu durum hoşuma gitmiyor. Ondan uzak durmak istiyorum ama her nasıl oluyorsa bir şekilde sürekli yan yana geliyoruz. İki gündür tanıyorum onu. İki günümde onunla geçti. Çok saçma. Nasıl ona güvendiğimi sorguluyorum. Bir cevap bulamıyorum." İçimden kovduğum kısa ama derin nefesle cümlelerime noktayı koyarken başımı geriye atmıştım. "Ben cevabı biliyor gibiyim." Burçin'in tereddüt ederek söylediği şeyle tekrar çenemi indirmiş, kehribar gözlerine odaklanmıştım. "Neymiş?" "Ondan etkilendin." Sessizlik ikimizin dudaklarına elini örttü. Beynim algılama yetisinde bir sorun olup olmadığını sorgularken ben de kendimi sorguluyordum. Gerçekten öyle miydi? Bunu içimdeki ormanda dolaşan ceylanlara sormam bile aslında bir işaret olsa da kabul etmiyordum. Etmeyecektim. Etkilenmemiştim çünkü. Birine gıcık olmak etkilenmeye giriyorsa evet ama Burçin'in ne anlamda söylediğini adım gibi bildiğimden o kategoriye girmiyordu. "Saçmalama Burçin. Adam gıcığın önde gideni. İşim olmaz. Hem nereden çıkartıyorsun böyle şeyleri? Sadece, bana karşı olan o sınırları bilen yaklaşımından dolayı olabilir güvenimin nedeni. Başka bir şey değil. Yani yanlış cevap Geyik. Dııııt." Daha fazla susarsam onu doğrulamış gibi olacağımı fark ettiğimde kendimi savunmaya başlamıştım. Pufa sırtımı yaslarken ona anlam veremez bir şekilde bakıyordum. İçimi gıdıklayan o mana bulamadığım tebessümü bastırabilmeyi başardığım sırada konuşmamın sonunda yaptığım ses efekti ile bakışlarımı ondan kaçırmıştım. Neydi şimdi bu tavırlarım? Söylediklerinle yaptıkların zıt düşüyor Asu, topla kendini! "Hı hı. Aynen. Kesinlikle sadece ben saçmalıyorum. Sizi yan yana da görmedim. Öyle uydurdum kafamdan. Tabii haklısın canım. Ne diyeyim." Burçin başını hafif hafif aşağı yukarı sallayarak alayla konuştuğunda öyle olmadığına dair onu ikna etmenin ne kadar zor olacağını anlamıştım. "İyi ki bir yan yana gördün. Hemen yapıştır etiketi. Sen böyle biri değildin. Dünyadan gerçek Burçin'e sesleniyorum. Duy beni." "Sadece yan yana değildiniz. Bir bakışın..." "Sus, tamam. Sen halüsinasyon görmeye başlamışsın. Aç susuz mu bıraktılar seni? Ben senin karnını iyice doyurayım da bir kendine gel." İşaret parmağımla dudağına baskı uygulayıp sözünü kesmiştim. Konuşmanın sonunun benim onu değil de onun beni ikna etmesine doğru gittiğini anladığımda konuyu değiştirmek istemiştim. "İnelim de aşağıya yemek yiyelim. Açım ben." Yerimden kalkıp elimi ona uzattığımda küçük ama inci gibi dizilmiş beyaz dişlerini göstererek gülümsemişti. Oluşan gamzesine parmağımı bastırıp geri çektikten sonra ben de onun gibi gülümsemiştim. Elimden tutup ayağa kalktığında onu kolumun altına çekmiştim. Kapıya doğru ilerlerken pantolonumun cebinde duran telefonumu yoklamıştım kısaca. O an elime gelen şişkinlikle kaşlarımı çatmıştım. Ne olduğunu anlamak için cebi yokladığımda parmak ucuma değen kağıdın dokusuyla duraksamıştım. Cebimden çıkartıp buruşmuş kağıda gözlerimin dokunması ile gülümsemiştim. Bana verdiği olmasa da bu gün beni sinir eden çakma sarışının elinden aldığım Akın'ın kartıydı. Ne zaman cebime koyduğumu anımsamıyordum ama bunu yaptığım için kendime teşekkür edebilirdim. O an hızlıca zihnimde canlandığında öfkenin yanından geçmiyordu hislerim. Buna sevinerek kolumun altında elimdeki karta bakan Burçin'e dönmüştüm. "Akın'ın kartı. Bunda nerede çalıştığı yazıyordur diye düşünüyorum. İnternetten daha güvenilir bir kaynak." Sırıtarak kağıdın önünü arkasını incelediğimde Burçin'in dediklerinin doğru olduğunu bir kez daha görmüş oldum. Ağabeyim ile ilgili olan konuya dair bütün sorular tekrar zihnime yerleşirken sesli bir şekilde yutkunmuştum. Dudaklarımdaki tebessüm silinirken elimdeki kağıt parçasını cebime atmıştım geri. "Ne olacak şimdi? Bir şey yapacak mıyız ne olduğunu öğrenmek için?" Adımlarımız tekrar hareketlenip odamdan çıktığımız sırada fısıltıyla sormuştu Burçin. "Bir şey yapmamıza gerek yok. Yani bir çaba sarf etmemiz gerekmiyor. Direkt ona soracağım. En kesin, açık cevabı ondan alırız." Omuzlarımı silkerek cevapladığımda onu sırıtmaya başlamıştı. "Kesinlikle onunla konuşmak için bahane aramıyorsun. Doğru. Çok haklısın." Bana bakmadan yine o alaylı tavrıyla konuştuğunda merdivenin başındaydık. Dedikleriyle beraber durduğumda, onu kolumun altından çıkartıp düz düz bakmıştım suratına. "Haklıyım biliyorsun." "Kan şekerin sıfıra inmiş. Anlıyorum." Aşağıya indiğimizde diğerlerinin yanına, oturma odasına geçmiştik. Bayhan ağabeyim, annem yine "L" koltuktaki yerlerindeydi. Babam ise tahtı gibi olan, ondan başka kimsenin oturmadığı tek kişilik koltuğundaydı. Ener ağabeyim ortalarda görünmüyordu. Eve gelip gelmediğinden emin bile değildim. Telefonumu cebimden çıkartıp ona kısaca "neredesin?" yazıp gönderdikten sonra hızlıca cevap gelmişti. "Yoldayım, geliyorum." Ener ağabeyim gelene kadar diğerleri ile birlikte sohbet etmiş, o geldikten sonra yemeğe geçmiştik. Sofrada sırf gıcıklığına Burçin'in tabağını tıka basa doldurmuştum. Annem de ben öyle yapınca aç olduğunu düşünüp birkaç şey daha eklemişti. Annem devreye girdiği için hepsini yemek zorunda kalmıştı Burçin. Tabii bir yerden sonra gitmeyince bu işte beraberiz diyerek kalanları bana yüklemişti. Takım olarak bir akşam yemeğini daha atlattıktan sonra tekrar benim odama çıkmak için mutfaktan ayrılmıştık. Bizden önce sofradan kalkan Ener ile Bayhan ağabeyime koridorda rastladığımızda onlara iyi geceler dileyip odama geçmiştik. "Ee ne yapıyoruz şimdi?" Burçin kendini devasa yatağımın üzerine atmış gözlerini bana dikmişti ilmek ilmek. "Bilmem. Ne istersen ben sana uyarım." "Yorgun musun?" "Yoo, pek sayılmaz. Sen söyle ne yapmak istersin." "Yarın erken saatte ders var. Yatalım. Uyuyana kadar konuşur sohbet ederiz. O sohbet sarıyor baya." Burçin yataktan kalkıp üzerindeki ince gömleğin düğmelerini açmaya başladığında bu kadar rahat oluşuna artık şaşırmıyordum. O üstünü çıkartırken ben de dolabımdan giyebileceği birkaç şeyi ona uzatmıştım. Ben onun kadar rahat hareket edemesemde çekinmiyordum artık. Alışmıştım. O üstünü giyindiği sırada ben duşa girmek için banyoya geçmiştim. Hızlıca yıkanmış, bedenimi hafifletmiştim. Ne zaman duşa girsem rahatlıyor, zihnimi tırnaklarıyla tutup bırakmayan ellerden uzaklaştırıyordum. Suyun altına girmek benim için bir terapi oluyordu. İki üç gün duş almasam kendimi hasta, pis gibi hissediyor pozitif olamıyordum. Suyla olan ilişkim akıl sağlığımı elleriyle minik minik besliyordu. Duştan çıkıp kurulandıktan sonra banyoda iç çamaşırlarımı giyip çıktığımda, kapıdan Burçin'in -doğal olarak- çoktan yatağa yerleşip telefonunu eline aldığını görmüştüm. Turunculu kırmızılı pijama takımımı dolabımdan alırken arkamdan ıslık çaldığını işitmiştim. Ne zaman önünde giyinsem bunu yapar yanaklarıma renk katardı. "Of be! Cennetten düşerken canın acıdı mı yavrum." Gülümserken gözlerimi devirmeme neden olan sözlerinden sonra ona dönüp kısık gözlerle suratına bakmıştım. "Seni ailenin büyüttüğüne dair şüphe ediyorum bazen. Hiç sordun mu ben evlatlık mıyım diye?" Takımın şortunu bacaklarımdan geçirmiş tişörtümü giyerken dalga dolu ses tonumla konuşmuştum. "Babama bu kadar benzemesem şüphe edebilirdim belki." Burçin de bana ayak uydurduğunda ikimizde gülmüştük. Ben yanına yatağa geçtiğimde en başta yarınki derslerden konuşmuş daha sonra konunun konuyu açtığı sarmal bir sohbete dalmıştık. Zamanın bize dokunmayıp kendini unutturduğu anların içinde gülüp eğlenirken en sonunda minik Geyiğim uyuya kalmıştı. Onun bilinci mesaisini bitirip rüyalar alemine dolaşmaya çıktığında ben de koymuştum başımı yastığa. Anahtar olup aklımı kilitleyen bir çok hatırayla kendimi uykuya emanet etmeye çalışıyordum. Rahat edemediğimi düşünüp sağa sola dönüyor, bacağımı bir ileri bir geri atıyor, yastığı çekiştirip duruyordum. Yıllar önce uykum gelmediğinde kendi içimde hikayeler kurguladığım zaman daldığımı fark etmiştim. O zamandan beri de ne zaman böyle bir sıkıntı yaşasam bunu yapardım. Nadir zamanlar dışında hep işe yarasa da bu gün bunu da denememe rağmen uyku beni sahiplenmemişti. Sıkıntıyla verdiğim nefesin ardından yattığım yerde dirseklerimin üstünde dikleştiğimde dışarıdaki bahçe lambalarının ışığı aydınlatıyordu sadece odayı. Masamın üstündeki saatte göz atacağım sırada durduğunu hatırlayıp elimi baş ucuma bıraktığım telefona attığımda sessiz olmaya özen gösteriyordum. Burçin'i uyandırmak istemiyordum. Aniden aydınlanan ekran ile gözlerim kamaştığında zor bela bakmıştım saate. Bir saattir yatakta döndüğümü görünce daha fazla çabalamam gerektiğini anlamış, pes etmiştim. Islak saçlarımı toplamadan altımdaki şortu değiştirip odamdan ayrıldığımda ilk uğradığım yer mutfak olmuştu. Akşam o kadar yememe rağmen acıktığımı hissediyordum. Mutfağa girip dolabı açtığımda tam karşımda duran meyve tabağı ile gülümsemiştim. Meyve yemeyi çocukluğumdan beri çok sevmiştim. Tek başıma iki kilo portakalı birkaç saat içinde yediğimi biliyordum. Bazı insanlar belli bir saatten sonra yemek yemez, gün içinde beslenmelerine özen gösterirlerdi. Gerek kiloları için gerekse bedenlerine tutunmuş rahatsızlıklar için. Ben şu zamana kadar hiç o insanlardan olmamıştım. Ne hayatımı yönlendiren bir hastalığım ne de kilo problemim olmuştu. Çok hareket ediyor oluşumdan olabilirdi bunun nedeni. Emin değildim. Biraz kiraz ile birkaç dilim karpuzu dolaptan aldığım tabağa aktardıktan sonra bir bardak suyumu da alıp mutfaktan ayrılmıştım. Temiz havayı serum gibi damarımdan alma ihtiyacı ile dolup taşıyordum. Belki biraz cırcır böceklerinin senfonisine katılmalıydım.Nemli toprağın kokusunu solumalıydım. Kimseyi uyandırmadan ayağıma giydiğim terliklerle kapıdan dışarı adım attığımda istediğim o temiz koku ciğerlerimi yıkamıştı. Belli belirsiz bir tebessüm dudaklarıma konarken ben çoktan elimdekilerle çimlerin üzerindeki yerimi almıştım. Güneşin koltuğunu aya devretmesiyle siyah, parıltılı geceliğini giyen gökyüzünün altında toprağa köklerimi salmak, dallarımla birilerine gölge, gövdemle kalkan olmak istiyordum. Yedi yaşımdan bu yana içimde büyüttüğüm bir gerçek, anı vardı. Sınırlarımı, kurallarımı belirleyen de oydu. Beni güven duygusundan yoksun kıldığı gibi güçlendirmişti. Bir söz vermiştim kendime daha o yaşta. Elimden gelenin en iyisini yapıp bir kişiyi de olsa koruyacaktım. Bir tanesine bile olsa engel olacaktım. Bugün verdiğim sözü gerçekleştirebilmem için bir kapı açılmıştı bana. Kapanmasına izin vermeden girecektim içeri. Düşüncelerimden arınmak için çıktığım bahçede onların kazdığı çukura takılırken içine düşmeden toparlamıştım kendimi. Kulağımı cırcır böceklerine verirken elimdeki meyve tabağına odaklanmıştım. Yavaş yavaş, sindire sindire kirazlarımı yediğim sırada kulağımı gıdıklayan adım sesleriyle duraksamıştım. Arkama bakmayıp gelen kişinin kim olduğunu tahmin ettiğimde elimdekini çimlerin üzerine bırakmıştım. "Bir kaçak gördüm sanki." Ener ağabeyimin sesi tenha bahçede dağılırken dudaklarımın kenarları yanaklarıma doğru yuvarlanmıştı. "Sana da iyi geceler ağabey" Ener ağabeyim yanıma oturmuş, bacaklarını çimlerin üzerine uzatmış, elleriyle yerden destek alarak sırtını geriye vermişti. "Uzun zamandır geceleri atmıyordun kendini dışarı. Hayırdır? Bu günün anlam ve önemi ne?" Gözlerinin bende olduğunu biliyor yine de ona dönmüyordum. Sorusuna vereceğim cevabı düşünürken yüz ifademden yanlış bir sonuca varsın istemiyordum. "Sadece uyuyamadım. Başka bir nedeni yok. Baktım hava da güzel, dediğin gibi uzun zamandır da "gece bahçesi" yapmıyorum dedim neden olmasın?" Başımı yavaşça ona doğru çevirirken yanıtlamıştım sorusunu. Ne zaman uyuyamasam, uyumak istemesem kendimi dışarıya atardım. Havanın nasıl olduğunu umursamadan yapardım bunu. Karın üstünde gecenin bir saatinde yuvarlandığım zamanlarım vardı. Küçüklüğümden beri olan bir şeydi bu. Ben ne zaman dışarı çıksam sanki Ener ağabeyim bunun için nöbetteymiş gibi beni bahçede görür yanıma inerdi. Bazen sohbet eder bazen susardık. Kimi zaman kucağında uyuya kalırdım. Beni odama taşırdı. Bu yaptığımıza da "gece bahçesi" diyorduk. Birbirimize açık olup sıcak yaklaştığımız nadir zamanlarımızdandı. Özeldi. Şimdi yine buradaydı. Yanımdaydı. Ne kadar çaktırmasa da her zaman arkamda olan bir gölgesi vardı. Bunu biliyordum. Seviyordum. "Uyuyamamanın bir sebebi var mı peki fıstık?" Ağabeyim başını geriye atmış yıldızlara bakarken kısa süren sessizliğimizi kelimeleriyle yarmıştı. Ona iki günde yaşadığım her şeyi anlatıp yapmak istediğim şeyler, tanıştığım adam aklımı kurcalıyor diyemeyeceğim için hızlıca düşünmüş yere bıraktığım tabağı elime almıştım. "Aç olmam. Sebebi bu. Baktım karnım gurulduyor, böyle de uyuyamıyorum, ineyim aşağıya bir şeyler atıştırayım dedim." "Bu sadece öyle mi?" "Hıhım" "Bana hiç öyle gelmedi fıstık. Dökül hemen." Beni bu kadar iyi tanıyor olmasına gözlerimi devirmek isterken yanaklarımı şişirerek oflamakla yetinmiştim. Beyaz yalan denilen saçmalık bile olsa yalan söylemekten, söyleyenden hiç haz etmezdim. Şimdi gerçeği saklamam gerekiyormuş gibi hissediyordum. Bu, olan şeylerin doğruluğunu tekrar sorgulamama neden olsa da takılmamıştım o kısma. "Klasik ben işte ağabey. Yine oradan buradan düşünüyorum." "Gerçekten böyleyse uyumamak için bahane arama da zıbar. Ha yok değilse, beni geçiştirmek için böyle üstün körü cevaplar veriyorsan ,ki bence öyle, o zaman bozuşuruz." Ağabeyim konuşmasının sonuna doğru tek kaşını kaldırdığında ona küçük bir öpücük atıp "öyle değil." diyerek karşılık vermiştim. Bunun üzerine bir elini çimlerin üzerinden çekip bacağına vurarak kucağına yatmamı istediğinde itiraz etmeden uzanmıştım nemli çimlerin üzerine. Küçücük bir anda kocaman bir huzura sahip olabiliyorsunuz bazen. Ne kadar kısa sürerse sürsün öyle içten oluyor ki kıymetini biliyorsunuz. İşte şu an tam da öyleydi benim için. Bir kuşun emek emek, ilmek ilmek özenle yaptığı yuvasında kanatlarının altında sakladığı bir andaydım. Ağabeyimin eli saçlarımda dolaşmaya başladığı sırada bacağıma batan telefonumu cebimden çıkartıp yere koymuştum. "Bu saçlarını yine niye kurutmadan indin aşağıya?" Bir tutam saçımı çekiştirerek konuştuğunda ağabeyim, omuz silkmiştim. "Sevmiyorum da ondan. Sizin saçınız kısa tabi iki havluyu sürüyorsunuz kuruyor. Ben makineyle kuruturken fenalık geçiriyorum. Böyle kendi kendine mis gibi oluyor işte." "Kim diyor saçlarını bu kadar uzat diye sanki. Kestir sen de rahatla biz de rahatlayalım. Sonra ıslak kafayla yattığın için başım ağrıyor diye geziyorsun ortalıkta." "Artık ağrımıyor. En son ne zaman dedim sana başım ağrıyor diye hatırlıyor musun? Tabii ki hayır." "Ağrıyordur ama sen kimseye bir şey demiyorsundur." Doğruydu. Sorulmadıkça, eğer büyük bir şey değilse sorunlarımdan bahsetmezdim. Mızmız biri gibi durmak istemezdim. "Saçlarıma laf etmeyin. Onlarla çok mutluyum." Benim sözcüklerimin sonuna konulan nokta misali bir anda gelen mesaj sesiyle kaşlarım havalanırken bu saatte kimin ne için bana yazacağını düşünüyordum. Muhtemelen Burçin uyanıp nerede olduğumu merak etmiştir diyerek elime aldığım telefonun ekranında büyük harflerle yazan "KOREL AKIN ATAY" yazısını görmek sesli bir şekilde yutkunmama neden olmuştu. Gecenin ikisinde bana mesaj atmasının bir sebebi olmalıydı. Önemli bir sebep. Mesaja girmeden önce ağabeyimin telefonuma bakıp bakmadığını görmek için bağımı hafif çevirdiğimde gözlerinin ekranda takılı kaldığını, kaşlarının saç diplerine doğru kaydığını görmüştüm. Mükemmel! "Korel Akın Atay..." Kendi kendine mırıldanmış, "Bu isim bana bir yerden tanıdık geliyor." diyerek devam etmişti. Birkaç saniye duraksadıktan sonra aniden bana bakınca masum bir kedi yavrusunun ifadesine bürünmüştüm. "Bir dakika, ben hiç Korel ya da Akın adı verilen bir kız tanımıyorum Asu. Kim lan bu herif de sana bu saatte mesaj atıyor?" Daha önce hiç tatmadığım o garip his yine Akın sayesinde ormanıma giriş yaparken basit bir açıklama arıyordum. Yeni bir fidan, yeni bir duygu... Beni bir kafese kapatıyor bilmediğim şeylerle besliyordu. Ben ise buna dur diyemiyor kabul ediyordum. Onu sadece hayatıma değil zihnime de misafir ediyordum. Sadece bir misafir olarak...
|
0% |