Yeni Üyelik
3.
Bölüm

Bölüm:3

@ciceks3nfonisi

Bölüm 3


"Bir kalp ağrısı, bir ön sezi."

Nazan Bekiroğlu -Yûsuf ile Züleyha'


Keyifli okumalarrr❤️


"Ezra! Nerdesin sen küçük ahmak!"


Annesinin sesini duyan küçük kız dizlerinin üzerinde oturduğu topraktan hızlıca ayağa kalktı. Elbisesi eski ve oldukça kirli olmasına rağmen, sanki sadece diz çöktüğü kısmı kirlenmiş gibi elleriyle bir kaç kez silkeleyip doğruldu.


"Buradayım annee!" sesi o kadar kısık çıkmıştı ki küçük kız bile neredeyse sesinin duyulup duyulmadığından şüphe edecekti.


Annesi görüş açısına girdiğinde kocaman gülümseyerek ona doğru koştu. "Annee, çok özledim seni."


Annesi her zaman olduğu gibi çok güzeldi. Siyah uzun saçları dümdüz ve pasparlaktı. Küçük kız onlara dokunmayı çok sever ama annesi ne zaman dokunsa hızlıca kendini geri çekerdi. Sanırım saçlarına dokunulmasından hoşlanmıyor diye düşünürdü hep küçük kız.


Üzerine giyindiği kırmızı elbisesi tüm vücudunu sarmış oldukça zarif duruyordu. Ojeli tırnakları oldukça bakımlı dururken boynundaki kolye ise ona çok yakışmış diye geçirdi içinden.


Kadın bacağına sarılan küçük kızı kafasından tutup kendinden uzaklaştırırken gözlerini devirip ellerini sanki kirli bir şeye sürmüş gibi ıslak mendille silmeye başladı.


İtilen kız yere düştüğünde şaşkın gözlerle annesine bakıyordu. Kirpiklerini bir kaç kez kırpıştırıp karışmış olan kızıl saçlarını geriye atarak bağdaş kurdu.


"Ne oldu anneciğim?"


Kadın, küçük kızın konuşmasıyla bir kaç adımda yanına yaklaşıp onunla aynı boya gelmek için yere eğildi. Bir anda ona merakla bakan kızın saç diplerinden tutup çekiştirdiğinde şimdi tüm parkta duyulan ses yalnızca küçük kızın acı dolu çığlığıydı.


"Bana bak küçük haşere, bir daha uyarmayacağım seni!" diyerek kızın kafasını bir kaç kez sallayıp tekrardan ittirip ayağa kalktı. İşaret parmağını kıza doğru uzatarak konuşmaya devam etti. "Bir daha bana asla sarılma! Ayrıca akşam oldu git eve kardeşinle ilgilen benim bir kaç işim var onları halletmem gerekiyor."


Küçük kız dudaklarını büzüp, yeşil gözlerini kısarak annesine bakıyordu. Usul usul kafasını sallayıp ağzının içinde bir kaç şey mırıldandı. "Ama ben ona sahip çıkamayacak kadar küçüğüm."


Kadın sinirli gözlerini karşısındaki kıza çevirdi. İnce ve bakımlı parmakları ile alnına düşen bir kaç saç telini geriye itip sanki dediklerini duymamış gibi konuşmaya devam etti. "Akşama baban eve gelir yemekler ocağın üzerinde önüne koyarsın yer. Kardeşini ağlatırsan bende seni ağlatırım bunu bilmiş ol Ezra!"


Küçük kız daha bir şey diyemeden öylece yürüyüp giden annesinin arkasından bakakalmıştı. Ağlayamazdı çünkü eğer ağlarsa annesi ona çok daha büyük cezalar verecektir. Şikayet de edemezdi çünkü onu dinleyecek kimsesi yoktu.


Kafasını kaldırıp omuzlarını dikleştirerek kendi kendine konuşmaya başladı. "Her neyse her zamanki annem işte aldırış etmeyeceğim." diyerek ellerini saçlarına götürüp omuzlarından geriye itti.


"Salaksın kızım sen!"


Duyduğu sesle hızlıca arkasına dönüp gelen kişiye baktı. Kollarını göğsünde birleştirip küçük çocuğun ne söyleyeceğini merakla bekliyordu.


Küçük çocuk bedenini yasladığı ağaçtan ayrılarak arkadaşına doğru yürüdü. Bir kaç adımda küçük kızın karşısına geçtiğinde onu baştan aşağı süzdü.


"Yine her zamanki gibi pasaklı pasaklı geziyorsun ortalıkta bir de!" diyerek parmaklarını burnuna götürüp kapattı.


Küçük kız, çocuğun bu hareketine sinirlenip bacağına tekmeyi savurup arkasını dönüp gitmeye başladı.


"Madem başından beri oradaydın korkak gibi saklanmak yerine çıkıp beni koruyabilirdin aptal mizrap!"


Küçük çocuk acısını unutup koşarak Ezraya yetiştiğinde ise ufak bir tebessüm edip konuşmaya devam etti. "Sence benim seni korumama gerek var mı Ezra?"


"O ne demek şimdi?"


Çocuk ellerini cebine yerleştirip yola bakarak yürümeye devam etti. "Sen işine geldiğinde kendini korumayı biliyorsun zaten. Sadece o kadına çıtını çıkaramıyorsın ." dediğinde kız adımlamayı bırakıp duraksadı.


"Mizrap o benim annem ona nasıl vurabilirim?"


"Ama o sana vurmasını biliyor!" diyerek sesini yükselttiğinde gözlerini devirip daha kısık tonda konuşmaya devam etti. "Zaten istesen de vuramazsın şu an işe yaramazın tekisin sen."


Küçük kız, çocuğun dediklerini dinlemeden yere eğilip bir kaç taş alıp kafasına fırlatıp kıkırdadı. "O kadar tas kafasın ki Mizrap, attığım taşlar bile kafanda ses çıkarıyor."


"Seni bu sefer geberteceğim Ezra!"


Çocuk elini kafasına götürüp küçük kıza doğru koşarken az önce sokakta duyulan acı çığlıkların yerini şimdi ise mutluluk nidaları almıştı.


*******


"Merhaba Ezra hanım."


Karşımda durmuş ellerini uzatarak sıkmamı bekleyen adama bakıp oturduğum yerden doğruldum. Oldukça uzun boylu olduğundan kafamı kaldırıp göz göze geldim.


"Buyrun Onur Bey, şöyle oturun lütfen." diyerek kendimi koltuğa bıraktım.


Onur Bey'le ilk seansımızdı bugün. Gözlerimi üzerinde gezdirip gülümsedim. Esmer teninde duran simsiyah zeytin gibi gözleri endişe ile odada geziniyordu. Koyu kumral saçlarını oldukça özenle geriye doğru taramıştı. Otuzlarında olduğunu düşündüğüm yüzünü incelerken o ise bacaklarını birkaç kez titretip oturduğu koltukta geriye yaslanıp derin bir nefes aldı.


"Tekrardan merhabalar, nasılsınız?"


Gözlerini bana çevirdiğinde kocaman gülümseyerek dudaklarını araladı. "İyiyim teşekkür ederim, sizler nasılsınız?" diyerek oturduğu yerde sallanmaya başladı.


"İyiyim sorun nedir başlayalım mı?" dediğimde hızlıca kafasını aşağı yukarı sallayıp bir anda konuşmaya başladı.


"Ezra hanım ben bir yıldır evli bir adamım. Eşimle çok severek evlendik. Onunla-" konuşmasına ara verip yüzüme baktı. "Fazla mı gereksiz detaylar veriyorum?"


Kafamı sağa sola sallayıp oturduğum yerde dikleştim. "Hayır Onur Bey, aksine bana ne kadar kendinizle ilgili detay verirseniz ben size bir o kadar yardımcı olabilirim." diyerek gülümsedim. "Anlattığınız şeyler ise tamamen aramızda kalacak."


Ellerini ensesine götürüp düşünüyormuş gibi yaptı. "Teşekkür ederim anlayışınız için. Devam ediyorum o hâlde?"


"Lütfen."


"Ne diyordum... ha! Severek evlendik başlarda her şey çok güzeldi ama son bir kaç haftadır çok tuhaf davranmaya başladı." dediğinde kaşlarını çatıp bir kaç saniye düşünüyormuş gibi yaptı.


"Ne gibi tuhaflıklar bunlar, biraz açar mısınız bana?"


"Soru soruyorum beni duymuyor, halisülasyonlar görmeye başladı. İşin kötü yanı son günlerde çok fazla arttı." diyerek ayağa kalktı. Yavaş adımlarla odanın içerisinde gezerken kollarımı göğsümde birleştirmiş onu izliyordum. "Geçen gün bana ekmek almamı söyledi gittim aldım eve geldim yarım saat sonra tekrar yanıma gelip neden ekmek almadığımı sorup ağlamaya başladı."


Kaşlarımı çatıp merakla anlatacaklarını duymak istiyordum. "Durup kendi kendine sanki karşısında birileri varmış gibi konuşup saatlerce beni duymuyor. Ben onun için endişeleniyorum Ezra hanım." diyerek gözlerini gözlerime çıkarıp endişeyle yüzüme baktı.


"Eşinizin bildiğiniz herhangi bir travması var mı?"


Kafasını iki yanına sallayıp hızlıca cevapladı. "Hayır aksine oldukça mutlu bir çocukluk geçirmiş."


"Son zamanlarda onu üzen derinden etkileyen bir olay oldu mu peki?" dediğimde bir kaç dakika duraksayıp konuşmaya devam etti. "Yok olmadı aksine bir bebek bekliyoruz günlerdir bunun mutluluğunu yaşıyorduk son günlere kadar."


"Eşiniz nerede şu an?"


Oturduğu yerde bacak bacak üstüne atıp öne doğru eğildi. "Evdeydi." Ani bir hareketle ayağa kalkıp kahkaha atıp gözlerini odada gezdirmeye başladı. "Ya da sokakta kedi besliyordur."


"Siz neden sevindiniz buna bu kadar peki?" dediğimde kafasını yana eğip gözlerime baktı. "Abim kedilerle ilgilenmesini sevmiyor, ne zaman eşim kedilerle ilgilense abim onu odaya çekip uzun uzun konuşuyor eşim normale dönüyor."


Anlamaz gözlerle onu incelerken tüm hareketleri sanki hasta olan eşim değil benim der gibi çığlık çığlığa bağırıyordu. "Ya abiniz eşinize kötü bir şey yapıyorsa, sormadınız mı hiç o odada ne yaptıklarını?"


Omuzlarını silkip masada bulunan kurabiyelerden birine uzandı. İşaret parmağını masaya doğru uzatarak gözlerime baktı. "Alabilir miyim?"


"Tabiki buyrun lütfen." dediğimde hızlıca bir kurabiye alıp ağzına attı. Sağ elini ağzının üzerine kapatarak konuşmasına devam etti.


"Hayır hiç sormadım. Çünkü soracak olursam eşim tekrar delirebilir."


Türlü senaryolar kafamın içinde adım adım gezinirken kalbimdeki ağrı tekrardan ortaya çıkmaya başlamıştı.


Kafam iyice karışmışken şu an tek isteğim yaklaşık on dakikadır kafamın içinde kendi kendine sohbet eden sesi susturmaktı. Aralıklarla kendi kendine bir şeyler mırıldanmıştı.


"Ezra, yaşlandın kızım yaşlandın!"


"Beni tek bırakmanın hesabını sana soracağım Ravza!"


"Ay gözlerim gözlerim! Tamam parmağımmış sakin olun."


"Karnım da acıktı iyice bu bunak ne zırvalıyor yarım saattir. dırdır dırdır kafam şişti be!"


"Ezra hanım?" İsmimi duymamla karşımdaki kişiye odaklanıp kafamın içindeki seslerden kurtuldum.


"Eşim aradı da yoldaymış buraya geliyor onunla bugün bir seans yapsanız olur mu?" diyerek gözlerime baktığında ben kalbimin ağrısından dediklerini seçemiyordum bile. "Sadece kısa bir süre kendi gözlerinizle görmenizi istiyorum."


"Başka bir misafirim yoksa neden olmasın?" diyerek ayağa kalkıp kapıya yöneldim. Kafamı bir kaç kez sallayıp tam kapıyı açmak üzere olan Sena ile burın buruna geldim.


"Ay Ezra Hanım aklımı aldınız!" diyerek baş parmağını ters bir biçimde ağzının içine sokup dişini yukarıya ittirip konuşmaya devam etti. "Bende tam odanıza geliyordum."


"Ne için?"


"Bir saat sonra gelecek olan Ece'nin bugün hastane randevusu olduğu için yarına ertelemek istedi bende bugünüz oldukça yoğun geçtiği için dinlemek isteyeceğinizi düşünüp yarına ayarladım." dediğinde gülümseyerek elimi omzuna koydum.


"Teşekkür ederim iyi düşünmüşsün." Kolumu göz hizama kadar kaldırıp bileğimdeki saate baktım. "Yaklaşık yirmi dakikaya bir misafirimiz var geldiğinde onu içeriye alır mısın?"


"Tabi ama bugün başka bir seans yoktu birini mi bekliyorsunuz?" dediğinde kafamı sağa sola sallayıp omzumun üzerinden içeride oturmuş kendi kendine konuşan Onur Bey'i buldu gözlerim.


"Hayır hayır kimseyi beklemiyorum son bir kısa seansım kaldı onu halledip çıkacağım eğer işlerin bittiyse sende bugün erken çıkabilirsin. Belki ailenle vakit geçirmek istersin." diyerek gülümsedim.


Kocaman gülümseme ile yüzüme bakıp bir kaç kez kirpiklerini kırpıştırdığında kocaman gülümsemesi ile konuşmaya başladı. "Teşekkür ederim çok iyi olur." diyerek bir kaç adım atıp sarılmaya yeltendiğinde geriye doğru adımladım.


"Kusura bakmayın çok mutlu olunca kaptırdım kendimi. Çok yorulmuştum bugün." dediğinde kafamı önemsiz der gibi sallayıp göz kırptım. "Son günlerde çok fazla gülümsemeye başladınız."


Kaşlarımı çatıp anlamadığımı belirten bir kaç şey mırıldandım. "Son bir kaç gündür eskisine göre çok daha ılımlı ve sevecen yaklaşıyorsunuz herkese, yüzünüzde çiçek açtıran birileri olmalı." dediğinde gözlerimi devirip yüzüne bakmaya devam ettim.


"Nerden çıkarıyorsun böyle şeyleri anlamıyorum ki!" diyerek arkamı dönüp gidiyordum ki sesiyle tekrar duraksadım.


"Ezra hanım misafiriniz geldi."


Gözlerimi çevirip gelen kişiye baktığımda gördüğüm manzara ise neredeyse çığlık atmama sebep olacaktı.

Yüzü gözü morarmış, yaklaşık 1.60 boylarında kumral beyaz tenli bir kadın tam karşımda duruyordu.


Bir kaç adımda yanına gittim. "İyi misiniz?" dediğimde ellerini önünde birleştirip kafasını yere eğdi. "İyiyim."


"Size kim yaptı bunu?"


Bir süre sessiz kalıp ağır ağır başını kaldırarak gözlerimin içine bakarak "İçeride oturan adam." dediğinde neredeyse kafam kopacak şekilde içerideki koltukta oturan adama bakmıştım.


"Buyrun geçelim istiyorsanız?" dediğimde beni onaylaması ile birlikte içeriye girip yerime oturdum.


Onur Bey gelen kadını görmesiyle ayağa kalkıp bir kaç adımda yanına gitti. Ellerini nazikçe kadının saçlarına dokundurup okşadı. "Sevda'm, güzel karım, ne oldu sana böyle?" dediğinde kadınla göz göze geldik.


Bir kaç saniye öyle durup dudaklarını araladığında ben merakla olan biteni anlamaya çalışıyordum. Kadın, ona dokunan eşinin elini tutup kendinden uzaklaştırarak masanın yanına yaklaştı. Kendini koltuğa bırakıp gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı.


Ayakta duran adam koşar adımlarla eşinin yanına gelip oturduğunda kadın konuşmaya başladı. "Rica etsem sadece ikimiz konuşabilir miyiz?"


Gözleri kapalıydı ama sorusu bana yönelikti.


Gözlerim yanında oturmuş ona endişe ile bakan adama kaydığında sinirle eşine bakıyordu. "Ne demek sadece ikiniz konuşmak?" diyerek ayağa kalktı. "Hani bizim birbimizden gizlimiz saklımız yoktu?"


Kadın kafasını adama çevirip kocaman gülümsedi. "Abin arabanın yanında seni bekliyormuş o yüzden dedim yoksa kalmak istiyorsan kalabilirsin hayatım." dediğinde tam olarak şu an burada ne yaşandığını idrak etmeye çalışıyordum.


"Millet deliye hasret biz akıllıya!"


"Parayla arasan bulamazsın bu kadar deli insanı bir arada. Çekirdeğim nerede ayol!"


Adam duyduklarından sonra koşar adım odadan çıkıp gittiğinde şimdi baş başa kalmıştık. Gözlerim çaprazımda oturan kadına döndüğünde onun gözleri az önce giden adamın çıkmış olduğu kapıdaydı.


"Hasta olan aslında Onur Bey değil mi?" dediğimde kadın bakışlarını bana çevirip kafasını salladı.


"Sorun ne tam olarak?" diyerek bir soru yönelttiğimde aslında emin olduğum şeyleri bir de yakınından duymak istiyordum.


"Son bir kaç aydır delirdi resmen!" diyerek sesli bir isyan bıraktığında sesimi çıkarmadan onu dinliyordum. "O kadar dengesiz davranıyor ki ne zaman ne yapacağını inanın kestiremiyorum Ezra hanım."


"Anlattığınız şeyleri yardımcı olmam açısından benim için biraz daha açar mısınız lütfen?" dediğimde onaylayıp konuşmaya başladı.


"Aslında bir abisi yok Onur'un." dediğinde kendimi oturduğum sandalyede geriye yasladım. "Hiç de olmadı. Yani onunkisi bir kayıp sonrası travma ve benzeri bir şeyde değil."


"Bir bedende iki kişi taşıyormuş gibi davranıyor. Ama sanki biri geldiğinde diğerinin ne yaptığını asla hatırlamıyor." diyerek gözlerime baktı. "Çok güzel giden bir evliliğimiz vardı bizim. Ne zamanki sıkıntıları arttı Onur o zaman değişmeye başladı."


"İlk tepkisi ne zaman olmuştu?"


"Yaklaşık 2 hafta önce halisülasyonlar görmeye başladığında. Bunu ona söylediğimde benim delirdiğimi kendisinin bir şey göremediğini iddia etti." Diyerek bir kaç saniye duraksayıp ardından devam etti. "Ama sonrasında dengesiz davranışları arttı ve evin içinde kendi kendine kavgalar etmeye başladı."


"Şiddet ne zaman başladı peki?" dediğimde elleri refleks olarak yüzüne gitti.


"Bir haftadır var. Kendi bedenindeki diğer kişiliğini abisi sanıyor. Ve ne zaman bir şeye canı sıkılsa o kişiliği ortaya çıkıyor."


"Bana bundan bahsettiğinde abim eşimi odaya çekip onunla konuşuyor demişti."


Dediğim şeyleri onaylayıp devam etti. "Tam olarak öyle davranıyor zaten. Bir nevi o kişiliğini kendini korumak için kullanıyor gibi sıkıntısını unutana kadar o sert Onur geliyor." diyerek ağlamaya başladığında masadaki suyu açıp uzattım.


"Daha iyi misiniz?"


"Evet teşekkür ederim." diyerek suyu masaya bırakıp tekrar devam etti. "Ama benim sevdiğim adam böyle değild-"


"İsterseniz biraz ara verebiliriz Sevda hanım. Bu kadar zorlamamız sizin içinde iyi değil çünkü." dediğimde kafasını sallayıp dudaklarını bir kez daha araladı.


"Olmaz her şeyi anlatmam gerekiyor. Daha geç olmadan müdahele etmemiz gerekiyor." dediğinde kafamı sallayıp dinlemeye devam ettim.


"Dediğim gibi benim sevip evlendiğim adam bu değildi Ezra hanım. Toplumum kırıcı tabuları her insanı yaralıyor ama benim kocamı parçaladı." dediğinde içimde bir şeylerin koptuğunu hissetmiştim.


Ne kadar da doğru bir sözdü oysaki. "Toplumun tabuları her insanı yaralıyor, ama benim kocamı parçaladı."


Travmalar insan psikolojisini alt üst eder, kendi kişiliği dışındaki bedenlere sokardı. İnsan bir anda değişmez aslında aşama aşama gider ve biz çok sonradan fark ederdik.


"Sevda hanım, eşinizin yaşadığı durum şu an bir nevi kendini koruma mekanizması. Daha önce de bu tür hastalarım oldu. Geçmişinde yaşadığı travmalar ileriki yaşlarda tetiklendiğinde beyinleri onları korumak için yeni kişilikler çıkarıyor ortaya."


Ağlamaktan gözleri kızarmış kadın burnunu çekip ağır ağır kafasını salladı. Derin bir iç çekip tüm bedeniyle bana döndü. "Bununla nasıl baş edeceğimi bilmiyorum, ne yapmam gerekiyor yardım edin lütfen bana."


"Açık olmam gerekirse hepimiz için çok zor bir süreç olacak gerçekten belki de olumlu sonuçlar alana kadar birbirinden farklı kişilikler de çıkabilir ortaya. Ben Onur Beyle seanslarıma başlayacağım ama hepimiz ilerleyen zamanlarda göreceğiz sonucu. Siz sadece travmasını tetikleyecek şeyler yapmaktan kaçının olur mu? Olabildiğince ılımlı yaklaşmakta fayda var."


Sözlerimi bitirdiğimde ayağa kalkıp üzerine çeki düzen verdi. Alnına düşen bir kaç tutam saçı kabuk tutmuş yaralı parmaklarının yardımıyla kulağının arkasına iteledi. Yüzüne yerleştirdiği hafif buruk bir tebessümle çantasını omzuna takıp birkaç adım geriledi. "Teşekkür ederim, görüşmek üzere yani umarım."


Sevda hanım hızla odadan çıkıp gittiğinde gözlerimi kapatıp kafamı geriye yasladım. Hayat hiç kimseye adil davranmıyordu. Ve yaşadığımız hiçbir şey diğerine merhem değil zehir oluyordu.


Bir şeyler kötü gitmeye başladığında ise insanlar onun önüne geçemeyeceğini düşünür. Sanki takıldığımız bir taş yol boyunca hep ayaklarımızın altında gibi bizi rahatsız edip durur. Ama ne düşünürsek ne hissedersek hayatımıza bunu çekeriz.


Belki de iyileşmek, iyi olmaktan geçiyordur.


"Lanet uyandığında ne olacak?"


"Lanet asla uyanmayacak Asfar!"


"Kendini böyle kandırmaya devam et sen Ravza, kızın kalbi çürüyor ve hiç biriniz kılınızı kıpırdatmıyorsunuz!"


Kafamdaki sesler gözlerimi açmama sebep olduğunda kaşlarımı çattım. Son günlerde beynim isteğim dışında o kadar çok çalışıyordu ki bazen hiçbir şey yapmasam bile sırf bu sesler ve sanrılar yüzünden günlerce koşmuşum gibi yoruluyordum.


"Kızın kalbinin çürüdüğü falan yok, Salak varlık bir kaç şey zırvaladı sende yedin."


"Ben hiçbir şey söylemiyorum Ravza. Lanetlenen her ruh bir gün lanetin yapıldığı yere döner ölü ya da diri. Bildiğimiz şeylerin zıttını söyleyerek gerçeği ortadan kaldırmış olmayız."


Bildiğimiz şeylerin zıttını söyleyerek gerçekten de gerçeği ortadan kaldıramazdık. Ama ya gerçek sandıklarımız bile bir yalandan ibaretse?


Gözlerim yavaş yavaş kapanmaya başladığında istemsiz şekilde başımı dik tutamadım ve kafam sağıma düştü. Uykuya dalmadan önce gördüğüm şey ise mutfakta delirmiş gibi et yiyen o iğrenç yaratıktı.


"Ervam ruhunu istiyor. Emaneti verme zamanı kızıl."


*****


Gözlerimi açtığımda neredeyse kafayı yiyecektim. Kendimi ormanda bulmuştum. Gözlerimi kapattığımda en son odada kafamı geriye yasladığımı hatırlıyordum. Şimdi burada ne işim vardı?


Yattığım yerden doğrulup hemen ayağa kalktım. Üzerime bulaşmış tüm tozları elimle silkeleyip kurtulduktan sonra kendi etrafımda dönüp nerede olduğumu çözmeye çalışıyordum.


"Kafayı yememek elde değil!"


Bir kaç adım atıp ileriyi görmeye çalışsam da nafileydi. Orman feci şekilde kötü kokuyor ve 3 tane yol ayrımı vardı. Birini seçip oradan gitmem gerekiyordu. Öyle ya da böyle bu yolu bulacaktık.


Bileğimdeki tokalardan birini alıp hemen yanımdaki ağaç dalına bağlayarak ilk yoldan gitmeye karar verdim.


Yol oldukça kuraktı. Hiçbir bitki hatta ağaç dahi yoktu. Bu yola girmeden önce karşınıza çiçeklerle dolu bir yol çıkacağını bile düşünebilirdiniz. Şahsen ben öyle düşünmüştüm.


Ama aksine çamur dolu bir yol bana ev sahipliği yapmıştı. Nerede olduğum hakkında hiçbir fikrim yoktu sadece yol boyunca gidiyor önüme işime yarayacak bir şey çıkana kadar da yürümeye devam edecektim.


Yaklaşık yirmi dakikalık bir yolun ardından uzaktan gördüğüm yeşillikle yüzümdeki mutluluğu gizleyemedim. Adımlarımı daha da hızlandırıp yolun sonuna ulaştığımda ise omuzlarım hayal kırıklığı ile çökmüştü. Başladığım noktaya geri dönmüştüm!


Gözlerim bıkkınca ağaca bağladığım tokaya kaydı. Derin bir nefes alıp en soldaki yola girme kararı almıştım. Omuzlarımı dikleştirip önüme gelen saçlarımı geriye atarak adımlarımı yola doğru çevirdim.


Kafamın içindeki binlerce düşünce bir bir gizli kaldığı odalardan çıkarken, ben ise tüm kargaşaya rağmen yola devam ediyordum.


Şu an neredeydim?


Buraya nasıl geldim?


Çıkışı bulabilecek miyim?


Gözlerimi yol etrafında gezdidirken ayağıma değen şeyle bakışlarımı aşağıya çevirip çığlık atmam bir oldu. Yerde tam ayağımın dibinde bir yılan yatıyordu ve bu yılan hiö öyle bildiğimiz yılanlara benzemiyordu.


Parlak derisinin üzerinde kirpi dikenleri gibi dikenler, kafasının üstünde antenleri ve ayakları vardı bunun! Sivri kırmızı dilini dişleri arasından geçire geçire yüzüme doğru tıslaması ile kendimi refleksle geriye doğru attım. Bu neydi böyle!


Annemin küçükken bana taktığı kolye boynumda yavaş yavaş ısınırken kalbimin ağrısı göğüs kafesimdeki yerini çoktan almıştı. Kanım deli gibi kaynarken ayaklarımın altı sanki saatlerce oturmuşum gibi karıncalanmaya başlamıştı. Deli gibi gözlerimi etrafımda gezdirip ne yapacağımı düşünürken gözlerim yılana kaydı. Usul usul bana dığru süzülürken dişleri adeta dilini kesiyor ve her temasında dili yarılarak ağzından kan akıyordu. Gözlerindeki kırmızılık gittikçe artarken ben arkamda duyduğum sesle kafamı geriye çevirdim.


"Merhaba!" Bir kaç adım daha atıp hemen arkama dönüp gelen kişiye baktığımda kaşlarım çatılmıştı. Bu da kimdi şu an sırası mı!


"Merhaba?" diyerek biraz daha ona adımlayarak kendimi yılandan uzaklaştırdım ve karşımdaki kadına doğru ilerledim. Yılanın varlığı beni oldukça gererken sanki o hiç yokmuş gibi karşımdaki kadını süzdüm.


Sarışın, yaklaşık 1.60 boylarında dışarıdan oldukça çıtkırıldım birine benziyordu. Buğday tenine uyan kahve gözleri ışıl ışıl sevgiyle parlıyor enerjisi size istemsiz gülümseme nedeni oluşturuyordu. Küçük ama hafif kemerli burnu ve minik dudaklar ile çok sempatik bir görüntüye sahipti.


"Ne işiniz var burada?" sesiyle tekrar kendime gelirken kaşlarımı çatıp tekrardan ayaklarımın yanına gelmiş olan yılana kaydı gözlerim. Ben bir kaç saniye yılana odaklanmışken karşımdaki kadın tuhaf şeyler mırıldanmaya başlayarak dikkatimi çekmeyi başarmıştı.


Gözlerim onu bulduğunda yere doğru çökmüş iki ayağı üzerinde duruyordu. Elini toprağa doğru uzatmış ve doğrudan yılana bakıyordu.


"O retpiteo terrae dormientis, ad me flutieot."


{ey uyuyan sürüngen! Ak bana. }


Sözlerini bitirir bitirmez yılan başını kadına doğru çevirip usul usul ona doğru yaklaşmaya başladı. Ben şaşkınlıkla olanları izlerken kaşlarım artık çatılmaktan başımı ağrıtmıştı.


Yılan kısa sürede genç kadının yanına doğru gidip önce kafasını avuç içine koyarak yavaş yavaş koluna doğru yol aldı. Parlak teni kadının tenine temas ettikçe içimde bir yerde midemin kıpırdandığını hissettim.


Yılan tamamen gövdesiyle kadının koluna dolandığında genç kadın ince parmaklarından birini yılanın başına doğru götürüp başını okşadı. Yılan onun bu hareketine karşılık uzun ince gözlerini kapatıp kafasını koluna yaslayarak bedenini daha da sıktı. Kadın ise kafasını yılana yaslayıp bir kaç sessiz kelimeler daha söyleyip bir kaç saniye duraksadı. Yılan bir kaç tıslama ardından tekrar eski haline dönerken kadının gözleri hızlıca beni buldu. Kahve gözleri adeta masmavi olmuştu.


"Ne yaptın sen az önce?" dediğimde yılan bir anda uyanıp tıslayarak bana doğru döndü. Ben yerimde irkilip bir adım gerilediğimde genç kadın tekrardan dudaklarını aralayıp yılana doğru yaklaştı.


"Unen mietscherenked"

{sakin ol}


Yılan eski haline dönerken kadın gözlerini bana çevirip kafasını önemsizce salladı. Kolyem hala boynumda ısınmaya devam ederken bu sefer sanki damarlarımdaki tüm kan vücudumu geziyordu. Ne oluyor bana böyle?


"İsmin ne?"


Dilimi dudaklarımda gezdirip kollarımı göğsümde birleştirerek tam karşımdaki kadına doğru baktım.


"Ezra," gözlerim bşr kez daha yılana kaydı. "Ezra Başer."


İsmim dudaklarımdan çıkar çıkmaz yılan delirmiş gibi genç kadının kollarından atlayıp bana doğru geldi. İşte o an beklemediğim bir güç ayak tabanımdan beynime kadar ışık hızında gidip bir anda kalbimi öyle bir acıttı ki ben ayakta durmakta zorluk çekip elimi yanımdaki ağaca yaslayarak güç aldım.


Kafamın içi ateşten kaynarken ellerim ve ayaklarımdaki karıncalanma artıyordu. Yılan bana doğru yerde sürtündükçe adeta şişiyor parlak teni üzerindeki dikenler sanki tüm derimi parçalamak ister gibi gözüme gözüme çarpıyordu.

İşte o an boynumdaki kolye öyle bir parladı ki gözlerime far değmiş gibi kollarımı yüzüme siper ederek geriye adımladım. Kulaklarım çınlıyor kafamın içinde sular kaynıyor gibi hissediyordum.


Kocaman bir ses yankılandığında daha fazla ayakta duramayıo kendimi yere atıp öğürerek kusmaya başladığımda tam gözümün önüne düşen bir deri parçasıyla çığlık atarak geriye sendeledim.


Kafamı yerden kaldırıp karşımdakş kadına baktığımda şok olmuş bir şekilde bir bana bir de etraftaki yılan derilerine bakıyordu.


Yılan derisi mi? O nereden çıkmıştı şimdi?


Gözlerim ateş gibi yanmaya başladığında kendimi daha fazla dik tutamayarak geriye doğru saldım. Sanki dev vir solucan vücuduma girmiş ve her yerimde geziniyor gibi hissediyordum. Kan akışım oldukça hızlanmış ve çevremdeki bütğn sesleri bir anda duyar olmuştum.


Gözlerim kapalı ama bilincim hala yerindeydi. Kafamın içinde binlerce ses yerini alırken ben sadece bir tane sese odaklanmaya çalıştım.


Yanıma gelen sarışın kadının sesini kafamda netleştirip gözlerimi açtığımda endişeli yüzü gözlerimin önünde belirdi.


"İyi misin?" diyerek yüzüme eğildiğinde ellerini tenime koyup çığlık atarak geri çekilmesi bir olmuştu.


Derin bir nefes alıp tam dudaklarımı aralayacakken kalbimin tık sesi tüm ormanı doldurmuştu sanki.


********


"Nerede buldun onu?"


"Ne saçma güvenip buraya mı getirdin?"


"Ne yapmamı bekliyordun Mete, öylece orada mı bırakacaktım?"


Çevremde duyduğum seslerle kaşlarımı çatıp gözlerimi aralamaya başladım. Kafam fena ağrıyor neredeyse çatlayacak gibi zonkluyordu.


Gözlerime gelen loş ışık görüş açımı netleyemese de bir kaç kez kırpıştırıp kendim için en iyi görüş açısını ayarlamıştım.


Gözlerim tamamen açıldığında tam kafamın üstündeki üç tane yüzle irkilip ayağa kalktım. Son zamanlarda oldukça ani tepkiler vermeye başlamıştım ve bu hareketler hiç benlik değildi!


Deliriyor muydum acaba?


"Uyandı!" Kulağımın dibindeki yüksek sesle kafamı sesin geldiği yöne çevirdim. Ormanda gördüğüm sarışın genç kadın şu an tam karşımda dizleri üzerine çökmüş yanımda oturuyordu. Meraklı gözleri tüm yüzümü gezinirken hızlıca dudaklarını araladı. "İyi misin?"


Kafamı aşağı yukarı sallayıp gözlerimi kapatıp açtım. "Neredeyim ve en önemlisi sizler kimsiniz?" diyerek gözlerimi kadının arka tarafında kalan iki adama çevirdim.


Biri genç kadının hemen yanında oturmuş yüzümğ inceliyordu. Kadınınki kadar olmasada sarı parlak saçları, mavi gözleri ve bir yapay bebek gibi olan bembeyaz teni şaşırmama neden olmuştu. İlk defa bu kadar beyaz tenli birini görüyordum. O ölü olabilir miydi acaba?


Gözlerim yüzünden vücuduna kaydığında sıska bedeni beni dumura uğratmıştı. Yüzüne tezat olarak oldukça zayıf bir bedeni vardı. Tek eliyle sürekli gözündeki burnuna düşen gözlüğünü düzeltiyor gözlerini tüm yüzümde gezdirip duruyordu.


"Asmin su mu versek acaba, Dilini falan yutmuş olmasın baktın mı diline?" diyerek sağ ve sol elinin işaret parmaklarını bir kanca gibi tutarak yüzüme doğru yöneldiğinde kaşlarımı çatıp kafamı geriye çektim. Bunu yapan bir kaç adım arkada kalan diğer adamdı.


Sarışın olan adama oranla bu daha yapılı bir vücuda sahipti. İlk görür görmez büyük kasları dikkatinizi çekebilirdi. Esmer teni, siyah saçları, uzun boyu ve dövmeli kollarıyla ilk bakışta size kafes dövüşçülerini anımsatabilirdi.


Genç kadın oturduğu yerden sıçrayıp konuşan adamın ellerine vurarak ayağa kalktı. "Ne saçmalıyorsun sen Yiğit!" diyerek onu omuzlarından iterek benden uzaklaştırıp bir kaç adım ötedeki suyu alarak bana uzattı.


"Su ister misin?" Gözlerim bir yüzüne bir elinde tuttuğu bardağa kaydığında üçü de dikkatlice beni izliyordu. Oturduğum yerden ayağa kalkıp omuzlarımı dikleştirerek kollarımı göğsümde birleştirdim.


"Bu kaçık yerden ve sizden tam olarak nasıl kurtulurum?" dediğimde üçü de şok olmuş şekilde yüzüme bakıyordu. Bir kaç saniye söylediklerimi düşünüp ne kaçırmış olabileceğimi anlamaya çalıştım.


"Öyle bir seçenek varsa bize de öğret kızıl." duyduğum sesle kafamı yana doğru eğip kapı eşiğine omuzlarını yaslamış ve kollarını göğsünde birleştirmiş adama baktım. Ne zamandır oradaydı o?


Vücudunu yasladığı yerden doğrulup göğsünde birleştirdiği kollarını ceplerine sokarak yavaş adımlarla odanın ortasına kadar gelip genç kadının yanında durdu. Gözleri ayak uçlarımdan saç diplerime kadar tüm vücudumu süzdüğünde omuzlarımı daha da dikleştirip gözlerine doğru baktım.


Bu tanıdık hissi de neydi böyle? Onda beni rahatsız eden şeyler vardı ama ne? Daha önce onu bir yerde görmüş müydüm? İmkanı yok! Peki ya şu an damarlarımda gezinen bu his de neyin nesiydi?


"Zira bu kaçık yerden kurtulmak isteyen tek kişi sen değilsin." diyerek bir kaç adımda az önce kalktığım yere oturup bir bacağını kırarak diğerinin üzerine atıp oturduğu yerde daha da yayıldı. Diğer iki adam da onun yanına kurulduğunda ayakta sarışınla ikimiz kalmıştık.


Gözlerimi devirip önüme dönerek sokak kapısına doğru adımladım. Elim kapı kulpunu tuttuğunda gemç kadının yanımda beliren bedeni beni engellemişti. "Nereye gidiyorsun?"


Gözlerim ellerimin üzerine yerleştirdiği ellerine kaydığında hızlıca ellerini çekip benden uzaklaştı. İki elini da havaya kaldırıp bir kaç adım gerileyerek arkada oturan üçlüye bakıp tekrar bana döndü. "Saat çok geç oldu nereye gideceksin bu saatte? Hem... hem biliyor musun ki buraları?"


Omuzlarımı silkip kapıyı araladım. "Önemi yok bilmiyorsam da öğrenirim ." dediğimde arkadan iki kıkırtı duymamla kafamı hızlıca o yöne çevirdim. Az önce kadının isimlerini söylediği Mete ve Yiğit sırıtarak bana bakıyorlardı. Diğeri ise sadece oturmuş sessizce beni izliyordu.


Esmer tenli adam -isminin Yiğit olduğunu öğrendiğim- yerinden kalkıp bir kaç koca adımda yanıma geldi.Sağ elini pantolunun cebine sokup hafifçe yüzüme doğru eğildi. "Biz yapmadık mı sanıyorsun? Bir akıllı sen misin bacım!" dediğinde sarışın kadın koluyla karnına vurdu. Adama tık etmezken ağzının içinde bir kaç şey geveleyip evin içindeki odaya doğru ilerledi.


Ben gözlerimi karşımdaki kadına çevirip dudaklarımı aralayarak ona yaklaştım. "Eminim bir çıkış yolu vardır bulacağım ve hatta... hatta şu üç ahmak olmasa bile seni de kurtaracağım iyiliğin için." diyerek geri çekildim.


Kadının gözleri ışıltı ile parlarken dudağının kenarında hafif bir tebessüm belirdi. Histerik bir gülümseme ile konuşmaya başladı. "Düşüncen için gerçekten teşekkür ederim hatta hevesini de kırmak istemiyorum ama öyle bir yol yok. Defalarca denedik bak yine buradayız." diyerek kollarını iki yana açtı.


Bıkkınca nefesimi verip "Geliyor musun gelmiyor musun?" dediğimde kafasını eğip sağa sola salladı. "Bence sen de gitmemelisin bize güvenemezsin ama dışarı buradan daha tehlikeli senin için." dediğinde omzumu silkip saçlarımı geriye ittim.


"Ben nelerle baş ettim emin ol bunun da bir yolunu bulacağım ve bu tuhaf yerden defolup gideceğim!" diyerek kapı kulpunu tutup kendimi dışarıya attım.


Derince bir nefes alıp gözlerimi etrafta gezdirerek gözlerimi kapatıp açtım. "Pekâla bakalım nereden başlayabiliriz?"


"Telefonum?" Elim cebime gitti. "Yok!"


Herhangi bir ışık kaynağı? Gözlerimi çevrede gezdirdim etraf zifiri karanlıktı ve ay cılız cılız ortamı aydınlatıyordu. "O da yok!"


"Kendimi koruyabileceğim herhangi bir şey?" diyerek kaşlarımı çattım. "Güzel o da yok!"


Olsun kızım başarabiliriz dünya yuvarlak sonuçta en kötü başladığım yere geri dönerim!


Adımlarımı hızlandırıp biraz ilerledikten sonra beni getirdikleri eve göz gezdirdim. Harabeden farkı yoktu! İçerisine çok göz atma fırsatım olmamıştı ama dışarısı yıkılıyordu.


Çatısı kırık, pencerelerindeki perdelerin yırtıklığı dışarıdan bile belli oluyordu. Bakımsız bir kaç basmak merdiveni bile sarmaşıklar kaplamıştı.


Gözlerimi devirip "orada oturup kaçık hikayenize kendinizi inandırmaya devam edin!" diyerek yönümü ormana çevirip adımlarımı hızlandırdım.


Yaklaşık yarım saatlik yolculuğun ardından bir sürü yerden geçmiş ve sonunda kendimi açık bir alanda bulmuştum. Fena yorulmuştum ama eminim bana yardım edecek birilerini bulacaktım.


Adımlarımı daha da hızlandırıp ileride cılız cılız ışığı yanan eve doğru neredeyse koşmaya başlamıştım. Saat belki de çoktan gecenin dördüne yaklaşmıştı. Ama pes etmeyecektim. Her ne halttan bir yerdeysem evime gidip duşumu alıp sıcak yatağımda yatıp bunun bir rüya olduğuna kendimi inandırmak istiyordum.


Önüne geldiğim evin tam karşısında durup derin derin nefesler almaya başladım. Gözlerim evi taradığında ev oldukça bakımlı duruyordu. Pencere kenarlarındaki ahşap çiçeklikler seramik vazolarla dolu gibi gözüküyordu. En azından burnuma gelen mis gibi çiçek kokusundan bunu anlamıştım.


Evin hemen kapı girişi bir ahşap kapı ve minik bir çitle çevriliydi. Bunun tamamen dekor olarak yapıldığını düşünüyordum çünkü ne bu kapı ne de çit dışarıdan gelecek herhangi bir şeye karşı onları korumazdı. Kapının önüne geldiğimde ayın parlattığı kadar gördüğüm kadarıyla üzerindeki simgeye odaklanmaya çalıştım.


Kapı tokmağının çevresi bir demirden sarmaşıkla karışık desenle kaplıydı. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes alarak elimi kapı tokmağına uzatıp üç kez tıklattım.


İçeriden gelen adım sesleri haycanlanmama sebebp olurken ellerimi pantolumun üzerine silerek omuzlarımı dikleştirdim. Kapı açıldığında ise gördüğüm yüzle neredeyse küfür edecektim.


Kolunu kapı pervazına koymuş sırıtarak bana bakan adamla kaşlarımı çatıp bir kaç adım gerileyerek eve baktım. Gözlerim fal taşı gibi açılırken ellerimi gözlerime götürüp bir kaç defa ovuşturup tekrar açtım. Ama hiçbir şeye yaramamıştı bu yaptığım.


Az önce gördüğüm o bakımlı ev birden gitmiş yerini en başta gözümü açtığım eve bırakmıştı. Tekrar başladığım yere dönmekten çok şu an sırırtarak bana bakan adamın yüzündeki zevk daha da delirmeme neden oluyordu.


"Hiç gelmeyeceksin sanmıştık." dediğinde bacağını bir diğerinin önüne koyup sırıtışını daha da büyüttü.


"Arsız herif!" diyerek arkamı dönüp giderken sesi kulağıma gelse de onu duymazdan gelmiştim.


"Hey kızıl! Nereye gidiyorsun?"


Ağzımın içinden "Ebenin a*ına!" diye mırıldanarak adımlarımı daha da hızlandırıp bu sefer evin etrafından dolanıp arka taraftaki ormana doğru yürümeye başladım. Buradan bir çıkış vardı ve ben onu bulacaktım. Defalarca aynı yere gelip başa sarmam gerekecek olsa bile onu yapacaktım!


Kendi kendime yürürken bir şeye çarpmamla bedenim geriye savrulacakken bir elin belimi sarması ile gözlerimi açtım.


"Sen az önce bana küfür mü ettin?" diyerek kocaman sırıtışı ile gözlerime bakan adam neredeyse delirmeme sebep olacaktı. Kafamı sağa çevirip tekrar yüzüne odaklandım.


"Ben hanımefendi bir kadınım, bak bana bakalım öyle iğrenç kelimeleri bana yakıştırıyor musun sen hiç?" dediğimde elleri hala belimdeyken kafasını hafifçe geriye çekip beni baştan aşağı süzerek dudaklarına belli belirsiz bir tebessüm yerleştirdi.


"Fena kadın değilsin teorik olarak ama bu kulaklarımın beni yanlış duyduğuna inandıramaz." diyerek ellerini gevşetip beni bir anda yere bırakmasıyla kendimi kalçamın üzerinde yerde bulmuştum. Kendini bir kaç adım uzaklaştırıp ellerini cebine sokup sırıtarak yüzüme baktı. "Hele de o küfürünü duymamam? İmkansız kızıl, imkansız."


Ellerimi sertçe yere vurup ayağa kalkarak tam dibine girdim. Bir adım daha atsa burunlarımız birbirine değecekken ellerini cebinden çıkarmadan bir geri adım atıp dilini damağına vurup yine sırıttı. "Hırçın kadın severim ama enerjini burada harcamasan mı diyorum ." diyerek göz kırptığında neredeyse yumruğumu suratına geçirecektim.


Dişlerimi sıkıp arkamı dönüp gidecekken bir el ensemden tutup beni olduğum yere sabitlediğinde öylece kalakalmıştım. Bedenini bana yaklaştırdığını hissettiğimde kulağıma eğildiğini sıcak nefesinin boynuma değmesinden anlamıştım. "Bana bak kızıl! Hayatın, canın, nereye gideceğin, başına ne geleceği zerre umurumda değil!" diyerek ellerini ensemden çekip tam karşıma geçtiğinde gözleri direkt gözlerimin içine içine bakıyordu. Yüzünü hafifçe bana yaklaştırıp "Bana lanetin lazım ve sen bir süre hiçbir cehenneme gidemezsin!"


O arkasını dönüp giderken ben öylece kalıp ne dediğini anlamaya çalışıyordum. Attığı bir kaç adımdan sonra duraksayıp arkasını dönmeden "Orada öyle bekleyeceğine takıl peşime." diyerek ekledi.


Kollarımı göğsümde birleştirip kafamı sağa çevirip sesimi onun duyabileceği kadar yükselterek dudaklarımı araladım. "Ben o harabe yere gelmeyeceğim, istersen ağaca bağla ama ben oraya adımımı atmayacağım!"


Kafasını omzunun üzerinden bana çevirip yine o pis sırıtışını göndererek yüzüme baktı. "Keyfin bilir." diyerek birkaç adımda gözden kaybolup eve girdi. Sokak kapısının sesi kulaklarıma dolduğunda ben hâlâ olduğum yerde bekliyordum.Kararlıydım tekrar oraya gitmeyecektim. Ama bu saatten sonra da ormana gidi-


Gelen sesle kafamı sola çevirip sırıtarak başını pemcereden çıkarmış adama baktım. "Gelmemekte hâlâ kararlı mısın kızıl?" dediğinde kafamı sallayıp yönümü onu göremeyeceğim bir tarafa çevirdim.


"Yine söylüyorum keyfin bilir ama sonra gelip bana ağlama uyuyacağım ve uykumun bölünmesini hiç sevmem." diyerek kafasını içeriye soktu. "Kararında netsen gidip uyuyacağım eşlik etmek istersin diye dedim." demesiyle hızlıca kafamı ona doğru çevirmemle kahkaha atıp ellerini yukarı kaldırdı.


"Şakaydı sadece tepkini ölçmek istedim."


"Defol pislik herif!" diyerek adım atmaya başladım. Benim yürümemle son kez seslenip pemcereyi kapatarak içeri girdi. " O yöne gidersen yaklaşık kırk dakika sonra miyonklar güzel bir ziyafet çekebilir.Bu da kıyağım olsun sana."


Neyonk demişti o? Amacı sadece beni korkutmak olabilir miydi diye düşünürken yine ayaklarım ve kollarım uyuşmaya başladığında nabzım hızlıca artmaya başlamıştı.


Burnum fena halde hassaslaşmış olmalıydı yoksa uzaktan gelen kokuları bu kadar net anımsamam normal değildi. İşaret ve baş parmağımı kullanarak burnumu kapatıp eve doğru yürürken içeriye girmemekte kararlıydım. Tamam çıkış yolunu bulacaktım ama bile bile de canımı tehlikeye atamazdım öyle değil mi?


Ormanın içinden gelen patırtılar hızlıca artarken evin sağ yanına geçip çatıya çıkabileceğim bir kaç şey aramaya koyuldum. Kokular gittikçe ağırlaşırken neredeyse ben kusacaktım.


Elimi evin ahşap duvarında gezdirip bulduğum çıkıntılarla yolumu çizerken burnuma gelen kokuyla duraksadım ve elimi rastgele gezdirmeye başladım. Elim bir kovaya girdiğinde bir kaç şeyi alıp kucağıma koyup adım adım kendimi yukarı iterek sonunda çatıya çıkmıştım.


Kucağımdaki şeyleri burnuma yaklaştırdığımda onların bir armut olduğunu kokusundan anlamıştım. İçlerinden birini alıp güzelce kıyafetime silip bir ısırık alırken kulaklarım hala ormandan gelen seslerdeydi.


Kalp atışım durduk yere hızlanırken, midem yine aynı şekilde kasılmaya devam ediyordu. Anlaşılan o ki buradan kurtulana kadar bunları yaşayacaktım. O güç yine vücuduma işlerken boynumdaki kolyenin cılız ışığı birkaç kez yanıp söndü. Ardından öyle bir ses duyuldu ki orman yerinden oynayıp tekrar yerleşmiş gibiydi . Bu da neydi böyle!


Gözlerim tüm ormanı tararken uzaktan gördüğüm toplu karartı gözlerimi kısmama neden oldu. Onlar da neydi öyle ? Karartı gittikçe eve doğru yaklaşırken kolyem fena halde ısınmış boynumu yakıyordu. Elim kolyeme gidip onu kavradığında çok yüksek renkli bir ışık parlayıp evi kapsayıp geri söndüğünde ben neredeyse kafayı yemek üzereydim.


Gördüklerimin bir rüya olup bu rüyadan uyandığımda ise kendimi tımarhaneye yatıracağıma dair kararlar almıştım.


Yerin sallanması ile oturduğum yerde zıplayıp tekrar aynı yere düştüğümde ne olduğunu anlamak için kafamı hafifçe eğerek evin çevresine baktım. Gözlerim kocaman açılırken ağzımdan istemsiz bir çığlık kaçmıştı.


Çığlığım tüm ormanda yankılanırken gördüklerim ise korkunun bedenime işlemesine neden olmuştu. Tam şu an yaklaşık yüze yakın simsiyah, kırmızı gözleri olan, sivri dişleri olan iğrenç yaratıklar evin çevresini kaplamıştı.


"Iyy ne iğrenç şeylersiniz siz öyle be!" diyerek kolyemi daha da sıkı kavrayıp yerimde kuruldum. "Hiç mi yıkanmadınız yahu!"


İğrenç varlıklardan bir tanesi fark etmişti sadece beni. Diğerleri evin etrafını turlayıp sivri boynuzları ile evin duvarlarını yıkmaya çalışsalar bile başarısız olup o bir tanesi durmuş gözlerime bakıyordu.


Bir an sadece bir an bana gülümsediğini zannedip gözlerimi kısarak yüzüne odaklandığımda karanlıktan hiçbir şey görememiştim. Kolyem artık elimi yakmaya başladığında rahatsızca kıpırdanıp bacaklarımı üst üste atıp çatının köşesine kuruldum.


O varlıkların ne yapmaya çalıştığını izlemeye karar vermiştim. Madem bu gecelik buradayım en azından tüm bu deliliklere ayak uydurayım diye geçirdim içimden.


Karanlığın içini yara yara bir insan ormandan çıktığında kaşlarımı çatıp odağımı ona verdim. Önünde evin çevresini sarmış varlıkları görmediği çok belliydi. Görmüş olsa elini kolunu sallaya sallaya onlara doğru yürümeye devam etmezdi.


Adamın kafasının üzerinden kırmızı bir ışık havaya doğru süzülürken damarlarımdaki kan bir anda fena halde ısınmıştı. Varlıklardan biri hareketlenip onu fark ettiğinde ise işte her şey o zaman başlamıştı.


Tüm varlıklar sanki çok cezbedici bir şey görmüş gibi delirerek ona doğru koşarken adam son anda fark ettiği şeyle geldiği yöne doğru kaçmaya çalışmıştı. Ama sanırım geç kalmıştı çünkü onlar çoktan adamın etrafını sarmış parlak gözlerle ona bakıyorlardı. Biri hariç.


O bir tanesi adamın yanına gitmemiş hala bana bakıyor gözlerini bir an bile çekmiyordu. Duyduğum çığlık sesiyle gözlerimi ondan ayırıp adama çevirdim.


Varlıklardan biri o kafasının üstündeki sivri boynuzu tam adamın kalbine geçirip onu acıyla inletirken diğerleri ise yavaş yavaş ona yaklaşmaya başlamışlardı. Kolyemin içindeki yeşil elmas haffçe hareket ettiğinde ne olduğunu çözmeye çalışırken uzun süredir beni izleyen o hayvan konuşmuştu.


Hayvan mı konuşmuştu?


"Dokunma Ezra. Hak ettiğini yaşıyor!" dediğinde kaşlarımı çatıp tanıdık sesin yüzünü seçmeye çalıştım ama karanlık izin vermedi.


Adam bir kez daha acıyla inlediğinde vücudundan öyle bir ışık yayıldı ki sanki tüm orman kıpkırmızı olmuştu. Varlıklar açlıktan delirmiş gibi adamın etini çeke çeke yerken diğeri sadece olanları izlemekle meşguldü.


Adamın kopan her uzuv bir parçası evin etrafına dağılırken gün yavaş yavaş ağarmaya başlamıştı. Evin etrafı iğrenç derecede kan ve et parçasıyla dolmuşken varlıklar bir bir ormana doğru kaçmaya başladı. Kapının açılma sesiyle son varlıkta ormana doğru kaçtığında evden çıkan dörtlü şaşkınlıkla dört bir yana dağılmıştı.


Kulağıma ulaşan ilk ses sarışın kadının sesiydi. "Bu da ne!"


Bacak bacak üstüne oturmaktan ayaklarım uyuşmuştu bacaklarımı değiştirip elimde tuttuğum armuttan bir ısırık daha alıp kendimi geriye yaslayıp bir süre onları izlemek istedim.


Diğer iki erkek evin sağ ve sol etrafına doğru koştururken, sürekli sırıtan herif elini ensesine atıp kafasını bir o yana bir bu yana çevirip bir şeyleri tartıyor gibiydi. Olduğu yerde bir kaç adım atıp sarışın kadının yanına gittiğinde dikkatle onları izliyordum.


Kadın şok olmuş bir biçimde yerdeki et parçalarına bakarken kalan diğer ikili de gelip onların yanında yerini aldılar.


Esmer olan elini beline atıp "Evin arkasında bir şey yok dostum. Öylesine uğranmış ve ilk fırsatı değerlendirmiş gibiler." dediğinde sarışın kadın bir anda yanındaki kumral adama dönüp elini koluna koyarak yüzüne baktı. "Ezhan bu-bunlar ona ait değildir değil mi?" diyerek ağlamaya başladığında kaşlarımı çatıp armuttan bir ısırık daha aldım.


Gözlüklü adam,ismi Mete olmalıydı, yine sağ eliyle burnuna düşen gözlüğünü itip elini üzerindeki hırkanın cebine koyup ağzının içinde mırıldandı. "Yazık oldu kıza."


Hepsi bir anda ona dönüp baktığında korkarak bir kaç adım gerileyip dudaklarını araladı. "Yani şey.. ben demek istemiştim ki şey.." esmer olan çocuk yanına gelip elini omzuna koyarak sıvazladı ve önce göz ucuyla ağlayan kıza ardından tekrar ona dönerek konuştu. "Mete.. dostum biraz daha saçmalarsan yazık olan tek kişi o kadın olmayacak."


Madem bir kadına zarar geleceğini biliyordunuz neden müdahele etmediniz demek için ağzımı aralamıştım ki adının Ezhan olduğunu öğrendiğim-sürekli sırıtan adam- konuşmaya başladı.


"Mete'nin saçmaladığı falan yok haklı." diyerek gözlerini karşısındaki üç kişide gezdirip elini sarışın kadının koluna koyarak bir kaç kez sıvazladı. "O aptal kızılı uyarmıştım ben." dediğinde kaşlarımı çatarak elimde tuttuğum yarısı yenmiş armutu tam kafasına fırlattım. "Sensin aptal ahmak herif!" diyerek oturduğum yerden kalkıp ayakta durarak kollarımı göğsümde birleştirdim.


Sesimi duydukları anda dördü aynı anda bana döndüler. Esmer olan bir kahkaha patlattığında sarışın kadın göz yaşlarını silmekle meşguldü. Ezhan olduğu yerden adımlayıp durduğum yerin tam altına geldiğinde işaret parmağını havaya doğru sallayarak "Sen!" dediğinde gözleri baştan aşağı bedenimi süzmüştü. "Ne yapıyorsun orada?"


Omuzlarımı silkip "Sen keyfin bilir dememiş miydin?" diyerek omzuma dökülen saçlarımı geriye ittim."Keyfime bakıyorum işte."


"Ahmak kızıl! Sinir bozmaktan başka hiçbir şey yapmıyorsun." diyerek ağzının içinde söylene söylene içeriye doğru giderken Mete de onu takip ederek peşinden eve girdi.


Ben çatıda, Asmin ve Yiğit aşağıda birbimize bakıyorduk. Ellerimi birbirine çırparak bir ayağımı aşağı sallandırıp diğerini de yanına koyarak bir kaç adımda aşağı indim.


Annemin küçükken öğrettiği tek işe yarar şey bu olmalıydı sanırım.


Aşağı indiğimde karşımdaki iki çift göz merakla bana bakıyordu. Kollarımı göğsümde birleştirip kafamı sallayarak suratlarına baktım. "Sizin sorununuz ne tam olarak?"


Yiğit olduğu yerde kıpırdanıp omuzlarını kaldırıp indirerek dudağını aşağı doğru büzdü. "Dün gece bizim kaçık olduğumuzu söylerken oldukça aklı başında gözüküyordun."


Kaşlarımı çatarak dilimi dudaklarımın üzerinde gezdirdim. "Ne saçmalıyorsun ?"


Sarışın kız öne atılıp konuşmayı devraldığında bir eli omzuma gitti. Gözlerimi önce omzuma temas eden eline ardından yüzüne çıkarıp bir kaç adım gerileyerek yüzüne çıkardım. "Temas sevmem."


Sarışın kız panikle ellerini nereye koyacağını bilemez bir şekilde afallayıp toplanmaya başladığında gözleri yüzümde gizinip durdu. "Şey ben... özür dilerim çok düşüncesizim kusuruma bakma lütfen."


Yiğit bir kaç adımda yanına gelip ellerini omzuna yerleştirerek kızı kendisine çekerek kocaman kolları arasına aldı. Gözleri beni bulduğunda neredeyse on parçaya ayrılmıştım. "Uzatma Asmin. Kusura baktığını düşünmüyorum bu kadının !" diyerek kızın omuzlarından tutup arkaya doğru çevirdi. "Senden benden hatta ve hatta buradaki kaçık herkesten daha kaçık bu kadın!"


Gözlerimi devirip derince bir iç çektim. Hepsi içeri gitmiş, dışarıda tek kalmıştım. Hava çoktan aydınlanmaya başlamıştı. Gözlerimi bir süre etrafta gezdirip evin ahşap duvarına saplanmış olarak gördüğüm çakıyı alıp ayakkabımın içine attım.


"Pekala şansımızı bir kez daha deneriz" dediğimde adımlarım çoktan ormana doğru yol almıştı. "Sonuçta istisnalar da kaideye dahil öyle değil mi?"


****************


-BÖLÜM SONUUUU-


Her zaman gülümseyin çünkü gülümsemek her şeyi değiştirir. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere o zamana kadar kendinize iyi bakııınn🧚🏻‍♀️❤️

Loading...
0%