Yeni Üyelik
4.
Bölüm

Bölüm:4

@ciceks3nfonisi

Bölüm 4


" Delirmenin insanı yaşattığı söylenir; en azından bilinç kaybolduğu için daha az acı çekilir."

Victor Hugo-Bir İdam Mahkûmunun Son Günü'


Keyifli okumalarrr❤️


"Mizrap?" küçük kız oturduğu yerde doğrularak elinde tuttuğu minik papatyalara baktı.


"Hı?"


"İnsanlar neden çiçekleri bu kadar önemsiz görüp eziyorlar biliyor musun?" diyerek karşısında oturan çocuğa baktı.


Erkek çocuğu oturduğu yerde ellerini geriye doğru yaslayarak gözlerini kapatmış yüzünü güneşe çevirmişti. Derince bir nefes verip gözlerini aralayarak karşısındaki kıza çıkardı bakışlarını. "Hayır bilmiyorum nedenmiş?"


Kızıl saçlarını geriye atarak erkek çocuğuna bakarak kocaman gülümsedi minik Ezra. Omuzlarını belli belirsiz silkerek dudaklarını büzdü. "İnsanlar kolay ulaştıkları şeyin değerini anlamazlar. Bu hep böyledir zor hep çekici gelmiştir bize." dediğinde erkek çocuğu kaşlarını çatmıştı.


"Ne saçmalıyorsun Ezra, konumuzla ne alakası var bunun?"


"Kölesi oldukları şeyler için canlarını verirken, onları iyileştiren güzellikleri hep görmezden geliyorlar." diyerek elinde tuttuğu çiçeklerin yapraklarını bir bir koparmaya başladı. "Eğer bu çiçekler bir park yerine, müzede cam bir fanusta sergilenseydi binlerce insan onu görmek için sıraya girerdi. Çocukların oynadığı bir parkta olduğunda dönüp göz ucuyla bile bakma zahmetinde bulunmuyor kimse." diyerek kaşlarını çatmıştı.


"Ezra bazen o kadar saçma ama bir o kadar da mantıklı konuşuyorsun ki kalın kafanın içinden ne geçtiğini inan çözemiyorum." diyerek çocuk oturduğu yerden kalkarak ellerini birbirine çarparak görünür tozdan arınmıştı. "Sahi sen delirmiş olmayasın?"


Küçük kız sinirle karşısında sırıtan küçük çocuğa bakarken derin derin solumaya başlamıştı. "Mizrap hiçbir zaman dediklerimi ciddiye almıyorsun bir gün dediklerimi anladığında umarım hâlâ bir yerlerde o tas kafanla yaşıyor olursun!" diyerek arkasını dönüp parkın çıkışına doğru ilerledi.


Küçük çocuk bir kaç adımda kızı yakaladığında gülümseyerek kollarını kıza sardı. "Ezra, abiler kardeşlerine sevgilerini belli etmezler." diyerek tekrar ondan bir kaç adım uzaklaştı "Hatta bazen bilerek inatlaşırız ki sinirlendiğinizi görmek hoşumuza gider. Ama bunlar sizi anlamadığımız ya da hak vermediğimiz anlamına gelmez ufaklık!"


Minik kız gözlerini devirip kollarını göğsünde birleştirdi. "Sen benim abim falan değilsin Mizrap, bir de bu çıktı başımıza."


"Abinim ya Ezra!"


"Sümüklü abi." diyerek bir kahkaha patlattığında karşısındaki çocuk sinirden kıpkırmızı olmuştu. "Böyle abi mi olur be!"


"Ezra kes gülmeyi!"


Kız inatla gülmeye devam ederken çocuk kaşlarını çatıp çıkışa doğru ilerlemeye başladı. Minik kız kahkalarının arasından koşarak çocuğa yetişip koluna girdi.


"Mizrap, bazen arkadaşlar birbirine sevgilerini belli etmezler." diyerek yüzünü çocuğa doğru eğip kocaman gülümsedi. "Hatta bazen onları bilerek sinir ederiz ki o halleri çok komiğimize gider. Ama bu onları sevmediğimiz ya da zorbaladığımız anlamına gelmez. Her ne kadar sümüklü olsanız da koca adam!"


*********


"Of! Üstüm ahır kokuyor." diyerek inlediğimde gözlerim karşımdaki adama dönmüştü. Ellerimle olabildiğince saçlarımı düzeltmeye çalışmıştım. Hoş, başaramadığım karşımdaki adamın bana olan bakışlarından çok açıktı.


"Saçlarınla oynamayı bırak, yolunmuş tavuğa benziyorsun." Oturduğu yerde dikleşip gözleriyle baştan aşağı beni süzüp burnunu kırıştırdı. "Gözüme daha bir çirkin geldin bak şu an."


Gözlerimi devirip kollarımı göğsümde birleştirdim. "Beni bir çuval gibi arkaya fırlatmasaydın hanımefendi gibi görünebilirdim." diyerek sızlandığımda elimin üstüne konan böcekle çığlık atıp elimi boşluğa doğru sallayıp gözlerimi sıkıca kapattım. " Elimde bir kurbağa var! İmdat!"


Boşlukta sallanan elim bir anda durup gücüm kısıtlandığında gözlerimden birini yavaşça açtım. Tam karşımda durmuş kocaman elleriyle havada sallanan elimi bileğimden kavramış çatık kaşlarla bana bakan adama sıratarak bakıp gözlerimi tamamen araladım. "Abartma sadece bir hamamböceğiydi o!"


"Bu kurbağa olduğu gerçeğini değiştirmez ama." dediğimde inanamayarak gözlerini bana çevirdi. "Bana bak kadın!" diyerek üzerime doğru yürüdüğünde kaşlarımı çatıp omuzlarımı dikleştirdim. "Yardım istedin,bende yardım ettim. Kafa mı buluyorsun yoksa sahiden deli misin?"


Kötü görünen saçlarımı sanki özenle maşalamışım gibi elimin tersiyle omzumdan geriye doğru itekledim." Yardım istemedim sadece rica ettim sende kabul ettin bu kadar, bu birincisiydi" Adımlarım bir kaç saniyede ona doğru gidip tam karışısında durdum. "Kimin deli olduğu ise aşikar. Çünkü lanet olası yere geldiğimden beri bir tane akliselim insanla karşılaşmadım. Bu da ikincisi!"


"Sen kimsin?" bir anda sorduğu soruyla boş boş yüzüne baktım. "Cidden soruyorum bu değişik kıyafetleri nerden buldun?"


Aşağıda tuttuğum ellerimden birini yukarıya kaldırıp omuzlarımı dikleştirip "Ezra ben." diyerek gülümsedim. Kafamı aşağı doğru eğip kendimi süzüp tekrar ona döndüm. "Ve bence kıyafetlerim oldukça güzel."


Şaşkınlıkla yüzüme bakarken bir anda kaşlarını çatıp elini göğsüne koyup kafa selamı vererek "Kaden bende." Sonra tıpkı benim yapığım gibi kafasını eğip kendini süzdü. "Ve sanırım benim kıyafetlerim de oldukça güzel." Gözlerini gözlerime çıkarıp kafasını salladı. "Güzel güzel."


Gür bir kahkaha attığımda karşılaştığımızdan beri çatık duran kaşları düz bir çizgi halini almıştı. O şaşkınlıkla bana bakarken ben onu incelemediğimi fark etmiştim. Gözlerim önce yüzünde gezindi. Buğday teni, kemerli burnu sürekli çatık duran kaşları,simsiyah gözleri ve uzun boyuyla özel harekatları anımsatıyordu. Yüzünde ve boynunun belirli yerlerinde yara izleri vardı. O bir asker miydi acaba?


Üstündeki kıyafetlere kaydı gözlerim. Siyah vücudunu saran bir gömlek giyinmişti. Gömlek bildiğimiz gömlekler gibi de değildi. Kol ve boyun kısmında ikişer düğme vardı ve bu düğmeler çapraz şekilde iplerle birbirine bağlanmış gibiydi. Bacağını saran simsiyah bir pantolon ve botla her şeyi birbirini tamamlıyor gibiydi. Belindeki kemere kaydı sonrasında gözlerim. Üzerinde küçük küçük işlemeleri olan çakı ve birkaç şişe takılı olan kemerde uzun bir süre oyalandım. Tımarhaneden kaçmış kendini oyuncu zanneden bir deli olabilir miydi?


Kaşlarım çatıldı üzerindeki kıyafetler cidden de çok eski bir döneme aitmiş gibiydi ve ben bunu yeni fark ediyordum. Vücudu o kadar yapılıydı ki sadece saatler öncesinde gördüğüm Yiğit'in bu koca adamın yanında incecik kalacağını düşündüm. Sahi o ahmaklar oturmuş kös kös cidden düştükleri durumu sindirmişler miydi? Omuzlarımı silkip içimde hepsine birer birer saydırıp onlardan kurtulduğuma sevindim. Hepsi bir avuç işe yaramaz insandan başka bir şey değildi.


Kadenle ise sadece bir kaç saat önce ormanda karşılaşmıştık. Hastaymışım gibi davranıp beni doktora götürmesini rica etmiştim. Bu sayede hastaneden Beyza'ya ulaşabilirdim. Tabi ben doktor dediğimde Kaden yüzünü buruşturup 'seni pek anlayamadım ama yumurtlamış tavuk gibi durduğundan sanırım hastasın' demiş ve sürdüğü atlı arabanın arkasındaki ahşaptan kutunun arkasına fırlatmıştı beni. Sahi atlı araba mı kalmıştı?


Gözlerimin önünde bir hareketlenme hissettiğimde odağımı toplayıp karşımda çaresizce ellerini sallayan adama çevirdim bakışlarımı. "Sen deli misin?" dediğimde gür kahkahası tüm ormanda yankılanmıştı. Yüzümü buruşturup bir kaç adım geriye gidip kollarımı göğsümde birleştirdim. "Böyle güldüğünde tıpkı bir maymuna benziyorsun. Göz zevkimi bozmaz mısın rica etsem."


Söylediklerimle kahkahası sırıtışa döndüğünde keyfi yerinde gibi gözüküyordu. "Kızıl bana iyi bak." diyerek işaret parmağını yüzünde gezdirdi. "Estragondaki görebileceğin en aklı başında kişi benim. Sence de bu çekici adama deli diyerek saygısızlık etmiş olmuyor musun?"


"Ne gon ne gon?" diyerek dibine kadar girdiğimde hızımı alamayıp burnumu göğsüne çarpmıştım. Temasından rahatsız olup bir kaç adımda eski yerime geçip boğazımı temizleyip sertçe yutkundum. "Bahsettiğin yer Türkiye sınırları içerisinde bir köy mü?"


"Ateşlendin mi sen ?" diyerek yüzüme doğru eğilip alttan alttan bana bakarken cidden bir şeyler olup olmadığımı sorguluyor gibi bakıyordu. "Sanki aç da gibisin hem açlık yaramamış gibi, senin için kertenkele avlamamı ister misin?" dediğinde adımlarım geriye doğru gitmişti. "Çünkü bahsettiğin şey ne onu bile bilmiyorum, sahi sen nereden duydun orayı kahinler mi söyledi?"


Ellerini çenesine yerleştirip dudaklarını büküp kafasını tekrar bana çevirdi. "Şifa hatundan mı öğrendin yoksa?" diyerek bir kez daha soru yöneltip cevap alamadığında bakışlarını bana çevirdi.


"Dediğin kimseyi tanımıyorum, Kaden."


"Ne demek tanımıyorum. İsminin Ezra olduğunu söylemedin mi az önce sen?" diyerek bana bakarken gözleri irice açıldı. "Ezra mı dedin ismin?"


Kafamı hızlıca salladığımda eli belindeki şişelerden birine doğru gittiğinde çatık kaşlarla ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordum. Tam tamına dört şişe, şişelerim her birinin tıpası farklı renkteydi, iki çakı ve belindeki bir kılıç gözüme çarptı. Panikle şişelere döndüğünde sertçe yutkundu. "Sen... şu lanetli kadınsın!" diyerek kükrediğinde yerimde sıçrayarak gözlerimi kapatıp açtım. "Kaden! Ne saçmalıyorsun?"


Gözlerim hâlâ Kadende iken ellerimi saçlarıma geçirip tüm bu olanlara bir akıl erdirmeye çalışıyordum. Biri bana şaka mı yapıyordu yoksa cidden bu yaşadıklarım bir gerçek miydi delirmek üzereydim.


Hemen şu an bir şey yapmazsam ben daha ne olduğunu anlamadan belki de bu adam canımı bir çırpıda alabilirdi. Ya da onun bana yardımcı olmasını sağlamalıydım. Düşüncelerimin içinde kaybolurken kalbimdeki ağrı kendini şiddetlice gösermişti. En olmadık yerde en olmadık zamanda ortaya çıkması da artık beni şaşırtmıyordu.


Bir anda çığlık atıp kendimi yere attığımda bakışları bendeydi. Haykırarak ağlamaya başladığımda anlamaz gözlerle uzaktan bana bakmaya devam ediyordu. "Hey sen! İyi misin?" dediğinde gözlerimi ona çevirip kafamı olumsuz anlamda salladım.


"Sana zararım dokunmaz lütfen! yardım et canım çok yanıyor." diyerek elimi kalbime bastırdığımda gözleri elimin olduğu yerde oyalandı bir süre. "Benim sana yardımım dokunmaz kadın, şifacıları bul." diyerek yanıma geldiğinde bir dizini kırarak yüzüme doğru eğildi. "Hoş, onların da sana yardım edeceğini sanmam ya!" Şişelerin üzerindeki simgeler gözüme çarptığında anlamaya çalışıyordum. Dört şişe, dört ayrı renk, dört farklı simge; yonca, kılıç,kanat ve çiçek.


Kafamı biraz daha öne doğru eğip acıyla inlediğimde endişeyle sıcak elleri bileğimi kavramıştı. Elimi hızlıca çekip gözleri kalbimin olduğu yerde oyalandığında göğsümdeki morluğu gördüğüne emindim. "Sana ne oldu böyle?" dediğinde derin bir nefes alıp kendimi geriye bıraktım. Ağrı çoktan geçmişti.


Sırtüstü yere uzandığımda gözlerimi kapatıp dudaklarımı araladım. "Ben Ezra, buraya nasıl geldiğim hakkında inan hiçbir bilgim yok." diyerek gözlerimi açtım. Kafamı hafifçe kaldırıp ne yaptığını kontrol edip tekrar eski pozisyonumu aldığımda benden oldukça uzak bir mesafede o da tıpkı benim gibi uzandı. "Bahsettiğin lanetli kadın da inan ben miyim bilmiyorum." diyerek yattığım yerden doğrulup bakışlarımı ona çevirdim. "Gözlerimi açtığımda buradaydım. Neler oluyor bana anlatır mısın Kaden?"


Gözleri şüpheyle yüzümde geziniyordu. "Dedikleri kadar varsın Ezra." diyerek o da bir anda doğrulup bağdaş kurarak karşımda dimdik oturdu. "Şu an beni kandırmaya mı çalışıyorsun?"


"Ne münasebet!" diyerek ayağa kalkıp tam karşısına geçtim. "Yalandan nefret ederim, sana yemin ederim ki yalan söylemiyorum!" dediğimde gözleri inançla ışıldadı. Söylediğim hiçbir şeyde yalan yoktu evet az önce dudaklarımdan dökülen hiçbir kelimede yalan yoktu!


Dudaklarını büküp kaşları havalandığında merakla söyleyeceği şeyleri bekliyordum. "Ezra, şu lanetli kadın Az önce bana yeminler mi etti yoksa ben mi yanlış duydum?"


Dediklerinden hiçbir şey anlamasam da kafamla söylediklerini onaylayıp endişe ile gözlerine baktım. "Sana bir zararım olmayacak, hatta ve hatta bana bilmem gerekenleri anlatırsan bir daha karşına çıkmam ve buradan kurtulup senin de başını derde sokmam." dediğimde bir kahkaha daha attı.


Buradan kurtulayım hepinizi tımarhaneye yatıracağım!


Bu adamla anlaşmak oldukça zor olacaktı.


"Derde mi sokmazsın?"


"Evet,tek amacım evime dönmek." dediğimde gözlerini devirip ellerini cebine yerleştirdi.


"Sahiden hiçbir şeyden haberin yok mu?" dediğinde bir anda duraksayıp ormanı dinledi. Hızlıca kolumdan tutup beni az önce çıkardığı ahşap kutuya itti. "Hadi ama! Bu çok kabaca!" dediğimde bir anda kafasını içeriye doğru uzatıp sessiz olmamı söyleyip kapıyı kapattı.


Bir kaç saniye ardından sessizlik bölündüğünde ilk duyduğum ses ise bir yerden kulağıma tanıdık gelmişti. "Ne işin var burada bu saatte Kaden! Hâlâ sınırlarını bilmiyor gibisin."


Bu bir soru değildi, doğrudan Kaden'i tehdit ediyordu. Kaden bir süre sessiz kalıp ardından boğazını temizleyerek konuşmaya başladı. "Ben daha çok sınırları yok etmeye bayılırım Vales, bilmez misin?"


"Asla şımarık bir çocuk olmaktan vazgeçmeyeceksin. Neyse şu an seninle vakit öldüremem, aradığım biri var." diyerek yüksek sesle konuştuğunda Kaden'in kıkırtısı kulağıma geldi. Neye gülüyordu bu?


"Ervam'ın lanetli ruhu geri dönmüş. Ezra gelmiş Kaden, karşılaştın mı?" dediğinde kalbim stresle atmaya başlamıştı.


Kaden yerimi söyleyip beni Vales diye bahsettiği adamın ellerine de verebilirdi, ispiyonlamak yerine beni gizleyerek yardımcı da olabilirdi. Eğer ilk seçeneği tercih edecek olursa diye bir elim ahşap kutunun ön bölmesinde diğer elim ise O dört ahmaktan kaçarken botuma sıkıştırdığım çakıdaydı.


"Krallık ve Ervamla işim olmaz benim bilmez misin?" diyerek Kaden yüksek sesle konuştuğunda dikkatlice onları dinliyordum. "Ha ama şu da var ki bahsettiğin kadını gördüm." diyerek adımları arabaya doğru geldiğinde kendimi hızlıca ön bölmeden atıp çalılıklara gizlendim. "Si*tir!"


Kaden ilk seçeneği seçmişti. Çatık kaşlarla gizlendiğim yerden ona bakarken o sadece dakikalar öncesinde beni ittiği yere şaşkınlıkla bakıyordu. Kendini ahşap kutuya atıp bir şeyleri aradığı belliyken sinirle dışarı çıkmış Vales'e bakıyordu. "Kaçmış!" diye kükrediğinde neredeyse atlar da dahil hepimiz topuklayacaktık.


Vales pis bir sırıtış ile Kaden'i izlerken kafasını sağa sola sallayıp gözlerini devirdi. "Yaşlanıyorsun Kaden,yaşlanıyorsun." diyerek atın ilerlemesi için komut verdiğinde peşindeki askerler de onunla birlikte atlarını harekete geçirmişti. "Görüyor musun şifa hatundan aldığın hiçbir büyü bile bunun önüne geçemiyor. Sanrılar görmeye bile başlamışsın ne yazık!" diyerek Kaden'in ne diyeceğini bile dinlemeden hızlıca uzaklaştı.


Kaden sinrile hâlâ etrafta dönüyorken bir anda arkasından ortaya çıkıp çakıyı boğazına dayadım. Ellerim karıncalanmaya başladığında gözlerini derince kapatıp dişlerinin arasından konuştu. "Ahmak kadın neredeydin sen!" diyerek inlediğinde çakının ucunu biraz daha boynuna bastırdım.


"Beni kandırmaya çalıştın."


"Her şeyi mahvettin aptal!" diyerek kükrediğinde kendini ellerimden öyle bir kurtardı ki ben daha ne olduğunu anlamadan elimdeki çakıyla karşımda duruyordu. Zaten yapılı vücudu ile aksini beklemek aptallık olurdu.


Boynumdaki kolye bir kaç kez titreyip ısınmaya başladığında tüm vücudum öyle bir uyuşmuştu ki sanki ruhum bedenimi zorluyor gibiydi. Ormandaki evde bir tehlike yaklaştığında da kolyem ısınmıştı. Evdeyken...


Endişe ile gözlerime bakan Kaden bir kaç adım gerilediğinde bana ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. "San... Sana ne oluyor?" diyerek gözlerini tüm vücudumda gezdirdi.


O an öyle bir rüzgar esti ki sanki bir kaç atlı hızlıca yanımızdan geçmiş gibi bir etkisi vardı. Gülümseyip yavaş adımlarla ona doğru ilerlerken hâlâ o benim ne yapmaya çalıştığımı sorgular gibiydi. Elimi tişörtümün içerisine atıp az önce kemerinde takılı olan şişelerden birini çıkartıp sırıttım.


Gözleri irice açıldığında eli bir anda refleks olarak beline gitti. Şişelerden birinin olmadığını fark ettiğinde sinirle gözlerini kapatıp burnundan nefes verdi. "Lanetli olduğun yetmezmiş gibi bir de hırsız mı çıktın başımıza!" diyerek konuştuğunda gülümsemem daha da büyüdü. "Oyunu eşit şartlarda oynayalım dedim dinlemedin, bende kendi kurallarımı koyuyorum bir sorun mu var ?"


Bu şişelere ihtiyacı vardı anlamıştım. Hiçbiri kendini korumak için değildi ama biri olmadan da diğerlerinin işe yaramayacağını dakikalar önce kendi gözlerim önünde bana göstermişti.


Anlamaz gözlerle gözlerime bakarken " Ne istiyorsun!" diyerek ellerini ceplerine yerleştirdi. "Şu an karşımda hiçbir etkin yok Ezra,sadece duyacaklarımı ve senin neler saçmalayacağını merak ediyorum."


Kolyem tıpkı titreşime geçmiş gibi sarsılırken gözlerimin yanmaya başladığını hissettim. Kaden ceplerine yerleştirdiği ellerini çıkarıp benden uzaklaşmaya başladığında etrafıma bakındım bir şeyler oluyordu. Bilmesem de hissediyordum olacaktı.


"Ezra! salak kadın bize bile izini nasıl kaybettirmiş olabilirsin!"


"Asfar eğer Ezrayı bulamazsak.."


"Kes sesini!"


Ellerim, ayaklarım ve gözlerim ateşler içinde yanıyorken ben gözlerimi karşımdaki adama çevirmiştim. "Ezra gözlerin... gözlerin değişiyor ruhumu mu alacaksın?" diye sorduğunds adımlarımı biraz daha ona yaklaştırdım. Neyden bahsettiği hakkında ise hiçbir fikrim yoktu.


"Şiddeti, ölümü, ihaneti ve yalanı sevmem Kaden." diyerek gözlerinin içine bakmaya devam ettim. İçimde çıkan yangına direniyordum. Kendimi bırakacak olsam, o yangın içimde büyüyecek büyüyecek ve sanki hepimizi yakacak gibiydi. Direniyordum. Direnecektim. Çünkü henüz içimde olanların ne olduğunu bilmiyordum.


Onu da öğrenecektim.


Parmaklarımın arasındaki şişeyi gelişigüzel çevirip yüzümdeki gülümsemeyi yavaş yavaş yok ettim. "Ve sen az önce tam tamına on üç dakika kırk iki saniye önce bana ilk ihanetini yapmış bulundun."


"Sadece kendimi düşünüyordum." Diyerek itiraf ettiğinde kaşlarım merakla havalanmıştı. Kafamı sallayıp çenemi yukarı kaldırarak tekrar konuştum. İçimdeki yangın, çoktan felakete dönüşmüştü. "Bencil insanları da sevmem ben. Sadece bana bildiklerin konusunda bilgi vermeni rica etmiştim." diyerek ondan çaldığım şişenin tıpasını açtım. Gözleri endişe ile şişede gezinirken refleksle kafasını salladı. "Ama yaptığın şey çok kabacaydı."


Gözlerimi gözlerine çıkarıp sadece saniyesinde burnunun dibinde bittiğimde kafam dahil tüm vücudum uyuşmuştu. "Değil mi Kaden!"


"Enerjisini hissediyorum buralarda olmalı!"


"Gücü açığa çıkıyor olmalı, aksi halde enerjisini hissetmen imkansız Asfar."


"Bir şeyler tetiklemiş olmalı."


"Ezra." Kaden'in sesiyle kafamın içindeki sesleri ittiğimde gözleri yüzümde geziniyordu. "Şu an tam bir cadıya benziyorsun. Ve hâlâ, gücün açığa çıkarken bile, göz zevkimi bozmayı başarabiliyorsun."


İşte o an bir ses yükseldi ve Kadenle olduğumuz noktanın tam ortasına öyle bir şimşek çaktı ki, şiddetle geriye savrulduğumda sırtımı ağaca çarpmıştım. Çınlayan kulağımın sesinden duyduğum tek şey ise Kadenin bana savurduğu küfürlerden başka bir şey değildi.


"Si*tiğimin lanetini kontrol etmeyi bilmiyorsun bari benim ağzıma sı*ma aptal kadın!" diyerek acıyla inlediğinde kendini ordan oraya yuvarlıyordu."Ezra! Şimşeği gö*üme soksan daha az canım yanardı!"


İşte o an ortam o kadar çiçeksi bir kokuyla kaplandı ki şaşkınlıkla gözlerimi araladım. İki tane ruh tam karşımda gülümseyerek bana bakarken ben ise ne olduğunu anlamaya çalışıyordum.


"Asfar, Ezra bizi görebilir mi?"


"Ravza. İyice saçmalamaya başladın sence görebilse böyle rahat rahat uzanabilir mi?"


Bir buluttan ibaretlerdi sadece,sizi geçtim kendime bile betimleyemezdim onları. Açık mavi, ve sadece yüz hatları belirgin iki tane ruh. Gülümsemem büyüdüğünde gözlerimi kırpıştırarak onlara baktım. Çok güzel görünüyorlardı.


Onlara baktığınızda zihninizde bir çok şey canlanabilirdi. Bir denizin dalgası, bir mavi pamuk şeker, bulutlar ya da gökyüzü.


"Ravza?"


"Ne var!"


"Sanırım bu kızıl kadın bizi görebiliyor."


Kaden inleyerek yattığı yerden doğrulup bana baktığında gülümseyerek boşluğu izlediğimi görmesi ise sesli bir küfür savurmasına neden olmuştu.


"Hah! Şimdi de delirdi kendi kendine gülümsüyor."


"Kaden!" Diyerek yattığım yerden doğrulup gözlerimi ayırmadan karşımdakilere bakıyordum. "Gücün bana işlemez,sınırları yok etmen beni ilgilendirmez, ve bir daha yaptığın yanlışı tekrarlar isen bu sefer şimşek değil kendi ellerimle tırnaklarımla kazıya kazıya ikimizi birden gömerim toprağa !" Ruhlar sırıtarak bana baktığında ise hafifçe sırıtıp gözlerimi Kaden'e çevirdim. "Kendi canım umurumda bile değil duydun mu beni?"


"Ezra!" diyerek o da ayaklandığında kaşları artık çatılmaktan neredeyse burnuna kadar inmişti. "Şu an tam bir zırdeliye benziyorsun ve evet hâlâ göz zevkimi bozmayı başarıyorsun."


****


Yağmur, hepimizi mutlu eder dolaylı yoldan. Kimimiz o damlaların kendisini ıslatmasından. Kimimiz yağmur sonrası oluşan birikintiden. Kimimiz ise, gökyüzünü güzelleştiren gökkuşağının ortaya çıkmasından.


Estragon'da bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyordu. Gözlerimi pencereye çevirip yavaş yavaş aşağı doğru süzülen yağmur damlasına odaklandım. Her bir damla tek başına yukarıdan aşağıya doğru kendini bırakıyor aşağıdaki birikintiye katılıyordu.


Hayatımız da böyle değil midir? Doğumumuzdan, şimdiki yaşımıza kadar her şey tek tek içimizde birikirdi. İnatla direnir, kendimizi teslim etmek istemezmişiz gibi savaşır dururduk.


Herkesin savaşı kendi içindedir en nihayetinde. Her bedenin ruhu çığlık çığlığa bağırırken, insan keyifle bir diziyi izler gibi arkasına yaslanır içinde kopan fırtınalara gülümserdi.


Dün Kaden ile birlikte onun evine gelmiştim. O ve Şifa hatun bana bilmem gereken her şeyi anlatmışlardı. Şifa hatun, Estragon'un en yaşlı kahinlerinden biriymiş. Krallık'la herhangi bir alakası olmadığını, yaşı ve bilgisinden dolayı bir çok tecrübeye sabitti.


Yüzündeki kırışıklıklar senelerin tecrübelerini bir bir yansıtırken, mavi gözleri hep ışıltı ile parlıyordu. Üzerindeki boydan elbisesi onu tıpkı bir büyücü gibi gösteriyordu gerçekten. Birbirine girmiş bembeyaz saçları ise gözlerindeki ışıltıya tezat olarak yüzündeki tüm ışığı söndürüyordu. Kamburundan dolayı dik bile duramıyor, elleri titriyordu.


Şifa hatun, Ervam adında bir kadının ben daha küçükken kendi ruhunu kara büyüden kurtarmak için benim ruhumu lanetlediğini, melez bir lanetli ruh olduğum için tüm ırkların gücünün bende lakin kontrol altında olmadığında sonuçlarının çok büyük yerlere gideceğinden bahsetmişti.


Benden ayrı olarak dört lanetli ruh daha vardı, bunların ormandaki dört ahmak olduğunu anlamak zor değildi, Ancak onlar belirli ırkaların gücünü taşıdıkları için güçleri kontrol altındaydı lanetten dolayı onları kendi ve diğer ırklardan üstün yapıyormuş.


Neden beni ve kalan dört kişiyi seçtiğini sorduğumda ise, Ervam'ın ruhu yıllardır kara büyüyle bağlı olduğu için görmediklerini ve nedenini kimsenin bilmediğinden bahsetmişlerdi.


"Daldın gittin?" kulağıma ilişen sesle gözlerimi pencereden ayırıp yanımda dikilmiş duran adama çevirdim gözlerimi. "Ne düşünüyorsun?"


Omuzlarımı yukarı aşağı kaldırıp kafamı iki yana salladım. "Hiç bir şey,yağmuru izliyordum sadece." diyerek kalçamı ahşap masaya doğru yasladım.


"Neyini izliyorsun acaba?" diyerek büyük bir tepkiyle gözlerini devirdiğinde gülümsemeden edemedim. "Bende Estragon'u ele geçirme planları yaptığını düşünmüştüm. Boşuna heyecanlandım."


"Kafanın içinden geçen şeyler gibi planlarım olsa, sence bunu seninle paylaşır mıydım Kaden?" dediğimde omuzlarını silkip karşımdaki sedire kuruldu. Bir bacağını diğerinin üzerine yerleştirdiğinde oturduğu yere iyice yayıldı.


Gözleri baştan aşağı beni süzdüğünde dudağının kenarı hafifçe kıvrıldı. "Neden olmasın?"


"Neden olsun?"


Derin bir nefes alıp ellerini kısacık kesilmiş saçlarından geçirir gibi yapıp hafifçe gözlerini kısıp sırıttı. "Belki cazibemden etkilenip beni de planlarına dahil etmek istersin diye düşünmüştüm."


Sonra oturduğu yerden kalkıp göğsünü şişirip ellerini ceketinin cebine attı. Bugün, düne tezat olarak mavi bacaklarını saran bir pantolon giymişti. Üstüne geçirdiği pelerin ise tıpkı fantastik bir filmden çıkmış gibi gösteriyordu.


Sanırım bir süre buranın kıyafet anlayışına ayak uyduramayacaktım .


"Her neyse, cazibemi sonra tartışırız gidip sana bir şeyler almamız gerekiyor." diyerek dibime kadar geldi. Kollarımı göğsümde birleştirip kendimi süzdüm. "Sen gidip alıp gelebilirsin sonuçta ben neden geliyorum?"


"Sen gerizekalı mısın?" diyerek gözlerime baktığında sinirle kaşlarımı çattım. "Kumaşı üzerine göre dikecekler,benim ölçülerimi mi almalarını istersin anlamadım ki derdin ne?"


Hiçbir şey demeden yüzüne baktığımda derince bir iç çekip gözlerini kapattı. "Sevgili kızıl kafalı yolunmuş tavuk," diyerek kocaman sırıttı. "Senin geldiğin yerde kurallar ne şekilde işler, işleriniz nasıl ilerler, inan bilmiyorum ve bilmek de istediğimi sanmıyorum ha bana soracak olursan da bir an önce defolup gitme-"


Adımları odanın içerisinde gezinirken içeriye giren yaşlı kadına kaydı gözlerim. Elinde tuttuğu kitapla odanın içerisinde bulunan masaya ilerleyip kendini bıraktı. Uzun bir süre gözlerime bakıp kitabı karıştırmaya başladı. Kaden kadının ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışırken gözleri ben ve Şifa hatun arasında gidip geliyordu.


Şifa hatun, "Ezra, gel yanıma." diyerek konuşmaya başladığında bakışlarımı Kaden'e çevirdim. Kafasını iki yana salladığında adımlarımı Şifa hatun'un oturduğu yere doğru çevirdim.


Karşısına kurulduğumda kısacık bir an bakışlarını bana çevirdi. Gözleri önce saçımda, ardından yüzümde ve sonrasında ise göğüs kafesime kaydı.


"Kalbin çürüyor!" dediğinde kaşlarımı çatıp ne demek istediğini anlamaya çalışıyordum. "Lanet güçlenmiş, ortaya çıkmak için seni zorladığı ve boynundaki tılsım da gücünü sınırladığı için lanet kalbine işliyor,kızım."


Kaden, hızla Şifa hatun'un yanına kurulduğunda kadının önündeki kitabı kendi önüne çekti. Sayfalar bir anda kendiliğinden çevrilmeye başladığında ise şaşkınlıkla olanları izledim.


Kitap yavaş yavaş bir sayfada durduğunda Kaden'in kaşları çatıldı. "Şifa hatun!" diyerek hiddetle ayağa kalkıp elini masaya vurduğunda yaşlı kadın yerinde sıçradı. "Konuşmamız gereken şeyler var, biliyorsun değil mi?"


Kollarımı göğsümde birleştirip gözlerimi Kaden'dem ayırmadan aralarındaki muhabbeti anlamaya çalışıyordum. Sinirle yanında oturan kadından bir açıklama bekliyordu. Kadın hafifçe boğazını temizleyip yavaş bir hareketle Kaden'e döndü.


"Şu an bunun sırası değil!"


"Tam da şu an sırası ve biz konuşacağız!" diyerek sesini yükselttiğinde kaşlarımı çattım. Ellerim ısınmaya başlamıştı. "Kaden, yavaş ol!" diyerek ayağa kalktığımda ikisinin de gözleri bana döndü.


"Sen karışma." diyerek baskın bir sesle yüzüme bakarken kollarımı göğsümde birleştirip omuzlarımı dikleştirdim. "Karşında senden yaşça büyük bir kadın var ve sen saygısızlık yapıyorsun. Sesinin tonuna dikkat et."


"Bu seni ne ilgilendirir kadın!" diyerek bir anda üzerime gelmeye başladığında tılsımım yanıp söndü. Gözleri tılsımıma kaydığında adımları duraksadı ve bir anlık gözlerime baktı. "Si*tiğimin lanetini kontrol etmeyi öğrenene kadar bana on adımdan fazla yaklaşma kızıl!"


Arkasını dönüp giderken ayaklarımın altı karıncalanmaya başlamıştı. "Seninde kalbin çürüyor değil mi?" dediğimde bir anda omzunun üzerinden öyle bir baktı ki tek dokunuşu ile beni duvara fırlatacak gibiydi.


Boğazını temizleyip gözlerini kaçırarak Şifa hatun'a döndü. "Saçmalıyorsun!." dediğinde gülümseyip adımlarımı ona doğru çevirdim. "Nerden uyduruyorsun böyle şeyleri anlamış değilim. Deli olmana yoruyorum sadece."


Dibine kadar girdiğimde ayakkabılarımızın ucu birbirine değiyordu. Anlık bir sıcaklık hissettiğimde kendini bir anda geri attı. "Sadece tahmin bu seni neden bu kadar endişelendirdi?"


"Endişelenmedim sadece delice fikirlerin beni zıvanadan çıkarıyor. Ve tanışalı daha yirmi dört saat bile olmadı!" Adımlarını geriye doğru attı bu sefer. "On adım kadın, on adım."


"Sen-" çalan kapı sesiyle kelimelerim boğazımda dikilerken gözlerim Şifa hatun'a kaydı. "Birini mi bekliyordun?"


Kafasını ağır ağır iki yana salladığında kaşlarım çatıldı. Kaden bir anda bana doğru gelirken adımlarım geriye doğru gitti. Gözleri ayaklarıma kaydığında sırıttı. "Korkma, dövecek değilim! Kadınlara saygım sonsuz."


"Senden korkacak değilim, kendini bu kadar önemseme Kaden." sanki konuşmamı bekliyormuş gibi kaşlarını öyle bir çattı ki bu adamı şu an burada gülümserken görmemiş olsaydım hiç gülmediğini düşünürdüm. "Temas sevmem sadece."


Sesli bir nefes bıraktığında kapı bir kez daha tıklatıldı.


"Beni takip et." diyerek Kaden odanın çıkışına doğru ilerlerken ben olduğum yerden kımıldamıyordum. Arkasından gitmediğimi anladığında gözleri hızlıca bana döndü. "Ezra, neyi bekliyorsun?"


"Emir de sevmem." diyerek omuzlarımı silktiğimde gözlerini sıkıca kapatıp açtı.


"Çok sevgili yolunmuş kızıl tavuk," dediğinde kaşlarım çatılmıştı. "Şu an çok sinir bozucusun ve evet hâlâ göz zevkimi bozmayı başarıyorsun."


Adımları odanın dışına doğru giderken arkasına dönmeden ağzının içinden mırıldandığında ise küfür ettiğini anlamıştım. "Hanımefendi, rica ettiğimi düşünürsek lütfen beni takip eder misiniz?"


İnatla yerimden kımıldamazken Kaden çoktan kapıya yönelmişti. "Şifa Hatun nerede Asral?"


"Ben bir asral değilim Kamil, unuttun mu?"


"Akademiye gelmiyor olman, yasaları çiğnemiş olman ırkını değiştirmez sende bunu unuttun sanırım." dediğinde kapıdaki adamın keyifle güldüğünü işittim.


Şifa hatun odadan yavaşça dışarıya çıktığında Kaden'in küfürü yine kulaklarıma ulaşmıştı. "Kralınıza, ırkıma ve yasalarınıza sı*ayım!"


Terbiyesiz herif.


"Kaden krallık bunu duyarsa ne olacağını biliyorsun değil mi?"


"Umurumda olduğunu sanmıyorum."


"Neyse ne seninle uğraşamam şu an. Şifa Hatun, Kral abraham sizi bekliyor."


"Biraz izin ver kitaplarımı alıp geleyim." diyerek içeriye adımladığında Kaden de peşinden kapıyı Kamil diye bahsettiği kişinin yüzüne kapatarak içeriye geldi. "Kralınıza selamımı söyleyin, hepinizin belasını si*eceğim."


Gözlerim irice açıldığında Kaden'in terbiyesizliği artık alışmam gereken şeylerden biriydi.


Unutmamam gereken şeyler kural bir, Kaden terbiyesiz herifin teki.


"Ne o kızıl şaşırmış gibisin?" dediğinde gözlerimi devirip kendimi eski sedire bıraktım. " Terbiyesiz bir adamsın sen Kaden."


Kocaman sırıtarak karşıma kurulup bacaklarını odanın ortasındaki masaya uzatarak yayıldığında dilini damağına vurarak konuşmaya başladı. "Yanlışın var hatun, çekici ve güçlü kısmını atlaman kalbimi kırdı bak. Ama yine de göz zevkimi bozduğun gerçeğine de değinmek isterim."


"Kaden, akşama doğru gelirim. Sende Ezra ile kasabaya in ihtiyacı olan şeyleri temin edin." Şifa hatun'un sesiyle gözlerini devirip kafasını çevirmeden ellerini yukarı kaldırıp "Güle güle kadın, güle güle." diye konuştu.


Şifa hatun odadan çıkıp gittiğinde Kaden'in gözleri beni buldu. "Kalk bakalım, gidelim de sana güzel gecelikler alalım." diyerek güldüğünde kaşlarımı çattım. "Dantel sever misin?"


"Hemen gözlerinin rengini değiştiriyorsun. Şaka yapıyorum şurada biz arkadaş değil miyiz?"


Kafamı olumsuz anlamda iki yana salladığımda bu sefer kaşları çatılan oydu. "Lanetini bende kullanarak , bu kaslı vücudumu yok etmek istediğine emin misin?"


Bu sefer kafamı aşağı yukarı salladığımda odanın kapısına doğru ilerlemişti. "Ervam, lanetlemek için seçerken kullandığın kafanı si**eyim!"


"Kaden, terbiyesiz bir adamsın sen!"


***************

Yazarın ağzından;


Sarışın kız gözlerini endişe ile bir pencere bir kapı arasında gezdirip duruyordu. Bakışlarını parmaklarına indirdiğinde derince bir nefes verdi.


"Sizce başına bir şey gelmiş olabilir mi?"


Odadaki üç erkek de bakışlarını konuşan kadına çevirdiler. Kendi aralarında göz göze geldikten sonra Mete burnuna düşen gözlüğünü parmağı ile yukarıya itip okuduğu kitaba geri döndü.


Yiğit ve Ezhan uzun bir süre bakıştıklarında, Ezhan da sessiz kalmayı tercih etmişti. İçten içe Ezra'ya sinirleniyordu. Gelir gelmez kendini tehlikeye atması onun için aptallıktan başka bir şey değildi.


Yiğit ise oturduğu yerden kalkıp, sarışın kızın yanına doğru geçti. Elini kızın sırtına yerleştirip aşık olduğu yüzünü incelerken derince bir iç çekti. Şansı olsa şu an bir sigara güzelliği için yakardı. Tüm kötülüklerin içinde kısacık sürede bulmuştu onu. Pişman değildi.


"Asmin, o kızıla hiçbir şey olmaz." dediğinde kızın bakışları Yiğit'e döndü. "Ben onda bir hayvanı bile çiğ çiğ ısırarak yeme potansiyelini aldım."


Sarışın kızın gözleri kocaman açıldığında Mete de bakışlarını Yiğit'e çevirmişti. Ezhan ise sırıtmakla yetinmişti. "Hatta seni beni bile mangal yapar o kadın."


Herkes şaşkınlıkla Yiğit'in ağzından çıkan şeyleri dinlerken o ise rahatlıkla arkasına yaslanıp göbeğini ovmakla meşguldü. "Mangal demişken, şöyle kıpkırmızı etleri ateşe koyup kızartsak yanına da şu Estragon'un timsahlarından serpiştirsek."


Mete oturduğu yerde dikleşip kafasını iki yana salladı. " Timsahları mı serpiştirsek?"


Yiğit sırıtarak kafasını aşağı yukarı salladığında Mete boğazını temizleyip ayağa kalktı. "Dostum, Asmin'i korkutuyorsun." Elindeki kitabı eski ahşap masaya bırakıp yerine tekrar oturdu.


Yiğit'in bakışları bir anda sevdiği kadını bulduğunda, Sarışın kadın korkuyla ona bakıyordu. "Asmin'im, ballı çöreğim." Ellerini kızın saçlarında gezdirdi. "Ben seni korurum güçlü kaslarım boşuna mı duruyor?"


Mete yapay bir öğürme sesi çıkararak bakışlarını Ezhan'a çevirdi. "Duydun mu? Ballı çöreğim dedi."


Ezhan sırıtarak Yiğite baktığında, onun tek odağının Asmin olduğunu görüp kafasını iki yana salladı.


"Beni korkutan sensin zaten!" diyerek yalancı bir sinirle ayağa kalktığında Yiğit de peşinden gitmişti. "Çilekli puding'im niye böyle yapıyorsun. İncecik kalmışsın her şey seni düşündüğümden."


Çıkan ikilinin ardından Mete gözlerini devirdiğinde Ezhan ise tek bir şeyi düşünmekle meşguldü.


Burnunun dikine giden kızılı.


Dün sinirle içeri girerken, kızılın gördüğü şeylerden ders alıp peşlerinden geleceğini düşünmüştü. Ya da en azından Asmin ve Yiğit ikna ederler diye geçirmişti içinden.


Bir gündür krallıktan herhangi bir ses de çıkmadığına göre hâlâ Ezra'nın Estragona geldiği haberi duyulmamıştır diye düşündü. Ardından kaşları çatıldı. Ya da çoktan Ezra ile karşılaştılar.


"Neye sinirlendin?" Mete'nin sesiyle Ezhan bakışlarını karşısında oturan adama çevirdi. Bir süre daha kendi içinde sessiz kalıp dudaklarını araladı.


"Mete, gibip kızılı bulmamız gerekiyor."


Mete duyduğu isimle sinirle oturduğu yerden kalktı. "Ben hiçbir yere gelmem abicim! O kadın başına dert açma potansiyeline sahip bir kadın. Her şeyi mahvedebilir!"


Ezhan oturduğu yerden doğrulup kafasını hafifçe eğerek Meteye doğru yürümeye başladı. Ellerini cebine yerleştirdiğinde ise bir şeyleri sorgulamaya başlamıştı bile. "Ezra geldiğinden beri huzursuzsun, ne oluyor sana?"


Mete omuzlarını silkip odanın içinde dönmeye başladı. İşaret parmağı yine burnunun üzerine düşen gözlüğünü düzeltirken gözleri yeniden Ezhanı buldu. "Huzursuz değilim. O da nereden çıktı?"


Ezhanın tek kaşı havalandığında gözleri şüpheyle kısıldı. "Ne zaman Ezra konusunu açsak gözlerin endişe ile etrafta geziniyor şifacı. Tırnakların tıpkı şu an yaptığın gibi avuç içlerini kanatıyor. Çekindiğin bir şey mi var?"


Mete ellerini arkaya saklayıp derince bir iç çekti. "Sadece," diyerek gözlüğünü gözlerinden çıkardı. "Dediğin gibi Ezra başımıza iş açabilecek bir kadın. Daha ilk günden buraya gelir gelmez oturup her şeyi anlamak yerine çekti gitti. Birazcık şey biri." dediğinde duraksamıştı.


"Başına buyruk!"


Mete hafifçe gülümsediğinde tekrar dudakları aralandı. "Başına buyruk, sorumsuz ve laneti yüzünden korkutucu."


"Hiçbirimize bir şey yapamaz gücünden haberi bile olduğunu düşünmüyorum." bir an duraksadı Ezhan. "Yani en azından şimdilik tahminlerim bu yönde."


"İllaki öğrenecek Ezhan!"


"Kalan dört güç olmadığı sürece yine de kendini korumak dışında kimseye bir şey yapamaz!"


Yiğit büyük bir gürültü ile odaya daldığında iki adamın bakışları da onu buldu. "Yiğit, kırsaydın abicim geçirseydin kapıyı içine!"


"Ezhan!" diyerek düştüğü yerden doğrulup ayağa kalkarken gözleri Mete ve Ezhan arasında mekik dokuyordu. "Sanırım artık tüm krallık Ezra'nın geldiğinden haberdar."


"O ne demek?"


"Halktan bir kaç kişi Kaden'in Ezrayı kasabada Asraller'e verirken görmüşler."


Mete saçlarını ellerinden geçirdiğinde sesli bir nefes bıraktı. "İşte şimdi yandık!"


"Hazırlanın kasabaya gidiyoruz!"


***********


-


Bölüm sonuuu (:

Loading...
0%