Yeni Üyelik
5.
Bölüm

Bölüm:5

@ciceks3nfonisi

Bölüm 5


"Anlaşılan O ki; Aslında Her İnsan Kendisinin Katilidir.."

Mehmet Coşkundeniz-Aşk Uykusu'


Keyifli okumalarr❤️


Kalbimin ağrısı ile elimde tuttuğum kumaşa on birinci defa göz devirdiğimde Kaden yüksek bir küfür savurmuştu.


"Ezra," diyerek oturduğu sandalyeden kalkıp tam karşıma geldi. Gözleri ben ve kendi ayaklarına kaydığında sırıtarak geriye doğru bir kaç adım attı. Kaşlarım havalandığında "On adım kuralı." diye mırıldandı.


"Artık karar verecek misin?" Sitem dolu sesi tüm dükkanı doldurduğunda dükkandaki bir kaç insanın gözü bize dönmüştü.


Çoktan ikisi hakkında dedikodular, Ezra'nın lanetli kadın olduğuna dair söylentiler tüm kasaba içinde bir kaç saatte yayılmıştı.


"Rengini sevmedim ben bunun!" diyerek elimdeki kumaşı yerine bıraktığımda çevremdeki insanların gözleri beni buldu.


"Sabahtan beri yirmi dükkana girdik. Rengini sevmedim, kumaşı beğenmedim, illa bunlardan giymek zorunda mıyım, sen denesene kumaşı, diye diye bezdirdin beni!" diyerek Kaden az önce kalktığı yere geri oturdu. "Derdin ne kadın!"


"E beğenmedim yalan mı söyleyeyim?" diyerek sitem dolu bir sesle olduğumuz dükkanın çıkışına doğru adımlarken o da oturduğu yerden kalkıp çoktan peşime takılmıştı.


Pazar boyunca ben önde o arkada ilerlerken gözümün önünü kapatan pelerinin şapkasını geriye itip arkama döndüm.


"Ezra saat epeyce geç oldu eve dönelim!" diyerek zıttı yöne doğrı ilerlemeye başlamıştı Kaden.


"Ama daha elbise almadık kaç gündür bunl..." gözüme ilişen elbise ile kelimelerim ağzıma tıkılırken hayranlıkla adımlarımı o tarafa doğru çevirdim.


Elbisenin asılı olduğu tezgahın önüne geldiğimde Kaden de arkamdan bana yetişmişti. "Neye bakıyorsun?"


Gözlerimle baştan aşağı elbiseyi incelerken böyle güzel bir elbise görmeyi asla beklemiyordum. Uzun saten kumaştan bir elbiseydi bu. Haki yeşil rengi insanı kendine aşık eder cinsten. Kol kısımları bileklere kadar dantelden, bel kısmındaki ince zarif çiçekli kemeri ile harika görünüyordu. Etek kısmının tamamı minik siyah çiçeklerle kaplıydı. Göğüs kısmındaki büyük kelebek broşu ise adeta elbiseyi tamamlamıştı.


"Muhteşem!" diyerek parmaklarımı elbiseye götürdüğümde Kadenin ıslık sesi kulağıma ulaşmıştı. "Cidden güzelmiş."


Tezgahın başında duran adama döndüğümde adamın meraklı gözleri üzerimde geziniyordu. "Elbise ne kadar acaba?"


Adam gülümseyerek gözlerime baktığında uzunca bir süre bekledi. Kaden sabırsızlıkla ıslık çalarken ben merakla adamın ağzından çıkacak sayıları bekliyordum.


"Üç bin eltor." dediğinde kaşlarımı çatmıştım. Eltor da nedir?


"Yuh a*ına abi naptın!" Kaden'in sitem dolu sesi kulağıma ulaştığında merakla ona döndüm. "Eltor ne Kaden? Yani Türk parasıyla ne kadar ediyordur?"


Adam anlamaz gözlerle bizi izlerken kaden gözlerini devirip elini alnına vurdu. Kulağıma doğru eğilip "Olmadık yerlerde şu Türk müdür nedir o kelimeyi kullanma keyfimden giydirmedim sana o pelerini ben!"


"Laflarına dikkat et!" diyerek çıkıştığımda sabırsızca nefesini verdi.


"Senin iyiliğin için diyorum, ırkın hakkında düşüncelerini tabiki açıkça dile getir savun arkasında dur vazgeçme ama olur olmadık yerde değil."


"Sadece.."


"Alacak mısınız?" Adamın araya giren sesiyle odağımı tekrar elbiseye verdim.


"Hayır birader almıyoruz kazıklayacak başka insanlar bul" diyerek Kaden çoktan arkasını dönmüş giderken ben olduğum yerde bekliyordum.


Kolumu pelerinin altından çıkarıp bileğimdeki altın bilekliği çıkarıp adama uzattım. "Size bunu versem bu elbiseyi alabir miyim?"


"Ne veriyorsun adama!" Arkaya dönmüş elimdeki bileklikte dolanıyordu gözleri. "Saçmalama!"


Adamın gözleri ışıltı ile parlarken bir anda sevinçten elbiseyi alıp ellerime tutuşturdu. "Bütün tezgah sizin olabilir!"


Kaden bileğimi kavramış beni çekiştirirken kolumu ondan kurtarıp adama odaklandım. "Fazlasında gözüm yok o elbiseyi ve arkadaki asılı bir kaç şeyden istiyorum sadece."


"İki pelerin ve mor taşlı olan bilekliği." dediğimde adam bir çırpıda koşarak dediklerimi hasır bir sepete koyup uzattı.


"Buyrun efendim istekleriniz." diyerek kocaman gülümsediğinde Kaden memnuniyetsizce beni izliyordu. "Bu paraya gerçekten çok ihtiyacım vardı çocuğum hastalandı. Annesi yıllar önce öldü tek başıma bakıyordum. Onu hemen bir şifacıya götüreceğim!" diyerek sevinçle zıpladığında gözlerim arkasında oturan çocuğa kaydı.


Simsiyah uzun saçları bembeyaz teni üzerindeki benleri ile muhteşem bir kız çocuğu vardı karşımda. Ela gözleri kıpkırmızı olmuş halsizce etrafta geziniyordu. Kolları incecikti, oldukça zayıf bir kız çocuğuydu.


"Bir işe yaradın kızıl!"


Kadenin sesiyle gözlerimi kızdan çevirdim. "Onun nesi var?"


"Büyük ihtimalle mühür taşı salgınındandır." Anlamaz gözlerle ona baktığımı fark ettiğinde boğazını temizleyip devam etti. "Buralarda küçük çocuklara kolaylıkla bulaşan bir tür salgın hastalık."


"E tedavisi yok mu?


Omuzlarını kaldırıp indirdi. "Elbet var ama adamın dediği gibi şifacılar çok para istiyor halk da bunu karşılayacak kadar varlıklı değil." dediğinde hüzünle karşımda oturan kız çocuğuna baktım.


"İyileştirilmedikleri taktirde aslında ülke için de dezavantaj sayılmaz mı bu?"


Kaden kaşlarını çatarak bana bakıyordu şimdi. "Ney naj?"


"Yani sizin açınızdan küçük çocukların salgın hastalığa kapılması nesilleriniz için kötü değil mi?"


Kolumdan tutup beni peşinden sürüklerken ellerini ceplerine yerleştirmişti. "Bunun kimsenin umurunda olacağını düşünmüyorum kızıl. Krallık zaten ileride işine yarayacak çocukları çoktan seçip eğitimlerine başladı."


"Bu geriye kalanlar peki?"


"Seçilmeyen çocuklar ya hasta olanlar ya da hiçbir işe yaramayanlardır. Onlara ne olduğu ise değişir."


"İş gittikçe garipleşiyor. Nasıl yani?"


"Burada ırklar kendi aralarında gruplanır herkes barış içinde yaşar elbette ama herkes varlıklı değil sonuçta ve o ırkların onlara bir faydası yok." diyerek bir süre bekledikten sonra devam etti. "Yani herkes sizin gibi lanetli değil ki o güç onlara doğuştan verilsin."


"Lanetimin şu an konuyla ne alakası var!"


"Hemen kızma gerçekten çok alakası var. Mesela siz bu güçleri doğuştan tamamen sıfırdan yüklenmiş olarak dünyaya gelirken, buradaki her çocuk ırkına göre krallığın akademisinde dersler alır."


"Ne gibi dersler?"


Sorumun ardından gözlerimi yola çevirdim pazardan çıkalı çok olmuş, yolu çoktan yarılamıştık neredeyse eve varmak üzereydik.


"Mesela şifacılar; bitkiler hakkında dersler alır. Onların neye iyi geleceğini, başka hangi bitki ve ya şifalı taş ile birleştiğinde hangi hastalığı tedavi edeciğini öğrenirler. Bir nevi doğadaki şifa görevi gören her şeyi öğretirler onlara."


"E bu ırk kendini nasıl koruyor peki?" dediğimde hafif tebessüm edip ufacık bir an bana döndü. "İlgini çekmiş gibi görünüyor?"


Omuzlarımı indirip kaldırarak gözlerimi devirdim. "Madem bir süre buradayım kendimi korumak için buranın işleyişini öğrenmem gerekiyor değil mi?"


"Akıllı kadınsın ." diyerek evin önüne geldiğimizi belirten bir bakış attı. "Buradaki herkeste öyle sandığın gibi güçler yok, şu an kafanın içinde oluşan düşünceler gibi."


"Nasıl yani?"


Çoktan evin içine girmiş kendini koltuğa atmıştı. Bacaklarını odanın içerisinde bulunan masaya uzatarak tekrar konuşmaya başladı.


"Dört farklı ırk vardır burada. Mesela birisi asraller, yani krallıktaki güçlü askerler onlar hep güçlüdür ama güçlerinin büyü ya da otlarla alakası yoktur. Onların gücü fiziki yani bileğindendir." dediğinde kaşlarımı kaldırmış onu dinliyordum. Anlattıkları gerçekten de ilgi çekici şeylerdi.


"Şifacılar mesela.." dediğinde bir süre duraksayıp gözlerime baktı ardından kaşlarını çattı. "Bunları bize karşı kullanmak için sormuyorsun değil mi kızıl?" dediğinde ufak bir kahkaha atıp geriye yaslandım.


"Bunu sorgulamak için sence de biraz erkenci davranmadın mı?"


Hafifçe gülümseyip "Öyle bir düşüncen varsa s*k ortalığı!" diyerek mırılandı.


"Terbiyesiz!"


"Nerde kalmıştık!" dediğinde dikkatlice onu dinliyordum. "Hah! Şifacılar. Az önce bahsettiğim gibi ot ve taşlarla ilgilidirler ama kahin olanlar büyü de yapabilir. Hoş, Estragonda uzun yıllardır büyü yapılması yasak."


"Ervam diye bahsettiğiniz kişi bizi nasıl lanetledi o zaman?"


"Ondan sonra değişmiş düzen zaten. Yaptığı kara büyü ülkenin topraklarını verimsiz hale getirdi. İklimler sürekli değişiyor asla uzun uzun yaz ya da uzun uzun kış yaşanmaz burada." Bacağının birini indirip konuşmaya devam etti. "O yüzden kahinler dışında herhangi birinin büyü yapması yasaktır. Onlar da çok zorunlu olmadıkça kitaplar sorunlaeı çözmediği taktirde ufak tefek büyüleri yapabilir. Zaten her ırk kendi gücüyle kendini koruyabilecektir."


"Büyüye de gerek yok aslında." dediğimde kafasını aşağı yukarı salladı.


"Kalan iki diğer ırk peki onlar kimler?" dediğimde dudağını büzüp kafasını salladı.


"Sienam ve kassaslar." dediğinde kıkırdamam bakışlarını bana çevirmesine neden oldu. "Neye gülüyorsun?"


"İsimler.. çok garip." dediğimde gözlerini devirdi. "Peki bunların gücü nedir?"


"Kassaslar büyüleri görebilen bir ırktır. Ortamdaki büyüleri kolaylıkla ayırt ederler." diyerek oturduğu yerde doğruldu. "Sienamlar ise hayvanlarla iletişim kurabilen bir ırk." dediğinde aklıma ormandaki kızın yılanın kulağına fısıldadıkları geldi.


"Herhangi bir hayvan yokken bu ırk kendini nasıl koruyacak peki?"


"Çok soru soruyorsun kızıl. Yeterli bu kadar gidip uyuyacağım!" diyerek ayaklandığında kapının çalma sesiyle duraksayıp bana döndü.


"Birini mi bekliyorduk?" gözlerimi devirip ayağa kalktığımda başımı anlamsızca salladım. "Bu yerde ben sence kimi bekleyebilirim?"


"Tamam sus, sesini çıkarma gidip bakacağım belki Şifa hatun gelmiştir."


Adımları yavaş yavaş kapıya giderken ben kalktığım yere geri oturmuştum. Bir süre ses gelmeyince çıkıp bakma kararı almışken gördüğüm manzara ise yerimde kalmama sebep olmuştu.


"Ezra! Bu ne güzel tesadüf?"


Kaşlarım hızla çatılırken gözlerim Kadeni arıyordu. Bir kaç adım daha atıp tamamen kapıya çıktığımda ise kadenin atlı askerler tarafından tutulduğunu görmemle bakışlarımı karşımdaki varlığa çevirdim.


"Sen!" diyerek ona doğru adım atacağım sırada Kaden'in sesiyle duraksadım. "Ezra yaklaşma ona."


O dediği varlık rüyama giren mutfağımdaki canlıdan başkası değildi.


Mutfağım, rüyam.Fark ettiğim şeyle gözlerim irice açılırken hepsinin bakışları bendeydi. "Rüya değildi!"


Bir anda kahkahalar artarken Kaden'in gözleri bendeydi. "Hoş geldin Ezra, ben Vales."


***********


Yazarın ağzından;


Estragon her zamanın aksine bugün oldukça güneşliydi. Tüm halk bu akılalmaz değişikliğe şaşırırken. Ezra ve Kaden, krallığın atları üzerinde çoktan akademinin bahçesine ulaşmak üzerelerdi.


Vales, krallığın adamı diye anılan varlık gelmiş ikisini de almış şimdi akademiye doğru ilerliyorlardı. Ara ara dönüp pis gözleriyle Ezraya bakıyor, ardından Kaden'e dönüp bir kaç şey sallıyordu.


Lanetli kadın ve krallığa karşı gelen ikiliyi yakalamış sonunda iyi bir konuma yükselecekti sonuçta. Hayatındaki en nefret ettiği iki ahmak onun başarısında birer basamak olmuşlardı Vales'e.


Akademinin kapısına ulaştıklarında, Vales büyük bir güçle atını durdurup kapıdaki muhafızlara selam verdi. Muhafızların gözü direkt atların üzerindeki ikiliyi bulduğunda Ezra merakla karşısındaki sarayı inceliyordu.


Oldukça heybetli bir binaydı bu. Koskoca duvarları, uzun uzun sütünları, simsiyah görüntüsü ile insanın içini ürpertiyordu. Ne işi vardı onun burada?


Muhafızlar kapıyı açtığında atlar sırayla akademinin bahçesine girmeye başladı. Bahçe o kadar kalabalıktı ki tüm öğrenciler, askerler, saray mensupları ve kral lanetlenmiş ruhu görmeyi merakla bekliyordu.


"Ezra!" yüksek bir ses tüm bahçede yankılandığında işte o an akademinin dışına bir şimşek düştü. Herkes hayretle gök yüzünün iki ayrı havaya bürünmüş olmasına şaşırırken attan inen kızıldan gözlerini alamıyorlardı.


Her biri nefretle ona bakıyor, bir an önce ruhunu alıp tüm Estragonu bu lanetten kurtarmak istiyorlardı. Lanetini ondan almak için planlar yapanlar ise ödüllerini hayal etmekten kendilerini alıkoyamıyorlardı.


Attan indirilen ikili yan yana tüm insanlara karşı duruyorken hepsinin gözleri Kaden'i bulmuştu. Kral durduğu yerden adımlayıp tam Kaden'in karşısına geçtiğinde gözleri bir süre Ezra'da gezindi. Baştan aşağı onu süzdüğünde kibirli bir gülümseme ile askerlerine baş selamı yapıp Ezrayı saraya götürmelerini emretti.


Kral elini Kaden'in omzuna koyarak dudaklarını araladığında ise herkes içeriye giren lanetli kadını izlemeyi bırakıp Kaden'e odaklanmışlardı.


"Biliyordum, bir gün tekrar akademiye döneceğini bize ihanetini telafi edeceğini biliyordum!"


Kaden şaşkınlıkla krala bakarken ağzındaki ipler yüzünden tek kelime edemiyordu. Vales sinirle kralın yanına geldiğinde ise duyduğu tek cümle. "Kaden'e saraydaki odasını gösterin!" demek olmuştu.


***********


Kolumdan sürüklenerek bir odaya geldiğimde inleyerek düştüğüm yerden doğruldum. O kadar çok itip kakmışlardı ki üzerimdeki kıyafetlerin her yeri kan içindeydi.


Karşımdaki asker nefretle bana bakarken omuzlarımı dikleştirip tam karşısına geçtim. Onların gücü varsa benimde vardı değil mi?


"Bu yaptığınızı hepinize tek tek ödeteceğimi biliyorsunuz değil mi!" dediğimde iki asker birbirine bakıp kahkaha ile gülmeye başladılar.


"Duydun mu bize, herkese ödetecekmiş." diyerek bir kahkaha daha attıklarında sinirle onlara yaklaştığımda gözlerimin içinin alev alev yandığının farkındaydım.


Defalarca gelen his yine gelmişti, her bir hücrem cayır cayır yanıyordu. Tebessüm ederek içimden "seni de çözeceğiz" diyerek kolyeye doğru konuştuğumda askerlerin adımları geriye doğru gidiyordu.


Bir diğeri, yanındakine dönüp işaret parmağı ile beni göstererek mırıldandığında ise kulağıma ulaşan şeyle kolyem tenimde parlamıştı. "Kral onun tadına bakarken biz de keyifle arkamıza bakıp izleriz."


O an anlık bir güçle karşımdaki asker yere yığıldığında ise ağzından köpükler gelmeye başlamıştı. Bir krize girmiş gibi yerde titriyor burnundan akan kanlar, ağzındaki köpüklerle birleşip boynuna doğru akıyordu.


Ayakta kalan asker yerdeki arkadaşına korkuyla bakarken adımlarımı ona doğru çevirdim. İstifimi hiç bozmadan ufak adımlarla karşımdaki askere doğru ilerlerken içeri girenle bakışlarımı kapıya çevirdim.


Bir kedi içeriye girmiş yanıma kadar gelmişti. Fırsattan istifade asker koşar adım odadan uzaklaştığında ise kedinin başını sevip yerde yatan askerin üzerine basıp odadan kendimi attım.


"Başka bir fırsatın olmazdı kızım!" diyerek kendimi giden askerin zıttı yönüne doğru attığımda ise durmadan arkama bakmadan ilerliyordum koridor boyunca.


Tüm sarayda koca bir çan çalmaya başladığında ise bunun benim için olduğunu anlamamak salaklık olurdu. Uzun bir süre koşup kendimi bir odaya attığımda ise boş oda derin bir nefes almamı sağlamıştı.


Ayak sesleri tüm katlarda yankılanırken ben odada saklanabileceğim bir yer aramaya çalışıyordum. Hızlıca kendimi ordan oraya atarken ayağımın bir yere takılması ile yere yapışmam bir oldu.


Sinirle elimi yere vurup ayağa kalktığımda ise ilk aklıma gelen yere, yatağın altına girme kararı almıştım.


#Saatler sonra#


Kulağıma gelen seslerle gözlerimi açarken nerede olduğumu çözmeye çalışıyordum. Zihnimdeki olayları yavaş yavaş sıralarken kafam netleştiğindd gözlerim irice açıldı.


Odaya giren ayak sesleri ile nefesimi tutarken bir an önce hepsinin bitmesi için içimden dualar ediyordum.


Adım sesleri hızlıca odanın içinde gezinirken bir anda yatak örtüsünün yukarı kaldırılması ile irkilerek kendimi biraz daha geriye ittim.


"Kızıl?" diyerek biraz daha yere eğilmiş beni görmek için ekstra bir çaba veriyordu. "Ne yapıyorsun orada?"


"Hazır yaz aylarına girmişken güneşleneyim dedim eşlik etmez misin?" dediğimde kaşlarını çatıp elini bana doğru uzattı.


"Saçmalamayı bırak da asraller gelmeden çıkalım şuradan!" gözlerimi devirip hareketlenerek ona doğru giderken ani bir sesle duraksayıp ayağa kalkması bir olmuştu.


"Ezhan bulabildin mi o ahmağı!" Kaden'in sesiydi bu. Bana ikinci kez ihanet etmişti kral bahçede söylerken duymuştum. Bir süre orada bekleyip Ezhanın ağzından çıkacak kelimeri merakla beklerken sonunda konuşabilmişti.


"Hayır yatağın altına bile baktım. İnanır mısın yer yarılmış da altına girmiş gibi." diyerek yalancı bir sitem bıraktığında gözlerimi devirmeden edemedim.


Kaden'in adımları yavaş yavaş odanın içinde gezinirken bir kaç şey mırıldandı. "Onda o potansiyel varken yeri gökle karıştırır emin ol. Anlamış da değil-"


"Her neyse gidip bulalım şunu hadi sen en üst kata bak bende zemine iniyorum kalan tek seçeneklerimiz onlar!" diyerek Ezhan Kaden'i odadan kovduğunda derin bir nefes verip saklandığım yerden çıkıp karşında durdum.


Her yerim toz topak olmuş saçlarım birbirine girmişti. Kollarımı göğsümde birleştirip hırsla Ezhana doğru adımladım. "Neden yalan söyledin?"


Omuzlarını umursamazca silkip bakışlarını bana çevirdi. "Yerini söylememi mi isterdin?"


"Ele vermemen için bir nedenin de yok ama?" diyerek bir kaç adım daha atıp tam karşısına geçtim.


Gözleri ayaklarımıza indiğinde ise uzunca bir süre orada oyalanıp kafasını sallayarak sırıttı. "Belki de ondan çok benim işime yarıyorsundur."


"Nasıl bir işe yaramaymış bu?" dediğimde sırıtması daha da genişledi. Dudaklarını bükerek ellerini pantolunun cebine yerleştirdi. Kumral saçları alnına dökülmüş, Beyaz teni kıpkırmızı olmuştu. Uzunca bir süre çaba verdiği her halinden belliydi. O da tıpkı buradakiler gibi giyinmişti.


"Borcun olsun sonra hatırlatırım." Diyerek dibime kadar girdiğinde ise beklemediğim bir anda elleri saçlarıma gitti. Kendimi geri çekmemle bileğimden tutup kendisine sabitledi. "Ne yapıyorsun sen!"


Anlık çıkışmamla çatık kaşlarının ardından gözlerini bana çevirip elinde tuttuğu böceği gözlerime kadar yaklaştırdı. Kafamı geriye çekip "Yiyecek hali yok ya altı üstü bir böcek." diye ekledim.


"Altı üstü bir böcek olsa zaten dokunmazdım. Bende çok meraklı değilim kırmızı saçlarına dokunmaya." dediğinde çoktan arkasını dönmüş kapıya doğru gidiyordu. "Borcun iki oldu haberin olsun." diyerek sırıttığında ise gözlerim hâlâ onun üzerindeydi.


Tam kapı kolunu açıp kendini dışarı atacakken arkadını dönüp benimle göz göze gelmesi bir oldu. "Ne bekliyorsun? Hadi!"


Omuzlarımı silkip arkamda kalan sandalyeye kurulduğumda ise kapıyı kapatıp yanımda bitmesi bir oldu. "Sen benimle dalga mı geçiyorsun! Keyfimden gelmedim buraya kalk gidiyoruz."


"Nereye gittiğimizden bahsetmediğin sürece şuradan şuraya adımımı atmam." diyerek bacak bacak üzerine atıp sandalyede daha da kuruldum. "Birilerinin beni yakalaması mı? Umurumda değil. Kralın eline düşmek mi? Kendi canından korksun. Daha kötü ihtimal başka bir yere atılmak mı? Buradan daha kötü bir yer düşünemiyorum."


Sabırsızca bir nefes verip yanımdaki sandalyeye kurulduğunda bir bacağını kırıp diğeri üzerine attı. "Birincisi ben yanındayken kimse sana dokunamaz. İkincisi biraz sabırlı olsan zaten güvenli bir yere gittiğimizde her şeyi anlatacaktım. Üçüncüsü ise buradan daha kötü yerler de var emin olabilirsin." diyerek göz kırptığında hala aynı ifade ile sırıtmaya devam ediyordu.


İstemsizce ayağa kalkıp ona ayak uydurduğumda memnun olduğunu belli eden bir kaç mırıltı çıkarıp kapıya doğru ilerlerdi. Parmakları kapı kolunu kavradığında arkasını aniden dönmesiyle burnum göğsüne çarptı.


Ben sitemle yüzüne bakarken o bir çırpıda üzerindeki pelerini çıkarıp bana uzattı. "Giy bunu!"


Gözlerim bir pelerin bir Ezhan'ın yüzünde gezinirken o çatık kaşlarla yüzümü inceliyordu. "Neyi bekliyorsun Ezra?"


Kollarımı göğsümde birleştirip omzumu silktim. Gözleri inatla yüzümde gezinirken parmakları sıkıca kapı kolunu kavrıyordu. "Siz hepiniz ne yapmaya çalışıyorsunuz tam olarak?" bir adım daha atıp tam dibine girdiğimde kalbim şiddetle çarpmıştı. "Kimden kaçıyorum ben? Hanginiz bulsa beni birilerinden kaçırıyor, saklamaya çalışıyor. Kimden ve neyden saklanıyorum ben Ezhan?"


Parmakları kolumu kavradığında gözleri sinirle gözlerime bakıyordu. "Anlatacağım dedim! Al şunu geçir kafana çıkalım şuradan anlatacağım hepsini."


Hâlâ olduğum yerde durduğumu görmesiyle elinde tuttuğu pelerini üzerime atıp şapkasını kapatarak iplerini sıkıca bağladı. "Kafanı eğ ve ben kaldır diyene kadar sakın kimse ile göz göze gelme." Şapkamı hafifçe kaldırıp yüzüme doğru eğildi. "Duydun mu beni?"


"Emir verme bana!" diyerek inlediğimde sırıtarak doğruldu. "Hadi takıl peşime."


Sertçe kapıyı açıp kendini dışarı attığında pelerinin şapkasını yüzüme kadar indirip peşine takılıp onu takip etmeye başladım. Koridor boyunca yavaş adımlarla ilerliyorduk. Askerlerden kaçarken etrafı inceleme fırsatı bulamamıştım. Koridorda uzunca siyah bir halı ve duvarlarında çeşit çeşit tablolar vardı.


Oldukça eski yazılar bir bir parlarken, büyü güçlerini duvardaki yazıları aydınlatmak için kullanıyor olmaları beni güldürmüştü.


Pelerinin altından hafifçe kafamı kaldırıp gözlerimi duvarlara çevirdiğimde yabancı yazılarla bir sürü yazı yazıyordu. "Ezhan?"


"Efendim."


Gözlerim her bir yazı üzerinde gezinirken bakışlarımı çekmeden konuşmaya devam ettim. "Bu duvardaki yazıların anlamlarını biliyor musun?"


Söylediğim şeyle ellerini cebine sokup gözlerini sağında kalan duvara çevirdi. Bir kaç saniye duraksadıktan sonra seslice kelimeleri bir kaç defa okudu.


"Ĉiu amo estasia si proprsa ekzekuto."


"Ĉiu amo estasia si proprsa ekzekuto."


Ellerini ceplerinden çıkarıp omzunun üzerinden bana baktığında gözleri bir süre yüzümde oyalandı. "Her aşk, insanın kendi idamıdır."


Gözlerim tekrar yazıya döndüğünde "Anlamını daha önce öğrenmiş miydin yoksa gerçekten anlıyor musun bu dili?" dediğimde tekrar önüne dönüp yavaş adımlarla koridorun sonuna doğru ilerlemeye başladı.


"Derslerde bir kaç kelime öğrettiler. Ayrıca lanetim sayesinde bir çok dili herhangi bir emek vermeden anlayabiliyorum." dediğinde şaşkınlıkla gözlerimi duvarlarda gezindirerek onu takip etmeye devam ettim.


"Yani insanlar bu yazıları öyle kolaylıkla anlayamaz öyl-"


Omuzlarını silkip önden ilerlerken bir süre duraksayıp sağa döndü. "Kafanı kaldırma."


"Ezhan, naber dostum?" yabancı bir ses yanımıza kadar geldiğinde Ezhan'ın bana söylediği gibi kafamı yerden kaldırmadan konuşmalarının bitmesini bekliyordum.


"Ne var Aren!" diyerek sertçe bir karşılık vermesi beni şaşırtırken olduğum yerde inatla kıpırdamadan duruyordum.


"Sakin ol bir şey soracak-" aniden konuşması duraksadığında derin bir nefes alıp devam etmesini bekledim. "Bu kim?"


Benden bahsettiğini anlamamak zor değildi. Ezhanı es geçip dibime kadar geldiğini gözümün önünde duran botlarından anlamıştım.


Ezhan hızlıca önüme geçip onun beni görmesini engellediğinde nefesimi verip kendimi biraz daha gizledim. "Önemsiz. Hizmetçi olarak saraya getirilen bir kaç kadından biri boşver onu. Sen ne soracaktın?"


Adam umursamazca önüne dönüp ilerlerken Ezhanın adımları da ona ayak uyduruyordu. "Lanetli kadın." boğazını temizleyip biraz düşündükten sonra konuşmaya devam etti. "Sabah saraya getirilmiş ama daha asraller kilitlemeden kaçmayı başarmış."


Ezhan sanki hiç haberi yokmuş gibi son derece usta bir oyunculukla "Ne demek kaçmış!" dediğinde pelerinin altından gözlerimi devirmeden edemedim.


"Bilmiyorum iki beceriksiz asker altı üstü bir kadını idare edememişler." dediğinde sinirle elim pelerine gittiğinde Ezhan bileğimi tutup aşağı indirdi.


"Altı üstü diye bahsettiğin kadın, şu an karşımıza çıksa ikimizin de ruhunu tek hareketiyle alır biliyorsun değil mi Aren?"


Adam oldukça kendine olan güveni ile konuşurken bir kapının önünde durdu. "Bir kadına yenileceksem zaten kendi canımı kendim almalıyım Ezhan. Bunu en iyi senin bilmen gerekiyor."


"Bazen cidden kafanın boş olduğunu düşünüyorum."


"O nedenmiş?" dediğinde Ezhan derin bir nefes alıp duraksadı. "Kadın diye hor görüp ciddiye bile almadıkların hayatta bir çok şeyi başarabilecek güçte. Ve inan ki bunun ne bir kasla ne bir cinsiyetle ilgisi var."


"Bugün idman biraz ağır gelmiş olmalı. Ne dediğini anlamıyor gibisin sen!" diyerek sitemle bir kapının açılma sesi kulaklarıma dolduğunda sabırla Ezhan'ın ne diyeceğini bekliyordum.


"Elbet anlayacaksın beni Aren." diyerek arkasını dönüp ilerlerken ağzının içinde gevelediklerini ise sadece ben duymuştım. "O günler de yakındır hiç şüphe etme."


Geriye kalan yol boyunca tek kelime etmeden uzun bir süre yürüdükten sonra bir kapının önünde durup içeri girmesiyle bende onu takip edip odaya girdim.


Pelerinin şapkasını açıp karşımda gördüğüm üç çift gözle karşı karşıya kaldığımda ise pelerinimi üzerimden atıp köşede duran sandalyeye bıraktım kendimi.


Sarışın kız koşarak yanıma kadar geldiğinde gözleri endişe ile vücudumda geziniyordu. "Şükürler olsun hiç bulamayacağız sanmıştım."


Ayakta kalan üçlü de kendilerini bir yere bıraktığında herkes konuşmamı bekliyor gibiydi. "Keşke öyle olsaydı." dediğimde Ezhanın gözleri beni buldu.


Çatık kaşlarının altından gözlerini ayırmadan gözlerime bakıyordu. Parmaklarını saçlarından geçirip arkasına yaslandığında ise hareketinde hâlâ bir değişiklik yoktu.


"Bacım sen kafanı bir yere falan vurmadığına emin misin?"


Yiğit'in sözleri ile bakışlarımı Ezhan'dan çekip ona odaklandım. Yanında oturan Mete sinirle bana bakarken anlamaz gözlerle ikisini izliyordum.


Yiğit oturduğu yerden ayağa kalkıp yanıma kadar geldiğinde gözleri yerde oturan Asmin'e kaydı. Ceplerinde olan ellerinden birini çıkarıp kıza uzatarak kalkması için yardım ederken hepimiz sakince ikisini izliyorduk. "Yere oturma bir daha üşüteceksin!"


Gözlerimi devirip bacak bacak üzerine atıp bir an önce bu saçmalığın sonlanmasını bekliyordum.


"Konumuz bu değil şu an Yiğit!"


"Tam olarak da bu. Senin dışında herhangi biri umurumda değil benim bu si*tiğimin yerinde dikkat et kendine aklım bir de sende kalmasın." diyerek çıkıştığında kaşlarımı çatıp ellerimi kafama yasladım.


Çok kısa bir an burnuma vanilya kokusu geldiğinde çalışma odam aklıma gelmesiyle hafifçe tebessüm ettim. Acaba şu an Beyza ne napıyor? Ya hastalarım hepsi beni bekliyordur.


"Ne okuyorsun?"


Mete'nin sesiyle kendime gelirken gözlerim Ezhan'a kaydı. Bir bacağını diğerinin üzerine kırıp oturduğu yerde iyice yayılmış elinde tuttuğu kitabı okuyordu.


Ezhan kafasını kitaptan kaldırıp bir süre o şekilde bekledi ardından gözleri beni bulduğunda sırıtarak Mete'ye döndü. "Hiç sadece şu kaçık kadınla ne yapacağımızı düşünüyordum."


"Ben size hiç aramamız gerektiği konusunda uyarıda bulunmuştum abi. Beni dinlemeliydiniz!" diyerek bir sitemde bulunduğunda hepsinin gözleri Mete'ye döndü.


Yiğit olduğu yerden yavaş adımlarla Mete'nin dibine kadar girip elini omzuna koyarsk yüzüne doğru eğildi. "Ezraya olan bu sinirin,nefretin de neyin nesi Mete?"


Mete burnunun ucuna düşen gözlüğünü işaret parmağı ile yukarı doğru iterken gözleri beni buldu. "Ona karşı herhangi bir nefretim yok. Sadece..."


"Sadece ne?" bu sefer de Asmin araya girmişti.


"Sadece varlığı beni rahatsız ediyor. Başımıza iş açmaktan başka hiçbir işimize yaramaz!" dediğinde oturduğum yerden kalkıp kollarımı göğsümde birleştirdim. Ufak adımlarla karşısına kadar yürüdüğümde gözlerim istemsizce Ezhan'a kaydı.


Hiç istifini bozmadan oturduğu yerden olanları izliyordu. Bakışlarımı tekrar Meteye çevirdiğimde yüzüne kadar eğilip dudaklarımı araladım. "Seni rahatsız eden şeyin sadece bu olduğuna emin miyiz?"


Kafasını olur olmaz sallayıp boğazını temizledi. "Başka ne olabilir?"


Tekrar doğrulup bir kaç adım gerilediğimde hafifçe tebessüm edip omuzlarımı silktim. Kafamın içinde lanetin varlığı dolaşırken artık lanetin aktifleştiği anlarda kolaylıkla anlayabiliyordum.


Öncesinde kolyem ısınıyordu.


Bakışlarımı kolyeme çevirdim. Isınmaya ve ışık yaymaya başlamıştı. Gülümsedim.


Sonrasında tüm damarlarım sıcak su gibi kaynamaya başlıyor ayak altlarımın uyuşması ile lanet aktifleşiyordu.


Tüm dediklerim bir bir olurken ben sadece keyifle sırıtıyordum.


Gözlerimi Mete'ye çevirip sadece çok kısa bir an kafamın içinden lanetin aktifleştiğini hissettiğimde Mete olduğu yerde titremeye başladı. Tüm gözler ona döndüğünde Ezhan sadece beni izliyordu.


Mete'nin yüzü kıpkırmızı kesildiğinde bakışlarımı çekip laneti tekrar yok ettim. "Yoksa tüm saydıkların dışında size bir şey yapmamdan mı korkuyordun?"


Sinirle ayağa kalkıp üzerime doğru atıldığında Yiğit'in onun önüne durmasıyla olduğu yerde kaldı. "Ne yaptığını görmediniz mi neden onu koruyorsunuz?" diyerek sinirle bağırdığında Asmin yanıma kadar gelip çatık kaşlarla bana bakıyordu.


"Neden böyle bir şey yaptın?"


Parmaklarım yardımıyla saçlarımı omuzlarımdan geriye attığımda tebessüm edip kollarımı göğsümde birleştirdim. "Bir şey yaptığımı düşünmüyorum."


"Ne demek düşünmüyorsun? Öldürüyordun beni!"


"Sadece şüphelerini gerçeğe çevirebileceğim konusunda sana bir öngösterim yaptım. Neden bu kadar sinirlendin ki?"


Sinirle kalktığı yere geri oturduğunda Ezhan sırıtarak bana bakıyordu. "Size söylemiştim! Düşmeyelim peşine demiştim hepiniz bu kadının peşinden geldiğinize pişman olacaksınız!"


"Tamam Mete uzatma."


Yiğit'in sesiyle gözlerim ona döndüğünde gülümsedim. Yiğit, dış görünüş olarak beni tek hamlede yerle bir edebilecek kadar yapılı bir vücuda sahipti. Ama Mete'ye zıt olarak onun ruhundan yayılan güven ona karşı bir duvar örmeme engel oluyor gibiydi. Asminle ikisi birbiri için yaratılmış gibi muhteşem gözüküyorlardı.


"Kitap aktifleşti." diyerek ayağa kalkan Ezhanla birlikte tüm gözler ona dönmüştü.


"Ne demek aktifleşti?"


Ezhan kitabı kaldırıp herkesin görebileceği şekilde tuttuğunda ise gözlerim şaşkınlıkla aralandı. Ahşap kapaklı oldukça eski bir kitaptı bu. Kapağının tam ortasında daire şeklinde bir oyuk vardı. Oyuğa odaklandığımda ise içindeki pusulanın varlığı beni oldukça şaşırtmıştı.


Pusula durmadan hızlıca dönüyor, dairenin çevresindeki figürler renkli ışıklarla yanıp sönüyordu. "Ne oluyor bu sı*tığımın kitabına!"


"Yiğit!" Asmin'in sesiyle Yiğit ellerini yukarı kaldırıp sırıttığında şaşkınlığımı bir kenara bırakıp ona odaklandım. "Ağzımdan kaçtı güzelim ayıp çok ayıp."


"Pusula duruyor!"


Pusula yavaş yavaş sabitlenirken merakla ne olacağını bekliyordum. Oklar yavaş yavaş sabitlendiğinde ise bir ucu beni diğer ucu Ezhan'ı göstermesi ile şaşkınlıkla ona baktım.


Onun gözleri de beni bulduğunda o sadece sırıtmakla meşguldü. "Bu da ne demek?"


"Kitabın kilit noktası da geldiğine göre artık kitabı açabileceğiz demek." Mete herkesi bilgilendirirken biz hâlâ Ezhan'la birbimize bakıyorduk.


Ezhan dudaklarını aralayıp konuşmaya başladı. "Ezra. Yanıma gel."


Bir kaç adımda yanına ulaştığımda kitaptaki pusula tekrar dönmeye başladı. Bu sefer bir turu daha kısa sürede bitirdiğinde şimdi iki okta bizi işaret ediyordu.


"Yiğit, Asmini de al yanımıza gelin." Herkes Ezhan'ın dediklerini bir bir yerine getiriyordu. Asmin ve Yiğit yanımıza geldiğinde oklar kıpırdamadan aynı şekilde duruyordu. Kitabı elime tutuşturup Asmin'in yanına geçip bizden dört beş adım uzaklaştığında herkes ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordu.


Kendisi bizim oluşturduğumuz dairenin dışında kaldığında gözleri kitaba döndüğünde ise hepimiz olanları izliyorduk. Pusula bir kez daha dönmeye başladı. Oklar yavaş yavaş birbirine girerken aniden durmasıyla gözlerimi yine Ezhan'a çevirdim. O ise sadece kitaba bakıyordu.


"Mete." diyerek ellerini ceplerine yerleştirdiğinde ise yaptığı tek şey keyifle gülümsemesiydi. Bir insan bu kadar çok gülebilir miydi? "Ezra'nın yanına geç."


Mete de dediklerini harfiyen yaptığında ise kitap bu sefer ışık verdi. Ama pusuladaki oklar yerini değiştirmedi. Gözlerim Ezhan'ın gözleri ile buluştuğunda ise o zaten beni izliyordu.


"Bu da ne demek oluyor? Bu kitap da ne?" dediğimde ufak adımlarla yanıma kadar gelip parmakları kitabı kavradığında kocaman gülümseyerek dudaklarını araladı.


"Benden yüzbinlerce adım da kaçsan. Aramızda günler kadar yol da olsa oklar seni bana getirecek demek. Pusulan bende Kızıl."


******


Bölüm sonuuu *-*


Nasılsınıız?


Karakterlerimiz hakkında ne düşünüyorsunuz?


Daha yeni başladık ama ben ona rağmen çoktan karakterlere alıştım bile peki sizin en sevdiğiniz hangisi?


Diğer bölümde görüşmek üzere kendinize dikkat edin vee her zaman gülümseyin, çünkü gülümsemek her şeyi değiştirir.

Loading...
0%