Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2/HAPİSHANE⛓️

@cielo_corea

İyi okumalar

Kapının tıktıklanma sesini duyduğumda hemen elimi yıkayıp ve havluyla kurulayıp kapıya doğru koştum. "Geldim." diye seslendim bekleyen kişiye. Ben daha mutfaktan çıkmadan zile bastı. Bir kez daha bastı. Yine bastı. "Geldik dedik sağır mısın yahu?" diye seslendim öfkeyle. Yine zile bastı.

O sırada da kapıyı açtım ve karşımda Demir'i gördüm. "Köklerimi salmıştım, birazdan da meyve verecektim valla." dedi yalancı bir kızgınlıkla. Köklerini sal mış mış da meyve verecek miş miş de.

"Keşke meyve verseydin canım elma çekiyordu yerdik bizde," dedim alay eder gibi. "bir de gölgende serinlerdik fena mı?" diye sordum merakla. Gözlerini devirdi ve ben daha müsade etmeden ayakkabılarını çıkartıp içeriye girdi. Yeminle destur denen şey bu adamda yok.

Arkasından kapıyı kapattım ve yanına doğru ilerledim. "Hoş buldum." dedi hafif sıkılmış bir şekilde. Yüzümdeki gülümsemeyi görmese iyidi. "Demedin ama olsun ben yine saygılı ve centilmen bir erkek olduğum için dedim." dediğinde çoktan salondaki köşeli koltuğa oturmuştu.

"Saygılı insanlar misafirliğe gelirken bir şeyler getirirler ama sende nerede öyle saygılı olmak." dedim ellerimi göğsümün altında birleştirerek.

“Kendimi getirdim yetmez mi?” diye sorunca gerçekten delirecektim.

“Yetmez deli adam yetmez.” dedim mutfağa doğru ilerleyerek. Soframı hazırlamamıştım daha bu adam niye şimdi geldi ki.

Tabakları önceden koyduğum tezgâhın üzerinden aldım ve salona doğru ilerledim. Mutfakta masa vardı ama ben daha geniş ve ferah bir ortamda yeriz diye düşündüğüm için salonda yemeyi düşünmüştüm. Tabakları masaya koyduğumda kafamı Demir’e doğru çevirdim. Kafasını geriye doğru yatırmış ve ellerini ensesinde birleştirmişti.

Ellerimi belime yerleştirdim ve “Sende iyice evimi kendi evin olarak görmeye başladın ha.” diye seslendim ona. Kafasını yavaşça kaldırdı ve göz göze geldik. Kaşlarını anında çattı.

“Sen sadece deprem olma riski olduğu için benim evimi bir yıl boyunca işgal etmemiş miydin?” dedi. Ne yapayım kardeşim, onun evi daha dayanıklıysa.

“Sende evinin karşısında arılar yuva yapmış diye benim evime taşınmıştın.” dedim tek kaşımı kaldırarak.

“Acaba arılar neden evimin önüne yuva yaptı?” diye sordu bana. Bu soruya gözlerimi kaçırarak cevap vermiştim. Ne yani adamın bahçesine ne kadar yetişen çiçek varsa hepsini dikmem yasak mı?

“Onu, önce evime kokan fareleri salmadan önce düşünecektin.” Banane evime o pis fareleri salmasaymış azizim.

“Gittiğimiz hayvanat bahçesin de beni bir aslan kafesinin içine kilitlemenin bir cezası olabilir mi acaba?” Yine gözlerimi kaçırdım.

“Doğum günümde pastamı kafama yediğim için olabilir mi?” Gerçekten bu yaşanmıştı.

“Peki, benim sınıf grubuma girip bütün ifşalarımı atmana ne demeli.”

“Ah hadi ama o zamanlar daha çok gençtim ve sen benim sınıfımın ortasında eskiden uç yediğimi söylemeseydin bende böyle bir şey yapmazdım.” İğrenç, küçükken yaptığım hareketleri sorgulamayı bırakmıştım.

“Saçlarımın ucunu ben uyurken mora boyadığın için yapmıştım.”

“Sende bizim son dersimiz bedenken beni uyutup yüzüme palyaço çizdiğin için yapmıştım,” devam ettim. “hadi ama yolda geçen giden bana bakıyordu ve bir teyze beni durdurup söylemeseydi bilemeyecektim.”

“Bir kere o korku evinde beni yalnız bıraktığın içindi.” Bu tartışma ne zaman bitecek.

“Sende bana…” tam bu sözlü kavga ne zaman bitecek demiştim ki kapı çalmıştı. Hızla kapıya doğru ilerledim sanırım Mert gelmişti. Mert, Demir’in abisi idi. Allahtan bu bir kere basmıştı zile. Kapıyı açtığımda gerçekten de Mert olduğunu gördüm.

“Hoş geldin.” dedim. Geçmesine izin vererek yana doğru kaydım. Ayakkabılarını çıkarttı ve içeri girdi.

Üzerine giydiği ceketi çıkartıp vestiyere astığında “Hoş buldum,” dedi heyecanlı bir sesle. “Gülşah geldi mi?” diye sorduğunda küçük bir kahkaha attım. Gülşah’ı çileden çıkartmak ve onun simetri takıntısını bozmak günlük aktivitesiydi.

“Hayır, gelmedi ama gelir birazdan. Hadi biz içeri geçelim.” dediğimde beni ikiletmedi ve içeriye doğru ilerledi. Koltukta hiç duruşunu bozmadan duran Demir’e bakmamaya çalıştım. Beni deli ediyor bu çocuk.

“Ooh abi sonunda gelebildin,” dedi kafasını kaldırıp. “valla şu çingene ile uğraşmak valla beni çok yordu.” Ne yaptım da yoruldun acaba beyefendi.

Mert’in yüzünde bir gülüş belirdi. O da koltuğa oturduğunda “Ne yaptın da delirttin lan kızı.” dediğinde Mert’e hayretler içerisinde baktım. Acaba kendileri benim gül gibi arkadaşımı deli ederken bize hesap veriyor mu?

“Beyler ben sizi yalnız bırakayım.” dedim ve mutfağa doğru ilerledim. Biraz sonra Gülşah da geldiğinde onunla birlikte sofrayı kurmuştuk. Yemeği yemeye başladığımız da ise derin bir sohbet oluşmuştu. Yemekler yenildiğinden sonra ise bir oyun oynamaya karar vermiştik ve tam şuanda da oyunu oynamaya başlayacaktık. Hangi grup birbirini daha çok tanıyor…

“Ben Gülşah’ı seçiyorum.” diyen Mert’in kazanma şansları sıfıra düşmüştü. Çünkü Demir benim her şeyimi bilirdi ben de onun her şeyini bilirdim. Sırıtarak bana bakan Demir de anlamıştı kazanacağımızı.

“Tamam.” dedim yüzündeki gülümsemeyle. Kalkıp Demir’in yanına doğru ilerledim. Yanına oturduğumda beni koltuk altına aldı. “Önce kim başlayacak?” diye bir soru yönelttim ortaya.

Mert bir elini bize doğru uzattı ve “Siz başlayın.” dedi. Kafamı salladığımda Gülşah “Hazır mısınız?” diye sormuştu.

İlk soru Demir’indi. “Ahu’nun en sevdiği renk?” diye başladı Gülşah sorulara.

“Beyaz.”

Gülşah kafasını aşağı yukarı salladı ve gözleri beni buldu. “Baran’ın en sevdiği renk?”

“Siyah.”

Gülşah yine bizi onayladı. Bu sefer Demir’e baktı. “Ahu’nun en sevdiği hobi?”

“Kitap okumak.”

Kafasını aşağı yukarı salladı ve aynı soruyu bana da sordu.

Güldüm. “Para harcamak.” Kafasını salladı. Gülşah bize yine böyle sorular sormaya devam etti ama sanki hepsini bilmemiz canını sıkmış gibi, “Artık bize geçelim mi?” diye sorunca onu onayladım.

Bu sefer onların sorulara cevapladıkları kâğıt bizim elimizdeydi. Kafamı Mert’in olduğu yere doğru çevirdim ve ilk soruyu ona ben sordum. “Gülşah’ın soy ismi ne?” Bu sorunun neden eklendiğine dair hiçbir fikrim yoktu ama hadi bakalım.

Mert hızla bir cevap verdi, “Yaldız.” dediği şeye Demir ile ben gülerken Gülşah’ın gözleri kocaman olmuş bir şekilde Mertteydi.

“Kaybedeceğiz. Salak mısın sen Mert?” diye inlediğinde daha çok güldüm. “Soy ismimi bilmiyor musun?

Mert şaşırdı ve “Ha o Ceren Yaldız’ın soy ismiydi.” dediğinde Gülşah daha da sinirleniyordu. “Gülşah bana niye öyle bakıyorsun,” dedi “yani şey gibi öldürecek gibi.” Mert şuan şaka yapmıyorsa ben de Ahu değilim arkadaş.

Gülşah bir anda yanındaki kırlenti aldı ve sert bir şekilde Mert’in kafasına attı. Mert son anda kırlentten kurtulduğunda bize dönüp, “Geçin bu soruyu birileri kaynamaya başladı.” Kahkaha atmamak için kendimi zor tutarken ne yapacağımı bilemedim. Yıldız soy ismini Yaldız soy ismine nasıl benzetti acaba?

“Tamam, bana odaklanın.” dedim ortalığı yangın evine çevirmemek için. Gülşah bana baktığında kafamı kâğıda çevirdim ve bir soru seçtim. “Mert en çok ne yemeyi sever?”

Gülşah elini çenesine koydu ve düşünmeye başladı.

“Bence biz şimdiden galibiyet marşlarımızı çalalım.” diye kulağıma fısıldayan Demir’e gülmekle yetindim.

“Mantı.” Gülşah’ın heyecanla söylediği şey ne yazık ki yanlıştı. Kafamı iki yana olumsuz bir şekilde salladım. “Dolma.” Yine yanlıştı. “Patates salatası.” Kafamı iki yana salladım. Yine olmadı.

Tam Gülşah bir şey diyecekken Mert araya girdi. “Zıkkım demeyi unuttun. Yok, yani onu da söyle de tam olsun. Bütün yemekleri saydın bir kısırı unuttun.” Mert’in sitemli sesi ikimizi de güldürmüştü.

“Diğer soruya geçiyorum.” dedim. Yine bilememişlerdi ve biz öndeydik. Bakışlarımı Mert’e doğru kaldırdım. “Gülşah’ın en sevdiği renk?” Bence bunu bilirlerdi. Çünkü basitti yani eğer sohbetlerinde bu konuyu konuşmuşlarsa bilirlerdi.

“Hay ben böyle işi sikeyim. Yeter kardeşim ben kızla konuşurken ‘senin en sevdiğin renk mor mu?’ diye soracağım. Bunlar ne saçma sorular ya.” Mert’in isyanı hepimizi güldürmeye yetmişti. Geceye kadar sohbet ettik güldük sonrada gittiler.

O yorgunlukla nasıl uyuduğumu bile hatırlamıyordum ama sabah beni Demir’in aramasıyla uyanmıştım. Demir beni sabah aramazdı. Korkmuştum. Üstümü bir telaşla giyinmiştim. Ne olduğunu da söylememişti. Sadece bir adres vermişti ve adrese gel demişti.

Arabanın camından baktım hapishaneye. Demir beni buraya niye çağırmıştı? Arabadan indiğimde hapishanenin kapısına doğru ilerledim.

Demir görüş açıma girdiğinde göz göze geldik. Ellerimi cebime koydum ve ona doğru ilerlemeye başladım. Yanına vardığımda, “Beni niye buraya çağırdın?” diye sordum. Çünkü çok merak ediyordum. Derin bir nefes aldı.

“Bu hapishanede kimler vardı biliyor musun?” diye sordu elini hapishaneye doğru uzatarak. Kafamı olumsuz anlamda sağladım. “Kaçmışlar,” dedi yüzünü bana çevirerek. “annemin ve annenin acı çekmesine sebep olan, çocukluğumuzu elimizden alan kişiler buradan kaçmışlar.” dedi üstüne basa basa. “Babalarımız Ahu babalarımız bu hapishaneden kaçmışlar.”

 

Kendinize iyi bakın canlarım ve oylamayı unutmayın.

 

 

 

 

Loading...
0%