Yeni Üyelik
13.
Bölüm

12.Bölüm

@cigdemgah

. . .


Öğleden sonra ofisteki herkes elinde ki kâğıtları çekmiş hediyeleşeceği kişiyi rastgele seçmişlerdi, Yüzlerde birkaç keşkeli ve inşallahlı ifade vardı ama hepsinin gönlünde ki keşke de inşallah da iki kişiye nasip olmuştu çoktan. Bunlardan ilki Cam fanusta sadece Zara’nın adının yazmamasıydı. Ona hediyesini Mir alacaktı. Diğer ise Ahşan’daydı. Boran’ın yanında hala bekleşen kalabalığa bakarken ikisinin de yüzü düşüktü. Ahşan’ın yüzünde ki gölgeliği görünce şaka ile gülerek sordu:


“Ne o Mir mi çıktı yoksa?” Ahşan cevap vermedi sessizce bakışları cam penceresinin ardında oturan Mir’e kaydı böylece Boran doğru tahmin ettiğini anladı ve buna üzülmedi: “En azından benim ki kadar kötü değil.” Dedi sıkılgan bir sesle. Ahşan ona soran bakışlar attı bu defa. Boran elinde ki kâğıdı ona gösterdi; Lila! “Bu çekiliş sadece ofis çalışanları için geçerli değil miydi? Lila çalışanımız bile değil. Şansım neden bu kadar kötü sence?” Ahşan keyifle güldü hemen.


“Bence Lila Hanım’ı memnun etmek daha kolay.” Kaşlarını kaldırarak ona baktı.


“Ona Paris’i alsam bile memnun olmaz Lila.”


“O zaman ona paranın yetebileceği bir Paris al.” Dedi şaka yollu Ahşan. Takıl yerin yanlış olduğunu hatırlatmak için derin bir iç çekti önce ve elinde ki küçük kâğıdı katlayarak cebine koydu Boran.


“Mesele paramın yetip yetmemesi ya da Paris değil. Lila’nın hediye alacağı kişi ben oluşum.” Ahşan buna o kadar da şaşırmadı ve bunu mesele haline de getirmedi.


“Son yemekten sonra ben Lila Hanım için eskisi kadar önyargılı düşünmüyorum. Bence iyi biri…” Boran omuz silkti. O da Ahşan gibi düşünüyordu hatta o gece bunu uzun uzun da düşünmüştü ama dillendirmek istemedi ne Ahşan’a ne de başkasına.


“Belki de… Ama hala beni sevmiyor.”


“Çünkü tanımıyor. İnsan tanımadığını sevemez.” Boran bu cümleye içten içe katıldı çünkü Ahşan ile ikisinin Lila hakkında ki fikrinin değişmesine de yardımcı olan onunla vakit geçirmiş olmalarıydı. Yine düşünmek yerine kaçmak istediğinden Ahşan’ın üstüne gitmeyi seçti ve şaka ile yeniden sordu konuyu değiştirerek:


“Onun tek tanımak istediği adama hediye alacaksın, sen bunu düşünsen iyi olur.” Ahşan yeniden iç geçirdi ve yüzü düştü. Değiştirmek isterdi Boran ile ama Lila için hediye almak daha ağır bir yük olurdu onun için bu yüzden sorma tenezzülünde bile bulunmadı.


“Yardımcı olacak mısın?”


“Yani ne alırsan al Mir ona saygı duyar. Şanslısın yani.” Ahşan başını salladı anladığını belirtircesine.


“Lila için ama Paris konusunda ısrarcıyım.” Diyerek ona yardımcı olmak konusunda bir latife yaptı. Boran çarpık bir gülüşle baktı Ahşan’a.


“Aslında ona hediye olarak hafta sonumu verirsem harika bir hediye vermiş olurdum aslında.”


“Ne var ki hafta sonu?”


“Mir ile babasını ziyarete gideceğiz.”


Ahşan ona bakakaldı. Mir’in yarası olduğunu anladığı babasından bahsedişini anımsadı. Çok sevdiği ama kendisini unutan tanımayan babası hala hayattaydı demek ve Mir hala onu ziyarete gidiyordu. Bakışları cam pencerenin ardına uzandı yeniden. Unutulmanın acısını Mir kadar hissetti, böyle miydi hissettiği demek... Asıl ölüm unutulmaktı. Ahşan orada bunu düşündü.


”Unutma beni!” dileğinin değdiği adam da aslen bir unutulandı. Peki ya hatırlanmak zor muydu yoksa kolay mıydı? Bunun bir kez daha farkına varışı Mir’e gard almış yanını alıp götürdü. Yumuşadı hemen. Orada bir karar verdi Ahşan da tıpkı Mir gibi zorlaştırmaya gerek yoktu; Mir’den kaçmayacaktı. Gizlemeye çalıştıkça aşikâr olan gönlünü merhametten asla arındıramazdı.


. . .


Akşamüstü yorgun adımlarla eve doğru yürürken köşkün yapısında durdu ayakları, bahçenin ardından gelen ışıklara baktı ve tereddüt etmeden içeri girdi. Bekçiye bir selam verdi. İleriyi işaret etti orta yaşlı adam kim için geldiğini bilerek. Az ileride Hanzade Hanım’ı elinde çalı makası bahçede güllerin arasında dolaşırken buldu. Eğilip kalktı zarif bir endamla. Hala ne kadar asil ve güzel olduğunu düşündü Ahşan bir an. Asla yaşlanmayacaktı hep böyle endamlı zarif dik mağrur bir prenses olacaktı Hanzade Sultan. Hep burada en sevdiği olacaktı. Belki de o aklından geçen cümlelerden nazar etti Ahşan ve Hanzade Sultan eline bir diken batınca hemen çekti elini kaşları çatıldı kadının, parmağına baktı. Bastırınca küçük bir kandamlası çıktı yüzeye. Canı acımıştı. Eskiden olsa bas bas bağıracağı bir acı artık saliseler içinde geçmişti belki de yaşlanıyordu bu olgunlukla. Gülümsedi. Eline bakarken Ahşan’ın sesi geldi az öteden.


“Gülün dikenine de razı mısınız Hanzade Sultan?” Hanzade Hanım gülümseyen yüzü ile döndü Ahşan’a. Orada olduğunu biliyormuşçasına.


“Razıyım, gülü seviyorum çünkü. Lütfu da hoş kahrı da…” Yunus Emre’nin dizesini duyunca gülümsedi Ahşan da ona doğru bir iki adım attı.


“Keşke herkes sizin gibi düşünse…”


Hanzade Hanım ona yaklaşırken manevi kızının ne söylemek istediğini anlamıştı, anlardı bir anne sayarak kendini. Onun gülümsemesinin ardında ki hüznü de ve kocaman gözlerinde ki yağdı yağacak yağmuru da anlardı. Bir yanı bunun sebebinin kendisi olduğunu biliyordu kaç gecedir onu uykusuz bırakan da Ahşan’ın ne hissedeceğini bilememesi değil miydi? Kızacak mıydı, küsecek miydi kaygısına düşmemiş miydi? İşte karşısındaydı gözlerindeki hayal kırıklığını görmüştü ama kızgın değildi belli ki kendisine. Zaten küsmezdi, biliyordu belki de bu biliş Ahşan’ın kendisini daha yalnız hissedeceğini düşündürmüştü ona çok üzülmüştü. Lakin kendisine başka bir seçenek bırakmamıştı Ahşan. Elinden neyin alındığını, nasıl bir fırsatı kaçırdığının farkına varması gerekiyordu. Artık şu herkesi düşünme kafasından çıkmalı gözünde ki pembe gözlükleri çıkarmalıydı. Biraz kendini düşünmeliydi. İstediği kadar kendisine kızsındı asıl düşündüğü Ahşan’dı.


“Herkes benim gibi düşünür mü bilmem ama sevgi her şeyi katlanılabilir kılar.”


“Yalanı, yılanı, ihaneti de mi?” sesli güldü Hanzade Hanım soruya, Ahşan da ona eşlik etti ölü bir gülüşle. Dürüst olacaktı elbette ki.


“Hayır.” Hanzade Hanım gözlerini kısıp ona yan bir bakış atarak devam etti: “Belki sadece yalanı.”


Ahşan bakışlarını çevirdi uzakta ki çalılıklara en çok üzüldüğü ve neredeyse her saat kendine söylediği o içinde ki cümle nihayet dışarı da vuruldu.


“Mir beni affetmeyecek.” Belki de haklıydı Ahşan ama Hanzade Hanım bunu düşünmüyordu çünkü sevginin ne demek olduğunu bulunduğunda mutlaka kaybedilmemesi gerekildiğinin en çok farkında olana kişilerden biriydi. Yirmi yıllık bir hasretin pençesindeydi ve artık bitmesi için ölümü kendisi çağırıyordu. Bu yüzden erken gelen bir lütfun kıymetini bilmesini sağlamalıydı Ahşan’ın. Herkes bir aşk hikâyesi yaşamayı hak ederdi. En çok da Ahşan hak ediyordu. Bu yüzden bu hikâyede ki iyilik meleği rolünü hakkıyla yerine getirecekti.


“Sevgi affettirir.” Sevgi kelimesi Ahşan’ın yüzüne usanmış bir ifade oturttu.


“Beni sevmiyor, Zara’yı seviyor.” ve onun gözlerin de ki hüzün bulutlarını görünce içi burkuldu Hanzade Hanım’ın.


“Zara’yı sevdiğini kendi mi söyledi?”


“Hayır ama-”


“O halde?”


Ahşan onun bu net olan ne istediğini bilen yanını hep severdi ama bu kez içine düştüğü durum için oturup çocuk gibi ağlama isteği ile doldu. Bakışlarını kaçırdı. Gidip az ötede ki banka oturdu. Dirseklerini dizine dayayıp eli ile yüzünü kapadı. Kimseye anlatamadığı sadece kalbinin derin kuyularına kapattığı o duygularını dile dökmek o kadar zordu ki onun için şimdi en yakını saydığı insana söyleyince bir tokat gibi yapışmıştı yüzüne. Kalbinde ki o his kabardı, kabardıkça Ahşan’ın üzerinde ki kara bulutlar çoğaldı. Az sonra ha düştü ha düşecekti. Hanzade Hanım ilerleyip Ahşan’ın yanına oturdu, sessizce elinde ki makası yanına bıraktı ve eli ile kızının belini sıvazladı. Ahşan doğruldu. Gözlerinin dolduğunu görmemesi için başını çevirdi. Bir damla yaş süzülünce dudaklarını ısırdı ama Hanzade Hanım gördü bunu.


“Bedahşan,”


“Bana söylediğiniz tüm o övünçlü sözleri geri alın. Çünkü ben şimdiye dek hiç kimseyi kıskanmadığım kadar Zara’yı kıskandım. Mir’e ben gittim. Ben gördüm. Ben tanıdım ama Zara’nın payına düştü. Kader mi bu? İmtihan mı? Bu kadar sınanırken daha ne kadar imtihana düşebilirim? İkisinin birbirinden hoşlandığını görüyorum. Ben ne yapacağım Hanzade Hanım? Orada olmak isteğimle olmamak isteğim aynı. Bu düşüncelerimden utanmam gerek ama utanmıyorum. Mir’i söylediniz gibi hislerle anamam çünkü o benim hakkım değil. Başkasının hakkı bu yüzden hayatım çalınmış gibi olsa da ben onu istemek istemiyorum. Hayır, bakmayın öyle… Çünkü düşündüğünüz gibi değil Mir beni istemez biz imkânsız olduk artık. Onun bana ait olmadığını böylece gördüm ben. Ona yalan söyledim. O bunu öğrenecek ve beni asla affetmeyecek. Bu yüzden Zara büyük kreasyonu hazırladıktan sonra Mirs’ten ayrılacağım. Zara ile nasıl istiyorsa öyle yapsın.”


Hanzade Hanım bir an Ahşan’ı hala küçük bir kız çocuğu gibi gördü ve merhameti yükseldi ona karşı. Uzanıp ona sarılınca Ahşan bunu bekliyormuş gibi sarılışına karşılık verdi. Gözünde ki zorla tuttuğu diğer birkaç damla yaş sessizce süzüldü. Ahşan ağlayamazdı. Babası öldüğünden bu yana sessizce ağlamayı da öğrenmişti gözyaşlarını kendi dindirmeyi de. Şimdi Hanzade Hanım ona sarılırken bir anne şefkati ile yine düşen yaşlarını kendisi dindirdi. Hanzade Hanım’ın da onun bu ağlayışı karşısında gözleri dolduğunu kısa bir iç çekişi ile anladı. Bu iç çekişi bilirdi Ahşan bu yüzden onu da ağlatmamak için hemen geri çekildi ve gözlerini sildi.


“Sakın ağlamayın.” Dedi baştan uyararak çünkü Hanzade Hanım ağlarsa kendisini tutamazdı. Onu öyle üzgün görmek istemiyordu. Derin bir nefes aldı temiz havadan sessizce sordu yanında ki kadın.


“Kızgın mısın bana ayakkabı için?” Ahşan başını iki yana salladı.


“Hayır, sadece şaşırdım.”


“Zara gelip dürüstçe her şeyi anlattı ve ona sadece bir kez yardım etmemi istedi.”


Doğruydu. Zara gelmiş açıkça her şeyi anlatmıştı. Utanmadan, diye düşünmüştü onu dinlerken. Ama cadılar utanmak nedir bilmezdi. O bitirdikten sonra ve soğuk bakışlarla ondan bir cevap bekledikten sonra Hanzade Hanım dürüstlük ile ilgili çok kısa bir nutuk çekmişti. Zara bu nutkunu onun yüzüne bakmadan ifadesiz bir yüzle dinlemişti. O soğukluk tam da orada kalkmıştı. Hanzade Hanım onun bir cadı olduğuna emin olmasaydı ve ona kızmamış bulunsaydı kısa bir an onun utandığını düşünebilirdi ama öyle bir durumda değildi. Sonra dayanmayıp sormuştu gerçek bir sultan olan Hanzade Hanım merakla, Mir’e karşı bir şey hissediyor muydu? Zara bu soru üzerine şaşırmıştı. Cevabı ise netti; hayır, şimdilik. Hanzade Hanım karşısında ki küçük cadının gözlerinde ki donuk ifadeyi görmüştü bir kez, dürüsttü belki de ya da değildi ama bir şeyin gerçek olduğuna da emin oldu eğer değilse de hoşlanmaya başlayacaktı Zara çünkü Mir nadide bulunan biriydi ve bu cadı fark edecek kadar akıllıydı. Bu biraz kaygılanmasına sebep oldu. Bu yüzden ona ayakkabıyı vererek Ahşan’ın, Zara’nın sahip olacağı avantajı görsün istedi. Ekmeği elinden alınan küçük çocuklar gibi hayatı elinden alınırken ve bir perdeden oynanırken onun yerine, bir köşede sessizce izleyemezdi. Gerçek savaşçılar böyle yapmazdı. Üzülecek olsa da bunu Ahşan’a göstermek istemişti ve anladığı kadarıyla etkili de olmuştu. Bir de Zara’ya bir şart daha koşmuştu. Mirs Ahşan’ın hazırladığı taslağı üretime başlayacaktı bunu biliyordu ama imza Zara tarafından atılsa da isim hakkı Ahşan’ın olacaktı. Ona bunu Hanzade Hanım söyleyecekti. Zara bunu kabul etmişti.


“Size kızmadım. Ben ona yardım ederken siz neden etmeyesiniz ki?” uzanıp kızının elini iki avucunun arasına aldı ve konuşurken sesi titredi.


“Bedahşan, ben ona yardım etmedim. Asıl istediğim sana yardım etmekti. Zara’nın o gece ki Sultan oluşunun ne demek olduğunu gerçekte sana ne hissettirmesi gerektiğini sonunda anlamışsın.”


Evet, anlamıştı Ahşan. Yine haklıydı Hanzade Hanım. Düşündü olanları ve aklına gelen şey ile yeniden gözleri doldu.


“Babamı babası gibi gösteriyor. En çok bu ağrıma gitti.” Bunu tahmin etmişti Sultan. Yanağına dokundu Ahşan buruk bir şekilde gülümsemeye çalışırken.


“O senin baban Bedahşan, bunu kimse değiştiremez.”


“Sanki şimdiye dek hep boşa kürek çekmiş gibiyim. Dönüp bakıyorum onca zamandır çalışıp didinen benim ama elimde ne var? Olanı da benim yerime altın fırsatla donatılan Zara’ya verdim kendi elimle. Ama o fırsatın benim olamayacağına ise adım gibi emindim.”


“Onun yerinde sen-“


“En başından dürüst olsaydım bile onun olduğu yerde ben olamazdım.”


“Neden bu kadar sığ düşünüyor inat ediyorsun?”


“Çünkü gerçek bu...” Hanzade Hanım’ın kızdığını ses tonundan anladı Ahşan. Ona bakışları değişti. Bu farkına varış düşüncelerini değiştirir diye ummuştu ama yine mi yanılmıştı?


“Gerçek senin kendi potansiyelinin farkına varmaman.” Hanzade Hanım sinirle geriye yaslandı eli ile şakaklarını ovmaya başladı. Üzerinde ki kara bulutların dağılması için ikisi de biraz sessiz kaldı. Az sonra söylendi Hanzade Hanım: “Allah’ım yine baş ağrım tuttu.” Güldü Ahşan, ona doğru eğilip şirin tutmaya çalıştığı bir sesle konuştu.


“Hadi ama Hanzade Sultan, beni anlaman gerek senin.”


“Anlamayacağım. Anlamak istemiyorum.”


“Peki, bende bugün hediye çekilişi yaptığımızı anlatacaktım ofiste.” Hanzade Hanım değişen konu ile tekrar ona odaklandı ve elini şakaklarından çekti.


“Hediye çekilişi mi?”


“Evet. Galiba senin gibi kader de çarkıma müdahale etmiş olacak ki bana Mir Bey çıktı.” Hanzade Hanım’ın bir an gözleri parladı. Galiba duaları Ahşan’ın saflığına ve inadına rağmen kabul olacaktı.


“Ona kim çıktı?”


“Bilmiyoruz hediyeleşme günü öğreneceğiz.”


“Boran’a sor o biliyordur.”


“Hayır, ayrıca o da Lila Hanım kendisine çıktığı için moralini bozmuştu.”


“Neden Lila çok güzel bir hanımefendi.”


“Boran da onu cadılardan sayıyor.” Gülüştü ikisi bu yorum üzerine Ahşan devam etti: “Lila Hanım Mir Bey’e âşık. Boran da keşke Mir’e çıksaydı hafta sonu ziyaretine giderdi dedi.” Burada ipin ucunu tuttu Hanzade Hanım.


“Hafta sonu ne ziyareti varmış?”


“Mir Bey babasını ziyarete gidecekmiş.”


Hanzade Hanım’ın baş ağrısı geçti ve zihninde ki çarklar yavaş yavaş dönmeye başladı. Niyetin halis ise, dedi içinden, Allah imkân sunar… Ve aklından geçen şey ile Ahşan’a döndü.


“Tamam, yeterli bu kadar hadi işim var benim.” Uzanıp Ahşan’ı öptü ve acele ile köşkün kapısına yönelip içeri girdi. Ahşan onun bu telaşlı haline bir anlam veremedi ve arkasından bir müddet baktı ardından ise ayaklanıp evinin yolunu tuttu.


. . .


Gece uyuyamadı. Odasında yatağında dönüp durdu. Bir ara mutfağa su almaya gittiğinde Zara’nın odasının ışığının geldiğini gördü. Sıkı çalışıyordu ve Ahşan onun başarılı olmasını diledi bir yandan. Hem Mirs için hem de işinin devam etmesi için. Odasına döndüğünde bilgisayarını açtı Mir’in gönderdiği mailleri kontrol etti ve düzenleyerek gereken yerlere iletti. Aklına gelen fikirle arama butonunu açtı ve Mir Akbaran yazdı. Hiçbir sonuç çıkmadı. Sadece Mirs’in resmi sitesi çıktı. Görselleri seçti ama Mir’in hiç resmi yoktu. Belkıs Akbaran’ın fotoğraflarını dahi gördü ailesi ile ama Mir’in yoktu. Mirs yazınca Boran’ın adının yazdığını gördü, Mir’in adının yanında. Demek oda Mirs’in ortaklarından biriydi ve neredeyse Mir kadar hisseye de sahipti. Boran’ın adına tıklayınca onun sosyal medya hesabına bakmaya başladı. Boran şık ve sade bir adamdı. Tam Kore tarzı diye düşündü. Onca fotoğraf arasında Boran’ın bir fotoğrafında gördü Mir’i. Boran’ın üzerinde bir takım elbise ve Mir’in kaftan giyilmiş hali. O geceye ait. Balonun olduğu gece çekilmiş bir fotoğraf. Ahşan fotoğrafa uzun uzun baktı. Ardından bu uzun sürenin farkına varınca hemen ekranı kapattı. Hızla kalktı yerinden ve yatağına uzandı. Aklından geçenleri hemen durdurması gerektiğinin farkındaydı ama engel olamıyordu kendine. Nasıl olacaktı ki önemli bir konu daha vardı Mir’e hediye alacaktı ama ne alacağını dahi bilmiyordu. Bir ara gidip Zara ile kâğıtları değiştirmeyi teklif etmeyi düşündü ama sonra bundan vazgeçti Mir patronuydu o kadar, ondan kaçmanın bir yararı da yoktu o halde akışta kalıp olduğu gibi yaşamayı seçti diğer türlü durumu sadece kendisi için zorlaştıracaktı. Çok geç bir saatte derin ve baş ağrıtacak düşünlerin içinde boğuluyorken daldı uykuya. Sabah çalan telefonun sesi zihnine bir balyoz darbesi gibi iniyordu. Zorlanarak açtı gözünü ekranda ki ismi görünce hemen cevapladı.


“Hanzade Sultan?”


“Günaydın kuşum. Uyuyor musun hala?”


“Evet, saat daha erken...”


“Hadi kalk çabuk sana güzel bir kahvaltı hazırlattım.”


“Neden bugün bayram mı?”


“Hayır.”


“Doğum günümde değil?”


“Kalk hadi uykucu. Güzelce giyin ve gel, işimiz var.” Ahşan sonda ki imayı fark etti.


“Özellikle mi güzel?”


“Evet, Bedahşan, özellikle güzel.”


Saate baktı Ahşan, çok erkendi. Bir an uykusuna devam etmeyi seçmek istedi ama Hanzade Sultan’ı kızdırmak istemezdi. Ayaklandı zorlanarak. Elini yüzünü yıkadı. Kıyafetlerinin arasında Hanzade Hanım’ın onun için aldığı bir elbiseyi seçti. Ahşan günlük kullanım için kolay kolay elbise seçmezdi çünkü sürekli çalışıyordu, hareket halinde olduğundan nadiren elbise giyerdi. Doğum günlerinde ya da bayramlarda Hanzade Hanım onu makulen bir tarzda değil de hanımefendi gibi şık bir elbise ile görünce ışıl ışıl gülümserdi. Ahşan kadının o halini görmeyi pek severdi. O yüzden yine elbise giymeyi tercih etti. Hazırlandı özenerek.


Ev ahalisi henüz uyanmamıştı, hafta sonu olduğu için. Hepsi zaten Ahşan’ın kahvaltı hazırlamasını bekleyecekti büyük ihtimalle ama Ahşan ilk kez bunu dert edinmemeyi seçti. Telefonundan Zara’ya Hanzade Hanım da olduğunu söyleyen bir mesaj attı sadece Gülfer mahalleyi Ahşan kaçtı diye ayağa kaldırmasın diyerek. Ardından çıktı evden.


“Seni böyle çok güzel görmek beni çok mutlu ediyor biliyorsun değil mi?” Hanzade Hanım onun giydiği zarif elbisesinin içinde ve günaydının ardından iki kolunu açarak karşıladı. Ahşan bir an durdu.


“Normalde güzel değilim yani?”


“Çok kelimesini özellikle ekledim.”


Gülüştü ikili sabah neşesi ile. Kahvaltı hazırdı ve sultanlara yaraşır güzel bir masaya oturunca Ahşan kendini özel hissetti. En azından beni çok seven biri var, sadece bir kişi dahi olsa bu yeter…


Çayından bir yudum alıp kahvaltısına başladı hemen neşe ile. Keşke her kahvaltı bu kadar güzel ve huzur verici olsaydı onun için. Hiçbir şey düşünmeyerek tadını çıkardı.


“Ne işiniz var benimle bugün?”


“Sürpriz.”


Ahşan gözlerini kıstı kadının yüzünde ki muzip ifadeden bir şey anlamadı ama emin olduğu bir şey vardı ki bu yüz ifadesi kendisini daima şaşırtırdı. Kahvaltıdan sonra hemen yola koyuldular. Biraz vakit sonra araba durunca bir bahçeden içeri girdiler. Ahşan evvela anlamadı etrafta gezen bir iki hemşireye ardından da hastalara onun ardından da yaşlı insanlara baktı. Orada zihninden bir şimşek çaktı ve anında durdu ayakları.


“Hanzade Sultan?” Geriye döndü beriki bu ses tonunu duymayı daha erken beklemişti.


“Ne?” dedi anlamazdan gelerek.


“Biz nereye geldik?”


“Burası bir bakımevi, aynı zamanda huzurevi de?” Onu anlamıştı evet.


“Bizim burada ne işimiz var?”


“Hastaları ve yaşları ziyaret etmek bizi cennete götürecek.”


“Bence bunun sonu beni cehenneme götürebilir.”


“Allah korusun. Nasıl bir cümle bu?”


“Ben geri dönüyorum isterseniz siz-“ Kolundan tuttu kızı Hanzade Hanım. Buraya gelmişlerdi ve bu karşılaşma olacaktı.


“Ahşan?”


Belkıs’ın sesi ile ikili aralarında konuşmayı bırakıp ona döndüler. Hanzade Hanım yüzünde gülücükler ile sarıldı Belkıs’a aynı şekilde karşılık da aldı. Bu tesadüf değildi elbette. Belkıs’ı akşam bu niyet ile aramış bir ziyaret istediğini söylemişti Belkıs da hemen önermişti yarın kendisine katılmasını. Ama evet Ahşan sürprizdi. Yine de Belkıs bu sürprize sevinmişti. Onunla böyle karşılaşmasa bir plan ile yan yana gelmek epey zordu çünkü. Yanında yine iki kızı vardı. Ahşan’a da hafif bir sarıldı Belkıs bu samimi sevinci karşısında Ahşan da mahcubiyetini geri atıp ona gülümsedi.


“Seni gördüğüme sevindim. Sürpriz oldu bu.”


“Evet, Hanzade Hanım sürpriz yapmayı çok sever.” Mahcubiyetle başını eğdi Ahşan sanki Belkıs bunun bilerek planlanan bir karşılaşma olduğunu görmüştü ama haklı değildi elbette.


“Evet, severim,” diyerek araya girdi muhatabı. Belkıs da bunda hemfikirdi elbette.


“Biz de şimdi babamın yanına gidiyorduk, bizimle gelmek ister misiniz?”


“Yahya Bey rahatsız olmasınlar.” Diye Hanzade Hanım bir tereddüt sordu.


“Henüz bir şey söyleyemem malum saati saatini tutmuyor.”


Ahşan’ın ayakları geri geri giderken ikilinin peşinden gitmeye başladığının farkında bile değildi. Mir’i burada görmek istemiyordu onunla karşılaşma isteği hiç yoktu. Nasıl bir tesadüfi karşılaşma olabilirdi ki bu? Ayrıca zaten ofiste görüşürlerken şimdi de burada mı karşılaşmak zorundaydılar. Bir koridordan geçip büyükçe bir salona vardılar. Bir hemşire vardı kapıda.


“Hoş geldiniz Belkıs Hanım,” diyerek güleç bir yüzle karşıladı onları.


“Hoş bulduk Maral Hanım, nasılsınız?”


“İyiyim teşekkür ederim. Tam zamanında geldiniz, babanız bugün oldukça iyi.”


Belkıs’ın yüzü aydınlandı ve rahat bir nefes aldı. Babasının haftalık ziyaretleri çok uzun zamandır iyi değildi. İyi olduğu bir iki görmede ise ya ilaçlardan dolayı zihni uyuşmuş oluyordu ya da hasta olduğu için yatıyor oluyordu onun dışında kendisini hep bir yabancı gibi karşılıyordu.


“Çok şükür hemen görelim.”


İlk olarak kızlarını önüne alıp ileriye gitti Belkıs, Hanzade Hanım ve Ahşan kapının önünde durmayı tercih ettiler. Yemyeşil bir bahçeye açılan büyük bir pencerenin önünde yaşlı bir adam elinde gazete sayfalarını karıştırıyordu. Kaşları çatıktı sanki okuduğu şey hoşuna gitmiyor gibiydi. Mir’e benzetemedi Ahşan babasını, belki de Mir annesine benziyordu. Ama asabi halini benzetti bir yanı. Dikkatle izledi adamı. Belkıs yavaşça yaklaştı babasına.


“Hayırlı sabahlar,” dedi tereddüt ederek, yaşlı adam başını kaldırmadan evvel söylendi.


“Ne sabahı akşama geçiyoruz artık-“ başını kaldırıp Belkıs’ı gördüğü an yüzü bir duraksamadan geçti bir tanıma bekledi ve nihayet gülümsedi: “Naciye, bu ne güzellik be kızım, yine mi düğüne gideceksin?”


Belkıs gülümsedi Naciye dediği işi halası idi. Babası Belkıs’ı kız kardeşine çok benzetirdi aslen benzerlerdi de. Bu yüzde hiç tanımamasındansa bir süre onunla güzelce sohbet edip onun gülen yüzünü görmek için halası gibi davranırdı. Yanına gidip elini öptü sarıldı birkaç saniye. Çok uzun zamandır hissetmediği baba sıcaklığı onu bir an duygulandırdı ve babasının yanına oturdu ellerini tuttu.


“Sen beni hep güzel görüyorsun ya, ondan mıdır acaba düğüne gidiyor gibi durmam.”


“Tamam, tamam hemen şımarma.” Bakışları çocuklara takıldı hemen: “Kızlarını da mı getirdin?” Belkıs kızları yanına çekti, göz işareti ile elini öpmesini istedi. Büyük kızı Safiye de Meryem de sessizce keyiflenerek bir oyunu hakkıyla yerine getirerek ellerini öptüler dayılarının.


“Sanki Mir dayım yaşlanmış.” dedi Meryem muzipçe ablasına, Belkıs gözleri ile uyardı onları oturmaları için gülüşerek istenileni yaptılar.


“Şu kızlara lokum falan bir şeyler getirin Mesude?” Annesinin adını hatırlaması Belkıs’ı heyecanlandırdı evli olduğunu biliyordu, demek ki çocuklarını da hatırlardı. Şuan hangi devirdeydi düşündü Mir’i de hatırlıyor muydu acaba? Hemen gelse iyi olurdu çünkü babasını asla bir daha bu halde bulamayabilirdi: “Belkıs?” Kendisine seslendiğini düşünerek babasına baktı Belkıs ama hayır, seslendiği kendisi değil kapıda onlara bakan Hanzade Hanım ve Ahşan’dı: “Başına niye sardın o eşarbı, kaç kez dedim mektebe böyle almazlar seni diye.” Belkıs yutkundu. Kendisini hatırlamıştı. Öğrenci olduğu zamanlardaydı demek. Bir an bir umut oldu içinde.


Hanzade Hanım, kapıda olayı anlar anlamaz Ahşan ile bakıştı bir an tereddüt etse de içeri girmeyi seçti yavaşça. Onun geldiğini gören Yahya Efendi hemen onu da bir simaya tanıdık etti.


“Hayırlı günler hoca hanım, hoş geldiniz.” Ahşan’a döndü Yahya Efendi yeniden: “Neden hocanı getireceğini de söylemedin annen hazırlık yapardı. Oturun da size bir şeyler ikram edelim. Mesude neredesin Mesude? Bunun da bugün görünmeyesi tuttu.” Hanzade Hanım da Ahşan da sessizce oturdular. Belkıs onalar bir göz kırpış ile teşekkür etti.


“En azından bir şeyler hatırlıyor.” Dedi. Babası anlamayarak ona baktı.


“Kim hatırlıyor?”


“Hiç kimse ağabey...”


“Belkıs annen görünmüyor kalk hadi sen bize içecek bir şeyler getir.” Ahşan ilk olarak tereddüt etti ama sonra oyuna ayak uydurmayı seçti.


“Tamam, baba, getiriyorum hemen.” Ahşan kalkıp gerçekten de içecek bir şeyler getirmeye gidince Yahya Efendi, Hanzade Hanım’ı süzdü ve kızına doğru duymadığını düşünerek söylendi:


“Ne kadar güzel bir kadın... Sanki prenses. Keşke Belkıs da onun gibi olsa dimi.” Güldü Belkıs babası ile başkalarını çekiştirmeyi özleyen yanı ile keyifle ciddi ciddi cevap verdi


“Olur, belki bilemeyiz daha genç.”


“O bu kafayla muallimliği dahi zor bitirir. Diğeri de uçuk hayaller peşinde.” Diğeri lafını duyunca Belkıs’ın gözleri parladı. Mir’i hatırlıyordu… Ve bunun bir an önce Mir’in duyması gerekti. Saatine baktı. Sahi nerede kalmıştı bu çocuk?


Ahşan elinde çay tepsisi ile geldi az sonra. Yanında hemşirenin verdiği kurabiyelerden de vardı. Yahya Efendi bunu görünce keyiflendi.


“Oh oh elleri ile yaptığı kurabiyeden de getirmiş. Kızım çok güzel kurabiye yapar Hoca Hanım pek hamarattır. Lütfen yiyin çekinmeyin.” Belkıs’ın yüreği sıcacık oldu babasından böyle güzel bir iltifat duymayalı kaç yıl olmuştu bilemedi. Uzanıp elini tuttu yeniden ve bir öpücük kondurdu yaşlı adamın eline. O ise keyifle kurabiyenin tadına bakıyordu. Çayını içene dek gülüyordu. Belkıs masa da duran tavlaya baktı babası ile oynadığı günleri özlemle yâd etti. Ona hediye ettiği eski tavla takımının hala masasında oluşu kalbini sızlattı.


“Hala tavla oynuyor musun baba? Yani abi.”


“Elbette Naciye, her şeyi bırakırım ama onu bırakmam. Dimi Belkıs? Ne dersin oynayalım mı bir el? Seni hırslandırıp sonra ağlatayım mı?” Belkıs güldü. Babasının hep yaptığı bir hareketti bu.


“Benimle oynar mısın abi,”


“Yok, sadece kızımla... Sen kolay lokmasın.” Belkıs bu anı kaçırdığı için içerlense de onu hala eskisi kadar çok seviyor oluşuna sevindi. Belkıs2ın yüzünde ki heyecanı ve mutluluğu görünce Ahşan yaşlı adama döndü.


“Oynayalım mı baba?”


Ahşan’ın teklifine Belkıs çok sevindi. Tavlayı alıp sehpaya bıraktı hemen ve karşılıklı oturdular. Ahşan tavla oynamayı elbette bilirdi babası da iyi oynardı. Ondan öğrenmişti bir şeyler. Karşısında ki adamı bir an babası yerine koydu kalbine bir huzur doldu o an. Eğer hayatta olsaydı şu an karşısında böyle dururdu değil mi? Kızım derdi ona. Gülümseyerek az önce ki gibi başkalarının yanında da överdi. Bir babanın varlığına çok kısa bir an bile olsa sahip olduğu için mutlu oldu Ahşan orada. Tavlaya ilk başlayan kendisi oldu. Belkıs Ahşan’a minnetle baktı, o babası ile tavla oynarken ve yerine geçmişken baba kızın dışarıdan aslen nasıl göründüklerini de görmüş oldu böylece ve ne kıymetli zamanlar geçirdiklerini de fark etti.


“Penc üse severler güzeli genc üse.” Diyen yaşlı adam kahkahalarla güldü. “Aferin kızıma, nasıl güzel becerdin bu tavla işini. Bizim haytadan daha iyi oynuyorsun. Hayta dediğim bizim oğlan Hoca Hanım, o da iyi bilir tavlayı ama kazanmak istediğinden hep çok ciddi. E ondan bana da bulaşıyor sonra da bir tadı tuzu kalmıyor.”


“Oğlunuzun adı ne?” diye orunca Belkıs babasının ağzından çıkacak o kelimeyi bekledi söyleyecek miydi onca zaman sonra oğlunun adını?


“Mir…” Belkıs’ın gözünden bir damla yaş süzüldü. Rahatladı bir yanı içinden bir şükür etti. Gözünde ki yaşı gülümseyerek hemen sildi.


“Nerede şuan?” Hanzade Hanım onun Mir’i hatırlamadığını biliyordu sorma nedeni de en çok buydu. Belkıs’ın bunu duymak istediğini bundan mutlu olacağını da biliyordu. Güzel kalpli arkadaşının yüzünde ki mutluluk kendisini de mutlu etmişti.


“İş kuracağım diye hayallere dalmıştır yine. Plan program yapıyordur. Çok hevesli ama toy korkuyorum işe başlar yarı yolda kalır da bu hevesi erken söner diye… Ayakkabıcı açalım mı dedi bana geçen? Ayakkabıcı mı olacak? Ne anlarız biz ayakkabıdan kızdım tabi.”


“Neden kızdınız?”


“E işi bilmiyor ki?” zar atma sırası Ahşan da idi son kez. Yahya Efendi durup derin bir nefes aldı: “Öyle kızdım gibi yaptım aslen, ona söylemedim ama bir gün çok iyi bir yere gelecek benim oğlum. Bazen bakışlarında böyle büyük bir adam görüyorum. Büyük bakıyor ileriye bakıyor.”


Belkıs gülümseyerek babasına baktı. Keşke bunları Mir de duysaydı diye geçirdi içinden. Ki bu dileği anında kabul olmuştu. Mir kapıda babasının söylediklerini duymuştu. Kaç yıl olmuştu onun oğlu olmayalı bilemedi. Düşünmedi. Onca gecenin üzüntüsünü ve bir unutulmak yarasını o duyduğu sözler hepsini unutturdu. Gözlerinin dolduğunu gizlemeden ona seslendi.


“Baba…” başlar ona döndü. Yahya Efendi birkaç saniyeden sonra aklına yansıyan kötü bir anı ile kaşlarını çattı ve sinirle ayağa kalktı.


“Sen yine mi geldi bre hadsiz. Zibidi kılıklı herif kaç kere dedim sana bir daha evime yaklaşma diye. Nerde benim sopam sopamı getirin.” Berikiler ayağa kalkan yaşlı adamı tutup sakinleştirmeye çalışırken Ahşan ne olduğunu anlamadan ayağa kalkınca Yahya Efendi bu defa ona doru uzanmak istedi, bağırdı: “Belkıs dur sakın yaklaşma ona. Bırak kızımın yakasını sende.” Diye söylenince Belkıs babasının önüne geçti.


“Baba sakin ol lütfen, bak ben buradayım kızın Belkıs, o da Mir. Senin oğlun.”


“Çekil sen.” Diyerek Belkıs’ın itince kadın sendeledi koltuğa doğru düşeyazdı, bir anda sesi yükselmeye başladı Yahya Efendinin. Mir ablası sendeleyince onlara doğru koştu hemen babasının kolunu tuttu.


“Baba lütfen yapma böyle,”


“Bırak kolumu. Polis yok mu polis çağırın hemen. Efendiler. Bu rezil adamı alın içeri.”


“Baba lütfen bak Mir ben. Demin bahsediyordun ya hani. Unutmadığını biliyorum, benim Mir.” Yahya Efendi sağ elini sertçe bir tokat gibi Mir’in yüzüne sallayınca yüzüğü Mir’in kaşına den geçip derin bir şekilde çizdi. Bir kandamlası yüzeyden şakağına doğru yavaşça indi. Belkıs küçük bir çığlık attı.


“Mir?”


“İyiyim.”


İki Hemşire ve görevli de gelip Yahya Efendiyi tuttular. Biri onun kolunu tutarken diğeri iğne yapmaya çalıştı. Ve misafirler apar topar dışarı çıkarılırken Yahya Efendi’nin sesi yüksekten aşağıya iner gibi yavaş yavaş kayboldu.


“Belkıs, Mir’e söyle yanından ayrılmasın. Dikkat edin.”


. . .


Loading...
0%