Yeni Üyelik
14.
Bölüm

13.Bölüm

@cigdemgah

Ahşan, Hanzade Hanım’ın yanında sessizce oturuyordu. Neler olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Biri Ahşan ile buraya gelmenin o kadar da doğru bir karar olmadığını düşünüyordu. Aile için küçük bir drama şahit olmaları Hanzade Hanımı biraz utandırmıştı. Diğeri Mir’i düşünüyordu. Onun ne kadar üzüldüğünü ve o gece neden buna bu kadar üzüldüğünü anlamıştı. İçi burkuldu Ahşan’ın Bakışları Mir’in çıktığı kapıdaydı. Yanına gitse nasıl bir tepki ile karşılaşırdı bilemedi. Ne işi vardı burada? Buradalardı madem neden oturuyordu ki şimdi? Belkıs’ı bekliyorlardı. Dayanamadı ve kalktı hemen yerinden. Bekleme salonundan çıktı. Bir koridora geçti bahçeye bakan büyük pencerenin önünde durdu. Boran’ı ilerde ayakta gördü banka doğru hafif eğilmişti. Demek ki Mir de oradaydı. Hemen çıkış kapısına doğru ilerledi. Girişte bekleyen hemşireden temiz bir gazlı bez ve yara bandı aldı.


Boran, bir kez daha eğilip Mir’in kaşına bakmaya çalıştı ama Mir geri çekildi. Şuan kaşını düşünmüyordu. Boran nihayet içeri girip hemşireden bir bez falan almayı düşündü ki karşıdan Ahşan’ın geldiğini gördü. Bir an benzetti sandı ama hayır, Ahşan’dı bakışları Mir’e kaydı. Şu durumda doğru olanın ne olduğunu düşündü. Ahşan’ı görünce daha da öfkelenir miydi Mir? Yoksa sessizce yanlarından ayrılmalı mıydı? Bir an tereddüt etti ama sonra Ahşan’ın burada olmasının nedense bir tesadüf olmadığını düşündü ve sessizce ayrılmayı seçmeye karar verdi.


Ahşan, Boran’ın verdiği baş selamını aldı ve arkadaşı yanından ayrılırken kendisi yavaşça Mir’in yanına doğru yürüdü. Mir onun geldiğini fark etmeyecek kadar dalgındı. Ahşan bankın bir ucuna oturdu yavaşça.


“Yarayı temizlemeliyiz.” Mir ona döndü birden. Ahşan’ın neden orada olduğunun bahsini düşündü, ardından onun babasının karşısında güzelce vakit geçirişi geldi gözünün önüne. Şimdi ise yanında oturuşunun sebebi bir soru işareti ile durdu karşısında. Kimdi bu kız? Ne işi vardı hayatının tam ortasında? Nereden çıkmıştı böyle? Mir sevemezdi böyle belirsizlikleri. Bu yüzden birer cevap aradı bu sorulara bakışları Ahşan da iken. Ardından hemen birer cevapta verdi zihninde bu sorulara belki de sırf Ahşan orada yanında diye birer bahane dahi sıralamıştı. Henüz farkında değildi. Asıl bahane üretmesine sebep olan kalbinin Ahşan’ı tasdikiydi. Bu yüzden alaycı bir gülüş oluştu yüzünde ve önüne döndü.


“Durumum ciddi mi gözüküyor oradan?” Ahşan gülümsedi.


“Kan kaybı çok fazla görünmüyor lakin izin verirseniz kanı temizleyeyim.” Mir sesini çıkarmadı. Yavaşça ona bakmadan yan döndü başını ve bakışlarını yere indirdi. Ahşan elinde ki gazlı bezi yarasına dokundurunca acı ile yüzünü buruşturdu Mir. Ahşan üfledi hemen acısına engel olma çabası içinde. İşte tam da orada Mir bakışlarını kaldırdı ve Ahşan’ın kocaman gözlerine denk geldi. Kalbi yeniden atmaya başladı. Yavaş yavaş ritmi Mir’in kulaklarında hissedildi. Bir uğultu yerleşti oraya dünya birkaç saniyeliğine tamamıyla sessizliğe büründü. Gözleri buğulandı ve o birkaç saniye de etraflarında ki üç dört kişi de kayboldu sadece Ahşan vardı yanı başında. Ve evet, Ahşan’ın kirpikleri dalgalanıyordu Mir buna artık tamamıyla emin oldu. Bir rüzgâr esti orada Mir’in yüzüne değdi. Bunun Ahşan’ın iki dudağından mı çıktığını kirpiklerinden mi savrulduğunu yoksa bir sonbahar rüzgârından mı olduğunu anlayamadı Mir. Sadece yutkundu. Ahşan elleri titreyerek saniyeler hemen neredeyse kurumuş kan pıhtısını temizledi ve küçük yara bandını yapıştırdı ve anında geri çekildi. Yüzünü basan sıcaklığı ve heyecanını nasıl atlatacağını bilemedi. Mir’in hala kendisine bakarak yavaşça doğrulduğunu gördü. Geriye yaslandı ve eli kalbinin üstündeydi. Gözlerini kapattı ve önüne döndü.


“Babanızın sizin hakkınızda söylediklerini duydunuz mu?”


“Evet,”


Kendi kendine güldü. Gözleri buğulandı yeniden o sözleri duyunca. Bilmiyordu Mir babasının onun hakkında böyle düşündüğünü. Bunu bu yaşında onca zaman duymuş olmak ve geçmiş düşüncesinin de olduğunu bilmek Mir’i gururlandırdı. Babası demek ki biliyordu Mirs’in büyüyeceğini. Mir’in başarısız olduğunu ya da olacağını düşündüğünden karşı çıkmamıştı Mir’in düşüncelerinin sendeleyecek olmasından endişe duyuyordu. Mir yeniden güldü. Bu kez keyifle… Yavaş yavaş kahkahaya ardından sessiz bir gözyaşına dönüştü bu gülüş. Ahşan’ın orada olduğunu hatırlayan yanı hemen toparlamasını sağladı.


“Çok uzun zaman oldu onu beni hatırlarken görmeyeli.”


“İyi bir baba…”


“Evet, iyi bir babaydı.”


“Hala hayatta en azından elini öpebiliyorsunuz.”


“Beni hatırlamıyor.”


“Ama var, ben babamın mezar taşı ile dertleşmektense yanımda beni hatırlamamasını yeğlerdim. Ona sarılırdım, elini öperdim. Beni hala yalnız bırakmadığını düşünürdüm.” Mir yeniden ona bakakaldı. Kalbinde yeniden bir his yüklendi. Bu kez çarpıntı değil. O boşluğun dolduğunu hissetti. Buydu evet. Anımsamaya çalıştığı arayıp bulamadığı. Umduğu zan ettiği bu duyguydu. Huzur, aitlik, evinde olma hissi, aradığı buydu… Nerden hatırlıyordu? O geceden… Hayır, ama o… Ama Zara… Bu hissi vermiyordu. Belki bunun Sultanla bir alakası yoktu kişi ile alakası vardı. Hayır, Mir bu değil. Bu senin ayakkabının teki değil.


“Bedeni var, ama zihni öldü. Ve bu ölümde ilk kez ben olmadığımı gördüm az önce. Babam zihni ile beni öldürdü sanıyordum.”


“İnsanları zihninizle öldüremezsiniz bunu ancak kalbinizle yapabilirsiniz. Bir insanı ancak kalbinde öldürürsen unutursun çünkü. Aksi halde kalan tüm duygular bir yerde saklı tozlu raflarda durur sadece onları görmezden gelirsin.”


“Neden görmezden gelirsin peki?”


“Vicdan azabı. Suçluluk. Kabullenememe.” Mir yutkundu babasının hissettiği de bu muydu? Bir anda o günü düşündü babasının yerine baston dayağını yediği o günü. O gün değişti işte her şey baba oğul arasında. Sessizlik mesafe göz kaçırmalar girdi aralarına. Ardından hastalık ve yaşlılık... O yüzden mi ilk beni unuttu? Mir ilk kez duyduğu cümleler ile yüreğine sular serpti. Bir yanı buna inandı doğruydu da. Ahşan söyleyince karşısında bunu tasdik etti ve bir yanı rahatladı. Kızgın olan yanı da kırgın olan yanı da geçti. Ahşan başını öne eğip babasına olan özlemiyle devam etti: “Bir başına olmanın acısını bilen herkes böyle düşünür.”


“Bir başına değildin muhakkak. ”


“Değildim. Hanzade Hanım sağ olsun. O bana hem anne oldu hem de baba. Ayrıca mükemmel bir arkadaşta...” Mir an o kadına minnet duydu.


“Hanzade Hanım getirdi o halde seni buraya.”


“Evet.”


“Belkıs ile bayılırlar yaşlı ziyaretlerine.”


“Siz sevmiyor musunuz?”


“Hayır. Kasvetli.”


“Aslında sevmeniz gerek tam size göre. Burada ki yaşlıların hepsi de çalışkan birer öğrenci gibi dolu dolu birer ömür geçirip buraya gelmişler. Yaşamak konusunda iyisiyle kötüsüyle bir savaşın galipleri ve yavaştan sona doğru eğliyorlar. Zafer de en sondadır.”


“Ölüm bir zafer mi?”


“Yaşamak belasının sonu bir zafer sayılmaz mı?” Mir şaşırarak bu cümleyi sevdi. Hoşuna gitti. Ahşan yine haklıydı belki de. Yaşamak belası… Bunu tuttu içinde bir yerlere not etti. Bir yanı Ahşan’ın yaşamını bela olarak adlandırma sebebini merak etti bunu sorsa mıydı? Bilemedi belki de rahatsız olurdu.


“Annen peki?”


“Ben sekiz yaşındayken vefat etti.”


“İki ebeveynin yanında olmayışının zor olduğunu tahmin edebiliyorum ama yaşamak bela olmaz Ahşan.” Benim ki yaşamak değil, gönüllü mahkûmiyet. Güldü sadece elbette anlatamazdı ona evde üç tane cadı beslediğini.


“Babam varken bir üvey anne-“ birden durdu. Ona bundan bahsetmese miydi ama bir kez o kelime çıkmıştı ağzından şimdi geri dönemezdi. Zara’nın anlattıklarını dinledi. Kendi hayatı Zara’nındı bunu unutmadan konuşmalıydı: “ile geçinmek katlanılabilirdi ama babamı da kaybedince çekilmez bir hal aldı.”


“Hala onunla mı yaşıyorsun?”


“Hayır. Hayatımdan tamamıyla çıktı.”


“Şimdi bir bela yok o halde?” Düşündü Ahşan. Yok, olsaydı Gülfer, Azra ve Zara… Bela olmayacak mıydı? Bir başına mis gibi yaşamaz mıydı?


“Evet, şuan tek başıma da iyiyim ama arada anne şefkati baba sıcaklığını özlüyor insan. Bir mezar taşının soğukluğundansan Mir Bey, zihni bulanık bir babanın varlığı daha iyidir.”


“Sen bir annenin ve babanın yokluğu ile harika bir yere gelmişsin tek başına. Çalışarak didinerek, emeklerinle kendi ayaklarının sütünde durmuşsun Ahşan. Bu birilerinin varlığından daha önemli. Kendine en büyük iyiliği sen yapmışsın.” Ve de en büyük kötülüğü…


“Mir?” Belkıs’ın sesi ile sohbetleri bölündü. Belkıs endişeli gözlerle gelip Mir’in önünde eğildi çenesinden tutup kaşına baktı yara bandını görünce Ahşan’ın taktığını anladı hemen.


“İyiyim. Babam nasıl?”


“Daha sakin ama başka kanala geçti.” Mir güldü.


“Ben istediğim kanalı izledim nasılsa.”


“Duydun mu?”


“Duydum.” Belkıs uzanıp sarıldı.


“Şimdi içim öyle rahat ki.” Karşılık verdi Mir ablasına. Aynı duyguyu o da paylaşıyordu.


“Asıl büyük adam nasıl olunur zirveden sonra gelip göstereceğim ona. Gurur duyacak benimle.”


“O seninle hep gurur duyardı.”


“Sadece kızıyla gurur duyardı o.”


“Nankör.” Gülüştüler geri çekilirken Ahşan’a döndü Belkıs: “Ahşan sana da teşekkür ederim. Ben gibi davrandığın için.”


“Teşekküre gerek yok, hiçbir şey yapmadım. “


“Boran kızların yanında gidelim mi artık?”


“Olur. Ahşan seni bırakalım mı?”


“Hanzade Hanım ile dönerim ben teşekkür ederim.”


Ahşan Hanzade Hanıma bakınırken etrafta, Yahya Efendi’nin odasının önünde durdu. Yaşlı adam sessizce dolanıyordu etrafta Ahşan bir süre sessizce uzaktan onu izledi. Ardından onun bir şeyi aradığını anladı. Biraz yaklaştı tereddüt ettikten sonra kapıda durdu.


“Bir şey mi arıyorsun?” Yaşlı adam huysuz bir şekilde ona bakınca sert sert Ahşan bir an gelmenin yanlış olduğunu düşündü.


“Nereye sakladın kutumu bulamıyorum Belkıs.” Şaşırdı Ahşan. Demek halakızı sanıyordu kendisini. Bakışları etrafta gezindi.


“Nasıl bir kutuydu.”


“Büyük kahverengi kutu...” Ahşan’ın bakışları dolabın üstünde duran kutuda durdu. Uzanıp aldı kutuyu yaşlı adama döndü.


“Bu mu aradığın?”


“Hah bu ya, Tamam ver bakalım.” Yahya Efendi kutuyu alıp yatağının üstüne koydu açtı kapağını.


“Ne var ki kutunun içinde.”


“Sanki bilmiyorsun. Tapular var. Nerede bu bir sürü ıvır zıvır.” Ahşan kutuda kâğıt görmüyordu. Aklı pek yerinde değildi demek. İçinde ki eski eşyalara bakınca Kolu kırık bir bebek gördü. Ve tahta at. Yaşlı adam ikisini de çıkardı kutudan. Al şu bebeğini de at yaptırmaya vaktim olmadı. Yer kaplamasın. Şu atı da Mir’e ver. Oynasın çok ağladı bisiklet diye.”


Ahşan elinde ki oyuncaklara bakakaldı. Kabul etmese bundan iyiydi. Belki eşyalarını geri de isteyebilirdi. Ya da istemezdi. İkisini alıp kapıdan çıkarken Yahya Efendi hala boş kutuda tapu arıyordu.


“Ne onlar?” diye sordu Hanzade Hanım elindekilerine bakarken.


“Yahya Bey, atayım diye verdi.”


“Önemlidir belki geri verelim hemşireye.”


“Olur, ama şu tahta atı ben alabilir miyim?” Hanzade Hanım ona soran bakışlarla baktı: “Sahibine vereceğim yeniden.”


Anladı Hanzade Hanım. Bugün için olan tüm pişmanlığı o an kayboldu. Ahşan Mir’in kalbini böyle de fethedemezse gayrı artık yapacak bir şeyi yoktu.


. . .


Loading...
0%