Mir bir kez daha yan döndü yatağında zihnindekileri tartarak, döküp saçarak ve yeniden toplayarak. Uzaklaşmaya çalıştıkça yanı başında bulduğu düşünceleri hep aynı kişi de duraklıyordu; Ahşan. Onu düşünmek istemiyordu. Sonra onu düşünmemeyi düşünüyordu ve bir kısır döngü girdabında devinip duruyordu. Gözlerini kapattığı an beliriyordu yüzü. Uykuya daldığı an ise sesi geliyordu kulaklarına. Sonra gözleri o kadar güzel bakmak için ne yapıyordu? Ona bakışında ki o kıpırdanış ondan bir şey isteyecekmiş gibi bir şey bekliyormuş gibi duran o duyguyu atamıyordu zihninden. Güzeldi. Güzel olmasını düşünüyordu Mir. Lila da güzeldi, Zara zaten güzeldi ama Ahşan’ın da ki gibi değildi onların ki. Kimsenin yerini bilmediği bir güzellikti bu, gizli bir güzellik. Çok saçma… Her göz onun güzel olduğunu bilir. Kimse görmüyor muydu Mir’den başka. Erkek arkadaşı yoktu. Yok muydu? Yoktu, olsa anlardı Mir. Muhafazakardı neticede din konusunda hassastı, namaz kıldığını biliyordu mesela Mir. Öğle arasında bir iki kez mescitten çıktığını görmüştü. Bu sevgilisi olmadığı ihtimalini yükseltiyordu. Biri ile tanışıp hemen evlenecek biri o zaman. Mantıklı. Belki de birini seviyordu. Akıllıydı, çalışkandı en önemlisi de dürüsttü. Aptal olmayan hiç kimse bu kızı kaçırmak istemezdi. Aptal olmayanlar? Kendisi de aptal mıydı? Hayır. Mir? Hayır. Doğru olan tek bu kız değil. İnsan diğer tekine denk gelmeliyse eğer Mir’in diğer teki bu kız değildi. Doğru tek Ahşan değildi, doğru tek Zara’ydı. Zara da güzeldi. Kocaman gözleri yoktu. Kirpikleri dalgalanmıyordu. Gülünce parlamıyordu gözleri ama güzeldi. Akıllıydı, Mir’i zirveye götürecek biletti o, o halde Mir ayakkabının doğru teki olduğunu anlayacak kadar akıllıydı. Tamam, bu kadar…
Alarm zili çaldı beklemeden aynı anda yatağından kalktı Mir. Gün daha doğmamıştı. Mir kalkıp elini yüzünü yıkadı, tıraş oldu, üzerini giyindi acele etmeden. Mutfağa gidip filtre kahve makinesinin düğmesine bastı aynı zamanda dolaptan bir şeyler çıkardı. Her sabah öğününde belli olan kahvaltı tabağını hazırladı. Kahvesini de alıp salonda ki büyük masaya oturdu. Sabahın kocaman sessizliğinde şehir yavaşça uyanmaya başlarken kahvaltısını yapmaya başladı evinin cam balkon manzarasında. Gün aydınlanmaya yeni başlamıştı. Diğer yandan gelen maillere cevap verdi önünde duran tablette. Kahvaltısını kaldırdı. Yeni bir kahve alıp koltuğa geçti bu defa. Güneş ışığı salona değiyordu saatin kaç olduğunu biliyordu bakmaya gerek duymadı; Ahşan uyanmış olmalıydı. Telefonu aldı hemen eline. Mesajları açtı ve kısa bir mesaj yazdı.
-Öğleden sonraya dek olan işleri iptal et.
Kısa bir emir cümlesinin ardından telefonu masaya bıraktı. Tekrar elinde ki tablete dönmüştü ki mesaj bildirim sesi ile anında uzanarak telefonu tekrar eline aldı. Ahşan cevap yazmıştı.
-Neden?
Kaşlarını çattı okuduğu mesaj karşısında. Neden mi? Patronuna hesap mı soruyorsun? Sadece denileni yap. Ekranı kapattı cevap yazmayacaktı. O patrondu, hesap sorulmasını sevmezdi. Artık sekretere de mi hesap verecekti hem? Birkaç saniye sürdü cam pencereden dışarı izlemesi sonra hemen telefona uzandı yeniden. Neden yaptığını anlamadan bir cevap yazdı.
-Hastaneye gideceğim.
-Neyiniz var?
-Kalp çarpıntısı.
-Bir şeye ihtiyacınız var mı? Gelmemi ister misiniz?
Mir’in kalbine bir ılık rüzgar esti. Mesajı bir kez daha okudu. Bu cümle kendisinde sanki biri sarılmış hissi uyandırdı. Hoşuna gitti. Gelip ne yapacak ki? Gülümsedi Mir elbette gerek yoktu.
-Hayır, teşekkür ederim.
-Geçmiş olsun.
Kapattı Mir telefonu. Önüne döndü. Bir an iyi hissetti, gülümsedi ama bu hissin gülümseyen yüzünü dondurması uzun sürmedi. Neler düşünüyordu? Oturduğu yerden kalktı hemen bu düşüncelerini bir kenara bıraksa iyi olurdu. Ayaklandı hemen düşünmek yerine yola koyulması gerekti.
Öğle molasından önce hastane de ki işini bitirmişti. Kırmızı ışıkta beklerken bakışları yeniden sağ koltuğun üstüne attığı sonuç kağıtlarına takıldı. Nasıl hiçbir şeyim yok? Diye düşündü yeniden. Emin olmak için gittiği ikinci doktor da aynı şeyi söylemişti. İyiydi. Doktor Mir’i psikiyatriye yönlendirmişti hatta. Panik atak olabileceğini söylemişti. Mir sinirlenmişti bu tanıya psikolojik bir rahatsızlığı olmadığını düşünüyordu. Onunda bir şey bilmediğini düşünmüştü. Belki de üçüncü bir doktora görünebilirdi. Bu doktorların bir sorunu olmalıydı ona göre. Yoksa Mir bir rahatsızlığı olduğuna emindi. Eğer aynı durum bir daha yaşanırsa Mir üçüncü doktoru kesinlikle düşünecekti. Sarı ışık yandı ve kırmızı ışıktan geçmeden evvel bir reklam panosu gördü. Mücevher markası reklam standıydı. Üzerinde ki pankartta reklamı yapılan zarif bir kolye dikkatini çekti. Zara’ya hediye alması gerektiği aklına gelince arabayı durdurdu hemen.
Ofiste Ahşan sıkıntı ile geriye yaslandı. Sıkıcı bir gündü. Bakışları patronun boş masasına gitti yeniden. Bir kez daha arayıp aramaması gerektiğini düşündü. Saate baktı gelmesi gerekti çünkü öğleden sonra reklamcı ile toplantısı vardı. Ahşan bakışlarını bu defa Erin’in odasının kapalı kapısına çevirdi. Zara ile tüm gün odadan çıkmamışlardı. Ahşan Zara’yı yalnız yakalayabilirse çalışmaların nasıl gittiğine bir bakmak istiyordu ama henüz öyle bir fırsat yakalayamamıştı.
“Yemeğe çıkmadın mı?” Ahşan yerinde sıçrayarak sese döndü daldığı yerden çıkıp. Mir’i buldu başucunda. Ayağa kalktı hemen.
“Hoş geldiniz. Doktor ne dedi?” Mir yarım ağız gülümseyerek onun sorusunu duymazdan geldi.
“Aç mısın?”
“Sayılır. Birazdan çıkacaktım.”
“O zaman bize eşlik et.”
Ahşan bir an şaşırdı. Teşekkür edip ret edecekti lakin Mir ondan bir cevap beklemeden arkasını döndü ve Boran’ın odasına doğru yürümeye başladı. Ahşan da peşi sıra yürüdü.
Kapıyı açıp içeri girdiklerinde Boran sessizce dışarıyı izliyordu. Yüzü solgun, aklı dağınıktı. Keyifsizdi bugün, onun da içinden çıkamadığı bir düğümü oluşmaya başlamıştı. Kapı açılınca yavaşça gelenlere baktı. Mir ona yaklaşırken kaşlarını çattı. Dostunun yüzünde ki ifadeye alışık değildi ayrıca.
“Ne bu hal? Neyin var.” Oturduğu yerden doğruldu Boran. Gülümseye çalıştı iyi olduğunu göstermek istercesine.
“Bir şeyim yok. Ne zaman geldin? Ne dedi doktor?” Mir bunun doğru olmadığını elbette anlamıştı ama sonra üzerine gitmeyi seçti.
“İyiyim bir şeyim yok. Belli ki sende öğünü atladın. Çalışanlarım kendini açlıktan öldürmeye mi çalışıyor?” Boran onun ardında ki Ahşan’a baktı. Onu kastettiğini bilerek…
“Kimsenin iştahı yok anlaşılan.”
Ahşan Mir’in karşısına oturdu patronunun Boran’a olan bakışlarında ki endişeyi gördü. Kendisi de sabahtan bu yana sesi çıkmayan Boran da ki durgunluğu fark etmişti nedenini de merak etmişti ama soracak vakit bulamamıştı.
“Senin menüden aldım.” Diyerek elinde ki paketi önünde ki masaya bıraktı Mir. Boran nihayet canlandı biraz. Ayağa kalkarak Mir’in yanına oturdu. Hazır paketlenmiş yemekleri açıp minik bir lezzet sofrası kurdular. ona eşlik etti. Boran’ın donuk gözleri parladı.
“Gerçekten acıkmışım galiba. Mis gibi koktu.” Ahşan’ın Kore mutfağı yemeklere baktığını gördü Mir.
“Böyle değişik tatlar sever misin bilmiyorum ama Boran’ın en sevdiği restorandan getirdim ve tadı gerçekten güzeldir.”
“Güzel görünüyor.” Tadına baktı beklemeden ardından başını salladı. Beğenmişti hatta yediği en güzel Kore yemeği olabilirdi de.
“Dünden bu yana sesin çıkmıyor?” Mir’in sorusu üzerine Boran dün geceyi anımsadı yeniden yediği lokma boğazında kaldı. Sanki gizli saklı işler yapıyormuş düşüncesi kötü hissetmesine neden oldu. Mir ne düşünecekti kim bilir kendisi hakkında bilemedi ama dürüst olmayı seçti.
“Akşam misafirim vardı.” Dedi kısaca. Mir ardında yaslanıp arkadaşına baktı.
“Doğru ya baban geldi. Akşama uğrarım mutlaka.”
“Hayır, misafirimiz Lila’ydı.” Mir ona bakakaldı. Bir an Lila ile bir randevuyu unutup unutmadığını düşündü ama hayır unutmamıştı. Boran’dan rica etmemişti.
“Neden sizdeydi?” Boran düşüncelerinin düğümünden haberi olsun istemedi bir an ve sesini doğal tutmaya çalışarak cevap verdi ama pek başarılı olduğu söylenemezdi.
“Galiba biz arkadaşız.” Ahşan onun kaçamak bakışını tanıdı hemen. Bir an şaşırdı, ikisi bir çift olarak farklı ve güzel görünürlerdi ama Lila’nın Mir’den hoşlandığı herkes biliyordu Boran da o halde bu platonik bir aşk mıydı? Ama Lila dün gece Boran’a yemeğe gittiyse bir ihtimal o da Boran’dan hoşlanmış olabilir miydi? Boran
“Bence Lila Hanım iyi bir arkadaş.” Mir bu defa şaşırarak Ahşan’a baktı. Sonra tekrar Boran’a…
“Ne oluyor size? Lila’dan haz etmediğinizi düşünüyordum.” Omuz silkti ikisi de.
“Artık öyle düşünmüyoruz.”
“Sevindim. Çünkü Lila bize lazım.” Boran rahat bir nefes aldı. En azından dostundan bir şey saklamıyordu artık. Hala biraz yalan… diye düşündü. Lila dün gece gözlerinin içi ile gülüyordu. Kardeşleri ile babası ile iyi anlaşmıştı, yemeklere bayılmıştı. Tüm gece Lila’yı düşünmekten uyuyamadığını ise Mir’e söylemeyecekti. En azından şimdilik... Bu ikinci sırrıydı Mir’den sakladığı ilki Ahşan ve şimdi ise Lila. Neydi bu kadınlardan çektiği? Mir’den bir şey saklamak bu hayatta ki en kötü şeydi ona göre. Büyük bir suçtu. Boran bundan nefret ediyordu ama bu iki açıklamayı nasıl yapacağını bilemiyordu. Birincisi Ahşan konusunda gereken açıklamayı Mir’e Zara ya da Ahşan yapmalıydı. İkinci seçenek daha kötüydü. Ne diyecekti, sana aşık olan yatırımcının kızından hoşlanıyorum mu demeliydi? Daha kötü. Belki de geçici bir hoşlanmaydı bunu büyütmenin de bir anlamı yoktu. O yüzden şimdilik sessiz kalmalıydı.
“Yemekten sonra Onur’a gideceğiz.” Dedi Mir yemeklerini yarılayan ikiliye.
“O gelecekti diye biliyorum.” Ahşan da öyle biliyordu.
“Hayır, biraz rahatsız olduğu için bizi davet etti evine. Ahşan yemekten sonra gideceğiz.”
“Bende mi?” Mir ona doğru eğildi. Nereye giderse oraya gidecekti.
“Yani müsaitsen not alacak birine ihtiyacımız olacak. Uygun mu sizin için?” Ahşan mahcup bir ifade ile yanıtladı patronunu.
“Tabi Mir Bey ben şaşırdım sadece.”
“Tamam yemeğiniz bittiyse şimdi patron için çalışın.”
Ahşan acele ile ayağa kalkan Mir’i izledi. Yanında götürdüğü küçük paketi de fark etmişti. Erin odasına yöneldiğini görünce onun Zara’ya da yemek götürdüğünü düşündü. Bu düşüncesini duymuş gibi bakışından anlayan Boran başını eğerek cevap verdi.
“Zara’ya hediye almış.” Ahşan bir iki saniye sonra hatırladı hediyeyi ve çekilişi. Şaşırdı.
“Zara mı çıktı?”
“Bilerek ayarladı büyük ihtimalle.” Ahşan donuklaştı. Kıymetli olunmanın o duygusu saplandı bir ağrı gibi kaburgasının hemen altına. Şu halde onu en iyi Boran anlardı büyük ihtimaldi. İkisinin deri de Mir’in kıymetlisi ve kıymetli olunan Mir değil miydi?
“Üzülme.” Dedi bu yüzden ifadesiz bir sesle: “Bunun sebebi sensin.”
“Ondan hoşlanıyor.” Boran bu iyi niyeti aslen bir aptallık olarak düşünmeye başlamıştı. Ona yeni baştan gerçeği söylemek yorucu geldi o an.
“Mir’e gerçeği söyle. Çok geç olmadan hemen önce.” Ahşan bakışlarını kaçırdı:
“En fazla ne olabilir ki? Kovulurum.”
“Ya da Mir Zara ile evlenir.”
Ahşan bu düşünce ile ona inanamayarak baktı. Şaka yapıyordu değil mi? Ne saçmalık! Boran onun korku ve kaygı ile büyüyen gözlerini görünce aklından geçen soruyu tahmin etti elbette. Bu yüzden devam etti.
“Şaka yapmıyorum. Mir’i tanımıyorsun. Onu zirveye çıkarırsa minnet borcu için dahi Zara ile evlenir.”
Canını sıkan o görüntüler belirdi gözünün önünde. Haklı mıydı Boran söylemeli miydi? Peki Zara’nın da ondan hoşlandığını varsayarsak onların aralarını bozmak sayılmaz mıydı bu itiraf. Bilemedi. İkisi birbirini seviyorsa Ahşan ne yapabilirdi ki? Boran bu defa üzüldü onun haline yeniden konuştuğunda sesi daha şefkatliydi.
“Seni tehdit etmiyorum, köşeye de sıkıştırmıyorum sadece arkadaşın olarak sana diyorum ki senden duyması daha iyi olur.”
Ahşan sadece başını salladı. Boran’ın haklı olduğu bir konu vardı. Bu gerçeği söylemek Ahşan’a düşerdi ama Ahşan’ın da durması gereken bir yer vardı; eğer ikisi birbirini seviyorsa bu gerçeği itiraf etmek Zara’ya da düşerdi. Bu yüzden bu konuyu onunla konuşmaya karar verdi.