Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1.Bölüm

@cigdemgah

“Aranan bulunur; Mevla da bela da yar da yara da.”


2 YIL ÖNCE


. . .


Doğduğundan bu yana hep bir arayıştadır insan bu dünyada. Umudu arayanlar vardır mesela, güzelliği, parayı, insanı, iyiliği, aşkı… Aramadığını sanan da arayıştadır, gizlidir onların arayışları. Elinde olmayanın peşinden seğirtirken belki de aradığı onları kovalıyordur kim bilir. Aradığı da onu arıyordur ama kovaladığını sanırken aslen kaçtığından farkına varamıyordur. Biraz nasipli ise aradığı başucundadır ve bunu erken farkına varır ama aptalın tekiyse burnunun ucundakini göremeden uzaklara hayran arayışların peşine düşer. Garip bir tecellidir aradığının yanı başında durması ve bilmezsen dünyanın en bedbaht yazgısı sayılmaz mı bu? Bunu nasıl tersine çevirebilir insan? Gözlerinin açılması için ne gerekir? Kimin duasına denk gelmesi gerektir bu insanın? Hangi iyiliğin karşılığı olarak peşine düştüğünün aslen yamacında durması gerek? Allah- u âlem.


Biz bildiğimizi anlatalım ve arayışlarda olan iki insanın yazgısından başlayalım. Mir, arayışının peşinden gitmeye oldukça kararlıydı ve doğru yoldan gitti daima buna ulaştı da neredeyse. Lakin en büyük yanlışı yolun en başında yaptı; Mir arayışının başarı olduğunu sandı onu kovaladı ve daima da buldu. Allah bu dünyada isteyene iman istediğine ise mal mülk verir ya, Mir’i de Mir istediği için amacına ulaştırdı. Diğer yandan Mir ile aynı olan arayışına bir son veren Ahşan için bu bir lüks sayılmaya başladı. Kendine zaman harcamak, vakit geçirmek bu onun için sadece dinlenme zamanlarıydı. Bu yüzden Allah Ahşan’a istediğini verdi onu iman ile lütuflandırdı. İkisi de istediklerinden emindi ve diğerinde eksik olanın peşinde de değillerdi ama o eksikliklerinin asıl arayış olduğunu hatırlamaları içinse önce rast gelmeleri gerekti.


O günü hiç düşünmemişti Ahşan. Birini hayatına almak ya da âşık olmak seçenekleri arasında bile değildi. Boş vakti bile yoktu. Başını dahi kaşıyamıyordu, eve ulaştığında saat akşamı buluyordu ve ancak başını yastığa koyacağı anı düşünüyordu. Sabah herkesten önce kalkıyordu, kahvaltı hazırlıyordu ve işe gidiyordu. İyi bir restoranda mutfak elemanıydı. İşi biraz yoğundu yoruluyordu ama maaşı iyiydi. Kötü olan yemek kokusunun üzerine sinmesini sevmiyordu, eve geldiğinde üvey annesi Gülfer, en çok bundan şikâyet ediyordu ikiz üvey kardeşleri Azra ve Zara da. Zara gerçi kendisi ile pek diyaloğa girmezdi ama Azra her fırsatta iğneleyici bir söz etmeden Ahşan’ı bırakmazdı. Son zamanlarda Ahşan’a olan okları biraz olsun eksilmişti çünkü Ahşan Azra’nın küçük bir sırrını öğrenmişti. Akşam yemeklerinde Gülfer’in günlük para şikâyetlerini dinler cebinde ki son kuruşu da ona verir, zar zor yemek yer, onların yemesini bekler, sofrayı kaldırır, bulaşıkları halleder ve uyumaya giderdi. Bazı geceler akşam ek iş bulurdu ve bu zorunlu rutin akşam yemeklerinden kaçardı. Resmi davet organizasyonu yapan restoranın daimi müşterilerinden Filiz Hanım sayesinde garsonluk yaptığı olurdu. Ya da bu hayatta en çok sevdiği diğer kişi olan Hanzade Hanım, onu bizzat evine iş bahanesi ile çağırırdı. Asıl amacı kendisine yarenlik edecek bir arkadaştı ve Ahşan onun için çok güzel bir seçenekti. Sevgili arkadaşını uğurlarken ise cebine harçlık koymayı unutmazdı çünkü eve gittiğinde Gülfer’in eline bir şey vermezse geceyi kıza zehir edeceğini en iyi Hanzade Hanım bilirdi.


Hanzade Hanım aslen saray soylu dul bir hanımefendiydi. Kırklı yaşlarında zarif, güzel bir kadındı. Kocası genç yaşta vefat etmişti, çocuğu yoktu. Son saray eşrafından biri sayılırdı ve ülkenin en iyi tarihi taş köşklerinden biri olan küçük Çiçek Kasrı da kendisine aitti. Küçük bir sarayı andıran köşkte bir düzine hizmetli ile birlikte yaşardı. Kocasından kalan mal varlığı ölene değin refah içinde yaşamasına yeterdi bu yüzden sadece gezip, görerek ve ölümünü bekleyerek yaşardı Hanzade Hanım. Küçük sarayı haftanın üç günü ziyaretçilere açılırdı ve tarihi yapısı nedeniyle ziyaretçisi hiç eksik olmazdı. Kocası ile görücü usulü tanışıp daha sonradan âşık olan Hanzade Hanım ilk evlendiğinde bu köşke yerleşmişti ve hatıraları nedeni ile en çok burayı severdi. Köşkün bahçesi olabildiğince ormanlık bir alandı ve şehirle bağlantısı surlara bezeyen bahçe duvarı ile kesilmişti. Sadece köşkün sağ yamacında bulunan duvarına inşa edilmiş müştemilat köşkü diğer evlerden ve mahalleden ayırıyordu. Ve o müştemilat ise Ahşan’ın rahmetli babasına oturması için verilmişti. Ahşan’ın annesi Elif, Hanzade Hanım’ın tek arkadaşıydı. Evlendiğinde onlar çoktan müştemilatta yaşıyorlardı. Yeni gelinin hiçbir tanıdığı yokken tanıştı Elif ile hemencecik kanı ısınıp iyi birer dost olmuşlardı. Ahşan doğduğunda Hanzade Hanım onu çok güzel hediyeler ile karşılamıştı ve adını da yine o koymuştu; Bedahşan. Ne kadar herkes onu Ahşan diye bilse de asıl adını hatırlayan tek kişi Hanzade Hanımdı.


Bir aile sayılırlar iken ilk olarak Hanzade Hanımın kocası vefat etti ve üzüntülü yas döneminde Ahşan ve annesi Elif onun tek dayanağı oldu. Sonra ise Elif, vefat etti. Bu defa Hanzade Hanım yetim kalan küçücük kızın dayanağı oldu. Küçük kızı ile bir başına kalan Ahşan’ın babası Cemal, yeniden evlenmeye karar verdi ve aracılar eşliğinde Ahşan ile yaşıt olan ikizleri olan Gülfer ile tanıştı. Çok geçmeden evlendiler. İlk başlarda Hanzade Hanım’ın temennisi de bu yeni üvey annenin iyi biri çıkmasıydı. Sözde öyle de göründü ama yazgıda yazan başka idi ve çok geçmedi Cemal kalp krizinden öldü. Ahşan hepten kimsesiz kalınca Gülfer gerçek yüzünü göstermeye başladı. Hanzade Hanım kıza dayanamadı yanına alamazdı ve Gülfer’in kızdan kurtulmak istediğini de biliyordu bu yüzden onu güvence altına almak istediğinden sözde köşkün müştemilatı sayılan iki katlı evi Ahşan’ın üzerine yaptı. Bunu duyunca Gülfer öfkeden delirmek üzereydi ve artık yetimhaneye vermek istediği kız ile zorunlu yaşamaya başladı. On sekiz yaşına gelene dek o evde kalabilirlerdi sonrasında Hanzade Hanım Ahşan’ın bu kötü kalpli kadını evinden atacağına emindi ama öyle yapmadı Ahşan çünkü babasının gözünde iyi bir anne olan Gülfer’e yardımcı olacağına dair verdiği sözü hatırlıyordu ve öyle de yapacaktı. Onlara bir ev alacak parayı biriktirene dek beraber yaşamak zorundaydılar. Ahşan evini onlara bırakamazdı ve satamazdı da çünkü ev babasının ve annesinin tek hatırasıydı. Gülfer ve iki kızı gitmeliydi ama onların keyfi oldukça yerindeydi hiçbir yere gitmeye niyetleri de paraları da yoktu. Ahşan hem çalışıp hem okumaya karar vermişti lakin üniversite masrafını da eklerse işin içinden çıkamayacağını bildiğinden okulu dondurup sonraya bıraktı. Onun yerine hala çalışmaya devam ederken üvey kardeşi Zara istediği okulun bölümüne kaydolunca Ahşan ilk kez Gülfer ile ciddi bir tartışmaya girdi ve okulun parasını nerden bulduğunun hesabını sordu. Gülfer hala babasından kalma altınları saklıyordu ve Ahşan’ın verdiği parayı da az çok biriktirmişti. Ahşan için değil ama biricik akıllı kızı için o altınlarından vazgeçmişti. Bunu Ahşan’a söylemedi onun yerine kardeşinin hayırsever olduğunu ve kızının okul parasını verdiğini söylemişti. Ahşan elbette inanmamıştı ama buna ses de çıkarmamıştı. O günden sonra ikizlere harçlık vermemeye başladı. Koskoca kızlardı kendi paralarını kazanabilirlerdi. Ahşan sadece evin ihtiyaçlarına yetecek parayı verince Gülfer bu defa dili ve sözleri ile şiddete başladı ve bu Ahşan için dayanılmaz bir işkenceye dönüştü ve sırf Gülfer’in sesi kesilsin diye ona para vermeye devam etti.


Azra, ondan para isterken çekinmezdi. Biraz aptaldı ama sinsi bir aptallıktı bu. Liseden sonra okumamış evde tembellik etmeye alışmıştı ve zengin koca bulmak için uğraşıyordu. Tek düşündüğü kendisiydi ve en ufak bir fırsatta bu evden kaçacağını söyleyip duruyordu. Bu fırsatı ise zengin koca olarak görüyordu ve aramaktan vazgeçmiyordu. Son fırsatı ise bir mühendisti ama adama gidip artık annesinden kendisini istemesi gerektiğini söylediğinde adamın evli olduğunu ve iki çocuk babası olduğunu öğrenince kahrolmuştu. Şimdi ise aşağı mahalleden sonradan görme bir ailenin küçük oğlu ile görüşüyordu. Çocuk yakışıklıydı bu doğru ama kafası da kalbi de boştu. Sözde zengin sayılan bu aileye Gülfer en başından yok demişti ama Azra gizliden görüşüyordu çocukla uzun zamandır ve onları birkaç kez bir arada gören Ahşan üveyde olsa kardeşi saydığı ve kötülüğünü istemediği Azra’yı uyarmıştı. Karşılığında ise büyük bir tepki almış ve Azra kendisini tehdit ettiğini düşünerek ona çıkışmıştı en sonunda kendisini kıskandığını söyleyerek ona hakaretler yağdırmıştı. Neyse ki o gün evde Gülfer yoktu ve Azra’ya göre daha akıllı olan Zara olaya müdahale ederek, Ahşan’ın haklı olduğunu söylemiş, Azra’yı alıp odasına götürmüştü.


Zara, Azra’nın çift yumurta ikiziydi ve iki dakika ondan büyüktü. Belki de bu yüzden ondan daha akıllı ve daha güzeldi. Ahşan’a olan bakışlarında bir boşluk vardı ve onu neredeyse hiç takmazdı, yok sayardı. Ahşan’a göre kendisinden nefret ediyor gibi duran Zara aslen Ahşan’ı hep kıskanmıştı. Olgunluğunu, çalışkanlığını, azimli oluşunu, kararlarını ve hatta evi kendisine ait olmasına rağmen onları sokağa atmamasını... Annesinin onu sürekli eziyor oluşuna, kötüleyişine ve güzel olmadığını söyleşine katlanarak büyümüştü bazen bu anlarda oyun olsun diye ona da katılmıştı ama tüm onların büyük bir yalan olduğunu biliyordu. Ahşan’ın kocaman kahverengi gözlerini, kıvrımlı kirpiklerini, ince burnunu, güzel gülümsemesini zayıf ve uzun boyunun güzellik olduğuna emindi. Kendisi de aynı boydaydı ama Ahşan gibi zarif durmuyordu. Onun gibi gülümserken gözleri parlamıyordu ve bir başörtüsünün altında duran uzun dalgalı saçları gibi parlamıyordu saçları. Zara galiba en çok onun tesettüre girişine sevinmişti çünkü böylece az da olsa güzelliği saklanmıştı. Şimdi yanında çirkin görünmüyordu. Buna rağmen onu yanında hangi arkadaşı görse kim olduğunu soruyordu, erkek olanlar sevgilisi olup olmadığını soruyor yapabilirse numarasını vermesini istiyorlardı. Zara ise onunla bir akrabalığı olmadığını söylerken konuyu değiştiriyor e Ahşan’ı odak noktasından çıkarıyordu. Yine de onun evinde onun parası ile yaşıyor oluşları ağrına gidiyordu. Sırf bu yüzden part time bir iş bulmuştu kendisine ve okuldan arta kalan zamanlarında çalıştığı bu iş sadece kendi harçlığını kazanmasına yetiyordu. Okulu kazanamaması üzerine annesinin büyük bir hazinesi olduğunu öğrendiğinden şok olmuştu. Kendilerinden bile bunu saklaması onu şaşırtmıştı ve bunun gün yüzüne çıkması ile onu yastık altında tutmasındansa annesinin tüm servetini kendi okulu için harcamasına göz yummuştu. En azından kendisi bir hayat kurmalı ve bu evden ayrılmalıydı. Moda okumasının en büyük sebebi ise yine Ahşan’dı. Onun işletme ya da ekonomi okumak istediğini düşünmüştü daima ama tercih kâğıdında moda tasarımı yazdığını görünce şaşırmıştı. Ahşan’ın tatil günlerinde üvey babası Cemal’in küçük ayakkabı atölyesinde vakit geçirdiğini biliyordu bir iki kez onun makinalarla oynadığını kalıp çıkarmaya çalıştığını da izlemiş ve bundan hoşnut olmuştu ama sırf bu merak ve eğlence için tasarımcı olmak istediğini düşünmemişti. Bu yüzden kendisi de o bölümü seçti. Çizimleri iyiydi fikirleri fena değildi ve o bölümü seçtikten sonra yorucu da olsa sevmişti. Bazen buna sebep olduğu için Ahşan’a olan kötü duygularını geri iterdi ve ona okuldan arkadaşların para ile ödevlerini ve projelerini yaptıkları küçük bir ek iş getirirdi. Ahşan buna çok şaşırsa da Zara’ya teşekkür eder ve arkadaşları ile irtibata geçerdi. Bu sayede birçok zengin arkadaş da edinmişti ve bu birçok iş ve ek gelir demekti.


Yine öyle akşamların birinde esintinin verdiği uyuşukluk ile Ahşan kapının eşiğine oturdu ve yorgunluk ile ayaklarını uzattı. Çok yoğun bir gün geçirmiş öğle yemeğini de ayakta atıştırmış sonrasında sürekli koşuşturup durmuştu. Maaş gününe az kalmıştı ve birazdan Gülfer başının etini yemeye başlayacaktı geçinemiyoruz diye. Akşam yemeğinde büyük ihtimalle sadece çorba vardı çünkü maaş günlerinde evde erzak biterdi yemek istiyorlarsa son üç günü çorba içerek geçireceklerdi.


Ahşan evde aç kalacağını bildiğinden restoranda ayaküstü atışmıştı bir şeyler. Eve de yürüyerek gelmek zorunda kalmıştı ve bayılmak üzereydi. Sokak boştu. Kapı eşiğine oturup biraz dinlenmek istemişti ve oturduğu yerden kalkamamıştı. Zara da o an köşeyi döndü, o da işten çıkıp eve gelmişti ama onun işi o kadar da zor değildi. Ahşan’ı kapıda bileklerini ovuyor görünce yine ayak tabanlarının su topladığını anladı. Arada görürdü gizliden Ahşan gün içinde çok ayakta kaldığından ayakları su toplar canı acırdı. Bir keresinde onun için eczaneden ilaç almıştı Zara ama o gün büyük bir tartışma çıktığından vermemişti ve hala odasında alt çekmecede duruyordu. Şimdi yine o bilindik merhameti yükselmişti. Okulda ki arkadaşlarından birinin ödev işi vardı ama ağzı sulana sulana Ahşan’ı sorduğundan Zara ona söylemek istememişti ama çocuk iyi bir para verecekti ve nasılsa Ahşan erkeklerle baş etmeyi iyi bilirdi. Zara’nın geldiğini ancak başucuna gelince fark etti Ahşan ve gözünü açıp kardeşine baktı.


“Geç kalmışsın,” dedi yorgun bir sesle.


“Ne o hesap mı vereceğim?” Ahşan gözlerini devirdi ve susmayı seçti. Bu ikisi arasında ki günlük sıradan konuşmalarından biriydi sadece. Anahtarını çıkarırken Ahşan Zara ona bakmadan söyledi.


“Ödev işi var; bir dönem sonu projesi.” Ahşan’ın en sevdiği işlerden biriydi çünkü eğer Zara’nın bölümünde ise tasarım kalıplar çıkarmak, çizimleri tamamlamak ya da bir kreasyon çıkarmak harika işlerdi. Bu yüzden heyecanla onayladı.


“Olur, tabi kime ulaşacağım.”


“Şener’e.” Gözlerini devirdi hemen Ahşan, heyecanı söndü. Daha önce birkaç kez daha onun ödevlerini yapmıştı ve kötü esprilerine, ona asılan imalarına katlanmak zorunda kalmıştı, bunu bir kez daha yapmak ister miydi tarttı bir süre. Zara Ahşan’ın aklından geçeni tahmin etmişti bu yüzden ekledi hemen onu rahatlatmak için: “Yiğit ile birlikte. Grup ödevi. Ona yaz.”


Ahşan buna sevindi hiç değilse çünkü Yiğit iyi biriydi ve Şener’e bulaşmadan işini halledebilirdi. Zara içeri girerken Ahşan telefonunu çıkarıp Yiğit’e bir mesaj attı ve ardından içeri girdi. Azra’nın odasından kısık bir müzik sesi geliyordu. Ahşan etrafa bakındı Gülfer’i görmek için. Sonra Zara annesini salonda başına patates bağlamış uzanır görünce klasik migren nöbetinde olduğunu ve en büyük sebebinin ise Ahşan’ın maaş zamanı olduğunu anladı. Bu yüzden hiç aldırmadan odasının yolunu tuttu çünkü akşam yemeği yoktu. Ahşan Gülfer’e görünmeden odasına gitmeyi başaramadı çünkü eli başında inleyerek onu kapıda karşıladı.


“Kasabın borcu birikti, manavında.” dedi selamsız ve inleyen bir ses tonuyla.


“Yarın hallederim.”


“Bana ver ben öderim.”


“Ben öderim.” Ahşan’ın yorgun sesi Gülfer’i sinirlendirdi hemen zaten buna yer arıyordu, öfke ile baktı Ahşan’a.


“Ne o öyle, hırsızmışım gibi konuştun.”


“Öyle bir şey demedim.”


“De bir de istersen, çamaşırın, bulaşığın, yemeğin, bu koca evin tüm yükü omuzumda. Bir de paramı yiyorsunuz de de tam olsun. Nankör. Ben olmasaydım sen yetimhaneye gidecektin yetimhaneye. Elimde olsa senden bir kuruş bile istemem ama kurban olduğum Allah şu kalp belasını verdi de çalışamıyorum. Bir de iki genç kızla nerelere giderdim kadın başıma...”


Ahşan hikâyenin devamını ve artık ezberlediği cümleleri dinlemekten sakınarak doğruca odasına gitti ve kapısını kapattı. Gülfer aşağıda konuşmaya devam ederken Ahşan da tıpkı Azra ve Zara gibi hafif bir müzik açtı odasında ve kulaklıklarını takıp bir on beş dakika boyunca sessizce beklemeye başladı. Çalışma masasında başını sandalyeye koymuş, gözlerini kapatmıştı. Kulaklıkta hafif bir müzik çalmaya devam ederken Ahşan uyuyayazdı. Kabaca dürtülerek uyandırıldı.


“Hey, sana diyorum. Ahşan?” Gözlerini araladı sıçrayarak. Uyanıp neler olduğuna baktı. Azra kaşları çatık karşısındaydı: “Sana sesleniyorum iki saattir.”


“Ne var?”


“Bana iki yüzlük versene.” Bir kaç saniye yüzüne baktı. Ne içindi bu para, çok acil saç rengini mi değiştirmesi gerekti yoksa yeni bir oje mi alması gerekti.


“Neden?”


“Benimde ihtiyaçlarım var, illa saymam mı gerekiyor. Böyle dilenci gibi gelip para istemek zorunda kalmak benim de ağrıma gidiyor ama mecburum. Astımım olmasa bende çalışırdım tabi ki ama-“


Ahşan hemen cüzdanında ki parayı çıkarıp Azra’ya uzattı başı ağrımaya başlamıştı ve hemen odasından gitsin istiyordu. O paranın son otobüs parası olduğunu fark edecek kadar ayık değildi. Azra hoşnut olarak aldı parayı ardından bir teşekkür bile etmeden odadan çıkarken son anda durdu ve cebinden küçük bir anahtar çıkarıp Ahşan’a uzattı. Ahşan bunun evin alt katında ki küçük dükkânın anahtarı olduğunu anlayınca hemen doğruldu çünkü geçen hafta kaybetmişti.


“Nerde buldun?” diye sordu anahtarı elinden alırken. Azra omuz silkti.


“Annemden çaldım. Bu da sana küçük bir hediyem olsun. Bir sonra ki maaşında beni unutma diye.”


“Sağ ol.” Dedi Ahşan sadece ve Azra yeniden omuz silkerek odasının kapısını kapatıp çıktı.


Ahşan kolunda ki annesine ait eskimiş saate baktı. Henüz erken bir vakitti, bu yüzden üzerini değiştirip kimseye görünmeden aşağıya, bahçeye indi ve dükkâna açılan kapıyı açıp içeri girdi. Her zaman ki gibi nem ve rutubet kokusu karşıladı Ahşan’ı ama o bu kokuyu bile severdi. Babası sağ iken onu burada tezgâh başında ayakkabı yaparken görmeyi çok sevdiği gibi. Gerçi artık kolay kolay kimse el yapımı ayakkabı almıyordu ama babasının daimi müşterisi olan birkaç kişi ki içlerinde Hanzade Hanım’ın tanıdıkları da vardı, dükkâna kepenk indirtmiyordu o zamanlar. Babasından önce de dedesi Kunduracı Sadettin, ondan önce de büyük dedesi Yemenici Bayram işletirmiş dükkânı. Babadan gelen bu meslek Cemal’de bitmiş. Oğlu yoktu bu yüzden zanaatını eğlence olarak biricik kızı Ahşan’a öğretti dünyaya gözünü yummadan. Küçük kız öğrenmeye de hevesliydi sadece babasının gösterdiği şekilde basit yavan bebek ayakkabıları yapardı arta kalan deri parçalarından. Cemal kızının bu eğlencesi ile yaptığı oyuncak saydığı ayakkabıları atmaz bir sandıkta biriktirirdi. Babası öldükten sonra dükkânı kapatmak zorunda kaldılar çünkü usta yoktu ve Gülfer ise erkek işi ayakkabı dükkânında Ahşan’ı görmek istemezdi. Başkasına kiraya verme işine ise Ahşan karşı çıktı. Başkasını o tezgâhta görmeye dayanamazdı. Sonradan Ahşan için bir nefes alma durağı oldu bura ve her tatil gününde ya da babasını özlediğinde bu küçük dükkâna gelmeye başladı. Babasından öğrendiği gibi küçük ayakkabılar yapardı. Zamanla kendini geliştirdi. Basit ayakkabıları profesyonelleştirdi ve kendi tasarlayarak modeller çizip üretmeye başladı. Gerçi bunlar hep küçük ayakkabılardı, Ahşan eğlence olsun diyerek yapardı.


Lise bittiğinde ve Ahşan ilk kez gerçek ayakkabılar yapabilmek için üniversite okumaya karar verdiğinde ilk gerçek ayakkabısını yapmaya karar verdi. Sadece çizimi ile üç ay uğraştı yaklaşık yüz kâğıt harcadı bir çizime ve sonunda profesyonel biçimde ilk modelini aldı karşısına. Yapım aşaması ondan beterdi hakiki malzeme kullanmak maddi açıdan zordu bu yüzden yan malzeme kullanmayı seçti ve babasının hatırı sayılır bir arkadaşından yardım aldı. Malzemeleri bir haftada topladı. Sonra ki üç ay boyunca ise kalıp çıkarmak ile uğraştı çünkü hata yaptıkça baştan almak zorunda kalıyordu. Sonunda kabataslak bir ayakkabı çiftini eline aldı. Topuksuz Zümrüt kadifeden bu bir çift rahattı ama iş şimdi başlıyordu. Ahşan el emeği ile ayakkabının üstüne yeni açmış bahar çiçekleri nakşetti parlak renkli iplerle. Annesi Elif nakış ustasıydı ve Ahşan da ondan öğrenmişti nakış işlemeyi ve tıpkı annesi gibi el işine yatkındı. Bu hikâyesi olan bir masal ayakkabısı idi. Hanzade Hanım’ın sevdiği çizgide bir masal ayakkabısı olacaktı çünkü başarırsa ona hediye edecekti. Bu yüzden titiz çalışıyordu Ahşan. İki ayakkabının da nakşı tamamlandıktan sonra Ahşan küçük cam boncuk taşlarla süsledi bu çiçeklerin güneşe bakan yönlerini ve böylece bakıldığında iç tarafları gölge de kalıyor dış tarafları ise parlıyordu. İşleme de bittiği sırada topuk işine girişti Ahşan. Sıradan topuklar değildi istediği. Küçük sandığının en köşesinde altın bir kolonun içine konulmuş zümrüt taşı bulunan altı santimlik bibloyu buldu. En yakın ve çocukluk arkadaşı olan Sevda’nın babası antikacıydı ve bu küçük değerli bibloyu Ahşan’a doğum gününde hediye etmişti. Aslen mekanizması çıkarılmış bir müzik kutusu olan biblo çift taraflıydı bir tarafında dikdörtgen bir zümrüt diğer tarafında küçük cam kutu pencere içinde yakut bir kalp vardı. Ahşan bu küçük cam pencereyi açtığında ortasında bulunan kalbe dokunmuştu. Arkasında ki zümrüt ve önünde ki altın cam çerçeve içinde ki kalbe âşık olmuştu neredeyse. Sevda bunun eski çağ işi bir müzik kutusu olduğunu söylemişti ama mekanizması kırılmıştı. Şimdi idareten birleştirilmiş hali ile arkadaşına hediye ettiğinde onun bunu çok seveceğini de tahmin etmişti. Öyle de oldu. Ahşan odasında başucuna koydu ve daima da orada durdu ta ki Gülfer bir gün sözde odasını temizlerken elinden düşürüp kırına dek. Ahşan o gün çok üzülmüştü. Üç parçaya ayrılmıştı biblo; zümrüt kakma bir tarafa, yakut kalp bir tarafa ve pencere de bir tarafa dağılmıştı. Üstüne pencerenin camı da kırılmıştı. Sevda önemli olmadığını ona daha güzel bir hediye bulacağını söylese de Ahşan bir daha kendisine hediye almamasını istemişti çünkü sahip çıkmasına izin vermiyorlardı. Kırıldıktan sonra dükkândaki küçük sandıkta sakladı Ahşan bibloyu. Onu topuk haline getirmek fikrinden sonra üç parçasını da eline aldı ve doğruca Sevda’ya gitti. Babasına tamir etmesi için yalvardılar neredeyse çünkü kırılmıştı ve tamir edilemezdi ama usta kızına ve Ahşan’a dayanamadı ve işe el attı sonunda bibloyu ikiye ayırdı. Zümrüt tarafını dört santimlik kare bir bibloya dönüştürdü kenarlarına ise işlemeli altın sarısı bir çerçeve yerleştirdi. Diğer pencerenin ise kırılan yanlarını çıkardı ve altı santim genişliğinde cam bir kutuya dönüştürdü ve yakut kalbi ise tam ortasına sabitledi ki Ahşan bunu görünce yaşlı adamın boynuna sarılmamak için kendini zor tuttu. Bu iki parça ile çizimde ki topukları yeniden değiştirdi ve ortaya yepyeni eşi benzeri görülmemiş bir model çıktı; klasik, zarif ve masalsı. Hemen topukları yerleştirdi Ahşan büyük bir heyecanla ve baharı Hanzade Hanım’ın geliş zamanını beklemeye başladı. Ama hiç veremedi çünkü Gülfer okul işini yokuşa sürüyordu ve Ahşan aynı zamanda çalışmalıydı da Gülfer’i ve kızları ortada bırakamazdı. Kısacası istemese de bir aileye bakma işini omuzuna aldı Ahşan ve yaptığı ilk gerçek ayakkabıları bir kutuya koyarak en üst rafa yerleştirdi bir daha da kapağını kaldırmadı.


Dükkânda ışığı açar açmaz bakışları o kara kutuya gittiğinde düşündüğü yine buydu. Bir hayalin askıya alınışı ya da yavaş yavaş yok oluşu o kutunun içindeydi kendisine göre. İlerledi ve sandalyeye çekip tezgâha oturdu. Herkesten sakladığı yaklaşık yirmi bir ayakkabı çizimi olan Katre-i Matem adını verdiği koleksiyonunu açtı sayfaları yavaş yavaş çevirdi ve on yedinci sayfada durdu. Son dört ayakkabı kalmıştı bitirmeye bu defteri. Bitirince ne yapacaktı bilmiyordu belki de hepsini atardı nasılsa kimseye gösteremezdi bu ayakkabıları çünkü hepsi yirmi beş numara çocuk ayakkabısı kalıbındaydı ve hepsi de yetişkin modellerdi. Bir başkası görse Ahşan’ın bu eğlencesini alaya alabilir ve onun deli olduğunu söyleyebilirdi. Nitekim Gülfer tüm mahallede üvey kızının psikolojik sorunları olduğunu da söylemiyor değildi. Ahşan’ın kulağına çalınmıştı birkaç kez bu sözler ama sessiz kalmayı tercih etti daima. Onun yerine Sevda Ahşan’ı incitici sözleri her duyduğunda Gülfer’in kapısına dayanır hesap sorardı, öfke ile üzerine yürürdü başkası araya girmese belki kadını dövedebilirdi çünkü Sevda’ya göre Ahşan sahipsiz değildi ve hiç de Hanzade Hanım gibi oturup zarif ve iğneleyici laflar çarpamazdı. Bu yüzden Sevda’dan çekinirdi Gülfer aynı sokakta karşılaşsalar yolunu değiştirirdi yalnızsa.


Ahşan büyük sandığı açtı bu kez ve sadece sağ teklerini yaptığı ayakkabılara boş gözlerle baktı. Kapalı çarşı da ki usta yeni ısmarladığı malzemeler için aramıştı ama Ahşan iki haftadır adamın yanına uğramıyordu. Hâlbuki ne zorluklarla alıyordu malzemeleri. Hem de toptan değil küçük metrelerce almasına da göz yumuyordu usta. Ahşan içinde ki büyük bir umutsuzluk ve yorgunluk ile önünde ki deftere döndü ve çizimde ki birkaç hatayı düzeltti, birkaç yenilik ekledi ve daha profesyonel bir hale getirdikten sonra kapağını kapattı ve kapıyı kilitleyerek odasına çıktı sessizdi. Yorgundu, yarın yoğun bir gündü ve uyumalıydı.


. . .


Sabah namazından sonra hemen mutfağa gidip kahvaltıyı hazırladı bir çırpıda, kendisi ayaküstü bir şeyler atıştırıp çıktı evden erkenden ancak yetişirdi işe bir de önceden Zara’nın okuluna uğrayıp Yiğit’ten ödev dosyasını almalıydı. Okul eve yakın sayılırdı bu yüzden yürümeyi seçti Ahşan. Okula varmadan kapıda kendisini beklediğini gördü Yiğit’in. Ahşan sabah erken uyanmanın verdiği sersemlikle arabada, gözünde güneş gözlüğü ile görünce onu gülmeden edemedi.


“Yiğit hazretleri, günaydın…” Ahşan şen sesine Yiğit kaşlarını çatarak cevap verdi.


“Sabah sabah bu enerjiyi nerden buluyorsun?”


“Yıkılmakta olan dünyamdan...” Yiğit bu dramatik haline güldü.


“Benimde yıkılıyor ama aksine biz altında kalıyoruz maalesef.”


“Dedi zengin cebinde parası ve altında arabası olan genç.” Yiğit’in ailesinin zengin olduğu doğruydu ama o asla bununla övünmezdi aksine bu konu açılınca ne diyeceğini bilemez utanırdı.


“Bu arabayı senin sabah neşen ile değiştirebilirim.”


“Öyle bir lüksümüz olsaydı neşeme bu güzel kızla değiştirebilirdim.” Dedi Ahşan lacivert son model arabaya bakarken. Onun bu iç çekişi ile Yiğit’in uykusu tamamen açıldı ve arabadan indi. Elinde tuttuğu ödev dosyasını Ahşan’a uzattı. Ahşan dosyaya şöyle bir göz attı.


“Hocanın istedikleri burada, mailine de abimin geçen seneki çalışmalarından birini attım. Aslında onu değiştirsen de olur.” Yiğit’in sağladığı kolaylık için Ahşan minnet dolu gözlerle baktı.


“Abin hakkını helal edecek mi?” Yiğit güldü.


“Elbette, çünkü işin hepsini sen yapıyorsun.”


“Peki, ne zamana lazım?”


“Gelecek hafta.”


Ahşan’ın yüzünde ki düşünceli ifadeden pek boş olmadığını anladı Yiğit zaten onun hiç boş kaldığını da görmemişti. Ahşan’ı iki yıldır tanıyordu ve azmine, çalışkanlığına, dürüstlüğüne hayrandı. Para kazanma sebebini bilecek kadar yakın sayılırdı Ahşan ile bu yüzden destek olmak için başka arkadaşlarının ödevlerini dahi ona gönderdiği de olmuştu. Ahşan ile tanışması Zara sayesinde olmuştu. İlk kez okulun kaynaşma etkinliğinde gördüğü Zara’dan hoşlanmıştı ve ona ulaşmak için tek yolu para karşılığı ödev yapan kardeşine zaten hazır olan projesini yeniden yaptırmaya karar verişi sayesinde bulmuştu. İki gün boyunca kendini hazırladıktan sonra okul bahçesinde gördüğü Zara kayıtsız ve ukala bir biçimde bunun gerçek olup olmadığını sormuş numarasını vermişti. Ardından heyecanla Zara’nın aramasını beklemişti ama Ahşan aramıştı. Biraz hüsrana uğrasa da Ahşan’a ödev yaptırması sayesinde bir iki kez ödevi teslim etmesi için Zara’yı kullanması aralarında arada yan yana geçerken bir baş selamı verecek kadar muhabbet oluşmuştu. Yiğit daha fazlası içinde kendini hazırlıyordu ama Zara’nın bir erkek arkadaşı olduğunu öğrenmesi ile vazgeçmişti bundan. Ondan tamamıyla uzak duruyordu ama her gördüğünde gözlerinin dalıp gitmesine engel olamıyordu. Kızın ise kendisiyle ilgilendiği yoktu. Ahşan daha ilk günden Yiğit’in bakışlarından anlamıştı Zara’ya karşı bir şeyler hissettiğini lakin ikisinin de birbirinden farklı iki insan olduğunu biliyordu, Yiğit akıllı başarılı ve iyi biriydi, tatlıydı. Zara ise sert mizaçlı hırslı azimli ve soğukkanlıydı ama iyi ve güzel biriydi. İkisinin de birbirlerinden bilerek uzak durduklarını görüyordu, tanışıklık dışında hiçbir yakınlık belirtileri yoktu. Yiğit ama bu yok saymanın ardında Ahşan’ın yanında Zara’yı sormak fırsatını asla kaçırmazdı hiçbir zaman en azından Ahşan’ın iyi bir sır saklayan olduğunu ve duygularını anlayacağını biliyordu.


“Zara gelmedi mi?”


“Bugün dersi yok galiba.”


“Vardı.”


Ahşan başını iki yana sallayınca, Yiğit mavi gözlerini aşağıya çevirdi canı sıkılmıştı çünkü eğer Zara okul saatinde okula gelmiyorsa daha önemli birinin yanında demekti bu. Ahşan onun değişen ruh halini anlayınca üzüldü, severdi Yiğit’i. Bu yüzden telefonunu çıkardı arkadaşı için ve zorunlu olmadığı müddetçe aramadığı üvey kardeşinin numarasını çevirdi. Dördüncü çalışta açtı telefonu.


“Ne,” sesi uykuluydu. Yiğit sesini duyunca telefona eğildi nerede olduğunu anlamak için. O sırada Ahşan aklına ilk gelen bahaneyi ileri sürdü.


“Dün salonda defterim vardı gördün mü?”


“Hayır.”


“Nerdesin?”


“Evde.”


“Dersin yok mu bugün?”


“Var… Saat kaç?” diye sorup saat anladığı an bağırarak sıçradığında Yiğit rahat bir nefes aldı. Kimseyle olmadığı için rahatlayarak. Telefon çoktan suratlarına kapatılmıştı. Ahşan telefonunu çantasına koydu ve bu defada Yiğit telefonunu çıkarıp ödev ücretini Ahşan’ın hesabına gönderdi. Ardından ona teşekkür ve ardından veda ederek yanından ayrıldı.


Otobüs durağına geldiğinde cüzdanında otobüs kartının olmadığını fark etti ve sinirle söylendi çantasını aradı taradı bulamadı. En son nerede bıraktığını düşündü ama hatırlayamadı. Cüzdanını kontrol etti sonra parasının olmadığını fark etmesi ise uzun sürmedi, dün Azra’ya vermişti. Panikledi birden bugün önemli bir gündü ve geç kalma uyarısının sınırını çoktan aşmıştı. Bu kez kesin kovulurdu. Bu yüzden hemen yola koyuldu ve koşmaya başladı. Aynı zamanda gökyüzünü kara bulutlar çevreledi ve şimşek sesleri duyuldu. Birkaç kez çaldı telefonu arkadaşına kendisini idare etmesi için yalvardı neredeyse ama idare edilecek bir durum kalmamıştı Ahşan oraya ulaştığında son bir şans için yalvaracaktı hatta bunun provasını yapıyordu içinden.


Yolu henüz yarılamıştı ki gökyüzünden tane tane yağmur damlaları düşmeye başladı ve Ahşan içinden Allah’a işe varana dek yağmur yağmaması için dua etmeye başladı. Ama duası kabul olmadı çünkü o gün o yağmur yağmalıydı ve ahşan büyük bir fırtınaya tutulup daha hızlı koşmaya başlayınca yağan sağanakta karşıdan karşıya geçmekte biraz aceleci davranmalıydı. Bir cipin aniden durması ile büyük bir kazadan son anda kurtuldu. Geriye, büyük bir su birikintisinin içine düştü ve üstü başı trenci çamura bulandı. Ağlamak üzereydi ve saat ilerliyordu işe yetişmeliydi. Ahşan ayağa kalkmaya çalıştı ama ayağını burktuğundan büyük bir acı ile kıvrandı. Aynı anca cipin orta yaşlı şoförü inip şemsiyeyi Ahşan’ın üstüne tuttu.


“İyi misiniz?” diye sordu korku ile.


“İyiyim iyiyim.” Eli bileğine gitti ve yeniden inleyince adam onun ayağını burktuğunu anladı.


“Kız iyi mi?” soruyu soran cipin arka kapısını açmış onlara endişe ile bakan güzel bir kadındı.


“Ayağını burkmuş efendim.” Hemen yanlarına doğru geldi güzel kadın. Şoför şemsiyeyi kadına tutarken Ahşan kendisine doğru eğilmiş ince endamlı, zarif duruşlu, otuzların sonlarında görünen açık pembe bir elbise giyinmiş kadını gördü. Yakasında bir zümrüdü Anka kuşu vardı ve Ahşan bu sembolün hangi markaya ait olduğunu biliyordu çünkü amblem çizimleri Zara’nın odasının duvarlarını süslüyordu. Bu yüzden karşısında ki kadının zengin biri olduğunu anladı. Bakışları kadının endişeli gözlerine döndü.


“Hastaneye gidelim. Nihat Efendi yardım et.”


“Hayır,” diyerek koluna giren kadına karşı çıktı Ahşan: “Teşekkür ederim ama işe gitmeliyim, çok geç kaldım.” Kadın kaşlarını çattı.


“Trafik kazası geçirdin ve patronun bunu anlayabilecek kadar akıllı olmalı, bir iş yeri yönettiğine göre. Bu ayakla zaten yetişemezsin. Önce hastaneye gidelim bir ayağına baksınlar sonra ben seni bırakacağım.” Ahşan bunu istemiyordu ama ayağının ağrısı artamaya başlamıştı ve üstüne de basamıyordu. Bu yüzden kabul etmek zorunda kaldı.


Kadın bizzat yardımcı olarak Ahşan’ın koluna girdi arabaya binmesine yardımcı oldu. Yolda telefonunu eline aldı şefi ve şef yardımcılarını aradı ama açan olmadı. Kovulduğuna emin oldu Ahşan ve bir rehavet çöktü üzerine ağlamak isteği ile doldu. Hastaneye ulaşmaları oldukça kısa oldu ve ilgi ile yaklaştı güzel kadın Ahşan’a. Doktor muayene etti; bileği incinmişti, filmlerde bir şey yoktu. Sadece bir sargı ve biraz dinlenmeye ihtiyacı vardı o kadar. İyi olmasına sevindi kadın. Ahşan’ın bileği sarılırken sordu yabancı kadın.


“Adın neydi bu arada?”


“Ahşan.”


“Haber vereceğin kimse var mı? Anne baban?” Ahşan o an annesi olmadığını söylemek istemedi o yokluk cümlesi daima ağır gelirdi. Bu yüzden başka türlüsünü söylemek istedi.


“Hayır, telaş etmesin.”


“Yine de anneler her şeyi bilmeli. Yani ben kızımın ayağını burktuğunu bilmek isterdim.”


Kadının sıcak gülümsemesi Ahşan’a da bulaştı. Onda ki prenses edası, otururken bir bacağını diğerinin altına alışı, ellerini kucağında birleştirişi, dik duruşu Ahşan’a Hanzade Hanım’ı hatırlattı. Yoksa bu da mı birinin iyilik meleği? Kadını incelmeye başladı; sarı saçlarını özenli bir şekilde toplamıştı, boynu uzundu, boyu da öyle. Yüzünde hiç makyaj yoktu bunu anlamak için çok makyajlı surat görmüştü Ahşan. Parmağında klasik bir alyans vardı ve bileğinde zarif bir saat. Ayaklarında ki sade babetin üstünde de Zümrüd-ü Anka’yı gördü Mirs’e aitti. Yarım kol elbisesi dizinin hemen altında bitiyordu. Ahşan bu kadını Hanzade Hanım ile tanıştırmak istedi nedense ikisinin iyi arkadaş olabilecekleri hissine kapıldı ve belki de sadece bu ihtimalden kadını sevdi Ahşan.


“Neden gülümsüyorsun?” o an fark etti kadının ayaklarında ki bakışlarını ve hemen utanarak önüne döndü.


“Özür dilerim, sadece bana birini hatırlattınız.”


“Yüzünde ki gülümsemeye bakılırsa sevdiğin biri.”


“Öyle.”


“Sevindim.” Dedi kadın derin bir nefes alıp pencereye çevirdi başını yağmur durmuştu: “Sevilen insanlara benzetilmek iyi hissettiriyor.”


“Her şey için teşekkür ederim-“ ismini sormayı düşünemediğinden nasıl hitap edeceğini bilemedi Ahşan durakladı bu yüzden, kadın bunu fark edince adını söyledi:


“Belkıs,”


“Belkıs Hanım, bundan sonrasını ben hallederim. Sizi işinizden alıkoymak istemem.”


“O kadar mühim işler yapan biri değilim. Refakatçin gelene dek bekleyebilirim.” Bir şey diyemedi Ahşan Sevda’yı aramıştı ve az sonra gelirdi. İçinden erken gelmesini diledi çünkü kadını meşgul etmek kendisini mahcup hissettirmişti. Kısa bir sessizlikten sonra sordu Belkıs.


“Kırmızı ışığı fark etmeyecek kadar acele nereye yetişmeye çalışıyordun?”


“D… restoranda mutfakta yardımcı eleman olarak çalışıyorum.”


“Biliyorum orayı. Yemekleri güzeldir...”


“Öyle.”


“Öğrenci misin?”


“Hayır.” Belkıs’tan gelecek soruyu anlayınca Ahşan hemen ardından açıkladı: “Hem okuyup hem çalışmak biraz zor. Bu yüzden biraz para biriktirene dek okulu dondurma kararı aldım.” Belkıs onu onaylayan bir bakış attı ve kıza içinden bir aferin dedi ailenin yükünün omuzlarında olduğunu anlaması için zamana gençlerine benzemeyen tavrına ve haline bakmak zor olmadı Belkıs’ın. Kızın büyük kahverengi gözlerine baktı bu bakışı tanıyordu, hafta da iki kez mutlaka görürdü. Ahşan’ın çalışkan ve kumaşı sağlam bir olduğunu sezdi. Kendisi ile çalışsa dedi içinden. Etrafında böyle insanlar olması gerek değil miydi hem? Ona bunu söylemek istedi ki telefonu çaldı. Fabrikadan arıyorlardı ve açmalıydı. Kısa bir konuşmadan sonra acele ile ayaklandı. Çantasını eline aldı.


“Seninle tanıştığımıza memnun oldum Ahşan. Umarım bir kez daha karşılaşırız. Şimdi acil bir işim çıktığından gitmem gerek. Geçmiş olsun tekrardan.”


Belkıs ilk iş kızın hastane masraflarını ödedi kâğıdı imzalarken adını gördü; Bedahşan Yazal. Kızının adının güzel olduğunu düşündü ve bunu bir köşeye not etti çalıştığı restoran ile birlikte. Son olarak da unutmadan hemşireye iletmesi için bir kartını bıraktı ve içinden bir his kızı yeniden göreceğini söyledi.


Çok geçmeden Sevda geldi arkadaşının yanına. Onu iyi görünce rahat bir nefes aldı. Ahşan olanları kısaca anlattı ve kendisini eve bırakmasını istedi çünkü artık gidecek bir işi yoktu şef telefonda bağırarak net bir şekilde kovulduğunu söylemişti. Hastane masraflarının ödenmesine sevindi o Belkıs’a içinden ii dileklerde bulundu Ahşan. Sevda onu eve bırakırken içeri girmedi çünkü Gülfer’i görmeye hiç de meraklı değildi bu yüzden arkadaşı eve girene dek bekledi kapıda ve sonra tekrar uğramak üzere ayrıldı.


Sonra ki bir hafta kâbustan beterdi. İşten kovulduğu için maaşının sadece yarısını ödemişlerdi ve bu da faturalara ve mutfak masrafına ancak yeterdi. Eğer hemen bir iş bulamazsa biriktirdiği paradan azar azar harcamak zorunda kalacaktı ki bu da tekrar başa dönmek demekti ve Ahşan bunu hiç mi hiç istemiyordu. Gülfer, Ahşan’ı ayağı sarılı ve işten kabulmüş bir halde kapıda görünce söylenmeye başladı ve tam bir hafta boyunca da susmadı. O susmayınca ikizlerinde sesleri yükselmeye başladı ve ev hepten cehenneme döndü. Ahşan ayağa kalkamayınca kahvaltıyı hazırlayacak kimse de yoktu, Gülfer ve Azra ayakta bir şeyler atıştırıyorlardı. Ahşan bu duruma sadece iki gün dayanabildi ve ayağa kalkarak kahvaltı hazırlama görevine devam etti. Evde oturup Gülfer’in sesini de dinlemek yerine boş vaktini babasının atölyesinde geçirmeyi karar verdi. Ortalıkta olmadan Gülfer’in sesinin gelmesi yanında sesinin gelmesinden daha iyiydi.


Evde olduğu sırada beklemeden iş aramaya koyuldu hemen ve birkaç seçenek buldu maaşı eski işi kadar iyi olmayacaktı ama boş oturmaktan iyiydi ve birkaç ay daha sıkı çalışırsa bu yıl okula devam edebilecekti. Bir an önce çalışmaya devam etmeliydi.


Bir hafta boyunca evde yattıktan ve artık kaçmak için gün saydıktan sonra Ahşan nihayet ayağa kalkabildi ve sargılardan kurtuldu. Birkaç iş görüşmesi yaptı ama geri dönüş alamadı. Aynı zamanda Zara bir iki ödev işi daha getirdi ve Ahşan hem kafasını dağıttı hem de para kazandığı için memnun oldu. Zara da haftalığını annesine verince Gülfer’in sesi son günlerde az da olsa kısıldı. Ahşan için zor bir hafta olmuştu ve bu kötü haftanın sonunda baharın gelmesi ile Hanzade Hanım’ın dönmesi Ahşan için büyük bir mutluluk sebebi oldu. Hanzade Hanım ona geçmiş olsun için gelmeyi çok isterdi ama o büyük cadı Gülfer’i görmeyi hiç mi hiç istemiyordu. Bu yüzden eğer yürüyebiliyorsa Ahşan’ı köşke çağırıyordu. Ahşan davete memnuniyetle icabet edecekti ama önce hazırladığı ödevi Yiğit’e teslim etmek için mahallede ki parka gidip beklemeye başladı. Çok geçmeden geldi Yiğit, canı sıkkındı yine Ahşan’ın hazırladığı USB’yi ve kalın dosyayı alırken sessiz bir teşekkür etti.


“Neyin var?” diye sordu Ahşan sorunca Ahşan omuz silkti Yiğit.


“Okul, Zara’nın bölümünden seçili öğrencilere maskeli balo davetiyesi verdi.”


“Ee?”


“Zara gelmeyecekmiş.”


“Buna neden üzüldün?”


“Çünkü o çok zor bulunası beş davetiyeyi bulamak için çok uğraştım.” Ahşan ona bu defa gerçekten üzülerek baktı. Sadece Zara gelsin diye diğer dört kişi için de uğraşmış olması gerçekten onu sevdiğinin bir kanıtı sayılmaz mı? Zara onu görmediği için aptalın te ki mi yoksa Yiğit’in saf kalbi onun gibi birini sevdiği için bahtsızın teki mi? Ahşan ona üzülerek bakınca Yiğit başını çevirdi: “Ama anlaşılan kız benim gibi Mirs’i de takmıyor.” Yanlış mı duydu?


“Mirs mi?”


“Evet. Mirs’in maskeli balosu var.”


“Ve sen Mirs’in balosuna öylece davetiye bulabildin öyle mi?” Yiğit bunun çok büyütülecek bir iş olmadığını düşündüğünden omuzlarını silkti.


“Abim, reklam işleri ile uğraşıyor.”


Ahşan şok olmuş bir şekilde Yiğit’e baktı. Yiğit’i kendisi mi küçümsemişti burnunun ucunda Mirs’e doğrudan bağlı biri mi vardı yani şimdiye dek? Daha da şaşırdığı şey; ülkenin en iyi ayakkabı markası olan Mirs’e evlerinde bir davetiye vardı ve Zara gitmeyecekti. Acaba diye başladı cümlelerine içinden… Aklından neler geçtiğine kendisi de inanamadı.


Yiğit’e yarım ağız veda edip Hanzade Hanım’ın yanına gitmek için yola düştü. Aklında ki çıkmazda hangi yana dönse ardına bakar oldu. Düşünüyordu sadece. Yanlışı düşünüyordu ama ne olacak diye düşünüyordu. Ya bir şey olmazsa diye düşünüyordu. Köşkün bahçesine girdi. Yanlış ama başka bir şans gelmez ki diye düşünüyordu. Zili çaldı. Ya şimdi ya da hiç diye düşünüyordu. Kapı açıldı. Ama bana ait olmayan bir şeyi alamam. Hanzade Hanım kapıda karşıladı onu.


“Bedahşan…” sımsıkı sarıldı. Mirs’i yakından görmek için son şansım bu... Hanzade Hanım’a karşılık verdi yavaşça: “Nasıl özlemişim. Zayıfladın mı sen?”


“Hayır, aksine kilo aldım.” Diplomasız o markanın kapısından giremezsin.


“Zayıflamışsın. Ayağın nasıl?”


“Gayet iyiyim. Sizi görmemle daha iyi oldum.” Yapamam, hırsızlık bu.


Özlem dolu sözcüklerini dizerken Hanzade Hanım heyecanla, Ahşan yüzünde ki gölgelikli bir sevinçle dinledi onu. Aklı başka yerdeydi. Hala içinden o davetiyeye sahip olup olmamak arasında gidip geliyordu. Kalbinin ağır bastığı kararın gerçekten yanlış olduğunu biliyordu ama hayatında ilk kez o yanlışı istiyordu ama aklı buna tamamıyla karşıydı. Hanzade Hanım onun bakışlarının daldığını görünce adını seslendi ve Ahşan uzatmadan son olaylardan bahsetti.


“İş bulmak konusunu kafana takma bunu ben halledeceğim.”


“Zaten bu son işi de siz bulmuştunuz ve ben kendimi kovdurdum.” Bir önemi olmadığını söyleyerek elini salladı Hanzade Hanım.


“Yeteri kadar yemek yapmayı öğrenmiştin zaten, bir restoranda çalışmana gerek yok.”


“Size yine minnettar kalacağım anlaşılan.”


Çaylar servis edilip önüne güzel kurabiyeler kekler dizilirken Ahşan bir yanı rahatlayarak Hanzade Hanımı dinliyordu. Yüzüne bakarken bu kadının gerçek bir iyi olduğuna karar verdi bir kez daha hala ona bu kadar yakın otururken ve ulaşabilirken kendini şanslı hissetti. Kalbinde ki yüceliğin kimsede olmadığını, eğer varsa şayet Allah’ın Hanzade Hanımı Ahşan’a bu dünyada ki kötüler için kol kanat germesi ve zor hayatını az olsa yardımcı olması için gönderdiğini düşündü. Küçükken onun bir iyilik meleği olduğunu söylerdi kendisine. Sadece Ahşan’ın iyilik meleğiydi o çocuk aklıyla. Hala da öyle… Diye geçirdi içinden çünkü karşısında ki bu güzel hanımefendi ile rastlaşmış olması başka bir ihtimal değildi. Hanzade Hanım son seyahatinden bahsetti. Bütün kış Kanada’daydı ve kötü bir rahatsızlık geçirmiş tatilini yatarak ve dinlenerek geçirmiş, aharın gelmesini iple çekerek memleketine dönmüştü. Burada bir süre daha kalacaktı en azından geçirdiği hastalıktan dolayı bir gece Azrail’i başucunda hissetmesinin ardından kocasının mezar ziyaretlerinden tamamıyla bıkana ve ona olan özlemi bir zerre olsun azalana dek bu kez uzun bir süre burada kalacaktı. Bunu Ahşan’a söylediğinde genç kızın bakışlarının daldığını ve kendisini duymadığını fark etti. Fincanında ki son yudumu içti.


“Bir hal var sende.” Ahşan yine bakmadı ona. Hanzade Hanım güldü. Ardından onun dizine dokundu: “Ahşan?”


“Hım…” dinlemediğini kendisi dahi o an fark edince mahcup olarak önüne döndü ve üzüldü Ahşan: “Özür dilerim, aslında dinliyordum ama…”


“Ben seni dinleyeyim anlat bakalım nedir bu dalgınlığın sebebi?”


“Aslında kötü bir niyet…” Hanzade Hanım merakla gözlerini kıstı çünkü Ahşan’ın kötü niyetinin aslen hiçbir değerde kötülük barındırmayacağına emin olacak kadar iyi tanıyordu bu kızı.


“Derhal anlat kötü niyetin ne kadar kötü bilmek istiyorum.” Ahşan elinde ki fincanı sehpaya bıraktı.


“Size Yiğit’ten bahsetmiştim, Zara’nın okuldan arkadaşlarından ödevlerini yaptığım çocuklardan biri…” Hanzade Hanım başını salladı: “Mirs’in maskeli balosuna ait bir davetiyenin Zara’da olduğunu ve Zara’nın gitmeyeceğini söyledi.”


“Ve?”


“Ve ben Zara’da ki davetiyeyi alıp o baloya gitmeyi düşlüyorum.”


“Düşlemene gerek yok, al ve git.” Güldü Ahşan keyifle çünkü Hanzade Hanım’ın bu cesur tavrını daima sevmiş ve özenmiştir.


“Yapmayın Hanzade Sultan, bunu düşünüyor olmak bile yanlış. Yapmamam gerek.”


“Kimin balosu demiştin?”


“Mirs’in. Hani ülke de ki en kaliteli ve güzel ayakkabıları yapan marka. Hatta sizin de şuan giydiğiniz ayakkabılarınızın ait olduğu marka.” Hanzade Hanım başını ayaklarına çevirdi. Mavi kehribar bir tavus Kuşu tokalı klasik krem bir topuklu ayakkabı giyiyordu. Giydiği mavi etekli takıma oldukça da yakışmıştı ve Ahşan’ın neden o baloya gitmeyi düşlediğini anladı. Mirs’in içine girmek istiyordu. Ahşan’ın ayakkabı çizdiğini ve tutkusunu biliyordu. O baloya davetiye bulabilirim… Diye düşündü, bu kızı bir kez daha mutlu edebilirdi ve bunu çok isterdi, ama bu kez o seçim yapmalı, kendisi için tehlikeli bir adım atmalı. Geriye yaslandı Hanzade Hanım.


“Zara o davetiyeyi sana vermeyecek. Zaten o kara cadı gitmeyi çok istediğini öğrense inadına gider o baloya ki kendisi ayakkabılarla pek ilgili değil biliyoruz.”


Kara cadı demesini duyan Ahşan bunu da özlediğini fark etti. Azra liseden bu yana sürekli siyah giyinirdi. Siyah gözlerine ve siyah saçlarına yakıştırırdı bu tarzı Ahşan çünkü duruşu konuşması ve bakışı dahi siyaha yakışan insanlardandı Zara. Arada farklı bir renk olarak sadece aksesuarları farklı renklerde seçerdi o kadar. Eskiden bu yana onun Ahşan’ı kıskandığını bilen Hanzade Hanım ona kara cadı derdi ve her defasında Ahşan onu bu konuda uyarırdı. Bu kez yapmadı çünkü bir konuda haklıydı Zara o davetiyeyi kendisine vermezdi.


“Haklısınız.” Dedi Ahşan onun onaylayarak.


“O baloya gitmelisin. Gidip insanların giydiği en güzel ayakkabılarını gör. Çünkü emin ki o balo sadece Mirs’in bir defilesi. Başkalarının akıllarından geçen o tasarımları bir dergiden ya da ekranın gerisinde görmekten sıkılmadın mı? İşi ehlinin evinde gör. Belli mi olur belki sen de orada bir mucize ile karşılaşırsın ve saklı hazinen keşfedilir.” Efsunkâr söylemi Ahşan’ı hülyalara daldırsa da hemen kendini toparladı.


“Tasarımcı değilim ben. Eğitimini bile almadım. Yaptığım iş ise bir dolu maket yapmak dışında bir şey değil.”


Hanzade Hanım Ahşan’ın o baloya gitmesini istiyordu çünkü onun asıl hayalinin ayakkabılar üretmek ve onları insanların ayaklarında görmek olduğunu biliyordu. Eğer hala bunu düşlüyorsa gerçek dünyada insanların nasıl seviyelerde olduğunu bilmeliydi neler seçtiklerini neleri tasarladıklarını bilmeliydi her hafta sonunu babasının yarım yüzyıl önceden kalma ayakkabı dükkânında geçirerek bir yere varamazdı. Bu yüzden Ahşan’a uzanıp elini tuttu.


“Eğitim belli bir birikim sağlar seni doğrultur yontar bu doğru ama eğer yeteneğin yoksa eğitimin ile bir çemberde döner durursun. Ama sen Bedahşan, sende yetenek var ve o çemberin dışına çıkacağını çok iyi biliyorum. Eğer eğitimini tamamlarsan tıpkı Mirs gibi gökyüzünde birden parlayan bir ışığa dönüşürsün.” Yutkundu Ahşan bunu çok istiyordu evet ama…


“Zara’dan davetiyeyi nasıl alacağım?” Hanzade Hanım onun ikna olduğunu anlayınca gülümseyerek ardına yaslandı.


“Davetiye ya kitaplıktadır ya da çöpte. Zara ya bir şeye çok değer verir ya da hiç vermez.”


“Nasıl gideceğim peki yokluğumu sorgularlar.”


“Cadıları ben hallederim.”


Hallederdi hem de bu en basitiydi. Zara köşke çağrılma ve içeride vakit geçirme şansını asla kaçırmazdı çünkü Ahşan gibi sık çağrılmazdı. İlk olarak arkadaşları ile gezi grubuna katılarak yakalamıştı bu şansı ve o zamanlarda ise özel alanlara girişler yasak olduğu için belirli bir bölümü gezilmişti küçük sarayın. Ahşan gibi Hanzade Hanım’ın gözdesi olmadığından istediği gibi dolaşamazdı o köşkte çünkü köşkün cadısı izin vermezdi.


“Kıyafetim yok. Daha önce hiç maskeli bir baloya katılmadım.”


“Kostüm işi bende...”Hanzade Hanım’ın kısacık bir an düşündü ve ardından yüzünde aydınlık bir gülümseme oluştu: “Ben ayarlarım.”


“Ayakkabı?”


“Eminim ki çok güzel bir seçeneğin vardır.” Ahşan oturduğu koltukta geriye yaslandı ve birkaç saniye düşündü. O ayakkabı o an olmaz gibi geldi yeterli değil gibi.


“Bilmiyorum. Korkmaya başladım.”


“Demek ki elinde ki oldukça iyi…”


“Yokluğumu nasıl açıklayacağım?”


“Mesaiye kalabilirsin. Benim arabalardan biri ile bırakılar seni ve sizinkilerden hemen önce geçe kalmadan geri dönersin.”


“Ya yakalanırsam, bu defa elinden de dilinden de kurtulamam.” Ahşan Hanım bu kızın üzerinde ki korkuyu görünce kaşlarını çatarak öfke ile söylendi.


“Neden bu kadar korkuyorsun? O kadın iki çocuğu ile senin evinde yaşamaya mecbur ama sen onlara bakmaya ve onlara bir ev almak için gençliğini çürüterek para kazanmaya mecbur değilsin. Dilediğini giyebilir, düşünebilir, dilediğin gibi gezebilir, harcayabilirsin. Kimseye hesap vermek zorunda da değilsin.”


“Biliyorsunuz Hanzade Hanım…”


“Sende şunu bil; onlardan çekinmekten, tırsıp bir köşeye sinmekten, boyun eğmekten, sakin sessiz kıyılarda kalmaktan vazgeç. Bu halde hiçbir yere varamazsın Ahşan. O düşlediğin hayalini bile iki yıldır erteliyorsun. Zamanın geçip gidiyor ve sen yerinde kalmıyorsun, bir adım at artık kendin için. Bu kadar vefakâr ve fedakâr olmanı kaldıramıyorum. O insanlar kötü.”


“Kötü değiller.”


“Sus migrenim tutacak yoksa. Hadi hadi, gitme vakti.” Ahşan, Hanzade Hanım’ın canını sıktığı için üzülerek ayağa kalktı salondan çıkmadan önce ise yine onun sesi ile durdu: “Eğer bu bileti kaçırırsan yine olduğun yerde kalmaya devam edeceksin ama eğer kullanırsan güzel bir hikâye yakalayabilirsin kim bilir…”


Ahşan ona gülümseyerek evin yolunu tuttu. Yolda Hanzade Hanım’ın söylediklerini düşündü. Bunu yapmalı mıydı yoksa… Gizliden kardeşime ait bir davete onun adı ile gitmek, davetiyesini çalarak. Eğer Zara öğrenirse onunla da zaten olmayan arasıyla da tamamıyla bozulabilir evde büyük bir kargaşa çıkabilir ve Gülfer mahallede kendisini rezil edip akrabalarını da arayabilir işi namus meselesine dönüştürebilirdi çünkü bir kez daha lise de tekrarlanmıştı aynı olay, o gün yediği tokadı asla unutamıyordu. Gülfer’in ona el kaldırması yeni değildi yeni olan babasının onuruna vurmasıydı. Ahşan o gün suçlu değildi ama suçlanmıştı ve Gülfer’in içine kaçan saçma iyi üvey anne rolünden sonra kimse de kendisine inanmamıştı. Yine aynı şeyin tekrarlanmasını istemiyordu Ahşan ama… Bu davete gitmeyi de istiyordu. Mirs ülkenin en iyi markası sayılırdı ve en iyilerin etrafında da hep en iyiler olurdu bu yüzden en iyileri yakından görmek için Ahşan o baloya gitmek istiyordu.


Loading...
0%