Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2.Bölüm

@cigdemgah

Eve vardığında akşam yemeğini hazırlaması için bekleniyordu. Kızlar odalarındaydı ve Gülfer yine hastaydı çünkü Ahşan hala bir iş bulamamıştı. Bulana dek de hasta numarası yapmaya devam edecekti çünkü ev işleri için evde fazladan bir hizmetçi olduğunu düşünüyordu. Ahşan ilk olarak namazını kıldı güzelce dua etti Allah’a yapacağı yanlışı affetmesi için ve eline yüzüne bulaştırmaması için. Sonra sessizce sofrayı hazırladı, evdekilere seslendi ve çok geçmeden diğerleri de yerini alıp yemeğe başladılar. Tabağını bitirdikten sonra:


“Hanzade Hanım bana iş buldu.” Dedi birden kendi kendine. Gülfer heyecanla sordu.


“Ne işi? Maaşı ne kadar?” Ahşan tabağını kaldırarak mutfağın yolunu tuttu:


“Bilmiyorum yarın gidip bakacağım ve olursa başlayacağım.”


“İş beğenmezlik etme sakın.”


“Perin yine iş başında ha?” diyen Azra alaycıydı. Keşke senin de bir perin olsa da benden iki yüz lira istemeseydin ve bende kovulmasaydım. Sessizce gülümsedi sadece Ahşan ona cevap vermeden Zara’ya döndü.


“Kitaplığından bir kitap alabilir miyim?”


Aslında eskisi kadar kitap okumuyordu çünkü boş vakti yoktu Ahşan’ın ama Zara okurdu bu yüzden kitaplığı oldukça zengindi. Ahşan onun odasına girecek başka bir yol bulamadığından bu yola başvurdu bir an onun aksi haline denk gelmemeyi umdu.


“Alabilirsin.”


Rahat bir nefes aldı Ahşan. Zara’nın bakışları dalgındı aklı başka yerdeydi nerede olduğunu da pek önemsemedi Ahşan çünkü bu hali işine gelirdi. Yavaşça yukarı çıktı ve beklemeden Zara’nın odasına girdi kapıyı da ardından kapattı. Bir kez daha sürekli siyah kıyafetler giyen bu kızın odasının tamamıyla beyaz olmasına şaşırdı etrafına bakarken. Hemen kitaplığa yöneldi ve etrafı karıştırdı. Davetiyeyi bulması uzun sürmedi çünkü ikiye katlanmış şekilde çöp kutusunda duruyordu. Hanzade Hanım haklıydı. Bu da gerçekten gitmeyecekti demekti. Ahşan beklemeden lacivert zarfın üzerinde Mirs amblemi bulunan zarfı bluzunun altına sakladı ve kitaplıktan rastgele bir kitap seçip odasına gitti hemen.


Kapıyı ardından kapatıp ardına yaslanınca kalbinin heyecanla çarptığını fark etti. Sanki bu yaptığı hırsızlığı herkes görmüştü gibi bir hisse kapıldı ve elleri titreyerek odasının kapısını sessizce kilitledi. Masasın oturup zarfı önüne koydu bir süre sakinleşmeyi bekledi. Artık sakinleşmesi gerekti çünkü geri dönemezdi. Zarfı alıp açtı içinden yine lacivert bir kart çıktı. Merkez Üniversitesi adına gönderilmiş bir açıklama yazısının ardından Zara Yılmaz’ı okudu. Bir gecelik Zara olacağım sadece, ne olacaktı ki sanki. Dünya yıkılmayacaktı ya, tersine dönmeyecekti hiçbir şey, sadece çöpe atılmış bir davetiyeyi kullanılacaktı o kadar.


Ana tema On İkiden Hemen Önce olan baloda saat on ikiyi vurunca geri sayımla maskelerin atılacağı yazıyordu. Zaten o saate kadar kalmayacaktı Ahşan sadece bir saatliğine gidecekti ve hemen dönecekti. En altta o ismi okudu Mirs’in sahibi olan adamın adını; Mir Akbaran.


Aslen onun yapabildiğini yapmak istiyorsa Ahşan da o baloya gidecekti kim bilir belki bizzat Mir Akbaran’ı da görürdü. Görmese de sorun değildi. Mühim olan adamı tanımak değil yaptığı işi görmekti.


Hanzade Hanım’a davetiyenin bir resmini gönderdikten sonra yatağına uzandı ve Allah’a yaptığını affetmesi için dua ederken gecenin en geç vakitlerinde birinde uykuya daldı. Dalması ile çıkması bir oldu sanki. Gün daha ağarmadan ayağa kalktı. Ve hemen hazırlandı. Odasından çıkarken Zara’nın odasına bir göz attı tüm gece onun odasını basıp davetiyemi çaldın demesini beklemişti ama beklediği gibi olmadı. Kahvaltıyı hazırladı çabucak ve buzdolabının üzerine bir not bırakıp evden çıktı. İlk olarak atölyeye gitti ve kara kutuyu alıp sokağa çıktı kimselere görünmeden. Arka caddeden dolandı ve Köşkün sahile bakan kapısına geldi. Orada ki güvenlik görevlisi tanırdı Ahşan’ı ve ev sahibinin emri ile kızı içeri aldı. Hanzade Hanım terasa hazırlanmış kahvaltı masasında karşıladı kızı.


“Günaydın,” dedi şen şakrak ve heyecanlı bir sesle. Ahşan’ın ise sesi kısık ve pürüzlüydü.


“Cehennemde yanacağım. Kardeşimin davetiyesini çaldım.” Ona kötü kötü baktı Hanzade Hanım.


“Çöpe atılmış bir davetiyeyi aldın.”


“Doğru mu yapıyoruz emin değilim, içim rahat değil.”


“Peki gitme. At o davetiyeyi ve ölene dek keşke ile savaş.”


Derin bir nefes alırken ona yeni bir servis açan görevli yeşil çayı önüne bırakınca Ahşan ilk kez izin beklemeden başına dikti fincanı. Hanzade Hanım memnun bir eda ile geriye yaslanıp onu inceledi ve kahvaltısını sessizce yapmasını izledi. Sonra yeniden fark etti getirdiği kara kutuyu.


“O ayakkabı mı?”


Bakışları değişti Ahşan’ın. Heyecanı katlandı. Hayatında ilk defa yaptığı ayakkabıyı bir başkasına gösterecekti bu yüzden avuç içleri terlemeye başladı. Kutuya aldı tereddütle ve Hanzade Hanım’a uzattı.


“Eğer olmaz derseniz, elimde başka bir seçenek olmadığından bende gidemem-“ Hanzade elinden kaptı kutuyu ve kapağını kaldırdı.


Birkaç saniye içine baktı ardından zümrüt topuk olan sağ tekini eline aldı. Ahşan onun yüz hatlarını incelerken Hanzade Hanım ayakkabının topuğuna işlemelerine baktı birkaç dakika, ardından diğer tekini eline aldı ve topuklarının farklı olduğunu gördü, sol tekinde bulunan topuktaki pencerenin ardından elini yakut kalbe sürdü. Ahşan onun yüzünde küçücük bir gülümse görmeyi umarken ve bulamazken karamsarlaştı, olmamış. Hanzade Hanım birkaç dakika daha inceledi ayakkabıları.


“Bu nakışlar…” dedi anlayınca. Başı ile onayladı Ahşan çünkü ayakkabının üstüne nakşettiği çiçekler Hanzade Hanım’ın kocasının ‘sen’ diye adına Hanzade dediği bahar çiçeklerinin açılışını resmettiği tablodan birer alıntı idi. Hanzade Hanım’ın gözleri doldu ve ayakkabıları karşısına koyup duygulu bir halde incelemeye devam etti.


“Aslında bu ayakkabıları sizin için tasarladım ve yaptım. Sağ topukta ki Zümrüt sizin çok değerli ve zarif kişiliğiniz, solda ki cam kutuda ki kalp ise sizin kalbinizde sadakatle taşıdığınız sevginiz. Çiçekler zaten Bahattin Bey’in size olan sevgisi.”


“Gerçekten inanamıyorum Bedahşan bu mükemmel ayakkabıları senin yaptığına…”


“Çok masalsı ve romantik değiller mi?” Başını iki yana salladı Hanzade Hanım.


“Hikâyesi olan her şey değerli, çok özel ve güzeldir. Benim için bu ayakkabıları yapman çok dokunaklı. Benim güzel kızım.” Gidip sarıldı Ahşan’a Hanzade Hanım. Ona çok duygulu olduğu anlarda kızım diye hitap ederdi ve Ahşan o anlardan annesini hissederdi Hanzade Hanım da. Bir emanete bu kadar güzel sahip çıkışı ile minnettar olurdu.


“Geç kalmadım değil mi?” diyerek telaşla terasa gelen Sevda’yı gördüğünde geri çekildi ikili. Hanzade Hanım gözünde ki yaşı sildi çabucak ve derin bir nefes aldı. Ahşan ise Sevda’ya burada ne arıyorsun bakışı atıyordu.


“Tam zamanında geldin.” dedi Hanzade Hanım onu karşılayarak. Sevda Ahşan’a yakındı.


“Aşk olsun Ahşan, nasıl bana bir baloya gittiğini söylemezsin. Hanzade Hanım aramazsa bilemeyeceğim.”


“Vakit olmadı ki.” Hanzade Hanım böldü sitemini.


“Getirdin mi?”


“Evet,” dedi hayranlıkla Sevda. Ve kutuyu masaya bırakıp ön kapağını açtı. İçinde on sekizinci yüzyıla ait Arap diyarlarından hediye edilmiş gümüş işlemelerle süslenmiş bir sultan başlığı bulunuyordu. Bunu tanıyordu Ahşan, ikinci katta sergilenen başlıklardan bir tanesiydi. Hanzade Hanım’ın kocası tarafından çok çok büyük atalarından kalma başlıktı. Fese benzeyen başlığın etrafından gümüş işlemeler alına dökülüyor şakaklardan aşağı inip boyunda bir düğüm ile birleşiyor ve aşağıya iniyordu üç kat. Aynı zamanda başlığın ortasından aşağıya bir zincirle gümüş akçelerin bir peçe oluşturduğu parça da bulunuyordu. Bu sultanları heybetli ve gizemli gösteriyor ve gözden saklıyordu da.


“Ne işi var bu başlığın sende?” Ahşan’ın sorusunu Hanzade Hanım cevapladı.


“Biraz tozlanmıştı Sevda’ya temizlenmesi için gönderdim.”


“Babam çok hassas davrandı Hanzade Hanım.”


“Ah, çok teşekkürlerimi ilet.” Anladı orada Ahşan ama şaşkınlıktan konuşmadı ilk olarak. Hanzade Hanım bu kadar değerli bir parçayı herkesten gizli temizletmiş getirtmiş ise yoksa…


“Ben takmayacağım değil mi?”


“Öyleyse ne olmuş?”


“Hanzade Hanım yapmayın. Milyon değerlik tarihi bir eşya nasıl öylece başıma takıp sıradan insanların içine gireceğim. Allah muhafaza biri çalsa, ya da başına bir iş gelse...” Güldü Hanzade Hanım.


“Birincisi kimse bunun gerçek olduğuna inanmaz. İkincisi senin yanında ona hiçbir şey olmaz ve üçüncüsü üretildiği andan bu yana muhtemel ikinci kez bir işe yarayacak.” Ahşan yeniden itiraz edecekti ama Sevda’nın çığlığı onları böldü.


“İnanmıyorum. Ayakkabı bu mu? Gerçekten bunu sen mi yaptın mı?”


“Nasıl görünüyor?” diye yüzünde bir hoşnutluk ile soran Hanzade Hanım’dı.


“Külkedisinin ayakkabısı bunun yanında hiç kalır; o kadar güzel.”


Öğleden sonraya kadar Hanzade Hanım Ahşan’ın rahatlaması ve kendine gelmesi için kişisel bakım işleri ile uğraştı. Saatte bir kez kararından dönmeye yatkın olduğundan yanından ayrılmayıp onu ikna edici sözlerle teskin ettiler. Hanzade Hanım Gülfer’e ve kızlara akşama davetlileri olduğunu haberi gönderirken Ahşan da mesaiye kalacağı haberini verdi. Hanzade Hanım çoktan ayarlamıştı işini bir giyim firmasında yönetimde çalışacaktı. Ahşan masa başı işleri pek sevmezdi ama hiç değilse giyim sektörü olduğundan sevinmişti.


Akşamüzeri sıra Ahşan’ın giyeceği kıyafete geldi Hanzade Hanım onlara söylememişti ve Ahşan’dan daha heyecanlı olan Sevda sorulara boğmuştu. Ve gördüklerinde hayranlıkla bakıp kaldılar. İki parçadan oluşan kadife lacivert elbisenin içi düz; kol, etek ve boyun kısmında altın işlemeler vardı. İkinci parça ise uzun bir pelerini andırıyordu. Onun ise sırtında yine altın işlemeler vardı, daha güzeli ise omuzdan başlayarak eteklerine inen kol kapağı detayınca bir Anka kuşu motiflenmişti. Elbiseyi hizmetli elinde tutuyordu, ikili hayranlıkla ona bakmayı sürdürürlerken Hanzade Hanım keyifle açıkladı.


“Bu bir saray kaftanı…” Şaşırdı hemen Ahşan.


“Sultan olarak mı gideceğim baloya?”


“Evet. Hakiki bir sultan…” bu kadar derli eşyanın içinde daha da mahcup hissetti Ahşan.


“Hanzade Hanım bunlar çok ağır.”


“Evet, senin taşıyacağına eminim Bedahşan.”


Daha fazla konuşmasına müsaade etmedi Hanzade Hanım ve elbiseyi giyip hazırlanmasına yardım edildi. Göz makyajını yaptılar ve başlığını taktılar gümüş peçe de yerine konulunca Ahşan dahi aynadan bakarken kendini tanıyamadı. Zaten tanınmaması gerekti, çünkü o baloya kardeşi adına katılıyordu yani davetli değildi. İkincisi koruma altında olan bir tarihi başlık takıyordu ve bunun faturası Hanzade Hanım’a kesilirdi. Yokluğu fark edilmeden hemen yerine konulmalıydı sonra ki ziyaret saatine dek. Onun da gerçek görünmemesi gerekti.


Titiz bir şekilde hazırlandı Ahşan. Üstünde ki eşyaların paha biçilemez olduklarını aklından hiç mi hiç çıkarmayarak. Onu götürecek olan araç kapıdaydı ve kimseye görünmeden bir an önce çıkmalıydı çünkü Gülfer’in köşke damlaması an meselesiydi. Sevda ve Hanzade Hanım Gülfer ve kızları eve gitmeden haber verecekti bu yüzden Ahşan’ın telefonu daima açık olmalıydı ve elinden geldiğince erken dönmeliydi.


Gülfer, Azra ve Zara köşke giriş yaptıkları an Ahşan da bir sultan edasıyla büyük siyah aracından inip davetin yapılacağı mekâna girdi. Kapıda ki görevli davetiyeyi görmek istedi ve adını sordu cevapladı Ahşan; Zara Yılmaz.


İki kapı önünde açılınca büyük bir gürültünün içine düştü Ahşan, kargaşa bir an onu afallattı. Bir renk cümbüşüydü gördüğü. Tanıdığı tanımadığı bir sürü kılıf seçti ilk olarak. Red Kid ona pardon diyerek yanından geçti. Temel Reis Dj’di. Kırmızı başlıklı kız en önde şarkı söylüyordu, üç tane peri salonun en güzel köşesine konmuş ayakkabılarını gösteriyorlardı. O an fark etti Ahşan Hanzade Hanım’ın söylediklerini, gerçekten de bu bir ayakkabı defilesiydi. Salonun ikiye ayrılıp bir podyum oluşturduklarını ve yeni gelenlerin ortadan yürüyerek ayakkabılarını gösterdiklerini gördü. İyi olup olmadığı alkışlara ve tezahüratlara göre belirleniyor ve maskeli sahibinin adı büyük panoya adı yazılıyordu. Panoda ki ilk üç isme baktı; Cadı, Deniz Kızı ve Vikingler.


Ahşan’dan önce salona giren Yasemin ve Alaeddin’deydi sıra Ahşan’ın önündeki Temel Reis onları anons etti ve iki yanda ki kalabalık çoğaldı. Yeni bir ayakkabı geldiğinde herkes sıraya katılıyor ve hem ayakkabıyı hem kostümü görmek için bekliyorlardı. Yasemin’in ayakkabısı bir çift uçan halı detaylıydı ve burada ki amaç bir beğeni, kabulleniş ve satış değil eğlenceydi. Bunu sevdi Ahşan. Salona inmek için yedi basamaklı merdivene yöneldi. Uzun elbisesinin eteklerinden tutup ilk adımını atmıştı ki spot ışığa denk gelen zümrüt topuk tüm salonu çok kısa bir an yeşile boyadı ve tüm herkes o yeşil ışığın kaynağına döndü. Temel Reis de herkes gibi yeşil ışığa dönünce arkasından inen kişiyi tanımadı ama tek ihtimalle anons etti.


“İşte haşmetli Sultanımız,” Büyük bir alkış koptu ve ıslıklar eşliğinde Ahşan endişesini bir kenara atarak podyuma ilerledi ve eteğini kaldırarak ayakkabılarını gösterdi. Salonun sonuna geldiğinden kalbinin çarpan sesini kıstı ve iki taraftan da büyük bir alkış ve ıslık tufanı koptuğunu fark etti.


“Sultanımız çok yaşa,” nidaları yükselmişti.


“Harikasın,”


“Ayakkabılar yıkılıyor.”


Onları duyuyordu Ahşan ama kime cevap vereceğini bilemiyordu, tanımadığı bir sürü maske altında ki insanlar onu ayakkabısı için tebrik ederken mutluluğu en derinine kadar hissetti. Ona doğru gelen takım elbiseli ve taktığı yüzünün yarısını kapatan maskesinin ardından çekik gözlerinin yabancı olduğunu haykıran adam ona gülümsedi. Ellerini cebine koydu.


“Saraylı ve çok başarılı...”


Ahşan başını eğip zarif bir selam ile karşıladı adamı. Adamın Çinli ya da Japon olduğunu düşünmüştü ama şivesi yoktu. Ayaklarında Mirs’in erkek koleksiyonunda ki en iyi ayakkabılardan biri vardı. Adam onu bırakıp kayboldu kabalığın içinde, az sonra ayağında eskimiş spor ayakkabı modası ile geçinen Jack Sparrow ve terlik giyen bir kurbağa ile dans ederek önünden geçti ve bağırarak karşıyı gösterdi.


“Padişahı arıyorsan karşıda...” Ahşan bir şey anlamadı ama cevapladı.


“Bende onu arıyordum sağ ol.”


Kendisine değmemeleri için yana kıvrıldı. Bir Denizkızı geçti yanından, ayağında içinde su ve deniz kabukları olan şeffaf bir ayakkabı vardı. Güzel ve Çirkin’e selam verdi; klasik çift babetleri uyumu Ahşan’ı gülümsetti. Peluş terlikli kurt adamlardan biri ona çok güzel olduğunu söyleyen bir işaret verdi. Son model spor ayakkabıları içinde iki zombi içeceklerin hepsini bitirirlerken Ahşan yanlarından geçti. Mirs’ten sonra çok iyi bir marka olan STR kız Daltonlara giydirdiği topuklu ayakkabılar ile gayet iyi ritmik dans ediyorlardı ve Ahşan Mirs’in balosunda kendi reklamlarını bundan daha iyi yapamayacaklarını düşünerek onlara artı bir puan verdi. Biraz daha ilerledi ve Notre Dame’i gördü ayağında ordu armalı klasik postal vardı. Yanında ki iplikli sandalet giyinmiş çıtı pıtı kıza lavaboyu sordu Ahşan kızda parmağı ile ilerisini gösterdi. Ahşan ilerledi ama lavaboyu göremedi. O sırada bir perdenin üzerinde müze yazan tabelayı gördü. Ayağında gümüş kundura bulunan şövalye ve kelebek kanatlı stiletto giymiş bir prenses içeriden çıktı. Ahşan da merakla perdeyi araladı ve içeri girdi. Dar bir koridordan geçti ilerledikçe müziğin sesi kısıldı ve bu biraz rahatlattı Ahşan’ı. Büyük ferah bir odaya çıktı sonra. İçeride bir mumya ve Müslüm Gürses vardı, diğer köşe de ise bir uzaylı etrafı inceliyordu. Yıllara göre ayakkabı modellerinin sergilendiğini görünce incelemeye başladı Ahşan’da geçmişe doğru giderek yavaş yavaş. Beğendiği birkaç Retro modelin fotoğrafını çekti, yanından ayırmadığı telefonu ile. Milada geldi ardından durdu ve u şeklinde ki ayakkabıyı incelemeye başladı. Benzetecekti bir eşyaya ama çıkaramadı.


“Bu nasıl bir ayakkabı olabilir?” diye sordu kendi kendine.


“Ayakkabı değil çünkü.” Dedi arkadan biri gülerek. Ahşan korku ile geriye döndü. Karşısında siyah kaftanı içinde Beyaz kavuklu padişahı gördü. Yüzünde maske vardı kim olduğu belli değildi ama bir padişahtı neticede. İçeride ‘Padişahı arıyorsan karşıda’ diyen adamın ne demek istediğini o an anladı. Demek baloda bir padişah ve bir sultan vardı. Ayağında üzerinde çok küçük gümüş bir Zümrüd-ü Anka bulunan amblemi olan siyah ayakkabılar vardı. Özel tasarım olduğunu anlaması uzun sürmedi Ahşan’ın. Önemli biri mi? Mir Bey’in oğlu mu acaba? Oğlu var mıydı ki? Evli miydi onu bile bilmiyordu markanın sahibinin.


“Ne peki?” diye sorunca adam gülmesin bastırarak ciddi olamaya çalıştı ve ellerini arkasında birleştirip sesini ciddi tuttu.


“Aslen iş gücünden faydalanılan bir bineğin acısını hafifletmeye yarayan bir alet olduğu hususunda eminiz elbette. Bunun gibi geçmiş ve günümüz sergisinde sergilenmesinde ki asıl amaç yokluğa somut bir mana vermek adına bir imge sayılmasından konulduğunu söylemekten onur duyarım sultanım.” Başını eğerken Ahşan ona ne saçmaladı bu bakışı atıyordu. Padişah anladı bu bakışı ve kısa kesti.


“At nalı.” Ahşan birkaç saniye daha onun yüzüne baktıktan sonra gülmeye başladı ve komik gelenin karşısında ki adamın söyleyiş tarazı mı yoksa verilmek istenen mesajın yavanlığı mıydı bilemedi. Padişahta gergin havanın dağılması ile Ahşan’a eşlik etti.


“Bir an nasıl giyildiğini düşündüm.”


“Bende ilk gördüğümde yine bir ünlü marka saçmalığımı diye düşünmüştüm.” Gülmesini bastırıp sakinleşince yeniden milat yazan yere döndü Ahşan.


“Neden hala kaldırılmadı?”


“Bilmiyorum. Belki de gerçekten yokluğu simgeliyor ya da sırf komik göründüğünden…”


“Yada yoklukta bile atın ayağına giydiği bir araç vardır demektir bu.”


“Ama deri de konulmuş ondan sonra.”


“Yine de bu gerçek bir ayakkabı değil.”


“Gerçek ayakkabı nedir sultanım, sizin de ayaklarınızda bulunan zarif ve masalsı tasarlanmış klasik saraylı tarzı demek mi? Eminim bir hikâyesi de vardır.” Her ne kadar alaycı bir üslup ile bunu çok romantik olması üzerine küçümsenmiş bir yorum gibi algılasa da Ahşan bu yabancı adamın bu kadar doğru tahmin yürütmesi üzerine onun bir ayakkabı tasarımcısı olduğunu düşündü ve ilk kez bir tasarımcı ile karşılaştığı için heyecanlandı.


“Evet, var bir hikâyesi. Siz nasıl anladınız bunu?”


“Çünkü rahatlık değil istediğiniz özel olmak. Belki hediyeliktir de.”


“Garipseyebilirsiniz padişahım ama ben bu ayakkabıların içinde gayet rahatım.”


“Hikâyesindendir o.” Ahşan’ın kalbi tekledi. Hikâyelerin insanı rahatlattığını düşünen yanı bu adamın da aynı şeyi somut bir kavram üzerine kuruyor oluşundan hoşnut kaldı: “Yoksa mümkün değil rahat bir kalıp olmaz o.”


“Peki, sizin için önemli olan nedir?”


“Romantik düşünmediğim için beni bağışlayın ama rahatlık ve şıklık.”


“Eh, bağışladım.” Bu erken geri çekilen vites Padişah’ı güldürdü.


“Ayakkabılarınız büyük ihtimal ithal tasarım.” Dedi ülkede ki hanımların tarzı için fazla işçilik isteyen bir model olduğunu düşünerek. Güldü Ahşan onu şaşırtmanın verdiği gizli bir gurur ile.


“Şaşırın o halde, kendi tasarımım.” Başını salladı Padişah.


“Başarılı ve güzel, tebrik ederim.”


“Teşekkür ederim.”


“Hangi marka ile çalışıyorsunuz?”


“Hiçbiri ile.”


“Bağımsızsınız.”


Başını salladı Ahşan, ona küçük yalanından bahsedemezdi hem ne de olsa bu da yalan sayılmazdı bağımsız kendi halinde bir tasarımcıyım demek çok zor geldi Ahşan’a ayakkabı yapıyordu bu doğru ama kendisine tasarımcı demek ağır geliyordu. Bu yalanı da içinin bir köşesine itti ve karşısında ki bu uzun boylu Padişah’ın kim olduğunu düşünmeye başladı yeniden. Adını sorsam mı? Hayır, bende söylemek zorunda kalırım. O an kapıdan az önce Ahşan’ı tebrik eden çekik gözlü takım elbiseli adam göründü ve padişaha yaklaştı. Kulağına karşısında ki kızın duyamayacağı şekilde fısıldadı.


“STR ekibi gönderildi Mir.” Dedi fısıltı ile Mir rahat bir nefes aldı. Yüzüne bir sırıtış kondu. O STR denen ve kendini marka sanan ayakkabıcı Mirs’in defilesinde kendini reklamını dört Dalton ile yapıyordu ve Mir öfke ile kendini buraya atmıştı. Boran’a onların gönderilmesi talimatını vermişti ve o STR dışarı atılmadan ortalıkta görünemezdi. Biraz beklerken yeşil ışık yayan Sultanı gördü biraz yaklaştı. İlginç ve gerçekti görünen kostümünü beğenmişti ve ayakkabıları sıradan bir tasarımcıya ait değildi emindi Mir sadece bunu sormak için ona yaklaşmıştı ama kendi kendine konuştuğunu duyduğunda cevap veremeden duramadı.


Boran, Ahşan’a bir baş selamı verdikten sonra ayrıldı yanlarından Mir yeniden karşısında bekleyen sultana döndü:


“Adınızı bahşeder misiniz?”


“Sultanınızım ben,” bu gizemli hal yeniden güldürdü Mir’i gerçekten saklamak isteyeceğini düşünmedi hiç ve oyununu sürdürmesine izin verdi kızın. Nasıl on ikiden önce göreceğim yüzünü?


“Salonda ki müziğe ara verildiği için orada ki meraklılar müzede ki küçük sergiyi görmeye geldiler ve içerisi de yavaş yavaş dolmaya başladı. Mir ve Ahşan arasında iki metrelik bir mesafe oluştu aradan gidip gelenler oldu. Kalabalıktan bir Elf Ahşan’a çarpınca Mir arayı kapattı bir çırpıda.


“Peki, sultanım terasa biraz hava almaya çıkmak ister misiniz? Ayrıca orada görmek isteyeceğiniz güzel bir şeyler olabilir.”


“Ne gibi?”


“Lütfen beni takip edin.”


Ahşan ilk olarak tereddüt etti. Ardından kalabalığa giren Mir’in büyük cam kapıdan terasa çıkışını izledi. Garip yaratıklar önüne geçmeden hemen önce Mir’in peşinden terasa çıktı. Yüzüne değen akşam esintisi iyi geldi ve derin bir nefes aldı. Birkaç kişi daha vardı terasta. Kimisi sigara içiyordu kimisi telefonla konuşuyordu. Mir ilerledi biraz ve taş kolonlardan birine yaslanarak eli ile bahçeyi gösterdi. Ahşan ona ne göstereceğine bakmak için heyecanla yanına gitti ve yeni açmış kiraz ağaçlarının aşağıyı pembe bir göle çevirdiğini görünce hayranlığını gizleyemedi.


“Allah’ım çok güzel.” Kiraz ağaçlarını anımsar anımsamaz hemen ayaklarına baktı. Hanzade Hanım’ın çiçekleri bir nakış üstünde ya da kâğıt üstünde değil karşısındaydı hem de dolularca. Manzara karşısında sessizleşti bir süre Ahşan. Derin bir soluk aldı esintide ve bu ağaçların hepsini kucaklayarak Hanzade Hanım’a götürmek istedi. Mir onun bundan hoşlandığını ve dalıp gittiğini görünce sordu.


“Hikâyesini sorsam anlatır mısınız?”


“Dinlemeyi hak edersiniz bir gün elbette.” Yeniden güldü Mir, bu gece oldukça sık gülüyordu genç adam Bu kızın kim olduğunu düşünmeye başladı. Tasarımcıydı belki de rakip firmanın ajanlarından biri ama ayakkabısının tasarımı özgündü ve Mir daha önce böyle el yapımı bir ayakkabı görmemişti. İnce işçilik yapan şehirde tek bir yer vardı; Bedrettin usta ki kendisine bağlıydı. O halde kim bu kız?


“Peki, sormadım farz edin lütfen.”


Hemen yanlarında Selvi Boylum Al Yazmalım’dan Asya ve İlyas vardı. Kızın ayaklarında ki koyu kırmızı süet stilettolar yine Mirs’indi ve erkeğin şık ayakkabıları da öyle. İlyas’ın elinde gitar vardı ve film müziğini çalıyordu yavaş yavaş. Bu müzik Ahşan ve Mir’in de dikkatini çekti sessizce dinlediler bir süre. Ardından Mir onu ilk gördüğünde, kendi kendine konuşmadan evvel mırıldandığını anımsadı.


“Siz peki, milada bakarken ne mırıldanıyordunuz?” şaşırdı Ahşan mırıldandığını fark bile etmemişti. Ne mırıldanıyordu peki. Tabi ki tek bir ezgi olabilir bu.


“O bir ninni.” Gülümsedi Mir ve şaka olsun diye sordu.


“Ana kuzususunuz bir de demek.”


“Annem öldü ben çok küçükken. Yani kuzusu bile olamadım pek.”


“Üzgünüm hatırlatmak istemezdim.” Başını salladı Ahşan önemli olmadığını belirterek.


“Ve o ninni Aktaş Diye Beledim.” Anladığını belirterek Mir başını salladı.


“Okuyor musun?”


“Hayır.”


“O halde çalışıyorsun.”


“Evet.”


“Bağımsız bir tasarımcısın o halde.”


“O iş biraz karışık.” Mir kollarını göğsünde kavuşturdu ve aşağıya aydınlatılmış kiraz mevsimi sokağına baktı.


“Merak ediyorum ama sormayacağım.” Ahşan güldü.


“Teşekkür ederim.”


“Peki, bu davete nasıl katıldın bunu cevaplarsın herhalde?”


“Üvey kardeşim sayesinde.”


Bir an duraladı Ahşan doğruyu neden söylediğini anlamadı. Sonra bunun bir önemi olmadığını hatırlattı kendine zaten bir daha nerede görecekti ki bu adamı. Akşam esintisi yüzüne çarpmaya devam etti bakışları aşağıda ki kiraz ağaçlarındaydı.


“Neden sultan?” diye sordu bu defa Mir, soru sormazsa nasıl tanıyacaktı ki kızı. Yüzünü görmek isteğini biraz sonraya sakladı. Az kaldı Mir çıkaracak o maskeyi?


“Tarihi seviyorum diyeyim... Sen neden padişah?”


“Bir arkadaşın oyununa geldim.” Aslen Boran padişah kendisi Muhteşem Gatsby olacaktı lakin Boran onu oyuna getirmiş takım elbiseyi kendisi almış padişah kostümü de ona giydirtmişti. Bir gülüşmeden sonra bir kez daha denedi merakına yenik düşerek.


“Adını yeniden sorsam...”


“Lütfen sorma derim.”


“Yüzünü bari göstersen…”


“Zaten pek güzel değilim…”


“Bana kendinle ilgili bir şey söyle o zaman.”


“Burada olmaması gereken biriyim.”


“Ciddiyim ama ben.”


“Peki, sen bana kendinle ilgili bir şey söyle bende söyleyeyim.”


Düşündü Mir neyi söyleyebilirdi ki bir an kimselere itiraf edemediğini bu kıza söyleyebileceğini düşündü. Zaten kendisini tanımıyordu nasılsa başında bir kavuk yüzünde bir maske vardı.


“Babama Alzheimer teşhisi kondu. Unuttuğu ilk ve tek kişi benim. Benden nefret ediyor ve beni yanında istemiyor. Sadece o beni böyle unutup sevmeyince sanki kimse sevmiyormuş gibi geliyor.”


Ahşan bunun samimi bir itiraf olduğunu düşündü ve içten bir şekilde tanımadığı bu adam adına üzüldü. Bir acının anlaşılması için acı çekilmesi gerektir. Ve Ahşan bu acıyı anlayabilirdi.


“Demek ki en çok seni seviyormuş. İlk seni unuttuğuna göre. Hafızası en çok anımsadığını, en çok yer kaplayanı silmiş ilk olarak.”


Mir başını kaldırıp bu yabancı kızın gözlerine baktı. Hayatında ilk kez karşılaştığı ve yüzünü dahi hala görmediği, adını bilmediği bu kızın kendisi hakkında, böyle bir destana denk gelecek kadar bir cümle kuruyor oluşunu kendi bağrına bastı ve başını eğdi yüzünde bir gülümseme ile. Babasından yana soğuyan kalbi ılıklaştı. Sessiz kaldı başı yerde hala düşünürken ve Ahşan’ın sesini duyunca başını kaldırdı hemen.


“Ben yalnızım, bir başıma ama içimde bir ordu var sanki. Evimde üç yabancı, hayatımda kendimi yükümlü ettiğim kişiler. Kan bağım olmayan biri bana kol kanat gerdi ben ise sözde korumasına bırakıldıklarıma göz kulak oluyorum. Bazen keşke kaygısız olsaydım diyorum.”


Mir bu karmaşık cümleyi üvey aile ile yaşadığına yordu ve bu kez Mir onun adına üzüldü. Bu karşılıklı üzüntüler ikisinin kalbinde birer duaya dönüşecek kadar derinleşti ve iki taraftan kabul olunacak bir yazgıya çevrildi. Mir bu kez onu teselli etti.


“Vefalı olman neden kötü olsun. Sen o insanların iyiliğini istiyorsun bu başka bir zamanda sana geri dönecek her haliyle. Birine vefa göstermek, merhamet duymak sana vefa gösterilmesi ve merhamet duyulması demektir de ayrıca. Kendin için ekiyorsun öyle düşün.”


Ahşan bundan etkilendi. Şimdiye kadar ki iyilikleri hepsi kendisine dönecekti değil mi? Allah kulunu zayi etmezdi emindi buna. Ağzından çıkarken ya da düşünürken değil de bunu Mir söyleyince fark etmiş gibi ona baktı. Ve Mir’in bakışına denk geldi.


“Sen kimsin?” diye sordu bu defa Ahşan. Yoksa sende mi şu iyilik meleklerindensin? Mir bu soruya Ahşan’ın üslubuyla cevap verdi.


“Burada olması gereken biriyim.” Ahşan güldü. Aynı anda telefonu çaldı ve ekranda Sevda’nın numarasını görünce hemen Mir den iki adım uzaklaşarak cevapladı.


“Gülfer eve geçti araba kapıda.”


“Hemen geliyorum.”


Saate baktı. Ne ara bu kadar ilerlediğini anlayamamıştı. Panikledi bir an ve acele ile Mir’e döndü, bir yandan da çıkış kapısına bakınıyordu.


“Seninle sohbet etmek güzeldi ama gitmem lazım.” Teras kapısından içeri girerken Mir peşinden koşturdu.


“Bekle, adını söyle bana lütfen.”


“Bilmesen daha iyi…”


“Numaranı ver belki bir kahve içeriz.”


“İçmesek daha iyi…”


Dış kapıya ulaştı, kalabalığı aşıp Ahşan. Merdivenleri çıkmadan evvel Mir son anda kolundan tutup durdurdu onu Ahşan’ın kocaman gözleri ona döndü ve başlıkta ki gümüşlerin şıngırtısı Mir’in kulağına ağır ağır ulaştı zamanın yavaşladığını hisseti, o gümüşlerin sallanılan sesi Mir’in yüreğinin notalarına denk oldu.


“İyi olmayan bir şey söyle o zaman.”


“Tanıştığımıza memnun oldum.”


“Neden iyi olmasın bu?”


“Gitmeliyim.”


Açık araba kapısına binip Mir’e son bir bakış atarken Ahşan onu tanımanın kendisine keyif verdiğini hissetti, Mir’e bunun iyi bir şey olmadığını söylerken olmaması gereken bir baloda stajyer tasarımcı olarak değil ek işlerle para biriktirmeye çalışan bir kıza geri dönüşünü kastediyordu. Bu bir hayaldi. Güzel bir hayaldi. Bir daha rastlaşamayacaklarını ve bu günü hep düşüneceğini biliyordu Ahşan. Bu yüzden vedası bir bakışla son buldu. Araba uzaklaşmaya başlarken Mir bakışlarını yere eğdi.


“Asıl en iyi buydu.” Dedi kendi kendine rastlaşmalarını kast ederken.


Mir yere eğildi ve acele ile koştururken merdivenin son basamağına düşmüş olan kırmızı yakut kalbi aldı eline. Ayakkabıdan ve o güzel kızdan geri de sadece bu kaldı.


. . .


Loading...
0%