Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Giriş

@cigdemgah

GİRİŞ


Soğuk suyu yüzüne vurunca biraz rahatladığını hisseden Mir, derin bir nefes alarak doğruldu. Suyun yüzünden aşağı doğru süzüldüğünü izledi bir süre aynadan, sonra yüzüne gözlerinin içine baktı. Donuk duran gözleri daha çok koyulaşmıştı. Yorgundu, uykusuzdu bu yüzden gözerinin etrafında belirgin halkalar bulunuyordu. Lakin bu bedensel yorgunluğu zihin yorgunluğunun yanında neredeyse hiç kalıyordu. Mir önce zihnini dinlendirmeliydi, aklı sürekli iş başındayken bedeni dinlense dahi nafileydi, geçmeyecekti bu yüzünde ki yorgunluk. Havluya uzanıp yüzünde ki ıslaklığı sildi. Sonra tıraş makinasını aldı eline, her gün düzenli olarak tıraş olduğundan yine aynı rutini tekrarladı. İşi bittikten sonra saçlarına kaydı bakışları. Kendini bildi bileli üç numara tıraş olarak kestiği saçlarının da uzadığını gördü ve bugün berbere uğramak üzerine aklının bir köşesine not etti. Yeniden gözlerinin içine baktı, aynaya doğru yaklaşıp yansımasına doğru konuştu.


“Hadi Mir, bir yol bul artık.”


Yaklaşık iki aydır düşündüğü tek bir konu vardı ve çıkmazdaydı. Uluslararası bir moda haftasına yakın bir arkadaşı sayesinde marka olarak küçük bir ön gösterim defilesi sunulması üzere davetiye almıştı. Altı yıldır hayalini kurduğu o en uç noktaya dokunmak üzereydi ama onu yukarıya çıkaracak ipi bulamıyordu, sıkışmıştı çünkü markasının ikiz olan tasarımcılarından biri kayıptı. Depresyondaydı Eren ve işi bırakmak istediğini söyleyip duruyordu ama Mir de dâhil kimse onu ciddiye almıyordu ama Eren ciddiydi nitekim ciddi olduğunu da gösterdi ve bir gün aniden ortadan kayboldu sadece geride bıraktığı ‘kafa toplamaya ihtiyacım var’ diye bir not İle. Mir o zaman Eren’i ciddiye almadığı için kendine çok kızıyordu öyle şuan çok büyük sıkıntıdaydı. İkizlerden biri eksikse diğeri de kendini tekrar etmekten başka işe yaramamıştı bir yıldır ve tüm ülke kendi markasından yeni bir kreasyon beklerken Mir’in ise sadece oturmaktan, bir çare düşünmekten başka yapabildiği bir şey yoktu.


Davetiye iki ay önce eline ulaştığında sevinçten havaya uçması ile aynı anda yıkılması bir oldu çünkü ekip eksikti. Tasarımcının beyni kayıptı ruhu ise tek başına işe yaramıyordu. Mir rakip firmaların tasarımcılarını dahi kendi safına çekmeyi düşünmüştü ama onun markası ile aynı yolda olan tek markanın da tasarımcısı markanın sahibiydi. İkizi olmadığından odaklanamayan ve stres altında olan Erin ise işi bırakmak üzereydi ve Mir bunu bildiğinden kalesinin sallantıda olduğunu biliyordu. Ya yolun sonuna gelmiş bir gerilemeye gidecekti ya da önüne çıkan bu engeli de bir şekilde atlayacaktı. Düşünüyordu. Elde kalan ikizi tatile göndermişti kafa dağıtması için bir ton para harcamıştı ama nafileydi. En yakın arkadaşı olan Boran adamı âşık etmek fikrini öne sürmüştü ve bir süre adama kız arkadaş bulmaya çalışmışlardı ama bu çaba da boşa çıkmıştı çünkü Erin hala ilk aşkını düşünüyor ve çizimlerinde ondan ilham alıyordu. Mir’in başka bir çıkış yolu kalmadığından elinde tasarımcısının fotoğrafı sokak sokak onu aramıştı, magazine defile davetiyesi aldığını bile duyurmuştu belki duyarda geri dönerdi ama hala ses seda yoktu.


Mir eğer bu krizi çözemezse ömrü boyunca kurduğu tek hayali, başardığı tek sermayesi yerinde sayacak belki de yavaş yavaş kaybolup gidecekti ama daha en başından Mir bu markayı yükseltmek, güçlendirmek ve sabit bir saygınlık kurmak amacı taşıyordu. Şimdilik ise ilk basmaktaydı sadece büyümüşlerdi. Bu yüzden uykuları kaçıyordu Mir’in. Ne yapacağını bilemiyor her gün yeni bir çözüm önerisi düşünüyordu. Yine o düşünceler ile aynada kendine bakarken bakışları açıkta olan omzuna kaydı. Uzun bir demir parçasının omzuna dört dikiş atılmasına sebep olan bir izdi bu. Daha on yaşındaydı belki, babasının küçük atölyesinde bir köşede sessizce oturmuştu. Babası Cumali bilindik bir manifaturacıydı. Baba mesleği kumaş alım satım işleri ile uğraşırdı. Kendi memleketinde kendi kumaşlarını üretir sonra da satardı. Babasının eteğinden çekilip kendi atölyesini açtığında işler pek doğru gitmemişti ve bunu sürekli dile getiren Mir’in büyük dedesi onu ziyarete geldiğinde oğlunu borç içinde gördüğünde öfke ile ona saydırmış ‘beceriksiz, başarısız’ diyerek onu herkesin içinde azarlamış ve elinde ki işlemeli büyük demir bastonu oğluna doğru kaldırmıştı. O an babası karşısında iki büklüm erkesin içinde rezil edilip ve başarısızlık ile itham edilirken Mir’in onuruna dokundu ve gururu incindi babasının yerine. Üstüne birde dedesi bastonunu kaldırıp vurmaya yeltenince dayanamadı, babasının önüne geçerek bir başarısızlığın darbesini üstlendi ve herkesçe beceriksiz diye anılan babasının yerine o baston darbesini yerken ve düşerken omzuna aldığı o yara hayatta aldığı en büyük ders oldu. Babası başarısız olmamıştı ama bir şey de başardığı söylenemezdi. O gün Mir öğrendi ki; ‘iyi bir iş çıkamıyorsan o sopa darbesini hep yerdin gerek ailenden gerek de yabancılardan. Elinden gelenin en iyisini yapmalıydın, çok çalışmalı, herkesten önce kalkmalı, işine dört elle sarılmalı ciddiye almalı ve daima bir üstünü hedef almalısın. Başarmalısın.’


Ablası Belkıs ve Mir babasının küçük atölyesinden ünlü bir giyim markası çıkaracak kadar azimli, çalışkan ve akıllı çocuklardı. İhracat ve ithalatta neredeyse ülke çapında zirveye yerleşmek üzerelerdi ve bu çoğunlukla Belkıs’ın başarısıydı. Her ne kadar Belkıs en büyük payı kardeşi Mir’e verse de herkes aslan payının Belkıs’ta olduğunu biliyordu.


Mir ablasından ayrılıp bir yan marka açma fikrini sunduğunda babası buna pek destek çıkmadı çünkü ona göre oğlu daha toydu ve öğrenecek çok şeyi vardı. Babasının aksine Belkıs ona gereken tüm desteği verdi ve altı yıl önce Mirs’i kurduğunda; Mir, ikiz tasarımcıları Erin ve Eren, bilgisayar programcısı olan arkadaşı Boran ve eski bir mahalle ayakkabıcısı olan Bedrettin Usta dışında kimse yoktu. Lakin şimdi ana ofiste elli iki, fabrikada yüz doksan sekiz çalışan vardı Mirs’in arkasında.


Mir’in asıl yükselişi de Belkıs sayesinde olmuştu. Katıldığı bir ödül töreninde bakanlardan birinin karısına Mirs’in yeni tasarımlarından birini hediye etmiş ve büyük kelimelerle sadece kendisinde olduğunu söylemişti. Bu olay iki gün sonra asıl amacına ulaştı ve yüksek mevki sahibi bakanların hanımları Mirs’in devamlı müşterileri listesine girdi. Bunun ardından diğer önemli kişi ise Boran’dı. Aslen Koreli olan ve moda konusunda oldukça titiz davranan Boran Mir’in liseden arkadaşıydı. Ve salaş giyimi ile gerek bulunduğu lise de gerek okuduğu üniversite de sokak stilini şıklık ile iyi uyumladığından hemen ortamda göze girerdi ve aslen bundan hoşlanmasa da Mir onu hem giyim markaları hem de kendi ayakkabıları ile birçok mekâna gönderince aynı zamanda gençlerin de ilgi odağı olmuştu. İkizler Eren ve Erin ise markanın düşüneni ve çizeniydiler. Erin’in çizimi iyiydi ama Eren’in ki berbattı. Aksi gibi Eren’in ise fikirleri harikaydı ve onu ikizinden başka anlayarak hayalini ortaya koyacak kadar iyi tanıyan kimse de yoktu. Şimdi ise Eren yoktu ve Erin tek başına birkaç çizim tekrarından ileriye gidemiyordu. Bir çare arıyordu yine Mir, bulacaktı bulmalıydı bir çare vardı mutlaka ve onu bekliyordu. Yeniden omzunda ki ize baktı.


“Başarısız olmak diye bir şey yok. Daha iyi düşünemedin, daha iyi bir fikir bulamadın, daha elinden gelen en iyisini yapmadın. Düşün oğlum. Bulacaksın bir yol.”


Kapı zili çalınca gelenin kim olduğunu bildiğinden bunu takmadı çünkü Boran anahtarın nerde olduğunu bildiği halde hep zili çalar ve açmasını isterdi çünkü bu ona göre bir nezaket kuralıydı. Mir son soğuk suyu yüzüne çarptı ve musluğu kapatarak havluyu alıp çıktı banyodan. Odasına gitti üzerine bir ceket aldıktan sonra salona geçti.


“Günaydın Miralay,”


“Sana da asker.”


Boran, onun ses tonundan yine keyfinin yerinde olmadığını anladı. Artık bu duruma alışmaya bile başlamıştı çünkü Mir bir çözüm bulamadan kendini yiyip bitirecekti. Ona baktı, yüzünde ki avurtların bir ayda çökmüş olduğunu fark etti birden. Sandığından daha kötüydü arkadaşı. Mir zaten oldukça uzun boyluydu, bu yüzden kilo verdiğinde hemen belli olurdu. Boran bunu da fark etti ve bağrından bir merhamet yükseldi. Mir’in başarıya ulaşmak için çok çalıştığını biliyordu. Şimdi ise emeklerinin bir boşlukta süzülür gibi karşısında durduğunu görmek onun için çok zordu.


“Kahvaltı yaptın mı?”


Mir kendini koltuğa bırakıp bir yüz hareketi ile kahvaltı yapmadığını söylerken giydiği ceketin kapüşonunu da başına geçirdi. Boran gitse daha iyi olmaz mıydı? Ama yalnız ruhunun katili olmak da pek parlak bir fikir değildi. Boran elinde ki taze simidi mutfak tezgâhına bırakırken ona bir akış attı ve kahve makinasının düğmesine bastı.


“Böyle giderse stresten kendini öldüreceksin.” Gözleri kapalı sesi yılgındı Mir’in.


“Ölsem de bu çırpınışımı ve batışımı görmesem.”


“Saçmalama oğlum, sen benim için bu markadan daha değerlisin.” Mir arkaya yasladığı başını kaldırıp ona yan bir bakış attı ve alayla gülümsedi.


“Benden sonra en yüksek hisseye sahipsin ve ben batarsam sen Diyarbakır’a dönersin.”


Boran donuk bir ifade ile baktı ona. Annesi Diyarbakırlı babası Koreliydi. Ve ikisi şuan Diyarbakır’da yaşıyorlardı. Anaerkil bir aileye sahipti. Boran’ın okulunu bitirdikten sonra İstanbul’da yaşaması sadece Mirs’i kurarken ortak olmak için annesinden aldığı yüklüce paranın katlanmasına yani Mirs’in büyümesine bağlıydı. Şimdiye de o para onlarca kez katlanmıştı ama şimdi durumlar kötüydü ve annesi Boran’ı diğer yandan çıkıştırıyordu da. Para batarsa o da annesinin dizinin dibine dönecekti.


“Eh,” dedi onca teyzesini, dayısını düşünerek derin bir çekerek: “Bana aşiretten bir kız bulurlar, büyük ihtimalle zengin olur, babam gibi iç güveysi de giderim ve rahat ederim.”


Mir o sahne gözünün önünde canlanınca güldü. Boran’ın görücü usulü evlenmeye karşılık olarak âşık olmak istediğini biliyordu ama o kimseye âşık olamıyordu bu gidişle annesinin uygun gördüğü biri ile evlenecekti de. Başını kaldırıp arkadaşına bak Mir ve her zamanki gibi söylendi.


“Oğlum nasıl Korelisin sen? Tarihin tek örneğisin. Senin gibi vatandaşları Kore de çağ atlıyorken sen burada görücü usulü evlenip iç güveysi gitmekten bahsediyorsun.” Hazırlamakta olduğu tabaktan başını kaldırdı Boran ve iki eli ile yüzünü gösterip gözlerini kırparak tatlı tatlı konuştu.


“Diyarbakırlı bir Koreliyim.” Mir yüzünü ekşitti.


“Bu kadar tatlı olma, kusacağım.”


Boran kahkaha ile gülüp önüne döndü. Az sonra hazırladığı kahveleri ve kahvaltı tabağını Mir’in önüne indirdi. Mir yemek yemeyerek bir yere varamayacağını biliyordu, ayrıca zinde de olmalıydı bu yüzden arkadaşının hazırladığı tabağa uzandı.


“Tarih demişken…” dedi telefonuna uzanarak Boran, Mir kahvesinden bir yudum alırken ona baktı, Boran kulaklığını takıp telefon ekranına dikti bakışlarını. Onun böyle ciddi olma sebebini merak eden Mir sordu.


“Ne izliyorsun?” aynı anda uzanıp telefon ekranına baktı ve Muhteşem Yüzyıl’ı görünce yüzünü ekşiterek önüne döndü.


“Şunu izlemeyi bırak. Gerçek tarihin bununla bir alakası yok.”


“Yine de Hürrem’i izlemeye değer… Şu saçlara bak, duruşa endama, şu yürüyüşe, parmağında ki zümrüt yüzük bile-“ diyerek övmeye devam ederken yine kahvesinden bir yudum alan Mir göz ucuyla telefonun ekranına baktı şöylece. Hürrem yürüyordu acele ile ayaklarında ki işlemeli ayakkabıları göründü ekranda, yeşil kadife yüzey Mir’in zihninde ki başka bir görüntüyü canlandırdı ve anımsayınca donakaldı.


Sultan loş ışıkta ikinci katın kapısından giriş yaptı ve merdivenlere yönelirken ayakkabısı zemine konulmuş stüdyo ışıklarının birinin önünde durdu kısacık bir an ve tüm salon yeşil bir ışığa büründü. Mir gibi herkes o yöne baktı, ışığın kaynağını aramaya başladı. Sultan yavaşça aşağı iniyordu merdivenden ve Mir bir an onu kaybetti. Salona dolan tüm o yeşil ışığın ayakkabının yeşil cam topuğu olduğunu sonradan öğrenmişti Mir. Klasik basit bir kadife topuklu ayakkabıya kız zümrüt kalkmalı taş bir topuk koymuştu. Kare şeklinde kesilmiş sahte elmaslara benziyordu. Kendi yapmıştı. O an Mir’e çok masalsı ve gerçeküstü görünmüştü ama şimdi Boran yanında ağzının suyu aka aka Hürrem’i överken Mir’e hiç de masalsı gelmiyordu. Kimdi o kız?


“Mir? Ne bu surat? Boğazında mı kaldı?” Uzanıp donakalmış bir şekilde bakaduran Mir’in beline vurmak üzereydi ki Mir elini kaldırıp onu durdurdu.


“Buldum.”


“Neyi?”


“Ama kaybettim.”


“Neyi kaybettin?”


“Defile için kreasyonu.” Boran elindeki telefonu bir kenara bırakıp ciddi bir yüzle arkadaşına odaklandı.


“Ne? Nasıl? Eren mi döndü?”


“Hayır, onu bulmam lazım.”


“Tamam, arıyoruz zaten.”


“Eren’i değil.” Dedi Mir en sonunda bıkkın bir sesle, Boran ona soran gözlerle bakınca devam etti: “O kızı bulmam lazım.”


Loading...
0%