Yeni Üyelik
11.
Bölüm

10.Bölüm

@cigdemgah

Allah bize bu dünyada yürek yükümüzü sırtlanmak için nasip edeceği eşimizi daha ruhlarımızın yaratıldığı gün MİM'lerdi kaderimize... Mimlenmek... Hele de bir insanın kalbine Mimlenmek... Daha bir nefes bile değil iken bir kalbi ile ruhen eşleşmek, ismen yazılmak, aşka bürünmek... Önceden yazılan bir kadere düşüp mimleneni bulabilmenin adı olmalıydı sevda. Rabbin aşkı yüreğine nakşederken nasibinin, sana aslolan süveydanın adını sanını, nasıl göründüğünü, nerede olduğunu, ne yaptığını dahi bilmeden ona Mimlenin adı...

Hamd olsun! Bizi Mimlenenlerden eyleyen Allah'a.

Ne mutlu! Mimlendiğini dünya gözü ile görebilen bir kula.

Mimini arayan zarif dualı Mecnunlara ve Leylalara...

En çok da onlar isterdi Mim olmayı. Çünkü bilirlerdi ki Mim mühürdü. Mühürlenmek ise sevdalanmak...

Mim bazılarına göre sondu. Bazılarına göre de başlangıç. Benim kaderime aşk diye yazılıp Bezm-i Elest de Mimlendiğim andı başlangıcım. Gözüme görünmeden ruhuma taydaş olan kişi mühürlendiğimdi. Bilirdim Allah çok az insana nasip ederdi Mimlendiği kişiyi bulmayı. Süveydasının filize durup bir çınara devrilmesini... Bu insanların çok az olmasına sebep Allah'ın isteği değildi. Aksine Rab Teala o mimlenen kişiyi bulması için kulunu imtihanlara tabi tutardı. Yazıktı ki kullar şaşkındı, düşünmezlerdi. En acısı da artık kalplerinin sesini duymaz olmuşlardı. Duyduklarını sandıkları sesleri, küçük hissedişleri de aşk sanmışlardı. Sonrasında yanılmışlardı. İmtihanı ya kaybetmişlerdi. Ve ya başında imtihanda olduklarını anlayamamışlardı. Ben imtihanımın sonunda yahut başında mıydım, bilmiyorum. Bildiğim, emin olduğum ve hissettiğim tek şey; kalbimin her gördüğünde benden uzak bir köşe de çarptığı adamın ruhuma Mimlenen kişi olduğuydu. Evet, Mimlendiğim, mühürlendiğim ve sevdalandığım bu adam o gün, Bezm-i Elest de hemen yanı başımda, hatta ruhum ile aynı hizada, iç içe duran, beşerde ki en sevdiğim olarak Mimlenen, onun gönlüne nasiplendiğim, fidanımın süveyda ismini veren Talha Bahremoğlu'ydu. Doğru ve ya yanlış? Mademki insan nasibini hisseder. Hissetmiştim. Mademki insanın karşısına çıkardı. Bana gelmişti. Beni o bulmuştu. Bilmezdi belki Mimlendiğini, hissetmezdi belki beni ama ben ondan dualarıma güvenerek emindim. O benim için Mim'di. Bitmiş bir son değil. Gerçek olan hayata başlamak demekti. Doğduğum gün gözlerimi bu dünyaya açtığımda başlamıştı. Bir müddet onu unutmak verilmişti. Ondan uzak kalmam gerekmişti. Lakin Allah 'işte kulum' diyerek tevafuklarla giydirip önüme sevda diye çıkarmıştı.

Allah'a sonsuz hamd olsun. Onun Bezm-i Elest'ten sonra sevdam olduğunu hatırladığım için. Onu hissedebildiğim için... Şimdi hissettiklerim yüreğimde vaveyla... başka bir dua. Rabbim hayr ve kabul etsin.

Düşüncelerim ile bir halat oluşturup aklımı darağacına götürecek kadar düşünmüştüm. Fedakarlık yahut sevdamdı sebep... Önemli kararlar ya bir anda verilirdi ya da onca zaman sürerdi insanın bir sonuca varması, bilirdim. Yine de benim çok kısa bir sürede bir sonuca varmam değildi mesele. Zaten kalbim onu 24 yıldır beklemiyor muydu? Her bir salisenin milyonlarca saate denk olacak kadar zaman geçmemiş miydi sevgisiz kalışım. Karşıma çıkmış iken aşka düşmüş iken zaman benim en büyük düşmanım olmayacak mıydı? Ve zaman onu benden uzaklaştırmaya devam etmeyecek miydi? Şu kurak kalbim aşka hiçbir kalbe yeşermez iken beklediği ondan başka kim olabilirdi? Bunca zaman kutuplarda atarken ve şuan ondan sonra baharı yaşamaya başlamışken başka ne olabilirdi bu kader?

Merlin'nin bir repliğinde şöyle der: "Bazen sadece doğru bildiğin şeyi yapmalısın, sonuçların canı cehenneme." Bu asi repliğin şuan bulunduğum durumla birebir olması ironikti. Doğru bildiğim şeyi yapıyordum evet. Ama yazık ki sonuçların canı cehenneme olamazdı. Eğer ki şuan yaptığım aptallıksa; aşk zaten aptallığın diğer adı değil miydi? Eğer ki bunun sonunda pişman olacaksam şuan bundan vazgeçtiğim için yürek yurdum talan olmayacak mıydı? Süveydamın bedene dönüştüğü alacakaranlık hükümdar kalbimde çoktan hüküm sürüyor iken onun gözlerinin içine bakıp söylediğim şeyin yükünü düşünmemiştim evet. Yükü Talha'nın karanlığına girmekti belki. Lakin yine de ben Leyla'nın gönlünü kazanmış iken orada uzun süre kalmaya da niyetliydim. Talha'nın beni belki de hiç sevmeyeceği sonucuna varacaksam da şuan -yarın hala nefes alıp almayacağım bile belli değilken- ben olmak istediğim yerde yapmak istediğim şeyi yapacaktım. Talha'nın yanında ve Leyla'yı onun hayatına bırakmadan... Talha bu düşüncelerim hepsinden bihaberdi. Özellikle de kendi ile ilgili olan kısmından bu yüzden şaşkın bir halde birden ayaklandığında gözlerini kısıp başını yana yatırarak doğru duyup duymadığını sorguluyordu emindim.

"Sen... Ne dedin?"

"Evlenelim." diyerek tekrarladım surat ifadesi normale döndü. Doğru duyduğunu anlamış olmanın verdiği rahatlık mıydı? Yoksa söylediğim şeyin şaşkınlığından önce ki level mi?

"Bana evlenme mi teklif ediyorsun?"

"Bu bir teklif değil, bir kabul ediş. Sen teklif etmiştin. Reddetmiştim. Ama kararımı değiştirdim. Kabul ediyorum."

Talha'nın aptal olduğumu ima eden bakışları altında ezildikçe ezildim. Aramızda uzun bir sessizlik olduğunda kararımdan dönemememin az birazcık pişmanlığını yaşamıyor değildim. Ama yine de içimden cesaretime alkış tutuyor kendimi gaza getirmeye devam ediyordum. Talha sessizdi bana bakmaya devam etti. Kabul etmeyecek gibi bir hali vardı sanki. Bir an şuan tek başına verilmiş bir kararın aptallığı karşısında eğer kabul etmezse buna sevineceğimi düşündüm ama onun on misli kadar da üzüleceğimi biliyordum. Bakışlarında ki kararsızlığın kalktığını gördüm. Hatta gülümsediğini bile hayal ediyor olabilirdim.

"O teklifin geçerli olduğunu mu düşünüyorsun?"

"Böyle önemli bir teklifi yapıp sonra unutacak birine benzemiyorsun."

"Neden senin ile evleneyim?" diye sordu çok rahat bir tavırla. Sesi eğleniyor gibiydi. Sorusu karşısında kaşlarımı çattım. O gün ona bu soruyu sorup sormadığımı anımsamaya çalıştım:

"Leyla için olduğunu söylemiştin." dedim kendimden emin olarak. Kollarını göğsünde kavuşturup tek kaşı havada sordu bu defa:

"Neden benim ile evlenmek isteyesin ki?"

-Çünkü seni seviyorum.-

"Çünkü Leyla'yı seviyorum..."ikna olmayan bir ifade ile bana baktığında eteğimde ki taşları döktüm: "Biraz da mahcubiyetliğimin etkisi olabilir ama gerçekten burada onun yanında olmalıyım. Bana helal olmayan senin ve bir dolu erkeğin yanında olmak yakışık kalmıyor. Günaha meylederek burada kalmak istemiyorum. Hem teklifini şimdi düşününce cazip de geliyor. Burada kalabilirim. Yatılı bir iş gibi. Hem eğer evlenirsem sen eşim olacağın için haram kaygısı da gütmeyeceğim. Düşündüğüm ve kararımı değiştirmeme sebep olan en büyük şey ise Leyla... Onun senin yanında bu şekilde bu ruh hali ile zamanla sana benzeyerek yaşamasına seyirci kalamam. Ruhu kıpırdanışta. Ve bu kıpırdanışın onu boğmasına müsaade edemem. Gün ışığına ihtiyacı var. Bir aileye ihtiyacı var. Anne, baba, çocuklar olan aileden değil Talha. Onun kalbi bir maneviyat iklimine ihtiyacı var. Ailesi orada olacak. Aklında ki parçaların yerine oturması. Aidiyetini insanlarda değil de inancında aramayı bilmesi gerek. Anormal olan şeyler normal olmaması gerek. Leyla bir çocuk kadar saf ama aynı zamanda olgunlaşmaya yüz tutmuş bir kalbe sahip. Heba olmasına izin veremem. Ona yardımcı olmak istiyorum."

Söylediklerime ikna olmuş gibi gözlerimin içine bakarken yumuşamış görünüyordu. Bakışlarında başka bir duygu daha gördüm. "Hadi..." diyordu sanki. Bana beklenti dolu bakmaya devam ederken daha başka ne söyleyebilirim diye düşünmeden edemedim. Ama söyleyeceklerim bu kadardı. Kollarını indirdi ve çalışma masasının ardından yavaş adımlar ile bana doğru gelip karşımda durdu. En son karşılaşmamızda onun üzerime gelip bana yaklaşması zihnimde canlandığında yutkundum ve utanarak bakışlarımı yere indirdim. Geriye doğru bir adım attım. Neyse ki Talha olduğu yerde kaldı.

"Neden o zaman değil de şimdi?" diye sordu bu defa:

"Çünkü o zaman tanımadığım bir mafya ile evlenmek istemiyordum."

"Şimdi tanıdığın bir mafya mıyım? Hala aynı işi yapmaya devam ediyorum." dedi yarım ağız gülerken.

"Evet ama mafya olmadığını söyledin. Ben artık senin kötü bir olmadığına inanıyorum." Talha uzun bir süre gözlerimin içine baktı. Kahveleri buğulandı. Küçük siyah tepeciklerin ardına saklandı. Ardından karanlığını geride bırakıp o alacakaranlıktan gün yüzüne çıktı.

"Peki, sonra?" diye sordu yumuşacık ona insanı ısındıran bir ses tonu ile. Güzel soruydu. O gün bunu ona sormamıştım. Düşündüm. Talha'ya bu soruyu ben sorsaydım o ne cevap verirdi? Alaycı bir gülüş oluştu dudaklarımda. Yüreğime Mimlenen kişinin karşısında sonucu bu kadar basit düşüneceğim acınası bir durumdu.

"İstersen boşanırız."

"İstemezsem?" şaşırarak ona baktım. İstemez miydi? Neden ki? Onun hakkında o kadar şey bildiğim için artık hep onlarla mı kalmam gerekecekti. Yanılıyordu. Nihayetinde Leyla bir gün ondan kopacaktı ve Leyla olmadığında Talha da beni istemeyecekti.

"Eninde sonunda isteyeceksin."

"Ya istemezsem. Ölene kadar Leyla ve benimle kalmanı istersem." yutkundum. Sonucun dikenli telleri arasında sıkışıp kaldım. Olursa ki o gün dediği gibi olursa... O zaman da böyle sevecek miydi kalbim onu? Yanında olsun isteyecek miydi? Bana ihtiyaçları olur muydu? Bilmiyordum.

"Düşünmedim." dedim net bir ses tonu ile: "Ama beni boşayacağından eminim."

"Kabul etmezsem?"

"Buradan giderim. Dediğin gibi Leyla ile bir daha görüşmem."

Talha düşündü. Sarıp sarmaladı. Toplayıp çıkardı. Gidip geldi. Uzun bir sessizlik oldu. Aklından neler geçtiğini merak ettim. Tahminlerimi yersiz çıkarıyordu her zaman. Bu yüzden merakla onun konuşacağını zamanı bekledim. Nihayet bakışlarını kararını vermiş bir şekilde bana çevirdi:

"Kabul. Hiç kimseye bunun sahte bir evlilik olacağından bahsetmeyeceksin. Bir aşk senaryosu uydur. Birbirini seven bir çiftin düğünü Leyla'yı daha çok mutlu eder."

"Peki. Ama bunun sıkıntıları olacaktır."

"Hepsini hallederiz."

"Bir de şartım var."

"Bir de şart mı öne sürüyorsun? Seni kapıdan içeri bile almamam gerekti. Şuan benimle konuşuyor olman bile bir lüks."

"Umarım Leyla'nın yanında da bundan sonra bu ukalalıklarını sürdürmezsin."

"Sana bağlı. Sözümden çıkmayacaksın. Asla. Ve asla."

"Kabul. Maaşım devam edecek."

"Kabul."

"İsteğim dışında bana dokunmayacaksın." Talha keyifli bir şekilde güldü:.

"Kabul. Sende bana dokunmayacaksın. Namussa benim de namus." Ona gözlerimi devirdim üzerinde durmayıp devam etti: "Feza en önemli şey; aynı hatayı tekrar yapmayacaksın. Seni bir daha uyarmam. Eğer tekrarlanırsa bu defa seni öldürürüm." Şüphem yoktu:

"Yapmayacağım."

"Sözümden çıkmayacaksın."

"Leyla'nın içinde olduğu tüm meseleler için kabul. Ama bana sınır koymayacaksın. Şuan nasılsam bundan sonra da öyle olacağım."

"Kabul. Ve benden hiçbir şey saklamayacaksın."

"Kabul. Eğer sana soru sorarsam cevap vereceksin."

"Kabul değil. Her şeyi sormayacaksın."

"O halde-"

"Asla yalan söylemeyeceksin."

"Kabul."

"Gerçekten karım gibi davranacaksın. Laubali hareketler, asi tavırlar, çocukça şeyler istemiyorum."

"Gerektiği yerde gerektiği zamanda."

"Düğün için zamana ihtiyacım var. Halletmem gereken işler var."

"O halde anlaştık."

"Anlaştık."

"Gel benimle." diyerek dışarı çıktığında bir iki saniye ardından bakıp peşine takıldım. Salona gidip hazırlanmış kahvaltı masanın başında dikildi. Bella kahvaltı yapıyordu. Leyla karşısında oturmuştu bir bana bir Talha'ya soran gözlerle baktı. Yavuz Bella'ya en uzak köşede oturmuş elinde ki gazeteyi okuyordu. Talha içeriye seslendi:

"Tuğra! Buğra! Buraya gelin. Bahadır! Nazar!"

Az sonra Halime abla ve Salih abi de dahil herkes salona gelip masanın etrafında toplandı. Meraklı gözler önce Talha'ya bakıyor, ne diyeceğini duymayı bekliyor ardından bakışlar bana dönüyor sonra yine aynı ifade ile Talha'ya bakıyordu. Talha eli ile saçlarını karıştırdı. Nasıl başlayacağını düşünüyor gibiydi. Ben ise ona az önce konuştuklarımızı şuan pat diye dökmemesi için yalvaran bakışlar atıyordum. Beni görmezden gelmesi kalp atışlarımı hızlandırdı.

"Fezaya evlenme teklifi ettim." Yan yana duran Bahadır, Tuğra ve Buğra aynı anda aynı tepkiyi verdi:

"Ne!" Bella'nın içtiği meyve suyu açık kalan ağzından üzerine döküldü. Yavuz saliselik bir şaşırmadan sonra kahkaha attı. Halime ablanın gülümsemesi de ona eşlik ediyordu. Ben ve Leyla aynı tepki ile Talha'ya bakmaya devam ettik. Kısa bir sessizlik oluştuğunda Talha karşı cepheden tepki bekliyordu. Leyla şaşkınlığını üzerinden attıktan sonra:

"Abi, bu... çok güzel bir haber ama... Feza abla dün gece konuştuklarımız yüzünden mi?" diyerek titrek bir sesle sorduğunda Talha bana yan bir bakış atarak gülümsedi:

"Ne konuştunuz bilmiyorum. Ama söylediğim şey tamamen benim kararım... Feza'yı seviyorum."

Bana attığı o kısacık bakış bunun öylesine söylemediğinin fısıltılarını içime atarken Kaf Dağlarında Anka üstünde seyreden kalbime kızdım. Onun için çok basit bir şey gibi söylediği seviyorum lafı gözümde sanrılar oluşturuyordu. İçime bir iğne batırdı sanki. Allah'ım ne olur her defasında böyle hissettirmesin. Yutkundum. Kendi halime acıyarak bakışlarımı ondan çektim. Talha devam etti:

"Ona bunu çok daha önceden sormuştum ama beni tanımadığını söyleyerek kabul etmedi. Şimdi o da duygularından emin bu yüzden-"

"Feza abla?... Gerçekten abimi seviyor musun?" diyerek Leyla Talha'nın sözünü kestiğinde şuan hiç söylemek istemediğim şeyin dudaklarımdan çıkacağını biliyordum. Talha'ya baktım. Her zaman ki ukala halinden sıyrılmıştı. Göz bebeğinin kıpırdandığını gördüm. Bakışlarının içimi ısıtması beni cesaretlendirdi:

"Evet, Leyla." gülümseyerek Leyla'ya baktım ve orada bana bakan diğer altı çift gözün üzerimde olduğunu unutmaya çalışarak devam ettim: "Onu seviyorum. Hem Talha'nın beni affetmesi sevgisinden başka nasıl açıklanabilir ki?" dediğimde Talha'nın da aynı anda bana baktığını gördüm. Yine de onun gözlerinde ki umursamazlığı görmek istemedim ve ona bakmadım. Bella çığlık atarak masadan kalktı:

"İnanmıyorum. Cidden evleneceksiniz yani. Allah'ım çok şaşkınım."

"Bende." Halime ablaya dönen Talha'nın keskin bakışları olsa da keyifle gülmeye devam etti: "Tebrik ederim Talha bey. Seni de tebrik ederim Feza."

"Teşekkür ederim." dediğimde bu defa hala şaşkın bir ifade ile bize bakan üçlüye döndü bakışlarım. Talha onlara bakıp:

"Niye öyle bakıyorsunuz?" diye sorduğunda Tuğra hemen çözüldü:

"Valla Beşiktaş şampiyonlar ligi kupasını aldı desen bundan daha şaşırtıcı bir haber olamazdı abi. Yine de doğru karar verdiğini düşünüyorum. Feza abla dan -ki artık yengemiz olur- daha iyisini bulamazdın." Tuğra dan sonra yorum yapan Buğra oldu:

"Senin adına çok sevindim abi. Tebrik ederim." Bahadır'ı ise ilk defa gülerken görmek şaşırtıtıcıydı:

"Hayırlı olsun abi."

"Hayırlı olsun." Nazar ablanın da şaşkınlığını attıktan sonra bana gülümseyerek bakması biraz olsun beni rahatlatmıştı. Gözüm masaya bakışlarını dikmiş olan Yavuz'a takıldı. Aynı anda Talha'nın da ona baktığını gördüm. Yavuz ayağa kalkıp Talha'ya doğru geldi. Sağ elini kaldırdığında gülümseyerek:

"Tebrik ederim kardeşim," dediğinde Talha da ona karşılık verdi:

"Sağol, kardeşim." Talha'ya sarıldı:

"Tehlikeli oyun!" dedi, sadece ben ve Talha'nın duyabileceği bir ses tonuyla. Şaşırarak Yavuz'a baktım. Aramızda ki mevzuyu biliyor olduğundan sahte bir evlilik oyununu çözmesi uzun sürmemişti anlaşılan. Talha sadece gülümsedi ardından tıpkı onun gibi kulağına doğru fısıltı halinde:

"Ya oyun değilse." dediğinde bu defa şaşkın bir şekilde ona baktım. Ne demek istemişti? Yavuz'u ikna etmenin yollarından biri miydi yoksa... Hayır canım hayır. Daha demin içeri de bana söylediklerini düşününce kesinlikle ikinci ihtimalin olmadığını biliyordum. Niyeti Yavuz'u inandırmaktı. Kesinlikle emindim.

Diğerleri ilerinin başına döndükten sonra masada Yavuz, Bella, Leyla, ben ve Talha oturmuş sessizce kahvaltı yapıyorduk. Hepimizin kafasında soru dolu ve sonuç dolu düşüncelerin kol gezdiğini tahmin etmek zor değildi. İçimden yaptığım şeyin kötü sonuçlanmasından Allah'a sığınıyor buna izin vermemesini diliyordum. Talha birden:

"Annene söylemeliyiz." dediğinde yutkunarak ona baktım. Bunun dün geceden bu yana ilk defa aklıma gelmiş olması beni aptalın teki yapıyordu. Aklımda ki tüm ampuller yavaş yavaş sönerken konuşabildim:

"Ona kendim uygun bir zamanda uygun bir dille söylemeliyim."

"Peki." dedi uzatmayarak. Bella şen şakrak bir ses tonu ile telefonundan bir abiye resmini gösterdi:

"Bak bu nasıl düğün için," onaylayarak başımı salladım. İçinin kıpır kıpır olması gereken kişi bendim ama Bella'nın benden daha heyecanlı olmasını şaşırarak izledim. Leyla'ya sorduğunda bu defa Leyla'nın da benimle aynı ruh halinde olduğunu anladım. Aynı anda telefonuma gelen mesaj sesi ile bakışlarım ekrana gitti. Kilit ekranını kaldırdığımda mesajı görüp şaşkınlıkla ona baktım:

Kimden: Talha Bey

-Leylayı inandır.

Talha'nın kayıtsız bir şekilde yemeğini yiyişine hayretle baktım. Mesajı bana ne ara yazıp göndermişti anlayamadım. Ona olan bakışımı yakalayıp gözlerini gözlerime diktiğinde utanarak bakışlarımı ondan çektim. Onun bu hallerinden ürkmüyor değildim. Leyla'ya döndü bakışlarım, tabağı ile oynuyordu. Yavuz da öyleydi. Şimdi onu ikna edecek, Talha ile aşk evliliği yaptığımıza tamamen inandıracak bir şeyler söylemeliydim ki bu odada ki herkesten çok mutlu olsundu.

"Leyla?" başını kaldırmadan kendi düşünceleri arasından kayıtsızca cevap verdi:

"Hım."

"Seni bu halde görmek beni hayal kırıklığına uğrattı. Sevineceğini düşünmüştüm." Masada ki bakışlar bana döndü. Leyla'nın bunu tek başıma iken sorsaydın, konuşurduk bakışlarını anlamıştım. Yine de şuan için ısrar ettim: "Sanırım herkesten önce bunu sana söylemeliydik." cevap vermeyeceğini düşündüm ama beni yanılttı:

"Senin abimin eşi olmanı benden daha çok kimse isteyemezdi ama ben... sadece..."

"Senin için değil güzelim. Kendim için şuan bu masada oturuyorum."

"İki gün önce seni bu evde kovmuştu."

"Geri dönmem için mi evlendiğimi sanıyorsun?"

"Sebebin bu olmasından korkuyorum. Sırf yanımda ol diye mi sana evlenme teklif etti? Ya da sırf bana acıdığın için mi kabul ettin..."

"Öyle değil-" Leyla'ya cevap vermeye çalışan Talha'nın sözünü kestim. Bunu ben halletmeliydim.

"Leyla. Benim ideallerine, inançlarına göre yaşayan biri olduğumu biliyorsun değil mi? Sence evliliği bu kadar küçümseyecek, sırf senin iyiliğini düşündüğüm için mutsuz olacağım bir evlilik yapacak birine benziyor muyum? Senin yanında kalmam için değil, sana acıdığım içinde değil Leyla. Sevmediğim biri ile evlenecek biri değilim ben. Hem bunu çok düşündüm. Senin böyle düşüneceğini de tahmin etmiştim. Yazık ki zamanlama biraz kötü oldu. Diğer yandan senin ile aramızda ki arkadaşlığı etkileyecek olmasının korkusu da var. Ya beni abinin eşi olarak görmek seni hayal kırıklığına uğratır da benimle eskisi gibi iyi olmazsan, çekinirsen diye de çok düşündüm. Aslında Talha'ya daha önce bana sorduğunda onu tanımadığım için kabul etmediğimi, sevmediğim bir adamla evlenemeyeceğimi söylemiştim. O da anlayış ile karşılamıştı. Ama sonrasında duygularımın değiştiğini fark ettim. Hem daha pek çok şeyi biliyorsun. Sence de bu kader değil mi?" Terapi günü konuşulanları hatırlattığım da bakışlarında ki endişenin gittiğini anladım. Umut dolu bir sesle sordu:

"Kader mi?"

"Talha'nın yanında olmam tevafuktan başka ne olabilir ki?" gülümseyerek ona baktım. Leyla'nın yüzünde daha çok söylediğimin gerçek olmasını uman bir ifade vardı. O umutla sordu:

"Mimlendiğin mi? Buldun mu gerçekten?"

Bakışlarım Leyla'da öylece kalakaldım. Nereden biliyor oluşuna şaşıracaktım ki defterimi okuduğu aklıma geldi. Hepsini okumuş, ezberlemiş miydi? O an ilk kez korktum eğer Leyla gerçekten bir nalşma olduğunu anlar benim hissettiklerimi ve Talha'nın hissetmediklerini öğrenirse en çok kime kızar diye düşündüm. Beni affetmeyeceği kesindi. Ama ya Talha? Onu da mı affetmeyecekti. Bu olasılıktan Allah'a sığındım. Eğer biraz olsun Leyla'yı tanıyorsam beni anlayacaktı eminim. İçten bir gülümseme ile karşılık verdim.

"Evet. Mimlendiğim." Leyla gülümsemesi genişledi ve geriye doğru yaslandı:

"Eğer gerçekten dediğiniz gibi ise birbirinizi gerçekten sevdiğiniz için evlenmek istiyorsanız çok mutlu olurum. Ama değilse... İkinizi de affetmeyeceğim."

Talha'ya baktım. Leyla'nın söylediği şey onda ne tepki oluşturacak merak etmiştim ama o da benden farklı değildi. İfadesiz bir yüzle Leyla'ya bakmaya devam etti. Düşünceliydi. Aklından onun da benim gibi ihtimalleri geçirdiğini anlamıştım. Yavuz oturduğu yerde geriye yaslanıp:

"Eğer bu bir aşk evliliği ise o halde ilk olarak dini nikah kıyalım. Ne de olsa hayırlı işleri uzatmamak gerek." dedi Talha'nın onu uyaran bakışlarını gördüm. Yavuz'un onu sinirlendirmek için bunu söylediğini anlamıştım. Yanlış bir şey yaptığımızın o da farkındaydı. Belki de bundan dönmemizi istiyordu yoksa neden böyle meydan okusundu ki? Talha ondan gelen topu karşıladı:

"İyi fikir." dediğinde yutkunarak ona baktım. Ciddi olamazdı değil mi?

"Aslında daha çok erken-" diyerek itiraz etmeye başlamıştım ki Talha bana bakıp gülümseyerek sözümü kesti.

"Ne de olsa müstakbel eşim ona haram diye dokunmama izin vermiyor." dediğinde utanmıştım ve kızarmaya başladığımdan emindim. Eşim demesi hücrelerime bir ılıklık yaydı. İçimi ısıttı. Benden önce ona şaşkınlıkla cevap veren Bella oldu:

"Ona hiç dokunmadın mı?" diye sordu ciddi bir şekilde Talha anında cevap verdi:

"Hayır."

"Elini de mi tutmadın?"

"Hayır."

"Bir kerecik bile mi?" Sonunda isyan eden ben oldum.

"Hayır Bella, bir kerecik bile."

"İnsan sevdiği insana dokunmak ister ama aidiyet duygusu sevgiyi pekiştirir."

"Sevgi ten işi değil ki Bella, kalp işi ellerin bir birine değmesinden çok kalplerin değmesi doğru değil mi?"

"Evet ama dindar olman bunu gerektirdiği için öyle düşünüyorsun."

"İslam da iki insanın bir birbirini sevmesi kalben kabul görür. Gayrımeşru bir muhabbette temas insanı yanlışa sürükleyeceği gibi kalbini de ızdırap içinde bırakır. Kalbinde küçük birer leke kalır. İnsan dokunmadan birini sevebilir çünkü sevgi tenin hissettiği değil kalbin hissettiğidir. Kalbinle ona dokunmalısın. Elinin eline değmesi ile aşk olsaydı her tokalaştığımıza aşık olur, her temas ettiğimize aşk beslerdik. Lakin bu kalp işi. Asıl aşk birine sabr eyleyerek onun sana helal olduğu günü bekleyerek uzakken sevebilmektir. Yakınında olanı, dokunduğunu herkes sever. Gerçek bir aşkın her herkesin erişebileceği girip çıkabileceği bir kalpte olduğunu söyleyebilir misin? Mevlana'nın da dediği gibi "Gönül öyle yol geçen hanı değil, dergahtır. Öyle paldır küldür girip çıkılmaz günahtır."" Bella'nın yüzünü astı gözleri donuklaştı. Neşesiz bir şekilde gülümsemeye çalıştı ama söylediklerim onu incitmişti:

"Yani, sevdiğim insanın elini tutuyorum diye benim kalbim yolgeçen hanı mı?"

"Hayır, canım öyle demek istemedim elbette. Yanlış anlaşıldıysam özür dilerim. Demek istediğim İslam zinayı kesinlikle haram kılıyor. Bir kadına helal olmayan bir erkekten uzak durmasını söylüyor. Çünkü Rab Teala herkese bir helal nasip etmiş, herkes için bir eş yaratmıştır. Bekleyerek ona kavuştuğunda, senin için özel olan kişiyi bulmuşsun demektir. Düşünsene senin aşık olduğun adam senden önce kaç kızın elini tutup kaç kızın saçlarını koklamış... Şuan bile rahatsız hissettiğine eminim. Eğer nasibinin sana temiz gelmesini istiyorsan sende onu tertemiz bekleyeceksin. Çok basit aslında. Senin için yaratılmış bir nasibin var sen nasılsan o da öyle olacak."

"Haklısın."

"Kur'an-ı Kerim kesin bir dille "zinaya yaklaşmayın" der. Bu ne demek sence? Allah sana diyor ki 'zinaya yaklaşmadan bekle'. Beklersen kesinlikle bunun bir sonucuna varacaksın. Duha suresi 5.ayet der ki "Rabbin (zamanı geldiğinde) sana (kalbindekini) bahşedecek ve sende hoşnut kalacaksın." Yani beklediğinin karşılığı gelecek. Bu yüzden Bella helal olmayan bir erkeğin elini tutmak Müslüman bir kıza haramdır. İslam bunu söylüyor yasakladığı şeyin sebebi onun için zaten bir eş yaratılması ve ona gönderilecek olması. Onun kimseye ait değil de sana ait olmasını istiyorsan sen de kimseye ait olmadan sadece onu bekleyeceksin."

"Senin Talha'yı beklediğin gibi mi?" diye sordu masum bir sesle. Bakışlarım anında Talha'ya kaydı. Onunda anlamlandıramadığım bir ifade ile bana baktığını gördüm. Geriye doğru yaslanıp gülümseyerek kalbimin tasdikiyle cevap verdim.

"Talha'yı beklediğim gibi."

. . .

(3 gün sonra)

. . .

Akşam bulaşıklarını bulaşık makinasına yerleştirirken annem salonda namaz kılıyordu. Dün dönmüştü Gaziantep'ten ve yarın yine gidecekti. Teyzem ameliyat olmuş riski atlatmıştı ama tekrar ameliyat olması gerektiğini söylemişti doktorlar. Annem benim için dönmüştü. Evini ve geri de bıraktığı beni kontrol için gelmişti. Beni yalnız bırakmak istemediği için iki gündür onunla gitmem için ısrar ediyordu ama reddediyordum. Gitmeyecektim. Sabahtan bu yana yorgunluğunu atlatmasını bekliyor onunla konuşmak için fırsat kolluyordum. Aklımda ürettiğim senaryolar bin şekle bürünüyordu. Düşünceden düşünceye atlıyor söylemenin yolunu yordamını arıyordum. İkilemdeydim. Ya anneme bunun sahte bir evlilik olduğunu söyleyecektim ya da Leyla'ya 3 gündür yaptığım gibi aşk evliliği pozları verecektim. Bunu tek başına iken yapmak kolaydı ama Talha ile beraber iken birbirini seven iki gençten çok görücü usulü birbirini kabul etmiş iki kişi gibi durmamız diğerlerine neyse de anneme tuhaf gelecekti eminim. Allah'a çok şükür Talha iki gündür ortalarda yoktu. Gitmeden önce müstakbel karısına "yurtdışına gidiyorum. 2 güne dönerim." diye mesaj atmıştı. Bunun da Leyla soracağı için olduğuna emindim. Hatta dün gece "iyi uykular" diye mesaj attığından kalbim durmak üzereydi ki ikinci mesaj geldi "Leyla'ya bu mesajı göster." Bunun cidden önemli olduğunu sabah Leyla'nın birden abim ile konuşuyor musunuz diye sorması ile anlamıştım. Bir kez daha Talha'nın zeki biri olduğuna gerçekten inanmıştım. Leyla'ya konuştuğumuzu ve mesajı söylediğimde şaşkınlığını görmek keyif vericiydi dahası mutlu olması hayli hayli güzeldi. Yavaş yavaş inanmaya başladığına emindim. Sabah günaydın mesajları akşam iyi uykular mesajları almam Talha konusunda beni bulutların üzerine çıkardığı kadar beni o bulutlardan yere çakıyor, duygularımı incitiyordu. Bunun gerçek olmadığı düşüncesi yüreğimin üstüne taşlar koyuyordu. Eğer Talha gerçekten severse nasıl olur sorusu aklımda yankılanıp duruyor bunun ben olmayacağım gerçeği de içimi kavuruyordu. İçimde ki Süveyda fidanımın etrafına bir çit örmüştü Talha. Bu çit gerçeklikten uzaktı. Hem dokunamayacağım kadar soyut hem de çok güzel olacak kadar somuttu. Sessizdi içim. Gittikçe de sessizleşiyordu. Bunun korkusu da büyüdükçe büyüyordu. Bu oyunun beni mahvedeceğinden korkuyordum. İçimi çöle döndürüp kuraklaştırmasından korkuyordum. Kendimden uzaklaştığımı hissediyor Allah'a dua ederken bazen ne isteyeceğimi bilemiyordum. Annem için ettiğim dualar yavaş yavaş tekrarlanıyordu. Amerika'ya gitmek isteğim bulanıklaşmıştı ve gerilere gitmişti. Annemin yüzünü doğru dürüst göremeyişim içimde sıkıntılar biriktiriyordu. Abimi görmeyeli çok uzun zaman olmuştu. Sesini duymak birkaç resmini görmek bazen görüntülü araması dışında yanımda olmaması kötü hissettiriyordu. Onu özlediğimi fark ettim. Telefonuma uzandım. İki gün önce Aslı ile Central Park' ta çıktıkları sabah yürüyüşünde video çekip göndermişlerdi. Aslı'nın hamile olduğunun haberini havalara uçarak veriyordu. Anneme de videoyu gönderdiğimde ağlayarak şükürler etmişti. Onlar kadar bende çok sevinmiştim hala olacağıma. Videoyu tekrar izledim ardından ayağa kalkıp anneme de bana da birer çay doldurdum. Yanına gittiğimde seccadeyi katlıyordu.

"Allah kabul etsin annem,"

"Amin iki gözüm, sen kıldın değil mi?" başımla onayladım. Çayını yanına bıraktım ve pencere önünde ki tekli koltuğa, karşısına oturdum. İçimden nasıl başlayacağımı düşünürken annem benden önce davrandı: "Yakup aradı bugün beni. Hayırlı bir iş için." dediğinde çay boğazımda kalınca öksürmeye başladım: "Helal kızım, helal." Annem endişeli bir şekilde ayaklanacaktı ki onu durdurdum. Annemin konuya buradan başlaması tevafuk değil de neydi? İçimden Allah'ın işine hayretler ederek ona baktım. Nihayet öksürüklerim durduğunda konuşabildim:

"Ne hayırlı işi?"

"Bir amcasının oğlu ardı Aydın diye. Hani mühendisti. Yanlışlıkla Sevillerin sanıp bizim eve gelmişlerdi. Uzun boylu esmer bir çocuktu." Hatırlamıştım. O meseleden sonra iki kez bizim okulun önünde tesadüfi birer karşılaşma gibi beni görmeye gelmiş, üçüncüsünde ise benden iyi bir azar yemişti. Sonrasında ise hiç görmemiştim.

"Eee?"

"Haber göndermiş annesi. Yakup ne kadar olmaz dediyse de ısrar ettikleri için yine de bir söylemek istemiş."

"Zahmet etmişler anne, yarın uygun bir dille reddettiğimi söylersin Yakup abiye." annem başını olur der gibi salladı.

"Ahmet vardı, doktor olan hani ne oldu o çocuk?" tamam işte şimdi sırasıydı:

"Onunla olamazdı anne."

"Nedenmiş? Efendi çocuk, doktor, hem yakışıklıydı da." yutkunarak başımı önüme eğdim.

"Olamazdı çünkü kalbimde başkası var." annemin yüzüne bakamadım. Kalbimden geçeni bir yalanmış gibi değil de saf hali ile söylemenin beni bu denli utandıracağını tahmin etmemiştim. Sanırım bunu gözümde büyüten annemin bana olan Talha ile ilgili ikazıydı. Sustum. Annemin tepkisini bekledim ama oda sustu.

"Feza!" dedi ona bakmamı isteyerek bakışlarımı zar zor kaldırdım. İsmimi söylemesi ciddi bir konuşma yapacağımız anlamına geliyordu. Bakışlarım o ciddiyetin ardına saklanmış merhamete, şefkate takıldı oradan medet umdum: "Yoksa..."

"Talha'yı seviyorum." dedim bir çırpıda. Birkaç saniye geçti yüzü keyifsizlendi:

"Emin misin bu duygundan?" diye sorduğunda:

"Eminim anne." dedim usulca. Yine sustu bir süre dalıp gitti. Devam ettim.

"Ayrıca bir şey daha var."

"Söyle."

"Talha, bana evlenme teklifi etti." annem donup kaldı bu defa. Bakışlarına vuran sükutun gözbebeğini titrettiğini gördüm.

"Sende isteklisin..." dedi ses tonundan buna itiraz etmemi beklediğini anladım.

"Evet, ama senin-"

"Kabul ettin mi?"

"..."

"Feza?"

"Kabul ettim." annemin hayal kırıklığına uğradığını gördüm. İçim acıdı. Onu bu yaşıma kadar ilk kez bana bu şekilde bakarken görmüştüm. İlk kez gurur duyarak değil... Kuşku, korku ve endişe doluydu bakışları. Az sonra tekrar konuştu. Sesi kırgın çıkıyordu.

"Neden kabul ettin? Kendin için mi yoksa Leyla için mi? Merhametten mi aşktan mı?" annemin sorduğu soruyu kendime kaç defa sorsam da dürüst olamamıştım ama şuan dürüst bir cevap vermeliydim:

"Her ikisi de."

"Talha'yı çağır."

"Ne? Şimdi mi?"

"Evet, hemen şimdi. Kızımla evlenmek isteyen adamı görmek istiyorum."

Af dileyen gözler ile anneme baktım. Onu ikna edemezdim biliyordum. O halde dediği gibi çağıracaktım. Talha'nın şimdiye dönmüş olabileceğini biliyordum ama içimden dönmemesini diliyordum. Annemin sözünü ikiletmeden telefonumu elime aldım. Onun sert ve onaylamayan bakışları altında Talha'yı aradım. Hayret ki ilk çalışta açtı:

"Önemli değilse işim var."

"Hayırlı akşamlar... Talha." karşı tarafta bir sessizlik oldu. Ses tonumun üzgün çıkışından mı bilmiyorum anladı Talha hemen:

"Yalnız değil misin? Annen mi yanında?"

"Evet."

"O halde onunla konuştun?"

"Evet, öyle yaptım."

"Ve... Annen benimle konuşmak istiyor."

"Evet. Döndün mü?"

"Yarım saate oradayım."

"İşin var ise gelme-" yüzüme kapatılan telefonu elimden indirip anneme döndüm: "Yarım saate burada olur... Yarın konuşamaz mıydın anne? ... Bana söyle şimdilik ne söyleyeceksen. Yarın-"

"Sevdaya düşmeyen taraf ile konuşmam gerek." dediğinde söyleyecek bir şey bulamadım. Annemin her hissettiğimi bilmesi bazen kötü bir avantajdı. Talha'nın beni sevmediği gerçeğini bir de onun yüzüme çarpması bu defa canımı yaktı. İlk kez böyle derin hissediyor oluşum beni sarstı ve susturdu.

"Beni seviyor." dedim son bir yalan söylediğim de. İnsan kendisinin inanmadığı bir yalanı hemen açık eder ya. Tıpkı onun gibi bağırıyordum bunun tersini. Halime üzüldüm. Talha'nın beni sevmiyor oluşundan çok annemi kırdığım için...

Annem bana bakmayı bırakıp sokağı seyretmeye başladı açık pencereden. Düşüncelerin kafasında birbirini kovaladığı açıktı. Talha'nın beni sevmediğini anladığı bildiği için onunla evlenmek istememe kızmıştı, sessiz kalışından anlamıştım bunu. Üzgün hissettim. Öyle ki bir an Talha'yı arayıp gelmemesini isteyecek kadar üzüldüm. Annemin benim için tek bir iç çekmesini bile istemezken şimdi bu şekilde evlenmek istediğimi hele ki beni sevmeyen bir adamla evlenmek istediğimi söylemem onu ne kadar üzdüğünü biliyordum. Onu hayal kırıklığına uğratmıştım. Bunun sancısı içimde kıvrandı. Babam ile birbirlerine olan sevgilerini bilmeyen yoktu. Öyle ki aşık olduğu adamın onu yalnız başına bırakarak canına kıyması onun içini nasıl yaktığını son 13 yıldır görebiliyordum. Onunla beraber bende yaşıyordum. Şimdi onun azabı kadar derin bir azap içinde yaşamak istemem onu incitmişti ve bunu bilmek içimde bir şeyleri ezmişti. Annemin yüzüme bakmayışını beni bu kadar etkileyeceğini düşünmemiştim. Belki ben gözümde çok küçümsemiştim mevzuyu. Taşıdığım sevgimin ceremesini çekerken içimde bu denli yük birikeceğini tahmin etmemiştim. Yeni mi oluyordu 'başlangıç'. Şimdiden bu kadar üzülüyor muydum? Öyleyse sonrasında neler olacaktı daha?

Usulca ayaklanarak odama çıkan merdivenlere yöneldiğimde içimden bir İnşirah okudum. Başörtümü takarken bir de Ayetel Kürsü ekledim duama. İçimde ki sıkıntı Talha gelip annem ile konuşmadan geçmeyecekti anlamıştım. Tekrar aşağı indiğimde annem hala dışarıyı izliyordu. Sessizce bir köşe de oturdum. Onun benimle konuşmasını bekledim ama konuşmayacaktı. Sessiz bir şekilde otururken Talha'nın arabasının motor sesi duyuldu. Kapının önünde park etmişti. Ardından kapının açılıp kapanma sesi geldi ve bir otomatik kilit sesi... İçimden saydım. 5, 4, 3, 2, 1... Aynı anda zil çaldığında ayaklandım. Kapıyı açtığımda Talha'yı karşımda gördüm. Yine siyahlar içindeydi.

"Hoş geldin." dediğimde kaşlarını çatıp bana baktı. İçeri geçmesi için kenara çekildim. Sessizce ardından kapıyı kapattım. Ayakkabılarını çıkardı. Evde hiç kullanılmayan erkek terliklerine elim uzandığında annemin onların bir gün benim eşim için hazır beklettiğini söylediği gün geldi aklıma. Keyifsiz bir gülümseme oluştu dudaklarımda. Talha'ya salonu gösterip bir adım atmıştım ki birden kolumdan tutup beni durdurdu:

"Hasta mısın?" diye sordu fısıltıyla anlamayarak ona baktım. Kolumu hemen ellerinden çektim ve aynı şekilde cevap verdim:

"Değilim."

"O halde bu surat ifadesi ne?"

"Talha, anneme bana davrandığın gibi davranma." dedim net, tekdüze bir sesle. Talha kaşlarını çatıp anlamsızca baktı:

"Ne?"

"Beni duydun. Onunla bir anne gibi konuş." eğer tek bir saygısızlık yaparsa onu kovacaktım. Bundan emindim. Duygularım beni ırgalatmazdı.

İçeri girdiğimde Talha bana yetişip hemen yanımda durdu. Annem ayağa kalktığında Talha'nın gözünü içine baktı:

"Hoş geldin," dedi samimi bir şekilde. Misafire kim olursa olsun bu şekilde davranırdı bilirdim. Talha gülümsedi ardından hiç beklemediğim bir şey yaparak annemin elini öptüğünde hayatımın en enteresan manzarasını seyrediyordum:

"Hoş buldum," dedi, annem Talha'yı pek tanımadığı için bunu normal karşılaşmıştı. Eli ile oturması için karşısında ki üçlü koltuğu gösterdi. Ve karşılıklı oturduklarında ise sıra bendeydi:

"Feza, bize birer kahve yap kızım. Damla sakızlı olsun benim ki." annem gözümün içine baktığında mesajı alarak yanlarından ayrıldım. Damla sakızlı kahve sevmezdi. Bu bizi yalnız bırak demekti. Talha usulca bana bir bakış atarken yanlarından ayrıldım. Salon kapısında durdu ayaklarım. Eğer Talha ters bir şey söyleyecek olursa müdahale edecektim. Sadece bu yüzden de değildi elbette... Beni şaşırtarak ilk konuşmayı Talha yaptı:

"Aslında bu şekilde tanışmak istemezdim."

"Biraz emrivaki oldu tabi."

"Sizin çağıracağınızı tahmin etmiştim. Daha önceden tanımış olsaydık keşke." Annem cevap vermedi. Talha'yı süzmekle meşgul olduğunu anlamıştım. Annemin bakışları altında Talha'nın da bakışlarını yere eğdiğini görür gibiydim.

"Aslen nerelisiniz?" diye sorduğunda Talha'nın şaşırdığına eminim. Ama annem her tanıştığı kişiye ilk olarak selam verir ardından nereli olduğunu sorardı. İslam öyle makbul görür derdi. Önce selam sonra memleket...

"İstanbul'un yerlilerinden olduğunu söyler babam. Annem ise Mardin'li."

"Mardin?"

"Evet."

"Annen..."

"Vefat etti."

"Rabbim rahmet eylesin."

"Amin."

"Baban?"

"Sağ. 2. Kez evlendi. Eşi ile birlikte yaşıyor. Bizden ayrı."

"Sen ve Leyla... ikiniz tek misiniz?"

"Tek değil. Yavuz, Nazar, Bahadır, Halime abla, Salih abi, Tuğra, Buğra, Feza... Kalabalık bir aileyiz." gülümsedim. Aile demenin Talha için sadece kan bağı demek olmadığı bilmek hele de o ailenin içine beni de aldığını bilmek kalbimde ılık rüzgarlar estirdi. Onun doğru kişi olduğunu bir kez daha hissettim. Bunun annemin de hoşuna gittiğini ses tonundan anladım.

"Maşallah... Kaç yaşındasın Talha?"

"28."

"Namaz kılıyor musun?"

"Hayır. Sadece cumaları kaçırmam."

Ne? Cuma namazını mı? Talha mı? Çok büyük şaşkınlık yaşarken onu Cuma günleri hiç görmediğimi fark ettim. Gerçek miydi? Yoksa sadece annemi mi oyalıyordu. Leyla'nın da bunun hakkında hiçbir şey söylemeyişini anımsadım. Gerçek miydi yalan mı?

"Neden sadece cumalar?"

"Sanırım bu benim Allah'a teşekkür etme şeklim. Leyla'yı hala yanımda tuttuğu için."

"Kardeşin için... çok üzüldüm. İnşallah en kısa zamanda uygun nakil yapılır kuzuma."

"Teşekkür ederim." dediğinde Talha'nın ses tonunun yumuşaması şaşırtıcıydı. Birden annemin konuyu değiştirmesi ile Talha'nın yüz şeklini merak ettim. Kötü görünüyor olmalıydı.

"Alkol alışkanlığın var mı?"

"Hayır. Kullanmam. Evimde de bulundurmam."

"Ne iş yapıyorsun?"

"Babamın bir şirketi var. Birçok alanda yatırımlarımız var. İnşaattan, nakliyata, turizme, sanatsal faaliyetlere vesaire."

"Babanın şirketi?" Talha'nın gülümsediğine emindim. Annemin dikkatinden kaçmayan şeyler olması onu şaşırtmış olmalıydı:

"Babam adına yönetiyorum. Aslında benim değil."

"Peki sen necisin?"

"İnşaat mühendisliği okudum. İki yıl falan kadar da çalıştım. Sonra şartlar değişti, babam rahatsızlandı ve onun yerine geçtim."

"İstemiyor gibi söyledin."

"Önceleri istemiyordum ama şuan buna mecburum."

"Neden mecbursun?"

"Şöyle düşünün, aslında hiçbir şeye ait hissetmiyormuş da tek bir şeyin varlığı için orada kalmak zorunluluğu gibi." annemin de benim gibi şaşırdığına emindim. Neyse ki üstünde fazla durmadı.

"Feza yaşadığın yeri gösterdi. Ve şuan bulunduğun ev Feza'nın yaşadığı yer. Birbirinizden çok farklı olduğunuzun farkında mısın?"

"Zengin kız fakir oğlan gibi mi? Bana deseniz ki Feza'nın dindarlığı ve senin halin... anlarım... ama maddi konu da farklılıklar umurumda değil. Ayrıca Feza'nın din konusunda ki hassasiyeti beni ona çeken en büyük neden? Benim ne hissettiğim ve Feza'nın ne hissettiği önemli. Başkalarının ne düşündüğü umurumda değil."

"Neden Feza ile evlenmek istiyorsun?"

"Feza'yı Leyla için işe aldığımı biliyorsunuz. Kardeşim benim her şeyimdir. Canımdan da ötedir. Hassastır aslında ama bana dünyanın en güçlü insanıymış gibi gözükmeye çalışır. Ben gerçekten de öyle sanıyordum belki de öyle olmasını umuyordum ta ki Feza bize katılana kadar. Güçlü duruşu, lafını esirgemeyişi, inançlarına bağlılığı, insanları sahiplenişi, cesareti, kalbi... sayabileceğim bir çok sebep var. En önemlisi de onu seviyor oluşum. Beni seviyor oluşu." Talha'nın gerçekten içten ve samimi bir şekilde konuşması beni mutlu etmişti. İçimden ona teşekkür ettim. Belki de annemde benim gibi onun bu samimiyetinin üstüne son söylediği kendinden emin cümleye takılmamıştı. Talha annemi ikna ettiğini düşünüyor olmalıydı ama ben annemin aklında bir şeyleri tartıyor olduğuna emindim. Bir süre sessizlik oluştu. Ardından annem ağır ağır yıllardır artık duymadığım o hikayeyi anlattığında onun Talha'ya ısındığını anlamıştım.

"Ben daha yeni bir genç kızken rahmetli babamın imamlık yaptığı bir köyde evimizin arka bahçesine bakan küçük pencereli bir odam vardı. Kalın duvarlı olur köy evleri o yüzden pencere pervazında oturulacak büyüklükte bir açıklık oluşur her gün orada oturur güneşin batışını seyretmeyi çok severdim... Biz o eve taşındıktan sonra konu komşu bize misafirliğe geldi. Misafirlikten çok küçük ikramlar getirdiler, biz köyde misafirdik yani. Hemen çaprazımızda büyük bahçeli kerpiç bir ev vardı o evde yaşayan teyze de çelimsiz oğlu ile biraz süt göndermişti. Oğlu ben ile aynı yaştaydı. İlk bakışta gıcık oldum çocuğa. Böyle kenafir gözlü meymenetsiz zayıf mı zayıf bir oğlan çocuğuydu. O da beni sevmediydi. Atışır dururduk. Laf söyler, sataşır bazen ileri de giderdi. Sonra annesinin hasta olduğunu öğrendim. Yatağa bağlıydı. O çocuk sütü bize getirdikten bir ay sonraydı annesi vefat etti. Kadının arkasından o kadar çok ağladılar ki ne kadar sevilen biri olduğunu anlamıştım. Ondan sonra bu çocuk görünmez oldu niceleri. Annesini kaybetmiştir diye kimseye görünmüyor diye düşündüm. Sonra bir arkadaşımdan duydum. Çocuk evinin arka bahçesinde tüm gün kendi kendine oturuyormuş. Kimseyle konuşmuyormuş. O yaramaz çocuk gitmiş, sessizleşmiş. Babası da endişeliymiş. Dayanamadım gerçek mi diye akşamüstü kontrole gittim. Gerçekten de çocuk oradaydı. Bir süre izledim çocuğu. Elinde küçük bir çöp sessizce yere bir şeyler çiziyordu. Başka hiçbir şey yapmıyordu. Eve döndüm. Aklım çocuktaydı hep. Bir sonra ki gün yine gittim. Yine aynı yerde oturmuş aynı çubukla bir şeyler çiziyordu tek fark sessizce ağlıyordu bu defa. Annesini özlediğini anlamıştım. İçim ezildi. Üzüldükçe üzüldüm. Sonra yine bir gün gittim bahçe duvarının arkasına baktım yine aynı hal. Yerden bir taş alıp çocuğun önüne attım dikkat edecek mi diye. Başını kaldırıp taşın nerden geldiğine baktı. Saklandım hemencecik. Kimseyi göremeyince tekrar önüne döndü. Az biraz bekleyip tekrar başka bir taş daha attım. Yine bakındı ama beni görmedi. Tam başka bir taş daha atmak için ayaklanmıştım ki bana atılan bir taş alnıma denk geldi. Canım o kadar acıdı ki koşarak eve geldim. Ona sataşmak için yapmamıştım ama o öyle anlamıştı. Sonra ki gün gitmedim. Bir sonra ki gün de gitmemeye kararlıydım ama dayanamadım yalnız bu defa gizliden gitmeyecektim. Evden bir bardağa süt doldurdum. Onu ilk gördüğüm gün onun bana getirdiği gibi. Vardım çocuğun yanına. Yüzüme bakmadı. "Dün için özür dilerim" dedim. Oralı olmadı. Birkaç şey daha söyledim ama tepki vermedi. Eğilip elimde ki sütü ona uzattım ama elini savurup bardağımda ki sütü döktü. Çok sinirlendim. Ağzıma geleni saydım, sövdüm. Ses etmedi. Kalktım eve geldim. Yaptığım iyiliğe böyle karşılık vermesi sinirlendirmişti beni. Gece karar verdim bir daha gitmeyeceğim dedim ama sabah aynı sütten alıp yine gittim. "Dün söylediklerim için üzgünüm" dedim. Eğilip sütü yanına bıraktım. Arkamı dönüp giderken yine sütü döktü. Hemen sabahına da hastalandım. Dışarı bile çıkamayacak kadar hastaydım. Gecem gündüzüme karışıp durdu. Bir hafta falan geçti ablam elinde dalından yeni koparılmış bir gülle geldi. "Pencerene bırakmışlar" dedi. Şaşırdım kim niye pencereme gül bıraksın diye düşünüp durdum. Ama bulamadım. Sonra ki gün ablam sabah bir gül daha buldu aynı yerde. Aklıma süt geldi hemen. Bizim çocuğu sordum ablama bilmediğini söyledi. Bekledim bir sonra ki günü hasta hasta pencere kenarında sabaha kadar... Ne gül geldi nede başka bir şey. Üzülerek yatağıma döndüm tekrar. Bir sonra ki gün sabah ezanında kalktım. İyileşmiştim. Merakla yine o çocuğu görmeye gittim ama yerinde yeller esiyor. Evde boşalmış. Şehre taşınmışlar. Bir üzüntü çöktü yine üstüme. Döndüm eve geldim. Pencere pervazına oturdum. Çok geçmedi pencereyi kapatacaktım ki köşece küçük bir kağıt dikkatimi çekti. Aldım açtım hemen okudum. Eğri büğrü bir yazı ile acele ile çiziktirilmiş bir not; "Süt için teşekkür ederim.". Anladım ki bizim kenafir gözlü sıska oğlanmış. Hem mutluluktan gülmüştüm hem de gittiği için ağlamaya başlamıştım o an. Çok zaman geçti üstünde epey bir süre bekledim ama sonra bende de geçti o bekleyişler. Çok zaman sonraydı. O köyden ayrılmış şehre taşınmıştık bizde. Evde bir gün babam sana talip var dediğinde hiç istemedim. Ne kadar direttiysem de babam ısrar etti. Beni istemeye geldikleri gece baktım talibime sol elinde bir demet gül sağ elinde bir bardak süt. O kenafir gözler sevda dolu, hasretle bakıyor. O sıska bedenin yerine bir delikanlı gelmiş, bir heybetlenmiş..." annem sustu. Gözlerinin nemlendiğini anlamıştım. Devamı vardı güldüğü çok fazla anısı anlatılırdı. Ama o sustu. İç çekti: "Onu sevdiğimin kanıtı bir bardak sütmüş öyle söylerdi. Beni sevdiğinin kanıtı ise bir demet gül. Ben sevgiye kanıtın olmadığını söyler dururdum ama yine de o süt meselesine katılırdım. Allah o süt ile bana bahane etmişti içimde ki sevgiyi anlamamı. Şimdi sen söyle senin bahanen ne?"

Talha sessiz kaldı bir süre. Heyecanla onun söyleyeceği şeyi bekledim. Ne diyeceğini, annemi ikna edip edemeyeceğini merak ettim. Saniyeler asır gibi geçerken yine Talha'nın o kendinden emin sesini duymayı umdum ama öyle olmadı. Talha konuştuğunda onu duyabilmek için kapıya biraz daha yaklaştım. Annemin anlattıklarının etkisi ile kendine olan güvensizlikten mi yoksa içinde ki gerçekliği gün yüzüne çıkarmanın mahcubiyetinden mi bilmiyorum ses tonu Talha Bahremoğlu'na tezat bir şekilde çıkmıştı:

"Leyla bahanem." dediğinde acı bir gülümseme oluştu dudağımda. Annem Talha'nın bu ses tonuna bile inanabilirdi: "Feza'yı yanımda tutabilmenin başka ne bahanesi olabilir?"

"Ya onun seni sevdiğini nasıl anladın?"

"İnsanların çoğu para için yanımda. Feza'yı da ilk başlarda öyle sandım. Ama sonra baktım bu zorunluluk isteğe dönüşmüş. Leyla için o gece izinli olduğu halde bize geldiğinde... İşte o gün belki de... Bilirdim Leyla'yı seven beni de severdi. Beni sevmeyen Leyla'yı da sevmezdi."

"Leyla'ya en ufak bir zarar gelse ne yaparsın?"

"Yeri göğü inletirim. Çok can yakarım. Evvela da yakanı..."

"Ben senin yaptığını yapamam ama kızıma en ufak bir zarar gelirse o Allah'a havaledir. Bilesin ki seni seven bir kalbin ahını alırsan bunun hesabını soracak olan Allah'tır."

İçimde ki ürpertinin etrafımı sardığını hissettim. Tam şu anda Talha'nın yüzünü görmeyi istedim. Çünkü ancak bu sözden sonra onun yüzünde ki ifadeyi net bir şekilde görebilir duygularını anlayabilirdim. Ama daha fazla da dinlemek istemedim. Mutfağa gittim. Acele ile cezveyi ocağa koyup kahveyi hazırladım. İki fincana da kahveyi dolduğum sırada annem belirdi yanımda.

Gözlerimin dolduğunu anlamadan bir damla yaş düştü usulca. Evvela emanetini asıl sahibine emnet edişi duygulandırmıştı beni. Talha'nın karşısında bir şey yapamazken bunu yapmayı Yaradan'dan istemesi. Sığınışların en güzeliydi. Ardından onu incittiğimden daha çok babamı ilk kez tanımadığı birine anlatması içimde bir şeyleri kırmıştı. Onun kalbinde yıllardır tuttuğu bir şeyleri ortalığa döktüğümü hissettim. Bundan utandım belki. Elim ile hemen gözümde ki yaşı sildim. Annemin yüzüne bakamadan başımı eğdim.

"Talha benden bir cevap bekliyor." dedi usulca. Çeneme donup yüzümü kendisine çevirdi. O an kırgınlığının önüne şefkatinin geçtiğini gördüm. İçimin bir yanında ki kendini tutmuş bulutlarım birden sağanak yağışa çevirdi yurdumu. Annem:

"Talha ile evlenmek istediğine emin misin?" diye sordu bu defa. Keyifsiz bir gülümseme oluştu dudaklarımda. Keşke gerçek olsaydı bu evlilik diye geçirdim içimden. O zaman gururla ve mutlulukla annemin yüzüne bakabilir ona gülümseyebilirdim. Yine de bir yola çıkmış bir karar vermiştim ve bunun ardında durmalıydım.

"Eminim anne." dedim kararlı bir şekilde. Annem bir şey demeden sessizce geri çekildi, ardından tuzluğa uzandı ve bir miktar kahvelerden birine döktü. Mutfaktan çıktıktan sonra birkaç saniye bekleyip kendimi toparlamaya çalıştım. Tepsiyi elime alıp salona girdim. Annem de Talha'da sessizdi. İkisine kahveleri verip bir köşeye oturdum. Az sonra Talha kahvesinden bir yudum aldığında hemen yüzünü ekşitti. Bakışlar bana döndü ardından önüne döndüğü sırada gözaltından ona baktığımda yine dudağının bir kenarının yukarı kıvrıldığını gördüm.

Cevabını almıştı.

Loading...
0%