Yeni Üyelik
15.
Bölüm

14.Bölüm

@cigdemgah

Gerçek bir hastanın asla ben hastayım diyerek doktora geldiği olmaz. Genelde kendini hasta sananlar bir psikiyatriste ihtiyaç duyarlar, onlar tedavi olmak isterler. Bende kendimi her zaman ikinci seçenekte ki hasta sananlar gurubunda hissederdim. Ya kendimi öyle görmek istediğimdendi sebebi ya da gerçekten öyle olduğumdandı. Anksiyete krizi savunmasız kalan iradenin yok olup yerine yoğun duyguların alması ile geçirilen nöbetlerdir. Bu tanım benim sözlüğümden elbette. Korku, heyecan, fazlaca endişe vs. aniden ortaya çıktığında herhangi bir durumunda tetiklemesi ile ortaya çıkan nöbetler... Nasıl mı başladı? Babamın öldüğü gün bayıldığımda... Vakıf hoca o bayılmanın ilk nöbetim olduğunu söylüyor. Babamın silahı kafasına dayayıp kendini vurduğu ana şahit olmam bunun en büyük nedeniymiş. Ben ise öyle düşünmüyorum. Yani çoğu zaman öyle düşünmüyorum. Çünkü babamın kendini vurduğu anı anımsamadan nasıl olurda on iki yıldır anksiyete krizi geçirebilirdim ki? O anım siyah araba camından karanlık bir siluetten ibaret. Babama ait olduğuna emin olduğum bir siluet. Tabi şöyle bir ihtimal de vardı elbette ki; bu da olayın şoku ile hafıza kaybı yaşamam. Babamın kendini vurduğunu gördüğüm an zihnimin bir yerlerinde bir odada kilitlenmiş. Vakıf hoca o kapıyı açmam için yıllardır uğraşıyor ama nafile. Psikiyatride bunu açığa çıkarmanın yolları var. Mesela bir iğne. Sodyum Pentothal. Anlayacağımız şekilde Doğruluk serumu. İğne yapıldıktan sonra bilinçaltıma uyku ile uyanıklık arasında yapacaağım bir yolculuk ile sorulan her soruya -zihnimde yaptığım keşif ile cevap vereceğimden- %98 doğru bir ihtimal ile doğruyu söyleyeceğimdir. Bir miligramının dahi ölümüme yol açabileceği bir teknik. Diğer bir seçenek ise hipnoz. Vakıf hoca beni hipnoz ederek çocukluğumda ki ilk anılarımdan yola çıkarak o ana kadar gelip neler olduğunu anlatmamı da sağlayabilir ama bu iki seçenek de çok tehlikeli. Gerçekler bazen insanı iyileştirmek yerine daha da kötü bir hale getirebilir. Yapbozu tamamlamak yerine beni tuz buz edebilir. Sonuç olarak iki yöntemi yapmamamız benim ve Vakıf hocanın ortak fikriydi. Ben korkuyordum. O ise bir baba gibi benim iyiliğimi düşünerek tehlikeyi göze almak istemiyordu. Büyük bir özveri ile yıllardır benimle ilgileniyor şefkat ve sevgi gösteriyor sabırla hatırlamam için çırpıyordu. Sanırım en çok bunun için minnettardım ona.

Vakıf hocanın odasında bir çerçeve de şu söz yazar;

Bir psikiyatrist der ki; "Bize hiçbir zaman gerçek hastalar gelmez. Gerçek hastaların hasta ettikleri gelir."

Yukarıda ki psikiyatristin de dediği gibi aslında beni hasta eden çevremdekilerin sebebiyet verdiği rahatsızlığımdan dolayı belki de şuan bu kapının önünde -gözümü saate dikmiş on beş dakika geç kalmış seansıma girmek için bir umutla beklediğim adamın gelmemesi içimde bir hayal kırıklığı yaratırken- dikilmiş bulunmaktayım.

Ben hastaydım sözde. Beni hasta eden hastaların oluşturduğu rahatsızlığımdan dolayı bunu iyileştirmek umuduyla dermanını gelmeyeceğini bildiği halde bekleyen bir hastaydım. Gerçekten geleceğini düşündüğüm için aptal olmalıydım.

Daha fazla bekleyemeyeceğimden kapıyı tıklatıp yavaşça açtım. Vakıf hoca masasında oturmuş kitap okuyordu. Beni görünce gözünde ki kalın siyah çerçeveli gözlüğünü çıkarıp gülümsedi.

"Ooo Feza hanım, gözümüz yollarda kaldı. Nerelerdesiniz efendim?" Masasından kalkıp bana doğru geldi. Mahcup bir şekilde gülümsedim.

"Daha erken gelmeliydim."

"Zahmet etmişsiniz. Dileseydiniz ben sizi görmeye gelebilirdim."

"Estağfurullah hocam, aslında geç kaldım çünkü buraya başka birini daha-" kapatmaya çalıştığım kapı dışarıdan itilerek açıldığında kapıda beliren Talha'ydı.

"Geç kalmadım değil mi?" dedi -hızlı yürüdüğünde olsa gerek- düzensizleşen nefesi ile.

Benden daha çok şaşıran biri varsa o da Vakıf hocaydı. Talha'yı kapıda görmenin verdiği şaşkınlık yüzünden okunuyordu. Talha kapıyı kapatıp yanımda durduğunda hala onun gerçekten geldiğine inanamadığım için bön bön ona bakmaya devam ettim. Ceketini giymemişti. Beyaz gömlek, gri yelek. Saçlarına özenmişti bugün. Hazırlanıp da mı gelmişti yoksa? Hadi canım! Elini uzattı bana bakmadan.

"Vakıf bey," Vakıf hoca onun sesi ile kendine gelmiş gibi birden ana döndü daldığı yerden. Tedirginliğini fark etmiştim. Talha karşılık verip elini uzattı:

"Merhaba, hoş geldin. Talha." rahat bir şekilde konuştuğunda bir kez daha şaşırdım:

"Siz tanışıyor musunuz?" diye sordum, Talha bana dönüp cevap vereceği sırada Vakıf hoca ondan önce davrandı:

"Pek sayılmaz. Uzun zaman önce bir arkadaşı için yardım istemişti. Oradan bir tanışıklık sadece." Talha'nın çatık kaşları ile Vakıf hocaya baktığını gördüm. Rahatsızlığını ve şüpheli bakışlarını yakaladım. Huzursuz hissetmeme sebep olan bu duruma nasıl tepki vereceğimi bilemedim. Vakıf hocanın Nuh beyi tanıdığını biliyordum ama Talha ile bizzat tanıştığını şimdi öğrenmiştim. Anlaşılmaz sorular oluştu zihnimde. Ona Talha'yı anlattığım halde bundan hiç bahsetmemesi garipsenecek bir durumdu. Gizlemiş miydi? Yoksa anlatmaya gerek görmeyecek kadar önemsiz mi bulmuştu? Aramızda oluşan gergin sessizliği Vakıf hoca bozdu:

"Kusura bakma seni görmek benim için sürpriz oldu Talha. Feza geleceğinden bahsetmemişti."

"Benim için de sürpriz sayılır." dedi Talha rahat bir tavırla. Bakışları odada gezindi. Vakıf hoca eli ile her zaman ki koltukları gösterdi:

"Oturun lütfen."

Talha beklemeden doktor koltuğuna oturduğunda ben de hasta koltuğuna geçmiştim. Vakıf hoca odanın bir köşesinde bulunan döner koltuğu çekerek ikimizin karşısına gelirken Talha'ya fısıldadım:

"Geleceğini biliyordum." ukala gülüşüme Talha kaşları çatık cevap verdi.

"Her seansta bu adamla böyle karşılık mı oturuyorsunuz?" ona anlamsız bakışlar attım. Gerçekten de şuan düşündüğü şey bu muydu yani. Neydi şimdi bu kıskançlık mı? Vakıf hocadan? İçimden bu düşünceme güldüm. İyice saçmalıyordum. Vakıf hoca nihayet tam karşımıza kurulduğunda Talha beklemeden konuştu:

"Buraya Feza çok ısrar ettiği için geldim." Vakıf hoca gülümsedi:

"Eminim öyledir."

"Aslında," diyerek söz başladığımda aklımda ki cümlelerimi toparladım. Vakıf hoca ile birlik olursak belki de Talha'yı etkileyebilirdik. Göz ucuyla Talha'ya baktım rahat bir şekilde bana bakıyordu. Yutkunarak konuştum: "Talha ile sizi tanıştırmak istedim. Biraz da ona kendi sahamızı göstermek isteği de vardı tabi. Tek başıma başarılı olamıyorum maalesef ona galip gelme konusunda." Talha'nın gülümsediğini gördüm. Ben yenilmem egosu okşanmıştı. Vakıf hoca tebessüm ile cevapladı beni:

"İyi yapmışsın. Belki ileri de bunu bende senden isteyebilirdim. Erken olması bizim için iyi oldu. Tanışalım o halde. Ben Vakıf Pusat-"

"Sizi tanıyorum." diyerek Vakıf hocanın sözünü böldü Talha. Az sonra sicil kaydına kadar bildiklerini sıralayacak olursa hiç şaşırmazdım. Vakıf hoca Talha'nın kaba hareketine bozulsa da çaktırmadan tekrar tebessüm etti.

"Evet, lakin ben yıllar sonra yeni bir başlangıç yapmak isterim."

"Aynı zamanda Feza'nın hocasısınız değil mi fakülte de?" Talha kendi konusunu açıyordu. Vakıf hoca yine de buna izin verdi:

"Evet."

"Hala nakliyat işi yapıyor musunuz?" şaşırarak Talha'ya baktım neden bahsediyordu. Bir psikoloğun nakliyat ile ne işi olurdu ki? Bakışlarım ardından Vakıf hocaya döndü. Yüzünün sarardığını gördüm ve bilmediğim bir şeylerinde döndüğüne emin oldum. İçimde bir yerler gölgelendi. İçimde ki huzursuzluk büyüdü. Yıllardır tanıdığım adamın bilmediğim ne işi olabilirdi diye düşündüm. Vakıf hoca bakışlarımı fark ettiğinde gülümsedi. Ayağa kalktı:

"Uzun bir sohbet olacak galiba, birer çay koyayım size." Pencereye doğru yürüyüp su ısıtıcısından fincanlara su koyarken her zaman ki özel çay paketlerinden çıkardı. Diğer yandan da Talha'ya cevap verdi: "Nakliyat babamın şirketiydi bildiğin gibi. Çok uzun zaman oldu bırakalı. Gerçi biliyorsundur. Daha asistanken çalışıyordum."

Bir yanım rahatladı. Çok çok uzun zaman önce olan bir mevzudan bahsetmemiş olması benim için pek de önem arz etmezdi. Talha'ya baktım. Zaten bildiği bir sorunun cevabını almanın ifadesi vardı yüzünde. Neden böyle yaptığına bir anlam veremedim. Vakıf hoca fincanları önümüze bırakıp yerine oturduğunda mahcup bir ifade ile bana baktı. Talha'nın yanımızda oluşu ikimizin arasına baba kız mesafesini kaldırıp hasta doktor ilişkisini getirmişti. Talha'nın varlığının dahi bir şeyi bu kadar değiştirmiş olması bir an içimi ürpertse de buna takılmadım. Çayımdan bir yudum alıp konuştum.

"Vakıf hoca aynı zamanda babamın en yakın arkadaşıydı. Bize çok iyiliği dokundu." Talha bana döndüğünde şaşırmıştı. Yüzü gölgelendi. Bakışları bir an Vakıf hocaya takıldı ardından eski haline döndü.

"Öyle mi? Bilmiyordum."

"Evet, Kemal can dostumdu benim." Babamın adını yıllar sonra duymak içimde üstü toz tutmuş birkaç hatırayı sarstı. Tozlar silkelenip kalkacağı sırada bastırarak durdurdum onları. Şimdi sırası değildi. Vakıf hoca konuyu değiştirmek ister gibi: "Nuh bey nasıl?" diye sordu. Talha'nın cevabı net ve kısaydı:

"İyi." aramızda tekrar bir sessizlik oluştu. Talha sessizliği bozdu:

"Psikologların konuşkan olduğunu söylerler. En azından Asude öyle. Asude'yi hatırlıyorsunuz değil mi? O zamanlarda asistanlığınızı yapıyordu."

"Evet, çok başarılı bir öğrenciydi. Umarım hakkettiği yerlere gelmiştir."

"Hala eğitimine devam ediyor. Sizinle karşılaştığımı duyunca şaşıracaktır."

"Bir gün misafirim olmasını istediğimi söyle lütfen."

"Olur."

Aralarında geçen tuhaf konuşmadan sonra hissettiğim şey Talha'nın benim yerimi aldığıydı. Sanki yıllardır öğrencisi onu tanıyan kişi ben değildim de Talha'ydı ve Talha buraya gelirken beni yanında getirmişti. Vakıf hoca:

"Burada olduğun için rahatsız mısın?" diye sordu:

"Elbette hayır. Etrafımda zaten birkaç psikolog var nasıl olsa." dedi Talha bana yan bir bakış atarak bu bakışına gülümsemeden edemedim. Vakıf hoca cevap verdi:

"Doğru. Ama şuan profesyonel iki psikoloğun yanındasın bu fark yaratmalı."

"Profesyonel? İki?" bu defa Talha'nın tepkisine gülen Vakıf hoca oldu:

"Elbette. Anlaşılan Feza sana pek hissettirmiyor ama alanında başarılı bir psikolog olacağından eminim." Talha çayından bir yudum aldı ve omuz silkerek cevap verdi:

"Bana kattığı pek bir şey yok nasılsa." kısılan gözlerle ona ateş açtım lakin değmedi bile. Vakıf hoca yumuşak bir sesle cevap verdi.

"Kalbin ile bakarsan onda çok şey görebilirsin."

"Bana aklı ile bir şeyler söylemeli ama önce. Çünkü bir insanı etkilemek için önce iyi bir zekaya sahip olmalısın."

"Bu konuda Feza'nın başarılı olduğuna eminim. Mesela bir insanın saçma şeylere gülmesinin sebebi nedir Feza diye bir soralım." Aralarında geçen diyaloğu sessiz bir şekilde dinlerken okların bana çevrilmesi ile yerimden kımıldandım. İmtihana çekilen olarak cevapladım:

"Kaba bir yorum olarak kişinin derin bir yalnızlık duygusu içinde olduğunu söyleyebiliriz." Vakıf hoca cevaptan memnun olarak gülümsedi. İkinci soruyu sordu:

"Peki, bir insan çok uyuyorsa?"

"Kişi büyük ihtimalle üzgündür."

"Az ama hızlı konuşuyorsa?"

"Yüksek ihtimal bir sır saklıyordur."

"Eğer bir insan ağlamıyorsa?"

"Kişi güçsüzdür, aksini ispat etmeye çalışıyordur." dediğim an aklıma hemen Leyla geldi. Onda oluan ilk izlenimim buydu. Güçsüzdü.

"Doğru. Peki bir insan basit şeyler için bile ağlıyorsa?"

"Bu kişinin masum ve yumuşak kalpli olduğunu gösterir."

"Son olarak eğer bir kişi saçma veya basit şeylere bile kızıyorsa bu ne anlama gelir?" soruyu sorarken Talha'ya baktı. Talha imayı anlamıştı alaylı bir gülümseme ile karşıladı Vakıf hocayı. Yazık ki Vakıf hoca onun egosu ile yeni tanışıyor olmalıydı. Tıpkı onun gibi bende Talha'ya bakarak cevapladım sorusunu:

"Kişinin sevgiye ihtiyacı vardır..." ondan karşı bir atak bekledim ama beni yanıltarak sakin bir şekilde:

"Notlarının yüksek olmasına şaşmamalı." dedi. Tekrar bir sessizlik oluştu aramızdan. Fincanımda ki son yudumu da içtim. Bu arada Vakıf hoca güzel bir konuya parmak bastı:

"Feza bir kardeşin olduğundan söz etti." Talha'nın bakışları sertleşti ve anında beni buldu. Anlaşmayı yaptığımız gün evin içindekiler evde kalacak maddesini kabul ettiğim zamanı anımsadım. Talha'nın bakışlarının sebebinin bu olduğuna emindim:

"Leyla. 16 yaşında olduğunu ya da böbrek yetmezliği olduğunu biliyorsunuz o halde."

"Biliyorum." Talha çenesini kastı.

"Başka neler anlatıyorsun Feza?" diye sordu bana rahat ama iğneleyici bir tonla:

"Yanlış anlama sakın. Elbette buraya gelip sizi anlatmıyor. Sadece sizde onun hayatının bir parçası olduğunuz için elbette ki ister istemez senden ve Leyla'dan söz ediyor."

"Ne güzel. O halde onun hayatından bahsedelim. Şu geçirdiği ataklar bir çözümü yok mu bunun? Sürekli böyle olmak zorunda mı?"

"Anksiyete yani kaygı bozukluğu psikolojik bir rahatsız-"

"Bunları biliyorum Vakıf bey. Bana bilmediğim bir şey söyleyin." Talha'nın anlamsız sert tavırları karşısında hiçbir şey söylemeden öylece bekledim. Konuşmuyordum. Konuşmayacaktım. Çünkü Vakıf hocanın Talha ile anlaşacağından emindim. Ve eğer aralık bulursa Talha'nın kapısından içeri girebilecekti. Vakıf hocanın en sevdiğim yönlerinden biri de şuan yaptığı gibi her zaman seri kanlı duruyor olabilmesiydi. Nasıl yapıyordu bilmiyorum ama hastalar karşısında her zaman sakin tavrını koruyabiliyordu. Şimdi de öyle oldu:

"Peki. Feza ilk anksiyete geçirdiğinde 13 yaşlarında falandı. Babasının ölüm anına şahit olduğu için başladı krizleri." Şaşırarak Vakıf hocaya baktım. Ben onun hastasıydım ve şuan özel bilgilerimi şahit oluyor da olsam benden izinsiz paylaşıyordu. Bunun için ona kızmalıydım ama daha önce hiç yapmamış bir şeyi yapması buna engel oldu. Talha dikkatli bir şekilde onu dinliyordu. Vakıf hoca devam etti:

"Daha önceleri bu atakları tetikleyen sebepler oldu. Bunlar genelde patlama sesiydi ki bunu havai fişek ya da art arda patlayan konfeti olarak bile düşünebilirsin. Lakin Feza üniversiteye başladıktan sonra bu patlama seslerinin yerini duman kokusu oldu. Şimdiye kadar da öyle devam etti."

"Duman kokusu ve patlama mı?"

"Evet."

"Babasının ölmesinin patlama ya da duman kokusu ile bir alakası var mıydı?"

"Patlama yani yüksek desibelde seslerin kaynağı; silah sesiydi."

"Ama öyleyse daha önce benim ofisimde Alaz-"

"Eskidendi o değişti şimdi. Yani artık anahtar gürültü değil." diyerek Talha'nın sözünü kestiğimde bakışları bana döndü. Soru soran kehribar dağlarından çektim kendimi. Onu ilk gördüğümde kafama hedef alınan kurşundan Vakıf hocaya bahsetmemiştim. Talha bunu anladığında tekrar kaşları çatıldı. Şükür ki her şeyi anlatmadığıma da ikna olarak Vakıf hocaya döndü.

"Duman kokusu peki o neden?"

"Kemal kendini vurduktan sonra arabanın içinde yangın çıkmış."

"Kendini vuran bir adamın arabasında yangın, öyle mi?" diyerek Talha alaylı güldüğünde Vakıf hoca sakin bir şekilde cevap verdi:

"Sigara izmaritinden."

"Bir izmaritten yangın çıkmaz. Çıksa bile bu zaman alır. Ki silah sesi ile civarda ki herkes uyanmış olmalı o ana dek. Cidden buna inanıyor musunuz?"

"İnanıyoruz çünkü tam da öyle oldu." dedim çatallaşan sesim ve dolan gözlerim ile. Talha'nın sorguladığı meseleyi benim on iki yıldır düşünüyor olup da içinden çıkamadığımı varsayarsak inanmaktan başka bir çare elimden gelmiyordu. Talha söylediğine pişman olmuş gibi öne doğru eğildi bir şey diyecekti ama vazgeçti. Vakıf hoca girdi araya:

"Dediklerinde haklısın elbette ama o an ki şartlarda kabullenilen bir olay şimdi açığa çıkılması zor bir hal alıyor. Gerçek nedir bilmiyoruz."

"Başka şahit olan kimse yok muydu?"

"Sadece 11 yaşında bir çocuk." dedi Vakıf hoca beni kastederek. Yıllardır içimde duran kendime beslediğim öfkemin bir ucundan tutarak konuştum.

"O da hatırlamıyor." Talha'nın bakışları bana döndü:

"Hatırlamıyor musun hiçbir şeyi?"

"Arabamızı, babamın arabada oturuşunu, bana veda eder gibi el sallayışını ve silah sesini." kısa bir sessizlik oldu. Sessizliği bozan Talha'ydı.

"Peki anahtar mı ne? şimdi değişti dediniz. Ses yok. Duman yok. Öyleyse neden hala atak geçiriyor." Bakışlarım anında Vakıf hocaya döndü. Yutkundum. Ona söylememesi için ya da bunun sebebinin Talha olduğunu söylememesi için içimden dua ederken buna rağmen de söyleyeceğini bilip de sessiz kalırken Vakıf Pusat gülümsedi.

"Senin öfken." dedi. Talha anlamayarak sordu:

"Ne?"

"Senin öfken onun atak geçirmesine sebep veriyor."

"Anlamadım yani şimdi ben öfkelenince mi..." durdu aklına bir şey gelmiş gibi birden güldü: "evet iki defa. Hatta üç."

"Öyle."

"Nasıl oldu bu?" Vakıf hocanın vereceği psikoanalizli cevap Talha'yı daha çok bulandıracağı için onun yerine ben vardığım sonuç ile cevap verdim.

"Seni gördüğüm ilk gün. Şirkette."

"Doğru o gün hem öfkeliydim hem de..." durdu mantığına yatmasına engel olan bir kılçığı tutup çekti: "Ama duman kokusu yoktu. Eski bir anahtar olan gürültü bir sonra ki anahtarı atlayarak yeni bir anahtar mı oluşturdu?"

"Teorik olarak öyle."

"Peki benim öfkemin anahtar olması için bir sebep var mıydı?" Vakıf hocanın ağzından Aşk kelimesi çıkmaması için içimden dua ettim. Neyse ki korktuğum gibi olmadı:

"Bizde onu anlamaya çalışıyoruz." Talha gülerek arkasına yaslandı. Aklından geçen her ne ise hoşuna gitmiş olacaktı. Ardından bakışları beni buldu tekrar ciddileşerek sordu:

"Peki ne zamana kadar sürecek bu durum?"

"Eğer o anı hatırlayabilirse bu onun duygusal olarak yerine oturtacağından zihnide kabullenerek onu korkuları ve gerçekleri ile yüzleştirecek. Bu da iyileşmesi anlamına gelebilir."

"Peki hatırlamazsa."

"Anahtar değişene dek onun yanında öfkene hakim olsan iyi olur."

"Korku dediniz. Benim öfkemden mi korkuyor?"

"Olabilir."

"Yanılıyorsunuz. Öyle olsaydı ben öfkeliyken bana kafa tutmaya devam etmezdi."

Talha tıpkı ondan beklediğim gibi ipin ucunu bulmuştu. Buradan maçı asla çeviremezdim. Çoktan kaybedilecek bir oyun olduğunu biliyordum çünkü. Bu yüzden arkama yaslandım. Vakıf hoca cevap verdi:

"Biraz yumuşak huylu olmalısın. Feza'ya ve Leyla'ya karşı."

Vakıf hocanın da benim gibi düşündüğünü o an anladım. Talha sonuçtaydı. Onu buraya getirme sebebim her ne kadar birden aklıma esen bir şey olması olsa da Vakıf hocanın Talha ile tanışmasını istemiştim. O da bunu anlamıştı. Talha'nın soracağı soruları elbette biliyordum lakin yine de içimdeki duyguların açığa çıkması şuan ki hissettiğimden daha kolay gelmişti. Durumu bir doktor gibi değerlendireceği umudu içindeydim. Vakıf hoca bu durumu düşündüğümü tahmin etmiş olmalıydı bu yüzden Talha'ya cevap verirken samimi ve açıktı. Ve Talha perdeyi kaldırırken ona vereceği birkaç öğüdün onda işe yarayacağını düşünüyordu. Ama Talha'nın kulakları şuan tıkalıydı düşündüğü sonuçların kıskacında tahmin yapıyordu ve aklında ki çarkların sesini ben bile duyuyordum. Kendi kendine mırıldanırken bizden soyutlanmıştı. Vakıf hoca onunla konuşurken o kendi dğnyasında konuşuyordu:

"Öfkemden korkmuyor. Belki de o gece babası ölmeden önce onu son kez öfkeli gördüğü için..."

"İnsanlar konuşarak birbirlerini anlar Talha, onu anlamak için onunla konuşmalısın ve onun seni anlamasını sağlamalısın." Talha başını iki yana salladı:

"Hayır ama, hatırlamadığını söyledi. Eğer babasının öfkeli olduğunu hatırlasaydı diğer her şeyi hatırlardı."

"Sana sevgi ile yaklaşan insanları kendinden uzaklaştırma. Yalnız kalmak beraber olmaktan binlerce kat daha kötüdür." Kaşlarını çatarak konuştu Talha:

"Öyleyse öfkeli olan babası değildi. Kendisiydi. Babasını bıraktığı için kendine kızgındı. Hayır hayır, bırakan Feza değildi. Babasıydı. Babası onu terk ettiği içindi."

"İnsanlar kalabalıklar içinde bile yalnızken senin yanında olan birini bulman çok zordur Talha. Hele de güvenmek bu kadar zorken. Senin ile olacağına inanmak bu kadar zorken."

"O zaman şimdi de benim..."

Talha sustu. Açılan perdenin sunduğu gerçekliğe bakıyordu şuan. Durup bana baktığında vardığı sonuç onu epey şaşırtmışa benziyordu. Bir yanım -hani şu pembe lensli olan tozpembe yanım- onun duygularımdan haberdar olmasına o kadar sevinmişti ki. Fidanımın yanına bağdaş kurup oturdu ona can suyu verirken bir şarkı mırıldanıyor, mutluluktan gülümsüyordu. Ama diğer yanım. Talha'nın alacasında kalan yanım matemdeydi. Asıl korkumun farkındalığı ilk kez yüzüme çarptığında şu andan daha kötü hissettiğime emindim. Talha yanımda değilken sonuca ilk benim varmam beni hiç değilse buna hazırlamıştı. Lakin an ile o karşımda iken duygularımdan utanacağımı düşünmemiştim. Onun haberdar oluşu beklediğimden de kötü sarstı beni. Ne düşünüyor ya da ne hissediyor bilmiyordum. Bir an daha da korkmadan önce onun bu durumdan rahatsız olacağını düşündüm. Şuan ona ne söylersem söyleyeyim ya da o bana ne derse desin içimde ki korkunun geçmeyeceğinin farkına vardım. Anladım ki aşk; tek taraflı duyguların bilinmesi ile daha kötü bir hal alıyordu. Maşuğun ne hissettiğini bilmezken onun senden haberdar olması insanın içini eziyor karnına bir yumruk yemiş gibi hissettiriyordu. Kalbimde acı bir tat oluşurken Talha gözlerimin içine bakarak devam etti, fısıltı ile söylediği cümleye:

"... onu bırakacağımdan korkuyor."

Ne düşündüğünü bilmiyorum. Ya da ne hissettiğini. Yüzüne bakmadım. İçimden kendi kendimi tek tesellim duygularımın, ona olan sevgimin beni ilgilendirdiğiydi. Onu alakadar etmiyordu. Elimde ki boş fincana yüklediğim bakışlarımı oraya mıhlayıp içimi toplamaya çalışırken ama bir o kadar da dağıtırken bilerek Talha'ya bakmıyordum.

"Peki sen? Seni bırakacağından korkmuyor musun?"

Vakıf hocanın sorusu ile anında başımı kaldırdım. Talha'nın kehribar gözlerinin açık bir tona kavuştuğunu gördüm. Bir insan sevdiği bir şeye bakarken göz bebeği büyürmüş. Talha'nın gözbebeklerinin büyüdüğünü gördüm ya da görmek için bekledim. Bir ışıltı geçti kehribarın sarı tonlarından siyah gölgeleri kımıldandı. Bir duygu ısıttı içimi. Tarifi namümkün. Onun dudak kıvrımının her zaman ki gibi yukarı doğru kıvrılmasını bekledim. Aralanıp 'korkuyorum' demesini. Ama yazık ki burası Kaf Dağ'ı değildi. Talha birden bakışlarını benden çekip memnun olmuş bir edayla gülümseyerek geriye yaslandı. Büyük bir hayal kırıklığıydı o an.

"Vakıf bey, burada sorular Feza'ya yönelik olmalı değil mi? Burada hasta o." Vakıf hoca güldü:

"Duygularından kaçıyor musun?" diye sordu bu defa. Olabilir miydi? İhtimali içimi ısıttı ta ki Talha tekrar konuşana kadar.

"Elbette hayır ama karı koca mahremiyetine saygınız olduğunu bildiğimden bu sorunuzu duymazdan geleceğim."

"Ama Talha, Feza'nın duygularını açık etmesi onu incitecektir."

"Onu incitmek istediğimi de nereden çıkardınız."

"Talha bak-"

"Asıl siz bakın Vakıf bey. Feza benim karım. Size benimle ilgili ne anlattı bilmiyorum ama duygularım konusunda med cezir oynamam. Elinde ki şeylerin kıymetini bilen bir insanım ben. Onun incinmesine izin vermem."

Ayağa kalktı, birden elimden tutup beni de kaldırdığında ona bakakaldım. Beni kapıya doğru ardı sıra sürüklerken Vakıf hocada peşimiz sıra ayaklandı. Kapıdan çıkmadan önce Talha son bir şey unutmuş gibi durup tekrar Vakıf hocaya döndüğünde bende onunla birlikte döndüm:

"Bu arada. İki hafta sonra nikahımız var. Siz özel konuğumsunuz."

Yolda ikimizde sessizdik. Ben mahcup bir şekilde sessizce yanında otururken Talha'nın düşünceli bir şekilde sürdüğü araba benim ile uğraşmasından iyiydi. Göz ucu ile ona baktığımda dudağında ki şaheser kıvrım istediğim açıdaydı. Onu keyiflendiren şey benim haberdar olduğu duygularım mıydı? Bilmiyordum. Tekrar önüme döndüm. Talha beni evimin önüne bıraktığında beklemeden hemen gaza basıp gitti. Ardından bakakaldım. Bir şey dememesi beni daha da endişelendirmişti.

Eve girdiğimde annemi eski dikiş makinasını salona kurmuş nevresimlerle uğraşırken buldum. Yanına gidip yanağından öptüm.

"Aa, ne bu sevgi seli Nurum?" dedi gülümseyerek. Sitem eder gibi cevap verdim:

"Aşk olsun sanki hiç öpmüyorum seni."

"Öpüyorsun da... Nasıldı Vakıf beyle konuşman?"

"İyiydi."

"Yüzün neden bu halde. Talha ile bir şey mi oldu? Seni o bıraktı galiba." Beni bıraktığını görmüştü demek.

"Sen pencere kenarlarında beni mi gözlüyorsun bakim?" dedim sahte bir sinirle. Sahte bir alınganlık ile cevap verdi.

"Üstüme iyilik sağlık. Araba sesini duyunca ayaklandım. Talha neden gelmedi?"

"İşi vardı."

Anneme Talha'nın benimle Vakıf hocanın yanında olduğunu söylemedim. Ondan bir şeyler saklamak benim için gittikçe zorlaşsa da bunu da söylemeyecektim. Odama gitmek için merdivenlere yönelirken bir gün annemin karşısına geçip tüm bu olanları ona söylemeye karar verdim tüm bu şeyler bittikten sonra... Talha gittikten sonra...

Odamı toparladım. Tozlu rafları sildim. Odamda ki en sevdiğim şey olan kitaplığıma sığmayan kitaplarımı yerde kümeler halinde biriktirmiştim. İçim eziliyordu onları yerde boynu bükük görünce kitaplıkta olmayan kitaplarım gözüme evsiz gibi görünüyorlardı. Kitaplığın üstü doluydu. Bazılarını elbise dolabına dahi koymuştum. Ancak yine de bunlar açıkta kalmıştı. Elimle rafta duran tüm kitaplara birer defa dokunup kitap kokusunu içime çektim ders kitaplarının zorunlu dünyasından sıkılıp romanlarıma sığınmak benim soluğumdu. Eski bir kitabı kurcalarken sayfaların verdiği o tozlu koku en sevdiğimdi. Hepsi ile teker teker ilgilendim. Tozlarını aldım. Birer cümlesini keyifle okudum. Ta ki çaysayana kadar.

Odamdan çıkıp aşağıya indiğimde annem hala dikiş makinasının başındaydı. Boş çay bardağını yanından alırken endişeli bir ses tonu ile sordu:

"Onur aradı mı seni hiç?"

"Yoo, neden?"

"Kaç saattir arıyorum açmıyor."

"Saat farkı var anne. Kim bilir kaçıncı rüyasındadır abim. Bir dur bakalım, görür görmez arar hemen seni. Aslı'yı aramasaydın. Endişelenmesin."

"Yok yok. Şimdilik aramadım."

Mutfaktan döndüğümde durgunluğunu fark ettim. Ona en yakın yere oturdum:

"İki gözüm..." annem ses tonumdan anlamış olacak ki elinde ki işi bırakıp bana döndü:

"Söyle kuzum, ne oldu?"

"Sinan... okula dilekçe verip suçsuz olduğumu söylemiş." Annem Sinan'ın adını duyar duymaz gözünde ki gözlüğü çıkarıp ciddi bir ifade ile bana baktı. Birkaç dakika sonra çatık kaşları yumuşadı, yüzü aydınlandı:

"Allah'a şükürler olsun çözüldü bu olayda. Bak gördün mü sabrın sonu selamettir. Rabbim şer olanı verirken bir aydınlığa çıkacağını da vaat ediyor. Şükürler olsun sonunda sende aklandın. Peki nasıl aklı başına gelmiş bu oğlanın? Yaptığından dönmeyecek biri demiştin."

"Talha. O konuşmuş ikna etmiş Sinan'ı." Annem Talha ismini duyduğunda şaşırdı. Birkaç saniye düşündü.

"Seni mutlu etmek için yapmış." dedi sakin bir tavırla. Ardından düşünceli bir ses ile devam etti: "Konuşarak halletmiş öyle mi?" güldüm ama halsiz bir gülüştü bu. Annemin bile Talha'yı çözebildiğine şaşırmadığım bir gülüştü. Başımı salladım.

"Evet. Konuşarak." Annem tabi ki ikna olmadı. Durgunlaştı.

"Seni düşünmesi güzel."

"Sinan için ondan yardım istememiştim ki anne."

"İstememiş olabilirsin. İsteseydin daha güzel olurdu."

"Onu seviyor olsam da ondan yardım istemek.. ne bileyim anne."

"Bir başınalığa alışınca zor oluyor senin için elbette alıyorum ama o senin ömrünü birleştireceğin insan. Elbette ki yardım istemelisin. İnsan omuzunda ki dertleri biri ile paylaşmaya ihtiyaç duyar. Benim kızım yükleri ile başa çıkabilecek kadar güçlü biri eminim ama bazen tek başına dik duruyor gibi görünmen beni endişelendiriyor ciğerparem. Ama şükür ki Talha sen söylemesen de seni düşünüyor merak ediyor ve sen izin vermesen de yüklerini paylaşmanı istiyor. Bunun için ona kızma. Yumuşak sözlü ol."

"Bu karşılıklı değil mi anne? Onun da yükünü benimle paylaşması gerekmez mi?"

"Elbette. Rahmetli annem bir keresinde bir fıstığı ve bir cevizi eline alıp "Bu hayatta iki türlü insan var bu fıstık gibi ince kabuklu olanlar ve bu ceviz gibi sert kabuklu olanlar." demişti. Talha da sert kabuklu lakin eninde sonunda kırılabilecek bir kabuk. Sevgi insanı yumuşatır, sevgi paylaşmaya sevk eder. Sonunda kırılacak bir kabuk için kendini onun gibi sakınır içini açmazsan bu seni incitir ela gözlüm. Eşler birbirlerini tamamlar. Talha sema değil ki her şeyi içinde taşıyabilsin. İnsan kalbi kadardır. İki kalp daha fazla şeye göğüs gerer. Onun yanında dur. Onu anla, ondan kaçma. Onun fezası ol. Anladığım kadarıyla Talha çok ince düşünceli biri. Bu çok önemli. Daha çok seven olur zannımca..."

Yazık ki annem Talha'nın ince düşünceli olduğunu sanıyor onun beni daha çok seveceğini düşünüyordu. İçimden buna güldüm. Benim zannımca ikisi de değildi. Annem son kez gülümseyerek devam etti:

"Ama sen hep daha çok seven ol."

Mutfakta kurabiye hamurunu yoğururken annemin söylediği son cümle hala aklımda dönüp duruyor içimde uğulduyordu. Hep daha çok seven taraf olacağımdan şüphem yoktu elbette. Bunu bilmek içime ağır bir yük oturmuş gibi hissettirdi. Durgunlaştım. Şimdi bir de Talha'nın onu beni bırakacağından duyduğum korkudan haberi vardı. Bu içimde ki yüke bir taş daha ekledi.

Telefonuma gelen mesaja elim hamurlu olduğu için bakamadım. Elimde ki hamurları temizlemek için uğraşırken kapı çaldı. Annem içeriden açmak için seslendiğinde hala elimde ki hamurlar ile uğraşıyordum. Az sonra kapı açılma sesinden sonra tanıdık sesler kulağıma çalındığında üzerimde mutfak önlüğü, ellerimde hamur, mutfaktan çıkıp kapıya yöneldim ki karşımdakileri görünce donakaldım. Daha doğrusu Talha'yı, Leyla'yı, Yavuz'u, Bella'yı, Bahadır'ı... Hepsi kapıda durmuş bir bana bir de ellerime bakarlarken mahcup bir şekilde gülümsedim.

"Siz de nerden çıktınız? Ne güzel sürpriz bu." Bella ellerinde ki paketleri göstererek güldü.

"Sensiz Talha yemek yiyemedi. Bizde yemeğimizi alıp akşam yemeğine geldik." dedi. İçeri girerken. Annemin yanaklarından öptü. Leyla ondan önce içeri girmiş boynuma sarılmıştı bile. Bella beni öperken Yavuz annemin elinden öpüyordu. Talha'nın ve Bahadır'ın da annemin elinden öptüğünü görünce gülümsemeden edemedim. Annemin yüzü ışıldadı. Uzun zamandır bu kadar kalabalık misafir görmediğinden çok sevinmişti. Kapı kapanıp annem salona girerken Talha karşımda durdu. Elinde paket vardı. Gözlerini elimden ayırıp bana baktığında gülümsüyordu:

"Hoş geldin." dedim mahcup bir sesle. Sabah hiçbir şey demeden beni eve bıraktıktan sonra beni şaşırtan bir ses tonu ile cevap verdi:

"Hoş gördüm."

"Elinde ki ne?"

"Yaprak sarması." istemsiz güldüm. Talha da gülümsedi: "Bu ellerinin hali ne?"

"Kurabiye yapıyordum." dediğimde bir kaşı havalandı.

"Sen devam et. Biz içerdeyiz."

Talha'nın değişen ruh haline alışmıştım. Sanırım Vakıf hoca ile olan konuşmayı görmezden gelecekti. Yoksa bana laf vurarak memnun olmuş bir halde beni sinir edeceğinden emindim. İçeriden kahkaha sesleri gelirken Talha'nın dediğini yaparak kıvama kavuşmuş hamuru açmaya devam ettim. Az sonra Leyla yardım etmek için geldi ama onu zorla içeri gönderdim. Leyla'dan sonra Bella gelip paketlerde ki yemekleri yerleştirdi. Akşam vaktine çok kalmamıştı. Bu yüzden acele ederek elimde ki işi bitirmeliydim. Hamuru kaptan çıkarıp merdane ile yaymaya başladığım sırada masada ki damla çikolatalara uzanan eli fark ettim. Gelenin kim olduğuna baktım. Talha küçük çikolata tanelerinden bir kaçını ağzına attı. Aklıma gelen şey ile istemsiz güldüğümde Talha kaşlarını çatıp sordu:

"Ne?"

"Az sonra yardım lazım mı diye soracaksın gibi geldi?" dediğimde anlayarak gülümsedi ve bir kaç saniye sonra gömleğinin kol düğmelerini açıp katlamaya başladı.

"Ne yapıyorsun?" diye sordum ona bakarak bu arada hamurun hepsini açmıştım.

"Yardım ediyorum. Bu defa sormadan." Şaşırarak ona baktım. Karşımda Sinan varken bana soran adam kurabiye yaparken mi sormadan yardım edecekti. Evet. Talha Bahremoğlu gerçekten tuhaf bir adamdı.

Talha'nın ciddi olduğunu yanıma gelip ciddi ciddi ne yapması gerektiğini sorduğunda anladım. Neyse ki her şey neredeyse bitmişti. Talha kurabiye kalıplarını alıp ay ve yıldız olanını seçmişti. Hamura bastırırken şuan telefonuma uzanıp onu çekmemek için kendimi zor tutuyordum. Tıpkı şirket işlerinde çalışırken ki ciddiyetini takınarak yaptığı iş insanın içine ılık bahar rüzgarları savuruyor insanı sarhoş ediyordu. Bir ara Bella mutfak kapısında göründü ama hemen sonra kayboldu. Talha kalıpları kaldırıp tekrar yeni bir kalıp için hamur hazırlarken sormadan edemedim.

"Sabah ki konuşma hakkında hiçbir şey söylemeyecek misin?"

"Hayır."

"Neden?"

"Fırın nerede?" diye sordu konuyu değiştirerek. Zorlamadım. Belki de zorlamak istemedim bu defa. O yüzden ısrar etmek yerine fırının yerini gösterdim.

"Nazar abla ve Halime abla neden gelmedi?"

"Buğra kalabalık etmek istemedi."

"Kalabalıkta ne demek. Onlar da aileden. Hem aile zaten kalabalık olur."

Ellerimi yıkamak için döndüğümde Talha'nın sessizce bana baktığını gördüm. Derinden bakıyordu. Alacasından sıyrılmış bir duygu ile.

"Ne bekliyorsun ara Buğrayı gelsinler. Sizin ki kadar olmasa da bizim evde herkesin sığabileceği kadar büyük."

"Sen bu evde misafirsin. Bizim evimiz orası." dedi etkileyici bir sesle.

Beklemeden telefonunu tuşlayıp mutfaktan çıkarken ardından bakakaldım. "evimiz" demişti. Bir kabullenişin en güzel kelimesi bu olabilirdi. Aitlik ekinin en güzel kelimesi biz ile birleşmişti. Fidanım bir boy daha büyüdü... kalbimde ki sevgide...

Nazar abla, Halime abla, Tuğra ve Buğra da geldiğinde iki masayı birleştirerek çok güzel bir sofra hazırladık. Hayatım boyunca onlardan ayrılsam bile asla unutmayacağım bir andı. Ve hayatım boyunca daha önce hiç bu kadar güzel hissetmediğim bir zamandı. Aklıma Harelerin evinde hep beraber yediğimiz yemek geldi. O gün bir gün benim de böyle kalabalık bir ailem olur mu diye düşünmeden edememiştim. Allah'a şükürler olsun ki Rabbim isteklerimiz dua niyetine kabul ediyordu. Subhanallah. Sofrada ki kalabalık, aralarda konuşulan sohbetin birbirine girişi, küçük kahkahalar, mutlu tebessümler... Hepsi çok ama çok güzeldi. Annemi daha önce hiç o kadar yabancıyla otururken mutlu olacağını düşünmemiştim. Kalabalık sofrada otururken mutlu bir şekilde böyle kocaman bir aileye sahip olmanın hazzı içimde yayıldı. Ondan daha güzel bir şey vardıysa o da çaprazımda oturan adamın karısı olacağımdı. Bunu için içimden şükür nidaları yükseldi. Talha sessiz bir şekilde yemeğini yerken ve yüzünde o memnun olmuş ifade varken gözlerimin içine baktığında onunda kehribarlarının sıyrılmış alacası arasında yüreğinden yükselen şükrünü gördüm. Elhamdülillah.

Yemekten sonra çayları Talha ile yaptığımız kurabiyeler ile servis ettim. Elimde ki kalpli damla çikolatalı kurabiyeden her ısırık aldığımda gülümsemeden edemiyordum. Bella ikinci bir çay servisi yaparken Yavuz'un önünde heyecanlanarak çayı Talha'nın koluna döktüğünde Talha sinirlenerek ayağa kalktı. Kokarak ona baktım ama neyse ki annemin endişeli sesinden sonra kendine hakim oldu. Çay lekesi beyaz gömleği Talha'nın omzuna yapıştırırken sıcak olması Talha'nın ağzından bir ah bile çıkartmamıştı. Hemen yanına gidip tenine yapışan gömleği parmak uçlarımla kaldırdım. Hafifçe üflediğimde Talha'nın bakışları bana döndü. Hemen elimi çektim. Annem endişelenerek:

"Talha, yukarı çık oğlum sen, Feza sana Onur'un kıyafetlerinden birini versin." dedi ama Talha tabi ki kabul etmedi.

"Gerek yok. Çok da önemi değil."

"Olmaz öyle oğlum, hadi böyle oturamazsın."

"Hadi." dedim kolundan tutarak. Bunun üzerine Talha itaat etti ve ardım sıra yukarı doğru çıktı. Abimin toplanmış odasına gittim ama gardırop boştu. Çekmecelere baktım. Yine boştu. Annemin abimin eşyalarının hepsini kaldırdığı son anda aklıma geldi. Beni bekleyen Talha'ya döndüm. Abimin eski demir araba oyuncaklarına bakıyordu. Güldü. Son anda aklıma gelen şey ile abimin odasından çıktım. Kendi odama gidip elbise dolabının üstünde ki kutuya uzanmaya çalıştım ama nafileydi tabi ki. Tam çalışma masasının sandalyesini almak için arkamı dönmüştüm ki Talha ya çarptım. Biraz önce uzanamadığım kutuya uzanırken dolap ve onun arasında kalakaldım. Dolaba doğru büzüşürken Talha'nın kokusu içime yayıldı. Ne kokusuydu bu? Sandal? Vanilya? Bergamot? Her ne idiyse de çok güzel kokuyordu.

Talha kutuyu indirip benden uzaklaşmadan elime tutuşturduğunda aklımı başıma getirerek düşüncelerimi silkeledim ve ondan uzaklaştım. Kutuyu açıp kitaplarımı çıkardım nihayet en altta ki beyaz erkek tişörtünü bulduğumda sevinerek ona uzattım.

"Al bunu giyin." Talha kaşlarını çatıp şüpheci bir sesle sordu:

"Kimin bu? Sende ne arıyor?" gözlerimi devirdim asla değişmeyecekti.

"Benim."

"Bu erkek tişörtü?"

"Aslı, abimin eşi. Onur ile daha yeni tanıştığında kardeşinin erkek olduğunu sandığı için bana erkek tişörtü almıştı. Sana kısmetmiş. Merak etme olur sana."

Talha ikna olduğunda birden gömleğinin düğmelerini açtı, onu yarı çıplak karşımda görünce hemen arkamı döndüm.

"Senin odan mı?" dedi sesi benden uzaklaşırken. Ona döndüm. Tişörtü giymişti. Sade tişört neyse ki tam üstüne oturmuştu.

"Evet." dedim onu izlemeye devam ederek. Kapının arkasında ki Harry Potter posterine baktı, hemen altında ki Alacakaranlık afişine... ardından tavandan sarkan yıldızlara... dolabın üstünde duran dünya çıkartmalarına... gezmek istediğim ülkeleri amblemlerini yapıştırıp yazdığım listeye...

"Dünya turu hayalin mi var?" sordu eli ile Mısır Piramitlerinin olduğu çıkartmaya dokunurken.

"Evet." diyerek cevapladığımda net bir şekilde:

"Yapamazsın." dedi. Kaşlarımı çattım:

"Neden?"

"Tek gitmene izin vermem. Bende gelemem." içimde esen bahar esintisi fidanımın yapraklarını teğet geçti. Sakin bir şekilde sordum:

"Sen neden gelemezsin?"

"Leyla yalnız kalır."

"O da gelir."

"Gelemez. Nereye gitsek üç günden fazla kalamıyoruz. Bu yüzden gidemeyiz."

Hayallerimin planlarını kendisi ile karşılaştırıyordu. Kitaplığa baktı gülümseyerek. Yerde ki kitaplara... Üstte ki kitaplara... Dolaba sıkıştırılmış kitaplara...

"Dağınık olan tek şey kitapların."

"Dağınık değil onlar. Koyacak bir yerim yok maalesef. Annem odamdan çıkarmama izin vermiyor."

İkinci rafın önünde duran kar küresine baktı. Ardından hemen yanında ki psikoloji ile ilgili kitabı aldı eline. Başlığını okuyup sayfalarını çevirdi. Ukalalık yapma isteğim kabardı. Ona doğru yaklaştım.

"... Peki ya canı istediğinde öfkesini salıveren insanlar? Kimilerinin bu davranışı yanına kar kalır, bir bedel ödemez. Kimileri de öfkesini kontrol altında tutmayı öğrenip acı çeker. Bazıları ise öfkeyi ifade etmenin sağlıklı bir yolunu bulur... Diyor yazar kitapta." Talha güldü. Öfke konusuna parmak basıp yaptığım kitapta ki alıntının üstüne beklemeden cevap verdi.

"Yazar şöyle de diyor; "Kendini tedavi eden doktorun –ki biz buna ettiren diyelim- hastası ahmak olur."" Ağzım açık ona baktım. Cidden bu kitabı okumuş muydu?

"Bu kitabı okumuş muydun?"

"Hayır," dedi gülerek. Kaşlarımı çattım. Öyleyse biraz önce söylediği alıntı nerden geliyordu: "Asude'nin odasında görmüştüm bir defasında o söylemişti."

"Asude? Bir gün de iki defa duyuyorum bu ismi." dedim sesimi sabit tutmaya çalıştım. Dişlerimi yanağıma geçirirken elbette kıskanmıştım: "Çok yakınsınız galiba?"

"İyi anlaşırız. Ayda bir ziyaretime gelir. Ortaklıklar falan da var. Tabi eskiden daha iyiydik."

"İyi." Elinde ki kitabı gösterip sordu:

"En sevdiğin kitap bu mu?"

"Hayır." dedim kısa bir şekilde. Talha kitabı yerine koyacağı sırada bir şey fark etmiş gibi vazgeçip karton kapağı kaldırdı:

"Keyifli okumalar? Mehmet?" bakışlarım ona döndüğünde kitabı hediye eden kişinin yazdığı notu okuduğunu gördüm. Keyifle cevap verdim:

"Sınıf arkadaşım. Kitap onun hediyesiydi."

"Aylin'nin erkek arkadaşı mı?" dedi gülerek şaşırarak sordum.

"Değil. De sen nereden biliyorsun?" attığım pası havada yakalamıştı.

"Sinan mevzusuna bakarken diğerlerini de kontrol ettim bir. Ama Aylin'nin sevgilisi olduğuna eminim. Senden saklıyorlar anlaşılan."

"Aylin bir şey saklamaz benden."

"Bilseydim el ele çekilmiş fotoğraflarını atmaz sana da gösterirdim." dedi zafer kazanmış bir eda ile. Öfke ile ona döndüm. Tüm okların bana yöneltilmesi gerçekten acı vericiydi. Surat asarak önüme döndüm. Talha az sonra elinde ki kitabı rafa bıraktı ve bana yaklaştı:

"Asude... Erkan Tuğ'un kızı. Berzah, Zeyd ve benim eski bir arkadaşımız."

"Babası senin canına kast ederken hala arkadaş mısınız?"

"Asude öyle biri değil."

"Nasıl biri?"

"Babasından ise benim lider olmamı isteyecek biri." Sinirle güldüm:

"Lider olmak iyiliğine dokunur mu sanıyor? Yazık." Talha tebessüm etti.

"Lider olmak beni etraftan daha çok korur."

"Aksine tüm gözleri üstüne çeker."

"Sevdiklerimi korumak istediğimi biliyor. Sende biliyorsun."

"En azından ben iyiliğini düşünüyorum." sert bir şekilde bunu söylemiş olmam Talha'yı susturdu. Neydi yaptığım Asude ile yarışmak mı? Ses tonumun yarattığı mahcubiyete büründüm. Talha tekrar kitaplığa yaklaştı. Biraz aradıktan sonra bir kitabı getirip bana uzattı. Sevdiğim bir kitaptı. Ona soran gözler ile baktım.

"300. sayfayı aç." dedi. Bir iki saniye şaşkın şaşkın ona baktıktan sonra söylediği sayfayı açtım: "Oku."

"Taçlı denizin kokusuyla karışan akşamın kızıllığı içinde bana gülümsemiş ve sormuştu: "Cennet nedir Kamber can!" "Sevginin hüküm sürdüğü bir kalptir efendim!" "Peki cehennem nedir?" "Sevgisiz bir kalp cehennemin ta kendisidir." devam etmedim elbette Talha'yı anlayabilmiştim. Sakin bir sesle konuştu:

"Burada Araf yok Feza. Ya cennet ya cehennem. Senin kalbin cennet iken benim cehennem."

Parmak bastığı yer içimi ürpertti. Kalbimi sarstı. Kitabı kapattım. Mutfakta ona sorduğum neden sorusunun cevabı bu muydu? Ürkek bakışlarım tekrar ona döndü. Kitabı tutan elime uzandı. Ne yapmaya çalıştığına bakarken yüzük parmağıma değen parmak uçlarını hissettim önce artından soğuk metali... İnce sade, ama bir o kadar da şık olan alyansı yüzük parmağıma takmadan durdu. Şaşırarak ona baktım. Cennet ve cehennemden bahsederken, kalbinin sevgisiz bir cehennem olduğunu söylerken şimdi ne yapıyordu?

"Ben bencil bir insanım Feza. Seni cehennemde olduğumu bildiğim halde alırım."

"Cehennemde olduğunu sanıyorsun?"

"Sanmıyorum Feza. Öyleyim. Seni de bu cehenneme çekme isteğimi yok sayamıyorum."

"Sen istemesen de belki isteyerek geleceğim."

"Şimdi bana hayır dersen seni burada bırakırım. Anlaşmayı falan unut. Ama evet dersen. Seni bırakmam."

""Cennette de cehennem de senin içinde" der Ömer Hayyam. Eğer dilersen sevgisiz bir kalp sevgi ile dolar. Cehennem bildiğin cennet olur."

"Burada bahsettiğim benim kalbim mi sanıyorsun?"

"Eş olmak bir olmak demek. Senin cehennemin ve varsa şayet benim cennetim ikimizi en azında Araf a bırakır belki."

"Benimle misin?" diye sordu:

"Zaten ailen değil miydim? Evin evimiz olmamış mıydı?" dedim gülümseyerek evet dediğimi belirtircesine.

Talha'nın yüzünde hüzünlü bir gülümseyiş belirdi. Dünyanın en mutlu insanı olmanın ve dünyanın en bedbaht insanı olmanın ortak hüznüydü bu. Sanki bunu kabul etmesem onun sevgisiz kalbi daha hoşnut olacaktı. Ama gözleri... Orada ışıldayan sevgi pareleri... işte onları görmek bir yanımı rahatlattı. O yüzden Talha alyansı yavaşça parmağıma takarken gülümsedim. Hayatım boyunca asla unutmayacaktım... Talha'nın kalbini kabullenip önüme geldiği, yükünü benimle paylaşmak istediği ve kabuğuna bir çatlak bıraktığı andı. Talha eli hala parmak uçlarımdayken fısıltı halinde konuştu:

"Feza Boran değil. Feza Bahremoğlu... Soyadıma yakışan tek isim."

Fidanım bir boy daha büyüdü şimdi boyumu aşmıştı. Artık toy olmayacak bir kalınlığa erişmişti gövdesi ve artık can veren suyunu ben değil alacasına sığındığım adam verecekti. Elhamdülillah.

. . .

Loading...
0%