Yeni Üyelik
17.
Bölüm

16.Bölüm

@cigdemgah

Annem bir keresinde sevginin insanın fıtratında var olduğunu söylemişti.. onu körleştirenin de tekrar kalp yüzüne çıkaranın da bizler olduğunu eklemişti sözlerine... Söyle şeyi tasdik etmem kısa bir süre önceydi elbette. İnsan Rahman olan Allah'ın(c.c) doğuştan verdiği sevgiyi içinde bir yerlerde gömülü tutardı ta ki o sevginin açığa çıkma vakti gelene değin. Söz gelimi şimdiye dek yürek yurdumun karanlık kuyularında gizli ve nazlı duran sevdamın gün yüzüne çıkma zamanının bu yüzden gelmiş olması gibi... Maşukum geldiği için uyanma vaktiydi süveydamın. Şimdiye dek gözümün kimseyi görmemesi, içimin hiç kimseye ısınmaması, hiç kimseyi hissedemeyişimin sebebi onu bekliyor oluşumdandı. Artık ruhlar aleminde yüreğime nasip olan adamın sevdasının gün yüzüne çıkma vakti gelmişti çünkü. Daha fazla gizli kalamazdı içimde o. Zamanı gelmişti. Bu yüzden onu görünce hissetmiştim. Şimdiye dek başka suretlere kör olan gözlerim açılmıştı onu görünce, kimsenin sesini duymayan kulaklarım onun sesini duymaya başlamıştı. Yurdumun toprağı bereketlenmiş bir fidan dikmiş, onu filizlendirmiş ve bir ağaç yetiştirmiştim. Şimdi... o küçücük sevda filizi, altında gölgelenecek kadar büyümüş serpe bir ağaca dönüşmüştü. Altında oturup doyasıya ona bürünebiliyordum artık. Yurdum Talha, filizimi ektiğim toprak Talha, yüzüme değen yel Talha'ydı. Şimdi eğer sevmenin bir adı varsa şayet. Sadece sevmek değilse bu kelime Talha idi benim lügatımda. Talha'yı sevmekti. Madem ki aşk kendini kaybedip maşuka bürünmenin adıydı. Bürünmüştüm. Beni o uykudan uyandırıp Talha'yı bulmamı sağlayan Allah'a hamd olsundu.

Şimdi gün yüzüne çıkmış olan sevdamı beyan etme vaktiydi. Lakin hepsinden önce asıl açığa kavuşturmam gereken biri vardı. Geç kalınmış bir açıklama ile ona nasıl anlatacağımı bilmeden elimde ki telefon ile bir kaç dakikadır bakışıyordum. Odamın açık penceresinden süzülen ılık rüzgar yüzümü okşayıp geçerken küçük bir ürperme hissettim. Derin bir nefes aldım. Onur'un numarasının üzerinde durdu parmağım. Bugün artık söylemem gerekirdi biliyordum. Arayıp ona Talha'yı anlatmalıydım. Nikahlandığımı anlatmalıydım. Evleneceğimi haber vermeliydim... Yazık ki birazdan onu arayıp söyleyeceğim şeyin çok geç kalınmış bir konuşma olduğunu farkına şuan varmıştım. Bunca zamandır aklımda ne vardı gerçekten? Hiç değilse yüzeysel de olsa bir şeyler söylemeliydim. Ondan hiçbir şey saklamamıştım şimdiye dek. Abim hayatıma giren kişiyi ona daha önce anlatmamı beklerdi. Bunu biliyordum. Benden duymak isterdi. Her defasında ondan bir şey saklayan bendim. Derdimle dertlendirmek istemezdim onu. Bilirdi. Belki de bu yüzden ses çıkarmazdı sessizliğime. Okuldan uzaklaştırıldığımı dahi annemden duymuştu, bir şey sormamıştı bana yine anlatmamı beklemişti. Onu hayal kırıklığına uğrattığım düşüncesinde olduğum için anlatamamıştım. Benden beklentileri olduğu için onu hüsrana uğrattığımı düşünüyordum. Sessiz kalışıma bir iki teselli sözcüğü dışında bir şey dememişti. "Ben sana güveniyorum. Rabbim hayra çıkarsın. Her şey tekrardan istediğin gibi güzel olacak inşallah." demişti. Bunu söylerken takındığı ses tonunu anımsadığımda beni gülümsetti tekrardan. Babam öldüğü günden bu yana ne zaman zor bir anımda bana teselli verecek olsa gözlerimin içine aynı sese bürünür, yanımda olduğunu söyler ve bana sarılırdı. Can abimdi benim.

Aslında bir abiden ziyade bana baba olmuştu Onur. Bazen kardeş, hatta bazen anne. Düşkündü bana. Amerika'dan gelen iş teklifine evet derken ne kadar zorlandığını hatırlıyorum. Gözlerinin dolduğunu da. Birkaç kelimeyi zor birleştirmişti gitmeye karar verdiğinde bunu bize açıklarken. Verdiği karardan dolayı anneme ve bana karşı mahcup hissediyor bizi yarı yolda bıraktığını sanıyordu. Ta ki annem onu karşısına alıp son kez konuşana dek. Amerika'ya gitme fikrimiz onun bizi yanında istediği içindi. Aslı Amerika vatandaşıydı. Bir turizm ve seyahat acentesinde turist rehberiydi. Abim ile bir tur sırasında tanışıp evlenmişlerdi. Ona işi bulan da yine Aslı idi. Abim gibi beni ve annemi de Amerika'ya götürme hayalleri ile doluydu. Oraya yerleşip onlarla yaşamamızı istiyordu. Evini anneme göre seçmişti. Eğitim için yüksek lisans yapacağım üniversiteyi ayarlamıştı. Bizi seviyordu. Abimi ise daha çok seviyordu. Bu yüzden bizim için en iyisini istiyordu. Onu özleyeceğimi hiç düşünmezdim. Aslı önceleri daha çok abimi çalıp bizden uzaklaştırmak isteyen bir yabancıydı benim gözümde. Ta ki Amerika'ya gittikten sonra yokluğunu hissettiğim zamana dek. Abimin olmayışının iki kişiye denk geldiğini fark etmiştim. Orada aslında onu da sevdiğimi anladım. Çoktan ailemizden biri haline gelmişti.

Hafta da bir kez mutlaka konuşurduk abimle. Neler yaptığımı sorardı. Saat farkından dolayı genelde gece saatlerinde arardı. Bu yüzden bir türlü Leyla ile tanıştıramamıştım. Ya da diğer yeni ailem ile... Ona herkesin birkaç resmini atmış kısaca tanıtmıştım. İlk başlarda karşı çıksa da 16 yaşında bir kıza bakıcılık yapmama annem ve Vakıf hoca ile konuştuktan sonra ikna olmuştu. Bu yüzden konuşmamızın neredeyse yarım saatini işimde her gün neler yaptığımı ona anlatarak geçirirdim. Merak ettiği onlar değildi bendim..

Tek bir kişiyi görmemişti abim; Talha'yı. Onu daha çok Talha Bahremoğlu olarak değil de Leyla'nın abisi olarak tanıyordu. Bu yüzden kim olduğu nasıl biri olduğu gibi konularda hiç konuşmamıştık. Sadece yüzeysel şeyleri biliyordu. Şimdi ise onu arayıp Leyla'nın abisinden Talha Bahremoğlu olarak bahsedecek onu sevdiğimi, onunla evlenmek istediğimi söyleyecektim. Karşı çıkacaktı belki de. Eğitimimden bahsedecekti. Okulu biter bitmez evlenen diğer kızlardan olduğumu söyleyecekti. Kızacaktı bana. Benden beklemediğini söyleyecekti. Neden bu kadar acele ettiğimi soracaktı. Ona neden daha önce bahsetmediğimden yakınacaktı. Vereceğim cevaba çalışmıştım. Derin bir nefes aldım. Beklemek içimden düşünceleri zincirleyecek ve içimi ağırlaştırdıkça ağırlaştıracaktı bu yüzden sonunda elimde ki telefonun arama tuşuna bastım.

Çaldı telefon. Bir... iki... ve üçüncüde açıldı, ahizeden abimin sesi duyuldu:

"Feza," dedi sevinç ile. Sesini duymamla az önce ki endişem buhar olup uçtu.

"Abim, nasılsın?"

"İyiyim güzelim sen nasılsın?"

"Bende iyiyim. Aslı nasıl?"

"Aşerme hallerine girdi. Bir görsen obur birine dönüştü iyice her şeyi yiyor." dedi gülerek arkadan yine bir şeyler yediği belli olan Aslı'nın homurtuları duyuldu ardından da abimin özlediğim kahkahası. Bende güldüm.

"Selamlarımı ilet."

"Onunda selamı var."

"Ne yapıyorsun şuan?"

"Şimdilerde her saat yaptığımız işi. Yemek yiyoruz." Arkadan aslının bağırışını duydum:

"Çok açım Feza." keyifle güldüm. Gözlerimin dolduğunu hissettim.

"Özledim sizi." dedim fısıltı halinde.

"Bende çok özledim uğur böceği." Aramızda bir sessizlik oluştu. Aklımda hadi söyle diyerek kendimi gaza getirmeye çalışırken abimin sesi kilometrelerce uzaktan tekrar duyuldu: "Bana söylemek istediğin bir şey mi var Feza?"

"Hayır."

"Emin misin?"

"Evet."

Söyleyemedim. Söyleyemeyecektim. Bunu anneme bırakmaya karar verdim ve konuşmanın geri kalanında abimden Aslı'nın hamileliğini dinlerken ona söyleyemeyeceğim için içimden bana kızmamasını diledim.

. . .

Sabah annemle kahvaltı yaptıktan sonra evden çıktığımda kapıda Talha'yı buldum. Tüm karizmasını yanına almış arabaya yaslanmıştı. Elinde tuttuğu telefonda her neye bakıyorsa iyice dalmıştı ki beni fark etmedi. Telefonu tuttuğu elinde parlayan alyansı gözüme ilişti. Gülümsedim. Bir parmağa bir alyansın bu kadar yakıştığını daha önce hiç görmemiştim ve aitlik hissinin insanı bu denli mutlu edeceğini tahmin etmemiştim. Bu adam benimdi. Benim eşimdi. Benim yanımdaydı. Benimleydi şuan ve benimle olacaktı. Gülümseyerek ona doğru bir adım attığım sırada camlardan sarkan bir ki beden ve pencerelerden çıkmış bir iki baş gördüm. Meraklı komşularımız Talha'nın kim olduğundan ziyade onun bir derginin kapak fotoğrafını andıran görüntüsüne baktıklarına emindim. Onların baktığı gözle Talha'ya baktığımda dudağımı ısırdım. Siyah takım elbisenin içinde kapımda duran bu adama Subhanallah! Derken içimden gülümsedim. Her genç kızın hayallerini süsleyen bu adam kapımda durmuş ait olduğu kadının yanına gelmişti. Bunun şükründen daha çok şükredilecek bir şey varsa o da onun delikanlı yüreğine şükür etmemdi. Ve bu mert yüreğinden içeri girebildiğim yahut kapınısını çalabildiğim için ne kadar nasipli olduğumdu. Yanına yaklaştım. Tüm komşuların gözü Talha'nın üzerinde iken onun kehribar dağlı bakışları beni buldu. Saatini kontrol edip telefonunu ceketinin cebine koyarken:

"Beş dakika erken çıktın." dedi. Gülümsedim.

"Her gün beni böyle almaya gelecek misin?"

"Ne o? Beni her sabah görmeye kalbinin dayanamayacağını mı söyleyeceksin?" ona kötü kötü baktım:

"Hayır. Yarın gelirken şu egonu evde bırakmanı söyleyecektim. Üç kişi, rahat edemiyoruz."

Talha Bahremoğlu güldü. Günün aydın olduğu andı. Her gülüşünde nasıl oluyor da sanki ilk kez gülüyormuş gibi hissediyordum? Yutkunarak bakışlarımı ondan çekebilmeyi nihayet başarabildim. Onu arkamdan bırakıp arabanın kapısını açtım. Bakışlarım Talha'nın gülüşüne hülyalı gözlerle bakan karşı komşumuz Perihan ablanın kızı Yeliz'e takıldı. Bakışlarım ile işaret edip içeri girmesini istedim. Bu defa beni dinlemeyerek o da bana kötü kötü bakınca parmağımda ki yüzüğü gösterdim. Şok olmuş bir şekilde bana bakakaldı. 'Hadi canım' dediğini camın arkasında bile olsa duyabilmiştim. Memnun olmuş bir eda ile önüme dönmüştüm ki Talha'nın da benim baktığım yere baktığını gördüm. Tekrar bana baktığında dudağında bir sırıtış vardı:

"Yakışıyor mu sana şu hareket?" dedi alaycı bir sesle.

"Benim amacım onu günahtan uzak tutmak. Yabancı bir erkeğe öyle kalp atan gözlerle bakılır mı hiç? Göz zinası bu. Hem de benim..."

Sustum. Devamını getiremedim o cümlenin. Dudaklarımdan dökülmeden önce kalbime döküldüğünde utandım. Talha cümlenin devamını duymuştu çoktan. Yüzünde memnun olmuş bir ifade ile sürücü koltuğuna oturdu.

. . .

"En azından bu dönem için dönmek istemiyorum hocam, araya giren süre kaybından sonra bende biraz uzaklaşmak istiyorum."

Vakıf Pusat bir eli çenesinde beni dinliyordu. Diğer elinde ise o çok sevdiği bitki çaylarından biri vardı. Bir yudum alıp anladım der gibi bana döndü. Bugün buraya hasta olarak değil öğrencisi olarak gelmiştim. Okula geri dönmem için gereken izin verilmişti. Bunu söylemek için çağırmıştı bugün beni buraya. Karşısında oturmuş ona dönmek istemediğimi söylerken bana bunun nedeninin pekala da evlenecek olmam olduğunu bilen gözlerle bakıyordu. Bunu görmezden gelebilirdim.

"Eğer Talha için-"

"Hayır. İnanın sorun o değil (değil mi gerçekten?) Her ne kadar aksi görünse de eğer devam etmek istersem Talha asla buna karşı çıkmayacaktır." (Bundan emin miyim? Hayır.)

"O halde neden?"

"Zincirlerimden kurtulmuş gibi hissediyorum. Okul, notlar... bunları kendimden çok benden beklentileri olan başkaları için yaptım. Onlar için en iyi olmak istedim. Ama ilk kez Talha ile kendi verdiğim kararları yaşıyorum. Bunun beni apansız bir sevginin kollarına düşmek dışında iyi hissettireceğini tahmin etmemiştim. Fırsatım varken bir süre daha böyle kalmak istiyorum. Nasıl olsa seneye devam ederim."

Vakıf hocanın düşünceli yüzü masada oyalandı bir süre. Ardından gülümseyerek bana döndü:

"Peki o halde. Nasıl istiyorsan... Bu arada doktor Ahmet ile konuştum. Terapiyi bırakabilirsin artık."

"Neden? Birkaç seans daha olması gerekti."

"Sarp nakil için tedaviye başlamış. Pamir de artık iyileşti sayılır. Grubun dağıldı."

"Üzüldüm. Onları seviyordum."

"Onlarda seni sevmişler. Sarp haytası bile üzülmüş duruyordu."

Vakıf hocanın yanından ayrılma vaktim geldiğinde aklıma gelen şey ile ona döndüm.

"Son bir şey. Evleniyoruz. Talha ve ben yani. Düğümüze davetlisiniz." yine Talha'nın adının geçmesi ile Vakıf hocanın yüzünün gölgelendiğini fark ettim. Bakışlarımı çekerken gitmeden önce söyleyemeyeceğini bildiğim halde yine de sormak istedim çünkü artık gerçekten bir şeyler olduğunu saklayamıyorlardı.

"Talha'nın sizin hakkınızda bilip de benim bilmediğim bir şey mi var?" Vakıf hoca sorum üzerine donuk bakışlarla bana baktı. Birkaç saniye ifadesiz bir şekilde kaldı. Cevap vermek için düşünmeye ihtiyacı varmış gibiydi. Orada anladım. Vardı.

"Bunu da nereden çıkardın? Ben sadece onun senin için doğru insan olup olmadığı konusunda endişeleniyorum." derken gayet samimiydi bundan emindim. Ama bunun perde arkasında başka bir şey olduğu düşüncesi beni rahatsız etti. Bu rahatsızlığımı gerilere ittim. Benim için endişelendiğini biliyordum bu yüzden buna gerek olmadığını ona anlatmak istedim.

"Siz Nihal hanımı ilk gördüğünüz de ne hissetmiştiniz?" Vakıf hoca yüzünden bir gülümseyiş ile gözlüğünü gözünden çıkarıp masaya bıraktı.

"Güzelliği başımı bir iki tur döndürdü. Dedim tamam aşk budur. Baş dönmesi. Sonra evlendik." Gülümsedim.

"Baş dönmesi ha."

"Evet. Senin için peki?"

"Bağ."

"Bağlılık mı?"

"Esaret gibi değil özgürlük gibi. Talha hayatıma girdiğinde kalbim sanki kendini bağladığı damarlardan kurtardı, maddi zincirleri söküp attı. Ve aşkın ipliğine bağlandı. Şimdi hür olmuş gibiyim."

Vakıf hoca gülümsedi. Onu ardımda bırakıp odasından çıkarken bende gülümsedim. Gizli süveydamın zincirlerinden kopup yürekgahımda tekrar peyda olmasını anlamış mıydı emin değildim ama hissettiğim derin duyguyu anladığını biliyordum. Bilmediğim şey Vakıf hocanın sakladığı sırdı. Bana dokunmayan onun hayatı ile ilgili olan bir şeydi zannımca. Çünkü eğer öyle olmasaydı bunca zamandır yanımızda bizi koruyup kollayan biri olarak kalamazdı. Eğer yine öyle olmasaydı Talha beni kendi eli ile onun yanına bırakmazdı. Emin olduğum tek şey buydu.

. . .

Tanıdık bahçede attığım her bir adımda dizlerimin dermanın çekilmeye başladığını hissettim. İçimde oluşan bu heyecan düşündüğümden de fazlaydı ve beni korkutuyordu. Stres ve gerginlikten dolayı parmak uçlarımda oluşan soğukluk yavaş yavaş elime yayılmaya başlamıştı. Leyla'nın zoru ile giydiğim kadife elbisenin eteklerine bastırdım elimi. İçimden bir iki istiğfar çektim. Kapıda zili çalındığında buraya son geldiğimiz günü anımsadım. Talha'nın kolumdan tutarak beni dışarı sürüklediği anı... O gün bir hata yaptığım için acımasızca beni dışarı atan adam bugün beni müstakbel karısı olarak ailesi ile tanıştırmak için getirmişti bu eve.

"İyi misin?"

Daldığım düşüncelerden Leyla'nın sesi ile çıktım. Yüzünde bir gülümseme ile annesinin en sevdiği çiçeklerden oluşturulmuş bir buket ile bana bakıyordu. Çiçek getirme fikri onundu. Annesinin gönlünü almam için o önermişti ve bunun işe yarayacağından emindi. Aynı anda arkadan gelen ayak seslerine döndüğümde Takım elbisesi içinde elinde tuttuğu ceketini giyen Talha yanımızda belirdi. Dün akşam Yavuz, Bahremoğlu yalısına yemeğe davet edildiğimizi söylediğinden bu yana yüzünde hoşnutsuz bir ifade vardı. Bunun göstermelik olduğunu ya da gerek olmadığını bile bile yine de kabul etmişti. Yüzünü ifadesiz tutmaya çalışıp o sert maskesini yüzüne geçirdi, ben ve Leyla'nın arkasında durdu. Bakışlarımız kesiştiğinde önüme döndüm. Korktuğumu belli etmek istememiştim. Leyla elinde ki buketi bana uzattı ve tekrar zile bastı. Titreyen ellerim ile tuttuğum buketin yaprakları kımıldandı. Elimi tekrar kadife elbisenin eteğine sürdüm. Bu elbiseyi Leyla istediği için giymiştim. Zarif sade ve şık olmam gerektiği hakkında bir sürü şey söyleyerek başımın etini yemişti. Ayağımda ki stilettolar rahatsızdı. Bu yüzden şükür ki Leyla fark etmeden babetlerim ile değiştirmiştim. Hiç değilse bu şekilde rahattım. Az sonra göreceğim yüzler için içimden bir istiğfar daha çektim. Kapı nihayet açıldı ve hizmetli olduğu anlaşılan genç bir kadın gülümseyerek bizi karşıladı. Tanıdık salonun ortasında ayakta bizi bekleyen İnci hanımı gördüm. Aklımda beliren son yüz ifadesinden sonra bir yanım bu evden ve bu kadından koşarak uzaklaşmak istedi. Durgunlaştım. O sırada arkamda duran Talha yanıma doğru bir adım atarak elini belime koydu. Kendime gelerek adım atmayı nihayet başarabildim. Leyla'ya sarılmış olan İnci hanım geri çekilip bana baktı. Baştan ayağa süzdü beni. Ama sanki bakmıyor da gözlerinde oklar fırlatıyor gibiydi. Yutkundum. Ona karşı geçen defa kabalık ettiğimde suçlu elbette ki ben değildim ama yine de o Leyla'nın annesiydi, Nuh beyin eşiydi ve sadece bu iki sebep için ondan özür dilemeliydim. Ellerimde ki çiçeklere bakışları kaydığında birden hatırlayarak ona uzattım.

"Sizin için..." İnci hanım çiçekleri almak yerine sessizce başı ile biraz önce bizi karşılan kadına işaret verdi, kadın gelip elimde ki çiçekleri gülümseyerek aldı.

"Zahmet etmişsiniz. Çok güzel görünüyorlar." sesi soğuk, sert ve mesafeli.

"Önemli değil. Ben-"

"Sende hoş geldin Talha."

Beni yok saydığını daha doğrusu konuşacak kadar bile önemsemediğini gösteren bir şekilde Talha'ya döndü. Ne olduğunu anlamadan yerimde kalakaldım. Geçen defa için bana kızgın olmalıydı. İnci hanımın gülümseyen yüzünün aksine Talha'nın yüzünde karşısında nefret ettiği birini gördüğünü açıkça belli eden bir ifade vardı. Cevap vermesini bekledim. Lakin tıpkı İnci hanımın az önce bana yaptığını yaparak onu görmezden geldi. Bana baktığında yüzünde ki maskesini çıkarmıştı. Neredeyse gülümsüyordu:

"İçeri geçelim mi Feza?"

Dönüp giden sırtına bakarken bir an ne yapacağımı bilemesem de Talha'nın dediğini yaparak İnci hanımı ve Leyla'yı geride bırakarak ardına takıldım. Büyük salonun ortasına gösterişli yemek masası kurulmuştu. BU kadar özenle hazırlanmış bir masa beklemiyordum. Dahası İnci hanımın biizm çin bu kadar zahmet etmesi ilginçti. Talha için miydi tüm bu hazırlıklar? Yoksa benim için miydi? Bu kadar lükse alışık değildim, dahası sevmezdim. Masanın ortasında bulunan onlu şamdan bir an gözlerimi kamaştırıp ardından kararttı. Zorla bakışlarımı çektim. Talha sanki kendi kendine konuşuyormuş gibi:

"Babam nerede?" diye sordu. İnci hanım ise sanki onunla konuşmasını bekliyormuş gibi hemen cevapladı:

"Odasında. Birazdan... iner."

Talha onun söylediği şeyin devamını beklemeden hemen çıktı salondan. Şimdi ben, İnci hanım ve Leyla yalnız kalmıştık. Leyla koltuklardan birine otururken bakışları bana kaydı. Benimde oturmamı istiyordu lakin benim bakışlarım ürkek bir şekilde İnci hanıma kaymıştı. Hiç değilse ev sahibi olarak oturmamı söylemeliydi diye düşünmüştüm ama o bunun yerine:

"Leyla seninle konuşmak istediğim bir şey var." dedi.

"Seni dinliyorum anne."

Yine beni yok saydığını sandığım için sessiz kalmak niyetindeydim ama İnci hanımın bana dönen ağır bakışları altında ne yapacağımı şaşırdım. Leyla ile konuşmak için benim gitmemi istiyor olamazdı değil mi?

"Feza her şeyi biliyor zaten onun yanında da konuşabilirsin." diyen Leyla'nın söylediği şey İnci hanım için bir şey ifade etmedi. Bu yüzden izin istedim.

"Ben lavaboyu kullanabilir miyim?"

"İkinci kat, sağdan ikinci kapı."

Beklemeden hemen salondan çıktım ve rahat bir nefes aldım. İçimdeki hisse buradan kaçıp gitmek istediği için alkış çaldım. İnci hanımı sevmemiştim. Leyla'nın gerçek annesi olduğuna gerçekten hayretler ediyordum. İçimden Talha'nın bir an önce gelmesini ve beni bu evden götürmesini diledim. İnci hanım bile beni bu denli rahatsız ediyorsa Nuh beyi düşünemiyordum. İçimden kendime acıdım. İlk karşılaşmada talihsiz bir şekilde tanışıp sonrasında ailenin nefretini kazanan yeni gelin olmak şimdiden bana oldukça talihsiz bir durumdu.

Lavaboda biraz oyalandım. Erken dönüp de İnci hanımın delici bakışları altında kalmaktansa açık suyun sesini dinlemeyi yeğlerdim. Az sonra sert bir şekilde bir kapı çarpma sesi duyuldu. Sanki bu işareti bekliyormuşum gibi hemen musluğu kapatıp koridora çıktım bende. Çıktığım merdivenleri inmek üzereyken karşıda ki büyük kapının aralık olduğunu gördüm. Az önce ki ses bu kapıya ait olmalıydı. Önüme dönerek bir iki basamak inmiştim ki bu defa bir cam kırılma sesi geldi. Sanki bir bardak yere düşmüş gibiydi. Meraklı bakışlarım kapıda iken yabancı bir evde meraklı bir misafir olmak istemediğimden tekrar merdiveni inmeye devam ettim. Lakin bu defa da bir ah sesi işittim. Aklıma gelen düşünceleri ne kadar kovmak istesem de, doğru olanın merdivenlerden sessizce aşağı inmek olduğunu bilsem de yine de bunu yapmadım. Ve yarıladığım merdivenleri tekrar çıktım. Kararsız adımlarla aralık duran büyük kapıya yaklaştım ve usulca tıklatıp kapıyı açtım.

Nuh bey tekerlekli sandalyesinde oturmuştu. En son gördüğüm sakin haline oranla bu defa çok gergin ve acı içinde görünüyor ellerini yumruk yapmış bir halde kıvranıyordu. Yerde duran tıpkı tahmin ettiğim gibi kırılmış bir cam bardak vardı. Ve Nuh beyin sağ ayağı kırık cam parçasının üstünde duruyordu. Topuğundan çıkan kan küçük bir iz şeklinde duruyordu. Hemen yanına koştum:

"Nuh bey? Beni duyuyor musunuz? İyi misiniz?" ne yapacağımı bilemez bir şekilde çaresizce adama bakmaya devam ettim. Talha'ya haber vermeliyim diye düşündüm. Ama az önce Talha'nın onunla konuşmak için yukarı çıktığını anımsadım. Her ne konuştularsa iyi bir şeyler olmamalıydı. Düşüncelerimi silkeleyerek tekrar Nuh beye döndüm:

"Şimdi İnip İnci hanımı çağıracağım tamam mı? Sakin olun hemen buraya getireceğim onu." Arkamı dönüp gideceğim sırada boğuk bir hırıltı yükselti Nuh beyin boğazından. Hemen ona döndüm tekrar. Gözümün içine baktı. Tanıdık gelen gözlerin kime ait olduğunu anlamam birkaç saniyemi aldı. Babası gibiydi oda... Birkaç saniye sonra Nuh beyin bakışları benden çekilip karşıda ki komodine takıldı. Onun baktığı yere baktım bir sürahi su duruyordu. Yanında ise iki şırınga vardı. Gözleri kırpıldı. Kriz geçiyordu ama tepki verebiliyordu. Şaşkın bir halde birkaç saniye düşündüm. Ona iğne yapmamı istiyordu. Doğru yapıp yapmadığımı düşünemeden uzanıp şırıngayı aldım ama ne yazık ki iki taneydi. Biri kalın biri ince olan şırıngaları elime alıp Nuh beyin başucuna vardım.

"Hangisi?"

Nuh bey kızarmış gözleri sağ elimde duran şırınga da takılı kaldığında diğer iğneyi yerine bıraktım. Şuan kendine iğne yapması imkansızdı. Bu yüzden şırıngayı elime aldım birazdan yapacağım şey bu adamı öldürebilirdi. Bunun için yıllarca vicdan azabı hissedebilirdim ya da Talha eğer babasına bir şey olursa bizzat kendi eli ile beni öldüre de bilirdi düşünceler ışık hızı ile geçti aklımdan. Nuh beyin gömleğinin kol düğmesini açtım ve içimden dua etmeye başladım. İğneyi yaptım. Birkaç saniye geri çekilip Nuh beye baktım. Taş kesilmiş bir halde öylece karşısında normale dönmesini bekliyordum. Hareket eden tek uzvum dua ederken sessizce kımıldanan dudaklarımdı. Nihayet bir iki dakika sonra hızlı nefes alışverişleri arasında Nuh bey zorla bir iki kelime konuştu.

"İ-yi-yim." rahat bir nefes alarak şükrettim.

"Allah'ım şükürler olsun. Beni korkuttunuz." dedim bir elimi kalbimin üstüne koyarak. Aynı anda kapı tıklatıldı:

"Nuh bey, benim efendim, Selma. Girebilir miyim?" henüz kendine gelmemiş Nuh bey cevap vermeyince ona baktım. Kaşlarını havaya kaldırarak girmemesini istediğinde önce şaşırdım. Ardından bir anlam veremesem de kapıya yöneldim. Kapıyı açtığımda Selma hanım –az önce bizi kapıda karşılayan hizmetli beni gördüğünde yüzünde ki şok olmuş ifade oluştu.

"Nuh beyin benimle konuşması gereken bir şey varmış. Bu yüzden Talha'ya haber verebilir misiniz acaba. Az sonra yanına geleceğim."

"Ta-tabi."

Kapıyı kadının suratına kapatmak ne kadar nezaketsiz görünse de bunu yaptım. Ve geri dönüp Nuh beyin başucunda durdum. Tekerlekli sandalyede yarı felçli bir adam. Muhtemelen birkaç saniyelik bir oksijen sorunu yaşadığı için tüm yetilerini kaybetmişti. Belki de o iğneyi yapmasaydım ölebilirdi de. İçimde yükselen merhamet duygusuna engel olamadım. Talha'nın babasının en aciz olduğu an az önce ki haliydi buna emindim. Çünkü en son gördüğümde tekerlekli sandalyede dahi heybetli ve oldukça korkutucu duruyordu. Aklımda dönüp duran birkaç soruyu kendi elimle kovaladım ve eğilip yerdeki cam parçalarını toplamaya başladım. Nuh beyin ayak topuğunda sızan hafif kanı gördüm. Ayağa kalkarak sandalyesini geri çektim.

"İlk yardım çantası var mı?"

"Ban-yo-da."

Heceleyerek konuşsa da hiç değilse nefes alışverişleri düzelmişti. Ellerini açabildiğini gördüm. Şükür ki normale dönüyordu. Hemen banyoya gidip bir iki dolap karıştırdıktan sonra ilk yardım çantasını bulup geri döndüm. Hafif batmış cam parçasını çıkarıp yarayı temizlerken Nuh bey sessizce işimi yapmamı izliyordu. Bana bakmadığını fark ettim. Utanıyor, çekiniyor muydu? Belki de onu çaresiz bir şekilde gördüğüm için gururuna dokunmuştu. Ama hayır sanmıyorum. Sessizce kanı silip yara bandını yapıştırdıktan sonra yatağın kenarında bulunan terlikleri önüne koydum. Hemen giyindi. Küçücükte olsa yaralandığını kimsenin görmesini istemediğini anladım. Ondan hizmetlinin odaya girmesini istememiş olmalıydı. Leyla'da ona çekmiş diye düşündüm içimden. Ardından banyoya geri dönüp havlulardan birini alıp ıslattım. Geri dönüp parkenin üzerinde duran kandamlalarını sildim. Elimden geldiğince cam parçalarını temizledim. Nihayet işim bittiğinde yanına geri dönüp sordum:

"İyi misiniz?" İnci hanım gibi beni görmezden gelip gelmeyeceğini düşünerek.

"İyiyim." cevap vermesi beni sevindirmişti. Gülümsedim. Nuh bey ağır ağır devam etti: "Bundan kimseye söz etme."

"Ama eğer ciddi bir şey varsa dokto...ra." beni susturan Nuh beyin keskin bakışlarıydı. Sessizce bakışlarımı ondan çektim: "Peki nasıl isterseniz."

"Şimdi aşağıya in. Eğer sorarlarsa Talha'nın toplantıları ile ilgili bir şey bilip bilmediğini sorduğumu söyle."

Şaşırarak ona baktım. Yalan söylememi istiyordu. Üstelik bunu söylersem Talha'nın sinirleneceği bir yalandı bu. Nuh beyin ne yapmaya çalıştığını anlamadım. Bir şey diyecek oldum ama vazgeçtim. O yüzden sessizce kapıya yöneldim. Kapıyı açtığım sırada Nuh bey tekrar seslendi:

"Teşekkür ederim... Feza."

Bundan daha şaşırtıcı bir şey de olmazdı, bundan daha iyi bir şey de. Bu teşekkürü İnci hanımın aksine beni kabul ettiği anlamına mı geliyordu? Yoksa sadece minnettar olduğu için miydi? Umarım ilki olurdu çünkü Talha için işlerin zorlanmasını istemiyordum. Gülümseyerek başımla selamladım Nuh beyi ardından da çıktım odadan. Aşağı merdivenlerden inerken bu ailenin tahmin ettiğimden de tuhaf olduğunu düşünüyordum ki kapıda Talha ile burun buruna geldim. Korkarak geri sıçradım.

"Korkuttun." dedim elim kalbimin üzerinde sakinleşmeye çalışırken.

"Neden gülümsüyordun?"

"Hi. Aklıma bir şey geldi de..."

"Ne oldu? Ne dedi babam?" Talha'nın bakışlarında ki merak okunabiliyordu. Küçük bir an tereddüt etsem de yine de Nuh beyin dediğini yaptım.

"Seninle ilgili birkaç şey sordu."

"Ne sordu?"

"Ne önemi var? Zaten söylediğim tek şey bilmiyorumdu." Talha tek kaşı havada bana şüpheci gözlerle baktı: "Ne?"

"Şu yemeği yiyip gidelim şuradan. Bunalıyorum."

Şatafatlı yemek masasına göre iştihamız çok sönüktü. Herkes sessizce önünde ki yemek tabakları ile oynuyordu. Nuh bey hariç herkes masadaydı. İnci hanım onu ikna etmek amacıyla bir ara yukarı çıktıysa da hemen ardından yüzü beni gördüğü andan daha da asık bir şekilde geri döndü. Sonrasında bana olan bakışları bir kat daha nefret dolu idi. Nuh beyin asabi halini bana bağlıyor olamazdı değil mi? Tam karşımda oturuyor oluşu ne yazık ki bu bakışlardan beni kurtaramıyordu. Bir ara gözlerim Talha'ya kaydı. Yemek yemiyordu. Sessiz, bakışları masada, bizim bitirmemizi bekliyordu. Bende Leyla'nın yemeğini bitirmesini bekliyordum. Bu haline alışkın gibi Leyla ise büyük bir yavaşlıkla yemeklerle meşgul, halinden memnundu.

"Düğün için dilerseniz-"

"İstemez."

Talha, İnci hanımın sözünü böldüğünde bende Leyla da ürkekçe ona baktık. Talha'nın tepkisinden sonra İnci hanım bir şekilde yemeğini yemeye devam etti. Aralarında ki ilişki her zaman böyle olmalıydı. Talha üvey annesinden nefret ediyordu. Annesinin yerini aldığı için. Bunu anlayabilirdim ama bu nefreti tetikleyen neydi? Leyla'yı bir başına bırakışı mıydı? Bu sanırım Talha Bahremoğlu için yeterli bir sebepti. Geldiğim andan bu yana kendimi zorlayarak İnci hanımın yüzünün yarısını kaplayan yaraya bakmamak için önüme diktiğim bakışlarım istemsiz olarak karşımda ki güzel kadının yüzüne kaydı. Salatadan biraz alıp ağzına attı. Neden bu şekildeydi yüzü. Çok kötü değildi ama yine de onun gibi bir kadının yüzüne yakışmayan ve bu yüzle dışarı çıkmayacağı bir yaraydı. Nasıl olduğu hakkında tahmin yürütmeye çalıştım ama her ne kadar düşünsem de sonuçta bu ailenin işlerine akıl sır erdiremiyordum. İnci hanım başını kaldırıp rahatsız olduğunu belirten bir ifade ile gözlerini üzerime diktiğinde çoktan yakalanmıştım, utanarak önüme döndüm. Bir şey söylemek için kendini hazırladığına emindim ama şükürler olsun ki aynı anda telefonu çaldığında İnci hanım hemen masadan kalktı. Nihayet masada yalnız biz kaldığımızda Leyla hızlıca elinde ki çatal bıçağı atarak elleri ile köfteyi alıp yemeye başladı. Şaşkın bakışlarla ona baktım. Annesi yanında olduğu için kibarlık abidesi göründüğünden aç kalmıştı anlaşılan. Gülümsemeden edemedim. Talha masanın ortasında bulunan iştah açıcı dolmaların bulunduğu tabağa uzanıp bana döndü:

"Ye biraz." dedi ve servis ederken bu defa şaşırılarak bakılma sırası ondaydı. Leyla ağzı dolu iken bir yandan konuştu:

"Bu dolmalardan başka hiçbir yerde bulamazsın. Nurten abla tarifi Hazin annemden almış."

Talha'nın yüzünde buruk bir gülümse oluştu. Annesinin yemeklerinden yemeyeli ne kadar olmuştu acaba? Özlemiş miydi? Özlemişti elbette. Yine de her ne kadar özlese de ve cidden de dolmaların tadı harika olsa da onun yemediğini gördüm. İnci hanım yüzünden ya da Nuh bey yüzünden ne kadar istese de yemeyecekti. Uzanıp onun tabağına da koydum:

"İnci hanım bana öyle bakarken bir başıma yiyemem." Leyla da Talha da gülüştü.

Neyse ki İnci hanım geri döndüğünde biz tabaklarımızı bitirmiştik. Yüzü bir öncekinden daha asıktı. Telefon konuşmasının ne olduğu hakkında hiçbir fikrim olmasa da iyi bir şey olmadığı kesindi. Talha'da anlamıştı bunu. Keyiflenmiş gibi az önce gitmek için acele eden Talha yemekten sonra salona geçip kahvesini yudumlamaya başladı. Ya mevzuyu öğrenmek için yapıyordu bunu ya da İnci hanımın memnuniyetsiz yüzü hoşuna gidiyordu. Yanında oturmuş sessiz bir şekilde elimde ki fincanla bakışırken Leyla ortalıkta görünmüyordu. Bakışlarım ara sıra İnci hanıma gidip geliyordu. İnci hanım ise gergin bir şekilde sanki bir an önce gitmemizi istiyormuş gibiydi. Kimsenin konuşmuyor oluşu ortamı daha da tuhaf bir hale getiriyordu. Neyse ki bu durum çokta uzun sürmedi ve tekerlekli sandalyesinde Nuh bey kapıda göründü. Az önceki halinden daha iyi görünüyordu. Saygıdan dolayı istemsiz bir şekilde ayağa kalktığımda Nuh beyin bakışları birkaç saniyeliğine beni buldu. Yüzünde hafif bir gülümseyiş gördüğüme emindim. Ama o da tıpkı Talha gibi duygularının üzerini örtüyordu. Nuh beyin gelmesi ile Talha elinde ki fincanı sehpaya bıraktı ve sanki ona bakmak istemiyormuş gibi bakışlarını yere dikti. Nuh bey İnci hanımın koltuğunun yanında durduğunda bende yavaşça yerime oturdum.

"Düğünü burada yapın." dedi Nuh bey beklemeden. Emreden sesi muhatabını bulduğunda hemen cevap geldi:

"Başka bir mekan ayarladık çoktan-" Talha'nın sözünü Nuh beyin havada ki eli bölmüştü. Bakışlarım Talha'ya kaydı. Yüzünü yine o klasik sert ifadenin almasını bekledim ama beni yanılttı. Babasına çok öfkeli olduğunu biliyordum ama yine de bunu onun yanında göstermediğini gördüm. Ya da saygısından mı susuyordu? İnsan öfkeli olduğu birine saygı duyabilir miydi? Öyleyse Talha'nın yaptığı tamda buydu.

"Herkesi çağır. Dostu da düşmanı da."

"Davetlilere karar verildi."

"Bekir ile oğlu da dahil."

"Hayır."

"Madem bu bir gösteri o halde tüm kartları görmek için oyuncularını içeri al."

Aklım karışmış bir halde Nuh beye baktım. Ne demek istediğini anlamaya çalıştım. Gösteri dediği düğün müydü? Yoksa... Hadi canım! Nereden anlayacaktı ki? Talha'ya baktım ama benim aksime o hala ifadesiz bir şekilde babasına bakıyordu. Yutkunmadan edemedim. Gerçekten anlaşmamızdan haberdar mıydı?

"Berzah yok, Zeyd'e kalabalık gelmesini söyle. Emniyetli olsunlar."

"Özellikle bir düşmanımız var mı?" Talha'nın bir şey ima ettiği sesinden gayet belli oluyordu. Birini kastettiği belliydi ama Nuh bey imasını görmezden geldi ve sakin bir ses tonuyla cevap verdi:

"Hepsi için temkinli olmak gerekir."

"Sadece düşmanlarınızı davet etmezseniz olmaz mı?" diye sorduğum anda bu cesaretim için kendime şaşırdım. Beni ilgilendiren bir durum olmadıkça konuşmamam gerekirdi biliyordum ama istemsiz bir şekilde cevap vermiştim. Talha'nın bakışlarını üzerimde hissettim. Nuh bey az önce Talha'ya olan ses tonunun daha yumuşak bir hali ile cevapladı beni:

"Düşman dışarıda iken içeridekinden daha tehlikelidir Feza,"

Talha ile babasının birebir aynı olması beni şaşırtmıştı. İkisinin de zekasına şapka çıkarılırdı ama bundan daha da fazla korkusuz olmaları insanı daha çok hayrete düşüyordu. Anladığımı belirterek başımı salladım.

"Ailen kalabalık değil. Bizim taraf sorun sadece." tekrar benle konuşmasına şaşırmıştım. Ne cevap vereceğimi bilemeden saf saf baktığımda Nuh bey devam etti: "Keşke kayınvalideni de getirseydin Talha."

"Sevgili eşin kalabalık gelmemizi istemedi. Hatta Bella'yı bile."

Bakışlarım anında İnci hanıma döndü. Vurgulayarak annemi çağırmasını istememiş miydi ve Talha'da onu dinlemiş miydi? Bu gece buraya yalnız gelmek annemin çağrılmasını istenmemesine kadar benim için bir sorun değildi ama şimdi bir sorundu. Hayal kırıklığına uğramış bakışlarım sinirli bir gülüşle Talha'ya döndü. Bunu neden bana söylememişti? Benimde gelmeyeceğimi düşündüğü için miydi? Hayır ne de olsa isterse getirebilirdi elbette. O halde bilerek miydi? Şuan bunu Nuh beye söylerken bilerek mi yapıyordu? Nuh bey mesajı almış gibi tek kaşı havada İnci hanıma döndü:

"Neden?" İnci hanımın Talha'dan bunu söylemesini beklemediği aşikardı. Hareketsizce kımıldandı:

"Ben.. ilk olarak özel tanışmak istemiştim. Hem.. düğünden önce bir kez daha bir araya gelebiliriz diye düşündüm."

"Yarın tekrar anneni de alıp gelin tanışmamız gerek." dedi Nuh bey bana bakarak. Her ne kadar bu söylediğinde samimi olsa da gerçekten geleceğime inanıyor olamazdı değil mi? Talha hoşnut bir sesle cevap verdi babasına:

"Hayır. Böyle bir aileye sahip olduğumu öğrenmesi ne kadar geç olursa benim için o kadar iyi olur." İnci hanım yaptığı hatayı telafi etmek ister gibi zorla üsteledi:

"Baban haklı Talha, benim hatamdı. Lütfen yarın tekrar görüşelim."

"Hayır İnci hanım. Annemin de gelmek isteyeceğini sanmıyorum." Dedim sert bir sesle. İnci hanım benden cevabı beklemediği için ve üslubum için rahatsız olmuştu. Öfkelendiğimi fark ettiğimde içimden bir istiğfar çektim. Ama içimde biriktirmektense bunu dışarıya vurmak daha iyiydi: "Bu gece ki davetiniz için teşekkür ederim Nuh bey. Sizinle tanıştığıma memnun oldum..." ayağa kalkıp İnci hanıma döndüm: "Şöyle ki İnci hanım. Ailemle görüşmek istememenizi anlayabilirim ama bunu bu şekilde öğrenmem beni şaşırttı. Açıkçası bu saatten sonra annemin de sizinle bir münasebeti olacağını sanmıyorum. Ben bu evliliği Talha'yı sevdiğim için istiyorum. Bundan da eminim. Her normal evlilikte olduğu gibi benim ailem çok önceden Talha'nın ailesi ile tanışmıştı. Bu yüzden bu evliliğe izin verdiler. Bu çatının altında olan aile Talha için bir kelimeden ibaret, bunu görebiliyorum. Bu yüzden bugün ki kabalığınızı görmezden gelebilirim." Talha'ya döndüm: "Artık gidebilir miyiz?"

Talha donuk bir ifade ile bana baktığında az önce söylediklerim kursağımda dizildi. Yanlış bir şey mi söylemiştim yoksa? Bir an söylediğim şeyleri hatırlayamadım. Bana kızabilir miydi? Her ne kadar üveyde olsa onun annesine düşündüklerimi söylememeli sessizce oturmalı mıydım? Talha yavaşça ayağa kalktı. Dudağında ki hafif ve gururlu gülümsemeyi gördüğüm an bir yanım rahatladı. Beklemediğim şey onun elimi tutmasıydı:

"Biz gidelim artık." dediğinde bakışlarım Nuh beye kaydı. Çünkü söylediklerim için onu kırmak istemezdim. Ama yüz ifadesi sabitti. Sinirlenmemişti ama hiç de memnun görünmüyordu. Bir an benim söylediklerim yüzünden Talha'ya karşı olan tutumunda bir değişiklik olup olmayacağı aklıma takıldı. Talha elimden tutup çıkışa yönelirken Nuh beyin sesi duyuldu arkamızdan:

"Leyla, düğüne kadar burada kalsın." Talha itiraz edeceği sırada Nuh bey onu atlayarak devam etti: "Feza, senin için bir hediyem var. Çok çok değerli bir hediye olduğunu asla unutma."

"T-teşekkür ederim."

O konuşmaya rağmen bana düğün hediyesi mi verecekti? Bir kez daha şaşırtıştı beni Nuh bey. Ama yine yanlarından ayrılmadan önce İnci hanımın bana olan nefret dolu bakışlarından ürkmeden edemedim. Üzerime kara bulutları çoktan yığmıştı. Beni sevmemesini sebebi ilk karşılaşmamız mıydı? Sanmıyordum eğer çok güzel bir şekilde karşılaşsaydık bile İnci hanım beni sevmezdi bunu hissetmiştim. Sebepleri aklımda kovalayıp durdum. Başka birini mi istiyordu Talha'nın yanına? Daha güzel, daha ılımlı, tesettürlü olmayan, özellikle de onunla benim gibi açık konuşmayan. Belki de ilk konuşmada Talha'nın ailesine karşı daha olumlu bir izlenim bırakmalıydım. Bu düşünce aklımdan geçer geçmez sildim. Hayır. İnci hanıma karşı bundan daha iyi olamazdım.

"Neyin var?"

Talha'nın sorusu üzerine düşüncelerimden sıyrıldım. Bakışlarımı arabanın yansıyan camından çekip ona döndüm. Üzerimde ki huzursuzluğu fark etmiş olmalıydı. Nasıl göründüğümü bilmiyorum ama çok kötü hissediyordum. Sorusunun üzerine biraz zaman geçtikten sonra cevapladım:

"Biraz korkuyorum." diyerek fısıldadığımda merakla sordu:

"Neden?"

"Ailenden." Talha güldü:

"O söylediklerinden sonra korkmalısın."

"Sanırım sessiz kalmam gerekti. İlk görüşmede bu şekilde olması senin için sıkıntı yaratabilir."

"Hayır. Aksine. Böyle olmanı seviyorum."

Seviyorum? Öyle olmamı mı? Nasıldım ki? Beni değil de öyle olmamı mı? Seviyorum kelimesini Talha'dan ilk kez duymanın hissi kalbimin dik uçurumunda kocaman bir kuşu kanatlandırdı. İçimde bir yel esti... Serinlediğim ağacımın gölgesinden yere düştüm. Şaştım. Cevap vermek yerine sessiz kaldım. Talha tekrar konuştu:

"Benden değil de ailemden mi korkuyorsun?" diye sordu bu defa.

"Dışarıdan nasıl göründüklerinin farkında değilsin. Özellikle de İnci hanım."

"Ondan uzak dur." dedi net bir şekilde

"Sanırım bunu söylemekte biraz geç kaldın. Çünkü benden nefret ediyor."

"Onun ne hissettiği önemli değil. Sen ona karşı dikkatli ol."

"Tehlikeli birine benzemiyor." dediğim anda Talha'nın yüzünde sinirli bir gülümseyiş oluştu.

"O Nuh Bahremoğlu'nun karısı. Elbette ki tehlikeli."

"Onu sevmemek için çok sebebin var..."

"Nefes alması bile onu sevmemem için bir sebep."

Bakışlarım Talha'ya takılı kaldı. Söylediğinde ciddiydi. Bundan emindim. Yutkundum. Nefretinin bu kadar gerçekçi olması gözümü korkuttu. Yine de bunu es geçerek sordum:

"Yüzü... Nasıl oldu?"

"Bella sana bunun cevabını vermedi mi?"

Bella'ya sormuştum. Birkaç gün önce mutfakta kahvaltı yaparken.. Nuh beyin yaptığını söylemişti. Bunu ne kadar düşünürsem düşüneyim anlamamıştım. Karısına neden bunu yapsındı ki? Bu yüzden Talha'ya sormuştum. Talha'nın o gün bu konuşmamızı duyma ihtimalinin olmadığını düşünürsek Bella ona söylemiş olmalıydı. Bunun için mahcup hissettim. Üstelemedim bu yüzden lakin Talha beni yine de cevapladı.

"Babam yapmadı.." dedi sessizce. Şaşırarak ona baktım.

"Kim yaptı o zaman? Yalan mı söyledi herkese?"

"Kendi yaptı."

"Ne? Bunu nasıl neden kendine yapsın?"

"Cevabı çok romantik. "Aşık olduğu için.""

"Romantiklik mi? Bu resmen mazoşistlik. Babanı yanında tutmak için mi?"

Talha yine o soğuk gülüşlerinden birini takındı. Talha'nın ailesi bu gece cidden başımı döndürmeye yetmişti. Onları anlamakta zorluk çekiyordum. Daha öğreneceğim neler vardı bu aile hakkında? Bu kadarla yetinecek miydim? Yoksa her gün başka bir gerçekle mi yüzleşecektim? Bir an Talha'nın doğduğu günden bu yana bu şekilde yaşadığı aklıma geldi. Bu aileye sahip olmak böyle yaşamak onun seçimi değildi? Nasıl dayanıyordu? Nasıl kaldırabiliyordu tüm bu olanları? Leyla'nın hastalığını? Babasının başka bir kadın için annesini terk edişini? İnci hanımın Nuh beyi yanında tutması için kendine zarar vermesini? Her gün başka bir düşman edinişini? Babasının oğlu olmayı kendinin seçmemiş olmasını? Zeyd'in onun bu hayatta çıkarmak istediğini söylemişti. Yapabilir miydi gerçekten? Bir yanım bunun olması için duaya durdu, aminledi. Şimdiye kadar olanları değil de bundan sonra olacakları düşündüm. Yutkundum ve Allah'a bizi beterinden koruması için içimden yalvardım.

"Terapiyi bırak artık." Talha'nın aniden söylediği şey üzerine ona döndüm. Oturduğumuz mahalleye girmiştik çoktan.

"Anlamadım?"

"Vakıf Pusat ile görüşmeni istemiyorum." Çok güzel! Düşündüklerimde gerçekten de haklıydım. Bilmediğim şeyler vardı.

"İstemiyor musun? Bunu yapmam için önce bana bir neden sunman gerek? Ne saklıyorsun?"

"Ben saklamıyorum ama hocan saklıyor anlaşılan."

"Ne saklıyor?"

"Bilmiyorum ama öğreneceğim. O güne kadar sen-"

"Adamın bir şey saklıyor oluşu beni neden ilgilendirsin. Hem o benim hocamdan ziyade bizim aile dostumuz.. Kaç yıldır bizimle haberin var mı? Amcam gibi. Şimdiye kadar tek bir kusurunu görmedim. Ve sen onun bir şey sakladığını söylediğin için onunla görüşmemi istemiyorsun."

"İnat etme. Sadece emin olana dek."

"Neyden şüphelendiğini anlat bana. Dediğini yapacağım."

"Feza!"

"Dur burada." Talha anlamazcasına baktı:

"Ne?"

"Biraz hava almak istiyorum sokağı yürürüm. Kapıya bırakmana gerek yok."

Talha beni şaşırtarak dediğimi yaptı. Araba durur durmaz beklemeden indim. Sinirle evin olduğu sokağa yöneldim. İçimde duvarlarımı tırmalayıp durdum. Neydi bu çözemediğim bilmeceler? Vakıf hoca ne saklıyordu? Talha ne biliyordu? Neydi bu sır? Beni de mi ilgilendiriyordu? Bu gece olanlar içimin dağlarını dumanlamıştı zaten yetmedi şimdi düşünecek yeni dertler yüklüyordu Talha omuzlarıma. Feza nasıl dayansındı peki? Hızlıca yürüdüğüm yolda evin önüne varmıştım ki ayağımı burkunca acı ile inledim. Aklımda ki sorulardan mı Talha'dan sonra ki ahvalimden mi yoksa gerçekten canım yandığından mı bilmiyorum gözlerim doldu. Birkaç saniye öylece kalıp acının geçmesini bekledim. Elim bileğimde oturduğum yerde önümde bir çift erkek ayakkabısı belirdi. Bir-iki saniye yabancı spor ayakkabılara korkuyla baktım. Yutkundum. Bu saatte önümde kim durduğuna bakmaya cesaretimi zar zor toplayarak kafamı kaldırdığımda karşımda o tanıdık simayı görünce donakaldım. Doğru kişiyi görmüyorsam şayet aklım bana feci bir oyun oynuyordu. Şoku atlatamamış, bana ifadesiz bakan o tanıdık çehreden bakışlarımı alamadan doğruldum yavaşça. Bileğimde ki ağrıyı unuttum.

"Saat kaç?"

Sorduğu soruyu algılamam biraz uzun sürdü. İlk olarak onu görmeyi hazmetmem gerekiyordu. Aklım da tüm uzuvlarım ile birlikte şaşkınlıkla dona kalmışken o beni kendime getirmek için koluma dokunacaktı ki havaya kaldırdığı eli koluma değmeden, başka biri tarafından omuzundan itildi.

"Çek o elini, kırarım." Çok güzel. Telaşlanarak Talha'ya döndüm.

"Dur." içimden aptalca bir şey yapmaması için dua ediyordum. Talha'nın üslubuna karşıdan aynı şekilde cevap geldi.

"Kırarsın ha? Sen kimsin ki yiğidim?" diyerek bağırdığında ses tonunun Talha'ya batacağından artık onu durduramayacağımı anladım.

"Kocasıyım."

"Öyle mi? Bende abisiyim."

Onur'dan daha çok Talha'nın şaşırdığına emindim. Olduğu yerde kalırken bakışları bunu onaylamam için beni buldu.

"A-abim." dedim titrek çıkan sesimle. Talha bir adım geri çekilip Onur'a baktı. Abim kaşları çatık ve tamamen öfke doluydu.

"İçeri gir Feza." ses tonunun daha önce hiç bu şekilde duymamıştım. Şimdi benim için iyi şeyler olmayacaktı işte az önce daha ne var ki diyerek isyan eden ben miydim? Şimdi görecektim işte. Bir iki adım atmışken abim bu defa: "Sizde Feza'nın kocası bey. Konuşmamız gerek." dedi.

Abim önde biz arkada eve girdiğimizde kapıda ki valizler dikkatimi çekti. Yeni gelmiş olmalıydılar. Kapı sesi ile mutfaktan ağzı dolu bir şekilde çıkan Aslı beni gördüğünde yüzünü kocaman bir gülümseme kapladı. Ardından yüzü dondu. Kocaman gözleri ile bakakaldı. Bende neye baktığını anlamak için arkamı döndüğümde ayakkabılarını çıkaran Talha ile göz göze geldim. Tekrar Aslı'ya döndüm. Gözlerinden resmen kalp fışkırıyordu. Abim beklemeden salona geçmişti. Ürkek bir şekilde donan Aslı'ya gidip sarıldığımda kendine geldi.

"Hoş geldin."

"Fotoğraftakinden daha yakışıklı." dedi beni duymayarak gözleri hala Talha'da iken. Yanına gidip tekrar Talha'ya döndüm. Büyük bir özgüvenle endamını arz ederken Aslı'ya bir baş selamı verip içeri geçti. Aslı kocaman gülerek bana döndü:

"Hoş buldum, Feza? Nereden buldun bunu?"

"Bundan daha önemli bir sorunumuz var."

"Ne?"

"Abim."

"Ah. İçeri geç. Annem içeride."

Karşılıklı dizilmiş sessizce otururken ilk kimin konuşmasına kara veremiyor gibiydik. Annem sakin bir şekilde bizim konuşmamızı bekliyordu. Abim öfkeli görünmüyordu ama çatık kaşlarla rahatsız olmuş gibi Talha'yı süzüyordu. Öfkeli değildi. Ürkek bakışlarıma ara sıra Talha'ya baktığı gibi karşılık veriyor sonra tekrar Talha'ya dönüyordu. Talha ise abimin aksine her zaman ki gibi rahattı ve özgüvenle oturuyordu. Köşede oturan Aslı'ya takıldı bakışlarım. En son gördüğümde uzun olan saçlarını biraz kısaltmıştı. Hamilelikten olsa gerek biraz kilo almış daha da güzelleşmişti. Karnı yeni yeni belirginleşmeye başlamıştı. Talha'da olan bakışlarını bana çevirdi ve gözlerinin içi gülümseyerek eli ile tamamdır işareti yaptığında gülümsemeden edemedim. Ortamın sessizliğini bozan şükür ki annem oldu.

"Feza, çay koy kızım."

Komut bekleyen ayaklarım hemen ayaklandı. Mutfağa koşar adım gittim. Ocakta hazır olan çayı bardaklara doldurdum. Titreyene ellerimi zor zapt ederken tekrar salona döndüm. Herkese çay verdikten sonra tekrar Talha'nın yanına oturdum. İlk konuşan yine annem oldu:

"Talha oğlum bir şirkette çalışıyor." dedi annem. Abim hemen aksi bir şekilde cevapladı:

"Şirketin sahibi desene anne." annem onun bu asabiyetini hoş karşılayarak çayından bir yudum aldıktan sonra tekrar konuştu:

"Hayır, şirket kendisine ait değil. Yanlış mı biliyorum Talha, oğlum?" oğlum? Talha da bunu ilk kez duyuyor olmalıydı. Hemen ona kaydı bakışlarım. Birkaç saniye durup şaşkınlığını atlattıktan sonra gülümsedi:

"Doğru. Babama ait. Ben sadece üst yönetici-"

"CEO sun yani." abimin sözünü kesişi Talha'nın hoşuna gitmese de yine de bir şey demedi.

"Evet."

"Nasıl tanıştınız?" soru Talha'ya idi. Anladım ki tüm soruların cevapları biliniyordu benden yana. Şimdi sıra Talha'yı sıkıştırmaktaydı.

"Kardeşim Leyla, için bir yardımcı almamız gerekti. Bu yüzden-"

"Feza'yı bakıcı olarak aldın." abim cidden kabaydı. Talha ise her zamankinden daha da sakindi. Rolleri değiştirmiş olmaları beni bir kez daha şaşırttı.

"Evet. İlk başlarda öyleydi." dedi dürüst bir şekilde Talha.

"Sonra ne değişti peki? O senin bir çalışanındı ne de olsa. Tüm çalışan-"

"Elbette ki hayır." Talha elinde ki çayı yanında duran sehpaya bıraktı. Buraya kadar ılımlı kalabilmişti yerinden kımıldanarak oturuşunu düzelttikten sonra dik bakışlarla abime baktı: "Hiçbir şey o kadar kolay bir şekilde olmadı. Bak Onur. Ne hissettiğini anlıyorum. Benimde bir kız kardeşim var ve şuan senin yerinde ben oturuyor olsaydım çoktan bana bir yumruk geçirmiştim bile. Feza'nın senden beni gizlediğini biliyordum. Gizlemek değil de seni hayal kırıklığına uğrattığı düşüncesi ile söylemedi buna eminim. Ondan beklentilerin olduğunu biliyor bunu karşılamayıp beni karşına çıkarmak onun için zor olmuştur. Bunu anlayabileceğine eminim. Bu yüzden ona kızmak yerine bana istediğini sorabilirsin."

Sanırım ilk kez Talha'yı bu kadar ılımlı görüyordum ve son kez olacaktı. Bunun sebebi onunda dediği gibi abimi anlayabildiğinden olduğunu biliyordum. Daha da önemlisi nasıl hissettiğimi bildiğini öğrendiğim andı. Bunu daha önce benimle paylaşmamış olmasının garipliği beni anlayabiliyor olmasının gerisinde kalmıştı. İçimde ki süveyda ağacımın dalları kımıldandı. Altına oturup gövdedine yaslandım. Derin bir nefes çektim temiz sevda kokusundan. Hamdolsun. Doğru insandı o.

"Peki o halde. Annen ve baban nasıl karşıladılar?" diye sordu abim bu defa az önceki açıklama ikna edici olsa da başka hedeflere tuttu okunu. Talha güzellikle karşıladı onu.

"Babamın fikri olumlu."

"Annen?"

"Annem öldü." birkaç saniye herkes sessizleşti. Ardından abim tekrar devam etti.

"Leyla'da bildiğim kadarıyla Feza'yı seviyor."

"Evet."

"Düğün hazırlıkları?"

"Merak etmeyin her şey hazır. Yarın organizasyon şirketi gelecektir. Size detaylı bir bilgi verir."

"Eviniz kalabalık. Hep beraber mi oturacaksınız?" diye sordu abim bu defa. Talha'nın yüzü abimin az önce ki çehresini andırır gibi gerildi.

"Onlar kalabalık değil, benim ailem."

"Peki Feza istemezse,"

"İstemeseydi, evliliği kabul etmezdi."

Abim birkaç dakika daha düşündü. Hiç değilse çatık kaşları normale döndüğü için biraz olsun rahatlamıştım. Talha'ya ısınmış olmalıydı. Ne de olsa insanın onu sevmemesi imkansızdı.

"Feza'nın okulu?"

"Gelecek yıl bitirmeye karar verdi." benim fikrimi söylemiş olması gülümsetti. Sırada ki soru Aslı'dan geldi:

"Peki çalışmak isterse?" Talha bıraktığı çayına tekrar uzandı.

"İhtiyacı olmadığı için çalışmasını istemiyorum. Tabi bu benim fikrim. Onun düşüncesi önemli." Hülyalı gözlerle ona baktım. Bu kadar uzlaşmacı olduğuna ilk kez şahit oluyordum. Bu ona olan sevgimi katlamıştı.

"Feza önceden yanında çalışan biriydi. Maaş ile. Aranızda yaptığınız bir anlaşma var değil mi?"

"Evet vardı ama karıma maaş ödemeyeceğim değil mi?"

Aklıma onunla evlenmeye karar verdiğim gün kabul ettiğim şartlar geldi. Ne olacaktı şimdi? Biz neydik? Talha gerçekten karısı olmamı mı istiyordu yoksa sahip olma duygusu içinde bana karısı gibi mi davranıyordu? Yüzüğü parmağıma taktığı gün aklıma geldi. Ona göre biz...

"Başka sorunuz yoksa ben artık gideyim. Sabah önemli bir toplantım var."

"Gidebilirsin oğlum. Yorduk seni kusura bakma." Talha ayağa kalktığında abim de ayaklandı:

"Son bir şey, Feza yarından itibaren düğüne kadar evine gelmeyecek. Malum artık çalışmasına da gerek yok." Talha'nın kaşları çatıldı rahatsız olmuş bir ifade ile abime baktı. Bu söylediğini beğenmediğini anladım. Bir şey diyecek oldu ama ondan önce davrandım.

"Biz de öyle düşündük abi. Hatta bu yüzden Leyla'yı annesinin yanına bıraktık." Talha tek kaşı havada bana baktı. Ardından çenesi kasıldı. Yine de onu geçerek salon kapısına yöneldim. Talha'yı kapıda uğurladıktan sonra büyük buluşma için bismillah diyerek salona döndüm. Abim pencereden dışarıya bakıyordu. Sessizce arkasında durdum.

"Abi," dedim cılız bir sesle. Tepki vermedi. Annem:

"Onur?" diyerek ikazda bulunduğunda bana döndü. Bakışlarında ki kırgınlığı gördüm. İşte en çok bundan korktuğum için söyleyememiştim ona Talha'yı. Yutkundu.

"Sen benim canımsın. Her şeyden değerlisin benim için. Bir sıkıntı çekme diye elimden geleni yaptım senin için. Tek bir gün gözyaşını görmeyeyim diye.. Canının sıkılmasın diye.. Ah ete diye.. Yalnızlık çekme diye.. Bir abiden ziyade sana kardeş, arkadaş oldum. Korudum kolladım. Hiçbir beklemti içinde olmadan hep seni anlamaya çalıştım. Talha'nın söylediklerinde haklı olduğunu elbette biliyorum. Seni benden iyi tanıyamaz ya. Yine de böyle karşılaşmak yerine senden duymak daha iyiydi. Ya da kardeşimin düğününe davet edilmek yerine bunu beraberce yaşamak daha güzel olurdu."

Dolan gözlerim ile başımı yere eğdim. Bir şey diyecek oldum ama düğümlendi kelimeler. Abim yanımdan geçerken bana kırgınlığının hiç geçmeyeceğini sandım. Daha da çöreklendi bu his. Haklıydı. Beni hep anlayan o olmuştu. Koruyan kollayan. Ben ne yapmıştım hep geri çekilmiş kabuğuma saklandıkça saklanmıştım. Zorla birkaç damla yaş düştü. Aslı ayağa kalkıp yanıma geldi sarıldı:

"Üzülme kuzu. Onur kıyamaz ki sana hem. Öfkesi geçsin konuşacak elbette seninle. Çok özlemiş seni. Sesinden bile anlaşılıyor."

"Haklı ama." annem ayağa kalkıp gözyaşlarımı sildi.

"Talha'yı gördü ya yüreği rahat etmiştir biraz. Şükürler olsun güzelce halloldu. Sende yarın alırsın Onur'un gönlünü. İçini rahat tut."

"Affeder mi ki beni?"

"Onur sana küsmez ki hiç."

Teselli dolu sözlerden sonra. Saat geç olduğundan ve Aslı'nın da ayakları şiştiğinden erkenden odalarına çekildiler. Annemin odasından yedek battaniye alıp üşüyen Aslı'ya vermek için odalarının kapısını çalacağım sırada abimin sesini duydum:

"İyi birine benziyor şu Talha."

Gülümsedim. Sert kabuğunu göstersede içinin yumuşacık olduğunu hatırladığımda gülümsedim. Elimde ki battaniyeyi kapının önünde ki sandalyeye bırakıp odama çekildim. Abimin gönlünü yarın alacaktım buna kesin olarak karar vermiştim. Rahat bir nefes alarak abdest alıp namazımı kıldım. Ardından uyumadan önce çantamdan telefonumu çıkarıp yatağıma geçtim. Ekranı açmamla bildirimler açıldı. Leyla sıkıldığından olsa gerek art arda bir sürü mesajda caps atıp durmuştu ve Talha dan 5 cevapsız arama 2 mesaj vardı.

Talha: Feza!!

Talha: Aç şu telefonu.

Gülümsedim. Bu kadar endişelenecek ne vardı merak ettim. Bu durumun benim hoşuma gitmesine de çok şaşırdım. Saat geç olmuştu. Arayamazdım. Bu yüzden mesaj attım.

Ben: Uyudun mu?

Cevap beklemiyordum bu yüzden hemen gelmesine şaşırdım. Sabah toplantısı olduğunu söylediğinden uyuyacağını sanmıştım.

Talha: Evet.

Ben: O halde nasıl yazıyorsun?

Talha: Ben uykumda da yazarım.

Ben: J Bugün abime cidden senden beklenilmeyecek şeyler söyledin. Hepsi için teşekkür ederim.

Talha: Söylediklerime inandın mı?

Son mesaj ile birkaç saniye bakıştım. Ardından hemen Talha'yı aradım.

"Hım." diyerek açtı telefonu uyumak üzereydi belliydi.

"İnandın mı derken? Söylediklerin yalan mıydı?"

"Değildi."

"O halde,"

"Bazıları yapmak istediklerimdi. Yapacaklarım değildi." sinirle güldüm. Elbette ki o her zaman ki Talha'ydı.

"Zaten senin bu kadar beyefendi bir kişiliğe bürünmen, her şeyi onaylayıcı cevaplar vermen, biraz garipti. Tam tersi olduğun bir an aklımdan çıktı."

"Öyleyse ne olmuş? Benden ayrılacak mısın?"

"Öyle bir şansım var mı?"

"Yok."

"Biliyorum. Sen kovana kadar yanında kalacağım."

"Kalacak mısın?"

"Kovacak mısın?"

"Hiç niyetim yok."

Telefonu kapattıktan sonra yüzümü kaplayan geniş gülümsemeyi fark ettim. Parmağımda ki alyansa baktım. Sanırım bazı şeyler artık yoluna giriyordu. İçimden hamd ettim. Başımı yastığı uzun bir zamandan sonra kayıtsız bir şekilde koyarken gözlerim hemen kapanıverdi.

. . .

(2 gün sonra)

. . .

Kapalı çarşıdan sonra hala bana tatlı bir tavrı olan abimi ve Aslı'yı biraz baş başa kalmaları için yalnız bırakıp eve döndüğümde annem telefonda birileri ile konuşuyordu. Yorgunlukla içeri girip en yakın koltuğa kendimi attım. Telefonumu elime alıp sabahtandır beni yine mesaj yağmuruna tutan Leyla'ya cevap yazdım. Talha'yı sordum ama konuşmadığını söyledi. Talha telefonlarımı açmıyordu. Dün gece iki defa aramıştı ama yorgunluktan uyuyakaldığım için konuşamamıştık. Şimdi ise arıyordum ama açmıyordu. Yeni evli çiftlerin girdiği triplere girmiş olmazdı değil mi? Aynı anda telefon titrediğinde heyecanla ekrana baktım ama beklenilen kişi olmadığında acele etmeden cevapladım:

"Bella,"

"Aa nasıl ses o. Başka birini mi bekliyordun?"

"Hayır tabi ki."

"İyi."

"Şey- Talha'yı."

"Şirkette canım. Az önce yanındaydım. Ev tadilatta. Beyefendi şirkette kalıyor."

"Anladım."

"Sorunuz cevaplandı ise şimdi ben bir şey sorabilir miyim?"

"Tabi."

"Dayımın hediyesini açtın mı?" hediye? Nuh bey? Gelmiş miydi?

"Hayır açmadım. Gönderildi mi?"

"İnanmıyorum sana Feza."

"Kapat ben arayacağım seni."

Bella'nın yüzüne telefonu kapatıp mutfakta telefonla konuşan annemin yanına gittim. Bakışları beni buldu. Yarın gelecek olan teyzemlerle yoğun bir telefon görüşmesi yapıyordu. Sessiz bir şekilde sordum:

"Paket geldi mi bana?" birkaç saniyeliğine elini ahizeye koyup cevapladı:

"Bahadır getirdi. Odana koydum."

Işık hızı ile merdivenleri çıkıp odama vardım. Büyük siyah kutu beyaz kurdela ile paketlenmişti. Heyecanla yaklaştım kutuya. Üzerinde ki nota baktım:

"Unutulmamak için... Feza Bahremoğlu'na..."

Heyecanla Nuh beyin hediyesini açarken onun söylediği şeyi hatırladım "çok çok değerli olduğunu asla unutma..." Beyaz kurdelanın bir ucu düşerken kapağını kaldırıp Nuh beyin değerli hediyesine baktım.

Beyaz dantel gelinlik...

Üzerinde siyah beyaz bir düğün fotoğrafı...

Mutlukla gülümseyen Nuh Bahremoğlu ve Hazin Bahremoğlu...

. . .

Loading...
0%