Yeni Üyelik
19.
Bölüm

18.Bölüm

@cigdemgah

Düğün günüm harikulade bir gündü. Bencileyin şimdiye dek hiç kimse benim gibi her duygunun peş peşe zuhur ettiği bir gün daha yaşamamıştır ve yaşasa dahi bu gün düğün günü olmamıştır. Aşk, mutluluk, vuslat, hüzün, korku, nefret, kin… Bahremoğlu soyadı bana bir duygu bombardımanı ile hoş geldin dedi ve elbette bende bir selam verip bağrıma bastım. İçimde tüm duyguları toplasan bir duygunun toz zerresi kadar etmeyecek bir başka duygu vardı çünkü; Talha! Bu yüzden onun içinde olduğu ne varsa ne gelirse başıma gözüm üzerineydi. Benim hissettiğim bu ince bir sızı gibi ruhumu şad eden sevda Talha idi. Üzerime yüklenen nefret Talha’dandı. Kin Talha’dandı ve mutluluğun bin tonu Talha’dandı. Eğer ki Talha tüm olumsuz duyguları terazinin bir kefesine koysa ve kendinin sadece bir gülüşünü diğer kefesine alsa bende ağır gelecek olan Talha’ydı.

Talha ile Leyla’nın iyiliği için evleniyordum ve onu sevdiğim için. Ama şimdi bu iki neden Talha’nın gerçek hayatının yanında pembe bir toz bulutu kalıyordu. Gerçek olanı bir kanara aldığımızda hissettiğim tüm bu duygular çölde ki bir serabı andırıyordu zihnimde. Talha’nın etrafında ki insanları gördükçe içimde ki Kaf Dağı’nın perdelerini aralamaya başlıyordum. Bunu korkutuyordu. İçinden çıkamadığım o kısacık zaman diliminde düşünüp düşünüp içinden duramadığım olayları, insanları bir kenara aldım ve Talha’yı diğer yana. Ona doğru yürürken diğer yanda duran tüm karanlık yüzleri ve kötülükleri gördüm. Talha’nın hayatında onlar hep vardı ve olacaktı. Onunla yürürken şimdi o gölgeler benimde etrafımı saracak benimde yanımda olacaktı. Ona evet derken buna da evet demiş kabul etmiştim değil mi ben?

Karşımda Vakıf Pusat’ı Yavuz’un eski nişancısı ile gördüğümde içimde kırılan güven duygusuna bu yüzden şaşırmamıştım belki de. Kimdi Vakıf Pusat? Gerçekten de yıllarda yanımızda durup bize yardım etmiş hocam mıydı benim? Babamın can dostu muydu gerçekten? Her kötü anımızda yanımızda durmuş bize yardım etmişti. Bu kadar iyilik yapmasını merhametine bağlayıp durmuştum. Sebebi başka bir şey miydi? Nasıl olurda samimiyetine bu kadar inandığım birini bunca yıldır yanlış tanıyor olabilirdim. Hayal kırıklığı içimde bir top gibi büyüdükçe büyüdü. Talha onda doğru olmayan bir şey var derken haklı çıkmıştı. Ona inanmadığımı anımsayınca şimdi asıl aptal olanın kendim olduğunu görmek can sıkıcıydı. Bizden uzakta habersizce bir şeyler konuşan Aden ve Vakıf hocaya doğru hesap sormak için istemsiz bir adım attım. Talha kolumdan tutarak beni durdurdu:

“Feza,”

“Bırak. Gidip sormak istiyorum. Ne saklıyor bizden, nedir gerçek yüzü? Bunca zamandır bize kendini bambaşka biri gibi göstermesinin sebebi ne öğrenmek istiyorum?”

“O da sana doğruyu söyleyecek öyle mi?”

Yazık ki Talha haklıydı. Bakışlarım önüme düştü. Hayal kırıklığım tekrardan usulca devindi içimde. Vakıf hocayı gerçek amcam gibi bilir onu öyle severdim. Yıllardır bizimleydi, içimizdeydi. Benimle ilgili her şeyi biliyordu, en çıkılmaz olduğumuz konularda bile bize yardım etmişti. Anneme, abime, bana... Psikiyatristimden öte, hocam olmasından öte bana evladıymış gibi yaklaşırdı, severdi.. bir baba gibiydi. Ona inanırdım. Kendime örnek alırdım. Onun gibi olmak isterdim. Şimdi ise bunun koca bir yalandan ibaret olduğunu öğrenmiştim. Talha kolumu bıraktı:

“Şimdi düğüne dönelim. Bugün bir bitsin bununla ilgileneceğim söz.”

Düşüncelerimin kalabalığından Talha’nın söylediklerini duyamıyordum. Talha bunu fark etmiş gibi koluman tutarak beni pek kıymetli misafirlerimizin yanına doğru sürükledi. Geri kalan zamanın nasıl geçtiğini anımsamıyorum pek. Hava nihayet kararmış misafirlerde yavaştan dağılmaya başlamışlardı. Vakıf hocanın tebrik için yanıma gelmesini beklemiştim ama gelmedi. Eşi Nihal hanım gelip onun yerine de tebriklerini sunduktan sonra ayrıldı yanımızdan. Az önce kocasının bir keskin nişancıyla konuştuğunu gördüğümü onun sıradan bir üniversite profesörü olmadığını söylesem bana inanır mıydı diye düşünüp durdum. Belki oda bundan haberdardı ve bizden saklıyorlardı. Kendime böyle düşündüğüm için kızıp dursam da bir kere güvenim sarsılmıştı ve Vakıf hocanın etrafında ki herkese sıçrayacaktı bu şüphe.

Nihayet düğün bitti. En son annem ve Aslı’yı ağlayarak uğurladım. En zoru onlarla vedalaşmak oldu. Sanki temelli gidecekmişim de onları bir daha hiç göremeyecekmişim gibi hissetmeme engel olamamıştım ve ağladıkça ağlamıştım. Gözyaşlarımı nihayet durduğunda dinlenmek için fırsat bile bulamadan Bella, Leyla ile birlikte ellerinde iki valizle belirdiler yanımda. Soru soran bakışlarımı onlara diktim. Aralarında gülüştüler.

“Balayı!” dedi Leyla kıkırdarken bir yandan da.

Balayı? Şaka yapıyor olmalıydılar. Talha ile balayı konusunu hiç konuşmamıştık. Konuşulmadığı için gitmeyeceğimizi sanıyordum bende. Etrafa bakındım ama onu göremedim.

“Talha bahsetmemişti. Nerede şuan?” Aynı anda arkamda ki arabanın çalışan motor sesi duyuldu, Bella çenesi ile ileriyi gösterdi.

“İşte orada.”

Araba gelip önümde durdu, sürücü koltuğunda ki Talha ya anlamaz bakışlar atıyordum ki Leyla ve Bella beklemeden valizleri bagaja koymak için harekete geçtiler. İkisi de benden daha heyecanlı görünüyorlardı. Talha arabaya binmemi istediğini belli ederek bakışlarını üzerime sabitledi, beklemeden yolcu koltuğuna oturdum. Leyla ve Bella’ya el salladığım sırada araba çoktan onları geride bırakarak hızlanmıştı.

Arabanın hızla kıvrılarak ilerlediği yol bomboştu. Hava karanlıktı etrafta hiçbir şey seçilmiyordu. Talha’nın bakışları araba farının aydınlattığı yoldaydı. Düşünmesi gereken meselelere uğramış geri dönemiyor gibiydi. Benim de ondan aşağı kalır bir yanım yoktu düşünceler zihnimde aynı yolu izleyip duruyor aynı sorulara çarpıyor ve cevapsız kalarak geri dönüp başa sarıyordu. Gözümü kapatıp derin bir nefes aldım aklımın tavanından tüm cümleler görüntüler yavaş yavaş düşüyor bende onları seyrediyordum. Tüm duygularım bir belirsizlik döngüsünün pençelerindeydi. Ağacımdan uzaktaydım. Talha’nın sessizliği bana da bulaşmıştı, düşünceleri ondan çok benim üzerime geliyordu. Dudağımda keyifsiz bir gülümseme oluştu. Ona benziyordum öyle mi? Bakışlarım istemsiz Talha’ya döndü ve uzaklaşmanın beni ondan daha kötü hissettirdiğini anlayarak ağacıma doğru bir adım attım. Ona doğru yürürken içimde ki tüm belirsiz duyguların yakalarından tutup bir kenara bıraktım. Yanımda sadece tıpkı onun en büyük korkusu gibi sevdiklerim için duyduğum endişe vardı. Onu ise istesem de kovamıyordum.

“Nereye gittiğimizi söyleyemeyecek misin?” dedim nihayet sessizliğe bir son vererek, Talha orada olduğumu yeni hatırlamış gibi baktı. Birkaç saniye düşünmesi gerekiyormuş gibi önüne döndü ardından keyifsiz bir şekilde cevapladı:

“Sürpriz.”

“Çiftliğe gitseydik. Paris ten iyidir.” diyerek imalı bir şaka yaptım onu neşelendirmeye çalıştığım bir sesle. Talha bu defa çatık kaşlarla bana döndü sahte bir sitemle konuştu:

“Sürprizi kalmadı.”

“Çiftliğe mi gidiyorduk?”

“Evet.”

“Ben senin bugün ki o romantik konuşmalarından sonra kesin bir Paris tatili bekliyordum.” diyerek itirafta bulundum hayal kırıklığına uğramış gibi konuşarak. Talha umursamaz bir şekilde omuz silkti:

“Hayal kırıklığına uğrayacaksın o halde.”

“Zaten bura ya da Paris fark etmez. Önemli olan-“

“İkimizin çok romantik bir balayı geçirmesi.” diyerek yarıda kestiği sözümü tamamladı. Öyle söyleyecektim evet ama bunu Talha’nın söylediği gibi imalı bir şekilde söylemeyecektim. Normal bir cümle Talha’nın ağzından çıkınca insanı baştan ayağa kızartacak şekilde utanç veriyordu. Onda donan şaşkın bakışlarımdan sonra Talha bana bakıp güldü. Şükürler olsun ki kara bulutlarını geri de bırakmıştı. Bakışlarımı ondan çektim, yutkunarak önüme döndüm. Neyse ki karanlıktı ve yüzümün aldığı şekli göremezdi. Göremezdi ama görür gibi bilirdi: “Benden utanıyor musun?” diye sordu bu defa. Evet!

“Haaayır.”

“Neden utanıyorsun?” dedi ciddiyetle üsteleyerek. Onunla konuşmanın bu duygunun ardına saklanmaktan daha iyi olacağını biliyordum. Bu yüzden dürüst olmak gerekirdi.

“İmalarından.”

“İma etmiyorum ki açıkça söylüyorum. Eşler arasında gayet normal olan şeylerden bahsediyorum. Mesela eğer seni öpmek istiyorsam-” uzanıp söylediklerinin devamını getirmemesi için elimle ağzını kapattım. Sonra bu ani tepkimden utandım ve hemen elimi çektim. Talha gülümsedi: “Çocuk gibisin.”

“Sadece anlayışlı olmalısın. İlk kez evleniyorum, ilk kez hayatımda biri var ve ilk kez… birini seviyorum.” son cümle özellikle o duymasın diye kısık sesle çıkmıştı. Talha bakışlarını yoldan çekip bana baktı. Duymuştu. Ona duygularımdan bahsetmek beni utandırmıştı. Bunu elbette ki fark etmişti. Bir süre sessiz kalışı belki de beni daha fazla utandırmamak içindi. Ellerimi kucağımda birleştirmiş oyalanıyordum ki Talha daha da keyifli bir sesle:

“Senin için ilk duygular olduğu için anlayabilirim.” dedi.

Anlayışlı olmasına sevinmiştim birkaç saniye. Ardından aklımda ki soru işaretleri dart tahtasına saplanan birer ok gibi Talha’yı vurdu bakışlarım ile. Elbette ki oralı olmadı.

“Senin için ilk duygular değil mi?” cevap vermeyerek dudak büktü. Değil miydi? Leyla daha önce onun hiç kız arkadaşı olmadığını söylemişti. Yanlış biliyor olamazdı değil mi: “Talha?”

“Ne?”

“Hah. Bunu bana evet demeden önce söylemeliydin.” dedim bastırmaya çalıştığım kıskançlığım ile. Sinirlenmiş miydim? Biraz biraz. Talha bıyık altından güldü. Beni kızdırmak için söylüyordu ve kızıyordum: “Şaka yapıyorsun değil mi? Az sonra ilk kez evlenmiyorum dersen düşüp bayılabilirim.”

“Benim cevabımdan önce şu görüntümü bir de kızlar açısından değerlendir. Şunu düşün listenin zirvesi için bayağı geç kalmış sayılmaz mısın?” dedi eli ile o bakılası çehresini göstererek.

Ne vardı görüntüsünde diye baktım. Siyah Mercedes’in içinde sıradan biriydi. Saçlarının önünü her zamankinden daha çok kaldırdığını fark ettim. Konuştuğunda uzun boynunda ki ademelması hareket ediyordu. Papyonunu çıkarmış beyaz gömleğinin düğmelerinin bir kaçını açmıştı. Sol eli direksiyondaydı, sağ dirseğini koltuğunun koluna dayamıştı. Kolunu hareket ettirdiğinde kaslarına takıldı bakışlarım. Çizilmiş çenesinden düşeyazan keyifli gülüşünden boynuna indi bakışlarım. Neler düşündüğüme hayret ettim ardından, bakışlarımı çekmek için çaba sarf ettim. Damarlı elleri ile koltukta bir iki ritim tutturdu. Bana döndü bakışları. Kehribarları dalgalandı. Uzun kirpikleri arasında insanı seraplara daldıran bir çölden farksızdı. Susadığımı hissettim. Ta ki Talha gülümseyene kadar, tebessümü susuzluğumu giderdi. Yutkundum. Onu sadece benim böyle görmemi istedim Allah’tan, başka hiç kimseye hiçbir kıza böyle görünmemesini diledim. Moralim iyice bozulduğunda önüme döndüm. Haklıydı. Onun bunca yıldır hayatında ki yek ve ilk kız ben olamazdım değil mi?

“Hayatına ne kadar kız girdi merak etmiyorum. Duymak da istemiyorum.”

Bunda kararlıydım. Çünkü cevabına tahmin edemeyeceği kadar çok üzülürdüm. Bana gelen birinin benden önce ki hayatı için onu yargılayamazdım elbette ki ama kalbimin boynu bükülürdü, bu yüzden sustum. Kızamayacağım şeyler vardı ve bu da onlardan biriydi. Yine de aklımda ki Asude ile aynı güzellikte bin bir kız modellerini kovamadım bir süre. Çiftliğe varana kadar sessizce somurtup dururken Talha bir şey söylemedi ama eğlendiği açıktı. Ara sıra kaçamak bakışlarla beni süzüyor tekrar önüne dönüyordu. Arabayı park edip durduğunda onu beklemeden indim. Eve doğru biraz mesafe vardı. Toprak yol nemli ve yumuşaktı. Ayağımda ki topuklu ayakkabılar toprağa batıyor yürümemi zorlaştırıyordu. Talha büyük valizi bagajdan çıkarırken henüz bir iki adım atmıştım. Beklemeden yanımdan geçip eve doğru yürüdü elinde ki valizi kapıya bırakıp anahtar aramaya başladı. Gelinliğimi evde çıkarmadığıma pişman olmuştum. Şimdi ucuna küçücük bir leke değse dahi oturup ağlayabilirdim. Issız gibi duran ormanlık yere baktım, karanlıktı. Bu saatte kimse elbette ki bu dağın başında olmazdı. Biraz uzakta ki Yiğitlerin kaldığı evden de ışık gelmiyordu. Onlarda yoklardı. Uzanıp bir çırpıda ayakkabılarımı çıkardım, bir elimle onları tutarken diğeri ile gelinliğimin eteğini toplayıp elime aldım. Soğuk hava şimdi ayak bileklerime tutunmuştu. Yalın ayak nemli soğuk toprağa basmak biraz tuhaf hissettirse de hiç değilse rahat yürüyebilirdim. Gelinliğim kirlenmediği için memnun olarak eve doğru bir iki adım attığım sırada Talha’nın kapıda bana baktığını gördüm. Bakışları ayaklarımdaydı. Ardından hızla yanıma geldi. Ayakkabılarımı elimden aldı ilk olarak.

“İndir eteğini.”

“Kirlenir-“

Talha eğilip beni kucağına aldı. Yerden kesilen ayaklarım ile şaşkın şaşkın ona bakarken bütün uzuvlarım dondu. Yürümeye başladığında bakışlarımı yüzünden ayıramıyordum. Havada kalan sağ elim ile düşmemek için boynuna tutundum. Ona daha da yaklaştım. Kokusu şimdi daha keskindi, derin bir nefes aldım. Dudağımda bir gülümseme oluştu. Talha’nın kucağında üzerimde gelinliğim ile kapıdan içeri girdiğimde hafif geri dönerek sol ayağı ile kapıyı ardımızdan kapattığı an cidden balayında olduğumun farkına vardım. Bir yanım bu halimizden memnundu. Bu memnuniyeti bekliyor olduğum hissine kapıldım. Beni indirmesini bekleyen bakışlarım tekrar o muazzam çehresine döndü. Bunu fark eden Talha da gözlerimin içine baktı. Bakışlarında ki duygu derinleşti göz bebeği büyüdü. Bir şeye karar vermeye çalışıyormuş gibi bakıyordu. Utanarak bakışlarımı ondan çektim. Bir iki adım atarak salonu geçti.

“İndirebilirsin artık beni.”

Beni duymazdan geldi. Büyük salonun köşesinde duran kapılardan birine yaklaşıp açtı. Yatak odasıydı. Ürkek bakışlarım titreyerek ona döndü bu defa. Bakışlarında ki duygu şuan bende peyda olmuştu. Dilimin damağımın kuruduğunu hissettim, alt dudağımı dişlerken bakışlarım Talha ve yatak arasında gidip geldi. Sarıldığım boynunda ki kollarımı geri çektim. Talha bunu fark etti ve gülümseyerek yatağa yaklaştı. Elinde ki ayakkabıların yere düşen tok sesi duyuldu ilk olarak ardından da onun keyifli sesi:

“Damadın kucağında buraya kadar geldin. Şimdi...”

Başım yastığa değdiği an tekrar kalkmaya niyetliydim lakin Talha buna müsaade etmeyerek üzerime eğildi. Hayır! İçimde oluşan korku kalbime yüklendiğinde kalp atışlarımın gümbürdeyen sesini onunda duyduğuna emindim. Durdu duracaktı. Aklımdan geçen düşüncelerimin kıskacında iken bakışlarım usulca Talha’ya süzüldü tekrar. Gülümseyişi dondu bakışlarını gözlerime dikti, hiç kımıldamıyordu göz bebekleri. Kahverengi bir volkanın içine düştüm sanki yuvarlandıkça yuvarlandım. Bir ara başıma bir ağrı saplandı. Ölüyor gibiydim. Nefesi yüzüme çarptığı an düştüğüm yerden gerisin geri çekildim ve kendime geldim. Saliseler kalmıştı beni öpmesine ki korkum baskın geldi. Elimle dudaklarımı kapattım. Gözlerimi sımsıkı yumdum ne kadar güçlü bir savunmadır bu tartışılır lakin bu elimden gelen tek gard kurma şekliydi. Ondan mı kendimi sakınıyordum? Neden? Birkaç saniye geçti aradan ondan bir atak bekledim ama Talha tepkisiz kalınca yavaşça açtım gözlerimi ve ona baktım. Bakışları anlamsızdı. Kırılacağını ya da kızacağını aklıma düştü. Neden kendimi ondan sakındığımı ben bile anlamazken o beni anlar mıydı? Uzanıp dudaklarımı kapattığım elime hafif bir buse kondurduğunda emin oldum. Anlardı. Ben bile anlamazken o anlardı.

“Sen ilksin.” dedi fısıldayarak.

İlk? Arabada ki mevzudan bahsediyordu. Sen benim hayatımda ki ilk kadınsın diyordu. Evlendiğim ilk kadın. Sevdiğim ilk kadın. Kucağıma aldığım taşıdığım, öptüğüm ilk kadınsın. Geri çekildiğinde gülümsüyordu. Ayağa kalkıp doğrulması ile tuttuğum nefesimi geri verdim, beni soluksuz bırakışına hayıflandım. Sadece benim bu kadar etkileniyor oluşum haksızlıktı. Uzandığım yerden doğruldum ve bakışlarımı Talha’dan çekerek sakinleşmeye çalıştım. Yataktan sarkan dizlerime koydum ellerimi heyecanımı bastırmaya çalıştım. Kolunda ki saatini çıkarırken diğer yandan alaydan uzak, sakin ve kararlı bir ses tonu ile konuştu:

“Seni istediğin kadar bekleyebilirim.”

Gömleğinin düğmelerini açmaya başladı, utanarak bakışlarımı ondan çektim. Parmak uçlarımda gelinliğimin sert dantellerin izi çıktığından emin olana kadar bastırdım ellerimi dizlerime. Talha üzerinden çıkardığı gömleğini koltuğa bıraktı ve banyonun kapısını açtı. Gözaltından ona baktım. Kapıyı kapatmadan son kez bana döndü:

“…yalnız unutma fazla naz aşık usandırır.”

Banyodan suyun sesi gelene kadar yatakta oturmaya devam ettim bir süre daha sonra aklıma gelmiş gibi hızla ayaklandım. Talha çıkmadan üzerimi değiştirmekti niyetim. Elimi çabuk tutarak kalıp olan bir sürü iğne ile tutturulmuş gelin duvağını çıkardım. Saçlarımı dağıttığım anda güzel bir koku yayıldı etrafa beni rahatlatan güzel bir koku… Bella’nın saçlarıma sürdüğü o özel karışımın kokusu beni az da olsa yatıştırdı. Ellerim ile belime uzanmaya çalıştım. Lakin orada gelinliğimin fermuarı olmadığını fark ettim. Sırtında yaklaşık elliye yakın birbirine geçmiş düğme vardı. Sabah bunları zorla ilikleyen Bella’yı anımsadım, ‘bin düğmeli gelinlik bu’ diyen alaycı sesi zihnimde yankılandı. Ve talihime güldüm.

Aynada ki yansımama baktım. Saçlarım her zamankinden daha dolgulu ve özenliydi. Sabahtan bu yana nasıl oluyor da hala böyle durabiliyorlardı hayret ettim ve o an her zaman ki Feza’dan farklı olduğumu fark ettim. Yanaklarımda ki allığın belli belirsiz gölgesine, kirpiklerimin her zamankinden daha koyu oluşuna, dudaklarımın bugün biraz daha canlı duruşuna baktım. Sabahtan bu yana ilk defa adam akıllı kendime bakıyordum. Hafif bir makyajın üzerimde ki tesiri beni korkuttu. Ellerim yanaklarıma gitti yüzüm hala sıcaktı. Elimle yelpaze yapıp serinlemeye çalıştım ama nafileydi. Yüzüme baktım tekrar aynada ve bir ton koyulaşmış gözlerimde ki korkuya. Neden korkuyordum? Talha’dan mı? Talha’ya güvenmiyor muydum? Onunla evlenmemiş miydim? Onu sevmiyor muydum? Öyleyse neden ondan kaçıyordum, kendimi sakınıyordum? Derin bir nefes aldım. Aklımdan geçen sorularıma teker teker cevap verdim. Kuşku değildi hissettiğim. Ona güvenmemezlikte değildi. Belki de ilk kez hissettiğim duygudan dolayı çekinmiş, utanmıştım. Ama böyle hissetmem yanlıştı. O Talha’ydı, benim kocamdı ve onun karısıydım. En çok güvendiğim, kendimi en huzurlu hissettiğim adamdan kokmamalı, onu saçma sapan nedenlerden dolayı kendimden uzaklaştırmamalıydım. Ürkekliğime olan anlayışı gülümsememe sebep oldu. Belki de buydu o an beni en çok rahatlatan bilmiyorum ama derin bir nefes alıp aynada ki güzel kıza gülümsedim. Aynı anda banyodan gelen suyun sesi de kesildi. Derin bir nefes daha aldım ve kararımdan dönmemek için aynada ki yansımama sırt çevirip kapıya döndüm.

Talha banyodan çıktı. Elinde ki havlu ile ıslak saçlarını beceriksizce kuruluyordu yine. Aynı yerde aynı sahne. Gülümsediğimi gördüğünde kaşlarını çatarak neye güldüğümü anlamaya çalıştı. Bir iki adım atarak önümde durdu. Bakışları saçlarımda gezindi, yüzümde oyalandı ardından yutkunarak bir adım geriledi. Elinde ki havluyu ile tekrar iş olsun diye saçlarında gezdirdi. Amacı dikkatini dağıtmak gibiydi. Keyiflenen sesi ile sordu:

“Üzerini neden değiştirmedin?”

“Senin gözünde güzel miyim?” diye sordum aniden bu düşündüğüm bir şeydi sesime ulaştığını Talha’nın tepkisi ile fark ettim ama yine de şuan bu sorun değildi.

“Ne?”

“Cevap ver.”

Daha önce hiç bununla ilgili bir şey söylememişti. Bu yüzden sorum üzerine şaşırdı. O klasikleşmiş tek kaşı havalandı. Elinde ki havluyu az önce gömleğini bıraktığı koltuğa attı. Bana döndü. Yüzünde güzel bir ifade oluştu. Bir tebessüm dudağından ha düştü düşecekti. Uzanıp eli ile bir tutum saçımı geriye itti. Ne cevap vereceğini bekledim yahut nasıl cevap vereceğini.

“Çok güzelsin.” dedi ilk kez doğrudan konuşarak. Tekrar sordum.

“Bana bakınca ne görüyorsun?”

Aynı yer bir kez daha ve aynı soru bir daha. Bu soruyu ona ikinci defa soruyordum, sanırım Talha da bunu fark etti ve sessizce düştü tebessümü dudağından. Bir ziyafet ki tahmin edilemezdi gülüşü... Kulağıma doğru eğildiğinde şampuan kokusu etrafımı sardı:

“Küçük bir kız çocuğu.” gülümsedim.

“Küçük bir kız çocuğu değilim.”

“Öyle mi? Kanıtlayalım mı? Sana bir şey-”

Uzanıp onu öptüm. Hiç kımıldamadan, tepkisiz kaldı. Kanıtla demişti değil mi? Geri çekilip ona baktığımda az önceki muzip bakışlarının kaybolduğunu gördüm. Şaşkınlığını üzerinden attığında o saliselerden sonra farklı bir duyguyu buyur etti bakışları tekrardan, gözleri koyulaştı. Sabır diler gibi başını sağa çevirdi. Bana tekrar baktığında sırıtıyordu:

“Yemin ederim en büyük imtihanımsın. Beni daha fazla zorlama.”

Ona doğru bir adım attım. Talha ne yaptığımı anlamaya çalışıyordu. Ona anlamsız gelmek hoşuma gitti. Bakışlarımı tekrar kaldırıp ciddi bir ifade ile bana bakan Talha’ya baktım. Uzanıp yüzüne dokundum. Elim boynunda şah damarının üzerinde durdu. Nabzını hissettim. Heyecanlanmıştı bu hissinin farkına varmak beni iyi hissettirdi. Talha fısıltı şeklinde:

“Feza, çizgiyi aşarım.” dedi.

Ona baktım, tekrar yutkundu. Gülümsedim. Talha sanki bu gülümseyişimi bekliyormuş gibi aramızda ki çizgiyi aştı. Benim gerçekten bir kız çocuğu olmadığımı anladı. Onun karısıydım ben. Feza değildim. Bugünden sonra gerçekten Feza Bahremoğlu’ydum.

. . .

Sabah gözlerimi açtığımda bakışlarım bir süre tahta kapıda oyalandı. Konum, zaman, an birkaç saniye sonra zihnimde yer edindi. Başımı çevirip yatağın sağına doğru baktım, Talha’yı derin bir uykunun kollarında gördüm. Bana dönmüş sol kolunu yastığın altına almış, başı beyaz yastığa gömülmüştü. Saçları dağınıktı. Mışıl mışıl uyuyordu. Onun bu hali en sevdiğimdi. Tepkisiz, sakin, masum ve en Talha hali… Nasıl oluyordu da sadece kaşlarını çatması ile birden kendisinden ürkülecek bir hale dönüşen bir adam oluyordu hayret ediyordum onun bu haline bakarken. Elim istemsiz uzanıp kirpik uçlarına değdi. Kımıldandı. Hemen geri çekildim. Onu uyandırmak istemiyordum. Çok sessiz hareket ederek geri çekildim ve doğrularak ayağa kalktım. Tekrar Talha’nın üzerini örterken uzanıp hafif bir buse kondurdum alnına. Ben artık iflah olmazdım onun süveydasından bu yana. Yazık bana.

İlk iş salon perdelerini açtım. Dışarıda hava açıktı ama sabah saatleri olduğu için sert bir soğuk vardı. Havada ki soğuk, sabah saatleri, mavi gökyüzü ve boylu boyunca uzanan çimlerin sonunda ormanın koyu görüntüsü mükemmel bir manzaraydı. Bu yüzden biraz ötede ki masayı büyük camın önüne çektim bu havada camın önünde kahvaltı yapmak harika olurdu. Mutfakta epey oyalanarak güzel bir kahvaltı hazırladım. Demliği masaya bırakırken Talha odadan çıktı.

“Günaydın.” dedi uykulu bir sesle.

“Gü-günaydın.”

Kekelememe şaşırdım. Ona bakamadığıma da. Utanıyordum! Masanın başında dikilmeye devam etti. Çayları doldururken beni seyrediyordu. Çaydanlığı yerine bıraktım gerektiğinden saçma bir yavaşlıkla. Bakışlarım kısa bir an ona kaydı. Hala bana baktığından daha da utanmıştım. Hemen önüme döndüm. Açık camı fark ettiğimde oraya yöneldim kapatırken bir yandan da konuşuyordum:

“Camı açık unutmuşum. Otursana. Güzelce kahvaltını yap. Hava soğumuş.”

Masaya oturduğumda bakışlarım karşımda duran adamdan başka her şeye değdi. Sessiz bir şekilde kahvaltımı yaptım. Talha’yı gözaltından yavaşça süzüyordum. Ara ara bakışları bana takılıyor yavaşça kahvaltısını yapıyordu. Dudağında asılı bin bir his yüklü bir tebessümü vardı. İşte ona değince geri çekemedim bakışlarımı. Gülüşü bir gergefte ince ince bir sevda dokudu yüreğime, zaman uzadı o an için sanki bir mutluluk çağladı yürekgahımın orta yerinde, içimi okşayan bir yel esti yurdumda.. Süveyda ağacımın yapraklarını okşadı o duygu.. Sırtımı gövdesine yaslayarak gözlerimi kapatıp o anın tadını çıkardım. Ta ki Talha’nın sesini duyana değin:

“Bana bakınca ne görüyorsun?”

Sorusu birkaç saniye düşünmeme neden oldu. Gülümsedim ardından. İki kez yanıtladığı soruyu bu defa o sorunca bende nasıl durduğunu ölçmekti galiba niyeti. Ona bakışımı yakaladığında utanarak kızaran yüzümü tabağıma çevirdim.

“Bir… mafya.” Talha’nın tek kaşı havalandı. Siyah tişörtünün kollarını çekti. Dağınık saçları yana yatmıştı. Gülüşü yarım kalmıştı yüzünde bu defa.

“Bana bakınca ne görüyorsun?” bu defa sesi ciddi olmam için tehditkar bir tonda çıkmıştı. Bakışlarımı ondan çektim. Elimde ki çatalı masaya bıraktım. Daha önce bana verdiği iki cevabına binaenaleyh içimde ki en güzel duyguları onun bakışlarına havale ettim:

“Bir adam… Dağ gibi böyle… Dünyanın en çetin, en yüksek, en engebeli dağı gibi… Çıkmak için deli olmak gerek. Cesaretinin Allah’tan gelmesi gerek öyle bir zorluk. Bu dağ kendisinin zorluğuna niyet eden insanı içine aldığında müthiş bir güven duyar insan. Sahiplenir, kurda kuşa yem etmez, aç bırakmaz. Yorar, düşman edindirir belki biraz ama asla seni zeval etmez. En derinine kadar izin verir ona ulaşmana. Zirvesi zordur ama niyetini kabul ederde çıkabilirsen ömrünün görüp göreceği en güzel lütfu yaşamış olursun. Dağlardan pek hoşlanmam ben. Ama seni gördüğüm anda niyetimi farkında olmadan ettim. İzin verdin ve şimdi karınım. Sen Talha Bahremoğlu hayatımda gördüğüm en zorlu dağsın. Ama dağ ki layetezelzel...”

“Ya öyle değilsem, öyle değilse.”

“Hayır. İnancım tam. Tüm bu yaşadıklarımız ancak Allah’ın izni ile oldu.”

Talha başka bir şey söylemedi. Gülmedi. O içinde barındırdığı her bir parçası bin kelimeye eşdeğer o güzel gülüşlerini gözlerinde biriktirip öyle baktı bana. Derin ve içten. Eğer aşk maşukta görünüyorsa şayet şuan onu görüyordum. Sevda eğer bir kalıba bürünüyorsa onu şuan Talha’nın yüzünde görebiliyordum ve gözlerinde ki yansımadan okuyabiliyordum. Dağ gibiydi o gözümde dediğim gibi sarsılmaz ve güvenilir. Elhamdülillah.

. . .

Koyu yeşilin tonlarında ki çam ağaçlarının yan yana sıralandığı ormanın başlangıcında ormana paralel olan yolda sessizce Talha’nın bir adım gerisinde yürüyordum. Evden dışarı çıkmak istediğimde sessizce başı ile onaylamış kapıya yönelmişti. Rüzgarın giydiği koyu yeşil parkanın kapüşonun kahverengi tüylerinin hafifçe havalandırdığını izledim bir süre arkasında hafif adımlarla yürürken. Ardından saçlarına değiyordu rüzgar perçemiyle oynuyor, yerçekimine karşı koyuyormuş gibi havada duran saçlarının boynunu bükmeye çalışıyordu. Konuşmuyorduk. Konuşamıyorduk sanki. Kelimeler ikimizin arasında yol şaşırmıştı. Bir noktaya ikimizde varamıyor gibiydik. Tereddütteydim. Konuşsam acaba cevap verecek mi diye düşünmeye başladığım an endişelenmeye de başlamıştım. Önce ki gün kahvaltıda ona verdiğim cevaptan sonra başlamıştı bu suskunluk. Zorunlu bir soru olmadıkça konuşmamıştı benimle. Korkuyordum. İlk olarak benden uzaklaşmasından korkmuştum ama o bana sarılıyor bazen belirsiz buseler konduruyor yanımda olduğunu hissettiriyordu ama sessizliği endişelenmeme sebep oluyordu. Düşünceliydi. Ne hakkında olduğunu ölümüne merak ediyordum. Tahminler yürütüyor olmayacak şeyler aklıma getiriyordum. Yine de sormamıştım bir şey, ondan duymayı beklemek daha akıllıcaydı. Her neyse ise düşündüğü o şey; kördüğümü çözmesini onun anlatmasını beklemek istemiştim. Lakin Talha onu çözse dahi bana anlatır mıydı muammaydı. Şu da vardı ki tıpkı onun gibi benimde düşünmem gereken çok şey birikmişti ama parçalara bölüp içimde bekletiyordum ve onun gibi sessizliğe gömülmüyordum. O yanımdayken benim için ondan başka hiçbir şey önemli değil gibiydi. O benim dünyamda dünyamdan ibaretti. Öyle ki kaygılarım, sevinçlerim ve endişelerim hepsi Talha’ydı ve yanımdaydı. Bu yüzden o susup düşünürken bende onunla beraber susuyor onun susuşunu dinliyordum.

Bakışları karşımızda uzanan tepedeydi. Kirpikleri gözlerini her kırpışında yavaşça göz kapağının biraz üstüne değiyordu. Beni gülümseten nadir manzaralardan bir tanesiydi. Sağ eli parkanın cebindeydi. Sol eline takıldı bakışlarım ürkekçe uzandım tutmak için ama hemen vazgeçtim. Kararsızdım. Onun mahremiyetine saygı duymam gerektiğini aramızda ki sükutun duvarlarını yıkmamam gerektiğine kanaat getirdim ve önüme döndüm. Talha ne düşündüğümü duymuş gibi yanıma düşen elime uzanıp tuttu ve elim avucunda parkasının cebine soktu.

“Hava soğuk.” dedi kendi kendine konuşur gibi gökyüzüne bakarken. Parmaklarının soğukluğunu hissettim. Elimi tutan elini sıkıca tuttum. Gülümseyerek yanına sokuldum. Yine sessizliğe gömüldü. Onun yaptığı gibi onunla konuşmak yerine bende kendi kendime mırıldandım.

“Endişeliyim.” bakışları beni buldu. Yine hoşnutsuz olan sağ kaşı havalandı.

“Neden?”

“Çünkü benimle konuşmuyorsun?”

“Konuşuyorum.”

“Kelimelerin kalbimin bile duyamayacağı kadar sessiz.” dedim usulca benimde kelimelerimin ona ulaştığından emin olmadan. Uzun bir sessizlik daha geçti aramızda.

“Endişelenme.” dedi ardından. Yorgun bir şekilde cevap verdim.

“O halde ne düşündüğünü söyle.”

“Korkuyorum.” dedi itiraf etmesi çok zormuş gibi bir sesle. Onun korkuyor olması benim için tuhaftı belki de o dağın hiçbir şeyden korkmayacağını düşündüğüm içindi.

“Niçin?”

“Benim yüzümden incinebileceksin diye.”

“Neden senin yüzünden incineceğimi düşünüyorsun?”

“Alaz! Nida hanım! En önemlisi Aden!” durup yüzüne baktım. Elim hala onun elinde onun cebindeydi. Gerçekten korkuyor olmalıydı. Benim için. Tüm bu hissettiğinin sevgiden olma hissi içimde yayıldıkça ona olan sevgimde yayıldı. Onu teselli edecek birkaç şey aradım birkaç ihtimalin yakasından tuttum ve işe yarayanları yanıma çektim.

“Alaz korkağın teki. Senden ödü kopuyor bana gerçekten zarar vereceğini düşünmüyorum. Nida hanımın ise bana zarar vermek düşüncesi tıpkı İnci hanım gibi sadece iğneleyici laflardan ibaret bence ki sanırım bunu atlatabilirim.” Talha keyifsizce güldü işe yaradığını düşündüm: “Aden’in ise beni öldürmek için bir sebebi olduğunu düşünmüyorum.” Talha yürümeye devam etti. Tekrar konuştuğunda ne kadar saf olduğumu vurguluyordu sesi:

“O bir nişancı Feza. Davet edilmediği bir düğünde, sadece kurbanını görmeye gittiği nişancı broşu ile özellikle de kendini göstererek kimsenin karşısına çıkmaz.”

“Beni öldürmek istediğinden eminsin yani.”

“Onu bulup sormadan emin olamam. Ama büyük ihtimalle…”sesi kırılmıştı sanki. Ciddi olduğunun farkına vardım ama yine de bu düşüncesine inanmak istemiyordu bir yanım. O adamın beni öldürmek gibi ne nedeni olabilir? Yahut beni biri neden öldürmek istesin? Ki bu soruyu sanki Talha duymuş gibi elimi sıktı. Yanımda duruyor olması, elimi tutuyor olması, onun karısı olmam galiba bir neden sayılabilirdi. Bir an ürperdim. Soğuktan çok korktuğum içinde olabilir.

“Yavuz, Aden’i arıyor değil mi? Ne olacak onu bulunca.”

“Bundan vazgeçirmeye çalışacağım.”

“Nasıl?” omuz silkti.

“Nasıl olursa?”

“Onu vurman gerekse bile mi?”

“Onu öldürmem gerekse bile.” ayaklarım olduğu yerde kaldı. Adım atmak istedimse de yapamadım. Talha’nın soğuk ve kararlı bir şekilde bunu söylemesi bir kez daha içimi ürpertti, elini tutan parmaklarım gevşedi. Heyecanla konuştum çünkü Talha ciddiydi.

“Böyle bir şey yapmayacaksın. O bir nişancı değil mi? Her nişancı bir kuryeye özeldi ve onun kuryesi Yavuz’du? Yavuz beni öldürtmek istemediğine göre neden beni öldürmek istesin ki Aden? Ayrıca Yavuz onu daha önce durdurmuştu değil mi? Bu defa da durdurabilir. Neden öldürmekten bahsediyorsun.”

“Yavuz onu azad etmişti.”

“Yani.” Talha’nın öfkesi her zaman ki gibi yavaşça baş göstermişti yine. Elimi bırakıp karşımda dikildi bu defa sertçe konuştu:

“Onun bir kuryesi yok. Bu ne demek biliyor musun? O bir suikastçı demek oluyor. Bu da onu tehlikeli yapar. Ve evet eğer ki biri sevdiğim kadını öldürmeye niyet ettiyse bende onu öldürmeye niyet edebilirim. Sana yemin ederim ki eğer senin kılına zarar verirse onu kendi ellerimle öldürürüm Feza. Daha önce yapmadığım bir şey değil bu.”

Beni bırakıp eve doğru yürümeye başladığında olduğum yerde bir milim dahi kımıldayamamıştım. Birini öldürmek fikri onun yaşamına son vermek fikri tüyler ürperticiydi. Özellikle de bunu Talha’dan duymak. Şaşırmamıştım buna. Yavuz’un sahilde Talha ile ilk karşılaştıklarında onu kurtarmak için birini vurduğunu söylediği o günü anımsadım. Talha ile karşılıklı silahlar çekilmişti ve biri ölmüştü. Yavuz ‘ben vurdum’ demişti. O an Talha’nın adamı vurduğundan emindim. Ama sonra ne zaman aklıma gelse bu düşüncede Yavuz’a inanmaya karar vermiş ve Talha’yı kara şövalyeden beyaz atlı prense çevirmiştim. Lakin az önce Talha birini öldürdüğünü ima ettiğinde yüzüme soğuk su fırtılmışçasına kendime gelmiştim. Gözümde ki pembe lensler çıkmıştı. Talha’nın daha önce birini öldürmüş olma ihtimali içimde bir şey kopardı. Bu düşünceden kaçarken aslında buna inanmak istemediğimi fark ettim. Ve Talha birini öldürmüş olsa dahi onun benim gözümde kötü olmadığını gördüm. Gerçek sevgi maşuka asla toz kondurmuyordu. Onun aksi bir davranışını göz ardı ettiriyor, yanlışını görmezden geldiriyor ve bir katil olsa dahi onu gözünde kötü biri yapmıyordu. Sevgi öyle bir kalıptı ki Talha ile katil kelimesini yan yana koyduğumda dahi ona olan sevgim değil eksilmek yerinden bile kımıldamıyordu. Aşkın gözünün kör olduğunu söylerlerken benim şu içinde bulunduğum durumu kastediyor olmalıydılar. Onun kötü biri olmadığına yürekten inanıyordum lakin sevdiği birinin ölümüne sebep olacak birini öldüreceğini söylemesi onu gözümde doğru bir şey yapmış gibi gösteremiyordu yine de. Pişman mıydı? Yaptığının yanlış olduğunu kabul ediyor muydu? ve sadece bir kişiyi mi öldürmüştü? Son soru içimde kaya gibi duran o duyguya bir balyoz olarak indi. Bir endişe gelip ağacımın altında yanımda taht kurdu. Korktum ve üzüldüm. Gerekirse benim için birini öldürebileceğini söylüyordu. Beni sevdiği için mi? Çok sevdiği için mi? Bunun hastalıklı bir düşünce olduğunu fark ettim. Beni her ne kadar seviyor olsa da birini öldürecek kadar sevmiyordu. Sevmemeliydi. Benim için birini öldüremezdi. Kendimi onun yerine koydum. Onu çok seviyordum. Belki onun beni sevdiğini düşündüğü o gerçeklikten daha da çok. Sevgi ölçütlenemezdi biliyordum ama eğer ki bir ölçü verilmesine izin varsa benim sevgimin yanında onun ki sadece bir avuca sığabilirdi. Ve bu denli sevebilen ben onun için birini öldürmezdim. Öldüremezdim. Buna içimden emin olarak cevap verdim. O kadar emin olmuştum ki bir an bu düşünceden korktum. İçimden bir istiğfar çektim. Allah’a sığındım. Diledim ki öyle bir imtihana tabi kalmayalım. Ben yahut Talha… Bunu onunla konuşmaya karar verdim. Beni öldürmek için peşimde olan biri varsa dahi Talha onu öldüremezdi. Katil olamazdı. Birini öldürmek dışında her şey olabilirdi. Ama Talha tekrar birini öldüremezdi.

Mutfakta akşam yemeğini hazırlarken Talha sessizce bilgisayarın başında çok önemli şirket işleri ile uğraşıyordu. Gözaltından bakışlarının bana kaydığını beni seyrettiğini anlayabiliyordum. Konuşmuyordu yine benimle. BU defa ki zorunlu bir susmak gibiydi. Son konuşmamızdan bu yana yüz ifadesi ise eğer ona tek bir şey daha sorarsam üstüme öfke ile geleceğini söylüyordu. Onu anlamadığımı düşündüğüne ise emindim. Bunun için kızgındı bana. Benim ona kızgın olmamaı göremediğini de biliyordum. Bunun için bende sessizdim.

Yemekler hazır olduğunda masayı hazırladım. Salatayı kasesini masaya koyduğumda durup ona baktım. Beni görmüyor gibiydi önünde ki bilgisayara dalmış bir şeyler okuyordu. Sağ eli boynunda asılı kalmış ekrana doğru eğilmiş tüm dikkatini toplamıştı. Su ısıtıcısının düğmesine basıp beklemeye başladım. Su çok geçmeden kaynadı. İki kupadan birine kendim için sallama çay diğerine daha önce burada içtiğim dağ çayından ekledim. Talha’nın sıhhatinde bir kırgınlık vardı üşütme arefesindeydi ve hasta olmaması için önce çayı içirip yemekten sonra ona ilaç verme niyetindeydim. Isıtıcıyı yerinden kaldırdığım an aklımda onunla konuşacağım cümleleri sıraya koyuyordum. Ki ilk kupayı doldururken ağzına kadar sıcak su dolu metal ısıtıcıyı dengeleyemedim ve sıcak su döküldü. Küçük bir çığlıkla geri sıçradım. Metal ısıtıcı yere düştüğünde bir gürültü çıktı. Sıcak suyun etrafa yayılması ile yerde yayılan suyun buharı havalandı. Talha çoktan ayağa kalkmış yanıma gelip iyi olup olmadığımı kontrol ediyordu.

“İyi misin? Döküldü mü bir yerine?”

“Ha-ayır.” canımın acıdığını hissetmemiş daha çok korkmuştum. Talha elimi alıp lavaboya sürüklediğinde sıcak suyun elime döküldüğünü fark ettim. Daha yanığı hissedemeden Talha soğuk suya tutmuştu bile elimi. Bileğimi sıkıca kavramıştı ve elimin üzerinde ki kızarmış küçük yanığa bakıyordu endişe ile.

“Yanıyor mu? Neden dikkat etmiyorsun? Ya bir şey olsaydı?”

“Dalgındım. Yanmıyor hem.” Elimi bıraktı. İşaret parmağı ile sinirle söylendi.

“Dur burada. Elini sudan çekme.”

Hızlı adımlarla yatak odasına gitti. Birkaç saniye sonra ise elinde ilk yardım kutusu ile geri geldi. Kolumdan tutup beni ardı sıra salona sürükledi ve koltuğa oturttu. Kendisi de karşıma geçip ortada bulunan tahta masanın köşesine oturdu. O an elimde ki acı baş gösterdi. Sıcak su çok olmasa da şimdi elimi yakmaya başlıyordu. Çatık kaşlarla bir yandan beni izleyen Talha diğer yandan da bir kremin kapağını açıyordu. Yanan elime usulca üfledim. Talha elimi çekip krem sürmeye başladı. Yavaş yavaş canımı yakmamaya özen gösteriyordu. Yüzümü buruşturduğumu fark ettiğinde eğilip usulca elime üfledi. Sanki dermanı oymuş gibi elimin acısını unuttum. Kremi sürdükten sonra kutudan çok ince bir bez çıkardı, elime çok temas ettirmeden gevşek bir şekilde sardı.

“Bir yere değdirmemeye dikkat et. Az sonra diner acısı.”

Başımı salladım anladığımı belirtircesine. Talha ilk yardım kutusunu kapatıp bana doğru eğildi. Boşta ki elimi avuçladı. Gözlerime baktı. Öyle uzun bir zaman baktı ki utanmaya başlayarak önüme düştü bakışlarım. Aklından ne geçiyorsa çoktan duymuş gibiydim. Bundan belki de ondan bakışlarımı kaçırışım.

“Yaklaşık üç gündür evliyiz ve üç gündür sürekli senin için endişeleniyorum.” dedi fısıltı halinde. Haklıydı. Şu Aden meselesini aklında tartıp biçiyordu üç gündür. Endişeleniyordu. Hatta korkuyordu benim için. Şuan hissettiği tek şey bolca mutluluk olması gerekirken o endişeliydi. Yutkunarak bakışlarım yerde cevap verdim:

“Seni endişelendirdiğim için özür dilerim.” Talha elimi bıraktı ve saçlarını karıştırdı. Geri çekilip bana baktı. Yüzünde sırıtan bir ifade vardı. Gözleri parladı.

“Özür dilersen sana kızamam ama.” dedi. Ses tonunun normale dönüşüne şaşırsam da buna sevindim ve aynı şekilde cevap verdim:

“Sen her türlü kızabilirsin.”

“Kedine dikkat et. Bir daha mutfakta su ısıtma. Ocaktan, bıçaklardan ve fırından uzak dur. Yaralanabilirsin.” Güldüm. Talha ise sahte bir ciddiyete bürünmüştü.

“Emriniz başım üstüne. Mutfağa girmem bundan sonra. Yaralanabileceğim her şeyden uzak durmalıyım.”

“Tüm elektronik aletlerden de uzak durabilirsin..”

“Hatta dışarı da çıkmayayım başıma gökten bir uçak düşebilir.”

“Aferin böyle akıllı ol.” Gülümseyişi yayıldı. Elimin yanışı gitti ve o sıcaklık tüm kalbime yayıldı. Talha uzanıp öne doğru düşen saçlarımdan bir tutamını omuzumdan arkaya itti. Uzanıp alnımdan öptü. Elini yanağıma koyup fısıldadı.

“Ceketimin cebine sığsan keşke.”

Bir cümlenin bir destana denk geldiğini fark ettim. Bir bakışı bilirdim de bir cümleye ilk kez şahit oldum. Bu cümle Talha Bahremoğlu’nun lügatında karşımda oturup aylarca konuşmasına ve beni sevdiğini söylemesine bedeldi. Kalbimin kulağımın dibinde attığını hissettim. Onun kahverengi volkanından içeri, o karanlığında düşmeye başladım. Gözlerinin kahvesinin her bir haresinin, tanesinin kımıldadığını kısır bir döngüye düştüğünü gördüm. Bir cümlesi bende gözlerine bedel oldu. Kirpiklerinin usulca gözkapağına değişine, havada asılmış duran perçeminin uçlarının hafifçe dalgalanışına, dudağından düşeyazan o gülüşüne, gülüşün gizlice bir sır gibi tuttuğu o gamzesine bedel oldu. Ben şimdi beşerin içine düştüm. Yandım, yanıldım. Talha’ya sanki ilk kezmiş gibi bir kez daha beşerden vuruldum.

Önce yere dökülen artık soğumuş suyu temizledi Talha. Elinde çekpas ile onu asla hayal edemezdim ve bir daha asla göremezdim emindim. O yüzden o manzarayı aklımla birlikte telefona da kaydettim. Ardından soğuyan yemekleri mikrodalgada ısıttı tekrar. Ve ısıtıcı yerine elinde mavi çaydanlık ile benim için çay demledi. Yemekten sonra elim yandığı için onu bulaşık yıkarken de görmek nasip oldu. Fotoğrafını çekmek istediğimde telefonumu suyun altına tutmakla tehdit etti ki ciddi olduğu için vazgeçtim. Bulaşık faslından sonra salonda otururken elinde buharı tüten kupalarda çay getirdiğinde kupayı benden olabildiğince uzak bir yere bıraktı ve az biraz soğuyana kadar elime almama izin vermedi. Çayını yudumlarken onu izliyordum. Bakışları şömine de ki alevdeydi. Aklıma yine şimdi ona soramayacağım o sorular dolandı. Her birini aklımdan atmaya çalışırken iplerine takılıp takılıp düşünüyordum. Oturduğum koltukta geriye yaslandım.

“Söyle,” dedi Talha. Bakışlarım ona döndü. Aklımı okuyor olamazdı değil mi? Hani ihtimal vermiyor da değildim açıkçası.

“Ne söyleyeyim?”

“Aklını ne meşgul ediyorsa onu. Öyle çok düşünüyor olmalısın ki az daha kendini yakıyordun.”

“Birçok şey var merak ettiğim.”

“Söyle.”

Talha ile şimdi burada oturup onun “katil” olup olmadığı ile ilgili konuşmak fikri o an can sıkıcı bir konu olurdu. Sevdiğim adama soracağım soru beni daha çok korkuttu. Talha elbette ki bunu fark etmişti. Ama nasıl ki ben onu benimle konuşması için beklediysem o da beni beklemişti. Uzanıp önümde ki tahta masada duran çay kupasını aldım, yudumladım.

“Bana kendini anlat.” dedim havadan sudan bahseder gibi. Beklediği soru bu olmadığı için bir an şaşırdı:

“Ne anlatayım?”

“İlkokulunu, liseni, üniversiteni falan filan…”

“Cidden bunu mu merak ediyorsun?”

“Evet.”bir an düşündü merakla ne diyeceğini bekliyordum.

“İstanbul da okudum ilkokulu, liseyi. Üniversiteyi de Ankara’da.” sustu kupasında ki son yudumu aldı. 28 yılını bu kadar net anlatması ona has bir klasikti bu yüzden içimden bir alkış tuttum. Güldüm.

“Bu kadar mı?”

“Evet. Daha başka ne var ki?”

“Ne o yoksa okulda iken ezilen öğrenci miydin?” Talha sesli bir şekilde güldü.

“Cidden bu söylediğine inanıyor musun? Daima okulun en popüler öğrencisiydim.”

“Notlarının iyi olmadığını duydum.”

“Ders çalışmaktan nefret ediyordum.”

“Neden?”

“Birinin bana istemediğim ödevleri yaptırıp zorla ders çalış diye diretmesinden, bana emir verilmesinden nefret ederdim.”

“Ben tembelim demenin kaçıncı seviyesi bu?” gülerden bir yandan da çayından bir yudum daha aldı. Bakışları bir şey hatırlamış gibi bir süre yerde oyalandı ardından ağır ağır konuştu:

“Babam karnemde ki notlara çok önem verirdi. Ve yüksek tek bir not bile görmediğinde yüzünde ki ifadeyi görmek hoşuma giderdi.” şaşırdım:

“Babanı hoşnut etmemek için miydi yani?”

“Onu beni sevmediğini düşünüyordum. İşte evde yüz ifadesi hep aynıydı ne düşündüğünü asla tahmin edemezdim. Sadece karnemi gördüğünde sinirlenirdi bu farklı bir ifadeydi bana göre bundan memnun olurdum.”

“Annen kızmaz mıydı bu duruma?”

“Hiç kızmadı.” hüzünlü bir gülümseme oluştu dudağında. Bakışlarını yere eğdi yine gözlerinin önünde birkaç görüntü oluştu sanki izledi bir süre onları ardından bakışlarını bana çevirdi gülümsedi: “Harika bir oğlu olduğunu biliyordu.” alayla güldüm.

“Elinden gelen bir şey olmadığı için sana iyi davranmış sadece.”

“Notları kötü de olsa yakışıklı bir oğlu vardı. En büyük gururu bendim.” gözlerimi kısarak onun yüzünü gösterdim:

“Lisede iken de bu halde değildin her halde. Eminim yüzü sivilce dolu bir ergendin.”

“Eksik olan tek şey sakaldı. Eğer yakmamış olsaydım görürdün fotoğraflarımı. Tüm lisenin kızları bana aşıktı. Okul balolarına en az 10 kız davet ederdi zaten sınıflarda da sadece 10-15 kız vardı. Tabi bende-“ birden durdu burada gülümsemesi de dondu. Geçmişe gitti yeniden.

“Sende ne? 10 kızla birden baloya gittin değil mi?”

“Hayır.”

“Kiminle gittin? Güzel miydi kız? İlk aşkın mıydı?”

“Baloya gitmedim.” ondan en az 7-8 kız lafını bekliyordum ki beni yanılttı.

“Neden?”

“O gün babamın İnciden bir çocuğu olduğunu ve annemle boşanacaklarını öğrendim. Babamın evini yaktım. O da içindeyken.” ne diyeceğimi bilemeden öylece ona baktım. Leyla’nın yaşlarında olmalıydı o zamanlar. Bir evi yaktığını söylüyordu. Hem de kendi evini babası içerideyken. Onu öldürmek mi istemişti? Bu düşünceyi her ne kadar aklıma getirsem de buna inanamadım. İnanamıyordum. Fısıldadım.

“Çok kızmış olmalısın ve büyük bir şok yaşamışsındır.”

“Hayatımda daha önce hiç o kadar gözüm dönmemişti. Kontrolümü kaybettiğimi söyledi doktor.”

Doktor mu? Bunun için psikolojik tedavi mi görmüştü? Öfke kontrolü için mi? Talha sessiz kaldığımı görünce devam etti:

“Psikiyatristim. Senin, Vakıf hocanın hocasıydı.”

“Nevzat Pelen mi?”

“Evet. Aslında bir sorunum yoktu. Her şeyi bilinçli olarak yapıyordum zaten. Sadece göstermelik olarak annem üzüldüğü için gidiyordum. Babama olan öfkemi her şeyden çıkarıyordum. Sürekli kavgalar, eve geç gelmeler falan… yemek yemiyordum, uyumuyordum. İsyandaydım bir nevi. Kendime zarar veren her şeyi yaptım.”

“Nasıl son buldu peki bu isyan?”

“Zeyd ile tanıştıktan sonra..” Zeyd ile üniversite de tanıştığını anımsadım. Yoksa Berzah mıydı?

“Zeyd’le nasıl tanıştınız?”

“Şirkete babamdan para almaya gittiğim bir gün tanıştım onunla. Suat abi –hani düğünde görmüştün Zeyd’in babası- o zaman babamla bir iş için konuşmaya gelmiş Zeyd’i de yanında getirmişti. Babası içerideyken o bekleme salonunda yalnızdı. Onunla dalga geçtim, saçma sapan konuştum. O ise sadece bana güldü. Daha çok öfkelendim onu biraz hırpaladım o ise daha çok gülmeye başladı. Sonunda burnundan kan akarak yanımdan ayrıldı. O zamanlar şiddete meyilliydim –yani bundan daha çok- Bir ara sokakta olan dövüşleri izlemeye başlamıştım. Bir boks salonu vardı. Hala duruyor orada. Bir maç vardı onu izliyordu herkes. Bir köşede gördüm Zeyd’i elinde su şişeleri su dağıtıyordu. Zengin bir iş adamının oğlu… öyle bir yerde felaket bir haber. Maç bittikten sonra tekrar gidip Zeyd’i buldum. Amacım onu babası ile tehdit etmek biraz eğlenmekti. Zeyd anladı bunu. Maç yapalım dedi. Eğer kazanırsam onu istediğim gibi babasına ispiyonlayabilecektim ayrıca elinde ki müzikçaları da alacaktım ama eğer kaybedersem Zeyd’in iki isteğini yerine getirecektim. Bunun için şahitlerin önünde yemin ettik ikimizde. Zeyd kazandı. Öyle iyi aile evladı gibi durduğuna aldanma fena dövüşüyor.” güldüm. Talha’nın bir dövüşte Zeyd’e yenilmesi ilginç bir durumdu.

“Senden istediği iki şey neydi?”

“Annemi üzmemem ve babama saygılı davranmam. Aslında dediğini yapmamaya karar vermiştim.”

“Peki neden yaptın?”

“Bana babamın beni çok sevdiğini ve resmimi masasının çekmecesinde sakladığını söyledi. Gidip baktım. Gerçekten de öyleydi.” Nuh beyin kendisini sevdiğini biliyordu demek. Sanırım Talha da babasını seviyor bu yüzden saygı duyuyordu. Asıl mesele şuydu ki o annesine olanlar için babasını affedemiyordu. Bu yüzden arada ki duvarları ördükçe örüyordu.

“Evet. Baban seni gerçekten seviyor.”

“Annemi daha çok sevmeliydi.”

“Onu da çok seviyordu. Eminim buna.”

“Onu bırakıp başka bir kadınla evlendi. Çocuk için…”

“Annen de bunu kabul edecek kadar merhametli biriydi Talha.”

“Yazık ki öyleydi. O kadının kızını kendi kızı gibi sevdi hep.”

“Böyle söylesen de annenle gurur duyuyorsun.” Bir tebessüm oluştu yüzünde. Az önce ki üzgün sesini geride bıraktı.

“Evet. Annem sanki taştan yapılmıştı ama içine papatyalar döşenmişti.”

Bir cümleyi kıskanacağımı düşünmezdim. Talha öyle biriydi ki. Doğrudan söylemediği o cümleleri ile kelimeleri bazen yontuyordu. İçinde birer kalıba döşüyor insana öyle sunuyordu. Kimse yoktu ki Talha’nın gözlerinin içine bakarak söylediği o cümlelere aşık olmasındı. Bir insanın cümleleri ancak acıdan, hüzünden böyle olurdu bilirdim ve böyle güzel bakabilirdi. Annesi, babası, Leyla… hayatın neresinden tutunsa orasından hüzün kapmıştı. Normla bir insan olmadığını düşünmüştüm. Neler yaşadığını neler olduğunu merak etmiştim. Şimdi o bana anlatınca, ondan duyunca içimde ki şefkat arttıkça artıyor içime işliyordu.

“Annen nasıl öldü?” diye sordum. Hemen ardından sorduğum ve ona hatırlattığım için endişe duyarak.

“Kalp rahatsızlığı vardı. Önemli olacak kadar değildi ama yine de ilaçlarını almasını gerekiyordu. Kriz geçirmiş. Evde yalnızmış. Kahrolası evde 6 tane hizmetçi olduğu halde evde yalnızmış. Üstelik o gün Nida hanım onu ziyaret etmiş.”

“Yoksa Nida hanımın-“

“Bunu defalarca düşündüm. Her defasında öyle olmasını diledim ve Nida hanımı kendi ellerime öldürme planları yaptım ama emin olamıyorum. Emin olsam…”

“Ama Nida hanım düğünde onu ima etmişti.”

“Canımı yakabileceği tek şey o çünkü.”

“Başarıyor mu peki?”

Talha sustu. Bakışları beni buldu. Onaylamadı ama hayır diyen bir ifade de yoktu yüzünde. Bazen bunu başarabildiğini anladım. Talha’nın bakışları önüne düştü. Dalgın dalgın seyretti ateşte usulca dans eden alevleri. Annesi için üzülüyordu. Hazin hanımın kaderinin neden böyle olduğunu sorgulayıp duruyor, buna sebep olanlardan intikam almak istiyordu. Annesinin ölümünün basit bir şekilde ortada kalmış gibi durması ona acı veriyordu. Yazık ki annesinin ölümünün intikamını alamazdı. Kimden alacaktı, hangisinden? Babası? İnci hanım? Nida hanım? Bu kişi babası olamazdı onu ne kadar suçlasa da babasına zarar veremezdi. Değil onu öldürmek Nuh beyi ölümden kurtardığı bir an bile olmuştu. Bunun Talha için ne kadar zor bir durum olduğunu anlayınca içim ezildi. Öldürmek istediği adamı bir parça da olsa seviyor oluşu onun hayatını kurtarmak zorunda olması Talha’nın boynuna bir halat geçirmişçesine onu boğuyor olmalıydı. Diğer kişi İnci hanımdı. Ondan da intikam alamazdı ki ilk sebep İnci hanımın annesine Leyla’yı kendi isteği ile vermiş olmasıydı ve Onun Leyla’nın annesi olmasıydı. Bu sebep biraz da olsa Talha’nın gözünde bir denli intikamına ırak kılıyordu İnci hanımı. Son olarak ise Nida hanımdı. Emin olamadığı için ona bir zarar vermiyordu. Merhametinden miydi? Emin olmadığı, masum olma ihtimalini düşündüğü biri için öfkesini dindiriyor içinde tutuyor kendi kendini yiyip bitiriyordu. Üstelik Nida hanım onu kışkırtmasına rağmen. Benim sandığım Talha sadece Nida hanıma sarf ettiği tek bir söz için dahi olsa zarar vermekten çekinmezdi ama şimdi bu sanrımın yanlış olduğunu görüyordum onun başka bir yanını görüyordum. Beni şaşırtan bir yanıydı bu. Talha öfkesini maddi zarar vererek gideriyordu bunu biliyordum ama bu zararı hak ettiğine emin olduğu için veriyordu. Doğru insana değil yanlış insanlara zarar veriyordu. Merhametin içinde zulüm nasıl olurdu? Bir insan merhamet doluyken nasıl olurda aynı anda zalim de olabilirdi? Zalim miydi yoksa merhametli miydi Talha?

Merhametli oluşuna emindim ve emin olduğum başka bir şey daha vardı o asla zalim biri olmazdı. Kendini öyle snaıyor olabilirdi ama asla zalim olamazdı. Buna inanmıyordum. Talha’ya yaklaşıp koluna sarıldım. Omuzuna bir buse kondurdum. Talha’nın sıcak bakışları bana döndü:

“İstese de başaramaz. Çünkü sende tıpkı annen gibi taştan yontulmuşsun ve Nida hanım senin içinde ki o papatyalardan haberdar değil. Elhamdülillah.”

Talha’nın yüzünde şükür eden bir ifade belirdi. Gülümsedi. Bana sarıldığında derin bir nefes aldım kokusunu içime çektim. Evet. Nida hanım bu çiçeklerden habersizdi. Ve Talha’nın canını yakmamak için hep de habersiz kalmalı onun sadece taştan yontulmuş yanını görmeliydi. Zaten ki Talha’nın çiçekli bahçesi sadece sevdikleri içindi.

Talha bana içinde kileri anlattığı bu nadir anı düşündüm ve bir daha asla dileme alamayacağım o soruyu usulca fısıldadım.

“Daha önce birini öldürdün mü?” ona bakmadım. Sessizce cevapladı sorumu:

“Evet.”

“Neden?”

“Başka seçeneğim yoktu. Ya babam ve ben ölecektik ya da o ölecekti.” başka bir korktuğum soruyu sordum:

“Sadece bir kişiyi mi öldürdün?”

“Bilmiyorum.”

“Nasıl?”

“Üniversiteye başladığım yıl. Biri gece bıçakla yaraladı beni. Karın boşluğumdan iki kez. Niyeti öldürmekti. Son anda anlamasaydım ölmüştüm çoktan belki de. Yanımda silah ya da bıçak yoktu. Boğuştuk biraz sonunda adam yere düştü, panikle kaçtım. Kan pıhtısını gördüm sadece ölüp ölmediğini bilmiyorum.”

Karnında ki izi anımsadım. O geceden kalmıştı demek.

“Peki omuzunda ki iz.”

“Bıçaklama olayından bir iki ay sonra falandı. Biri silahla vurdu omuzumdan. Berzah yetişmese çoktan ölmüştüm.”

Başım ağrımaya başlamıştı çoktan. O ağrı tüm vücudumu tavaf edip sonunda bir damla yaş olup çıktı bedenimden. Talha’ya sarıldım. Fısıldadım.

“Hangi acını sarabilirim bilmiyorum.” Talha omuzlarımdan tutup beni geri itti. Gözlerimin içine baktı. Gözümden düşen o bir damlayı sildi. Gülümsedi. Gülümseyişi az da olsa beni rahatlattı.

“Önceleri Allah’a Leyla’yı bana bağışlaması için dua eder hafta da bir gün Cuma namazına camiye giderdim. Seninle iki gün oldu bu. Daha nasıl önemli olduğunu anlatabilirim.”

. . .

Loading...
0%