Yeni Üyelik
20.
Bölüm

19.Bölüm

@cigdemgah

İçimde ılık bir meltem esti. Bir iki tur döndü aklım, durdu dünyanın durduğu yerde ardından. İçime çektiğim derin nefesi geri verirken kalbimin orta yerinde güzel bir çiçek açtı bir kez daha. Düşünüyordum lakin ahvalimi anlatamaya hangi sözcüğün iyi geleceğini bulamıyordum. Hissettiğim birkaç kelime ile anlatılmayacak kadar fevkalade bir haldi. Sevmek fikrinin bana bu denli derin bir anlam katacağını bilmezdim. Ve süveydalandığım insanın Talha Bahremoğlu olacağını yaşadığım onca zaman boyunca aklımın ucuna dahi getiremezdim. Şimdiye dek yazdığım her satırı buraya, hissettiğim her duyguyu ve yaşadığım tüm o olayları başlarken yazmaya, tüm o cümlelerin tek karşıtının bir kelimeye tekabül ettiğini söylemeliyim. Tüm yazdıklarımı baştan sona silip size tek bir kelime ile derdimi anlatsam o bir kelime 49.678 sözcüğe denk gelirdi inanın. Tıpkı Züleyha'nın 'Yusuf' diye başlayıp mektubuna 'Yusuf' diye bitirmesi gibi. Kalbimde ki sevgimi siz sadece benim lügatımda aşk sözcüğüne denk gelen bir kelime ile anlayabilirsiniz ancak, o da; Talha!

Siz nasıl güzel sevilir biliyor musunuz? Nasıl çok sevilir? Sevdanın hakkı nasıl verilir ve bir süveyda çekilir? Beni sadece hala Kaf Dağı'ına inanan birkaç kişi anlayabilirdi ancak. Aklında sadece bir Anka barındıranlar derdimi anlardı... Ahvalimi anlar ve süveydama gözbebeğim gibi bakmamı hoş görürdü.

Şuan yanımda oturan gözbebeğimden sakındığım adamın şükrünü nasıl eda edeceğim bilmiyordum. Her namazdan sonra uzun uzun ettiğim o şükürler bana yetersiz geliyor, Allah'tan utanıyordum. Korkuyordum. Bu kadar çok mutlu olmanın hakkını nasıl verebilirdim diye.. Yetersiz olduğum için.. Bir imtihana tabi tutuluruz da kaybederdik diye ödüm kopuyordu. İçim sızlıyor yüreğim çırpınıyordu. Allah beni ve onu ayrılıktan, hüzünden ve kederden esirgesindi.

Ayağım bir yükseklikten kaymış gibi sıçrayarak uyandım, gözlerimi yumup, başımı yasladığım, uyuyayazdığım arabanın camından. Kalp atışlarım hızlanmıştı. Dilim damağım kurumuş gibi yutkundum. Sol yanımda araba kullanmakta olan Talha bana baktı endişe ile:

"Ne oldu?" diye sordu. Başımı sallamakla yetindim.

Tanıdık büyük demir kapının hemen önünde içeri girmek üzereydik. Küçük karanlık bir his gelip çöreklendi içime. Şimdi masalımız bitmişti ve hikayenin kötü kısmına başlıyor gibiydik. İçimden bir istiğfar çektim ve kötü düşünleri hemen def ettim aklımdan. Talha'ya yarım ağız gülümserken ve hissettiklerimi ondan gizlemeye çabalarken o arabayı çoktan park etmişti. Beklemeden emniyet kemerini çözdüm ve arabadan indim. Talha kapıyı henüz kapatmıştı ki Yavuz'un koşar adım yanımıza doğru geldiğini gördüm. Yüz ifadesi hiç de hayra alamet değildi ve içimde ki his beni haklı çıkaracağını fısıldıyordu ufaktan. Talha'ya yaklaştı Yavuz elinde arabanın anahtarları vardı.

"Galiba buldum onu." dedi bir solukta Talha saliselik bir zaman diliminde şaşırdı.

"Nasıl? Neredeymiş?"

"Mail atmış 'mor menekşelerin açtığı yerde' şiiri yazıyordu. Mor menekşelerin açtığı sadece bir yer biliyorum ben."

"Peki, hemen gidelim."

"Hayır, ben tek gidiyorum."

"Ya bir tuzaksa." Talha'nın aklından geçen şüpheler Yavuz'u teğet geçmişti. Kendinden emin bir şekilde arabasının kilidini açıp kapısına uzandı.

"Aden bana tuzak kurmaz." Yavuz'un kendinden emin haline Talha bu defa sesini yükselterek karşılık verdi.

"Bir bit yeniği var bu işte. Feza'yı öldürmek isteyen biri neden sana yerini söylesin ki?"

"Bilmiyorum. Bana anlatacak bir şeyi olmalı. Belki de bu işin arkasında ki kim onu söyleyecektir. Bunu öğrenmek için elimizde ki tek fırsat bu. Merak etme, seni ararım."

Yavuz arabaya atlayıp uzaklaşana kadar Talha öylece arkasından baktı. Bende bir şey demeden sessizce onu bekliyordum. Yavuz'a bir şey olacak diye endişe etmesini anlayabiliyordum. Yavuz Aden'e güvendiğini ve kendisine zarar vermeyeceğinden emindi bu da Talha'yı çileden çıkarıyordu bunu da görebiliyordum lakin Talha yine de ondan beklemediğim bir seri kanlılıkla Yavuz'un düşüncelerine saygı duyuyordu. Sanırım Aden'i bulacak olan tek kişinin Yavuz olduğunu bildiği için ona güvenmeyi deniyordu. Elinden geldiği kadar.. Talha telefonunu çıkarıp bir kaç numara tuşladı ve aradı ama açan olmadı. Mesaj yazdı. Tekrar dönüp arabasına binmeden hemen önce bana dönüp emir vererek konuştu:

"Eve gir. Ben dönene kadar pencereden başını bile çıkarma."

"Talha bende-"

"Sakın."

Onun o yüz ifadesinden sonra asla fikrini değiştirmeyeceğini biliyordum bu yüzden dediğini yapıp eve doğru ilerledim. Kapıdan girdiğimde Leyla salondan gelip gülümseyerek sarıldı bana. Hemen arkasında Bella vardı. Üzerimde ki yorgunlukla bordo koltuklardan birine attım kendimi. Hemen yanı başımda oturan Leyla çoktan aklında listelediği çok iyi balayımız ile ilgili soruları peş peşe sıraladı. Cevap vermek yerine ona sarılarak elimle yüzünü kapattım ve sorularının önünü kestim:

"Çooook güzel vakit geçirdik tamam mı? Başka soru yok." Leyla merakını gideremeyeceği için dudak bükerek önüne döndü. Aynı anda Bahadır seraya açılan pencereden içeri girdi. Beni görünce gülümsedi:

"Hoş geldin Feza,"

"Hoş buldum. Bahadır, Yavuz çıktı az önce Talha bir şey demeden ardından gitti."

Bahadır Talha'nın da Yavuz'un peşinde gittiğini duyunca beklemeden telefonunu çıkarıp yanımızdan hızla ayrıldı. Arabadayken içime çöken o karanlık his yine sekteledi kalbimin orta yerinde içimde bir endişe yayıldı. Dişlerim ile dudaklarımı dişlemeye başladım. Bella sessizce konuştu:

"Tek gitmemesi iyi oldu. Aden'e çok güveniyor ama hayal kırıklığına uğrayacak gibi duruyor." Talha ile aynı şeyi düşünmesine şaşırdım. Ben daha çok olaya ikisinin de açısından bakmaya çalışıyordum. Tabi başaramıyordum.

"Talha da bunu söyledi. Tuhaf. Bir mail için kalkıp gitti ya düşündüğünüz gibi ona zarar verirse."

"Bunu ona söylediğimde bana verdiği cevabı duymalıydın."

Bu her ne kadar alaycı bir şekilde söylese de sesi bin bir yerden kırgın çıkmıştı. Üzüldüğünü anlayabilmiştim.

"Umarım gerçekten de Aden Yavuz'un dediği gibi biridir."

"Aksi ise eğer şuan mezarına doğru gidiyor." bunu söyleyen Leyla'ydı. Bakışlarımı ona çevirdim bu defa. Öylesine muhabbet ediyormuş gibi söylenmişti. Bakışlarım tekrar gözlerini yere sabitlemiş Bella'ya takıldı ardından yine Leyla'ya. Bir tuhaflık vardı ikisinde de.. Yavuz'a kızgın gibiydiler ve Yavuz her ne yaptıysa ikisinin de canını fena halde sıkmış olmalıydı. İkisinin de yüzünden düşen bin parçayken bunu onlara soramayacağımı anlamıştım. Ayağa kalktım ve su içme bahanesiyle mutfağa gittim.

Halime abla masada oturmuş akşam yemeği için hazırlık yapıyordu. Dalgın dalgın önünde ki domatesleri doğruyordu ki geldiğimi bile fark etmedi. Orada olduğumu fark etsin diye yavaşça eğildim ona doğru. Beni gördüğünde gülerek:

"Feza, hoş geldin." dedi.

"Hoş buldum abla da ne düşünüyorsun öyle?"

"Ne olsun her zaman ki meseleler işte.. Nasıl geçti balayı çok erken döndünüz." başımı salladım.

"Yok canım ne erkeni. Dört gün bu evden uzak kalmamız bile bizim için bir lükstü zaten. Hem evde olduğumuz için mutluyum. Aslında-"

Buğra acele ile bahçeye açılan kapıdan mutfağa girdiğinde cümlem yarım kaldı. Beni görmeden hemen halime ablaya döndü hızlı nefes alışverişleri arasında:

"Yavuz abinin emaneti nerede?" diye sordu.

Emanetin ne olduğunu düşünürken Halime abla önünde ki lavabodan hemen ellerini yıkadı ve havlu ile kuralarken bir yandan da solunda duran hasır dolabın önüne gitti, çekmecelerinden birini açtı. Az sonra elindeki siyah metali gördüğümde şaşkınlıkla bakakaldım. Buğra iki adımda annesinin yanına geldi silahı aldı beline takarken silahı aynı hızla çıkıp gitti. Bakışlarım Buğra'nın çıktığı kapıda kaldı bir süre. Halime abla sessizce işinin başına dönmüştü. Boğazımı temizleyerek sordum:

"Yavuz'un silahı neden evdeydi Halime abla?" bakışları bir iki saniye bana döndü başını iki yana sallayarak cevapladı. Diğer yandan da domatesleri cam kaba koyup patateslerden birini alıp soymaya başladı.

"Sorma hiç, bir fırtına koptu ki sorma." alt dudağını dişlerken. Meraklanarak sordum:

"Ne oldu?"

"Sabah her şey iyiydi. Ne olduysa öğleden sonra oldu. Salon perdelerini asıyorduk Salih ile. Yavuz bir hışım daldı eve Bella diye bağırıp çağırdı. İlk defa onu böyle sinirli gördüm ben. Aman aman Rabbim bir daha da göstermesin. Bella aşağı inerken Tuğra da hemen geldi ardı sıra. Yavuz'un kolundan tuttu sakinleşmesi için dil döküyordu. Yavuz dinlemedi hiç Bella'nın üzerine yürüdü hatta Allah korusun ben bile vuracak bir tane kıza sandım."

"Ne için, ne yaptı ki Bella?" vahlayan bir şekilde başını salladı bu defa Halime abla.

"Yavuz'un aradığı adam vardı ya?"

"Aden?"

"He. Yavuz'a mesaj mı ne atmış bir iki kez. İkisini de Bella okuyup silmiş. Yavuz gürledi resmen kızcağıza. Bir daha göz yummam bu yaptığına dedi. Düş yakamdan dedi. Mesajları silmekte ne oluyor neyimsin sen benim dedi. Dua et arada Talha var sana ne yapacağımı iyi bilirdim ben dedi. Leyla araya girdi bu defa. Ona da bağırdı sen karışma diye. Tuğra'yı da itti. Bella onu korumak için mesajı silmişmiş söyleyecekmiş zaten Talha beyi bekliyormuş, onu beladan uzak tutmakmış niyeti tek başına bir işe kalkışmasın diye. Yavuz da kükredi tabi yine bir daha işlerine burnunu sokarsa diye tehdit etti kızı."

Şaşırarak dinledim Halime ablanın anlattıklarını. Gerçekten Yavuz'un sürekli stabil kalan yüz ifadesini düşününce Halime ablanın anlattığının doğruluğuna inanmak zor geliyordu. Öfkesini daima kontrol eder asla Talha gibi zıvanadan çıkmazdı. Onu tanıdığım süre boyunca tüm olaylar karşısında her zaman sakin tavrını korumuştu. Hatta bu ailede ki tek aklı başında insan olduğunu da biliyordum. Bella'nın ona giden mesajları okuyup silmesi onu bu kadar öfkelendirmiş miydi gerçekten?

"Yavuz cidden bu kadar mı sinirlendi?"

"Görseydin ya bir de. Bella da Leyla da şok oldular. Bayağı üzüldü kız tabi. Sonra tekrar mesaj atmış o adam. Yavuz okur okumaz fırladı evden. Silahını da bıraktı ardından."

Akşam yemeği vakti masada hepimiz sessizdik. Leyla da Bella da keyifsizce önünde ki yemekler ile oynuyorlardı. İkisinin de canları sıkkındı geldiğim andan bu yana. Tabi daha çok Bella... sevdiği adamın yüzüne bağırıp çağırması onu kırmıştı. İkisi arasında gidip gelen bakışlarım beni bile yormuştu. Sonunda üzerindeki bezelyelerle oynadığından yenilmeyecek bir hale gelen Leyla'nın yemek tabağını alıp benimki ile değiştirdim.

"Yarın hastaneye gideceğiz. Yemek yemen lazım."

"Gitmek istemiyorum."

"Biliyorum güzelim ama Allah'ın izni ile az kaldı bak buna kalben inanıyorum ben."

"Geçen hafta da aynı şeyi söylemiştin."

"Öyle mi? Bu hafta farklı bir şey söylemeliyim o halde."

Düşünüyormuş gibi yapıp bir süre beklemeye başladım. Ardından gülümseyerek başımı salladım. Leyla'nın gözleri tekrar hülyalanmasının ardından gelecek soruyu çoktan tahmin etmiştim.

"Nasıldı balayı? Romantik miydi? Abim hiç değilse odunluğunu bir kenara attı mı?" Bella'nın keyifsiz bakan gözleri bana döndü. Hiç değilse bu sorularının ikisinin suratında ki ifadeyi değiştirmesi ile sonunda geri çekildim ve yanan elimi gösterdim. Çoktan iyileşmiş iz bile kalmamıştı.

"Elimi yaktım. Sizce romantik mi?" şaşırarak elime baktı:

"Nasıl?"

"Sıcak su döktüm üstüne." Bella keyifsizce güldü:

"Kesin aklı da gözü de Talha'daydı." ellerimi çenemin altına dayayıp ikisine baktım.

"Talha da yemek hazırladı bana ve bulaşıkları yıkadı." bunu söylediğim an Bella'nın keyfi yerine geldi ve sesli bir şekilde güldü. Leyla şaşkınlıkla elinde ki çatalı düşürdü. O anı zihninde canlandırıyormuş gibi gözleri daldı:

"Talha'ya bunu yaptırdıysan cidden helal olsun elinden öpülür." Leyla ellerini semaya kaldırıp:

"Allah'ım o manzarayı görmeyi bize de nasip et." BU kadar istekli bir şekilde yakarmasına güldüm. Şükür ki o manzara sadece bana nasip olmuştu. Başka gelecek olan bir sorunun önünü kesmek için hala masada duran çatalı tabağından kaldırıp eline verdim.

"Şimdi yemeğini ye."

Yemekten sonra salonda Bella karşılıklı oturup kahve içerken üstten şeffaf perdelerden süzerek bana Yavuz ile arasında yaşanan olayı anlattı. Sesi hiç olmadığı kadar kırgındı. Daha çok onu düşündüğü için yapmış olduğundan yanlış anlaşılmak ya da hiç anlaşılmamak onu haddinden fazla kırmıştı. 'biraz kızdı' dedi Yavuz için. Halime ablanın anlattığının birazını çıtlatarak sadece o an Bella'nın da sevda konusunda tıpkı benim gibi hissettiğini gördüm. Sırf bana Yavuz'u kötü bir hal ile anlatmamak için çaba sarf ediyor, onun yanlışlarının üstünü örtüyor, onu anlıyor, kendi nazarı ile gerçekliğin dışında anlatıyordu. Yazık ki o da yanmıştı.

Saat gece yarısını geçtiğinden herkes odalarına çekilmişti çoktan. Talha'yı beklerken sıkıntıdan evi dolaşmaya başladım. Düğünden önce evde birkaç küçük değişiklik yapmışlar bazı odaların yerini değiştirmişler, salonun ve mutfağın dizaynında değişiklik yapmışlar, Leyla'nın da odasına küçük bir el atmışlardı. Eskisinden daha güzel ve ferah görünüyordu şimdi ev. Hoşuma gitmişti. Son olarak Leyla'nın odasına da uğradıktan ve mışıl mışıl uyuduğundan emin olduktan sonra kendi odama geldiğimde ev turumu bitirdim. Beklerken elime Kuran-ı Kerim alıp okumaya başladım, yarım saat geçti... Bir yarım saat daha... Talha'yı aramıştım ama meşgule atmıştı. Bir on beş dakika daha geçti. Telefonu çıkarıp mesaj attım.

Ben: Bu saatte eve gelen kocadan hayır gelmez diye bir laf duymuştum.

Telefonun koltuğun yanına bırakıp cama yaklaştım. Karanlığı izliyordum. Cevap beklemiyordum elbette ama telefon titrediğinde sevinçle açtım.

Talha: Nasıl kocadan hayır gelirmiş peki.

Ben: Karısını endişelendirmeyen bir kocadan.

Uzun bir süre geçti öyle ki uyuklamaya başlamıştım. Ki telefonum bu defa uzunca titremeye başladı. Hemen cevapladım.

"Talha,"

"Kapıyı aç."

"Hangi kapıyı?"

"Evimizin kaç kapısı var Feza?"

"Geldin mi? Zili duymadım."

"Bu kapının zili yok."

"Nasıl yok sabah çaldığını duydum."

"Yok diyorum. Bir kapının zilini nereye saklamış olabilirler?" kendi kendime güldüm. Talha tekrar konuştuğunda sesi ahizenin diğer ucundan oldukça yorgun geliyordu: "Anahtarda yok. Aç kapıyı hadi." onu uğraştıracak aklı nereden bulmuştum bilmiyorum ama birden:

"Bu saatte eve gelirsen geceyi mehtabı izleyerek geçirmelisin." dedim. Yine aynı sesle konuştu:

"Aç şu kapıyı hadi yorgunum." kapıyı açmak için aşağı inecektim bu yüzden kanepe de bulunan uzun hırkama uzandım. Talha'yı da kızdırmaya devam ederek söylendim:

"Üzerimi değiştirdim. Hem saçlarım açıkken aşağı inemem." bu defa ciddi bir tehditkarlık ile karşılık verdi:

"Eğer oraya gelirsem seni balkondan aşağı atarım."

"Yapamazsın-"

Telefon suratıma kapandığında öylece kaldım. Bir an son tehdidini düşündüm. Ciddi olamazdı değil mi? Olsa bile ikinci kattaydık aşağıya düşsem de muhtemelen ölmez bir iki kırıkla kurtulurdum ki bu da onu zahmete sokardı. Tekrar aradım ama açmadı. Eve de giremezdi. Nereye gider diye düşününce beklemeden elimde ki hırkamı giyinip hemen başörtümü alıp saçlarımı kapattım. Kapıdan çıkmak üzereydim ki balkondan gelen sesi duydum. Bir an korktum ta ki bahçede ki koruma sayısını düşünceye dek. Ardından aklıma gelen şey ile hemen büyük cam pencereye yaklaştım ve perdeyi çektim. Odanın arka bahçeye bakan büyük bir cam penceresi önünde ise Fransız balkon vardı, bir iki adım genişliğindeydi. Balkon trabzanlarına sıkıca tutunmuş Talha ile karşılaşınca hızla kaydırmalı büyük pencereyi açtım. İstemsiz gülmeye başladım.

"Sana inanmıyorum." diyerek iki adımlık minik balkona çıktım. Talha rahatlıkla trabzanı atlayarak gelip önümde durdu. Gülerek ona bakmaya devam ederken onun tehlikeli bakan gözlerini görünce gülmemi bastırdım ve birazcık geri çekildim.

"Bir balkona tırmanmadığım kalmıştı." dedi tehdit eden bir sesle.

"Bende şimdi açmaya geliyordum." dedim yutkunarak, şirin bir şekilde gülümsemeye başladım, konuyu değiştirdim: "Hem fena mı güvenliğini test olmuş olduk. Sen çıktıysan başkası da çıkabilir demek olur bu." Talha yine o takıldığım tek kaşını havalandırdı:

"Bu gece mehtabı izleyerek geçirmelimiyşim mi ne... Ne demiştin?"

"Ciddiye almadın değil mi?"

"Tekrar et!" almıştı!

"Sırf karısı şaka yaptı diye insan onu balkondan atmaz değil mi?" uzanıp kolumdan tutarak beni kendine doğru çekti. Kocaman açılmış gözlerim onda takılıp kaldı. Atmazdı değil mi?

"Ben dediğimi yaparım değil mi?"

"Yaparsın."

"...ama bu gece çok yorgunum. Gelecek sefere hatırlat." gülümsedim. Uzanıp yanağından öptüm. Bir kenarda duran gizli ve nazlı gamzesi baş gösterdi, gülümsedi o da. Bana sarıldığında kollarımı ona doladım. Başımı kaldırıp çenesinin altından ona baktım:

"Ben kapıyı kırarsın ya da bağırıp çağırıp herkesi ayağa kaldırırsın diye tahmin etmiştim. İkinci kata tırmanacağını düşünmemiştim."

"Tüm şehri uyandırarak evime girmeyi de bilirdim de özlediğimin hatrına sessizce dönsün bugün dünya."

Özlemin gerçek anlamda bir şekle büründüğünü bir cümlenin içinde tek başına özne olup insana yüklendiğini orada anladım. Ona sarılıp yüzüne bakarken de onu özlediğimi onun beni özlemiş olmasından bile daha fena bir hal olduğunu gördüm. Ona olan bakışlarım donuk bakışlarımı fark ettiğinde Talha tek kaşı havada gülümseyerek sordu:

"Ne?"

"Hiç. Kamyon arkası yazısı gibi konuştun bir an."

"Kamyon arkası sözüm başını döndürmedi mi yani?" başımı hayır anlamında salladım. Bana doğru eğilip alnımdan öptü, ardından yanağıma da belli belirsiz bir buse kondurdu... Geri çekildi. Esen yel başörtümü uçuşturduğunda eli ile düzelterek beni içeri çekti. Ben pencereyi kapatıp perdeyi düzeltirken Talha yorgunlukla kendini sırtüstü yatağa attı. Derin bir nefes alıp gözlerini kapattı. Yanına gidip yatağa oturdum.

"Aden'i buldunuz mu?" usulca gözlerini açtı. Tavana birkaç saniye baktıktan sonra bakışları bana döndü. Uzandığı yerden doğrulup yatağın başlığına yaslandı:

"Bulamadık. Söylediği yere gittik ama ortalıklarda yoktu."

"Neden gelmedi?"

"Bilmiyorum."

"Yavuz bugün esip gürlemiş Bella'ya. Oldukça kötü görünüyordu kız." Talha oralı olmadı.

"Her zaman ki tavrı."

"Öyle olduğunu sanmıyorum. Bu defa haddinden fazla kızmış. Aden tahmin ettiğimden daha çok önemli olmalı Yavuz için."

"Nasıl ki Yavuz benim için önemliyse Aden de onun için önemli."

"Ama o bir suikastçı." Talha'nın yüzünde keyifsiz bir gülümseme oluştu. Uzanıp elimden tuttu, kendine doğru çekti. Omzuna yasladığım başıma, saçlarımın arasına bir öpücük kondurdu.

"Yavuz da bir zamanlar bir kuryeciydi. Hiç birimiz masum değiliz. Yavuz'un şuan bizim yanımızda olması onu sütten çıkmış ak kaşık yapmıyor. Ya da sen beni seviyorsun diye birini öldürdüğüm gerçeğini değiştiremezsin. Beni önemsediğin gibi Yavuz da onu önemsiyor."

Talha haklıydı. Yavuz Aden'i dostu biliyordu. Onun bir katil olması Yavuz'a karşı olan sevgi ve saygısını kaybettirmiyordu. Onların hala görüştüklerini varsaydım Yavuz bana Aden'den ilk bahsettiğinde onunla uzun bir süredir konuşmadığını düşünmüştüm. Talha'da Yavuz'un Aden'i azad ettiğini söylemişti. Yine de hala görüşüyor olmalıydılar ve Yavuz Aden'i düğünde görmeyi beklemiyor olmalıydı. Hiçbir şeyden haberi yoktu. Aklımda birkaç soru dönüp durdu:

"Yavuz dan ayrıldıktan sonra kendine yeni bir kurye mi buldu Aden?" sağ eli ile gözlerini ovdu.

"Biz de bunu düşünüyoruz ve kim olabileceğini? Seni kim neden öldürmek istesin?"

"Alaz?" Talha keyifle güldü.

"Güzelim, Aden gibi bir nişancının çalışacağı birinin yanında Alaz devede kulak."

"O halde yeni kuryeyi tahmin etmek zor olmasa gerek."

"Dört kişi var."

"Tabi bunlara gidip Aden ile mi çalışıyorsunuz diye soramazsınız değil mi?" Talha bana beni takdir eder gibi alaycı baktı:

"Göründüğünden daha zekisin." gözlerimi devirdim:

"Belki de Aden sizin de orada olduğunuzu bildiği için gelmedi."

"Sanmıyorum. Yavuz bile orada olduğumuzu bilmiyordu."

"Bir şey olmuş olmalı."

"Belki de. Ama şuan tek düşündüğüm her neredeyse bu yerin sana yakın olmaması."

Uzanıp alnımdan öptü. Kollarımı boynuna dolayıp ona sımsıkı sarıldım. Yorgun bakıyordu onu daha fazla yormamak için daha fazla soru sormadım. Beni şaşırtan şey onun artık sorduğum her soruya dürüstçe cevap veriyor oluşuydu. Bunu son birkaç gündür düşünüyordum. Ve sanırım şimdi anlamıştım. Talha yaşadığı dünyasını bana tüm gerçekliği ile göstermek istiyordu ki onun bir beyaz atlı prens olduğuna kendimi kaptırmamam içindi her sualime dürüstçe cevap vermesi..

. . .

Sabah kahvaltı sofrası tamamen hazır olduğunda Leyla masada suratsız bir şekilde oturuyordu. Önüne taze sıkılmış portakal suyunu koyduğumda mırıltı şeklinde teşekkür etti. Hastane havasına çoktan girmişti. Karşısına geçip oturdum.

"Günaydııın."

Nazar abla elinde valizle çıkageldi birkaç gündür müstakbel nişanlısının yanına tatile gitmiş yeni dönüyordu. Gülümseyerek onu selamladığımda Leyla ağlamaklı bir şekilde cevap verdi Nazar ablaya ona gözlerini devirdi. Onun bu haline benden kat be kat daha fazla alışkındı nede olsa. Kısa seyahatinin nasıl geçtiği ile ilgili birkaç şey anlatırken Talha merdivenlerde göründü, Bugün beyaz göleğinin üstüne siyah yelek giymişti. Merdivenin sonuna geldiğinde kollarını katlıyordu. Leyla'nın yanına gidip saçlarından öptü. Hemen çaprazıma otururken bana da göz kırptı. İçimde 0.95 saniyelik bir deprem oldu. Gülümsedim.

"Hoş geldin Nazar." dedi Talha kahvaltısına başlarken.

"Hoş buldum."

"Valizini hazırla birkaç günlüğüne yalıya gidiyorsun."

"Neden?"

"Bir şeyler dönüyor, ne olduğuna bak." Nazar abla yalıya casusluk yapmaya gideceği için hoşnut olmadığını belli eden bir ifadeyle baktı Talha'ya.

"Ama Leyla..." elinde ki tek kozunu kullandı. Talha çayından bir yudum aldı.

"Feza burada. Merak etme." Pes edip önüne döndü. O sırada Bahadır geldi yüzü her zamankinden daha soğuk daha ciddiydi.

"Abi, Yavuz.. Feridun ile görüşeceğini söyledi." Talha sabır diler gibi gözlerini yumdu. Birkaç saniye düşündükten sonra gözlerini açtı.

"Bizimkileri al yanına yalnız bırakmayın."

"Peki. Bir de abi..."

"Ne?"

"Babam... seninle görüşmek istiyor."

İşte bu ciddi bir mevzuydu. Bunu Talha'nın donan yüz ifadesinden anlamıştım. Nazar ablanın da aynı tepki ile Bahadır'a baktığını gördüm ardından Nazar abla kahvaltısını bile yapmadan ayağa kalktı.

"Bir an önce yalıya gitsem iyi olacak. Bahadır beni bırak." kapıda duran valizini alıp acele ile kapıdan çıktı Bahadır da hemen ardı sıra ayrıldı yanımızdan. Onların ardından oluşan boşluğa bakıp neler olduğunu anlamazken bu defa bakışlarım Leyla'ya ve Talha'ya takıldı. Leyla'nın dahi yüzü merak içindeydi. Talha'ya döndüm:

"Aziz bey neden senin görüşmek istiyor." Talha'nın bakışları sorum üzerine bana döndü. Cevap vermedi. Leyla bir tahmin yürüttü:

"Yoksa senin tarafına mı geçmeye mi karar verdi?"

Bu defa şaşırma sırası bendeydi. Oğlu ve kızı Talha ileyken şimdi hepsi mi bu tarafa geçecekti? O halde bu Nuh beyin yalnız kalacağı anlamına mı geliyordu? Öyle ise Talha babasının yalnız kalmasına izin verip Aziz beyin Nuh beyi bırakmasını onaylayacak mıydı? Bu bir nevi iyiydi çünkü Talha'nın savunma hattı bir kat daha artacak demekti. Diğer yandan kötüydü Nuh bey yalnız kalacak ve Talha bunun sorumluluğunu istemese de almak zorunda kalacaktı. Sırf bunun için olsa bile Talha Aziz beyin babasını yalnız bırakmasına müsaade etmeyeceğini biliyordum.

"Öğreneceğiz." dedi Talha sadece ardından yavaşça kahvaltısına döndü:

Az sonra merdivenden inen Bella yorgun argın gelip masaya oturdu. Talha'nın bakışları da benimkiler gibi endişeli bir şekilde ona kaydı. Fısıltı halinde bir şeyler mırıldandı. Ne söylediğini bende Talha'da anlamadık ama Leyla anlamış olacak ki o da aynı mırıltı ile cevap verdi. Talha da bende kaşlarımızı çatarak ikisine baktık. İkimizin anlamayacağı bir dil geliştirmiş gibiydiler aralarında. Tam soracağım sırada bu defa içeri Buğra girdi. Talha'nın karşısında durdu:

"Abi,"

"Ne oldu?"

"Asude hanım, şirketin devrini almış."

"Ne zaman?"

"Bu sabah. Devirden hemen sonra Erkan bey kırmızı bültene girmiş." Talha keyifli bir şekilde gülümsedi:

"Desene Berzah'ın sol bacağını kırması bir işe yaradı."

Şaşkın bakışlarım Talha'daydı bu defa. Berzah'ın her ne olay olduysa -ki hiç de normal değil buna eminim- Erkan denen adamın yakalanması için sol bacağını kırılmıştı. Talha ise bu olaya memnun olmuştu ve bunun sebebi Berzah'ın kırılan bacağı değil Erkan'ı saf dışı bırakmasıydı.

"Asude hanım şu anda karakolda, bir şey yapalım mı?"

"Zeyd halledecek onu. Biz kendi işimize bakalım. Bir de Buğra, ne bu kapı?" yudumladığım sıcak çay boğazımı yaktı. Dün akşam ki halini anımsayınca gülmeden edemedim. Buğra bir şey anlamayarak cevap verdi Talha'ya:

"Ne olmuş abi kapıya?"

"Değiştirin, beğenmedim."

"Ne oldu ki abi? Son model güzel, şık bir kapı." Talha kaşlarını çatıp ciddi bir tonda:

"Zilini bulabildin mi sen?" diye sorunca gülmeden edemedim. Birkaç saniyelik bakışları bana takıldı. Buğra'nın kafası karışmıştı:

"Zil mi? Hiç kullanmadım henüz ama bir şey mi oldu?"

"Oldu. Değişin."

"Peki."

"Bir de Yavuz'u bul sen bana."

"O kolay abi." diyen Buğra'nın bakışları masada ki tabağına boş boş bakan Bella'ya kaydı. İstemsiz gülümsedim. Kimse bilmese de elbette ki Bella Yavuz'un nerede olduğunu bulurdu. Bunu bu masada ki herkes biliyordu. Aramızda oluşan sessizliğinin ardından Bella ne olduğuna bakmak için başını tabağından kaldırdı. Bakışlarımızdan soruyu anlamış gibi sinirle geriye yaslandı ciddi bir sesle konuştu:

"Yavuz'un nerede olduğunu bilmiyorum. Bilmekte istemiyorum."

Cevabı Buğra'yı ve Talha'yı şaşırttı, ses tonu ise beni. Vazgeçen bir insanın ses tonuna bürünmüştü Bella. Dahası öfkeli gibiydi. Bir yandan kızgın olup diğer yandan kırgındı. Yavuz'a kızmadığını akşam ki konuşmamızdan biliyordum. Bu da kızgınlığının ve ses tonunun kendine olduğunu gösteriyordu. Bu durum kızgınlığının sadece Yavuz'a olmasından daha kötüydü. Onun için endişelenmeden edemedim ve daha sonra onunla konuşmaya karar verdim. Talha:

"Gerçekten bilmiyor musun? Her an sapık gibi ensesindesin sanıyordum." dediği an yapmaması gereken bir şey yaptığını anlamıştım. Her gün tamam da şuan bunu yapmasa daha iyi olurdu. Bella ona bakmadan konuştu:

"Artık değilim."

"Keşke yapmasan ama kendini utandırmaktan öteye geçemiyorsun işte. Gurursuzsun." diye sert bir şekilde söylenen Talha'ya kötü bakışlar atarken ve onu uyarmak üzereyken Bella daha önce hiç yapmadığı bir şey yapıp sertçe ayağa kalktı. Öyle ki oturduğu sandalye geriye doğru düştü. Tüm öfkesinin heybetiyle Talha'ya döndü:

"Evet gurursuzum. Ona aşık olduğum için sürekli ensesinden ayrılmayan bir sapığım. Onun içinde olduğu her şeyde varım. Her yere gidiyorum. Her şeyi yapıyorum. Onun ile ilgili her şeyi biliyorum evinin şifresini, kart numarasını, tüm araba plakalarını, hatta kimlik numarasını bile. Telefonuna gelen mesajları da aramaları da her şeyi biliyorum. Yapıştım kaldım ona. Sırf o burada diye sizi de rahatsız ediyorum. Benden nefret ettiğin halde her gün yüzümü görüyorsun. Ona layık biri de değilim. Evet ben tüm bunları yaptığımdan dolayı ailemiz için bir utanç kaynağıyım.."

Bella'ın salonda yankılanan öfkeli bağırışı hepimizi şok etti ama daha çok onu etmiş olmalıydı. İçinde biriktirdiği her şeyi ve tüm farkındalığı ile bunları bizim yüzümüze karşı söylüyor oluşu büyük cesaretti. Gözünden düşen yaşları elinin tersi ile sildiği an o da tüm bu gerçekleri kendi yüzüne karşı ilk kez itiraf ediyor gibiydi. Tekrar konuşmaya başladığında sesi titrek ama sakindi. Artık bağırmıyordu.

"Ama ne var biliyor musunuz? Hiç değilse benim ona olan sevgime sahip çıkacak cesaretim var. İçimde ki bu sevgiye saygım var. Ama Yavuz korkağın teki. Bir ahmak. Değil benim ona olan sevgime saygısı olsun. Bana karşı beslediği nefrete bile saygısı yok. Ben hiç değilse onun yaptığı gibi yapmıyorum. Sırf bildiğimi bildiği için bir sürür kızla konuşuyor, öğle başka akşam başka bir kızla yemek yiyor, şimdiye dek evine aldığı kızların haddi hesabı yok, ona olan duygularımı incitmek için oturup benimle o kızların sohbetini yapıyor, bazen ona arkadaşlarımdan birini ayarlamamı istiyor. Senin de dediğin gibi bir gurursuz olduğumu yüzüme söylemiyor ama bunu her an hissettiriyor. Bunlar zoruma gitmiyor, asıl zoruma giden tüm bunları bilerek gözümün içine içine sokuyor olması. Bana değil en azından sevgime saygı gösterecek cesareti olmalıydı. Onu korumak istediğimi anlamalıydı. Ona yapışan bir sapık olduğum için değil onu seven bir arkadaşı olduğum için. Ama ben aptalın tekiyim şimdiye dek kendimi bu kadar alçalttığım ve ona yapıştığım için."

Bella bizi masada bırakıp hızla odasına çıktı. Ardından bakakaldık. Tüm söylediklerinde ki haklılık payı beni üzdü. Yavuz'u Bellanın ağzından dinlerken yaptığı yanlışların insanı inciten şeyler olduğu elbette ki anlaşılıyordu. Ayrıca bazı şeylerden Bella ilk kez söz ediyordu şimdiye dek olanların tüm üzüntüsünü tek başına içinde yaşıyor olması ise fazlasıyla kırıcıydı. Yavuz'un Bellanın gözünün önünde yaptıklarını sırf ona olan duygularının değişmesi için olduğuna emindim. Lakin Bella'nın da bunun farkında olduğunu şimdi öğrenmiştim. Leyla üzgün bakışlarla Talha'ya baktı. Yemek masasından kalkmadan önce Talha'ya dönüp:

"Abi, gerçekten bazen dayanılmaz olabiliyorsun." dedi ve merdivenlere yöneldi. Buğra da şahit olduğu manzara karşısında afalladı ve ne diyeceğini bilemez bir halde sessizce süzülüp ayrıldı yanımızdan.

"Dün Yavuz onu çok incitmiş." dedim sessizce Talha'ya az önce olanlar için ona kızmak yerine cevaplayarak ve Bella'nın tepkisinin sebebini anlamasını isteyerek, cevap vermedi. Dirseklerini masada birleştirip eli ile yüzünü kapattı. Devam ettim: "En azından şimdiye kadar bir kere olsun ona kızmak yerine bir de onun açısından bakmaya çalışmalıydın."

"Biraz gururlu olmalıydı."

"Belki de... ama senin aksine ben onu anlayabiliyorum. Çünkü bende sana olan sevgimle içimde bir ağaç yetiştirdiğim için şuan beni kovsan dahi senden gidemezdim." Talha'nın bakışları benimkiler ile buluştu.

"Aynı şey mi Feza?" diye sordu gözlerimin içine bakarak. Benzetmemi beğenmemişti.

"Aynı şey."

"Değil. Birini çok sevip sevgisine sahip çıkararak ondan gidememek farklı ama bir adama zamk gibi yapışmak farklı... İkisini ayırt edecek kadar zeki olduğunu düşünüyorum... Akıllanması için Yavuz'un bir gün benim söylediklerimi söylemesini bekliyormuş demek ki."

"Nereden biliyorsun Yavuz'un bu durumdan bıktığını? Onun ne hissettiğini nereden biliyorsun? Eğer gerçekten Yavuz, dediğin gibi gerçekten bunalmış olsaydı emin ol şimdiye dek çoktan bunu yapardı. Ki şimdi yaptı."

"Ne yani? Şimdi sen diyorsun ki Yavuz da mı-"

"Sadece Bella'ya çok sert davranıyorsun diyorum. Tıpkı Yavuz gibi o da senin ailenden. Sırf Yavuz'u sevdiği için ona bu kadar yüklenmemeliydin. Zaten her şeyin farkındaydı o. Beklentisizdi."

Talha başka bir şey söylemedi ama beni anladığına adım gibi emindim. Elimi omuzuna koyup ona gülümsedim.

Bella'nın odasına geldiğimde kapıyı tıklattım ama içeriden gelen tek ses sessiz iç çekişlerdi. Hala ağlıyordu. Usulca kulpunu indirip kapıyı açtım. Bella yatağına oturmuş, dizlerini kendine çekmiş, tahmin ettiğim gibi sessizce ağlıyordu. Yatağın ucuna oturdum.

"Bella,"

Tepki vermedi. Sessizce yanında oturup bir süre onu kendi haline bıraktım. Ağlaması nihayet durulduğunda sessizce iç çekişleri devam ediyordu. Onu teselli edecek şeyin şuan yanında olduğumu hissettirmek en iyi yoldu ama birkaç sözcük daha çekip çıkardım aklımdan:

"Talha böyle hissettiğini bilmiyordu. Hiçbirimiz bilmiyorduk. Seni anlamadığımız için üzgünüm."

Bella yine tepki vermedi. Az önce aşağıda bağırarak yaptığı konuşmayı daha önce hiç yapmamıştı. Emindim ki bunu kendisinden bile beklemiyordu. Ama insan gırtlağına dayanan kederi öyle birden derdini ortalığa savurarak atıveriyordu. Bella da öyle birden patlamıştı. Şimdi bunun üzüntüsü de hüznünü ikiye katlamıştı. Bir süre daha sessizce yanında otururken kapı hafifçe açıldı. Bella oralı değildi bu yüzden Talha'nın geldiğini görmedi. Yüzünde ki ifadeden endişe dökülüyordu, Bella için kendini kötü hissetmiş olmalıydı. Talha yavaşça gelip yanı başımda durdu.

"Aptalın tekisin." dediği an daha çok şaşırdım. Teselli etmeye geldiğini sanmıştım bu defa kızma sırası bendeydi. Ona karşı çıkacağım anda konuşmasını sürdürdü: "Şimdiye kadar bana bunlardan bahsetseydin çoktan Yavuz'a yumruğumu geçirmiştim." Bella hıçkırıkları arasından başını kaldırıp şişmiş gözleri ile Talha'ya baktı. Talha ellerini cebine koydu: "Senden elbette nefret etmiyorum. Öyle olsaydı değil şu kapıdan ülkenin sınırlarından içeri bile giremezdin. Sende benim ailemdensin. Eğer biri seni üzüyorsa bunu bana söylemeliydin. İcabına bakardım. Bakacağımda. Bu yüzden ağlamayı kes."

Talha'nın ilk kez karşılaştığım bu yeni yanına hayran hayran bakarken Bella eli ile gözlerini silip burnunu çekerek Talha'ya baktı ve çatlak çıkan bir sesle:

"Ben artık Londra'ya dönmek istiyorum." dedi. Artık pes ediyordu anladığım kadarı ile onun için bir kez daha üzüldüm. Bir an ona Yavuz'un ona karşı olan hislerinden bahsetmek o gün şirkette ona nasıl baktığını gördüğümü söylemek istedim ama hemen bu düşüncemden vazgeçtim. O duygular Yavuz'u ilgilendirirdi bunun hakkında bir şey söylemek bana düşmezdi. Emindim ki Talha da bunun hakkında bir şey söylemeyecekti Bella'ya ve eğer gitmek istiyorsa onu durdurmayacaktı.

"Bunu sonra konuşuruz. Önce biraz kendini toparla. Seni böyle gönderirsem babanın hoşuna gitmez."

Bella'nın odasından çıktığımızda bakışlarımı ona diktim. Talha bana klasik bakışlarından birini attı.

"Neden öyle bakıyorsun?" diye sordu.

Kollarımı boynuna dolayıp ona sarıldım. İçimden sevdiğim adamın Talha olduğu için, onun kocaman kalbi için bir kez daha şükrederken Talha birkaç saniye düşündükten sonra sarılışıma karşılık verdi. Geri çekildiğinde hiçbir şey anlamamış gibi gülümsüyordu.

"Az önce Bella'ya söylediklerinden dolayı gururlandım, sandığımdan daha fazlası olduğunu görüyorum -Allah'a şükürler olsun-."

"Çok etkilendin."

"Fazlasıyla."

"Çok kolay etkileniyorsun."

"Konu sen olunca buna engel olamıyorum galiba." kolunu belime dolayarak alnıma bir buse kondurdu. Bana baktığında yine sırıtıyordu.

"Kocan olduğum için başını secdeden kaldırmaman gerek." dediğinde ona kötü kötü baktım. Egosuna bir selam verip kollarımı boynundan çektim. Bir adım geri çekilip bana sırıtarak bakan Talha'nın o sırıtışını yüzünden çekip aldım ve ardıma bakmadan yanından ayrılırken duyacağı bir şekilde mırıldandım:

"Çok şımartıyorum ben seni."

. . .

(2 gün sonra)

İkindi namazından sonra annemin çayını verip yanında ki tekli koltuğa oturduğumda Aslı kucağında ki meyve tabağında ki portakalları büyük bir iştahla yiyordu. Sanki ilk kez yiyormuş gibiydi ve annemle ona gülmeden edemiyorduk. Abim evde üniversitedeki birkaç arkadaşı ile buluşmak için çıkmıştı. Oda çok çabuk yorulduğu için evde kalmak istemişti. Sabah Talha evden çıktığında bende evde ki birkaç eşyamı almak için anneme uğramıştım. Niyetim hemen dönmekti ama sohbet muhabbet yemek derken epey zaman geçmişti.

"Leyla nasıl?" diye sordu annem.

"Hala dinleniyor. Sanki gittikçe daha bitkin düşüyor artık. Endişelenmeye başlıyorum. Talha'ya söylemedim henüz. Bugün Ahmet beyle konuştum diyaliz günlerini iki güne çıkartmak istiyor. Leyla duysa kriz geçirir. Nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum."

"Söylemen lazım kızım, sağlık bu. Talha oğlum zaten Leyla için en iyisini ister. Leyla da dayanır inşallah. Rabbim dayanma gücünü de veriyor elbette. Henüz gencecik kız. Günahsız. İnşallah en yakın zamanda nakil yapılır."

"İnşallah anne çok dua ediyorum. Bu birkaç gündür gittikçe kötü düşünmeye başladı. Belli etmiyor falan ama anlıyorum. Talha'ya söylemedim daha çok endişelenmemesi için önce Leyla ile uzun uzun bir konuşmam gerekiyor."

"İyi yapmışsın." portakallarından başını kaldıran Aslı bana baktı.

"Biz de Onur ile geçen gece bunu konuştuk. Amcamı biliyorsun Amerika da alanında uzman bayağı ünlü bir doktor. Eğer dilerseniz Leyla'yı tedavi için oraya götürebiliriz. Çok yardımcı olacağına eminim."

"Yurtdışında ki doktorları senden önce Bella defalarca söyledi Talha ne kadar istese de Leyla kabul etmiyor. Gitmek istemiyor."

"Neden ama? İyileşmek istemiyor mu? Hepsini denemeli."

"Tedavi süresi ne kadar belli değil, uzun zaman boyunca bilmediği bir ülkede bir odada hasta yatarak geçirmek istemiyor."

"Ne olursa olsun. Şimdi bizde bir aile sayılırız. Hem annemde gidecek bizimle Leyla dilerse biz ona hem ablalık hem annelik yapabiliriz. Talha'nın da gözü arkada kalmaz hem. Bunu onunla bir konuş."

Söylediği tüm o şeylerin içinde takıldığım o cümle ile bakışlarım anneme gitti. Anladı hemen, gülümsedi. Bana daha önce söylemediğinden yahut fırsatı olmadığından onun da Amerika'ya gideceğini şimdi öğreniyordum. Bir şey ezildi içimde. Yutkundum. Annem uzanıp elimden tuttu:

"Sana söylemeye fırsatımız olmadı. Onur gidelim diyor."

"Sen gitmek istiyor musun? Burada kalabilirsin hatta Talha bize yerleşebileceğini bile söyledi. Hep beraber-"

"Olmaz cankızım. Orası senin yuvan, burası benim. Onur neredeyse ben orada olmalıyım."

"Başka bir ülke orası annem, sıkılırsın."

"Benim yurdum artık burada değil ki iki gözüm, artık neresi olursa orada kalabilirim. Hem torunum doğacak. Bana sıla hasreti hissettirmez o. Bir daha görüşmeyeceğiz değil ki. Gelirsin, gelirim Allah'ın izni ile."

Ne kadar söylese de bunları beni teskin etmek için söylediğini biliyordum. Onun yurdu buraydı, ikimiz birlikte gitmeye karar verdiğimizde dahi istemeye istemeye evet demişti abime şimdi ise beni ardından bırakıp gidecekti. Yüreğinin böyle istemediğini biliyordum ama elinden başka bir şey de gelmiyordu.

Korna sesi ile pencereden baktığımda Talha'nın arabasının kapıda olduğunu gördüm. Gözlerim istemsiz saate gitti. Tam dediği saatte beni almaya gelmişti. Dakik olması beni gülümsetti. Bekletmeden ayağa kalktım. Kapı zili çaldığında annem ve Aslı kapıda Talha'yı akşam yemeği ısrarlarına boğarken onun hayır diyeceğine emin olduğum için çoktan hazırlanmıştım. Anneme veda edip ayrıldık yanından. Arabada ona geciktirmeden söylemek istediklerimi kafamda tarttım.

"Sana söylemem gereken bir şey var." bana yine ne var diyen o bakışlarından biri ile baktı: "Ahmet beyle konuştum-"

"Ne yaptın?" dedi tek kaşı havada bana ölümcül bakışlarından birini attı.

"Önce bir dinle. Leyla'nın durumu ile ilgili. Diyaliz günleri.. artık haftada iki gün olacakmış."

Talha'nın direksiyonu tutan parmak boğumlarının beyazlaştığını gördüm. Çenesini kasıyordu. Pencereden dışarı baktı. Bir şey söylemesini bekledim ya da sormasını ama yapmadı, bir süre daha geçtikten sonra

"Talha! Aslında ben..."

"Ne?"

"Aslı, bugün eğer istersen Leyla'yı tedavi için Amerika'ya götürebileceğimizi söyledi. Aslı'nın amcası alanında uzman bir doktor. En iyi şekilde yardım edecek. Nakil olabilir."

"Bunu daha önce konuşmuştuk." dedi yutkunarak. Yüzüne bir maske geçirdi. Onu uzun zamandır bu Talha Bahremoğlu hali ile görmüyordum. Yine de üsteledim.

"Biliyorum ama şu var... Belki de burada değil orada iyileşecek. En azından elimizden geleni bir kez daha yapalım gerisi nasip. Bilemeyiz değil mi? Lütfen bunu onun iyiliği için düşün. Belki farkında değilsin ama son derslerinin hiçbirine girmedi. Kötü düşünmeye başladı iyice. Psikolojik olarak onun iyileşmeye teşvike ihtiyacı var. Sadece bekliyor oluşu onu sanki hiç iyileşmeyecekmiş gibi hissettiriyor. İnancını kaybediyor. Ona yardım etmeliyiz."

"Biliyorum.."

"Hem Annem, abim ile oraya yerleşecek. Eğer kabul ederse annem ve ben emin ol Leyla ile çok güzel ilgileniriz. Hatta sen burada ki işlerini hallederken biz Leyla'nın yanında oluruz.. Eğer istersen ben tek de onunla giderim. Nazar abla da gelir. Belki Bahadır da..."

"Hiçbir yere gitmiyorsun. Eğer gidilecekse beraber gideriz."

"Ciddi misin?"

"Şu saatten sonra başka lüksümüz yok."

"Şükürler olsun.. Artık Leyla'nın iyileşmesini umut ediyorum. Tüm dualarım onunla."

"Bende. Onu kaybedemem Feza, eğer öyle bir şey olursa geri de kalacaklarında bir önemi yok benim için."

Talha söylediği bu son söz içime bir ok sapladı. Ucu incelerden de inceydi. Değdiği yeri acıttı. Yokluk ile bildiği şeyin acısını bir kişi ile doldurduğundan olsa gerek onun olmayışını kimsenin olmaması ile aynı görüyordu. Ve o yokluğun içine korkarım ki beni de koyuyordu. İçimden Talha böyle hissettiği için Allah'tan af diledim. Ve Talha'yı Leyla'nın yokluğu ile imtihan etmemesi için dua etmeye başladım.

Eve vardığımızda kapıdan içeri girmek üzereydik ki yanımızdan süratle Yavuz'un arabası geçtiğinde Talha da bende şaşırarak ardından baktık. Talha sanki ne olduğunu biliyormuş gibi beklemeden hızla arabayı geriye döndürüp Yavuz'un peşine takıldı. Telefona sarındı.

"Bahadır ne oluyor?... Tamam... Peşindeyim ben. Konum atacağım ."

Telefonu kapattıktan sonra daha da hızlandı. Sessizce yanında durmaya devam ettim. Benim orada olduğumu bir an aklından çıkarmış olmalıydı emindim çünkü öyle olmasaydı beni şuan yolun ortasında indirmiş olurdu. Yavuz, nereye bu denli hızla ile gidiyordu bunun cevabını aklım tek bir ismi gösteriyordu; Aden. Onu bulmuş olmalıydı. Yine geçen defa ki gibi yalnız gidiyordu. Şehrin asfaltlı yolları yavaşça bozuldu ve ıssız bir yere doğru araba hızla ilerlemeye devam etti. Talha'nın beni bu izbe yerde indirmeyeceğinden emin olduğum an yavaşça sordum.

"Yavuz Aden'i mi buldu? Oraya mı gidiyor?"

Talha birden sağa dönüp benim varlığımı hatırladı. Sinirle sessiz bir şekilde küfretti. Ona küfrün günah olduğunu söylerdim ama şuan daha önemli bir şey vardı.

"Neden seni indirmedim ki? Hay aklıma.."

"Sorun değil Yavuz'u gözden kaçırma sakın."

Bana öfkeyle bakıp eli ile direksiyona vurdu. Ardından direksiyonun arama tuşuna bastığında telefonun ekranında Bahadır yazısını gördüm. İlk çalıştı açtı.

"Bahadır, Feza benimle gelip onu al."

"Nereye geleyim abi?" Talha telefonu kapatıp bana döndü:

"Bahadır'a konum at hemen."

Dediğini yapıp hemen telefonu elime aldım ve Eski Sanayi Sitesi 245 yazan konumu Bahadır'a gönderdim. Arabanın yavaşlamaya başlaması ile Başımı kaldırdığım da yan yana sıralanmış beton binalar gördüm. Bir an bu tenha, izbe yerden içim ürperdi. Böyle bir mekanda elinde silahları oyuncak olarak gören insanlar ile olmak bir şeylerin kötü sonuçlanacağını işaret ediyordu. Korkarak Talha'ya baktım. Benim aksime korkmuş görünmüyordu. İleride Yavuz'un arabasının durduğu yerde arabayı durdurdu. Uzanıp torpido gözünün kapağını açtı içinde çıkardığı elinin sarındığı siyah metali gördüğüm an korkum avaz avaz bağırmaya başladı. Kapıyı açtı ve inmeden önce bana bakıp son ikazını yapmayı da unutmadı:

"Eğer bu arabadan inersen ve sana bir şey olursa seni ben öldürürüm, Feza."

"Talha!"

Ona seslenişimi duymadı. Elinde ki silahın emniyetini açarken hızla uzaklaştı ve duvarın öteki yüzünde gözden kayboldu. Beklemeye başladım. Tek dileğim bir an önce Bahadır'ın buraya gelmesiydi. Benim için değil Talha için. Dakikalar birbirini kovaladı. Henüz beş dakika geçmişti lakin beş saat gibiydi. Ne kadar Talha'nın tehdidini aklımda döndürüp durduysam da ona bir şey olacak korkusu Talha'nın öfkesinin korkusuna daha baskın geldi ve arabanın kapısını açıp indim.

Bir aksiyon gerilim filminde ki başını belaya sokacak esas kız ya da esas oğlan için durumu zorlaştıracak aptal kız olduğumu düşünebilirsiniz ama öyle değil. Ben öyle biri değildim. Eğer şu yaptığımı Talha görseydi üzerime kükrerdi eminim ama şuan tek istediğim onu sağ salim görebilmekti. Bu yüzden kararlı bir şekilde ilerledim. Duvarı geçtikten sonra büyük siyah bir kapının içerisinden girdim. Kocaman geniş tavanlı, içi yankı yapacak kadar boş bir depoydu. Yan tarafa baktığım başka boş binalara doğru açıldığını gördüm. Birkaç paslanmış makinayı geçtim, uğultular kulağıma geldiği an adımlarımı hızlandırdım. Başka bir ne olduğunu anlamadığım makinayı geçmiştim ki Talha'yı gördüm. Bir duvarın önüne üst üste yığılmış kerestelerin önündeydi. Sağ salimdi bunun için memnumdum elbette. Sorun önünde ona silahı doğrultmuş sırtı bana dönük adamdı. Boyu Talha'dan kısa üzerinde siyah elbiseler bulunan biriydi.

"Silahını bırak dedim."

Sırtı bana dönük olan adam tehditkar bir şekilde söylendiğinde Talha yavaşça eğilip silahı yere bıraktı. Etrafa baktım Yavuz görünmüyordu. Ne yapabilirim diye düşünüyorken adamın Talha'ya doğru bir adım attığını gördüm ve düşünmeden ileri atıldım. Amacım Talha'yı namlunun ucundan almaktı ama bunu nasıl yapacağımı düşünmediğimin farkına ikinci adımımda varmıştım. Üçüncü adımımı atmıştım ki Talha'nın elinde ki silahtan çıkacak olan kurşundan beter bakışlarını da o an gördüm. Eğer ki önümde ki adam beni öldüremezse Talha bu işi yapacaktı, o bakışlardan emin olmuştum. Talha'nın öfkesi şimdi beni bu silahlı adamdan daha çok korkutmuştu. Şimdilik bu korkumu içimin köşelerinden birine atıp adamın dikkatini nasıl dağıtacağımı düşünmeye başladım ama bu imkansız görünüyordu. Bakışlarım Talha'ın yere bıraktığı silaha kaydığında adamın da sağ bacağını fark ettim. Kan lekeleri vardı. Bu da yaralı olduğunu gösterirdi. Diz kapağının arkası, birkaç santim aşağısı. Derin olmasa da muhtemelen bir darbeyle acıyabilir bu da adamın dikkatini dağıtabilirdi.

Talha'nın bakışları hala adam da iken kendimden beklenmeyecek bir cesaretle tıpkı abimin bana öğrettiği gibi yan yatırdığım ayağımı kaldırarak sert bir tekmeyle adamın bacağına darbeyi indirdim. Talha'nın sakın yapma diyen hava da ki elini görür gibiydim tam hatırlamıyorum o sırada odağım bacağını tutarak inleyen yere diz çökmüş adamdı. Bir iki saniye içinde tıpkı bir maç günündeymiş gibi rakibimi nakavt etmek için sağ ayak bileğimi sert bir şekilde adamın yüzüne indirdim. Birkaç saniye içinde iki hamle ile adamı yere serdim. Giydiğim elbisenin eteğinin oldukça geniş olması bugün için bir tevafuktu.

Daha ne olduğunu anlamadan kendini yerde bulan adama baktım. Ağzını ve burnunun kan kaplamıştı. İnşallah ölmeyecekti. Derken adam yerden kalkmak için eli ile destek alacaktı ki bu defa Talha sert yumruğunu adamın yüzüne geçirdi. Şimdi bayılmıştı işte. Endişeli gözlerim hala yerde iken karşımda duran heybeti geç fark ettim. Bakışlarım onun öfke kusan yüzüne değdiği an korkmaya başladım.

"Sen ne yaptın?" dedi tıslayarak. Ne yaptığımı anladığımda ellerimden önce kalbim titremeye başladı. Gerçekten de ne yapmıştım? Korku gözlerim ile beraber tüm vücudumu da kaplamıştı. Konuştuğumu sandım ama kelimeler ağzımdan çıkmadı. Talha yine tıslayarak:

"Sana arabada kal dedim." dediğinde sesim çatallaşarak karşılık verdim.

"Gelmeseydim ölebilirdin."

"Asıl şimdi sen ölebilirsin hem de benim ellerimde."

Bana doğru bir adım atmıştı ki bir demir parçasının yere değiş sesi duyuldu. Talha etrafa kulak kabarttı. Kolumdan tutup beni az önce ki kerestelerin yanına çekti. Yavaşça eğildi.

"Sessiz ol sakın yanımdan ayrılma. Bizden başkaları da var."

"Yavuz yalnız olmadığını biliyor mu?"

Bilmiyordu. Talha yüz ifadesinden anladığım buydu, elimden tutarak yavaşça ilerledi. Tabi az önce yere bıraktığı silahını almayı da ihmal etmeyerek. Etrafa iyice bakıp kimsenin olmadığına emin kadar yürümeye devam etti. Şimdi başka bir kapının önüne gelmiştik bu da başka bir depoya açılıyordu. Talha üstü açık depoya bir göz gezdirdiği an eli ile kolumdan tutup beni geri itti. Pencere olduğunu tahmin ettiğim büyük açıklığın altına olduğum yere sindim. Telefonunu çıkarıp birini aramaya başladı. O arada bende ne gördüğüne bakmak için başımı kaldırdığımda birkaç metre ileride Yavuz'u gördüm. Üstü açık deponun orta yerindeydiler. Tam karşısında ise en son düğünde oldukça şık bir takım ile gördüğüm Aden vardı. Yan profillerinden anladığım kadarı ile ikisi de bir birlerini gördüklerine epey memnunlardı. Hatta bir ara Yavuz'un elinde ki telefona bakarak gülümsediğini bile görür gibi olmuştum. Aralarında bir sorun yok gibiydi. Peki o halde az önce silahını Talha'ya doğrultan adam kimdi? Aden'in tarafında olduğu belliydi o halde Aden Yavuz'a bir oyun oynuyordu. Ama şuan ki havadan sudan sohbet ediyormuş gibi duran hallerine bakınca buna inanasım gelmiyordu. Eğer ki inanmazsam bu demek oluyordu ki ikisinin dışında burada bir başkası daha vardı.

"Hadi be oğlum. Açsana şunu." diye sinirle söylendiğinde Talha'nın Yavuz'u aradığını anladım. Talha'ya döndüm:

"Başka biri daha var Talha. Az önce ki adam Aden'in adamı olamaz."

"Değildi zaten." diyen Talha'ya baktım. Tekrar kolumdan tutup beni duvarın dibine çekti. Yüzümü avuçladı: "Sakın buradan ayrılma. Sakın. Bu defa sözümü dinle."

Bana verdiği ikazdan sonra nereye gideceğini düşünürken elinde ki silahtaydı gözüm. Yanlarına gitmeyecekti değil mi? Onu durdurmak için kolundan tutmuştum ki keskin bir silah sesi duyuldu. Olduğum yerde donup kaldım. Talha benim yanımda ve sapasağlamdı bu düşündüğüm ilk şeydi. Ardından vurulan kişinin az önce Aden ile konuşan Yavuz olduğunu anlamam ile hemen doğrulup pencereden dışarı baktım. Yerde yatan Yavuz değil Aden'di. Talha'da benim gibi ilk şokunu atlattıktan sonra hemen onlara doğru atıldı. Endişesi bir sonra ki kurşunun hedefinin Yavuz olmasıydı. Talha'ya oranla bu durum Yavuz'un umurunda bile değildi öyle ki endişe ile Aden'in üzerine eğilmiş ona bir şeyler söylerken ne dediğini anlamasam da sesi bana kadar ulaşıyordu. Talha yanına vardığında elinde ki silahla etrafı kontrol ettikten sonra Yavuz ile birlikte Aden'i benim olduğum yere taşıdılar. Kalbinin tam üstünden vurulmuştu ki onun vuran kişinin işini bilen biri olduğunu sadece okuduğum polisiye romanlardan bile anlayabilirdim. Yavuz Aden'in yarasını bastırdı.

"Dayan, sakın bırakma kendini. Şimdi ambulans çağıracağım." Aden bir şey söylemek için ağzını açtı ama sadece birkaç damla kan püskürdü. Kesik bir öksürük gibiydi.

"Sözümü... tuttum... dediğini... yaptım..."

"Ne yaptın?" soruyu soran Talha'ydı Aden'in gözleri bir an onu buldu ve acıyla güldü. Benim gibi tıpkı Yavuz ve Talha da şaşırdılar. Yavuz tekrar onu rahatlatmak için konuştu.

"Aden, şimdi sırası değil. İyi olacaksın kardeşim o zaman uzun uzun konuşuruz. Tamam mı? Şimdi biraz daha dayan." Yavuz'un onu tesellisine bu defa içten bir gülümseme ile karşılık verdi.

"Babanı... öldüren.... kişiyi..." Aden konuşmaya çabalarken Yavuz duyduğu baba sözcüğünden sonra Aden'in başını ellerinin arasına aldı. Talha Yavuz'un bıraktığı yarayı elleri ile bastırdı.

"Ne? Babamın kim olduğunu mu buldun? Ölmüş mü?" Aden başını onaylayarak belli belirsiz salladı. Yavuz'un gözünden bir damla yaşın düştüğünü gördüm. Aden tekrar zorlanarak konuştu.

"İntikamını... aldım..."

"Kimdi Aden? Babam kimdi nasıl öldü? Sen kimi öldürdün? Söyle."

"Onu... öldürdüm..."

Bu Aden'in son cümlesi oldu. Son nefesini verirken Yavuz'a verdiği sözü tutmasından olsa gerek gözleri açık gitmemişti. Hatta yüzünde bir gülümseme bile vardı diyebilirim. Yavuz istemese de gözünden bir iki damlanın düştüğünü gördüm. Acı ile Aden'in ölü bedenine sarıldı. Talha ellerini yavaşça çekti ve ayağa kalktı. O sırada Bahadır bir solukta yanımıza gelip ne olduğunu anlamaya çalışır gibi önce yerde yatan ölü adama ve Yavuz'a baktı ardından ise bakışları bize döndü. Bin bir parça olan ifadesini önemli bir şey söylemek için Talha'ya çevirdi.

Aden öldüğünde emin olduğum iki şey vardı. Birincisi o kötü biri değildi ve ikincisi o gün düğünde onu karşımda gördüğümde paketinde yazan isim ben değildim. Gerçek kişi ne yazık ki daha da acıydı bunu Bahadır'dan duyduğumuzda hepimiz donakaldık.

"Abi... Nuh bey... öldürülmüş.."

Aden, Nuh beyi öldürmüştü. Yavuz'un babasını öldürdüğü için...

. . .

Loading...
0%