Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1.Bölüm

@cigdemgah

Bilmem kaçıncı adımı attığım sırada dizlerimin dermanının kesildiğini hissettiğimde kendimi en yakın banka atarak biraz soluklanmaya karar verdim. Sahile gelip kendimi yatıştırmaya, nefes almaya ihtiyacım olduğundan bir kaç dakika yürümek istemiştim. "On adım sonra döneceğim, bir on adım daha, sonra ki on adımda." diyerek sonunda iki saati devirmiş yine de ihtiyacım olan nefesi alamamış gibi eve gidememiştim. İki yaşlı amcanın oturduğu bankı geçip biraz ileride ki banka yürüyüp oturdum. Günün tüm yorgunluğunu, tüm hayal kırıklığını ve üzüntümü omuzlarımdan atarmışçasına bedenimi serbest bırakarak banka oturdum.

Hava soğuktu. Bulutlar havayı kaplamış olduğundan daha karanlık gösteriyordu Emirgan Sahili'nin en sevdiğim yönlerinden bir tanesi de gökyüzünü bana en güzel şekilde gösterdiğine inanmamdı. Babamın beni küçükken buraya getirip elma şekeri alışını anımsadım, gözlerimi kapatıp başımı geriye yasladım. En üzgün olduğum zamanlarda yüzüm gülsün diye beni buraya getirdiğinde sevinçten havalara uçardım. Bazen özellikle üzgünmüş gibi davranırdım babam sahile götürsün elma şekeri alsın diye. Gülümsedim.

"Bugün o elma şekerine ihtiyacım var baba." diyerek kendi kendime söylendim. O zamanların üzerinden yıllar geçmiş ama hala her üzüldüğümde sahile gelme alışkanlığım geçmemişti. Bana huzur veren en iyi his buydu -tabi huşu içinde kıldığım sabah namazlarımı saymazsak-. İçimde ki yarayı geçirmese de merhem oluyordu beni sakinleştiriyordu. Sanki içimde oluşan anlamsız sıkıntıyı denize bırakıyormuşum gibi yükümü hafiflettiriyordu. Bazen karlı havalarda geldiğim bile oluyordu sahile, o soğukta gelir üşüdüğümü bile hissetmeden dakikalarca sahilde yürüyüş yapar oyalanırdım. Genelde kriz anlarımda, nöbet geçirdiğim zamanlarda gelirdim bu sahile. Sık sık olmuyordu tabi ama bazı sıkıntılar kendimi günlerce kötü hissetmeme sebep oluyordu. Özellikle de şu staja başladığım günden bu yana daha sık gelmeye başlamıştım sahile. Psikoloji deki deyimiyle Anksiyete (kaygı) bozukluğum vardı. Çok etkilendiğim, korktuğum ve üzüldüğüm anlarda oluşan psikolojik bir rahatsızlıktı. Öyle anlarda istemsiz olarak nefes alışım zorlaşıyor, -öncelik olarak avuçlarım dan başlayıp- tüm vücudum terliyor, ellerim titremeye başlıyor ve eğer çok ciddileşirse kalp atışlarım düzensizleşiyordu. Ölümcül bir yanı yoktu tabi ama öyle zamanlar oluyordu ki -mesela babamın ölüm yıldönümleri- ilaç almak zorunda kalıyordum. Yine de çok şükür ki iki yılda bir ya da yılda bir defa ciddileşiyordu rahatsızlığım. Onun dışında kendi kendimi rahatlatabiliyordum. Aşırı stres, yorgunluk, öfke, şok gibi nedenlerden dolayı birden kendini gösteren belirtiler 5-10 dakika içinde normale dönüyordu ama bazen yarım saatten fazla bir zaman aldığı da oluyordu. Tıpkı bugün olduğu gibi. Biraz durup sakinleşip sonrasında eve gitmeyi ummuştum ama 1 saat 42 dakika olmuştu. İçimden nefes alışlarımı saydım. Ardından çantamda ki tansiyon aletini çıkarıp tansiyonumu ölçtüm. Değerler normaldi. Kalp atışlarım da öyle. İyiydim sanırım ama biraz daha beklemeye karar verdim çünkü eve gittiğimde hayatından memnun ve her şey yolundaymış görünmem gereken biri vardı. Annem.

Bugün gerçekten de benim için çok zor bir gündü. Gözlerim dolacak kadar çok zor geçen bir gündü hem de. Eve gittiğimde dolan gözlerim ile eğer anneme görünürsem benim için daha çok endişelenecek ve üzülecekti. Kalp hastasıydı. Son krizinden sonra doktorlar ona stresi ve üzüntüyü kesinlikle yasaklamışlardı. Bu yüzden tek bir eksik ruh halimde ona zarar verirsem kendimi asla affetmezdim. Babam öldüğünden bu yana abimi ve beni büyütmek için elinden gelen her şeyi yaptı. Tek başına bir evi, iki çocuğu aldı omuzlarına. İkimize gözü gibi bakıp büyüttü. Oğlunu evlendirip yurt dışına gönderdiğinde kahrolsa da sesini çıkarmadı yanında ben olduğum için dayanıyordu, 12 yıldır dayanmaya çalışıyordu o yüzden belki de artık kalbine vurmuştu tüm sıkıntıları. Bize hissettirmediği tüm o çaresizliği ve çırpınışları içine attığındandı belki. Son dört yılda iki kez kalp krizi geçirdi doktorların dediğine göre mucizeymiş hayatta kalması ama abimin eşi olan Aslı bunun mucizeden ziyade beni yalnız bırakmak istemediği için onun ölmeye hazır olmayışından olduğunu söylüyordu. Yani gözü açık gitmek istemiyormuş. Anneme sorarsanız eceline daha vardı. Eğer benim için annem hala hayatta ise Allah'a hamd etmeye devam etmeliydim çünkü annem bu hayatta sahip olduğum tek hazinemdi. Bizim için o kadar sıkıntıya katlandıysa bunca zaman bundan sonra da ben onun sıkıntılarını yüklenmeliydim. Onun içindi tüm başarılarım ve geleceğim için yaptığım tüm planlar onun iyiliği için şekillenmeliydi. Tıpkı burada ki eğitimimden sonra annemin abimin yanına gitmemi istediği için gelecek yıl Amerika'ya gitmeme karar vermesi gibi. Bu yıl annemi de alıp gidecektik buradan ikimizin de iyiliğine olan buydu zannımca.

Cebimde ki telefon titrediğinde isteksiz bir şekilde elim telefona gitti şuan kimse ile konuşmak istemiyordum. Ekranda Aylin'in numarasını gördüğümde cevapladım:

"Efendim,"

"Feza, neredesin kuzu o kadar aradım seni okulda, mesaj da attım. Göremeyince endişelendim."

"Sahildeyim."

"İyi misin? Kurulun verdiği kararı duydum Vakıf hocadan. Senin adına üzgünüm ama şanslıyız ki daha kötü değil sonuç. Bu arada seni sordu profesör."

"Ne dedi? Geri gelip kalan eşyalarımı toplamamı mı söyledi?"

"Saçmalama Vakıf hoca iyiliğini ister senin. Odasının yedek anahtarını getirmeni söyledi."

"Hah! Allah'ım delireceğim... O Sinan denen herifi elime geçirirsem gırtlağını sıkıp tırnaklarını boynuna geçireceğim cidden."

"Aman Allah'ım. İlk defa birine şiddet uygulamak istediğini söylediğini duyuyorum ama merak etme kimseye söylemem. Ne de olsa bir psikolog adayının birini öldürme dürtüsünü duymak kimsenin hoşuna gitmez. Yine de Sinan'ın yatığı şey yüzünden ondan intikam almak istediğimi söyleyemeyeceğim. Lakin bunu yapmamalıyız çünkü içimiz de ki öfke dürtüsünün bizi el almasına izin veremeyiz-" böyleydi Aylin. Bazen cümleleri art arda dizer kendi bile ne konuştuğunu fark etmezdi. Yine de okulda ders notları en yüksek olan öğrencilerden biriydi. Çok tatliş, tiki bir dış görünüşe sahip olmasına karşın oldukça zeki ve başarılı bir öğrenciydi. Ben onu rakip olarak görürken o beni arkadaş olarak benimsediğinden yanlışlıkla çok iyi dost olmuştuk, oldukça da memnundum bu durumdan. Sınıfın Gold takımındaydık. Gold; Psikoloji son sınıf öğrencilerinin ilk 4 üne verilen isimdi. Vakıf Hoca'nın gözde öğrencileriydik. Ben, Aylin, Sinan ve Mehmet. Sınıfta ki en yüksek ortalamaya sahip kişi olduğum için bu başarımın sebebini Vakıf hocaymış gibi onun torpilli öğrencisi olduğumu düşünüyorlardı. Umurumda değildi başkalarının ne düşündüğünü önemsemiyordum. Mühim olan ben ve ne hissettiğimdi. Aylin de öyleydi bu yüzden belki de en iyi arkadaşımdı.

"Özür dilerim. Neyse anahtarları hemen teslim etmeliymişsin çünkü Vakıf Pusat yarın yurt dışına gidiyormuş. Benim senden anahtarları alıp ona götürmem gerekiyor ama şimdi bir aile yemeğine gitmem lazım ve çok geç kaldım benim yerime adresi sana atsam sen götürür müsün? Lütfen Feza! Bu iyiliği yap bana, lütfen." gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım:

"Tamam, ben hallederim adresi gönder." ahizenin diğer ucunda Aylin'in sevinç çığlığını duymak istemediğimden hemen telefonu kapatıp çantama attım. Güneş batalı çok olmuştu ama hava da ki kara bulutlardan bu anlaşılmıyordu. Küçük bir şimşek çaktı ileride, gök gürültüsü yankılandı. Yağmurun habercisiydi. Daha fazla oyalanmadan ayaklanıp eve gitmek için otobüs durağına doğru yol aldım.

Son durakta inip evin olduğu sokağa saptım, aklımda anneme yapacağım açıklamanın provasını yapıyordum. Hassas düşünen bir kadındı annem bu yüzden onunla düşünmeden pat diye konuşamazdım. Mezun olmamı dört gözle bekleyip beni de abimin yanına gönderme hayalleri içinde iken ona okuldan kovulma aşamasında iken 6 ay uzaklaştırma aldığımı ve bunun benim 1 yılımı heba ettiğini söylemenin ince bir yolunu bulmalıydım. Dedemden bize yadigar kalan büyük ahşap evin önünde durdum bir kaç dakika oyalandım. Merdivenlere oturup öyle düşündüm ardından bir iki volta attım. Kapıda ki saksı ile bir konuşma provası yaptım. Tekrar basamaklara oturup karanlık gökyüzünün bulutlu örtüsüne baktım. Sanki eve ne kadar geç girersem o kadar iyi olacakmış gibi hissediyordum. Bir kaç yağmur damlası düştü yere. Yağmurun toprağa değmesi ile oluşan eşsiz olan, o en sevdiğim koku burnuma geldiğinde derin bir nefes aldım. O sırada kapı açıldı. Arkamı döndüğümde annemin elinde hırkam gülümseyen yüzü ile karşılaştım. İki basamak inip hırkayı omuzlarıma örttü:

"Üşüyeceksin gözümün nuru." dedi sahte bir sitem ile gülümseyerek ayaklandım.

"Bende şimdi içeri girecektim Dildar Sultan."

"Hadi o halde. Yarım saattir seni kapıda bekleten nedir bir öğreneyim." dediğinde ona baktım endişe ile kapıda olduğumu bildiğinden kötü bir şey olduğunu da tahmin etmişti. Yutkundum ardından bakışlarımı ondan kaçırarak kollarımı sıvazladım. Hüzünlü bir şekilde gülümsedi bana ardından içeri girmem için geri çekildi. Her ne olursa olsun anneler gerçekten de çocuklarının her duygusunu hissediyordu, her şeyin farkındaydılar şimdiye kadar hep öyle olmuştu ben ve annem arasında. Ayakkabılarımı çıkarıp ceketimi askıya astım ardından elim hemen boynumu saran şala gitti ve çıkarıp saçlarımı serbest bıraktım. Şalımı elime alıp odama çıkacaktım ki annem durdurdu:

"Sofra hazır önce bir yemeğini ye soğumadan."

Amacı bir an önce ne olduğunu öğrenmekti biliyordum bu yüzden dediğini yapıp şalı bir kenara bıraktım. Sandalyeyi çekip masaya oturdum. Sıcak çorbadan bir yudum aldığımda çok acıkmış olduğum hissi orada uyandı. Sabahtandır bir şey yemediğimi anımsadım. Oldum olası annemin yemeklerine karşı düşkündüm hep ve yemek yerken bugün olanları aklımın bir kenarına süpürüp yemeklere daldım. Annem sadece yemeğinden bir kaç kaşık alıyor arada oburluğuma gülümsüyordu. Onun dışında sessizdi yemeğimi bitirmemi bekliyordu. Sonunda doyduğumda geriye yaslanıp hamd ettim. Annem bana bakıp:

"O kadar yiyorsun ama hala inceciksin." dedi.

"Millet zayıflamak için doktor doktor dolanıyor sen kilo alayım istiyorsun. Bu güzellik bir şekilde heba olmuyor işte. Güzel bir kızın var mutlu olmalısın."

"Amanın bak hele," dedi enaniyetime dem vurarak: "güzelliğin asıl sahibini unutma sen kafi bize." dediğinde hemen ayaklandım:

"Ah, namaz." annem arkamdan gülerken. Hemen odama çıktım. Feracemi üzerime geçirip namaza durdum. Huzur içinde namazımı kılıp duamı ettikten sonra Bismillah diyerek annemin yanına mutfağa gittim tekrar. Çayı demliyordu. Namazın bana verdiği huzurdan olsa gerek sakin bir şekilde tekrar yerime geçip oturdum:

"Anne,"

"Söyle kuzum."

"Ben..."

"Sahile mi gittin yine?" başımı olumlu anlamda salladım teskin edici bir bakış ile bana döndü ardından geçip çaprazımda ki sandalyeyi çekip oturdu. Ondan saklamayacaktım bu yüzden sakin bir sesle başladım anlatmaya:

"Tülin hanım –hani yanında stajyer olduğum doktor- hasta kayıtlarını tuttuğu dolabının anahtarı bendeydi. Her gün çıkmadan önce dolabı kontrol edip öyle çıkıyordum. Bu yüzden dolabı kilitlediğime eminim anne. Özel bir hasta var önemli birinin oğlu. Hastanın dosyalarından ben sorumluydum ama dün hastanın bilgileri medyaya yayılmış. Sabah haberim oldu. Biri hastanın kayıtlarını okul koridorunda dağıtılmış bir halde bırakmış. Benim sorumluğumdaydı haliyle disipline gönderildim.... 6 ay... uzaklaştırma verildi. Tülin hanım da Vakıf hoca da benim yapmadığımı biliyorlar ama ellerinden gelen bir şey yok. Suçsuz olduğumu kanıtlayamadım. Haliyle stajım da yandı." annem sessizce söylediklerimi dinledi. Ona Sinan'ın bana asıldığını, iğrençleştiğini ve sırf onu reddettiğim için bana bunu yapıp dosyaları benden gizlice aldığını söylemedim. Başında ki örtünün önünü gevşetti. Bir an için ona bir şey olacak diye korktum ama şükür ki beni yanılttı annem. Uzanıp elimden tuttu:

"Çok üzüldün mü?" diye sordu endişe ile.

"Ben senin içi-"

"Sen ne hissediyorsun?"

"O dosyayı çalıp okulda dağıtan, para için gazetecilere sızdıran da ben değildim haksızlığa uğradım. Herkes biliyor gerçeği ama ispatlayamadım. Suçsuz yere yargılanmak çok kötü. Üzgünüm ama en çok seni hayal kırıklığına uğrattığım için."

"Beni hayal kırıklığına uğratmadın. Ben sana güveniyorum. Elbet gerçek bir gün ortaya çıkacak. Biz Allah'a sığınalım şer olanı hayra çevirecek olan bir tek Allah'tır. Eğer yaşattıysa bir bildiği var Rabb'imin." Gözümden bir damla yaş süzüldü sabah bu yana tuttuğum öfkem, kırgınlığım, kızgınlığım orada gardını indirdi. Çok uzun bir zamandan sonra ilk kez yine annemin yanında ağladım. Gözümden daha ilk damla düştüğünde annem kalkıp bana sarıldı. Sonrasında şiddetlendi ağlamam. Her şeyini bana adamış bu kadını hayal kırıklığına uğratmam bende derin bir etki bırakmıştı. Daha kötü hissettiren ise hala benim iyiliğimi düşünüyor olmasıydı. İyi bir okul, başarılı bir kariyer, güzel bir gelecek, ne kadar düşünmesem de ileri de iyi bir eş hepsinin gerçekleşmesi annem içindi. Beni de mutlu ediyordu güzel bir hayat ama şuan o hayatın ellerimden kayıp gidiyor oluşu beni üzmezdi Allah'tandır der çok da üzülmezdim ama benim hayallerime annem ortak iken üzülmeliydim. Bunun verdiği sorumluluktan ağladım belki de.

Annem nihayet geri çekildiğinde sakinleşmiştim. Elimi yüzümü yıkamak için banyoya gidip döndüğümde aklıma profesöre vermem gerek anahtarlar gelince anneme koştum:

"Anne, Vakıf hocanın anahtarları bende kaldı bugün ona vermem gerekiyordu yarın yurtdışına çıkacakmış. Gitmem gerek." annem bir kaç saniye düşündü ardından:

"Bekle Yakup'u arayayım da götürüp getirsin seni." dedi Yakup abi taksicilik yapıyordu. Hem aile dostumuzun oğluydu hem de kapı komşumuzdu. Annem Yakup abiyi aradıktan sonra bende hazırlanmak için odama çıktım. Şalımı bağlayıp tekrar aşağı indiğimde de Yakup abi çoktan gelmişti. Taksinin arka koltuğuna oturduğumda:

"Nereye gidiyoruz psikolog hanım." dedi telefonumu çıkarıp Aylin'in gönderdiği adresi gösterdim:

"Burası abi. Bir anahtar verip geri döneceğim hemen."

"Peki."

"Kusura bakma abi sana da zahmet verdim."

"Olur mu hiç kardeşim. Annen o kadar bizimkilerle ilgileniyor seni bir yere götürmüşüz çok mu?"

Yakup abi, abimle beraber büyüdüğünden onu da öz abimden ayırmazdım o da beni kardeşi gibi görürdü. Abim ile hala dostlukları sürüyordu, abim yurtdışına taşındıktan sonra bize destek olmuş çok yardımı dokunmuştu. Yolda dün akşam eşi ile olan küçük tartışmasını anlatırken bir psikolog adayı olarak ona tavsiyelerde bulunduğumda teşekkür ediyordu. Sonunda restorana geldiğimizde kapıda durdu:

"Ben bekliyorum seni Feza, olur mu abicim?"

"Tamam abi, anahtarı verip hemen geliyorum."

Arabadan inip şık restoranın kapısında durduğumda gözlerimi şöyle bir mekanda gezdirdim. Ardından içeri girmek istediğimde kapıda ki korumalardan biri beni durdurup kibar bir şekilde sordu:

"Rezervasyonunuz var mıydı hanımefendi?"

"Hayır, ben Vakıf Pusat için gelmiştim içeri girip kendisine Feza Boran geldi der misiniz?" koruma başı ile onaylayıp içeri girdi. Yağmur serpiştiriyordu ıslanmamak için kapının girişinde beklemeye başladım. Bir kaç dakika sonra takım elbiseli koruma geri döndü:

"Buyurun Vakıf bey sizi bekliyor." onu takip edip içeri girdiğimde karşılaştığım lüks manzaradan sonra dışarısının içeriden daha samimi olduğuna karar verdim ve benim buraya ait olmadığıma. Bir garsonun eşlik etmesi ile Vakıf hocanın masasına ilerlerken masadakilere gözüm ilişti. Sinan'ı görmemle tüm öfkem kabarırken kendisi alaycı bir gülüş ile beni süzdü. Geldiğimi gören Vakıf hoca ayağa kalktı:

"Feza, hoş geldin. Otur lütfen eşlik et bize." Vakıf Pusat ellili yaşlarda hantal tombul edası ve babacan tavırları ile gerçekten de çok iyi bir adamdı:

"Teşekkür ederim hocam, odanızın anahtarı. Size teslim edip gideyim hemen." uzattığım anahtarı aldıktan sonra. Masadakilere göz gezdirdi. Ardından bana doğru dönüp onların görmeyeceği şekilde ve duymayacağı bir fısıltı ile:

"Beni bekler misin bir," dedi başımla onaylayarak izin istedim ve o Sinan denen insan müsveddesine bakmadan ayrıldım yanlarından. Biraz önce girdiğim restoranın dış kapıyla ayrılan bölümde beklerken bir yandan da beni bekleyen Yakup abi için mahcup hissettim. Derken yanımdan geçen bir garson bana çarptı ve elinde tuttuğu yemek tepsisi eğrilerek üzerime döküldü neyse ki sadece ceketimin ucuna denk gelmişti. Ben şaşkın bir halde lekeye bakarken kız iki büklüm olup:

"Çok, çok özür dilerim... Benim kabahatim... Lütfen temizlemem izin verin." sesi korku dolu çıkıyordu, onu şikayet edeceğimden korktuğu için telaşlandığını anlamıştım. Onu sakinleştirmek için omuzlarından tuttum benim için pek de mühim olmayan bir mesele için kendini bu kadar harap etmesine gerek yoktu:

"Sorun yok. Ayrıca müşteri değilim merak etme. Lavabo ne tarafta onu söyler misin?" kız rahatlamış bir şekilde eliyle ileri de ki kapıyı işaret etti. Ona gülümsedikten sonra gösterdiği kapıya doğru ilerledim. İçeri girdiğimde bayanlara ait olan kapıdan içeri girdim neyse ki kimse yoktu. Su ile krem kaşe trencime değmiş yağ lekesini silmeye çalıştım tabi ki imkansızdı. Neyse ki çok beklemeyip hemen eve gidecektim bu yüzden sorun etmeden musluğu kapatıp dışarı çıktım ki Sinan ile çarpışmadan hemen durdum. Beni gördüğünde şaşırdı ardından da memnun olmuş gibi güldü:

"Hala buradaymışsın." dedi tahammül edemediğim sesi ile.

"Çekil yolumdan." diyerek bir adım atmıştım ki Sinan önümü kesti. Umarım bir aptallık yapıp bugün daha fazla canımı sıkmazdı çünkü artık ne onunla aynı sınıftaydık ne de iş arkadaşıydık bu yüzden her zamanki gibi kendimi tutmayacaktım.

"Bugün için üzüldüm. Gerçekten. Senin ile çalışmak bana zevk veriyordu." bana çıkma teklif ettikten sonra onu reddettiğim için eziklik sendromu yaşıyordu. Bunu atlatamadığından dolayı bana kin besliyordu buna emindim. İlk başlarda onu anlayış ile karşılamıştım ama o bu tavrımı yanlış anlamıştı. Sürekli yaptığı iğneleyici yorumlara şaka diyerek geçiştirmesi bende son raddedeydi bugün kaldırmayacaktım.

"O belgeyi senin aldığını gazetecilere haber verdiğini ve bunu benim üstüme attığını bal gibi ikimizde biliyoruz."

"Bak şimdi. Neden yapayım böyle bir şeyi." diyerek keyifli bir kahkaha attığında öfkeden ellerimi yumruk yapmıştım.

"Çok mu paraya ihtiyacın vardı yoksa benden intikam olmak daha mı eğlenceli gelmişti? Galiba sende diğerleri gibi eziklik sendromu yaşıyorsun. Seni reddetmemin üzerinden gelemediysen senin için Tülin hanımdan bir seans ayarlayabilirim. Ne dersin?" doğru yere parmak bastığımdan olsa gerek Sinan'ın gülen yüzü soldu. Tekrardan gitmek için bir adım atmıştım ki kolunu duvara dayayıp tekrardan gitmemi engelledi. Bir an korktum çok kısa bir an. Cesaretimi bir kenara bırakıp başımda ki örtüyü kendime hatırlattım. İleri gitmemeliydim ve öfke ile de olsa o sözleri söylememeliydim. Tamam eğer Sinan yanlış bir harekette bulunursa kendimi savunacak kadar abimin öğrettiği şekilde ona dersini verebilirdim ama nihayetinde o bir erkekti ve ben bu geceyi olaysız bitirmek istiyordum. Lakin diğer yanımda bu çocuğa bir meydan dayağı da çekmek istiyordu. İkilemdeydim. Yine de içimden bir istiğfar çektim, namazımı kıldığımı kendime hatırlattım ve evden çıkarken ki annemin Ayetel Kürsü okuyuşunu anımsadım. Neden bilmiyorum o anda biraz da olsa öfkem yatıştı bu yüzden biraz önce ki söylediklerimi bir kenara bırakıp sakin bir sesle Sinan'a:

"Gitmek istiyorum Sinan, lütfen çekilir misin?" diye sordum ama Sinan beklendiği gibi söylediğim şeyi unutmamıştı:

"Eziklik sendromum var öyle mi? Beni reddettin, neden çünkü sen haram ilişki kadını değilsin öyle mi? Bir insanın bir birbirini sevmesi haram mı yani?" değildi tabi ki ama şuan bunu ona anlatmayacaktım:

"Konuşmak istemiyorum Sinan." tekrar gitmek için adım attım ama önüme geçip beni durdu:

"Dinleyeceksin. Nedir sende ki bu ukalalık, kendini beğenmiş tavırlar, herkesi küçük görmeler falan? Sende de Prenses sendromun mu var?" yorulmuş bir şekilde konuştum:

"Kimseyi küçümsemiyorum. Seni de hiç bir zaman küçümsemedim."

"Vavvv bak sen, kaplanımız küçük bir kedicik gibi geri adım atıyor. Yakışmıyor sana Feza Boran."

"Sinan yeter."

"Değil. Bak şimdi seninle çıkmak istedim bu doğru ama sana aşık olduğumdan değildi. Burnunun Kaf Dağı'nda olduğunu bilseydim asla arkadaş bile olmazdım seninle. Ben sadece şu örtünün altında ne var merak ettim..." dediğinde eli ile şalıma dokunmaya kalktı hızla geri çekildim.

"SAKIN DOKUNMABANA ÇEK O ELLERİNİ." Sinan tekrardan kahkaha attı.

"Ama merak ediyorum."

"Eğer bana dokunursan-" diyerek tehdit edecektim ki erkekler tuvaletinin kapısı açıldı. İçinden uzun boylu takım elbiseli şık bir adam çıktı elinde ki mendil ile ellerini kuruluyordu. Bir bana bir Sinan'a yan bir bakış atıp biçimli kaşlarını çattı sanki. Bana bakıp ilgisizmiş gibi görünen bir ses tonuyla:

"Yardım lazım mı?" diye sordu. Şuan onun sesinde ki kadın çaresizliğine yardım eden kahraman tınısından nefret ederdim feminist değilim hayır ama bu tür bir restoranda üzerinde pahalı bir takıl elbise olan bu adamın edeceği yardımın -ki ses tonunu da düşünün- hiç de insancıl olduğunu düşünmedim bu yüzden onunla aynı ses tonunda cevap verdim:

"Gerek yok. Hallederim ben." Sinan onu küçümsediğimi anlamış olacak ki sinirle bize bakan 20li yaşların sonlarında görünen adama bağırdı:

"Sen kimsin lan?" dediğinde adam alaycı biraz önce Sinan'a söylediğim laflar kadar ağır bir gülümseme ile Sinan'a ezici bir bakış attı. Emindim ki bu bakışın lügatta ki adı 'zavallı'ydı. Ardından ilerleyerek çıkışa yönelip yanımızdan geçmeden önce badem kahvesi gözlerini üzerime dikti bir kaç saniye tuhaf hissettirdiğinden bakışlarımı kaçırdım. Ardından kemikli büyük elleri ile Sinan'ın yanağına küçük bir çocuğa öğüt verir gibi vurdu:

"Söylediklerine dikkat et koçum. Vururlar seni burada bak. Demedi deme." adam arkasını dönüp giderken Sinan sadece benim duyabileceğim bir ses tonu ile:

"Dallama." dedi. Adam durur gibi olduysa da yine de yoluna devam etti. Seyircilikten sıyrılıp sıkılmaya başladığımda gitmek için hareketlendim ki Sinan koluma dokundu.

"Sen dur bakalım daha söyleyeceklerim bitmedi. Bırak bu haram zırvasını-"

Burası benim için sınırdı. Bismillah diyerek en son 12 yıl önce başka bir erkeğe denediğim yumruğumu Sinan'ın yüzüne geçirdim. Sinan inleyerek geri çekildiğinde yumruğumun etkisini görmek için eğilip ona baktım. Elinde küçük bir kan birikintisi vardı. Kırık yoktu, kısa bir burun kanmasından sonra kendine gelirdi. 1 hafta içinde de tamamen iyileşirdi, iz de kalmayacaktı. Sadece şuan peçeteye ihtiyacı vardı. Allah beni affetsin ki gerçekten de başımda ki örtüden utandım. İşte yapmaman gereken bir şeyi yapmıştım. Yaptığım şeyden pişmanlık duymadığım için Allah'a sığınmam gerekti biliyordum. Sinan'ı acı içinde bırakıp -ki o kadar da abartmasına gerek yoktu bir kızdan yumruk yemişti, ağlayacak kadar acımadığına emindim- kendimi dışarı attığımda yağmur şiddetlenmiş sağanak yağıyordu. Yakup abinin beni beklediği yere giderken o kısacık mesafede dahi ıslanmıştım. Bakındıysam da etrafta taksiyi de Yakup abiyi de göremedim. Bekleyeceğini söylediğine emindim. Biri hortumu tutmuş gibi üzerime yağmur yağarken telefonumu çıkarıp Yakup abiyi aradım. İkinci çalışta açtı:

"Feza?"

"Abi neredesin çıktım yoksun."

"Abicim kusura bakma ne olur Rüya rahatsızlanmış Sevil acil çağırınca gelmek zorunda kaldım. Ama olduğun yerde kal bir arkadaş o civarlardaymış hemen geliyor merak etme abicim, güvenilirdir durakta bekle geliyor tamam mı?"

"Tamam abi geçmiş olsun." telefonu kapattıktan sonra böyle mi olacaktı günün sonu diyerek isyana bağlamıştım. Hayatımda yaşadığım en kötü gün bugündü. Okuldan uzaklaştırılmış, stajım yanmış, Amerika hayallerim suya düşmüş, bir erkeğe yumruk atmıştım. Üzerine bir de sağanak yağışta sırılsıklam olmuştum.

Yağan yağmurdan kırpıştırdığım gözlerime ellerimi siper edip durağın nerede olduğuna bakmak için sağıma soluma bakınıyordum ki o adamı gördüm. Biraz önce Sinan içerideyken "Yardım lazım mı?" diye soran adamdı. Yanında ki korumaya benzer başka bir takım elbiseli adam elinde tuttuğu siyah şemsiye ile yanında bekliyordu. Önünde bekleyen araba, yanında koruması ve arkasından gelen şık ve güzel kadına bakılırsa bayağı zengin biri olmalıydı diye düşündüm. Ardından içimden "İyi ki de yardım almamışım" diye geçirdim. Onu süzmeyi bırakıp yüzüne baktığımda onunda bana baktığını fark ettim. Kaşları çatıktı. Ne olduğunu anlamaya çalışıyor gibiydi. Ardından bakışları ile beni süzdüğünde rahatsız olduğumu belli ederek başımı çevirdim. Elimde telefon ile annemi aramak için ıslanmış cama odaklanmaya çalıştım. Ekranın gerisinde önce bir çift ayak gördüm ardından ekrana değen yağmur damlaları kesildi. Başımı kaldırdığımda o adamla göz göze geldim. Köşeli çenesi, kehribar mı badem mi anlaşılmayan göz rengi, uzun gür ve kıvrımlı kirpikleri, sert bakışları, düzgün yüz hatları ile ona dikkatli baktığımı fark ettiğimde bakışlarımı çektim ve şemsiyeyi tuttuğu için bana bu kadar yakın durduğundan geri çekilerek gözlerimi kırptım. İçimden bir ürperti geçti. Aşk romanlarında ki BadBoy ile yeni karşılaşmış o masum kızı oynuyordum sanki. Bir istiğfar çektim.

"Yardım lazım mı?" diye sordu tıpkı önceki ses tonu ile. Yardıma ihtiyacım mı vardı? Diye düşündüm birkaç saniye ardından anlamamış gibi cevap verdim:

"Ne?"

"Böyle yağmurda köp-" sustu yanlış bir şey söylemek üzere olduğundan olsa gerekti. Çatık kaşlarım ile ona baktım:

"'Köpek gibi ıslandığın halde mi' diyecektin yoksa."

"Evet," dedi dürüst bir şekilde. Doğru cevap vermesi beni biraz kızdırmıştı bir bayanla nasıl konuşması gerektiğini bilmeyen erkeklerdendi sanırım. Ya da böyle egosu boyunu aşmış insanların etrafındaki diğer insanları hor görmeye meyilli olduklarından karşısındakinin duygularını önemsememeleri rahatsızlığına yakalanmıştı beyefendi de o yüzden karşısındakine söylediği kelimelerin ölçülü olması gerektiğinden bir haberdi.

"Beni yalnız bırakır mısınız? Yardımınıza ihtiyacım yok." dediğimde ifadesiz bir yüzle baktı bana. Başını yana eğip bir şey söylemeden bir adım geri çekildi. Elinde ki şemsiyeyi yanıma bırakıp hızla hazırda bekleyen arabasına doğru sürüdü siyah Mercedes'in kapısını tutan diğer adam bana rahatsız olmuş bir şekilde baktığında bakışlarımı oradan çektim. Ardından arabanın tekerlek sesleri yankıladı ve araba hızla uzaklaşıp gözden kayboldu. Adamın bıraktığı koyu yeşil şemsiyeye baktım. "kö-" diyerek bitiremediği lafını düşündüm ne kadar küçümsesem de iyi bir seçenek olduğundan ve zatürre olma ihtimalinin verdiği korkudan şemsiyeye uzandım. Ana yola durak var mı diye bakınırken nihayet durağa ulaştığımda Yakup abinin gönderdiği taksi durdu:

"Feza siz misiniz?" dedi içinde ki yaşlı amca. Endişeli gözlerle baktığımı anladığından devam etti: "Beni Yakup gönderdi kızım atla hadi."

Taksiye binip arkama yaslandığımdan adının Hasan olduğunu söyleyen amca klasik İstanbul taksicileri gibi benimle sohbet etmeye başladı. Onu dinliyor arada evet, hayır, öyle mi gibi yanıtlar veriyordum. Sonunda evin önüne geldiğimiz de Hasan amcaya teşekkür edip ne kadar istemese de zorlayıp taksi ücretini ödeyerek indim. Kapıyı çaldığımda annem bekletmeden açtı. Islanmış köpek yavrusu halimi gördüğünde kaşlarını çattı bir şey diyecekti ki onu durdurdum:

"Anne, lütfen bugün burada bitsin." diyerek merdivenleri çıkıp odamın yolunu tuttum. İlk iş üzerimi değiştirmek oldu ardından sıcak yorganın altına girdiğimde gün bittiği için Allah'a şükürler ettim. Gözlerimi kapatmak üzereydim ki annem kapıyı tıklatıp odama girdi:

"Sıcak çikolata, için ısınır." dedi başucuma gelerek. Yattığım yerden doğrulup annemin uzattığı kupayı elime aldım. Sıcak bardağı iki elimle kavradığımda annem ileri doğru uzanıp saçlarımdan öptü, boşta kalan elimle ona sarıldım:

"İyi uykular kelebeğim."

"Sana da anne."

Annem çıktıktan sonra ışığı kapattı. Abajurda ki loş ışık etrafı yarı aydınlatıyordu. Sıcak çikolatadan bir yudum alıp gözlerimi kapattım. Zihnime üşüşen ilk düşünce Sinan'dı. Bu kadar karaktersiz biri olduğunu asla tahmin edemezdim göründüğünden de fazlası olduğunu kanıtlamıştı ve bugünkü o yumruktan sonra ona karşı daha dikkatli olmalıydım çünkü eskisinden daha da fazla kin tutacağına ve benden nefret edeceğine emindim. O anda odanın köşesinde ki kuruması için açık bir halde bıraktığım şemsiyeye takıldı bakışlarım. Ardından sahibini düşündüm. Bana iki defa "Yardım lazım mı?" diye sorduğu soru aklıma geldi. Şaşırmıştım. Neden yardım etmek istemişti ki bana? Farklı bir niyet içinde miydi? Sanmam. Sinan'dan dolayı yardım etmek isteyişini anlamıştım ama ikinci defa yağmurda bana yardım etmesine bir anlam veremedim. Belki de benim gibi masum bir genç kızı bir çakalın elinden kurtarmadığı için vicdan yapmış yağmurda ıslanmamam için de şemsiyesini vermek istemişti. Evet, kesinlikle öyle olmalıydı çünkü hiç de her yardıma muhtaç olan insanın yardımına koşan bir iyilik meleğine benzemiyordu. Aksine tuhaftı. Beyazlar içinde ki iyilik meleğine kıyasla o adam karanlıklar içinde ki ölüm meleği olabilirdi. Hatta beni ürkütmesini düşününce bu konuda emin oldum. O adamın karanlık bir tarafı vardı. Hatta bilim kurgu filmlerinde ki o kötü karakterlerin etrafında oluşan siyah dumandan bile taşıyor olabilirdi. Bu son düşündüğüm şeye güldüm. Ardından kendi kendime güldüğüm için bu defa kaşlarımı çattım. İçimden bir salavat getirip elimde ki kupadan son bir yudum daha aldım. Komodinin üzerine koymak için uzanmıştım ki gözüm şemsiyeye takıldı tekrar. Şemsiyenin ucunda ki etikete benzer yere baktım. Ardından merak ederek ayaklanıp odanın köşesine yürüdüm. Dizlerimin üzerine çömelerek etiket sandığım yere elimle dokundum. Etiket değildi. Koyu yeşil zeminin üzerine siyah bir ok ve yay figürü işlenmişti. Hemen üstünde ise iki harf vardı:

"T.B."

Ne demekti bu? Etiket olmadığına emindim. Bir nevi eski aşıkların mendilin köşesine isimlerinin baş harflerini işlemesi gibi bir şey miydi? Hadi canım, bu devirde. Sanırım tasarım bir şemsiyeydi. Bu harflerde markaya ait olmalıydı. Bir an pahalı bir şey olup olmadığı aklımdan geçti. O kadar pahalı olsaydı böyle kayıtsızca tanımadığı birine vermezdi diye düşündüm. Ardından hayatım boyunca asla unutmayacağım bugünün sonuna dayanamayan gözkapaklarımın ağırlığının altında kalarak usulca yatağıma geçtim.

. . .

Beynimin içinde ki çatlaklardan birinden zorla girmeye çalışan müzik sesine daha fazla kayıtsız kalamayıp sinirle açtım gözlerimi. Nasıl olsa okuldan verilen uzaklaştırmadan sonra eğitim hayatıma ara verdiğimden sabahın körüne kurulmuş alarmları sildiğime emindim. Söylenerek açtım gözlerimi. Elimle komodinin üzerini yoklayıp telefonumu buldum tek gözümü zorlayarak açtığımda ekranda Vakıf hocanın aradığını gördüğümde telaşla doğruldum yatakta ilk olarak abajurun hemen yanında eski kırmızı çalar saate baktım. 11:00 bu saatte Vakıf hocanın beni aramasına şaşırarak boğazımı temizleyip telefona cevap verdim.

"Alo!"

"FEZA!" diyerek ahizenin diğer ucunda kükrediğinde telefonu kulağımdan uzaklaştırdım ama sanki yakınımdaymış gibi bağırışı yankılanmaya devam ediyordu. Korkmuştum çünkü melek gibi adam öfkelendiğinde içinden bir kaplan çıkıyordu ve bu haline denk gelen bir öğrencinin vay halineydi: "NEREDESİN SEN. CEZAN VAR DİYE DEPRESYONA GİRECEK VAKİT Mİ? MADEM SORUMLULUKLARINI YERİNE GETİRMEYECEKTİN NEDEN ÜSTLENDİN. O TELEFONU SÜS DİYE Mİ TAŞIYORSUN SEN? KAÇINCI ARAMAM BU." sesimi yumuşatarak cevap verdim:

"Çok özür dilerim hocam telefonu duymadım, uykum biraz ağırdır da."

"SAAT KAÇ?" masum bir sesle sorduğu soruya cevap verdim:

"11:01" cevabım üzerine bir kez daha öfkelendi:

"BUGÜN GÜNLERDEN NE?"

"Perşembe hocam da ben bir şey mi kaçırdım?"

"SENİN BU SAATTE HATANEDE OLMAN GEREKİRKEN SEN NEDEN EVDE KEYİF ÇATIYORSUN? DOKTOR ALHMET BENİ ARAYIP HABER VERMESE-" kafama dank eden şey ile kendime geldi. Beynim o anda uyandı:

"Çok çok özür dilerim hocam. Gerçekten uyuyakaldım. Ayrıca dün uzaklaştırma aldığımda bu işimin de dahil olduğunu sanmıştım." Vakıf hoca tekrar konuştuğunda nihayet zorla da olsa sakinleşmeyi başarabilmişti:

"Dün gece zahmet edip bekleseydiniz size bunu söyleyecektim efendim. Ah! Seni gerçekten kızım gibi görmezsem ne yapacağımı çok iyi bilirdim ben."

"Çok özür dilerim hocam. Gerçekten. Hemen çıkıyorum hemen. En kısa zamanda orada olacağım merak etmeyin." Vakıf hocaya minnet duyacağım başka bir konuydu hastanede ki işim. Daha önce farklı bir merkezde ki işte gösterdiğim başarı Vakıf hocayı memnun etmiş bu defa da özel bir hastane terapi için ondan bir psikolog istediğinde kendi yerine beni göndermişti. Hastanede tedavi gören 4 genç ile grup terapisi yapıyordum. İşe başlayalı iki hafta olmuştu. Bu iş sayesinde kendi harçlığımı çıkarıp anneme yük olmuyordum hem de ileri de daha iyi bir psikolog olmak için tecrübe edinmiş oluyordum. Vakıf hoca babamın en yakın arkadaşıydı. Babam öldükten sonra başlayan Anksiyete Bozukluğumu düzeltmek için gittiğim doktorumdu. Ona özenerek psikiyatrist olmak istemiş ama uzun yılların verdiği korku ile psikiyatrist olmasa da onunla aynı sayılan psikolog luğa yönelmiştim. Bu yüzden üniversiteye başladığım günden bu yana bana sürekli yardım etmişti. Asistanlık işleri için ilk beni düşünmüş ardından güvenerek bu hastanede ki psiko-danışmanlık işini ayarlamıştı. Vakıf hoca bir şey demeden telefonu suratıma kapattığında uçarcasına kalktım yataktan. Beş dakika içinde hazırlanıp çıktım evden. Allah'a şükürler olsun ki benimle aynı anda evden çıkan Yakup abi ile karşılaştım. Koşarcasına yanına gittim:

"Abi, ne olur hastaneye yetiştir beni. Daha fazla geç kalırsam kovulacağım."

"Atla hemen." dedikten sonra beklemeden taksiye bindim. Yolda dün gece için özür dileyip dururken önemli olmadığını sağ salim vardığımı söyledim. Taksi tam hastanenin önünde durduğunda saat de 11:32 yi gösteriyordu. Koşar adım üçüncü kata çıktığımda telaşla terapi için ayrılan salona daldım. Nefes nefes üstü başı biraz dağılmış halde beni gördüklerinde bana dönen dört genç önce halime biraz şaşırdılar. İçeri girip çantamı masanın üzerine bıraktıktan sonra:

"Bana iki dakika müsaade edin lütfen." diyerek bu defa koşar adım asistanların bulunduğu odaya gittim. Aynada şalımı düzeltip önlüğümü giydim yaka kartımı ve ince gözlüğümü alıp tekrardan yirmi iki numaralı salona gittim. Yolda sakinleşmek için nefes alıp verirken kapıda durup şuan burada olduklarından dolayı kendilerini dünyanın en şansız insanı sanan dört çocuğun karşısına çıkmak için yüzüme büyük bir gülümseme oturtup kapıyı açtım.

"Merhabalar," diyerek ardımdan kapıyı kapatıp benim için ayrılmış koltuğa oturdum. İkisi sağımda ikisi solumda duran 16-17 yaşlarında ki gençlerin hayatlarının baharlarını hastanede geçirmelerinin yüzlerine oturttuğu karamsarlığı, hoşnutsuzluğu görmemeye çalıştım. Sarp alaycı bir ses ile konuştu:

"Ne o, hiç geç kalmamıştın? Değerli vaktimizi boşa götürdün. Hoş gelseydin inan boş boş oturmaktan daha iyi bir terapi de olmayacaktı." dediğinde iğnelemelerine gülümsedim. Bu beraber yaptığımız dördüncü seanstı önceleri haftada iki gün olan terapi günlerini onların sıkıldıklarından dolayı bırakmalarından korkarak haftada bir güne indirmiştim ama yine de ve isteksiz takımım ile beraber hiç yol kat edememiştim. Bu yüzden Doktor Ahmet beye verecek bir raporumun olmaması beni üzüyordu. Beceriksiz bir psikolog adayı olarak beni görüyor olduğuna emindim.

"Hayır Sarp. Dün gece alarmımı kapatmıştım." Ecrin gözlerini devirerek:

"Yoksa gelmek mi istemedin?"

"Bu son bir hafta maalesef benim için iyigeçmedi." dediğimde bu defa Pamir konuştu:

"Bugün terapiyi sen görmelisin o halde anlat bize dostum neyin var?" dedi gülümseyerek. Ardından Derin sıkılmış bir ifade ile bana dönüp:

"Nasılsa bu terapilerin bize bir faydası olmuyor bari seni dinleyelim." dediğinde ona baktım yorulmuş bir eda ile.

"Gerçekten de faydası olmadığını mı düşünüyorsunuz?" diye sorduğumda hepsi cevap vermek yerine bakışlarını kaçırıp başka şeyler ile uğraşmaya başladılar. Tekrardan sordum: "Hanginiz bu terapiye zorla geliyor?"

Sarp bu soruyu bekliyormuş gibi elini hemen elini kaldırdı. Ardından diğerleri de. Hayal kırıklığına uğramış bir halde arkama yaslandım. Hayal kırıklığımın sebebi onlara bir faydamın dokunmamış olmasaydı ve eğer bir faydası olmuyorsa bu toplanmalarımız onlar için gerçekten de can sıkıcıydı. Elimde ki not tuttuğum defteri kapatıp ortada ki sehpanın üzerine bıraktım ardından daha sonra ihtiyacım olduğunu bildiğimden telefonu çıkararak ses kayıt tuşuna basıp onlara hissettirmeden sehpaya bıraktım. Ellerimi göğsümde kavuşturdum:

"Pekala. Gelirken sıkılıyor olmalısınız. Açtığımız uygulamada ki grupta da tek bir sorununu açıklayan olmadı iki haftadır."

"Ölmekten başka sorunumuz yoksa demek. Salıver de bizi gidelim hadi." diyen Sarp ayağa kalkmaya çalıştığında onu elimle durdurdum. Ölüm kelimesini söylemesi diğerlerinin ruh halini değiştirmişti. Çok güzel işte şimdi maçta 1-0 gerideydim. Ne yapsam da maçı lehime çeviremeyecektim. Yine de eli boş da durup onları zihinlerinde ölüm kelimesi ile baş başa bırakamazdım:

"Pamir'in dediğini yapalım bugün ben size derdimi anlatacağım siz de dinleyin." dediğimde dördü şaşırarak bana baksa da kabul etmişlerdi. Pamir öne doğru eğilerek:

"Anlat bakalım koç." dedi.

"Ondan önce Bugün farklı bir şey yapalım. Bunu ilk terapimiz kabul edelim Milat gibi. Bende sizin yaşam koçunuz, psikiyatristiniz ya da danışmanınız değilim sizden biriyim. Tabi ki tüm konuşmalarımız kesinlikle aramızda kalacak. Kabul mü?" Sarp gözlerini kıstıktan sonra hoşuna gitmiş gibi:

"Kabul." dediğin de ilk koltukta oturan Ecrin'e döndüm:

"Evet seninle başlayalım kendini tanıt Ecrin ve terapiye gelme nedenini söyle." Ecrin beklemeden konuştu:

"Adım Ecrin Yılmaz. 16 yaşındayım. Böbrek yetmezliği var. Son evredeyim bu yüzden haftada üç gün diyalize giriyorum. Canım çok acıyor bu yüzden. Eğer uygun nakil yapılmazsa ölebilirim. Ölürse-" boğazımı temizleyip Ecrin'in ölüm ile ilgili konuşmasını böldüm. Mesajı aldığından devam etti: "Terapiye annem çok üzüldüğü için onu biraz olsun hayata tutunduğuma inandırmak için katıldım ama yalan." Ecrin bana aldırmadan omuzlarını silkti umarsızca. Sırada Pamir vardı:

"Pamir Arslan. 16 yaşındayım. Lösemi hastasıydım. 1 ay önce tedavim bitti iyileşmeye alışma aşamasındayım. Terapiyi hem bizimkiler ısrar ettiği hem de boş günüm çok olduğu için kabul ettim." Pamir sustuğunda sıra Sarp'taydı:

"Sarp Rüzgar Ataş. 17 yaşındayım. Lösemi hastasıyım. Babam derbi maçına gitmeme karşılık terapiyi şart koştu kabul etmek zorunda kaldım."

"Derin Değirmenciler. 17 yaşındayım. Beynimde tehlikeli bir bölgede tümör var. Ameliyat olmayı kabul etmediğim için ailem kendimi öldüreceğimden endişeli bu yüzden 7/24 başımda nöbet tutuyorlar. Soluklanmak ve sizi başımda sizi tutmak içinde terapiye gönderdiler." sonunda başlar bana döndü derin bir nefes aldım ve başladım:

"Ben Feza Boran. 25 yaşındayım. Merkez Üniversitesi Psikoloji bölümü son sınıf öğrencisiyim. 13 yaşımdan bu yana Anksiyete bozukluğum var-"

"Bunları biliyoruz. Zamanda ileriye sar lütfen. Bu haftaya gel." dedi Ecrin bildikleri şeyleri dinlemekten sıkıldıklarını söylemeye çalışarak.

"Peki. O halde dinleyin. Okulda stajyerlik yaptığım..." diyerek başladım uzaklaştırma meseleme. Bir an onların 16-17 yaşında olduklarını unuttum bu yüzden kendimi kaptırarak Sinan'a yumruk atışıma ve bana şemsiye veren yakışıklı adama kadar anlattım. Sonunda beni ciddi ciddi dinleyen dört yüze bakıp derin bir nefes alarak geriye yaslandım:

"Sonuç olarak, aldığım uzaklaştırma yüzünden dönem uzatacağım. Amerika'ya gidemeyeceğim, annemi hayal kırıklığına uğrattım ve belki bu hastane de ki bu işimden bile kovulup işsiz bir vatandaş olarak evde oturup koca bekleyen diğer yaşıtlarıma katılacağım." dedim. Başımı geriye yaslayıp gözlerimi kapattım. İlk konuşan Ecrin oldu:

"Çok karamsarsın. Şimdiye kadar çok iyi idare ettin bundan sonra da başarabilirsin." başımı ona çevirdiğimde samimi duygular içinde beni destekliyor olması gerçekten hoşuma gitmişti ona gülümsedim. Ardından Pamir bana bakarak:

"Uzaklaştırma alman gerçekten kötü olmuş sis. Ama sonunda geri döneceksin ve kaldığın yerden devam edeceksin. 1 yıl geç de olsa hayallerine ulaşabilirsin hala. Bu 6 aylık süreci kendin için tatil say ve tadını çıkar." beni şaşırtan yorumundan dolayı ona baktım ama daha çok şaşırdığım nokta Sarp'ında yorum yapmasıydı:

"Ayrıca o Sinan denen herife yumruk atman... seninle gurur duydum gerçekten. Adam tam bir şerefsiz. Sırf bir kıza onu reddetti diye kin beslemesi, seni tahrik etmesi ve intikamını bu şekilde alması adilik."

"Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?" diye sordum Sarp'a şaşırarak ciddi bir yüz ifadesine büründü:

"Evet. İnsanların kendilerini bu kadar düşürmesi utanç verici bir durum. Böyle arkadaşlarımın olmasındansa kendi egomla arkadaş olup bencilin teki olmayı yeğlerim." bu yorumuna yüzümü buruşturdum. Ardından Derin elini çenesine dayayarak hülyalı bir sesle konuştu:

"Ayrıca sana şu şemsiye veren prens bence çok romantik bir davranışta bulunmuş. Nasıl, yakışıklı mıydı?" Sarp ona inanamayarak baktı:

"O romantik dediğin herif onu Sinan denen mahlukla yalnız bırakmış. Çaresiz bir kadını-" Derin doğrularak Sarp'a cevap verdi:

"Yardım lazım mı diye sormuş ya?"

"Gerçekten mi? Delikanlılık öyle olmaz-" Pamir araya girdi:

"Sarp sakin ol dostum," dedi ardından bana döndü: "ama Feza ben o şemsiye beyefendiyi anlıyorum. Şahsen ben olsam sen ve Sinan'a karışmazdım. Çünkü tartışmanızın konusunu bilmediğim için adamın sevgilin olup olmadığını ya da eğer müdahale edersem senin hoşuna gidip gitmeyeceğini düşünürdüm. Şahsi fikrim bu." Pamir'in düşünceli yapısını ilk kez fark ettiğimden gülümsedim ama Sarp ona alaylı bir sırıtış ile cevap verdi:

"Benim şahsi fikrim de şu 'sen hanım evladı mısın?'" diye sorarak ciddi ciddi Pamir'e baktı. Ecrin araya girdi:

"Ben senin yerinde olsaydım Feza, o anda şemsiye beyin olaya müdahale etmesini istemez kendi başıma hallerdim. Yani Şemsiye beyin olaya müdahale edip etmemesi sorun değil. Bir şekilde halledebilirdin." Derin farklı olan görüşünü sundu:

"Ben şemsiye beyin Sinan'a müdahale etmesini beklerdim çünkü orada kadına zor kullanmaya çalışan bir adam var. Şemsiye bey yardım etmeliydi centilmenlik bunu gerektirir." Pamir de kendini adamın yerine koyarak cevapladı:

"Ben şemsiye beyin sana sormasını doğru buluyorum." Sarp bu yorumlara alttan alttan güldüğünde cevap vermedi ama düşüncesini az çok tahmin ediyordum. Bu yüzden ona döndüm:

"Sen Sarp?" dudağının bir kenarı havaya kalktı:

"Ben Sinan denen o şerefsize yumruğu geçirirdim. Sana sormazdım. Ha sen aranıza girmememi mi istedin bu benim hatam değil. Benim gibi birinin sana yardım etmesinden şeref duymalısın."

"Egondan ziyade. Başkalarının hayatlarına müdahale etmen doğru mu sence?"

"Bu benim kişisel kaidelerim ile alakalı muhtaç durumdaki bir kadına yardım lazımsa -ki bunu kadınların çaresiz olup olmadıklarına çekme sakın- kesinlikle yardım ederim. Yardımımı isteyip istememesi gerekmez."

Sarp'ı şimdi anlamıştım. Kendi ideallerine göre yaşıyordu ve şemsiye beyin yaptığının yanlış olduğunu beni çaresiz bir halde gördüğünden sormadan yardım etmesi gerektiğine inanıyordu.

"Sen peki?" soruyu soran Derin'di. Hepsi bana döndüğünde rahat bir şekilde cevap verdim:

"Aslında düşünmedim hiç. Yani şemsiye beyin bana yardım etmemesi benim için sorun değildi nasıl olsa bir şekilde başımın çaresine bakabilirdim ama yardım etmesi de bir sorun olmazdı hatta onun yumruğunun benimkinden sert olması daha beni fazla bile rahatlatabilirdi." dedim gülümseyerek. Derin:

"Keşke tekrar karşılaşsanız da romantik filmlerde ki gibi bir aşk başlasa." diyerek umut içinde söylendiğinde Pamir:

"O sadece filmlerde olur bunu gerçek hayatta bekleyemezsin." dediğinde Sarp kusmuş gibi yaparak Derin'e baktı:

"Şu romantikliği atın üstünüzden yoksa kusacağım." dediğinde Derin hariç hepimiz gülümsedik. İlk kez bu kadar uzun bir terapi saatini paylaşmıştık ve ilk kez birbirimiz hakkında az da olsa fikir sahibi olmuştuk. Bundan memnun olmuştum ve bunun onlarında hoşuna gittiğine emindim. Bu yüzden aramızda olan bu enerjiyi tutup bırakmamak için onlara gülümseyerek baktım ardından önce ki hafta hazırladığım kağıtları cebimden çıkardım:

"Tamam şimdi kapatalım bu konuyu, dinleyin. Elimde şuan bende dahil hepimizin adının yazılı olduğu kağıtlar var herkes birer tane çeksin hediye çekilişi yapacağız." dediğimde Pamir konuştu:

"Neden? Önemli bir gün mü?"

"Evet, bugün ilk kez iletişim kurabildik ve bunu kaybetmemeliyiz." itiraz tabi ki Sarp'tan geldi:

"İletişim bedava bir şey iken biz neden para harcıyoruz."

"Sarpcığım, hediye sadece bir araç bu sayede birbirimizi daha iyi anlayabileceğiz ve bakalım gözlemlerimiz ne kadar kuvvetliymiş. Ayrıca hediye işini de abartmayın lütfen."

Ardından itiraz eden olmadı. Herkes küçük kağıtlardan birini çekip ayağa kalktı. Seans bitmişti. Arkalarından bağırdım:

"Haftaya mutlaka burada olun. Hoş çakalınnn." dediğimde Sarp hariç diğerleri gülümseyerek karşılık verdiler.

Sabah acele ile evden çıktığım için kahvaltı bile yapmamıştım. Yemekhane içinde geç olduğundan bir tost ve çay alıp ayaküstü atıştırdım. Ardından eve gitmek için çıktığım sırada telefonum çaldı. Geniş çantamda ararken çantam kayıp yere düştü ve düşen eşyalar içinden telefonu elime aldım arayan annemdi:

"Anne," bir yandan da düşen eşyalarımı kaldrıyordum.

"Kuzum neredesin? Sevillerden geldim yoktun."

"Terapi günüydü bugün. Geliyorum birazdan."

"Peki kuzum, gelirken terziye uğrayıp elbisemi almayı da unutma emi?"

"Emriniz olur Dildar hanım," diyerek telefonu kapattım.

Eve geldiğim de yağmur yine sağanak yağmaya başlamıştı. Şükür ki yakalanmadan eve girebilmiştim. Annem ile beraber güzel bir sofra kurup yemeğimizi yerken ona bakıp elimde ki çatalı bıraktım:

"Vakıf hoca, hastaneye devam etmemi söyledi bugün." annem bana bakıp bir kaç saniye düşündü:

"Allah razı olsun ondan. Çok yardımı dokundu teşekkür etmek gerek."

"Evet, ayrıca..."

"Ayrıca ne?"

"Amerika'ya gitmemizi istediğini biliyorum. Abimi yalnız bırakmamak için ama bunun için bir yıl daha beklememiz gerekecek. Bunu düşünüp duruyorum. Belki bir iş daha bulurum."

"Bırak işi tatil yap."

"Boş oturmak istemiyorum bana göre değil."

"Sen bilirsin. İyi ol, yanımda ol da. Gerisi mühim değil kızım. Allah nasibimiz de ne varsa onu yaşatacaktır mutlaka."

"Muhakkak."

. . .

(4 gün sonra)

. . .

Aylin ile buluşmak için en uygun saat olan öğle arası olduğu için ve beraber yemek yemek için okuldaydım. Fazla vakti olmadığı için üniversitenin hemen yanında bulunan Avm'ye gitmeye karar verdik. Beraber güzelce vakit geçirip sinemaya gittik. Sonunda ona Sinan meselesi anlattığımda Sinan'a beddualar okudu ve bir kat daha ondan nefret etti. Okuldan uzaklaştırılmış arkadaşının moralini düzeltmek için elinden geleni yaptı. Hiç adeti olmadığı halde Tülin hanıma gelen yeni hastalardan bahsetti. Dikkatimi ve ilgimi çeken tek şey bu oldu sanırım konuştuklarımızdan. Ardından vedalaşma zamanı geldiğinde arabası ile bırakmak için ne kadar ısrar etse de terapi de ki etkinliğimizi anlatıp Ecrin'e hediye almak için AVM de biraz oyalanacağımı söyledim ve onu yolladım. Ailesi her ne kadar zengin ve kültürlü olsalar da konu Aylin olduğunda tuhaf bir şekilde baskıcı oluyorlar ve ona zor zamanlar yaşatıyorlardı bunu bildiğim için onu erkenden eve göndermenin hayrına olacağına karar verip yalnız başıma mağazalara bakmaya başladım. Sonunda bir hediyelik eşya dükkanına girdim. Uzun bir süre ne alsam diye dolaşıp düşündükten sonra Ecrin'in denizi çok sevdiğini söylediğini hatırlayarak ona deniz kabuklarından yapılmış bir çerçeveyi hediye olarak paketlettirdim.

Dışarıya çıktığımda biraz önce çiseleyen yağmur şiddetini arttırmıştı. Neyse ki çantamda bana ait olmayan şemsiye vardı memnun bir eda ile çıkarıp şemsiyeyi açtım. Otobüse binmek için karşı şeride geçip beklemeye başladım. Hava kararmıştı ve yağmurdan dolayı bütün otobüsler tıklım tıklımdı. Sonunda beklediğim durak tıpkı geçen her otobüse benzemeye başladığında etrafımda ki adamlar ile bu kadar yakın durmaktansa şemsiyenin altında beklerim daha iyi diyerek koyu yeşil şemsiyeyi açıp kalabalığın ilerisine doğru yürüdüm. Bana bakıp bu yağmurda tek başına ne dikiliyor diye soran yüzlere aldırmadan telefonumu çıkardım. Abimin bugün gönderdiği resimlere bakarak onu çok özlediğimi hissettim bu yüzden tam onu aramak için saate bakmıştım ki en son duymak istediğim kişinin sesini duydum. Nasıl oldu da Sinan'ı unutup okulda Aylin ile buluşarak bir hata yapmıştım diye kendime sövdüm:

"Vay vay vay. Bakın burada kim varmış?" Sinan'ın duymaya bile tahammül etmediğim sesine karşılık vermedim. Yanıma yaklaşıp tam önümde durdu: "Ne o? Yumruk attın yok mu oldum senin için?"

"Git başımdan Sinan?"

"Yine mi vuracaksın, sağ kroşemi yoksa sol mu?"

"Rahat bırak beni."

"Böyle romantik bir günde mi?"

"Tatsızlık çıksın istemiyorum. Git başımdan."

"Sert kızları severim Feza, belki de bu yönündü beni sana çeken-"

"Yeter bu kadar." diyerek ondan uzaklaşmak için bir adım atmıştım ki önümü kesti. Ardından şemsiyesini kapatıp benim şemsiyemin altına girmeye çalıştığında hızla geri çekildim. Sinan ile aynı şemsiyenin altında durmaktansa yağmurda köpek gibi ıslanmayı yeğlerdim. Köpek kelimesi ile dün gece geldi aklıma takılıp kalmıştı bana köpek gibi ıslanmışsın diyen adamın sözü. Aynı anda yanımızda dörtlüleri yakmış bekleyen siyah BMW yi fark ettim ve açık camdan bize bakan şemsiye beyi. Ayağımın kayması ile elimde ki şemsiye düşeyazdığında Sinan hemen tutup şemsiyeyi doğrulttu. Aynı anda bir kapı açılma sesi geldi ben ise Sinan'a bakıyordum:

"Ver şunu." şemsiyeye uzandığımda geri çekti. Yağan yağmurda ona baktım çoktan sırılsıklam olmuştum yine.

"Şemsiyeyi mi istiyorsun yoksa beni mi?" dedi sırıtarak aklı sıra şaka yapıyordu. Beni rahatsız etmesi canımı sıktığından polisi arayacağımı söyleyecek olmuştum ki ne olduğunu anlamadan önümde tüm heybetiyle arkası dönük biri durdu. Omuzlarına baka kalmışken önümde duran kişinin şemsiye bey olduğunu gördüm. Aynı soruyu soracağını tahmin ederek yanına geçip:

"Yardım-" dediğimde sözümü onun Sinan'a attığı yumruk kesti. Ardından doğrulduğunda ceketini düzeltti.

"Bu bana dallama dediğin içindi." diyerek parmağı ile Sinan'ı ikaz edip düşen şemsiyesine uzanıp yerden kaldırdı. Yağmurda hala ıslanmakta olan baktı ben ise şaşkın bir şekilde ona bakıyordum.

"-lazım değil." dedim sessizce yarım kalan lafımı tamamlayarak. Duymuştu. Bir adım daha yanıma yaklaştığında gözlerime değen yağmur kesilmişti, şimdi ıslanmıyordum. Ama o şemsiyeyi ıslanmayayım diye üzerime tuttuğundan değildi. Normal bir şekilde karşımda duruyordu uzun boyundan dolayı küçük durduğumdan şemsiye beni de içine alıyor yağmur değmesini engelliyordu. O anda içime biriken his başımı döndürmeye başladı hayır şimdi olamazdı değil mi? Aklımda en yakın sahilin nerede olduğunun hesabını yapmaya başladım. 20 dakika belki 30...

"Niyetim sana yardım etmek değildi." dedi duvarla konuşuyormuş edasında şemsiye bey diğer yandan da başını yukarıya kaldırıp şemsiyeyi kontrol etmeye başladı: "Şemsiye benim için değerli."

Nefes alış verişlerim hızlandığında ellerim çoktan titremeye başlamıştı ve kendimi teskin etme ile hallolacak gibi durmuyordu ayrıca sahile de gidemezdim. Çantamı açıp taşıdığım yedek iğneyi aramaya başladım yüzümde ki şeyin yağmur mu yoksa ter mi olduğunu anlamamıştım. Derin bir nefes almaya çalıştım ama sanki soluduğum hava bitmiş gibi soluksuz kaldım. İğneyi bulduğumda titreyen ellerim ile kendimi zorlayarak plastik kutudan çıkarmaya çalıştım.

"İyi misin?" diye sordu şemsiye bey ne yaptığımı anlamayarak.

Plastik kutunun açılmasıyla şırınga sanki kutudan zıplayarak yere düştü ve şu durumda en son olmasını istediğim şey oldu. Bulunduğumuz kaldırımın yanında ki su ızgarasından içeri düştü. Şok olmuş bir şekilde şırıngaya doğru atıldım ama nafileydi. Yere çöktüm. Dizlerimin üzerinde zihnimi sakinleştirmeye çalışarak kısa bir nefes aldım ve Vakıf hocanın dediği gibi şırıngaya ihtiyacım olmadan da sakinleşebileceğimi kendime hatırlattım iyi gidiyordum ama birden duman kokusu burnuma geldiğinde bunun imkansız olacağını düşünmeye başladım. Şemsiye beyde yanımda diz çöktüğünde elimle boğazımı tutmuş nefes almaya çalışıyordum. O sırada yanımıza bir kişi daha geldi. Zorlanarak gözlerimi kaldırdığımda gelen takım elbiseli kişinin o gün şemsiye beyin kapısını açan adam olduğunu gördüm. Telaşlı bir ifade ile bana ve şemsiye beye baktı:

"Talha, ne oluyor?" şemsiye beye Talha diye seslenen adam cevap alamadan ve bir şey anlamadan bize bakmaya devam etti. Adının Talha olduğunu öğrendiğim şemsiyenin sahibi tekrar sordu:

"İyi misin?"

Ne kadar dirensem de başaramayacağımı anladığımda onun sert yüzüne oturan ifadesiz bakışları ile bana bakan badem rengi gözlerine baktım konuşmaya çalıştığımda sesim fısıltı halinde çıktı:

"Yardım et."

. . .

Loading...
0%