Yeni Üyelik
22.
Bölüm

21.Bölüm

@cigdemgah

Geriye doğru giden adımlarım bilmem kaçı bulduğunda yurdumun sarp yamaçlarına varmak üzereydim. Yüzümü dönemediğim süveyda ağacımdan adım adım uzaklaşıyordum bile isteye... Birden güllük gülistanlık olan sevda yurdumda ani bir fırtına peyda olmuştu. Havası bulutlanmış, rüzgarı keskinleşmiş, sesi kesilmiş.. İçim suspus. Bulutlarımdan birkaç damla yaş düştü yere. Hayal kırıklığımdan üç beş damla hediyeydi. Yurdumda olan zelzele bedenimi de sarmış aklımı bulandırmıştı. Derin derin nefes alabilmem için ağacımdan uzaklaşmam gerekiyordu. Her adımda ondan gittikçe soluk alışverişim de düzelmeye başlamıştı. Nihayet yeterince uzaklaşıp son basamağa gelince fırtına dinmişti. Şimdi millerce uzaktaydım ağacımdan. Karşımdaydı lakin var ile yok arasında ki o flu siluete bürünmüştü. Yutkunarak olduğum yere çöktüm. Dizlerimi çekip başımı dizlerimin arasına aldım ve bakışlarımı karanlığa buyur ettim. Yurdum ıpıssızdı. Lakin yalnız değildim. Kulağıma sesler çalınıyor, duyuyor ama anlamıyordum.

"Kalkmalısın... Burada olman doğru değil. Hadi Feza."

Tanıdık ses zihnim de dönüp durdu yine anlamlandıramadım. Ne yapmam gerektiğini bilmeden olduğum yerde durmaya devam ettim. Bakışlarım boşluktaydı. Dirseğim ki temas ile bakışlarım oraya döndü. Yavuz'un endişeli ifadesi beni buyur etti gerçek dünyaya. Az önce oluşan anksiyete krizim daha başlamadan iğneyi yapmama yardım etmişti, ayağa kalkmam içinde yardım edecekti. Dirseğime değen elinden kurtuldum. Bakışlarım diğer elinde tuttuğu silahtaydı. Oda bunu fark edince hemen silahı arkasına alarak gizlemeye çalıştı. Küçük bebeklerin önünde duran bir oyuncağı gizlediğinizde o bebek oyuncağın kaybolduğuna inanır. Az önce Yavuz elinde ki silahı ardına gizlerken o silahın kaybolduğunu bana göstermeye çalışıyor olmalıydı. Keşke gerçekten de öyle olduğuna inanabilseydim. Acele etmem konusunda ki ısrarlı bakışlarının altında zorla elimle yerden destek alarak doğrulmaya çalıştım. Yalpalasam da dik durmayı nihayet başardım. Ne kadar hızlı olmasına çabalasam da öfkeleneceğim kadar bir yavaşlıktaydı adımlarım. Kapıdan çıktığım sırada Yavuz geri de duran birine öfkeli bir tıslamayla tehdit savurdu:

"Bundan birine bahsedersen bu defa bir sakatlıkla kutulamazsın. Bu yaptığının hesabını da vereceksin Alaz efendi."

Giriş katına nasıl çıktım bilmiyorum. Tanıdık hizmetli kadın beni gördüğünde yüzünde ki ifade dondu. Evde ki eşyalar yanlış yerdelermiş de yerlerini arıyorlarmış gibi hareket etmeye başladı. Duvardan destek aldım, bakışlarımı yerden kaldırdım. Ardından avize başımda dönmeye başladığında kadın koşarak yanıma gelip koluma girdi. Birkaç şey söyledi lakin sesi bir suyun altından geliyormuş gibiydi. Kadın kolumda tutarak beni odalardan birine götürdü. Oturdum. Hala etraf dönüyordu. Kapı açılıp kapandı. Birkaç ses duyuldu. Biraz zaman geçti. Odada ki hareket eden nesneler nihayet yerlerini bulup durdular. Bakışlarım yerde ki eskitilmiş kilimdeydi. Az biraz zaman daha geçti kapı tekrar açıldı. Yine o kadın göründü kapıdan. Yanıma oturdu. Bileğimi tuttuğunda bakışlarım oraya takıldı. Elbisenin kolunu sıyırdı ve elinde ki alet ile tansiyonumu ölçtü. Ardından elime bir bardak uzattı içinde ki sıvıyı içmemi istedi. Acımsı sıvı boğazımı yaktı. Aklım tamamen durgunlaştı. Dalgaların sesi dahi kesildi yurdumda, kuşlar yuvalarına çekildi. Gündüzdü lakin içim karanlıktan farksızdı. Görüntüler netleşmeye sesler belirginleşmeye başladığında kadının sesi kulağıma çalındı.

"Daha iyi hissediyor musunuz?"

Ona bakmakla yetindim. Hissediyor muydum? Hayır. İyi değildim. Dağılmıştım içimde. Günaha bulanmış bir kötülük yapmış gibiydim. Vicdanım çığlık çığlığaydı içimde, nasıl oluyor da duymuyordu? Yoksa oda mı duyan sağırlardandı. Gözlerim dolu doluydu. Bir bunu duyabilmişti anlaşılan ki bakışları endişeden merhamete seğirdi. Aynı anda kapı açıldı tekrar. Kadın saygıyla ayağa kalktığında onun yüzünde olan bakışlarım muhatabını yitirmesi ile boşluğa düştü.

"İyi misiniz?"

Aziz beydi bu. Sesi gerçekten de endişeden dörtköşeydi. Önümde durduğunda bakışlarımı kaldırıp da ona bakamadım. Az önce günaha girmiş olmamın, bir kötülük yapmanın ayıbı yüreğime çökmüştü. Yüzüm karaydı. Bakışlarım önüme düştü hemen. Boynuma yüklenen yük kalbime hücum etti. Dolan gözlerimden bir damla usulca süzüldü. Az sonra içeri biri daha girdi.

"Abi, dışarı ile ilgilenir misin?"

Yavuz'du yine. Aziz bey dışarı çıkıp aşağıda ki insan sürüsünü geçirmek için odadan çıktığında Yavuz gelip önümde durdu bu defa:

"Sakinleştin mi?" cevap vermedim aklımda bambaşka bir değirmen dönüyor içim eleniyordu. Yavuz sakince konuştu bu defa: "Ah be Feza. Neden Alaz'ı dinledin ki? Böyle olması daha mı iyi olacak sandın."

Daha iyi olmamıştı haklıydı. Lakin gözümde ki pembe örtünün kalkması ile masallardan çıkmıştım. Bu sert bir şekilde duvara toslamak da olsa bu, çıkmıştım. Dengem sarsılmış inandığım kaideler parçalanmıştı. Yurdum kışa girmişti. İçimden bir Ah çekmişken beklediğim an kapının sert bir şekilde açılması ile geldi. Rüzgarı etrafına tüm heybetini toplamıştı. Öfke ile esmesinden olacak yurduma kadar ulaştı ki başımı kaldırmak yerine sanki şuan şu anın rüya olmasını diler gibi gözlerimi yumdum. Az sonra uyanmak umudundaydım. Gerçekte olduğumuza Talha'nın sert sesi ile ayıldım.

"Feza?" hızla yanıma gelip yüzümü avuçladı. Sesi bir endişe kokuyordu buram buram, köşelerde kalan kırıntılarda korktuğunu duyabilmiştim: "İyi misin güzelim? Hı? Bak bana."

Bakmadım. Bakamıyordum. Gözümden bir damla yaş düştü. Talha Bahremoğlu'nun elinin üstüne süzüldü. Çatılan kaşları ile bakmaya devam ederken sinirle gözlerini yumdu,, yutkundu. Ona hiç yakışmayan sessiz bir küfür mırıldandı.

"Allah kahretsin." Odanın ortasına yürüdü. Ellerini saçlarında gezdirdi. İşaret parmağını Yavuz'a uzattı: "Doktor çağırın. Hatta gerekirse Vakıf Pusat'ı ara. Ondan önce benim halletmem gereken bir iş var."

Tıslayarak söylediği halledeceği iş zihnimde şimşek hızı ile çaktı. Gözümden bir damla daha yaş süzüldü. Kapıdan çıkmak üzereydi ki sesimin çıkmasını umarak konuştum:

"Öldürdün mü?"

Kapı eşiğinden durdu Talha. Beni duymuştu. Bakışlarımı yerden kaldırıp ona baktım. Titrek ve vereceği cevaben korkakça... Talha hiç acele etmeden bana döndü. Bakışları kısa bir an Yavuz'a kaydı. Yavuz sessizce çıktı odadan. Ardından tekrar bana doğru geldi ve tam karşımda durdu. Ondan bir cevap beklerken Talha'nın dağlı bakışlarında bir karartı gördüm. İçim sızladı. Bir damla daha süzüldü. Talha'nın bakışları o damla da durdu.

"Yürüyebilir misin? Hastaneye gidelim." Yüreğimin üzerine bir sürü kor serpildi. Tekrar ettim. Bu defa sesim çatallaştı:

"Onu... öldürdün mü?" Talha tekrardan o buzdan maskeyi taktı ardından odanın ortasına doğru yürüdü. Sinirle çenesini kasarken bağırarak konuştu.

"O Alaz itine bu yaptığının hesabını sormazsam bana da Talha demesinler." cevaptan kaçıyordu ve bende ısrarla üzerine yürüyecektim:

"Bunu nasıl yaptın? Nasıl birini öldü..." konuşamadım.

"Feza-"

"Sen nasıl yapabildin? Ben senin öyle biri olmadığına inandım. Bu karanlığı istemediğini sandım. Kurtulmak istiyorsun sandım. Ama sen... sen... gözünü bile kırpmadan birini öldürdün."

"Onu..." yutkundu. "Leventi nasıl öldürdüğümü gördün mü?" keşke bu soruya verecek bir cevabım olmasaydı..

"Ona silahı doğrulturken gerçekten Talha mıydın sen? Öldürmek istedin mi onu?"

Talha uzun bir müddet sustu. Dedim ki 'tamam işte bak düşünüyor, öyle olmadığının içinin bir yanının pişmanlık ile dolu olduğunun farkında' lakin... başını kaldırıp da gözlerimin içine baktı o, Talha olarak değil bir Bahremoğlu olarak. Gözlerinin kehribarının dağıldığını gördüm. Elinden fark etmediğim o tespihin imamesi sarktı. Derin bir nefes aldı, sağ kaşı her zaman ki tahtına kuruldu ve net bir sesle beni yanılttı:

"İstedim."

Talha böyle dedi ya çöktüğüm yerden kalkamaz oldum. Uzaklarda ki ağacımın etrafını bir kasırga sardı. Yaprakları can çekişerek yerinden oynadı. Şiddetlendi rüzgar, öyle ki korkmaya başladım. Ağacımın hala tam olgunlaşmamış gövdesi sallandı. Bunu oturup izleyemezdim. Emek verdiğim sevgi gösterdiğim ağacım bu kadar kolay devrilemezdi. Ayağa kalkıp Talha'nın tam önünde durup gözlerinin içine baktım bu defa. İnkarını istedim söylediğinin.

"İstemedin. Çünkü sen öyle biri değilsin. Olamazsın. Sen Nuh Bahremoğlu değilsin Talha." sesim can çekişiyordu. Talha bakışlarını tekrar kaçırdı benden, esti bir kez daha:

"Onun oğluyum."

"Merhametlisin sen... Katil değilsin."

Katil kelimesi ağzımdan çıkar çıkmaz pişman oldum. Sanki bu kelimeyi kullandığım an gerçekten vücut bulmuştu. Birkaç saniye daha sessiz kaldı ardından yine sabit bir ses tonuyla içimi harap eden sözcükleri sıraladı:

"Gör işte! O hayal ettiğin beyaz atlı değilim ben. Sana en başından beri bunu göstermeye çabalıyorum. Niyetin beni değiştirmek ama benim ruhum asla değişmeyecek. Ben babamın oğluyum. Bunu gör, anla ve bir daha hayal kırıklığına uğramak istemiyorsan o umutlarını benden yana körelt."

Bu sözleri duymak istemeyen kulaklarım tıkanabildiği kadar tıkanmıştı lakin Talha'nın sözcükleri kalbimden giriyordu içeri. Onu def etmek ise imkansızdı. Bu kadar mıydı gerçekten? Bunu kabul etmekte zorlanan aklım şaşıyordu. O şaştığı an son raddedeydim. Göz yaşlarım akmaya devam ederken elimi yumruk yapıp Talha'nın kalbinin üstüne koydum. Son kez çırpınan sesim ile konuştum.

"Sen öldürmedin onu... Biz öldürdük Talha. Beraber. İkimiz birdik ve ikimiz katil olduk. O tetiği bende çektim. Benimde ellerimde kan var. Vicdanım bertaraf. Aklım şaşıyor benimde. Ruhum kitlendi. Talha sen ikimizi de günahkar yaptın. İkimizde kötü olduk. Sen bana değil ben sana benzedim. Nasıl yaptın bunu? Beni düşünmedin mi hiç? Nasıl en sevgilisin sen? Bunun hesabını Allah'a nasıl vereceğiz biz? Hangi tevbe siler bu günahı? Nasıl yaşayacağız bununla?"

"Bunun için özür dilenmez. Senden hiçbir şeyi saklamadım şimdiye kadar. Kim olduğumu bil diye. Günahkar olan benim biz değiliz. Eli kanlı olan da benim, kötü olanda benim. Sen değilsin."

"Biz değil mi?"

"Bundan sonra bu yaptığımı bir kez daha yapabilirim ve sen bunu kabullenecek misin? Katil bile olabilecek misin benimle? Bir olacak mısın?"

Ağacımda tek bir yaprak dahi kalmadı. Şimdi bana söylediği şeyi idrak etmem bende son demiydi aşkın. Beşerin bir sillesini şuan yüzüme indirmesi beni şaşırttı. Aşk kimi insana deva olur kimi insana bela. Benim Talha'ya deva olduğunu sandığım aşkım meğer bana bela olmuşta ben bunu şimdi anlamıştım. Tüm takatim kesildi. Kelimelerim tükendi. Talha bana 'git' derken bunu benim onun için kurduğum yurduma ihanet ederek, taş üstünde taş bırakmayarak yapıyordu.

"Gitmemi mi istiyorsun?" diye sordum. Hemen cevapladı zaten kararını vermişti belli ki:

"Benden gitmek isteyene kal demem."

Son kez baktım ona. Bakışları kararmıştı bir kez. Sanki günahın izleri vardı gözlerinde. Yurduma döndüm kasırga hiçbir şey bırakmamıştı geriye. Şimdi süveydamın yanına gitsem bile onu eski haline getiremeyecektim. Sadece bu karanlığa alışacaktım. Gökyüzümde güneş açamayacaktı, solan güllerim yeşeremeyecekti ve ağacım dal veremeyecekti. Ben bu alacaya alışacaktım. Onunla olacaktım ama karanlıkta kalacaktım. Yutkundum. Ne istediğimi tarttım. İçimden dua ettim ve besmele çekip ağacıma sırtımı dönmeden önce son kez süveydama konuştum:

"Bana biçtiğin bu son reva değil Talha Bahremoğlu. Dilerim sevgimin sızısı o alaca yüreğinden asla dinmez."

Gittim. Eğer ki bu bir sonsa ölene değin alnım secdeden kalkmayacak dualarım, af istemelerim ve yakarışlarım hep çift olacaktı.

. . .

Loading...
0%