Yeni Üyelik
24.
Bölüm

23.Bölüm - Fi̇nal

@cigdemgah

Allah daima kulunu hayra yönlendirir. Bizi kendimizi zorla koyduğumuz karanlıktan aydınlığa çıkarıp ferahlığa erdiren O'dur(c.c). Bir kez daha bu şiddetli duygu ile karşı karşıyaydım ve içimden bildiğim şükürleri arş-ı ala'yarak etmenin tadı dimağımdaydı. Annem haklı çıkmıştı yine -zaten anneler hep haklı çıkardı-. Şimdi dönüp yurduma, geride bıraktıklarıma bakınca aslında kalbimin üstüne oturup hiç kalkmayacakmış gibi içimi günden güne çürüterek çektiğim elemim gözüme bir toz zerresi gibi görünüyordu. Sanki hiç önemi yokmuş gibi. Zihnimin bir köşesinden Duha suresinin 5. Ayeti düştü:

"Ve lesevfe yu'tıyke rabbüke feterda." (İleride (zamanı geldiğinde) Rabbin sana (gönlündekini) verecek sen de hoşnut olacaksın.)

Subhanallah! Zamanı şimdi gelmişti ve elhamdülillah kalbim hoşnuttu. Geçen zaman onca acıyı boşuna mı çektim diye düşünmüyorum, hayır. Hiçbir duygu insanın içinde boşuna yer edinmez. O çektiğim hüzün beni Rabbim'e daha çok yakınlaştırmıştı ve ettiğim dualar, tevbeler ve dahi tüm o yakarışlar kabul olmuştu. Maneviyaten düşündüğümde yaşadığım bu ayrılık sürecini anlayabiliyordum. Mademki Allah ikimizin ayrı kalmasını istemişti küçücük bir bahane ile ayrı kalmıştık işte. Bu ayrılık belki de bir günahımıza kefaret olmuştu. Kim bilir? Düşünüyorum, madem Talha katil değildi ve o adamı öldürmemişti o halde neden öldürdüm demişti? Bunu elbette ki Talha'ya soracağım ve cevabımı alacağım.

Talha'yı suçladığım onca zaman geçti gözümün önünden ona olan kızgınlığımı kalbim kabullenmese de yaptığı yanlışı gözümün önünde tutma çabam beni dehşete düşürdü. Allah'a olan sevgim için Talha'dan uzak kalmam aşkın hangi evresi sayılırdı sahi?

Gözlerimi kapattım ve havaalanından bindiğim takside ilerlerken başımı geriye yasladım. İçimden ismini besmele çekip üç defa fısıldadım. Yüreğimden tüten özlem kokusu burnuma çalındı. Tanıdık yerde açtım gözümü. Yürekgahımın tam orta yerinde. Süveyda ağacımı orada, hala beni beklerken gördüm. İçim güzdü. Güzün sonuydu. Birkaç ürkek adım attım kararsızca ardından hızlandım ve bir solukta vardım yanına. Dalından kopup usulca dökülen yaprakları arasında hayret ile daha da kalınlaşmış gövdesine baktım. Titreyen elimi uzatıp dokundum. Hala aynıydı, tıpkı içimde ki sevgi gibi... Şimdi ağacım daha da büyümüş gerçek bir olgunluğa ermişti. Anladım ki ayrılık aşka iyi geliyor, onu besliyor ve daha da kuvvetlendiriyordu. İçimden fısıldadım;

"Min kalbi ila kalbike sebila." (Benim kalbimden senin kalbine (hala) yol vardır."

Bunu bilmenin coşkusu içinde gözümden bir damla yaş süzüldü usulca. O anda ılık bir meltem esti. Ayağımın altında ki çimler baş gösterdi. Boynunu büken güllerim hareketlendi. Ağacımın dalları uçlarında tomurcuklanmalar gördüm. Gülümsedim. Bir damla yaş yanağımdan süzülüp toprağa değdiği an hareketlendi toprak. Güller açtı yeniden. Ağacımın yeşil tomurcukları biraz daha büyüdü. Anladım ki Talha ile hala aynı yoldaydık. O hala benimle aynı yolun yolcusuydu. Sırtımı dönüp oturdum ağacımın dibine ve içimden Duha suresini mırıldanmaya başladım. Son ayete amin dediğim an açtım gözlerimi. Taksi durmuştu.

Evi gördüğümde şaşırdım bir an. Bu ev gerçekten de benim bıraktığım o ev miydi? Duvarda ki sarmaşıkların iyice boy attığını kapıyı kaplamaya başladığını fark ettim. Kimse yok, terkedilmiş gibiydi. Bir iki adım atıp dev kapının önünde durdum. Zili çaldım. Kapıya vurdum ama kimse yoktu. Telefonum şarjı bittiği için kimseyi de arayamıyordum. O an aklıma yalıya gitmek geldi. Talha masasına lider olduğundan dolayı yalıya taşınmış olmalıydı. Hemen taksiye binip bu defa da sevgili kayınpederim Nuh beyin bana vasiyetinde miras bıraktığı o meşhur Gül yalısının adresini verdim.

Uzun bir yolculuktan sonra yalıya yaklaştığımızda kapıda ki korumaları gördüm, evet buradaydılar. Taksiden indiğim an tanıdık olan ama adını anımsayamadığım korumalardan biri kapının önünden gelip valizimi indiren taksiciye yardım etti. İçeri girdiğim an kışın son günlerinin süslediği bahçeye bir göz atınca bu şehri özlediğimin o an farkına vardım. Dönüp dolaştığım yurdum burasıydı madem ben en çok burayı özlemiştim. İçeri adım atıp mermer basamaklarda ilerlerken Ümit göründü karşıdan. Beni gördüğüne sevinmiş gibi gülümsedi:

"Feza hanım, hoş geldiniz."

"Hoş buldum."

Ümit korumanın elinde ki valizi aldıktan sonra eve doğru yürümeye başladı. Gök gürültüsünden az sonra yağmur yağacağı belli oluyordu. Hızlı adımlar ile içeri koşturdum. Yağmurdan korunmak için değil bir an önce Talha'yı görmek için.

Kapıda beni karşılayan güler yüzü ile Şüheda hanım ve Aziz bey oldu. Hemen yanında ise Halime abla vardı. Halime abla sevinçle gelip bana sarılınca karşılık verdim. Ağlamaklı bir sesle konuştu:

"Hoş geldin. Şükür kavuşturana güzel kızım. Ah bir bilsen nasıl özlettin kendini. Leyla da özletti hem. Nasıl iyi mi kuzum? Şükür iyi olmuş artık. Adağım var gelir gelmez onu yapacağım."

"Tamam Halime dur da az soluklansın." bunu söyleyen Şüheda hanımdı. Gülümseyerek uzaktan bana baktığında gidip ona da sarıldım. Benden beklemiyor olacak ki şaşırdı bir an hemen sonrasında samimiyetle karşılık verdi. Geri çekilip Aziz beye selam verdim:

"Hayır günler Aziz bey. Nasılsınız? Bahadır biraz rahatsızlandığınızı söylemişti."

"Abartmış. Bir şeyciğim yok hamd olsun. Geldiğiniz iyi oldu bu yalı çok ıssız görünüyordu son zamanlarda."

"Şükür kavuşturana. Bir haftaya kalmaz inşallah Leyla ve Bahadır da dönerler."

"İnşallah." birazcık duraksadıktan sonra soracağım soruyu ilk anlayan Halime abla oldu:

"Talha bey yok kızım. Gelmiyor eve epeydir. Önceleri hiç değilse kıyafetlerini değiştirmeye gelirdi ama artık onu bile Tuğra götürüyor şirkete."

"Bella? Zübeyr?"

"Herkes şirkette."

"Peki. Yavuz dan bir haber var mı?"

"Salmışlar bugün. Buğra söyledi."

Hemen çıktım tekrar evden. Ümit nereye gideceğimi biliyormuş gibi arabayı çoktan kapının önünde hazır bekletiyordu. İlk iş şirkete gittim. Lakin şirkette ki kalabalık başımı döndürmeye yetti de arttı bile. Güvenlik soruşturmasından geçtiği için içerisi haddinden fazla memurla doluydu. Koridorlarda birim katlarda girişlerde kapı ağızlarında vs. her yerdeydiler. Asansörde yönetim katına çıktıkça kalabalığın daha da arttığını gördüm. İş ciddiydi. Talha'nın odasının önüne geldiğim an kapının önünde polis memurlarını görünce içimi bir korku kapladı. Hızlı adımlarla yanlarına vardım. İçeri girdiğimde aradığım kişiyi bulamadım. Bella masa başındaydı. Zübeyr ve Buğra ise hemen yanında.

"Bella?" bana dönen bedenler şaşkınlığını attıktan hemen sonra Bella koşar adım gelip bana sarıldı:

"Ne zaman döndün? Neden haber vermedin? Seni karşılamaya gelirdik." etrafıma endişeli bakışlar attım.

"Sizi aramayarak iyi yapmışım. Başınız kalabalığa benziyor." Bella omuz silkti.

"Yok canım, arkadaşlar yabancı değil. İyice içli dışlı olduk bile." dedi sinirle çenesini kasarken. Talha'ya ait olan masa başında ki kıdemli memur gözlüğünün arkasından bizi izliyordu.

"Feza hanım, sanırım yurt dışından dönmüşsünüz." dedi ukala bir tavırla.

"Evet," dedim neşeli görünmeye çalışarak: "az önce döndüm. Şirkette olduğunuzu öğrenince bir bakmak istedim."

"Gelerek iyi bir karar vermişsiniz çünkü şirketin yasal sahibi olarak faturayı keseceğimiz kişinin ülke sınırları içinde olması iyi bir şey." dedi beni tehdit eder gibi. Benim yerime cevap veren Buğra'ydı.

"Uyarayım yönetim kurulu başkanına söylediğiniz tek bir kelime size bir yıla mal olabilir. İşinize bakın." adam Buğra'nın tehdidi karşında suratını asıp tekrar yığınla dosyaya döndü. Bella kolumdan tutarak beni dışarı çıkardı ve büyük bekleme salonunun köşesine çekti. Kimsenin duymamasından emin olarak fısıldadı:

"Neden döndün?"

"Talha'yı merak ettim. Nerede o?"

"Boş ver şimdi onu. Az önce adamın söylediklerini duydun. Tutuklanabilirsin."

"Umurumda değil. Talha nerede?" Bella bana aptalmışım gibi baktı.

"Gerçekten de aşkın gözü kör."

"Bana söyleyene bak. Londra'ya döneceğini sanıyordum." rahatsız bir şekilde kımıldandı:

"Ben şirket için kaldım. Senin şirketine sahip çıkıyorum teşekkür etmelisin."

"Teşekkür ederim." dedim gülümseyerek ardında ciddi bir ifade ile sordum: "Talha nerede?"

"Bilmiyorum."

"Peki Yavuz?"

"Nezarethaneden çıktıktan sonra kayboldu yine. Atıf Aras'ı vurdu ama şükürler olsun ki adam ölmedi. Şimdi de işimi tam yapacağım diye geziniyordur ortalıkta." Bunu rahat bir şekilde söylemesine şaşırdım.

"Bunu önemsemiyor gibisin."

"Atıf Aras onun babasını öldürttü ve senin de. Yavuz'un katil olmasını elbette ki istemiyorum. Ama eğer babasının intikamını almak isterse elimden gelen tek şey Zeyd Hazar'a onu mahkemede en iyi şekilde savunması için delil toplamak olur."

"O adam bir katil olabilir. Babamı... ve Yavuz'un babasını öldürtebilir Bella ama Yavuz onun oğlu değil ve onun gibi olmamalı."

"2 aydır onu görmüyorsun. Çıldırmış durumda. Talha'nın onu bir zincire vurmadığı kaldı. Sonun da ise dediğini yaptı. Gerçekten benim elimden bir şey geleceğini mi sanıyorsun?"

"Bilmiyorum Bella... Sadece şuan Talha'yı görmeliyim."

"İki gündür görmüyorum onu. Tuğra, Yavuz'u almaya giderken de yokmuş. Telefonunu açmıyor."

"Nasıl bulacağım onu?" sorumun üzerine Bella omuzlarını silkti:

"Etrafa görün o seni bulur." gülümsedim haklıydı. Gitmek için yanından ayrıldığımda kolumdan tuttu:

"Yalıya gitme. Etrafta polis var çok göz önünde olmamalısın. Sizin eve git."

"Peki."

Şirketten çıktığımda Ümit'i hazır buldum yine. Arabaya binip ona Asude'nin şirketine gideceğimizi söyledim. Peşimizde bizi takip eden bir polis aracı vardı bu da olası kaçma veya saklanma durumum içindi. Ümit aynı şekilde evin, yalının, şirketin, otelin ve depolarında izlendiğini söyledi. Ki bu takiplere Talha, Yavuz, Tuğra, Buğra, Zübeyr ve Bella da dahildi. Canım iyice sıkılmıştı. Ümit polisi atlatıp atlamaması gerektiğini sorduğunda gerekli olmadığını söyledim. Önce bir etrafı dolaşmalıydım.

Asude'nin şirketinin önünde durduğumuzda arabandan inip içeri girdim. Sekreter Asude'nin toplantıda olduğunu ve terasta onu bekleyebileceğimi söyledi. Cam kaplı terasın sergilediği İstanbul manzarasını seyrederken bir yarım saat sonra hafif bir kanedyen sesi duyduğumda o yöne döndüm ve duvarın ardında Asude göründü. Üzerinde zümrüt yeşili bir elbise vardı. Siyah dalgalı saçları ile her zaman ki gibi çok güzel görünüyordu. Gülümsedi bana yaklaşırken onu yormamak için hızla yanına seğirdim. Boşta kalan eli ile bana sarıldı:

"Feza, hoş geldin."

"Hoş buldum. Geçiyordum bir uğramak istedim." Asude gözlerini kıstı:

"Ne hoş bir yalan böyle." dedi gülerek. Aynı şekilde karşılık verdim:

"Hiç de değil."

"Acil değilse birer kahve içelim."

"Aslında acil. Talha... nerede olduğu hakkında bir bilgin var mı?" Asude bir süre düşündü:

"Bu aralar Hicaz bey ile takılıyordu. Beraber Zekeriya'nın Berzah'a yığdığı işi halledeceklerdi ama Hicaz bey yurt dışına çıktı. Yine de istersen sorabilirim."

"Lütfen. Ve eğer bir şey öğrenirsen bana haber ver."

"Peki canım, bir Zeyd'e uğra istersen." geldiğimden bu yana ışıl ışıl aydınlanan yüzünden düşen mutluluk kırıntılarını görüyordum. Gitmek için niyetlendiğim anda tereddüt ederek sordum:

"Yüzünde güller açıyor. İyi bir şey mi oldu?" Asude utanarak önüne döndü:

"Evet. Çok güzel bir şey oldu... Evlenme teklifi aldım." şaşırarak ona baktım.

"Evleniyor musun?"

"Galiba evet." ona sarılırken bir yandan da onu kutladım:

"Tebrik ederim. Allah mesut etsin. Tanıdık biri mi?" Asude kocaman gülümsedi yine.

"Evet... Nikahıma mutlaka gel olur mu?"

"Tabi ki."

Asude'nin yanından ayrılıp bu defa Ümit'ten beni Zeyd'in ofisine götürmesini istedim. Beni İstanbul'un tarihi binalarının olduğu bir külliyeyi andıran yere bıraktığında şaşırdım. Ümit eli ile onu takip etmemi istedi. Külliyenin büyük kapısının hemen üstünde yazan mütevazi tabelanın üstünde "Hal Medresesi" yazıyordu. Bir iki metre sağında başka bir modern tarih kokan kapının üstüne baktım zarif bir hat yazısı ile "Hal Vakfı" tabelasını gördüm. Burası Gazel'in babasına ait olmalıydı. Ümit ikinciyi kapıyı geçip biraz ilerledikten sonra ikisinden daha küçük bir kapının önünde durdu. Tahta bir oda kapısına benziyordu. Ümit eli ile kapıyı gösterdiğinde kapının yanında siyah kımızı yazıyla "RED Hukuk Bürosu" yazdığını gördüm. Taş duvarlara baka baka ilerledim. Kapı geniş bir hole açılıyordu ve hemen önünde 16-17 yaşlarında genç bir çocuk oturuyordu. Sarı saçları vardı başını kaldırınca yüzünün belli yerlerinde çiller olduğunu gördüm. Beni görünce saygı ile ayağa kalktı:

"Hoş geldiniz, nasıl yardımcı olabilirim?"

"Zeyd Hazar'ı görmek istiyorum."

"Randevunuz var mıydı?" diye sordu çocuk gözlerini üzerimden çekerek.

"Hayır yok ama ona Feza geldi derseniz kabul edecektir." dediğimde çocuk kaşlarını çattı.

"Kusura bakmayın. Burada isimler değil kul hakkı geçiyor. Lütfen Randevu alın." çocuğa güldüm. Telefonumun şarjı olmadığını arayamayacağımı söyleyecektim ki biri arkamdan seslendi:

"Feza hanım," geriye döndüğümde Zeyd'in kardeşi Can'ı gördüm.

"Hayırlı günler, Zeyd'i görmeye gelmiştim ama bu genç randevu almamı söyledi." Can kaşları çatık çocuğa baktı:

"Feza hanım müşteri değil. Talha abinin eşi." Çocuk Talha'nın adını duyunca kocaman açılmış gözler ile bana baktı. Güldüm. Ardından Can bana koridoru gösterdi: "Abim ofiste koridorun sonunda ki siyah kapı."

Can'ı ve sarışın çilli genci geride bırakarak söylediği koridora yöneldim. Renkli kapıların yan yana sıralandığını gördüm. Her kapının üstünde avukatların ismi yazılıydı. Ama kapı sayısı dörtte bitti. Beşinci kapı siyah kapıydı ve üstünde Avukat Zeyd B. Hazar yazıyordu. Kapıyı tıklatıp içeriden hafif bir ses işitince yavaşça açtım. Masasında dosyalara eğilmiş olan Zeyd geldiğimi görünce kağıtları bir kenara bıraktı ve ayağa kalktı:

"Hoş geldin,"

"Hoş buldum." kapıyı açık bırakıp içeri doğru bir adım attım. Zeyd eli ile siyah koltuklardan birini gösterdi:

"Otur lütfen." Zeyd kapıya doğru gidip dışarıda ki çocuğa iki çay istediğini söyledikten sonra tekrar yerine oturdu: "Ne zaman döndün?" diye sordu.

"Henüz." Zeyd güldü.

"O halde buraya kadar geldiğine göre reisi arıyorsun." Reis? Talha?

"Evet."

Az önce ki sarışın çocuk tepside ki çaylardan birini önüme koydu diğerini de Zeyd'in masasına bıraktı. Usulca odadan çıktıktan sonra Zeyd'e döndüm ve çıkan çocuğun boşluğunu gösterdim:

"Az önce bana 'burada isimler değil kul geçiyor' dedi." Zeyd hoşnut olarak tebessüm etti.

"Aferin ona. Arasaydın keşke buraya kadar zahmet etmezdin."

"Talha'yı bulmak istiyorsam ortalıkta görünmeliymişim."

"İyice öğrendin bu işleri. Merak etme akşama kadar çıkar ortaya." anladığımı belirterek başımı salladım. Ardından Zeyd ile olan son görüşmemizi hatırladım:

"Talha'ya boşanma davası açmamı istedin ama biz boşanmadık, neler oluyor?"

"Sadece kağıt üstü bir işlemdi. Göstermelik." güldüm.

"En azında bana anlatabilirdin."

"Talha gereksiz şeylerle uğraşmanı istemez." çayımdan ikinci yudumu aldım. Zeyd başını dışarı çevirdi:

"Masa da karşı karşıya olduğumuzu biliyorsun değil mi?" diye sordu sesinin değiştiğini gördüm.

"Biliyorum."

"Şirket soruşturması biterse Talha gözaltına alınacaktır Yavuz'da. Hatta sen bile."

"Hala şirketin sahibi miyim?"

"Evet ama merak etme o konu kolayca hallolacak. O boşanma evraklarını bunun için hazırladık."

"Talha peki?"

"İnşallah halledeceğiz."

"Korkmalı mıyım Zeyd?" üzerinde ciddi bir ciddiyetsizlik ile cevap verdi:

"Korkmalısın."

Zeyd'in yanından ayrıldığımda hava iyice kararmıştı. Ümit'ten telefonumu aldığımda şarjını çoktan doldurmuştu. Hemen ilk iş olarak Aylin'i aradım. Döndüğümü söylediğimde çığlıklar atarak sevindi. Ondan bu gece benimle kalıp kalamayacağını sorarken eve giden en çetrefilli yollardan birine girmişti Ümit, polisleri atlatmak için.

Beni eve bıraktığında sokağın başında çoktan iki korumanın beklediğini gördüm. Ümit de tekrar eve döndü. Kapıyı açıp eve girdiğim an yüzüme çarpan nem ve rutubet kokusu bile özlemime derman olmuş yüreğimi yumuşatmıştı. Eşyalara bile sarılabilirdim hatta. Yüzümde ki gülümseyiş ile içeri girip Aylin gelmeden tüm pencereleri açtım ve evi havalandırdım. Ardından toz tutmuş çarşafları kaldırdım. Isıtma sistemini açtım. Çayı ocağa koymuştum ki kapı çaldı. İki kez acele acele çalışından Aylin olduğunu anladım. Kocaman bir gülümseme ile kapıyı açar açmaz Aylin boynuma atladı, az kalsın düşüyordum.

"Fezaa, çok özledimmm." dedi beni boğmak üzere iken.

"Ölmeden önce gevşet şu kollarını." dediğimde geri çekildi ama hemen sonra tekrar sarıldı: "Çok özlemişim seni." dedim bende itirafta bulunurken.

Gerçekten onu özlemiştim. En son Nuh beyin cenaze töreninde görmüştüm onu telefonda konuşmalar ara ara mesajlar dışında uzun zaman olmuştu görüşmeyeli. İçeri girmeden önce son bir kez geriye dönüp el salladığında başımı çıkarıp kime veda ettiğine baktım. Mehmet arabanın içinde Aylin'in içeri girmesini bekliyordu. Başı ile bana selam verip gaza yüklendi. Bakışlarım Aylin'e kaydı ona gayrımeşru muhabbet nutukları atmaya hazırlanıyordum ki elini gösterdi parmağında kocaman bir tektaş vardı.

"Evleniyorum." diye çığlık attı bir kez daha.

Sonra ki bir saat boyunca Aylin'in getirdiği yemekleri hazırlayıp yedikten sonra bile anlata anlata bitiremediği aşk hikayesini dinledim. Çayları koyarken hala gözlerinin içi ile gülümsüyordu. O Mehmet'i anlatırken o kadar coşkulanıyordu ki 4 yıl aynı sınıfta okuduğum sınıf arkadaşımdan bahsediyor oluşuna hayret ediyordum. Gerçekten de ona aşık olmuş durumdaydı.

Sonra ki bir saat boyunca ise anlatma sırası bendeydi. Talha ile mesafeli oluşumuzu onun anlayabileceği dilden anlatmaya başladım. Leyla'yı Amerika'yı, hastane günlerini... hatta dilimin ucuna gelen teyze olacaksın muştusunu ısırarak bastırdım. Herkesten önce Talha'nın duyması gerekti çünkü.

Gece geç bir vakte kadar oturmuş çene çalmıştık ki Aylin uyuklamaya başladığında ona hazırladığım yatağa geçmesi için ayaklandırdım onu. Ardından kendi odama geçtim. Masanın üstünde duran sütümün son yudumunu da alıp bıraktım. Ayağa kalkıp odanın ışığını kapattım. Yıldızlı gece lambasını yaktım. Yatağıma uzanmak üzereydim ki pencerenin açık olduğunu fark ettim. Ayaklarımı sürükleyerek pencereyi kapatmaya gittim. Kalın perdeyi çektiğim sırada kapının önünde ki arabanın karşı kaldırıma geçtiğini gördüm. Sabaha kadar sokağın başında kalacaklarını söylemişti Ümit. Neden Nurten teyzelerin evinin önüne park ettiğini anlamaya çalıştım. Biraz daha dikkatli bakarken arabanın kapısı açıldı ve içinden Talha indi. Kalbim hopladı. Durdu duracaktı. Gecenin bir vakti bu karanlıkta serap görüyor olamazdım değil mi? Daha dikkatli bakmak için perdeyi kenara çektim. Başını kaldırıp direk yukarı cama, bana baktığını gördüm. Derhal dolaba koştum. Şalımı düzeltip kalın kabımı üzerime giyindim. Merdivenlerden acele ile inip dış kapıyı açtığım an ayaklarımda ki tavşanlı pafudukları fark ettim ama değiştirmek için çok geçti.

Yağmur çiseliyordu. Hava soğuktu. Giydiği kaşe kabanın yakasını kaldırmıştı. Saçları ve sakalı uzamıştı. Ürkekçe ona doğru bir adım attım. Sokak lambasını arkasına aldığı için yüzünün bir kısmı karanlıktaydı. Kalbimin boğazıma çıktığı anda iyice yaklaşmıştım ona. Yüzünü gördüm. Yara bere içindeydi. Dudağının kenarında muhteşem bir tablo oluşturan o kıvrımının yerinde şimdi bir kan pıhtısı vardı. Sağ gözünün alt tarafından çenesine inen düz kırmızı bir çizik gördüm. Dağılmış saçlarının altından uzanan bir morluk alnına iniyordu. Sol çenesinde de bir kızarıklık vardı. Endişe ile yaklaştım ona, ne olmuştu? Yutkunduğunda adem elması hareketlendi. Gözlerine o an baktım. Talha Bahremoğlu'nu hayatım boyunca ilk defa bana böyle gözleri çaresizmiş gibi kıvranırken baktığını görüyordum. İlk ve sondu bu an. Bu yüzden konuşmak yerine sadece ona baktım. Gözlerim dolmuştu. Bir şey olmuştu.. Hem de çok kötü bir şey. Elim belirsizce yanağına uzandı. Çenesini kastı. Kehribar dağları bulutlanmıştı bugün. Eteklerinde ki dumanı gördüm. Parmak uçlarım yanağına değdiğinde gözbebeği titredi.

"Ben ölsem..."dedi

Sesine mest oldu yüreğim içim dondu. Ondan ölüm kelimesini duyduğum an kalbim tekleyerek geri çekildi. Büzüldükçe büzüldü. Gözümden bir damla yaş süzüldü. Bir adım daha attım, yüzünü avuçladım.

"Allah korusun." diye fısıldadım. Yutkundu yine, kısa bir nefes aldı. Bakışlarını karanlık gökyüzüne çevirdi. Sessiz yağmur tanelerinin yüzüne değişini izledim.

"Ben şimdi bu an ölsem... keşke..."

"Deme öyle... söylerken nefesimi kesiyorsun... yapma. Bende öleyim o zaman.." dedim bir damla yaş daha süzülürken yanağımdan. Talha bakışlarını gökyüzünden ayırıp bana döndü yine... Bakışları pusluydu. Üzeri çiziklerle dolu elini kaldırıp yüzümü avuçladı. Ardından sarıldı bana. Normal zamanda böyle sarılsa kemiklerim dahi acırdı ama şimdi Talha beni içine hapsetmek istercesine bağrına basarken bu sarılış kalbimin üstüne bir tüy konmuş gibi hissettiriyordu. Sessizce ağlayarak sarılışına karşılık verdim. Talha benim dağımdı. Oraya sığınma ihtiyacı hisseden ben olmalıydım. Onu çaresiz görmek beni bin beter çaresizleştirdi. Ne kadar zaman kaldık öyle bilmiyorum. Geri çekildiğimde ellerim hissizleşecek kadar üşümüştü.

"İçeri girelim hadi."

Öylece bana bakmaya devam etti. Elinden tutup sürükledim onu. Eve girdiğimizde sıcaklıkla buluşan ellerim acımaya başlamıştı. Talha'yı alıp odama çıkan merdivenlere yöneldim Aylin'i uyandırmamak için sessiz olamaya çalışarak. Odaya girip kapıyı kapattım. Islanmış ceketini çıkarmasına yardım ettim. Üstü başı kir içindeydi. Çatık kaşlarımı görmezden geldi. Elimde ki ceketi kenara bırakırken Talha bu defa belinde ki silahı çıkardı. İçimden geçen ürpertinin ardından bana bakmadan silahı komodinin çekmecesini açıp oraya koydu ve çekmeceyi kapattı. Öylece bana bakmaya devam ediyordu. Ona temiz havlu verip duş alması için banyoya girmesini söyledim. Ardından annemin boşaltılmış odasına gidip Onur'un kıyafetlerinden birkaç parça çıkarıp giyinmesi için yatağın üstüne bıraktım.

Mutfağa gidip alelacele bir şeyler hazırladım aç olmalıydı. Hemen yanına da günlük kullandığım vitamin haplarından birini koydum ve sıcak bir ıhlamur kaynattım. Odaya döndüğümde Talha ona getirdiğim tişörtü giyiyordu.

"Aç olmalısın. Bir şeyler ye. Sonra da dinlen."

Talha giydiği tişörtün yakasını düzeltirken bir yandan da bana doğru yürüdü. Yanıma yaklaşıp elimde ki tepsiyi komodinin üstüne bıraktı. Elimden tuttu ve yatağa oturdu, hemen yanına oturdum. Omuzumda duran bir tutam saçımı alıp geriye attı. Gülümsedi. Dudağının kenarında ki kan pıhtısı gitmişti ama yine de kıvrımında ki kızarıklık duruyordu. Gözlerine baktım. Koyulaşmıştı iyice, gözbebekleri büyümüştü.

"Ne oldu anlat bana?" dedim endişe ile. Bakışları tuttuğu ellerimdeydi.

"Kaç kez beni uçurumdan çekeceksin daha bilmiyorum." sesinin çırpınışını gördüm. Gülümsemeye çalışarak konuştum.

"İnşallah bu son olmuştur." gülümsedi Talha Bahremoğlu. Elimi bırakıp dirseklerini dizine dayayarak öne doru eğildi. Elleri ile yüzünü kapattı.

"Nereden geliyorum biliyor musun?"

"Nereden?"

"Hastaneden..." anlamayarak ona bakmaya devam ettim. Tekrar bana baktı: "Yavuz, Atıf'ı öldüreceğine dair ant içiyor. Onu zapt etmek imkansız. Denedi bir kez. Bulut engel olmuş. Atıf'ı hastaneye kaldırdılar..."

"Yavuz, bugün serbest bırakılınca tekrar onu öldürmek için hastaneye gitti ve sende onu durdurmak istedin öyle mi?" diyerek tahmin de bulundum. Talha'nın yüzünde keyifsiz bir gülüş oluştu. Başını salladı gözlerime bakmayarak.

"Hayır... Onu öldürmek için oradaydım." Donakaldım. Bakışlarımda ki korkuyu görmek içindi benden gözlerini kaçırışı. Bir an bakışlarım az önce silahı bıraktığı çekmeceye kaydı. Yoksa... Hayır. Hayır, o hatayı bir kere yapmıştım. Yine aynı şey olmazdı. Talha bir katil değildi. Olamazdı. Sessiz kalmam üzerine devam etti: "Silahı çekip kafasına dayadım. Tetiği çekmek üzereydim Feza. Saniyeler sayıyordum içimde. O anda Zeyd arayıp senin döndüğünü beni aradığını söylemeseydi yemin ediyorum o tetiği çekecektim."

İçime serpilen suyun üzerine hamd ettim. Uzanıp elinden tuttum.

"Neden öldürecektin onu? Yavuz için mi?" başını salladı onaylamayarak. Sessizce anlatmaya başladı ardından.

"Nida Sancak.. annem kalp krizi geçirdiği gün onun yanından ayrıldığında Atıf'ı gördüğünü söyledi. Yanındaymış, onu babama istediğini yaptırmak için benimle tehdit etmiş. Sonra annemi ardında bırakıp gitmiş. Korumaları, hizmetlileri... hepsini çıkarmış evden..."

Şok olmuş bir şekilde Talha'ya bakmaya devam ettim. Nuh beyin günahları Hazin hanımın yakasını bırakmamıştı. Şimdi de Talha'nın.. Elbette ki intikam hırsına girecekti bu tabiiydi. Lakin Talha bu tabii davranışını, kinini, öfkesini ve intikam arzusunu bir kenara bırakabilmişti. Şimdi onun nasıl kıvrandığını anlayabiliyordum. İçimden onun için Allah'a dua etmeye başladım. Birkaç sessiz dakikanın ardından. Talha tekrar fısıldadı:

"Babam, Yavuz'un Atıf'ta olduğunu öğrendiğinde benim tarafımda olması için her şeyi ayarlamış. Aden'in Yavuz'un babasını aradığını da biliyormuş. Atıf'ı ve kendini ifşa etmiş. Aden'in onu öldüreceği günden bir gün önce İnci'ye herkesin sabah evden çıkmasını ve bir misafirinin geleceğini söylemiş. Aden'e randevuyu veren kedisiymiş." Talha sustu. Babasının kendi ölüm hikayesini yazışını anlatırken sesi titriyordu: "Annem lanet olası o silahlar yüzünden öldü. Babamın günahlarının yüzünden... Babam da öldü... Atıf hala yaşıyor Feza. Bu hiç adil değil."

"Bu bir adalet değil Talha. Allah bazen insanı hayatta tutarak cehennemi yaşattırır. Babamı öldürten o adamdı. Ona kin tutuyorum evet ama silahı elime versen de ben onu asla öldüremem. Çünkü benim içim Allah'ın adaletinden emin ve rahat. O'na(c.c) teslimim ve bunu cezasız bırakmayacağından kuşkum yok. Senin de öyle olacak. Said Nursi 'cennet ucuz değil ve cehennem dahi lüzumsuz değil' derken onun lüzumunun Atıf gibi insanlar olduğunu söylüyor. Kalbini, dilini ve aklını yumuşat... Yumuşat ki bu fanilikle ancak öyle baş edebilirsin. Allah seni sınadı ve şükürler olsun ki sen o zalimlerden olmadın. Daha önce de şimdi de..."

Talha'nın bakışları kalbime indi. Gülümsedi. Derin bir nefes aldı. Bana sarılırken rahatlamış gibiydi. Saçlarımdan öptü. Uzanıp soğumaya yüz tutmuş ıhlamuru ellerine tutuşturdum. İtiraz etmeden bir yudum aldı.

"Neden Levent'i öldürdüğünü söyledin bana?" diye sordum. Talha bana baktı yine keyifsiz bir gülümseme oluştu dudaklarından.

"Onu öldürdüğümü söylemedim."

"Ama öldürmedim de demedin. Seni yargılayıp durdum."

"Bahaneydi işte kullanmak istedim. Benden uzak kalman gerekti." kaşlarımı çatarak sert bir şekilde konuştum.

"Bırak da buna ben karar vereyim. Bana bak Talha Bahremoğlu. Bir daha benim ile ilgili kararlarını bana danışmadan veremezsin. Bu sondu. Asla beni bırakmayacaksın ve gitmeme izin vermeyeceksin." Yükselen sesime kaşlarını çatıp anlamayarak baktı. Bir şey diyecekti ki elim ile sözcüklerinin kapısını kapadım: "Söyleyeceklerim bu kadar. Şimdi iç şunu ve uyu."

Talha sabır diler gibi başını çevirdi. Gülümsedi. İşte şimdi yurdumda güneş açtı. Gözlerinde ki pusun dağıldığını gördüm. İçime bir ferahlık yayıldı.

. . .

Uyandığımda Talha hala derin bir uykunun kollarındaydı. Ev soğuktu ısıtıcıda bir problem olmamalıydı. Battaniyeyi Talha'nın üzerine örttükten sonra odamdan çıktım. Mutfağa gitmek için merdivenlerden indiğim de Aylin'i sessizce ayakkabılarını giyerken gördüm kapının önünde.

"Aylin." ürkek bakışlarını kaldırıp bana baktı.

"Ben mi uyandırdım yoksa."

"Hayır... Nereye?"

"Şey.. ben sizi rahatsız etmeden gideyim diye düşünmüştüm. Arabayı gördüm kapının önünde."

"Talha yukarıda uyuyor ama kal lütfen kahvaltı yapalım."

"Siz hasret giderin. Mehmet kapıda beni almak için geldi bile."

Bana kocaman sarılıp yanaklarımdan sulu sulu öperek çıktı evden. Kapıdan Mehmet'in arabasına binene kadar baktım ardından. Aylin gittikten sonra bir şeyler hazırlamak için mutfağa girmiştim ki Talha merdivenlerden indi bu defa.

"Hayırlı sabahlar efendim.." dedim gülümseyerek. Bana karşılık verdiği gülümseme başımı bir iki tur döndürdü. Yanıma gelip bana sarıldı. Yanağıma bir buse kondurdu.

"Dün bana emir veriyordun bugün efendin mi oldum?"

"Ara sıra alttan alıp gönlünü hoş tutmalıyım malum daha lazımsın bana." dedim sırıtarak. Talha'nın gülümseyişi derinleşti. Gülümseyişini izledim bir süre: "Özledim seni, böyle boğulacakmışım gibiydi."

"Sanki senden uzak olunca dünyada ki her şey daha çirkindi ya da her şeye daha kızgındım gibi."

Uzanıp öptüm onu. Sarıldım sımsıkı. Abartarak daha sıkı sarıldığımda Talha güldü. Ardından benim kullandığımdan daha fazla güç kullanıp bana sarıldığında nefes alamayacakmışım gibi hissettim. Omuzuna vurup beni serbest bırakmasını istedim. Geri çekildiğimde derin derin nefes altım Talha'nın gözleri kısılarak keyifle güldü.

"Kaburgalarını falan gördüm." dedim sıkı sarılmasını kast ederken. Gülüşü dudaklarında asılıydı hala gözlerini kıstı yine Elleri ile belimi sararken:

"İçime bakmalıydın."

"Kalbine mi? Büyük ihtimalle ben varımdır." Talha birden geri çekilip buzdolabına yürüdü ve kapağını açtı.

"Hayır, mideme. Açım."

Gözlerimi kısarak ona baktım. Talha boş buzdolabının kapağını kapattı. Ardından hazırlanmamı istedi. Yaklaşık yarım saat sonra hazırlandığımda evi eski halinde bırakıp valizim ile birlikte evden çıktık. Yalıda herkes normale dönmüş gibiydi. Kahvaltı sofrasında Tuğra, Buğra, Nazar abla, Bella ve Talha ile hep birlikte kahvaltı yaparken onları çok özlediğimi fark ettim. Masa da eksik olan iki kişi Leyla ve Bahadır'dı. Onlar da bir iki gün içinde dönmüş olacaklardı.

Bugün Talha şirkette ki soruşturmanın son günü olduğunu söyledi. Bu yüzden herkes evdeydi. Sonuç akşama kadar çoktan belli olacaktı. Ben endişeliydi ama Talha ve diğerleri benim aksime oldukça rahattılar. Acele ile ara vereden yemek yediğimi bana dönen şaşkın bakışlar ile fark ettiğimde ağzımda hala lokma vardı. Tuğra takıldı:

"Haliyle ecnebi memleketin yemeklerinden sonra cennete düşmüş gibi hissediyorsun değil mi?"

Ona güldüm. Çayımdan bir yudum alıp bana gülerek bakan Talha'ya baktım. Rahatsız olmuş gibi değil de mutlu olmuş gibiydi daha çok halimden. O anda Yavuz büyük salona girdi. O da Talha gibi pek iyi durumda değildi ama bizi görünce gülümsedi.

"Sizi bir arada görmeyeli uzun zaman olmuştu." dediğinde ağzımda ki lokmamı yutup karşılık verdim.

"Yüzünü gören cennetlik Yavuz."

"Senin de öyle, hoş geldin."

"Hoş buldum." Talha'ya döndü bu defa:

"Patron, bugün için hazır mısın?"

"Elbette." dedi Talha anlamayarak bakışlarımı ona çevirdim.

"Neler oluyor?"

"Soruşturanın son günü. Onu kast ediyor zat." dedi beni teskin etmeye çalışırken.

Yavuz gülerek Bella'nın karşısında ki sandalyeye oturdu. Bella hiç tepki vermeden kahvaltısını yapmaya devam ediyordu. Yavuz'u yok sayıyordu. Yavuz'un ona bakışlarını gördüm. Birkaç dakika süren bakışları tuhaftı ilk kez onu böyle görüyordum. Talha'ya ve ikizlere baktım ama onlar normal bir şekilde havadan sudan konuşarak kahvaltılarına devam ediyorlardı.

Tuğra bugün herkesin tatil günü olduğu için akşamüzeri bahçede mangal yapma fikrini Talha'ya zorla kabul ettirdi. Çünkü Talha Leyla ve Bahadır olmadığı için yapmak istemiyordu, ayrıca yağmur olmasa da hava soğukta yine de Talha gönülsüzde olsa kabul etti sonunda ısrarlara dayanamayarak. Evde ki korumalar da dahil herkes için bir mangal yaptık akşam. Sofra bu defa sabahkinden daha kalabalıktı. Aziz bey ve Şüheda hanımın diğer çocukları da bize katıldı. Amerika da sabahın erken saatleri olmasına rağmen Tuğra Bahadır'ı arayıp hep birlikte iken onu sinirlendirmeyi de ihmal etmedi. Gecenin sonunda herkes yorgunluk ile odalarına çekildiğinde. Bahçede Tuğra ve Buğra, Yavuz, Bella ve Talha küçük bir ateş yakmış etrafında oturmuşlardı. Telefon çaldığında Talha, Berzah ile konuşmak için yanımızdan ayrıldığı an bende kalkıp odama gittim. Şüheda hanımdan rica ederek istediğim hamilelik testini bir kez daha denemek istemiştim. Talha'ya söyleyecektim.

Telefon ile konuşması biten Talha odaya geldiğinde elimde ki test ile ayakta dikilmiş onu bekliyordum. Gelip karşımda durdu. Yüzümde ki kocaman gülümseme ona da bulaştı ve gülümsedi. Bir şey anlamadan kaşlarını çattı:

"Ne oldu?" dedi hala gülümserken. Ona söyleyeceğim iki sözcüğü dahi zihnimin geniş koridorlarında bulamayacak kadar heyecanlanmıştım. Talha eğilip yüzüme baktı elleri ile dirseklerimden tuttu: "Ne oluyor güzelim?"

Sonunda kelimeleri aramayı boş vererek elimde ki beyaz çubuğu ona gösterdim. Talha hiçbir şey anlamadan çubuğu alıp baktı boş boş.

"Ne bu?" dedi anlamayarak. Güldüm. Çubukta ki pozitif olan iki çizgiye baktı. Sağ kaşı havada ters çevirdi baktı anlamadı. Bir iki dakika sonra pes ettim.

"Baba oluyorsun." dedim fısıltı halinde.

Talha söylediğim şeyi birkaç saniye sonra idrak etti. Elinde ki çubuğa baktı, ardından da bana. Tekrar çubukta ki iki çizgiye baktı ve bakışları bana kaydı. Havada ki sağ kaşı indi. Yüzü ifadesizleşti. Gözlerim yine o kıvrımları görmek için sabırsızlandı ama Talha çubuğu elime verdi.

"Talha!"

İki adım atıp çekmeceleri karıştırmaya başladı. Ne olduğunu anlamayarak onu izliyordum. Donup kalmıştım sevineceğini havalara uçacağını düşünmüştüm. Az sonra elinde iki anahtarla yanımdan çıkıp gitti. Peşinden koşturdum.

"Talha!"

Beni duymuyor gibiydi. Hızlı adımlarla bahçeye çıktı. Hala ateşin önünde durup Tuğra'nın anlattığı bir hikayeye gülmekte olan Yavuzların yanına gitti. Hemen arkasındaydım. Az önce oturduğu koltuğa oturdu. Onun bu rahat haline bakakalmıştım. Elinde tuttuğu anahtarlardan birini Yavuz'a attı. Yavuz ne olduğunu anlamadan havada kaptı anahtarı.

"Ne bu?" diye sorduğunda Talha düz bir sesle cevap verdi.

"Mustang'in anahtarı." Yavuz'un ağzı açık kaldı. Ardından diğer anahtarı da Tuğra'ya attı: "Bu da garajda ki motorun."

"Ab-abi. Bana mı veriyorsun?" Talha başını salladı. Ardından Buğra'ya döndü:

"Buğra, söyle senin kıza haftaya istemeye gidiyoruz. Babası vermezse kaçıracağız onu da söyle. " Buğra gülmeye başlarken Bella anlamayarak sordu:

"En kıymetlilerini dağıtacak kadar ne mutlu etti seni?" yutkundum. Talha kollarını havaya kaldırıp gerindi ardından ensesinde birleştirdi.

"Baba oluyorum." dedi kahkaha atarken.

"Allah!" diyerek bağırıp Talha'yanın boynuna sarılan ilk kişi Tuğra'ydı. Ardından Yavuz ve Buğra da ayaklanıp Talha'nın sırtına vurarak onu tebrik etmeye başladılar. Bella daha ilk an ayağa kalkıp boynuma sarılmıştı bile. Ortalık bir gürültü alanına döndü. Kahkahalar bağırışlar havada uçuştu. Bir oynamadıkları kalmıştı. Gürültüyü duyan Aziz bey ve Şüheda hanım pijamaları ile dışarı çıktı hemen arkasında ise Salih abi ve Halime abla vardı. Tuğra onları görünce ıslak çaldı uzunca bir yandan da bağırıyordu:

"Baba, Aziz abi muştumuz var Bahremoğullarına yeni üye geliyor."

O an yerin dibine girip saklansaydım da bu kadar utanmasaydım. Halime abla ve Şüheda hanım beni tebrik edip sarılırken Halime abla ağlamaya, Şüheda hanımda dua etmeye başlamıştı çoktan.

Bu haberin üstüne uykular tamamen kaçmıştı. İlk olarak Talha önce Berzah'ı sonra Zeyd'i arayarak müjdeli haberi vermişti. Tuğra dayanamayarak motoruna bakmaya gittiğinde Halime abla üşümemem için içeriden bir şal getirip omuzlarıma örtmüştü. Buğra da yanan ateşe daha çok odun attı. Aziz bey memnuniyetle gülümsüyordu:

"Şükürler olsun. Biz yaşlandıkça sizler çoğalıyorsunuz. Bu sıpaları kime emanet edeceğiz diye düşünüp dururdum. Şimdi sizin çocuklarınızın yanında olacakları için gözüm arkada kalmayacak."

"Olmasaydı bile, onlar daima bizimle. Biz bir aileyiz. Siz bu ailenin bir parçası oldunuz hep Aziz bey hep de öyle kalacaksınız." Aziz bey memnuniyetle gülümsedi. Ardından aklına bir şey gelmiş gibi güldü. Talha da aynı şekilde güldü. İkisi aynı şeyi düşünmüş gibiydi.

"Hz. Hamza'nın hikayesini ilk anlattığım günü anımsadım." dedi gülümseyerek Aziz bey. Talha da aynı şeyi düşündüğünü belirtircesine:

"Bende." dedi. Ne olduğunu anlatmadılar. Sadece Aziz bey ikimizin duyacağı bir şekilde:

"Hz.Hamza gibi bir oğul nasip etsin Allah." dedi sessizce.

"Amin." dedim içimden. Arş-ı ala kadar amin.

Bu evde geçen o kadar anısı vardı ki Aziz beyin anlattığı hikayelerin ardı arakası kesilmiyordu ve insanın dinledikçe dinleyesi geliyordu. Sonunda sohbetler, kutlamalar, muhabbetler yorunca tekrar dağıldılar. Yine az önceki kadar kaldık. Yorulmuştum ama Talha'nın gözlerinde uykunun başı görünmüyordu. Ayağa kalktığımda Bella da benimle ayaklandı. Eve doğru yürümeye başlamıştık bana çocuğun kız olmasını dilediğini söylüyordu ki Yavuz seslendi:

"Bella!" Adını duyunca bir an duraladı ardından sert bir ifade ile baktı Yavuz'a hepimizin gözü onun üstündeydi. Bakışları yanan odunlardayken birkaç saniye sonra Bella'ya baktı Yavuz ve: "Evlen benimle." dedi.

Hepimiz şok olmuştuk. Şaşırmayan tek kişi Talha'ydı, bakışları ateşte gülümsüyordu. Bakışlarımızı Yavuz'dan çekip cevabını merakla döndük Bella'ya. Tuğra, ben ve Buğra'nın bakışları altında Yavuz'un ne dediğini anlayan Bella'nın bakışları doğru mu duydum diyerek bana kaydı. Gözlerimi kırparak ona doğru duyduğunu söyledim. Bella yere yığıldı. Onu uyandırmak epey uzun sürdü. Tuğra durmadan kahkaha atıyordu. Telefonunu çıkarmış kameraya alıyordu olayı ileride bakıp gülmek için. Sonunda Talha'nın onu uyarması ile kesti gülmesini. Bella nihayet uyandığında evlilik teklifi onu sersemletmişti. Gözlerini açar açmaz bakışları Yavuz'a kaydı.

"Hayal görmedim değil mi?" diye soru bir solukta.

"Görmedin." dedim gülerek: "Artık bir cevap vermen gerek." Yavuz mahcup oluş gibi başını eğdi:

"Tabi gelecek akıbetim belli değil. Belki hayır dersin ama-"

"Evet." diye bağırdı Bella.

Hepimiz çığlık çığlığa bağırışına gözlerimizi devirdik. Bunu bekliyorduk işte. Ardından ayağa kalkıp Yavuz'un boynuna sarılacaktı ki Talha omuzundan tutup onu durdurdu:

"Evlenmeden yan yana geleyim demeyin. O ana dek görüşmeyeceksiniz."

İlk kahkaha Tuğra ve Buğra'dan geldi. Bende Onur'un bana ve Talha'ya söylediği cümleyi şuan Bella'ya kullanmış olmasına katıla katıla güldüm. Yavuz ona ciddi misin der gibi bakarken Bella acı çekiyormuş gibiydi.

. . .

Sabaha karşı uyandığımda Talha'yı traş olurken buldum. Hava karanlıktı. Ezanın okunmasına birkaç dakika vardı. Lacivert bir takım giyindi. Özel olarak hazırlanıyor gibiydi. Anlamsız bakışlarıma insana hamd ettiren bir gülüş ile karşılık verdi. Yanıma gelip saçlarımdan öptü.

"Bir yere mi gidiyorsun?" gidiyorsun diye sorduğumda huzurlu bir sesle cevap verdi.

"Hayır."

"Neden giyindin bu saatte?" kolları ile belimi sararken cevap verdi soruma:

"Bugün çok önemli bir gün. Artık mevsim değişti ve kılıf değiştirme zamanı. Yıllardır üstümden atamadığım bu örtüden yoruldum. Bu dünyanın içinde seni ve çocuğumu düşündükçe ödüm kopuyor. Leyla bir sonra ki gün gelecek. Ona bıraktığından daha farklı bir hayat sunmak istiyorum. Bu dünya da sizi korumak için elimden geleni yaptım ve yapacağım ama artık kurallarımızı değiştirmem gerekiyor. Bu yüzden artık başka bir devre giriyoruz. Sıradan bir eş sıradan bir baba olmak istiyorum Feza. Bugün buna başlayacağız işte. Yeni lider, yönetici, sahip... tüm her şeyi O'nun kuralına göre yapacağız. O zaman gerçek bir düzen olacak işte."

"O mu?" diyerek sordum. Henüz uyanmayan beynim Talha'nın sabahın bu saatinde neyden bahsediyor oluşuna bir anlam veremedi. Talha da bunu anlamış olacak ki gülümsedi ve açıkladı.

"Allah. Sizi bana bağışlayacak olan o. Sizi kaybetmemek için, mutlu etmek için bunu her gün O'ndan(c.c) isteyeceğim. Her şeyi sahibi Allah'tır... 'Ve kime Allah var ona her şey var'... Bana da her şey gerek..." Ezan okunmaya başladığında gözlerimde iki damla yaş süzülmeye başladı aynı anda. Talha uzanıp göz kapağımdan öptü. Gözkapağından öpmek ayrılık getirirdi bilirdim... Ürktüm. Talha fark edip gülümsedi yine: "Hadi namaz vakti."

'İnsanların fotografik hafızaları vardır ve hayatlarında ki en güzel anın fotoğrafını çekerler...' Benim için o an Talha'nın düğün günü karşımda durduğu andı. Onun üzerimde gelinlik ile bana bakıp gülümsediği andı. En güzel an oydu. Bugün değişti. Talha Bahremoğlu ellerini semaya açmış Allah'a dua ederken sabah namazında... Bu gözlerim ömrü boyunca görüp görebileceği en güzel anın fotoğrafını çekti.

. . .

Sabah kahvaltı da herkes takım elbise giymişti hatta tuğra bile. Bella da şıktı. Gözlerim hepsinin üzerindeydi ama hiçbiri oralı olmadı. Şimdiye dek onlarla olduğum süre boyunca beraber en keyifli kahvaltımızı yaptık. İçime bir his çöreklendi yine kalbimin bir köşesine kuruldu. Derin hamilelik duygularına bağladım yine. Bakışlarım gülümseyen Talha'ya kaydı. Bu kadar çok gülümsemesi kalbimi acıttı. Bir şey olacaktı emindim korkmaya başlamıştım. İçimden dua etmeye başladım ve çalan kapı zilinin ardından polis memurları içeri girdi. Bir tek şaşıran ve korkan bendim. Beyler ayağa kalkıp polis memurlarını karşıladılar. Yetkili olanın elinde bir kağıt vardı ve okumaya başladı:

"Talha Bahremoğlu, Feza Bahremoğlu, Yavuz Aras, Isabella Knight, Tuğra Öz, Buğra Öz, Bahadır Hassani, Cafer Hassani, Zübeyr Hassani... Bizimle emniyete gelmeniz gerekli."

"Suçlamayı öğrenebilir miyiz?" diye sahte bir merakla soru soran Tuğra'ydı. Yavuz'un sesini kesecek bir bakışla karşılaştığından devam etti: "E abi filmlerde önce bunu soruyorlar."

"Gidelim de öğrenelim." diyen Talha ceketini giyince endişeli bakışlarım ile karşılaştı. Kapıda kabanımı giyerken yanıma gelip fısıldadı: "Korkma sakın bir şey olmayacak. Zeyd gelene dek ifade vermeyeceğini söyle sadece."

Emniyete gittiğimizde oranın daha karışık olduğunu gördüm. Şirketin muhasebecileri, müdürleri, yönetim kurulu üyeleri herkes oradaydı. Ortaklar da sorgulanacaktı. Nuh Holding ile kimin bir bağı varsa herkes tek tek sorguya alınacaktı. Beni loş bir odaya aldılar. Kadın polis memur yüzümde ki ifadeyi görmüş olacak ki bana bir bardak su getirip karşıma oturdu. Bilmediğim birkaç adam, silah sevkiyatları, tırlar, şirketin maddi durumu, Nuh beyin eski ortakları vs. bir sürü sordu. Çoğuna bilmiyorum diyerek cevap verdiğimde sonunda arkası gelmeyen sorulara avukatım gelmeden ifade vermek istemediğimi söyledim.

Zeyd ile görüştüğümde yaklaşık bir saat boyunca o odada bekletilmiştim. Zeyd bana ne anlatmam gerektiği tek tek anlattı. Belgelerin sahte olduğunu Talha ile boşanma evraklarını iki ay önce imzaladığımı mirastan vazgeçeceğimi falan... bir sürü kurgu anlattı. Ardından beni nezarethaneye aldılar. Hayatımda ilk defa nezarette bulunmam tuhaf ve ürkütücü bir histi. Neyse ki uzun sürmedi ve yaklaşık iki saat dolmadan serbest bırakıldım. Lakin diğerleri benim kadar şanslı değildi. Hepsi savcılığa sevk edildi.

Aynı hafta Leyla ve Bahadır'da ülkeye dönüş yaptılar. Bahadır da kısa bir sorguya alındı ve mahkeme bir hafta içinde gerçekleşti. Şirketin eski dönemine ait tüm belgeler ile ilgili suçlamalar Nuh beye devredilmişti. Ve Talha ile ilgili tüm suçlamalar ki içinde cinayete teşebbüs, adam yaralama ve darp da vardı hepsi... Zeyd'in zekasına şapka çıkartılacak bir ustalıkla delil yetersizliğinden aklandı. Tek aklanamadığı konu sahte resmi evrak düzenlemekti. Bu suçlamayı ise benim aklanmam açısından göz ardı etmiyorlardı. Üç hafta süren mahkemelerden sonra Bella, Tuğra, Buğra, Bahadır, Cafer ve Zübeyr sadece kamu cezası alarak serbest kaldılar.

Talha ise 6 ay hapis ve kamu cezası aldı. Yavuz Aras'ı Zeyd'in aklayamadığı tek konu ise babasını öldürmeye teşebbüstü. Bu yüzden Yavuz'un 5 yıl hapis cezasını Zeyd 1 yıl 8 aya indirmeyi başarabildi.

Şirkete soruşturulma açılmasının sebebi İnci hanımdı. Tabi bunu Talha ve Zeyd istemişti. Çünkü Talha artık şirketin adını temizlemek istiyordu. Başlangıç demişti bir kere 6 ay yanımda olmasa da gerçekten yeni sayfa açıp yeni bir başlangıç istiyordu. Hapis yattığı süre boyunca onunla görüşmemi yasakladı. Parmaklıklar ardında onu o halde görmemi istemiyordu. Lakin yine de dediğini yapmıyor her hafta ziyarete gidiyordum. Hamileliğimin beşinci ayında onu son kez ziyaret ettim çünkü bebeğin cinsiyetini öğrenmiştim. Açık görüşte:

"Oğlumuz olacak." dediğimde sessizce şükrederken bana sarılıp:

"Aslan karım benim." dedi ona kaşlarımı çatarak baktım. Geri çekilip omzuna vurdum:

"Daha romantik olmayı öğrenmelisin." omzuna vurduğum ellerimi tutup öptü.

"Allah'a şükürler olsun. Şükürler olsun. Seni kaderime mimlediği için. Bundan daha fazlasını dileyemezdim ve Allah'tan isteyemezdim. Şimdi bana lütfettiği şeyin şükrünü nasıl edeceğimi bilemiyorum."

"Beni ve oğlumuzu çok sevmen gerek."

"Sahip olduğum her şey hatta şu canım ikinizin yanında bir hiç."

Leyla ve birlikte kısa süreliğine dönen annem bebek haberine ağlayarak karşılık verdiler ve hemen sonrasında çoktan doğmayan bebeğin bir dünya kıyafeti oldu. Annem sonra ki ay tekrar Amerika'ya döndü çünkü Aslı doğum yapmış güzeller güzeli bir kızı olmuştu. Bir yeğen sahibi olmanın hissi beni ağlatacak kadar güzeldi ki oğlumu kucağıma aldığımda ne hissedeceğimi düşünemiyordum.

Evde ki herkes en çok bana iyi davranıyordu. Hem hamile olduğum için hem de Talha'nın yokluğunda yalnız hissetmem için. Beklemek kolay ve güzeldi lakin akşam olup da odamda yalnız kaldığım da Talha'ın yokluğu vücut buluyor beni üzüyordu. Ara sıra olan aşermelerimi, dilime öylesine aldığım bir meyveyi dahi Tuğra ya da Buğra amcalık görevleri olduğunu söyleyerek hemen önüme getiriyorlardı. Bu arada Talha Buğra'ya kızı isteyemediği için ve kızın babası da zor ikna olduğu için isteme kısmı Aziz beye ve bana düşmüştü. Nişanı takmıştık ve düğünü iki yıl sonraya olarak kararlaştırmıştık.

Nihayet aylar akıp da zaman dolduğunda cezaevinin kapısında çocukların ki kadar bir sevinçle karşıladım Talha'yı. Onu son gördüğüm ana göre biraz zayıflamıştı bunu gördüğümde içim burkuldu ve ağlamaya başladım. Talha ise iyice şişmiş karnımı ve aldığım kiloları görünce sağ kaşının havalandırmış beni bir güzel süzmüştü. Beni beğenmeyeceği düşüncesi o gün daha çok şiddetlenmişti. Geldiği günden doğumun olduğu o ana dek her gün ona bunu hatırlattım. Ve sonunda doğumdan sonra beraber spor salonuna yazılacağımızı ve eski halimden bile daha güzel olacağımı söyleyerek beni teskin etti.

Oğlumu kucağımıza aldığımızda yağmurlu bir gündü. Sonbaharın başlarıydı. Dışarının soğukluğuna oranla bize bahar getirmişti oğlum. Talha onu hastane de ilk kez kucağına aldığında elleri titriyordu. Eğilip kokusunu içine çekti ve bana dönüp:

"Senin kokun kadar güzel." dedi.

Leyla ve Bella hastane odasını ve evi bayram yerine dönüştürmüşlerdi. Tebrik için Talha kimseyi kabul etmemiş herkesi isim koyma gününe davet etmişti.

Anne olmak ile sanki bu hayata geliş amacımı tamamlamış gibiydi ve tamamlanma oğlumu sahip olduğum en güzel varlık yapıyordu. Canımdan bir parçanın aşktan daha önemli olduğunu da orada anladım. Oğluma kucağıma aldığım o ilk anda Hazin hanımın Talha ve Leyla'yı Nuh beyin sevgisine neden tercih ettiğini ve İnci hanımın Leyla konusunda hala derin bir azap içinde olduğunu daha net anlamıştım.

Bir hafta boyunca evde dolaşan her kafadan çıkan önerilen isimlere Talha kulak asmadı. Bana bile sürpriz olacağını söyleyerek son ana kadar söylemedi oğlumun ismini. Sonunda yalıda ki büyük davet de okutulan kuran tilavetinin ardından oğlunun adını kendi üç defa kulağına okudu:

"Hamza Esad."

Bu ismi ilk kez duymayan tek kişi Aziz beydi. Daha duyduğum ilk anda ismini beğendim. Herkes benimle aynı fikirdeydi ki sonra ki gün Bella Yavuz ile ikisi adına üzerinde Hamza Esad yazan bir künye hediye etti. Leyla da yine aynı isimle bir broş taktı. Leyla Esad'a tam bir anne şefkati ile yaklaşıyor daha ağlama sesini duyar duymaz odaya koşuyordu. İyileştikten ve artık hasta olmadığından bu yana iyice serpilmiş güzelleşmişti. Büyümüştü. İnsanı rahatlatan bir olgunluk boy gösterdikçe Talha da bende gururlanıyorduk onunla.

Yine Esad'ı yatırıp biberonu değiştirmek için mutfağa indiğim bir gece alışkanlık olarak Leyla'nın odasının kapısını açtığım an heyecanla yerinden sıçradığını gördüm Leyla'nın. O saatte onu ayakta görmek beni çok şaşırttı. Ne yaptığına bakmak için yaklaştığımda acele ile pencereden uzaklaşıp bahaneler sunmaya başladığında bir şeyler döndüğünü anladım. Onu kenara çekip perdeyi ittim ve pencereden başımı sarkıttım. Talha'nın daha önce odama tırmanırken kullandığı merdiveni Leyla'nın penceresine dayamış bana şok olmuş gözlerle ile bakan Sarp'ı gördüm. İlk olarak yanlış mı gördüm diye bakınırken bana masumca el salladığında gerçekten de Sarp olduğunu anladım.

"Feza abla, uzun zaman oldu. Nasılsın?" diyerek fısıldadı.

"Gecenin bu vakti canına mı susadın sen? Ne yapıyorsun orada?" arkadan Leyla'nın yalvaran sesini duydum.

"Telefonumu getirdi Feza abla yemin ederim. Lütfen abime söyleme. Lütfen."

Sabır dileyerek Leyla'ya baktım. Elimle Sarp'ı çağırdım. Pencereden odaya girdi. Onu sürekli şapkalı ve kapüşonlu olarak gördüğüm için ilk kez saçlarını gördüğümde gülümseyerek baktım. İyileştikten sonra ne kadar güzel bir çocuk olmuştu. Saçlarını karıştırıp ona gülümsedim. Tam rahat tavra geçecekti ki despot yanımı tekrar gösterdim ve ikisini karşıma alıp sorguya çektim. Meğer hastanede tanıştıklarından bu yana görüşüyorlarmış. İkisi de tedavi süresince arkadaşlarmış. Sevgili olmadıklarını söyledi Leyla korkarak ama Sarp ona sinirli bir şekilde baktı. Bu duruma el atmam gerekti.

"Sarp efendi. Gecenin bir vakti Bahremoğlu malikanesine dalacak kadar gözünü kararttıysan seviyorsun sen bizim kızı."

"E herhalde." dedi ukalaca. Leyla dirseği ile dürttü. Bu defa ona döndüm:

"Leyla hanım sizi de pek boş görmedim." Leyla utanarak önüne döndü. İkisine de kıyamıyordum ama bunun yanlış olduğunu anlatmaya çalışmalıydım.

"Bakın bu yaptığınız yanlış. Gayrımeşru bir muhabbetin neticesi..."

"... merhametsizce azap çekmektir." dediler bir ağızdan şaşırarak ikisine baktım. Leyla tamam da Sarp nereden biliyordu bu sözü? Bakışlarımda ki soruyu anlayan Sarp işaret parmağı ile Leyla'yı gösterdi:

"Neredeyse iki günde bir bu sözü tekrarlıyor bana." Leyla bu defa savunmaya geçti.

"Feza abla sana yemin ederim ki yanlış hiçbir şey yapmadık. Bunun neticelerini ve boyutlarını günah olduğunu ikimizde biliyoruz. Eğer yalan söylüyorsam tekrar hastaneye yat-"

"Sus. Allah korusun." doğru söylüyordu, biliyordum. Leyla öyle bir kız değildi. Sarp onu onayladı:

"Doğru söylüyor. Elini tutmama bile izin vermiyor. Onu kalben seviyorum Feza abla ciddiyim. O eğer günah olduğunu söylüyorsa ve bunu istemiyorsa saçının ucuna bile dokunmam. Yemin ediyorum sana. Onu bunun için sevmiyorum ki."

Ne yapacağımı bilemedim. İkisini uyaracaktım ama benden çok şey biliyorlardı. Her şeyin farkındaydılar ve Leyla'ya hatırlatacağım haftalık dini muhabbeti bir kenara yazdım. Şimdilik ikisine güvenmekten başka çarem yoktu.

Bu saatte Sarp'ı gönderemeyeceğimi söyledim ama Sarp yarım ağız gülerek duvarın öbür tarafında Pamir'in arabada onu beklediğini söyledi ve geri geldiği yönden gitti. Odadan çıkmadan son kez bir daha bu saatte Sarp'ın bu evin yakınlarda dolaşmayacağına dair söz aldım Leyla'dan ve elbette Talha'ya söylemeyecektim. Birini sevmek İslam'da günah değildi. Lakin zina haramdı ve Leyla bunun farkındaydı ama yine de her defasında bunu ona hatırlatacaktım... Hatta her hafta...

. . .

(2 yıl sonra)

. . .

Bugün Hamza Esad'ın doğum günü. Talha oğlunun yaş günü için evin her köşesini bayram gününe çevirmiş. Esad artık birkaç kelimeyi bir araya getirebiliyor ve paytak adımları evin içinde herkesi kahkahalara boğuyor. Daha küçücük olmasına rağmen odasında oyuncaklarından bir imparatorluk kurmuş. Her akşam başka bir oyuncak alıp geliyorlar evdekiler ne kadar bunu yapmamalarını istemesem de. Hepsi sadece Esad'ın yüzünde ki bir gülüş için yaptığını söylüyorlar. Daha geçen gün Tuğra'yı onun atlı karıncasına binerken gördüm. Bir keresinde de derbi maçını izlerken Esad'ı yüzünü takımın renklerine boyamış ortalarına oturturlarken buldum. Elinde ki takım maskotunun oyuncağının burnunu ısırırken masum bakışları ile bana baktı oğlum. Yanlarından almaya çalıştım ama izin vermediler eğer Esad giderse maçı kaybederlermiş. Tabi ki dinlemedim ve aldım oğlumu onların yanından. Maçı kaybettiler ve sonra ki derbi için yine Esad ile maç izleyeceklerini söyleyip bana kızdılar. Esad ile vakit geçirirken kimseyi tutamıyorum. Karşılarında durup gülünecek kadar çocuklaşıyor bu evde ki erkekler Esad ile oynarken. Hatta Aziz bey bile. Onu salonda dizleri ve elleri üstünde Esad'ı sırtına almış durumda görünce gülmeden edemedim. Tam bir dede oldu Esad için. Bunun için ona minnettarım. Ara ara annem gelip gidiyordu torun hasretini gidermek için. Başta annem sonra Şüheda hanım tam bir anneanne. Hatta İnci hanım bile ara da gelip Esad'ı kucağına alıp seviyor. İki yılda epey değişmişti. Artık daha ılımlı ve daha güleçti oda Leyla'ya ve bana karşı. Talha ses çıkarmıyordu artık İnci hanıma hatta görmezden bile gelmiyor ama hala sevemiyordu onu bunu anlayabiliyordum.

Elinde pasta ile içeri giren Tuğra üniversiteye başlamıştı ve okula adım attığı ilk gün bir kıza fena halde aşık olmuştu. Buğra ise evlenmek için bir an önce okulun bitmesini istiyordu. Bu arada Bahadır'a helal süt emmiş bir kız bulan Halime ablayı ne kadar reddetse de daha getirdiği ilk kızda tamam demişti Bahadır. Ama ilk önce annesi yerine Nazar ablanın onayını almalıydı. Nazar abla evlenmişti ve Ankara'ya eşinin yanına taşınmıştı. Hamile olduğu için uzun yolculuk yapmaması gerekti bu yüzden bugün bize katılamayacaktı.

Yavuz cezaevinden çıktıktan sonra Bella ile haddinden de fazla şatafatlı bir düğün yapmışlardı. Şimdi ikisini yan yana her gördüğümde Yavuz'un biraz kılıbıklaştığını söyleyen Talha'ya biraz hak vermiyor değildim. Evlendiğinden bu yana Bella'ya asla itiraz etmiyor ne diyorsa yapıyordu. E haliyle Bella da ona çektirdiklerini burnundan getiriyordu. Bu ailenin erkeklerine evlendikten sonra bir değişiklik oluyordu ama şükür ki oluyordu.

Kapı zili çalındığında gelenler Berzah ve Hare'ydi. Hemen yanlarında ise Duha vardı. Esad ile yaşıt sayılırlardı. Duha'yı her gördüğümde insana Subhanallah dedirten gözlerine bakamadan edemiyordum. Berzah'a çekmişti gözleri ve maşallah çok uslu bir bebekti o konuda da annesine çekmişti. Esad ile ne zaman bir araya gelseler savaş çıkaran Esad oluyordu. Duha'ya göre haylazlığı beni tatlı bir yorgunluğa çekiyordu. Hare'ye sarılıp hoş geldin derken onu daha da güzelleşmiş gördüm. Berzah döndüğünden bu yana gözleri parlıyor yüzünde güler açıyordu. Onunla birlikte hemen arkasında geçen ay evlenen Emir ve eşi Şimal vardı. Düğün gününde hep beraber çekindiğimiz resimlerden bir tanesini uzattı Şimal bana, ona da sarılırken. Şükran hanım rahatsız olduğu için gelememişti bunun içinde mahcubiyetini iletmişti ama olsundu. Bir sonra ki misafirimiz sayın Zeyd Hazar ve eşi Gazel'di. Gazel'i hepimiz gördüğümüz de çok şaşırdık. En çok da Hare.

Nihayet tüm sevdiklerimiz ile bir aradaydık. Hatta bir köşede elinde Leyla'nın gizli gizli verdiği gül şerbetinin tadına bile bakamayan Sarp bile vardı. Leyla'nın sadece bir abisi olduğunu sanıyordu lakin Yavuz'u, Bahadır'ı, Tuğra'yı ve Buğra'yı sonradan öğrenmişti. Bu yüzden en çok Talha sonra ise diğerlerinden çekiniyordu. Talha çocuğa sert bakışlar atarken onu uyarmadan edemedim. Leyla'ya kızıyordu ama yine de Sarp'ı davet etmesini o istemişti. Bu da eğer Sarp zorlarsa Talha'nın gözüne girecek demekti.

Çoluk çocuk ve musmutlu bir aile ile geçen iki saatin ardından misafirlerimiz evlerine dağıldırlar. Geride sadece biz kalmıştık ama şükürler olsun salonda yine boş yer yoktu. Esad'ı kucağında tutan Talha ciddi bir mesele konuşuyormuş gibi ona yaramazlık yaptığı için kızarken elinden tutup onu seraya götürdüm. Daha önceden Gazel'in hediye olarak gönderdiği Peygamber Gülleri serpilmiş çiçek açmıştı. Sera rengarenk çiçekler ile bezenmişti. Talha daha önceden Esad çiçeklere zarar vermesin diye yarım metrelik küçük bir çit yaptırmıştı çiçek tarhlarının önüne bu yüzden Rahatlıkla serada vakit geçirebiliyorduk artık. Esad'ı bırakıp paytak adımlarını izledi.

"Ne kadar çabuk büyüyor." dedi kendi kendine konuşuyormuş gibi. Onu onayladım.

"Zaman çok hızlı akıyor. Halbuki en çok durdurmak istediğim bu anda."

"Elimde olsa Esad'ın doğduğu günden bu yana olan zamanı dondururdum. Öncesi zaten bir boşluk. Zamanı anlamlı kılan sizin varlığınız. Sevdiğim kadının ve oğlumun. Allah'ın bu dünya da bahşedeceği en güzel şey seni sevmek derdine düşmemdi."

"Başıma gelen en güzel şeydi o gün defterimi hastanenin kapısında kaybedişim. Fark ettim ki bazen kaybetmek gerekir daha iyisini bulmak için. Allah'ın adını yazdığım o defter seni buldurdu bana. Bezm-i Elest'ten vücuda üflendiğimde kaybetmiştim seni..."

"Ve Allah beni sana tekrar buldurdu."

"Çünkü ruhlar yaratıldığında aşk diye MİM'lenilen sendin bana. Seni bulmam gerekti." Talha uzanıp alnımdan öptü.

"Beni benim için bulman gerekti. Böyle visale şükürler olsun." O anda Esad elinde Leyla'nın küçük çiçek tarhlarını kazdığı küreğini bulmuş Talha'ya getirmişti.

"Baba." diyerek geveledi ağzında birkaç kelime. Talha eğilip kucağına aldı Esad'ı öptü. Kokusunu içine çekti.

"Aslan oğlum benim. Esadım." sırası diyerek hayatımın en güzel süveydasına döndüm.

"Esad'a doğum günü hediyesini vereyim. Tabi sana da Talha bey.."

"Sizi dinliyoruz." dedi Talha Esad ile bana döndürerek ve ciddi bir ifadeye bürünerek. Gülümsedim.

"Esad'a kardeş geliyor." Talha duyduğu an kucağında çocuk olduğunu unutarak bana sarıldı.

"Ne? Allah'ım şükürler olsun." dedi gülerek. Geri çekilip bir daha sarıldı. Alnımdan öptü gülerken. Her defasında nasıl böyle güzel gülebiliyordu bu adam. Hala ilk gün ki gibi.

"Yavaş ol, çocuk rahatsız oluyor." dedim. Rahatsız olan Esad'ın kolunu tutarak. Talha hatırlayarak Esad'a döndü:

"Oğlum, aslanım.... Aldın mı hediyeni. Beğendin mi?" Talha onu havaya kaldırıp gülümserken Esad anlamsız sesler çıkararak gülmeye başladı: "Hoşuna gitti mi değil mi? Sana yeni bir aslan kardeş geliyor canoğlum-"

"Bu defa kızımız olur inşallah" diye söylendim Talha'nın sözünü keserek. Talha tekrar Esad'ı havaya attı.

"Fark etmez. Aslan prenses olsun kardeşimiz." Esad'ı kucağına alıp tekrar sarıldı bana: "Sizi bana nasip eden Allah'a şükürler olsun."

Artık koca bir çınar olan süveyda ağacımın fezada ki masmavi gökyüzünden rahmet yağmurları yağmaya başladı. Çınarımın başucunda ki küçük süveyda fidanın da yaprakları dalgalandı. Kana kana içti cansuyundan. O an hemen yanında üçüncü bir fide baş gösterdi. Henüz tomurcuklanmıştı. Üzerine eğilip yeşillenmiş incecik gövdesini okşadım. Birkaç sevgi sözcüğü fısıldadım. Toprağını eşeledim. Onu bize nasip ettiği için Allah'ıma şükrettim. Daha süveydalar yeşermeye devam edecekti yurdumda. Yürekgahımda artık her daim bahar vardı.


-SON-

Loading...
0%