Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2.Bölüm

@cigdemgah

Hiç düşündünüz mü, aşk meclisinde kaderimiz için Mim'lenen kişinin neden hep beklenildikçe gelmediğini? Hadi bugün, hadi yarın dedikçe hep hayal kırıklığına uğradığımızı? Gelecek vaktini başka bir bahara neden ertelediğini? Ve beklendikçe ne kadar da değerlendiğinin farkında mısınız? Düşünüz o halde eğer baki bir aşkta -hayal kırıklığının yarattığı- o gelmeyişin umutsuzluğu olmasaydı sonunda bulduğumuz o eşsiz şey aşk olur muydu sizce? Hadi oldu diyelim kıymeti, itibarı olur muydu derince? Benim gibi uzun bir zaman beklediyseniz şuan ki duygularımı yaşadığınızdan, beni anlayacağınızdan eminim. Lisede iken bir hocam anlatmıştı Leyla ile Mecnun'u. Mecnun çöle düştüğü, yanıp kavrulduğu hasretini çektiği Leyla için değil, ona beslediği aşk için o kadar kıymetliydi hikayesi. Çok etkilenmiştim. O zamanlar nasıl ki Leyla Mim'lenmişti Mecnun için bende büyük bir umutla beklemiş arzu etmiştim yüreğime Mim'lenen kişiyi. Lakin zaman geçti mevsimler değişti aylar akıp gitti kimse gelmedi. Gelmeyen kişinin hayal kırıklığı paha biçilmez bir duyguya büründü ve işte o zaman karar verdim aşkı aramamaya. Aradığımdan bulamadığımdı yaşadığım. İyi ki de bulamamıştım çünkü aranılan mutlaka bulunurdu aşk da bela da Mevla da. Belki de öyle hemen önüme çıkanı sevda sanacaktım, aldanacaktım ve daha fazla hayal kırıklığına uğrayacaktım. Bu da demekti o yaşadığım hiç de hatırlı, baki bir süveyda olmayacaktı. İşte Elhamdülillah ki aramadım daha fazla. Yakasını bırakalı çok oldu aşkın. Dedim ki kendi kendime "Yaradan muhakkak bir şekilde çizecek yolumu." bu yüzden aşk meclisinden istifa edip kendimi içinde bulunduğum gerçekliğe verdim. Dedim "madem en büyük hayalimi aramayacağım o halde en sevdiğimin hayalini annemin istediğini yol edeyim kendime o olsun hayalim." O gün karar verdim başarıyı aramaya. İşte. Bundan hep aşktan uzak duruşum. Belki nasibim burnumun dibine geliyordu da ben başka yolda olduğum için göremiyordum onu. En iyisini Allah bilirdi elbet. Kim bilir belki de daha bana çok vardı yolu...

Derin bir uykudan sonra gözlerimi açtığımda hastanenin acilinde yataklardan birinde uzanmış vaziyetteydim. Mahmurluğumu üzerimden atınca koluma takılan seruma baktım. Bitmek üzereydi. Yavaşça doğrulmak için dirseğim ile destek aldığımda yanımda ki kişiyi gördüm. Refakatçi koltuğunda oturmuş düşünür gibi başını eline dayamış gözlerini yummuştu. Uyuyor muydu? Şaşırmıştım. Beni hastaneye getirdikten sonra gider sanmıştım ama ben uykuya aldıktan sonra burada beklemeye devam mı etmişti? Hem de başucumda. Baştan ayağa süzdüm onu. Siyah yelek, siyah gömlek, siyah ceket. Baştan ayağa simsiyah. Onun karanlık tarafta olduğunu tahmin etmiştim ama giydikleri onu daha karanlık gösteriyordu. Siyah saçları dağılmıştı. Kocaman eline yasladığı başı birazdan düşecek gibiydi. Bir ayağını diğer dizininin üzerine koymuştu. Rahat mıydı? Eğilip baktım. Elimi uzatıp ona doğru gerçekten uyuyor mu diye sallayacaktım ki duyduğum sesle yerimden sıçradım:

"Uyuyor."

Korkarak elimi çekip sesin geldiği yöne döndüm. Yine o koruma olarak düşündüğüm takım elbiseli adamdı konuşan. Ona "Talha" diye seslenen adamdı. Yutkunarak baktım adama. Sert yüz ifadesi ile gözlerini üzerime dikmişti. Yaslandığı duvardan doğrulup bana doğru birkaç adım attı. Yatağın ucuna gelip kollarını göğsünde kavuşturdu. Soğuk ve net bir sesle tekrar konuştu:

"Uyandırmayın." onu düşünme inceliğine hayret edilirdi çünkü ikisi de görünüşlerinde hiç de normal insanlar olmadıklarını haykırıyorlardı. Adama bir şey demeden yerimde doğrulup nabzımı kontrol ettim. Kalp atışları normal, nefes alışlar düzenli, görüş net. İyiydim. Elime takılı olan serum bandajını kaldırdığımda yatağın yanında ki masada duran telefon çaldı. "Meleğim." Yazan ekrandaki telefona baktığımda başka biri uzanıp aldı telefonu, hemen cevapladı:

"Güzelim... Geliyorum birazdan. Var mı isteğin?... Tamam."

Sanırım o gece ki arkasında duran o güzel kadındı bu melek. Karısı mıydı, ya da nişanlısı, sevgilisi? Hayır, parmağında yüzük yok. Tabi bağlılığın bir anlam ifade etmediği o yüzük takmayan erkeklerden biri değilse. Telefonu kapattığı sırada onda olan bakışlarımı çektim ve hala kolları göğsünde bana dik dik bakan adama baktım. "Uyandırmayın." İkazından sonra bana böyle bakması tuhaftı kaşlarımı çattım:

"Bana bakmayı keser misiniz? Rahatsız edici." dedim. Bir kıza böyle avına odaklanmış avcı gibi bakması cidden rahatsız ediciydi. Adam tepki vermedi. Onun yerine Talha konuştu:

"Yavuz, çık sen kapıda bekle beni." adam anında uslu bir çocuk gibi Talha'nın dediğini yapıp çıktı. Yavuz denen adam çıktıktan sonra yorgun bakışlar bana döndü: "O adam, sevgilin. Sana bir şey mi yaptı?" bakışlarımı ondan çektim Sinan'ı değil hatırlamak adını bile anmak istemiyordum. Hemen cevapladım:

"Hayır, ayrıca o adam benim sevgilim falan değil." uzun bir süre düşündü:

"Neden bayıldın?"

"Anksiyete bozuklu-" birden sustum tanımadığım bir adama açıklama yapmak zorunda olmadığımı kendime hatırladım. Onun yerine başka bir şey diyecektim ki hemşire yanımıza geldi:

"Beyefendi hala eşinizin kaydı yapılmadı. Lütfen hasta kayıt bölümünden girişini yapabilir misiniz?"

"Karım değil o." dedi buz gibi soğuk bir ses tonu ile: "Kaydını kendi yapabilir." diyerek suratsız bir halde arkasını döndü. Ses tonu o kadar soğuk ve umursamaz bir şekilde çıkmıştı ki kaşlarımın çatılmasına sebep oldu. Nezaket gereği yanlış anlamayı düzeltebileceği halde bu şekilde davranması ile ciddi anlamda sorunlu bir kişilik olduğunu gayet net belli etmişti. Tıpkı benim gibi Talha'nın arkasından bakakalan hemşire nihayet kendine gelip konuştu:

"Ben özür dilerim, hastaneye sizi getirdiğinde doktor diye bağırıp çağırıp endişelenince eşiniz sanmıştım."

"Önemli değil."

Hemşire gittikten sonra ayakkabılarımı giyip ayağa kalktım, daha iyiydim. Çalan telefonuma uzandığımda annemin aradığını gördüm. Meşgule attım. Birazdan eve gidecektim nasılsa şimdi konuşursam ses tonumdan kötü bir şeyler olduğunu anlayabilirdi. Ona Sinan'ın benimle uğraştığını söylememiştim çünkü bilmemesi hayrınaydı. Koridora çıktığımda Aylin'in sesini duydum:

"Feza?" endişeli bir şekilde koşuşturduğunda onu gördüğüm için şaşırmıştım, yanıma geldiğinde nefes nefeseydi: "İyi misin? Ne oldu? Başına bir şey mi geldi?"

"İyiyim bir şeyim yok çok şükür de senin nereden haberin oldu?" diyerek sordum. Aylin bir şükür dile getirip bana sarıldı:

"Sana bir şey oldu diye çok korktum. Seni aradım telefonunu bir adam açtı 'Telefonun sahibi şuan hastanede ve yalnız. Sizin için önemliyse derhal buraya gelin' dedi tok bir sesle. Ardından tekrar arayıp hangi hastane olduğunu sorduğumda bu kez başka bir adam açtı. Kendimi nasıl hastaneye attım bilemezsin. Kimdi o telefondakiler Feza? Ne oldu sana?"

"Rica etsem beni eve bırakır mısın? Geç oldu annem merak eder. Yolda anlatırım ."

"Saçmalama ne ricası, çabuk önüme düş."

Aylin'in benim için endişelenmesi beni gerçekten duygulandırmıştı. Onun için önemli olduğumu hissetmek güzeldi ve başıma bir şey geldiğinde ilk olarak onu arayabileceğim düşüncesi ise oldukça güven vericiydi. Ona olanları anlatmış Talha ve Yavuz denen adamdan bahsetmiştim. Sonunda olanları anlatmayı bitirdiğim de Aylin kaşlarını çatıp konuştu:

"Merak ettim şu adamları."

"Takım elbiseli karanlık işler yapan mafya tipler olur ya filmler de aynen öyle ikisi de ama tuhaf derece de mafya değilmiş gibilerde."

"Nasıl oluyor o? Etkilendi mi yoksa adamın sana yardım etmesinden? Yoksa bu kara şövalyeden hoşlandın mı?" söylediği bu çocukça yoruma kızmak yerine gözlerimi devirdim. Şuan aklımın ucundan dahi geçmeyen şeyi düşünmesi benim için gülünçtü.

"Derin gibi konuşma Aylin?"

"Derin kim?"

"17 yaşında bir ergen." dediğimde Aylin dudaklarını büzerek başını yola çevirdi.

"Peki Sinan? En kısa zamanda şikayet etmeliyiz aksi halde yakanı bırakmayacak gibi."

"Bende öyle düşünüyorum."

. . .

(1 hafta sonra/Perşembe)

"Görmüyor musun? Bir örümceğin ağı ile düşmanları uzaklaştıran, bir asa ile düşmanları denizi ikiye ayıran, kuşlar ile fili yenebilen bir Allah'a(c.c) samimi dua ettikten sonra nasıl olur da sana nasibini buldurmaz?"

Okuduğum kitapta yazan bu cümle ile bakışlarım takıldı. Durup düşünmeye başladım. Nasibimin nasıl olacağını? Bunun için nasıl dua ettiğimi ve en önemlisi ne istediğimi? Yüreğime dokunan okuduğum her şeyi not ettiğim kara kaplı saman kağıdından sayfalara sahip deftere yazmalıydım bu sözü de. Tıpkı diğerleri gibi. Çantama uzanıp bakındım ama içinde yoktu. Ardından odamda ki çalışma masasının çekmecelerini aradım, yok. Kitaplığa bakıntım, odayı etraflıca aradım. Salonda ki kitaplığa bakındım, evi taradım, yine yok. Bir yerde düşürmüş olmalıydım diye içim sızladı önemliydi benim için. Ne kadar ki okuduklarım önemli ise yazadurduğum, not saydığım o defterde o denli önemliydi. Okula ve hastaneye de bakmayı aklımda tutarak ayaklandım. Perşembeydi bugün. Kalkıp hazırlandım Ecrin'e aldığım hediyeyi de unutmayarak aşağıya indim. Annem evde yoktu yine Sevil ablalardaydı çıkacağımı mesaj attıktan sonra ayakkabılarımı giymiştim ki kapı çaldı. Kapıyı açtığımda postacıyı gördüm.

"Feza Boran?" diye sordu:

"Benim." elinde ki zarfı uzattığında aldım. İzayı atıp postacı gittikten sonra kaşlarım çatık elimde ki zarfı açtım. Estetik Ameliyat için gereken tutarın yazıldığı bir faturaydı. Neyin yanlışlığı olabilir bu diye düşünürken Sinan Özdemir ismini görünce kan beynime sıçradı. Burun ameliyatı olmuş Estetik yaptırmış üstüne iki ameliyat masraflarının faturasını da bana göndermişti. Öfkeyle telefonuma uzanıp Sinan'ı aradım. İlk çalışta açtı telefonu:

"Ooo Feza hanım?" dedi gülerek. Sesi burnu tıkalıymış gibi çıkıyordu, ameliyatlı olduğu için olsa gerekti.

"Benim adresime gönderdiğin bu fatura ne demek oluyor?"

"Açık değil mi? Burnuma yumruk attın. Üstüne bir de o dağdan inme cehalet vehası kokan arkadaşının da attığı yumruk var. Sebebi sen olduğun için ödemeleri de sen yapmak zorundasın?"

"Neden zorundaymışım?"

"Hmm. Eğer ödemezsin seni dava edeceğim, eee restoranda ki kamera kayıtları bana yumruk attığını gösteriyor o dallama arkadaşında var kayıtta. Ayrıca durakta ki olayı kaydeden güvenlik kameraları da var. Sence iyi bir avukat ile seni mahkemeye versem sadece ameliyat masraflarını ödemek ile kurtulur musun?"

"Sinan-"

"Hadi ama... Hala seni düşündüğümü görmüyor musun? Sırf son arkadaşlık hatırın için bunu yapıyorum. Ayrıca benimle son bir yemek de yiyeceksin. Merak etme ondan sonra bir daha beni görmeyeceksin." öfke tüm vücudumu ele geçirmiş tepeme vururken Sinan'ın ukala suratı önümde belirdi.

"Elinden geleni ardına koyma. Hiçbir şeyi ödemiyorum." gözlerimi kapatıp bir istiğfar çektim. Titremeye başlayan ellerimin geçmesini bekledim ama nafileydi.

Gerçekten Sinan bu kadar iğrençleşmek zorunda mıydı? Hem neden ödeyecektim ki o faturayı? Daha doğrusu hangi parayla ödeyecektim? Kesinlikle ödeyemezdim. Mahkeme konusunda blöf yapıyordu değil mi? Yapmıyor gibiydi. Kaç işte çalışırsam ödeyebilirdim acaba? Annemden alsam, hayır annem olmaz. Taksit yaparlar mıydı acaba? Ayrıca neden başka bir adamın attığı yumruğun masrafını da bana ödettiriyordu ki? Kendisi ödemeliydi. Saçmalama Feza diye uyardım kendimi. Bi çare bulmalıydım. Bu kadar parayı bir arada vermem imkansızdı. İçim içimi kemirirken çıktım evden.

Hastaneye geldiğimde üzerimi değiştirip salon 2 ye gittim. Çoktan ekibim terapi için gelmiş yerlerine kurulmuşlardı. Surat ifademi gördüklerinde Sarp alayla yine bir şey olmuş diye gülerken diğerleri ne olduğunun merakı içinde bana bakıyorlardı. Yerime geçip oturdum:

"Merhaba çocuklar," Pamir:

"İyi misin? Yüzün bembeyaz." diye sordu derin bir nefes aldım.

"Gerçekten ben önceleri bu kadar dertli olan bir insan değildim." dedim sakin bir ses tonunda. Ecrin konuştu:

"Anlatsana, geçen hafta iyi gelmişti." diyerek tavsiyede bulundu. Başımı salladım:

"Hayır, şimdi geçen hafta çekiliş yapmıştık. Hediyelerimizi bir görelim ilk olarak ben başlıyorum. Ecrin?" diyerek yanımda getirdiğim paketi ona uzattığımda solgun yüzü aydınlanıverdi. Hüzünlü bir gülümseyiş ile ona bakarken dert dediğim şeye utandım ve içimden Allah'tan af diledim. 'Ne derdim vardı ki sanki başkalarınınkinin yanında. La havle...'

Ecrin heyecan ile paketi açtığında gördüğü çerçeve ile gözleri ışıldadı.

"Çok güzel bu. Teşekkür ederim Feza, gerçekten çok beğendim. Denizi sevdiğimi biliyor muydun?"

"Evet," diyerek itiraf ettim. Ecrin gülümsedi mutlu olmuştu. Ardından Ecrin elinde tuttuğu paketi Derin'e uzattı:

"Bu senin?" Derin kocaman gülümseyerek aldı Ecrin'den hediyesini hemencecik açtı içinden bir kitap çıktığında kocaman gülümsedi:

"Yaa bu çok güzel bir hediye." diyerek sevinçle söylendiğinde Sarp ona gözlerini devirip başını olumsuz anlamda salladı. Ecrin, Derin'in mutlu olduğunu gördüğünde:

"Aşk romanlarını seveceğini düşündüm." dedi.

"Evet, çok severim." diye atıldı Derin Ecrin'e teşekkür ederek ardından elinde ki paketi Pamir'e uzattı. Pamir gülümseyerek paketi aldı.

"Teşekkürler matmazel." dedi gülümseyerek. Paketi açtığında içinden çıkan cd ile Derin'e soran gözlerle baktı. Derin mahcup bir sesle açıklama yaptı:

"Şey... Sevdiğin grubun konserine gitmek istediğini ama gidemediğini söylemiştin. Burada tüm konser kayıtları var." dediğinde Pamir şaşkınla havaya kalkan kaşları ile kocaman gülümsedi.

"Ciddi misin? Aman Allah'ım bu nasıl güzel bir hediye teşekkürler Derin. Ben bile hepsini nasıl toplayacağımı bilememiştim. Zahmet etmişsin."

"Zahmet olmadı çünkü benimde en sevdiğim grup, hepsi vardı bende. Bir kopyasını sana verdim sadece."

Sarp bile bu ince davranış karşısında etkilenmişe benziyordu. Derin ile Pamir'in ortak bir yanını bulmak iyiydi. Bu da yaptığımız etkinliğin doğru olduğunu gösteriyordu. Sıra Pamir'deydi. Elinde tuttuğu büyük, rulo yaptığı kağıdı Sarp'a uzattı. Sarp tek kaşı havada şaşırsa da uzatılan ruloyu aldı. Lastiğini çıkarıp sakin bir şekilde baktı. Bir futbol takımı posteriydi. Posteri indirip aynı sakin tavırla Pamir'e baktı.

"Bu...." birkaç saniye durdu beğenmediğini Pamir'e söylememesini umuyordum çünkü Pamir çok kırılırdı ama o düşündüğümün aksine heyecanla bağırdığında hepimiz yerimizde sıçramıştık: "Harikaaaa... Oğlum bu mükemmel lan. Nerden biliyordun hayranı olduğumu."

Sarp'ı şimdiye kadar ilk kez bu kadar coşkulu ve mutlu görmüştüm. Bu hali gerçekten çok güzeldi ve ona yakışan Sarp'tı. Sakinleştikten sonra poster yanına indirdi, elini cebine atıp küçük bir paket çıkardı ve hiçbir şey demeden sessizce bana uzattı. Avucuma sığan parlak paketi şaşırarak alıp açtım. İçinden bordo iple örülmüş bir bileklik çıktı üzerinde ise 'Fatıma ananın eli' vardı. Gerçekten çok beğenmiştim:

"Sarp, şaşırttın beni." dediğimde başına taktığı siyah bereyi çekiştirdi:

"Ne güzel."

"Çok beğendim, çok teşekkür ederim." dedim sıcacık gülümseyerek bilekliği bileğime takıp iplerini sıktım. Ardından Sarp diğer paketleri çıkarıp diğerlerine de birer tane verdiğinde daha çok şaşırdım:

"Adil olsun istedim." dedi hiçbirimize bakmayarak. Derin pembe, Ecrin turkuaz ve Pamir de lacivert bilekliğini koluna taktı. Hepsinin üzerinde farklı bir arma vardı. Derin'de güneş, Ecrin'de kelebek Pamir'de ise hilal.

"Ne güzel grup sembolümüz gibi oldu. Kendine de alsaydın Sarp." diyen Derin'e Sarp kazağını katlayıp bileğini gösterdi. Tıpkı bizdeki gibi siyah örme bilekliğine ve üstünde ki figüre baktım yay ve oktu. Aklıma şemsiyenin üstünde arma geldi. İkinci kez tevafuk edişi ilginçti. Sarp'a teşekkür etiklerinde utanmış gibiydi ama çok geçmeden eski Sarp'a geri döndü:

"Bu bileklikleri size promosyon olsun diye hediye verdim. Takıp herkese gösterin ve Eminönü'nde yaşlı bir teyze ile torunun kendilerinin yapıp sattığını söyleyin." dediğin de hayret ederek ona baktım gerçekten de gösterdiğinden fazlası vardı onda. Bambaşka bir kalbi vardı bize göstermediği bilmediğimiz bir yönü vardı.

Terapinin bittiğine dair telefonun alarmı çaldığında gençler hemen ayaklandı.

"Bugünlük bu kadar haftaya görüşürüz." diyerek onlara veda ettiğimde Sarp yine ilk çıkan kişi oldu. Pamir ve Derin sevdikleri grup hakkında konuşurlarken Ecrin de onlara katılmıştı. Memnun bir ifade ile yanlarından ayrıldım. Doktor Ahmet beyi görüp bugün ki gelişmelerden haberdar etmek için odasına doğru yola koyuldum. Kapıda ki sekreteri ile hemşire Nimet hanım kendi aralarında konuşuyorlardı yanlarına yaklaşırken konuşmalarını duydum:

"Bugün yine gelmiş. Kız da çok güzel ama maşallah hele abisi. Yok öyle bir yakışıklılık." Nimet'in yorumuna güldüm. Yeni atanan hemşireydi aynı gün işe başlamıştık. Sıcakkanlı, konuşmayı seven tatlı bir kızdı. Yanına gittiğimde güldüm:

"Kimmiş bu güzel? De bakalım bende bileyim." birden arkasında belirdiğimden beni görünce şaşırdı:

"Aa, Feza. 5 gündür burada dolanan kızdan bahsediyorum. Leyla'dan."

"Ne olmuş ki kıza?"

"Kız böbrek hastası 16 yaşında. Zengin bir ailenin tek kızı. Çok da güzel. Diyaliz için haftada bir geliyor zorla, istemeye istemeye. Lakin bir şeyler oldu bu kıza. Son 4 gündür her gün hastanede ortalıknta geziyor insanlarla sohbet ediyor."

"Garip. Neden acaba?"

"Evet, bende sordum. Yeni insanlarla tanışmak hoşuna gidiyormuş ama dün abisi ile konuşurken duydum. Abisi fena fırça attı kıza bir daha buraya gelmemesini insanlarla tanışmamasını falan söyledi. Bir iş varmış da kendisi halledecekmiş." Nimet'in başkalarının özel hayatına karışmasına gözlerimi kısarak cevap verdim mesajı almış gibi ellerini kaldırdı.

"Vallaha bilerek dinlemedim. Merdivenlerden inerken şey oldu. Neyse işim var kaçtım ben." diyerek hemen kaçtı ona nutuk çekmemden. İyi kızdı ama birinin uyarmasına ihtiyacı olduğu kesindi. Ardından sekretere döndüm:

"Ahmet bey odasında mı?"

"Evet Feza hanım, müsait girebilirsiniz."

Sekretere gülümseyerek Ahmet Sancar'ın odasının kapısını çaldım. Masadaki bilgisayardan başını kaldırıp bana baktı. Kocaman gülümseyerek gözündeki gözlükleri çıkardı ve ayağa kalktı. Uzun boylu, kibar, yakışıklı denebilecek bir doktordu. Alanında da epey başarılı idi. Uzun süreli olmasa da sohbet etmişliğimiz de vardı. Düşünceli biriydi, annemin rahatsızlığını söylediğimde bizi daha iyi bir doktora yöneltmiş ve annemle daha çok ilgilenilmesini rica etmişti. Bunun için Ahmet beye minnettardım.

"Feza," dedi samimi bir şekilde gülümseyerek: "Seni görmek ne güzel. Lütfen otur."

"Meşgulseniz daha sonra da gelebilirim."

"Hayır tabi ki, otur lütfen. Önemli bir ameliyatım var bu yüzden birkaç araştırma yapıyordum." kapıyı ardımda açık bırakarak Ahmet beyin masasının önünde ki sandalyeye oturdum.

"Size güzel haberlerim var." dediğimde gülümseyerek kaşlarını kaldırdı.

"Dinliyorum ama bir dakika," diyerek ayaklandı. Arkasını döndü biraz oyalandı tekrar bana döndüğünde elinde ki dumanı tüten çayı bana yakın bir yere masaya bıraktı. Gülümseyerek fincanı aldım:

"Teşekkür ederim," diyerek bardaktan bir yudum aldım.

"Tadı çok güzel değil mi? Tamamıyla organik. Karadenizli bir hastam teşekkür niyetine göndermiş. Bağımlısı oluyor insan."

"Evet, gerçekten de çok güzel." Ahmet bey bir yudum alıp birkaç saniye düşündü. Bende beklemeden söze başladım: "Grup terapimiz. Sanırım doğru bir iletişim kurabildik sonunda özellikle de Sarp beni şaşırttı."

"Öyle mi? E çok güzel bu."

"Evet. İlk defa ciddi bir hastalıkla mücadele eden bir grupla karşı karşıya kaldığımdan biraz afalladım sanırım ilk başlarda ama son iki hafta gayet iyi gitti."

"Vakıf beyden bu terapiyi istememizin sebebi onların karanlıkta olmadıklarını anlamalarını sağlamaktı. İçlerinden ikisi benim hastam ve maalesef ki arkadaş canlısı değiller. En çok üzüldüğüm şey bu sanırım. Vücut pekala tedavi edilebiliyor bu benim işim ama onların kalplerini de iyileştirmek isterdim. Bu yüzden terapiyi istedim.. Bir de Sarp için." yeğeni için çok endişeleniyordu. Gözleri daldı tekrar:

"Hediye çekilişi yaptık. Sarp'a benim adım çıkmış hediye olarak da bunu almış," diyerek elimde ki bilekliği gösterdim. Ahmet bey gülümsedi ve kendi bileğinde duran tıpkı Sarp'takinin aynısından olan bilekliği gösterdi. Gülümseyerek:

"Hala aynı hediyelerden alıyor sanırım." dedi.

"Benimle beraber diğer arkadaşlarına da almış."

"Öyle mi? İlginç."

"Arkadaş olmak istemesini bu şekilde ifade ediyor galiba."

"İlk defa oluyor bu. Sanırım gelişme var. Peki diğerleri?"

"Aslında sadece zorunlu olarak öylesine beraber geçirdiğimizi sanıyordum ama bugün öyle olmadığını anladım. Çok fazla küçük detaylara takılıyorlarmış. Biraz çekingenlikte olsa gerçek duygularda gayet cesur davranıyorlar. Bunu görmek iyi hissettirdi." Ahmet bey gülümsedi. Ardından gülümsemesi soldu. Kaşlarını çatarak devam etti:

"Derin? Bir an önce onu ameliyat olmaya ikna etmemiz lazım. Ailesi perişan. Ameliyatı daha fazla erteleyemeyiz. Çok geç olabilir."

"Evet biliyorum. Onunla konuşmanın doğru bir yolunu bulmam lazım."

"Sana güveniyorum."

"Teşekkür ederim." diyerek fincandan son bir yudum daha aldım ve fincanı sehpaya bıraktım. Ayağa kalkarak konuştum: "Ben kalkayım sizde araştırmanıza devam edin." kapıya yöneldiğim sırada Ahmet bey son anda seslendi:

"Feza, şey... " ne diyeceğini bilemeyerek eli ile ensesini kaşıdı ardından bakışlarını benden çekti: "Yani diyorum ki, müsait olduğun bir gün bir yerler de bir şeyler mi içsek senin ile konuşmak istediğim bir konu var."

Şaşırdım. Geçen haftalarda Nimet'in söylediği şey aklımda dönüp birden durdu. Ahmet bey benim ile ilgileniyor olabilir miydi gerçekten? Şimdiye kadar hiç yanlış bir konuşma da ya da tavırda bulunmamıştı. Aksine mesafesini daima korumuş ve bana saygı çerçevesinde yaklaşmıştı. Şimdi ise utanarak söylediği şey aklımı karıştırdı. Bir an düşündüm. Annemin onu gördüğünde çok beğendiğini terbiyeli, kibar ve yakışıklı olduğunu söylediğini anımsadım. Yüzüm kızardığında yutkundum ve ondan bakışlarımı kaçırdım.

"Ben... biliyorsunuz-"

"Merak etme. Seni zor durumda bırakacak bir şey yapmayacağım."

"Hayır, öyle demek istemedim."

"Biliyorum Feza, hassasiyetinin elbette farkındayım ama bana yardımcı ol lütfen seninle konuşmak istiyorum."

Nezaketini asla esirgemeyen bu adama bir şey diyemedim çünkü sormam gereken ve akıl almak istediğim kişi annemdi. Onun ise ne diyeceğini az çok tahmin ediyordum bu yüzden sanırım hiç aklımda olmasa dahi Ahmet beye yardımcı olmak istedim.

"Peki. Size akşam haber veririm olur mu?" cevabımı bekleyen yüzü aydınlandı ve kocaman gülümsedi:

"Bekleyeceğim."

Ahmet beyin odasından çıkarken ardımdan kapıyı kapattım. Doğru bir şey yapıp yapmadığımdan emin olamamıştım. Ahmet bey... Ahmet... Annemin onun hakkında ki olumlu düşüncesi aklımdan geçti. Haklıydı. Yakışıklı, başarılı, dürüst, hoşgörülü, kibar biriydi. Hepsini kabul ediyordum ama istediğim şey bunlar değildi. Namaz kılıyor muydu? Bunu bilmeliydim. Ayrıca önemli olan bir şey daha vardı. İnsan kaderinde yazılan, nasibi olan kişiyi hissederdi. O kişiyi gördüğünde ben bu adamla evlenebilirim derdi. Nasibinin bir yerlerde nefes aldığını onun ile karşılaşacağı günü beklediğini bilirdi. Peki ben? Ahmet'i hissedebiliyor muydum? Sanırım-

Düşüncelerimin arasından çarptığım bedenle sarsıldım. Kız düşeyazmıştı ki kolundan tutup düşmesini engelledim. Şaşırmış ve korkmuş gözler ile bana bakarken başımı eğip gözlerine baktım:

"İyi misin?" diye sordum. Şaşkınlığını üzerinden attıktan sonra çıkan iki gamzesi ile gülümseyerek doğruldu.

"İyiyim, teşekkür ederim. Özür dilerim ben-"

"Hayır hayır, ben özür dilerim önüme bakmıyordum dalgındım." önüne düşen sarı uzun dalgalı saçı kulağının arkasına itti. Ardından beni baştan ayağa süzdü. Yüzünde ki ifade anlamsızdı. Dizimin altında biten örme koyu sarı tunik, açık kot pantolon süet bej ayakkabı, koyu lacivert şekil bir şal son olarak da beyaz bir önlük olan üzerimdekilere birde ben baktım. Normaldim yani bana göre. Kız tuhaf olan ne görmüştü acaba? Aynısını yaparak onu süzdüm. Haki rengi tüylü mont krem kazak dar paça kot siyah postallarla o da gayet normaldi. Bir sessizlik oluşurken aramızda sonunda kız mavi iri gözlerini bana dikti ve elini uzattı:

"Bu hastanede mi çalışıyorsun? Tanışalım mı?" dediğinde aklıma dank eden Nimet'in bahsettiği kız geldi bu o kız mıydı? Leyla? Gerçi güzellik hakkında söylediği şey uyuyordu. Kıza karşılık vererek uzattığı elini sıktım:

"Evet, Psikoloğum -yani adayıyım-" dediğimde kız gözlerini açarak baktı:

"Ben Leyla, sen?" diye sordu. Evet, o kızdı.

"Demek Leyla sensin."

"Beni tanıyor musun?"

"Buralarda bayağı ünlüsün." dediğimde başını salladı. Sanırım neden olduğunu anlamıştı. Ardından tekrar bana bakıp gülümsedi:

"Senin adın ne?"

"Feza," dediğimde şaşkınlıkla ağzı açıldı. Bu kadar şaşırmasını anlamasam da güldüm: "İsmim çok mu garip yoksa?" Leyla tekrar güldü çok sevinmişti sanki, coşkulu sesle ile cevap verdi:

"H-hayır çok güzel. Peki soyadın?"

"Boran. Feza Boran." kızın yüzünde ki gülümseme iyice yayıldı:

"Leyla Bahremoğlu bende. Vaktin var mı? Ben biraz acıktım da. Bir şeyler yiyelim mi?"

Şaşırarak karşımda ki dost canlısı genç kıza baktım. Arıza bir tipe benzemiyordu. Can sıkıntısı ile ya da aradığı bir şey olduğu için ortalıkta gezen tiplerdendi. Leyla'ya gülümsedim:

"Kafeterya üst katta. Tostu da bayağı iyidir." dediğim de Leyla memnun olarak gülümsedi.

Kafeteryaya gittiğimiz de üzerinde Leyla için tost ve portakal suyu, benim içinde çay olan tepsiyi masaya bıraktım. Leyla gerçekten acıkmış olmalıydı ki hemen tostu alıp kocaman bir ısırık aldı. Kocaman parçayı çiğnerken bir yandan da konuşuyordu:

"Cüzdanımı almadan çıkmamalıydım. Aslında abim, burada başkasının parası ile bir şeyler aldığımı görse kızar." dedi. Şaşırdım kaşlarımı çatarak cevap verdim:

"Neden ki? Bir arkadaşının sana bir şeyler ısmarlaması sence kötü bir şey mi?"

"Bana göre değil ama abimin felsefesi biraz değişik. Şimdi beni görse ' Derhal indir o elindekini hiç sağlıklı değil.' derdi." abisinin taklit ettiğinde onunla birlikte bende güldüm.

"Abin burada değil e sen de acıkmışsın. Paran da yok. Şartlar bunu elveriyorsa kaideler yıkılabilir." Leyla söylediğim şeyi anlayınca başı ile onaylayarak konuştu:

"Güzel bunu sevdim." gülümsedim.

"Neden hastanede dolanıyordun?"

"Yabancı yer değil. Böbrek yetmezliğim var. Bu yüzden hafta da bir geliyorum nasılsa."

"Hastanedekiler seni tanıyor gibiler." dediğimde dudak büzdü:

"Çok mu tuhafım sence? Her önüne gelen ile tanışan bir kız."

"Hayır, daha çok arkadaş edinmeye çalışan bir kız gibi duruyorsun." yorumuma güldü portakal suyundan bir yudum aldı bende çayımdan küçük bir yudum aldım.

"O halde, seninle arkadaş olabilir miyiz?"

"Tabi ki? Hatta istersen grup terapimize de katılabilirsin?"

"Grup terapisi mi?"

"Evet, senin gibi hasta olan dört arkadaş ile birlikte bir grup terapisi yapıyoruz. Merak etme sürekli hastalıklardan bahseden, bilgi veren bir ortam değil. Sende katıl. Hem yeni arkadaşlarda edinirsin." parlayan gözleri az sonra söndü dudak büktü:

"Abim izin vermez."

"İstersen ben konuşurum."

"Hayır, teşekkür ederim."

"Neden? İstiyor gibisin."

"Evet, isterdim ama abimi tanımıyorsun kesinlikle izin vermez hem o istemezse bende gelmek istemem zaten."

"Pekala fikrin değişir ise kesinlikle buraya gel. Her Perşembe 11 de 3.kat salon 2'deyiz."

Leyla'nın gelmek istediğini anlamıştım. Abisinin izin vermeyeceğini düşündüğü için gelemezdi. Sanırım Leyla abisinden biraz korkuyordu. Yoksa hiçbir abinin kardeşinin iyiliğine dokunan bir şeyi geri çevireceğini sanmıyordum. O sırada Leyla'nın masada ki telefonu çaldı "Dünyam" yazan ekranı gördüğünde hemen cevapladı.

"Hemen geliyorum." dedi ve acele ile ayağa kalktı: "Abim. Aşağıda bekliyor. Tekrar görüşeceğiz Feza Boran hanım, tanıştığıma gerçekten memnun oldum."

Elinde tost ile koşturarak kafeteryadan çıkarken arkasından baktım. Feza hanım deme diye uyarıda bulunmama bile fırsat vermemişti. Yine görüşeceğiz dediğine göre önümüzde ki hafta terapiye gelecekti sanırım. Buna sevinmiştim. Ahmet'e haber vermeliyim diye içimden geçirdim. Ardından Ahmet bey diye düzelttim. Ayağa kalktım bugünlük bu kadardı hastane.

Yolda iş ilanlarını kontrol ediyordum. Ne kadar bakındıysam da hiçbir iş yoktu bana göre. Aklımda o faturayı nasıl ödeyeceğimi düşünürken iyice stres olmuştum. Başımda ince bir sızı oluşurken önce Aylin ile ardından gerekir ise Vakıf hoca ile konuşmaya karar verdim. Kesinlikle annemin bilmesini istemiyordum bu yüzden bir şekilde halletmeliydim. Eve geldiğim de sonunda anneme sulu bir öpücük kondurdum:

"Annemmm,"

"Gözümün Nuru. Bugün iyi geçmiş anlaşılan. Gençler yoruyorlar mı seni?"

Sofrayı sermesine yardım edip beraber akşam yemeğini yerken bir yandan da olan biteni anlattım. Sonunda benim adıma mutlu olduğunu söyledi. İkimize birer kahve yapıp salonda karşılıklı oturduğumuzda ona Ahmet beyin bugün söylediği şeyi anlattım. Gülümsedi:

"Ne hissediyorsun?" diye sordu.

"Bilmiyorum. Aslında böyle anlarda özel bir şeyler hissedilir sanıyorum ama öyle bir şey yok. Belki de onunla hiç vakit geçirmediğimiz için böyle. Bu yüzden seninle konuşup öyle haber vermeliyim diye düşündüm."

"Deli, bana niye soracakmışsın. Ne hissettiğin önemli? Ben evlenmeyeceğim ya doktor ile." güldüm haklıydı. Belki de anneme sorarım fikrinin arkasında yatan neden korktuğumdu yahut evlilik istemememdi. Sessizliğimin ardından devam etti annem: "Ciddi miymiş doktor bey?"

"Galiba, öyle gönül ilişkilerine ayıracak vaktim olmadığını biliyor."

"Hayırlısı bakalım. O güzel gönlün nasıl istiyorsa öyle karar Nurum."

Kahve tepsini kaldırıp mutfağa götürdüğüm sırada kapı çaldı. Annem ayaklanıp bakacağını söylediğinde kirli fincanları bulaşık makinesine yerleştirdim. Kapıdaki mırıltıları merak ettiğimde hole geçtim. Annem açık kapıda biri ile konuşuyordu. Yanına yaklaştığım o adamı gördüm.

"Senin ne işin var burada?" dediğimde şaşkınlığım ses tonuma hücum etmişti. Ayrıca o adamın burada olmasının verdiği korkuda bir anda vücudumda gezindi. Annem bana bakıp konuştu:

"Bu delikanlıyı tanıyor musun? Seni soruyor." annemin yanına gidip Yavuz'a baktım.

"Sana sordum burada ne arıyorsun?"

"Özür dilerim, rahatsız etmek istemezdim ama Feza hanım ile bir şey konuşmam gerekiyor." Yavuz'un annem ile samimi konuşmasına kaşlarımı çatsam da annemin bana yönelen endişeli bakışlarına denk geldim. Ona Sinan'ın yumruk meselesini anlatmamıştım bu nedenle bende ne diyeceğimi bilemedim. Bir şeyler geveledim:

"Yavuz... şemsiyenin sahibi olan Talha'nın arkadaşı..."

"Şemsiye?" diye sordu annem tek kaşı hava da? Anlatmamış mıydım yoksa? Tereddütte kaldım:

"Anne ben-"

"Kusura bakmayın efendim. Talha benim patronum onun yanında çalışıyorum gibi. Kendisi Nuh holdingin varisi olur. Bu da benim kartvizitim." diyerek anneme bir kartvizit uzattı. Annem karta bakarken anlamazcasına bana baktı tekrar. Yavuz'a döndü ardından:

"Oğlum bu saatte Feza'yı neden görmek istiyorsunuz?"

"Şöyle ki kendisi daha önce mağdur olduğu bir günde Talha bey ona yardım etmişti. Sonrasında onun psikolog olduğunu öğrendik. Buraya ona bir iş teklifi olduğu için Talha bey tarafından gönderildim."

Annemden daha çok ben şaşırmıştım. Adam evimi, adresimi, işimi biliyordu. Bunun hakkında tek bir bilgi bile vermediğimi anımsadım. Endişelenmiştim. Onlar hakkında ki karanlık yorumum bu bilgilere nasıl ulaştıklarını görünce doğru çıkıyordu. Annem benden önce cevap verdi:

"İş mi?" endişem içimde dolanıp büyürken birden korkuya dönüştü. Kaşlarımı çatıp cevap verdim:

"Ben iş falan istemiyorum." diyerek Yavuz'u terslediğimde adam ifadesiz bir sesle cevap verdi:

"Ayrıntılı anlatmama müsaade ederseniz kabul edeceğinizden emin olabilirsiniz."

"Hayır, teşekkür ederim." diyerek kapıyı kapattığımda annem bana soran gözlerle bakmaya devam etti. İçeriye geçerken peşimde geldi oturduğum koltuğun yanına oturdu:

"Seni dinliyorum Feza?" dedi anlamak istediğini belirterek derin bir nefes alıp ona anlatmadığım kesitleri anlatmaya başladım. Tabi yine bazı yerleri kesip atarak:

"Onları iki kez gördüm. İlki; Vakıf hocaya anahtarları vermeye gittiğim gün restorandaydı. Çok yağmur yağdığından ıslandığım için nezaket edip şemsiyesini vermişti Talha dediği adam. İkincisi ise Geçen defa Aylin ile buluştuğumda durakta. Tevafuktur karşılaştık. Şemsiyesini iade etmiştim."

"Evin adresini nereden bulmuşlar?" merakla sorduğu sorunun cevabını bende bilmiyordum ama annemin bunun için endişelendiğini gördüğümde yutkundum çünkü cevabı bende bilmiyordum:

"Restoranda Vakıf hocanın yanında görmüştü beni. Öğrenci olduğumu da söylemiştim. Zengin birileri galiba bulmak zor olmamıştır."

"Hmm." annem sessizce onaylamıştı söylediklerimi. Bir süre düşündü ardından telefonunu çıkardı. Birkaç tuşa bastıktan sonra telefonu kulağına götürdü ben kimi aradığını merak ederken karşı taraf cevapladı aramayı annem konuştu:

"Hayırlı akşamlar Vakıf bey Dildar ben, rahatsız etmedim inşallah..." şok olmuş bir halde anneme baktım. Allah'ım söylediğim yalan için beni bağışla diyerek içimden dua ettim birazdan ortaya çıkacaktı. Annem konuşmaya devam etti: "Hamd olsun iyiyim siz nasılsınız Birgül hanım nasıllar? ... Allah iyilikler versin. Bir şey soracaktım da ... Nuh Holding diye bir şirketi tanıyor musunuz acaba?" yutkundum Vakıf hocaya sorduğu sorunun cevabını bende çok merak etmiştim. Uzun bir sessizlik oldu: "Talha? Hmm anlıyorum peki ... Yok yok endişelenmeyin ... Biliyorum Vakıf bey teşekkür ederim. Birgül hanıma selamlarımı iletin hayırlı akşamlar."

Telefonu kapattıktan sonra bakışları yerde bir süre düşündü. Onun konuşmasını bekledim ama sessiz kalmaya devam etti. Bu yüzden ben sordum:

"Ne dedi Vakıf hoca?" annemin bakışları bana döndü:

"Bayağı büyük bir şirketmiş Nuh bilmem bir şey dedi de anımsayamadım şuan ona aitmiş. Oğlu yönetiyormuş. Varlıklı köklü bir ailelermiş dedi."

Şaşırdım çünkü daha kötü bir yorum bekliyordum. Varlıklı köklü bir ailenin açılımı yasadışı işler yapan anlamını da içeriyor muydu? Mafya? Tefeci? Hayır, eğer öyle olsaydı Vakıf hoca mutlaka söylerdi. Annem tekrar konuştuğunda şaşırdım:

"Vakıf bey böyle söyleyince bir düşün diyorum. Bu saatte daha fazla meşgul etmek istemediğimden bir şey demedim ama eğer işi teklifi ne imiş nasıl imiş düşünürsen Vakıf beye bir danış? İstemezsen de sorun yok."

Şaşkın bir şekilde anneme bakakaldım ne yapmaya çalıştığını anlamıştım. Önce kendi aklındaki şüpheleri sonra da benimkileri ortadan kaldırmak istemişti. Kendi aklındakileri silmişti yalnız ona anlatmadığım kısımdakiler ende daha çok soru işareti bırakmıştı. İçimde kötü bir his oluştu. Huzursuzlandım.

Odama çıktığımda ilk olarak namaz kıldım ardından üzerimi değiştirip yatağıma uzandım. Talha'nın ve yanında çalıştığını söyleyen adam Yavuz... İkisinin mafya olduğuna adım gibi emindim. Lakin beni yanıltmışlardı. Haklarında en azından kötü bir şey duymayı bekliyordum. Bir psikolog adayına önerecekleri iş teklifi ne olabilirdi ki? Şirket için bir terapi mi? Yok canım. Kendi için mi? Neden ki? Bana yardım teklif edip durduğundan bir şey çıkarmalı mıydım? Hayır hayır... Bir anda kafamda yanan ampulle yerimden doğruldum. İlk olarak sabah ki fatura sonra bu iş teklifi... "Yettim kulum." diyordu Rabbim. O anda içime bir ferahlık doğdu. Gerçekten de iş teklifi için düşünmeli miydim? Ama psikolog olduğumu adımı, adresimi bir andan bulan kapıma gelen bu adamlara güvenebilir miydim? Yoksa defterim? O adam almış olabilir miydi? Hastanede uyuduğum sırada. Orada bilgilerime ulaşmış olabilir miydi? Delirmeye ramak kalmışken sonunda gözlerimi kapatabildim.

. . .

Başımı kaldırıp kapıda ki dev tabelada Nuh Holding yazan cam şahesere baktım. Buraya gelirken işi düşündüğüm özgüvenim şirketi görünce içimdeki kuytulara bir yere kaçtı. Böyle bir şirkete sahip olan bir adam defterimi neden çalsındı ve bana neden bir iş teklifi etsindi anlamlandıramadım. Bugün buraya bunun nedenini sormak ve defterimi geri almak için gelmiştim.

Kararlı adımlarla ilerledim. İçeriye girdiğimde bir an karışık bir labirente girmiş gibi hissettim. Ardında görüş alnıma giren danışmaya yaklaşıp bilgisayar ekranına sabitlenmiş olan bayana sordum:

"İyi günler, Yavuz Aras'ı nasıl bulabilirim?" kız beni süzdükten sonra şüpheli bir ses tonu ile karşılık verdi:

"Ne için aramıştınız acaba?" içimden bir istiğfar çekip kızın tavrını görmezden geldim:

"Lütfen-" diye sözümü tamlamadan Yavuz'u gördüm cam asansörün yanında ki merdivenlerden aşağıya iniyordu. Oraya doğru bir adım attığımda kızın arkamdan seslenmesine aldırmadım. Yanına yaklaştığımda çoktan merdivenlerden inmiş olan Yavuz Aras beni gördü. Kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı. Ardından arkamda duran kıza gitmesi için bir el işareti yaptıktan sonra bana tekrar döndü:

"Sizi bu kadar çabuk beklemiyorduk." dedi geldiğim için memnun olmuş bir ses tonu ile. Hemen konuya girdim:

"Patronunuzla görüşebilir miyim?" Yavuz saatine baktı ardından yanında ki adama döndü:

"Alp, Feza hanıma yönetim katına kadar eşlik et. Beni bekleyin lütfen az sonra geleceğim."

Acele ile yanımdan geçtiklerinde Alp denen adam bana bakmayarak asansörü gösterdi. Boş asansöre baktığımda diğer kalabalık olan asansörün daha iyi olacağını düşündüğümden oraya yöneldim. Alp şaşırsa da ses etmedi benim ile beraber diğer asansöre bindi.

Bilmem kaçıncı kata geldiğimizde kapı açıldı ve Alp indiğinde bende onu takip ettim. Diğer katlara göre daha sakindi yönetim katı. Bir köşeden bir kadın ya da bir adam elinde dosyalar ile çıkıyordu aniden o kadar. Alp beni bir manzaraya sahip cam kenarına götürüp eli ile oturmam için koltuğu gösterdi. Ardından kendisi bir şey demeden ortalıktan kayboldu. Bir süre bekledim. Masada ki dergileri inceledim. Etrafa göz gezdirdim. Manzarayı seyre daldım. Oturmaktan sıkılmaya başladığımda çantamı da alıp etrafa bir göz atmaya karar verdim. Birkaç dev kapının bulunduğu koridorda ilerlerken odaların kime ait olduğunu gösteren tabelalarında ki isimleri de okumayı ihmal etmiyordum. "Bella Knight" yazan isme baktım. Şirkette yabancı ortaklarda olmalıydı diyerek buna şaşırmadım. Ne de olsa dev bir şirketti. "Agit Azadoğlu" ismini gördüğümde daha ilginçleri de varmış diye düşünmeden edemedim. Hemen yanında ki kapıda "Yavuz Aras" yazıyordu. Burası kara şövalyenin gölgesinin odasıydı demek. Koridorun sonunda tek bir oda vardı u dönüşü yapmadan önce diğerlerinden daha gösterişli olan kapının üzerinde altın harfler ile yazan adı da okumayı tabi ki atlamadım.

"Talha BAHREMOĞLU"

Arkamı dönmüştüm ki durup tekrar isme baktım. Bahremoğlu? Aklımda dönüp duran bu soy isim sonunda bir hedefe denk gelip yankılandı: Leyla Bahremoğlu.

Nimetin söyledikleri kulağımda yankılandı; "Kız herkesle tanışıp duruyor... birini arıyor gibi... zengin... abisi de yakışıklı... kendisi halledecekmiş..." Leyla'nın abisi Talha mıydı? Leyla beni mi arıyordu? Abisi için mi? İşimi adresimi Leyla sayesinde mi bulmuştu?

Aklıma dolan soru yumağı ile beklemeden benden ne istediğini sormak için Talha Bahremoğlu'nun odasına daldım. Kapıyı açtığım an gördüğüm manzara ile donup kaldım. Talha odanın ortasında durmuştu karşısında başka bir adam vardı. İkisi de birbirlerine silah doğrultmuştu. Az sonra tetiği çekip birbirilerinin kanını akıtacak gibi nefret doluydu ikisinin de birbirine bakışı. Kapının açılması ile Talha'nın sert ve öfkeli bakışlarının hedefi haline geldi ve sanki daha da derinleşti duyguları. Karşısında duran Talha'ya göre daha kısa olan adam Talha'nın bana olan bakışlarını fark ettiğinde silahı ondan çekip bana doğrulttu:

"Bu kırmızı başlıklı kız da kim?" benimle konuşmuyordu değil mi? Ne yapacağımı bilemeyerek donup kaldım. Talha dişlerinin arasında resmen tısladı:

"Ne işin var senin burada?" ona cevap veren ben değil karşısında ki adamdı:

"Kurdun ininde yanlış zaman? İndir silahı Bahremoğlu yoksa kızı vururum." adamın şaka yaptığından emin olamadım. Şuan belki yapmam gereken açtığım kapıdan koşarak çıkıp gitmemdi ama bana doğrulmuş bir silahın karşısında hareketsiz bekliyordum. Sanırım en az karşımda duran adam kadar normal değildim. Talha'ya baktım. Göz göze geldiğimizde ondan bir duygu kırıntısı bile okumak imkansızdı. Yutkundum. Talha sert ve ifadesiz yüzünü bu defa adama çevirdi. Dudağının bir kenarı yukarı kıvrıldı. Gülüyor muydu? Gerçekten de bu durumdan eğlenecek kadar ruh sağlığı bozuk olamazdı değil?

"Yalnız kırmızı başlıklının kim olduğunu bile bilmiyorum Alaz. Yanlış tehdit. Şimdi ver şu anlaşmayı." Talha'nın sesi o kadar netti ki ölmemin umurunda olmayacağını anlamıştım. Alaz denen adamda anlamış olmalıydı:

"O halde onu kapan kurt ben olayım." dedi ve ateş etti. Bana değil kapıya gelen kurşunun metala çarpma sesi odaya dolduğunda bir çığlık atıp elimi başıma siper ettim. Kapının önüne diz çöküp ateş eden adama baktım. Aynı anda benden bakışlarını çeken Talha adamın elinde tuttuğu silaha bir tekme attığında silah yere düştü. Ardından adamın suratına sert bir yumruk geçirdi. Adam tekrar doğrulduğunda adamın kafasından tutup karşısındaki cam pencereye vurduğunda burnundan akan kanın camda bıraktığı ize takılıp kaldım. Adam can havli ile inlerken ben manzarayı dehşet içinde izledim. Talha yere düşen adamın üzerine eğilip silahı başına doğrulttu:

"Sen nerenin itisin ki benim mekanımda bana silah çekiyorsun. Güzellikle halletmeliydik aramızda ki meseleyi. Şimdi Alaz efendi, şu son kurşunu kafana sıkmamam için bir sebep söyle."

Evet, işte gerçek Talha Bahremoğlu ile bu şekilde tanışmıştım.

. . .

Loading...
0%