Yeni Üyelik
6.
Bölüm

5.Bölüm

@cigdemgah

(3 Hafta Sonra)

. . .

Adını dilime almaya korktuğum o kelimenin filizini biliyorsunuz. Bugün günlerden o filizin baş gösterme günü. Günlerden içimin feryat figan ağıt yaktığı ve o ağıtla beraber mutluluk nidaları attığı gün. Bile isteye yüreğimi ateşe atmama seyirci kalmaya ağıt yakıyorum ve 'ne mutlu aşka düşene' sözüne geldiğimden bir parça da mutlu hissediyorum. Mutlu muyum? Yazık bana ki bunu mutluluk sanıyorum. Keşke olsaydı da bir çıkış soyunabilseydim içimde biriken duygudan. Kurtulabilseydim. Sahi filizi kurutmanın yolu neydi? İmkanı var mıydı gönül yurdunda? İmkansız mıydı yoksa istenilince olur muydu? Olmazdı Feza Boran. Bilirdim. Gönül kıbledir. Orada filizlenen şey sevgi ise bu Allah'tandır. Ve Allah isterse o filiz büyür, dal verirdi. Çünkü ayet şöyle derdi; "Kalpleri birbirine ısındıran yalnızca Allah'tır." Ama çok yazık değil mi daha gönül kıblesini bile bilmeden oraya tohumu kendi atıp bu aşk diyerek onu besleyen insana. Kendini kandırana. O aşk değil. Sakın onu aşk sanıp aldanma. Çünkü baki bir sevdanın tohumu sen istedin diye gönül toprağında baş gösterip yeşermez. Eğer bunu sen yaparsan aşktan yana aldanırsın ve Allah affetsin o filizi aşk sanar kıbleni şaşırır Allah'tan uzaklaşırsın.

Bugün inşallah ben o kıblemi bilenlerdenimdir. Zira içimde birikenler beni sarıp sarmalıyor boğazıma yapışıyor, aklıma geçip taht kuruyor, hüküm sürüyor. En büyük korkum ve düşündüğüm kıblemi şaşırıyor oluşum. Yanlış kişiye, yanlış zamanda, yanlış yerde meylediyor oluşum. Karşıma geçip gözlerimin içine bakarak "Çabuk sevgiler tehlikelidir." diyen bir adamın süveyda ile ne işi olabilirdi. Diyemedim ki "o tez olan sevgi ya tehlikeli değil de kader ise" diye. Daha bunu bile içimde tasdik edemiyor iken nasıl diyebilirdim? Ya Kaf Dağı'nda ki Feza'nın kendini kandırma yollarından biri ise bu düşünce bundan daha çok korkuyorum. Aşk aptallık değil miydi hem? Bundan belki de son 3 haftadır Talha'dan kaçışım.

Bana "Evlenelim." Diyen Talha Bahremoğlu'nun gerçek bir ruhsal bozukluğu olduğuna orada kesinlikle emin oldum. Konuşmanın seyrinin bu noktaya varacağını asla tahmin etmemiştim ve neden bu adamın benimle evlenmek istediğine bir anlam verememiştim. Sırf o evde kalmam için Leyla'sını yalnız bırakmamam için yeni tanıdığı biri ile evlenmek isteyecek kadar aptal mıydı? Yoksa kardeşinin iyiliği için kendi hayatını bile umursamayacak kadar fedakar mı? Bence birinci seçenek. Çünkü ben "Hayır." Dedikten sonra hiçbir şey olmamış gibi davranarak yanımdan geçip gidişi hala gözlerimin önündeydi ayrıca sonra ki günlerde ben onu yok sayıp ondan kaçarken onun bunu umursamayışı ise beni hayrete düşürüyordu. Bu arada Leyla ile epey yol kat ettik. Arkadaşlığımız gün geçtikçe daha da ilerliyor. Hatta geçen hafta ilk kez abisinin koyduğu kurallardan birini çiğneyerek İngilizce dersini iptal edip tüm gün sera da vakit geçirdik. Tabi Talha bunu öğrendiğinde Leyla'nın boş gününe dersi almayı da ihmal etmeyerek Pazar gününü zehir etmeyi de başardı. Yakınıp durdu Leyla. Abisinden ilk şikayet edişi oldu o gün. Lakin her ne kadar onun katılığından, soğukluğundan söz edip şikayet etse de hemen ardından kıyamayarak iyi olan tarafından söz ediyor, yine de onu sevdiğini söylüyor, kıyamıyordu. Bunun beni mutlu edişi tuhaftı. Leyla'yı o şen şakrak hali gülen yüzü ile hafta da üç gün görüyorum. Pazartesi, Salı ve Çarşamba günleri. Perşembe günleri hastanede grup terapisine gidiyorum. Cuma ve Cumartesi ise Leyla'nın diyaliz günleri olduğu için tüm günü halsiz ve uyuyarak geçiriyor. Pazar günleri ise tatil günüm. Talha'yı bu üç gün içinde sadece akşam yemeğinde görüyorum sessizce yemeğini yiyerek Leyla ile sohbet ediyor arada sırada bana soru soruyor benden tek düze cevaplar alıyor ve aramızda başka bir diyalog geçmiyordu. Bana evlenme teklifi eden ilk insandan beklenmeyecek hareketler tabi ama bu benimde işime geliyor. Neden bilmiyorum onun yanında artık ilk gün ki gibi rahat olmadığımı fark ettim. Hatta bazen utandığımı da hissediyordum. Bana bakışını birkaç kez yakalamıştım ama görmezden geliyordum. Özellikle de en son serada Leyla yanımdan ayrıldığında çiçeklerin yapraklarına dokunarak bir şarkı mırıldandığım gün Talha kapının pervazında beni sessizce izliyordu. Leyla'nın Cam Güzeli'nin önüne koyduğu küçük aynadan onun yansımasını gördüm. Bir an duraksasam da fısıltı halinde şarkımı söylemeye devam ettim ve Talha beni dikkatlice incelerken bende sessizce onun bana bakışlarını izledim. Tuhaf adamdı Talha Bahremoğlu. Sessizdi ama konuşmayı sevdiğini anlamıştım. Laf çarpıp durma maharetini Yavuz ile bir konuşmasına denk geldiğim de fark etmiştim. Fark ettiğim diğer şey ise Yavuz ile konuşurken ki ses tonuydu. Tıpkı Leyla da olduğu gibi ona karşı da soğuk değildi. Mesafeli değildi. Patron değildi. Bir arkadaştı. Yavuz'u sevdiğini orada anladım. Ayrıca ikizlere karşı da oldukça sevecen bir abi gibiydi. Buğra ya da Tuğra fark etmeden Talha ile şakalaşıyor o da karşılık veriyordu. Özellikle de Tuğra'ya çok takılıyordu. Hatta Bahadır, Yavuz ve Buğra'ya oranla Tuğra en çok konuşandı. Şakalaşıyor ve bazen patavatsızca Talha ile konuşuyordu. Talha ise onu ikaz etse de bunu sert bir şekilde yapmıyor kızmıyordu. Bu halini gördüğümde cidden çok şaşırdım. Talha'nın bana soğuk bakan bakışları ve alacakaranlık yanı bir yana seven bir Talha diğer yanaydı. Terazinin benim payıma düşen ağırlığının beni kırdığını ise orada hissettim. Ve neden bu çatı altında bir tek bana karşı böyle olduğunu düşünüp durdum. Nazar abla ile konuşurken bile her ne kadar aynı davrandığı görünüyor olsa da benimle olduğu gibi sert değildi ve bunu bir tek ben fark ediyor gibiydim. Talha'dan kaçmamın büyük bir nedeni de buydu galiba. O evde ki herkesle iyi olup ilişkilerimizi bir adım öteye taşısak da Talha ile hala aynı yerde oluşumuz bundandı. Hala beni benimsememiş, hala bana yabancıydı.

Elimde ki buketle hastane koridorunda ilerlerken düşündüğüm şeyler bunlardı. Aklımda oluşan dağı delip geçmekte üzerinden atlamakta namümkündü ve kendimi hiç olmadığı kadar yorgun hissetmem ise bu düşüncelerimdendi. Düşündüğüm tüm o şeyler omuzlarıma yük yapıyor enerjimi alıyor beni keyifsiz bırakıyordu.

"Hey," Duyduğum sese döndüğümde karşımda Sarp'ı gördüm:

"Sabahtan beri sana sesleniyorum." Dediğinde mahcup bir şekilde cevap verdim:

"Öyle mi? Duymadım üzgünüm."

"Üzgünsün belli. Neyin var nerede batırdın yatı."

"Ne?"

"Karadeniz diyorum gemi diyorum." Anlamayan boş gözler ona bakmaya devam edince Sarp sonunda pes etti: "Tamam. Derin'i görmeye mi geldin?"

"Evet. Sen?"

"Aynen. Pamir ile gelmiştik ama Ecrin'i görünce bıraktı beni."

"Derin nasıl? Ameliyattan sonra toparlamış mı?"

"Evet bayağı iyi. Onu ziyarete gelmediğin için sana kızgın. Bir de bizden ayrılacağı için üzgün."

"Çok güzel." Sarp benden uzun olduğundan yüzüme bakmak için başını hafifçe yana eğdi:

"Sen iyi misin, yüzün bembeyaz."

"İyiyim, yorgunum sadece."

"Peki o halde." Sarp'a gülümsedikten sonra Derin'in odasına doğru yönelmiştim ki Sarp arkamdan seslendi:

"Feza-abla." Şaşırarak ona döndüm. İlk defa bana abla diyerek seslenmişti. Her zaman ki ukala Feza diyen Sarp şimdi söylediği şeyden utandığı için ensesini kaşırken ona gülümsedim:

"Efendim."

"Sanırım... hayatı çok fazla abartıyorum."Bu yorumu ondan duymak beni şaşırtmıştı. Onunda değişmek için bir adım attığı ilk an o anda. Bunu fark etmiştim. Derin'in onu bu derece etkileyeceğini düşünmezdim. Olumsuzluk abidesi prens Sarp'ın yerine karşımda 16 yaşında bir çocuk gördüm:

"Abartılacak hiç bir şey yok Sarp. Bazı şeyler sevmeyi öğrenmelisin."

"Senin için sevmesi kolay tabi."

Sarp sadece gülümsedi ve arkasını dönüp yürümeye başladı. Sarp'ın Derin'in ameliyat olmayı kabul ettiği gün ki yüz ifadesini hatırladım. Derin'in duygusal yanına olan alaycı bakışı ilk defa orada yok oldu. Rahatlamış gibiydi. İlk tanıştığımızda Derin ameliyat olmak istemediğini söylediğinde Sarp ona dönüp "Aptal mısın?" diye sormuştu. Şimdi ise hastalığının verdiği yükü hayatını zindan ettiğini düşünerek kendini paraladığı için abarttığını söylüyordu. Bende Sarp'ı sevdiğimi o an fark ettim ve bu çocuk benim için sevmesi kolay diyordu. Koridorda tüm o düşündüklerimden sonra kolay mıydı gerçekten?

"Fezaaaa!" Derin'in beni kapıda görünce çığlık atması ile kendime geldim. Hasta yatağında oturmuş kafasını saran bandaj ile oldukça ironik görünüyordu, gülümsemeden edemedim. Allah'a şükürler olsun ki gayet iyiydi. 2 hafta önce ameliyat olduğu günün sabahında onu yoğun bakımda gördüğüm gün içimin ezildiğini anımsadım ve bu kız çocuğu bu imtihanı başarı ile verdiği için Allah'a bir kez daha hamd ettim. Başucunda ki romanlardan, sıkıntıdan izlediği dizilerden, ziyaretçilerden bahsedip durdu.

"Sarp, Pamir ve Ecrin de buradaydı."

"Evet kapıda karşılaştık. Mutlu oldun mu onları görünce?"

"Evet. Hastaneden sonra da onlarla görüşmeye devam edeceğiz. Tabi seinlede."

"Çok güzel bu. Olur tabi ki."

"Bu arada mesajları gördün mü?"

"Ne mesajı?"

"Bizim için kurduğun grup?"

Onlar ile ilk buluştuğum gün sosyal medya uygulamasının birinde onların etkili iletişim kurmaları için açtığım gruptan bahsediyordu. Bende dahil 5 kişilik olan grupta herkese bir isim vermiştim. Çiçek isimleri. Kendilerini daha iyi ifade etmeleri için kağıtlara yazdığım çiçek isimlerinden her biri birer tane çekmişti. Ve onlara ne çıkarsa rumuz olarak kullanacakları bu isimleri birbirlerine söylememişlerdi. Grupta bu isimleri kullanıyorlardı. Ama o günlerde hiçbiri attığım mesajlara cevap vermemiş ve hiçbir sorunlarını da paylaşmamışlardı.

"Ne olmuş ki gruba." derken bir yandan da telefonumu çıkarıp uygulamaya girdim. Mesajlara tıkladığımda şaşırdım:

Hüsnüyusuf: Hayatı çok fazla abartıyoruz.

Ebulmelik: Bunu anlamamız için çetrefilli yollardan geçmemiz ne acı.

Itrişahi: Ama hala önümüzde uzun bir yol var değil mi?

Mavisemen: Hayat güzel kuşlar uçuyor falan.

Konuşulan konunun bende bıraktığı hüzün mü daha baskındı yoksa onlara uzattığım ipin ucunu tutmalarının verdiği sevinç mi bilemedim. Grubu kapatarak bana gülümseyerek bakan Derin'e döndüm:

"Sence?" diye sordu: anlamayarak ona baktım nefesini verip tekrar sordu: "Kim kim sence? Bence Ebulmelik Ecrin." Derin'e gözlerimi devirdim:

"Bilmiyorum. Ayrıca bilmek de istemiyorum."

"Yalnız bundan sonra kim yazarsa o sensin ben eminim. Ama merak etme diğerlerine söylemeyeceğim." Derin'e gülümsedim. O ne kadar bilmese de ben kimin kim olduğunu az çok tahmin ediyordum. Özellikle de Hüsnyusuf'un kim olduğunu.

Derin'e veda edip hastaneden çıktıktan sonra bir taksiye binip sabah için izin aldığım işime geri döndüm. Ev sessizdi Leyla'nın İngilizce günü olduğu için kahvaltıdan sonra o değişik tipli hocası ile çalışma odasında olduğunu biliyordum. Bu neden ile mutfağa gittim. Halime abla elinde ip yumakları ikizler için geçen hafta başladığı atkıları örüyordu:

"Günaydın." dediğimde gülümseyerek karşılık verdi.

"Aç mısın Feza? Hazırlayayım mı hemencecik bir şeyler?"

"Yok abla sağol iştahım yok zaten."

"Yüzün sapsarı."

"Halsizim biraz."

"Dur sana bir karşım hazırlayayım hiçbir şeyin kalmaz."

"Yok yok, zahmet etme hiç. Leyla yukarıda mı?"

"Yukarıda. Az kaldı biter hemen dersi."

Halime ablayı yalnız bırakıp bahçeye çıktım. İçimde ki huzursuzluk beni çepeçevre sarmıştı. Annemin sabah zorla yedirmeye çalıştığı börekten bir parça alıp bırakmıştım buna rağmen aç değildim. Sadece uyumak istiyordum. Biraz daha uyumak... az daha uyumak...

Kapıda ki korumaların çoğaldığını fark ettim. Sanırım bazı durumlardan dolayı alınan önlemlerden biriydi. Geçen hafta yine aynı şey olduğunda Yavuz'a bunun nedeni sormuştum cevap olarak ise sadece "bazı durumlardan dolayı." Demişti. Üstelemedim. Ne kadar az şey bilirsem benim için o kadar iyi olacağını biliyordum. Az sonra bahçe kapısı açıldı ve siyah bir motor içeri girdi. Kaskını başından çıkardığında gelenin ikizlerden biri olduğunu anlamıştım. Birbirlerine o kadar çok benziyorlardı ki ikisini bana olan tepkilerinden ayırt ediyordum. Ki az sonra motordan inen şahıs onu fark etmem için kolunu tüm gücü ile salladı:

"Feza ablaaa. Günaydın." Dediğinde onun Tuğra olduğunu anladım. Daha şımarık, sevecen, çok konuşan, espriler yapan, hiperaktif olan Tuğra'ydı. Buğra ona nazaran daha ağırbaşlı daha sessizdi, gerektiği yerde konuşur gerektiği yerde gülerdi.

"Günaydın." diyerek karşılık verdim gülerken.

Tuğra içeri girdiğinde bende tekrardan salona geçtim. Koltuklardan birine oturup daha önce başladığım romanlardan birini elime alıp okumaya başladım. Az sonra Leyla pat küt ayak sesleri ile aşağı indiğinde beni gördü ve yanıma geldi. Yorgun bir şekilde yanıma oturup başını omuzuma yasladı:

"İngilizceden nefret ediyorum." dedi oflayıp puflayarak:

"Talha'ya sevmediğini söyle."

"Bu dersi ben istedim. Gezmek istediğim yerlerde abimin bana klavuzluk yapmasını istemiyorum. Kendini çok havalı sanıyor."

"Havalı değil mi?"

"Görmelisin. Çoooook havalı." güldüm elimde ki kitabı kapatıp yanıma bıraktım tıpkı Leyla'nın yorgunluğu bana geçmiş gibi ben de başımı koltuktan geriye yaslayıp gözlerimi kapattım. Leyla bana baktığında tekrar konuştu: "Yorgun görünüyorsun."

"Halbuki hiçbir şey yapmadım. Ruhen yorgun gibiyim."

"Bana da oluyor bazen. Abimle konuşmak ister misin? Ya da onu görmeye gidelim mi?" birden başımı kaldırıp ona baktım:

"Ne yapacağım ki abini?" diye sorduğumda omuz silkti:

"Hiçbir şey sadece ben senin gibi hissettiğim de abimi arıyorum ya da onu gördüğümde geçiyor yorgunluğum. Sana da iyi gelir diye." gülümsedim. Haklı mıydı? Talha ile konuşsam geçer miydi? Ondan mıydı yorgunluğum onun derdinden miydi? Yoksa...

"Sonunda senin gibi olacağım bak." Dedim gözlerimi tekrar yumup. Leyla konuştuğunda sesi bu defa endişeli çıkıyordu:

"Gerçekten kötü görünüyorsun. Hasta olmanı istemiyorum."

"İyiyim. Uyuyalım biraz geçer."

Gözlerimi tekrar açtığımda Leyla hala başı omuzumda uyuyordu. Tek fark üzerimize örtülen ince krem battaniyeydi. Yavaşça ayağa kalkmaya çalıştığımda başıma bir ağrı girdi. Elim başıma gittiğinde ateşimin olduğunu fark ettim. Leyla'yı rahatsız etmeden yavaşça ayağa kalktım. Onu uyandırmamak için yastıklardan birini elime alıp Leyla'nın başının altına koydum. Düşmemek için elimle koltuktan destek alıp koltuğun kenarına tutundum bir adım atmıştım ki dermansız kalmış gibi düşeyazdım. Sehpanın üstünde duran vazoya tutunmaya çalıştım ama vazo devrildi tam bir gürültü kopacaktı ki biri benden önce davranıp vazoyu tuttu. Bir elinde kolumdan tuttuğunu hissettim. Vazoyu düzeltip yerine koyuşunu izledim ardından beni ayağa kaldırdı.

"Özür dilerim ben-"

"Şşş!" dedi Talha sessiz olmam için uyaran bakışları ile Leyla'yı gösterirken. Hemen beni bırakıp geri çekildi. Dikkatli bir şekilde yüzüme baktı:

"Hasta mısın?" diye sordu endişeli bir ses tonu ile.

"İyiyim başım dö-." beklemediğim bir şey yapıp elini alnıma götürdü. Utanarak geri çekildim.

"Ateşin var. Yukarı çık misafir odalarından birine geç ben doktoru arayacağım."

"Gerek yok."

"Yukarı çık Feza." diyerek sert bir ikaz yaptığında daha fazla dayanamadım. Onun dediğini yaptığım için değil gerçekten hasta olduğum için inatlaşmak yerine merdivenlere yöneldim. İkinci katta ki açık bulduğum kapılardan zar zor girdiğim de dermanım kesildi kesilecekti. Sağlam bir bünyem vardı, kolay kolay hasta olmazdım ama bu defa bir yel bile değmeden hasta olmuştum. Yatağa oturup beklemeye başladım ama daha fazla dayanamadan başım yastığa düştü. Gözlerimi kapattığımda gözkapaklarımın dahi sıcaklığını hissettim. Uykuya dalmadan önce beni bu denli hasta eden endişemi düşündüm. Biraz sonra bu odaya gelecek olan adamı...

Tekrar kendime geldiğim de odayı aydınlatan tek şey komodinin üzerinde yanan abajurun loş ışığıydı. Hava kararmıştı. Saate bakmak için kolumu kaldırdığımda elimde ki bandaj dikkatimi çekti ardından başucuma asılmış seruma baktım. Talha gerçekten de doktor çağırmış olmalıydı. Aynı anda kapıda Leyla göründü:

"Feza abla uyandın mı?" diyerek ışığı açıp yanıma geldi yatağa oturduğunda memnun olmuş bir ifade ile gülümsüyordu: "İyi misin? Korkuttun beni."

"İyiyim canım biraz halsiz düştüm sadece."

"Emir abi geldi. Doktor o. Serum taktı sana. Bitkin düştüğünü bir şeyinin olmadığını söyledi." Anladım der gibi başımı salladım Leyla dudak büküp devam etti: "Sanırım seni çok yoruyorum."

"Ondan değil. Bu aralar biraz hassasım sanırım."

"Biliyor musun ilk defa bu eve benim dışımda biri için doktor geldi. Demek herkes böyle hissediyordu benim için."

"Nasıl hissediyorlarmış?"

"Üzgün. Birazda korktum. Benim yüzümden hasta oldun diye endişelendim ayrıca." uzanıp saçlarını karıştırdım.

"Hiç de senin yüzünden değil."

"Ben abime haber vereyim o da çok merak etti."

"Leyla dur-" koşarak odadan çıktığından beni duymadı bile. Ona haber vermesini istemiyordum. Ki aklımdan geçmesi ile Talha'nın kapıda belirmesi bir oldu. Hemen ardında ise Leyla vardı. Ben oturuşumu düzeltirken Talha gelip yatağın başında dikildi Leyla ise tekrar yatağa bağdaş kurarak oturdu.

"İyi misin?" diye sordu ses tonunun gerçekten iyi olduğuna bir an şaşırdım. İlk kez soğuk değil, mesafeli değildi. Hasta bir insana duyduğu merhametten olsa gerekti diye düşündüm.

"İyiyim. Sizi de endişelendirdim kusura bakmayın."

"Evet, endişelendirdin." ona ciddi misin der gibi baktım. Leyla'nın da bakışları Talha'yı uyarır gibiydi ama o oralı bile değildi. Nazar abla odaya girdiğinde elinden bir tepsi vardı. Yemek getirdiğini gördüğümde yüzümü ekşittim:

"Aç değilim yemek istemiyorum-" Leyla başını iki yana sallayarak konuştu:

"Hiç şansın yok maalesef Talha bey yemeni istiyor."

Nazar abla üzerinde dumanı tüten çorbanın bulunduğu tepsiyi yanıma bırakıp gözlerini bir kez yumup açtı ve eli ile omuzumu sıvazladı. Beden dilinde 'iyi olmana sevindim' demek oluyordu bu. Ona gülümsedim. Talha Leyla'ya döndü bu defa:

"Sende çık, Feza dinlensin biraz." dediğinde Leyla ikiletmedi:

"Peki, sonra gelirim tekrar." diyerek ayağa kalktı. Leyla çıktıktan sonra çorbayı içmek için Talha'nın rahatsız edici bakışlarından kurtulmayı bekledim ama o ayakta dikilmeye devam etti ve beni şaşırtarak yan tarafta bulunan koltuklardan birine oturdu. Onu yok saymaya çalışarak kaşığı elime aldım ve çorbadan bir kaşık aldım. Elim titrediğinden kaşıkta ki çorba biraz döküldü. Bunun üzerine pes ettim:

"Bana bakmayı keser misin?" diye sordum. Sakin bir ses tonu ile cevap verdi:

"Seni rahatsız mı ediyorum?"

"Birine dik dik bakmanın sence de rahatsızlık olduğunu düşünmüyor musun?"

"Dik dik mi bakıyorum sence?" elimde ki kaşığı tepsiye bıraktım.

"Neden her soruma soruyla karşılık veriyorsun?"

"Neden sürekli soru soruyorsun?"

"Bunu bırakabilir miyiz? Soru değil, öneri." Talha gülümser gibi oldu ama gülümsemedi. Sessiz kaldı sadece. Birkaç saniye bekledikten sonra daha yumuşak bir ses tonuyla konuştu:

"Çorbanı iç soğutacaksın." Yutkunarak ve çok şükür ki başararak çorbadan bir yudum aldım. Tadı güzeldi. Üç gündür yediğim yemekler gibi de değildi. Birkaç dakika sonra çorbamı içmeye devam ederken Talha'nın orada oturuyor oluşu beni rahatsız etmemeye başlamıştı. Sonunda tepsiyi komodine bıraktığımda Talha merak eden bir ses tonu ile sordu:

"Neden hasta oldun?"

"Üşüttüm galiba." diyerek yalan söyledim.

"Birkaç gündür yemek yemiyordun. Evde de böyle miydin?" diyerek başka bir soru sorduğunda yemek yemediğime dikkat edişi şaşırtmıştı. Demek yemekte de beni izliyordu. Bu düşünce beni biraz utandırmıştı. Yüzümü basan sıcaklığı geri geri ittim ve fısıltı halinde konuştum:

"Pek iştahım yok bu sıralar."

"Neden?"

"Bir sebebi yok."

Talha öne doğru eğilip ellerini birleştirdi. Ellerinin kocaman olduğunu fark ettim. Benim ellerim onunkilerin yanında çok naif duruyordu.

"Benden kaçıyor musun?" diye birden sorduğunda bakışlarım ona döndü bu defa. Kehribar gözlerinde ki duyguyu anlamak imkansızdı. İçimde bir yerlerde bir kuş kanat çırptı ve kanadın çırpılışından çıkan yel içimde dönüp tuhaf bir meltem estirdi. Bakışlarımı anında ondan çektim.

"Bunu da nerden çıkardın?"

"Benimle konuşmayışından, aynı ortamda bulunmak istemeyişinden, sorularıma kısa cevaplar verişinden ve bakışlarını kaçırıp duruşundan." Yutkundum bu kadar detaycı olmak zorunda mıydı? Biraz önce zorla bastırdığım utangaçlığım önüne çektiğim seti yıkıp yüzüme doğru yol aldı:

"Yanlış anlamışsın."

"Platonik aşıklar gibi görünüyorum." dedi yarım ağız gülümserken. Kendimi tutamadım istemsiz bende aynı şekilde gülümsedim. Gerçekten de öyle görünüyordu.

"Talha ben-"

"Seni hasta edecek kadar düşünmeni gerektiren şey burada olman mı?"

Ona baktım. Beni hissedebiliyor oluşuna hayret ettim. Burada karşımda oturan adamın nasıl oluyor da yüreğimden geçenleri bildiğini anlayamadım. En çok şaşırdığım şey buydu sanırım. Doğruydu. Bu kadar dürüst oluşu beni kaçmak istediğim duygular ile yüzleştirmişti. İçime doğru çekildim ona bakmayı sürdürürken. Gözlerinde endişe dolu bir duygu kol geziyordu. İlk kez bir anlam yükledim gözlerine ve bunu anladığıma ise bir kez daha şaşırdım. Diyecek bir şey bulamadım Talha bu defa istemediğim bir soru sordu: "Ben miyim yoksa?"

"Öylesin." dedim tıpkı onun gibi dürüst olarak.

"Neden?" söyleyecek bir şey bulamadım yine. Talha sorduğu sorunun yanıtını biliyordu elbette cevap vermekte zorlandığım soruları benim için kolaylaştırarak soruyor oluşu onu gözümde saygı duyulacak biri yapıyordu. Bu haline içim ısındı. Tekrar sordu: "Sana evlenelim dedim diye mi?"

"Ben seni anlamıyorum ve-"

"Feza. Çok düşünüyorsun bu yüzden hasta oldun. Leyla için her şeyi yaparım. Basit bir evlilik de dahil buna. Yine de sen bu şekilde olma. Bana diklenmeni tercih ederim. Benim için... yani..." devamını getirmedi. Benim için hasta olma diyemedi.

Leyla için... Basit bir evlilik te dahil buna...

Bu kadardı. Haklıydı. Tıpkı sabah Sarp'ın söylediği gibi "Çok fazla abartıyordum." Talha'yı çok fazla abartıyordum. Gerçekten onun hakkında bir şeyler mi hissediyordum. Saçmalığın en güzeli.

. . .

Sabah kapıdan çıkarken her zaman ki gibi Yavuz'u kapıda araba ile beklerken buldum.

"Günaydın Feza." dedi. Gülümseyerek karşılık verdim:

"Günaydın."

"İyi görünüyorsun."

Dün hasta bir şekilde beni eve bıraktığında endişeli görünüyordu. Bu yüzden dinç olmama sevinmişti. Elimde duran -annemin sabah Yavuz için hazırladığı- içinde börek olan kaplardan birini ona uzattım.

"Bu senin. Annem hazırladı." Yavuz önce şaşırdı ardından da gözlerinin içi ile gülümseyerek cevap verdi:

"Zahmet etmiş. Ne gerek vardı?"

"Önemli değilmiş. Sonra teşekkür edermişsin."

"İlk defa biri benim için..."dedi kendi kendine konuşurken ama duymuştum.

"Annen hiç börek yapmadı mı sana?" diye sorduğumda Yavuz buruk bir şekilde gülümsedi.

"Benim annem yok."

Kaşlarım çatık ona anlamazcasına baktığımda Yavuz arabanın arka kapısını binmem için açtı. Arabaya bindim ve Yavuz'un sürücü koltuğuna geçmesini bekledim. Arabayı çalıştırıp yola çıktığı zaman ilerleyen arkadaşlığımızdan güç alarak sordum:

"Yavuz, yanlış anlamazsan bir şey soracağım. Neden annem yok dedin?"

"Biraz karışık. Bir annem var. Berrin adı. Babamın adı da Kemal. Bir de kardeşim var; Bulut. Yani ailem sanırdım onları ta ki evlatlık olduğumu öğrenene kadar. Sonrasında babamın verdiği tüm haklardan vazgeçtim. Talha ile arkadaştık sonra yanında işe başladım. Bu." çok normal bir şey bahsediyormuş gibi bunu bir çırpıda anlatışından anladım ki ya bu olayı ona ağır geldiği için aklının perdelerinin gerisine atarak düşünüyordu ya da gerçekten üstesinden gelecek kadar güçlü biriydi.

"Peki gerçek ailen?" diye sordum bu defa?

"Bilmiyorum."

"Aramadın mı?"

"Aramadım. Beni 7 yaşımda yetimhaneye bırakan bir aile beni büyüten bir aileden daha kötüydü her ne sebeple olursa olsun."

"Neden yanlarından ayrıldın peki?"

"Babam yani Kemal babam beni evlatlık aldığında amacı Bulut'a arkadaş olmammış. Bir evlat değilmiş. Yine de Berrin annem beni gerçek evladıymış gibi severdi. Babam da öyle lakin Bulut gibi değildim onun için."

"Onlarla görüşüyor musun?"

"Babamla hayır, annem arar her gün. Bulut da Talha ile çalıştığım için benden nefret ediyor."

"Talha ile ne derdi var?" Yavuz güldü:

"Bir derdi yoktu ama benimle çalışınca oldu."

"Talha bir düşman kazanmış desene."

"Bulut'u düşmandan saymıyoruz. Şampiyonlar ligini görmelisin." şaka olarak söylediği şeyin ciddi olduğunu Talha'nın şirketine gittiğim o günü anımsadığımda anlamıştım. Bunun beni ürkütmesi gerekirken neden normal karşılıyorum diye düşündüm. Bir istiğfar çektim içimden.

"Talha çok farklı biri." diyerek kendi kendime söylendiğimde Yavuz dikiz aynasından bana kısa bir bakış attı:

"Şu evlilik mevzusu yüzünden mi?"

"Biliyor musun?"

"Evet, anlattı. Ama ben onu anlayacağını düşünmüştüm."

"Anlıyorum. Leyla için... Basit bir evlilik... Yine de biri ile evlenmek benim için o kadar basit durmuyor Yavuz." birkaç dakika düşündükten sonra konuştu:

"Talha sevdikleri mevzu bahis olunca gözü kara biridir. Leyla için her şeyi yapar. Berzah için hiç düşünmeden on kişi ile yüz kişiye kafa tutup Suriye'ye gitmişti. Zeyd için babasını çiğnedi falan..."

"Berzah tan Leyla bahsetmişti biraz. Ondan ve eşinden. Zeyd kim peki?"

"Suat Ilgaz'ı tanıyor musun? Tanımazsın. Onların oğlu. RED'i biliyor musun? Hukuk firması olan?" elbette ki biliyordum:

"Sanırım evet."

"Zeyd Hazar'a ait o. Talha'nın en yakın arkadaşlarından biridir. Benimde öyle."

"Peki-" dediğim sırada Yavuz sözümü kesti:

"Bugünlük bu kadar." İkazı aldığımda uzatmadım. İlk zamanlarda sorduğum sorulara cevap vermese de yanlarında kalıcı olduğumu fark ettiğinden olsa gerek Yavuz'un sorularıma cevap vermesi oldukça lüks sayılıyordu benim için. Bu yüzden üstelemedim. Aklımda olan diğer soruları başka bir güne bıraktım.

"Tamam."

Yolculuğun geri kalanında sessizdi. Yavuz tuhaf biriydi. Sert yüzü duruşu bana hep birini anımsatıp duruyordu ama çıkaramıyordum. Daha tuhaf olan ise annemin ona olan sevgisiydi. Yavuz'un da ona hiç çekinmeden bir sevgi beslemesi ise daha tuhaftı. Yine de şöyle ki annem onu gördükten sonra Talha'nın ve onun kötü bir insan olmadığına karar vermişti. Belinde taşıdığı silahtan habersizdi tabi ki. Bunu bilse yine de onun iyi bir insan olduğunu düşünür müydü acaba? Ya gerçekten kötülerse? Ben ne kadar aksini hissetsem de hiçbir zaman emin olamayacaktım galiba.

Eve geldiğimiz de Bahadır'ı kapıda beklerken gördüm. Yüzünde ki ifadeye bakınca bir şeyler olduğunu anlamıştım. Yavuz'unda kaşlarını çatarak yanına gittiğini gördüğümde bundan emin oldum. İkisine de baktığımda Talha'yı bugün nasıl bulurum diye düşünmeden edemedim. Çekinerek eve girdiğim de Leyla'nın sesini duydum.

"Abi lütfen." dedi ikna edici bir ses tonu ile.

"Hayır dedim Leyla. Sakın Şükran teyzeyi arayayım falan deme." Talha'nın ikazı sertti ve tartışmanın bittiğini gösteriyordu. Yanlarına gittiğim de ikisi de bana döndü. Salonda kahvaltı masasındaydılar. Talha'ya kısa bir bakış atıp mesafeli bir tonda:

"Günaydın." dedim karşılık vermedi. Onun yerine Leyla gülümseyerek konuştu:

"Günaydın. Elinde ki ne?" gülümseyerek elimde tuttuğum kabı masaya Leyla'nın önüne bıraktım:

"Annem ıspanaklı börek yapmıştı, peynirli de var. Senin için getirdim."

"Cidden mi? Dildar teyzeyi biraz daha sevdim. Otur hadi hep beraber yiyelim. Bizde yeni başlamıştık."

"Yedim ben afiyet olsun size."

"Yavuz abiyi de çağırayım o sever böreği." Diyerek ayaklanmıştı ki onu durdurdum:

"Annem ona da ayırmıştı, verdim ben."

Leyla'nın karşısına oturdum. Kabın içinden birkaç dilimi tabağa koyup ona uzattım. Talha'ya döndüğüm de onu bana bakarken buldum. Çenesini kasıyordu. Az sonra dişlerinin kırılacağını düşündüm. Ardından masanın üstünde duran elini sıktığını fark ettim. Biraz önce ki sesim cesaretini kaybederek fısıltı halinde çıktı:

"Sende ister misin?"

"İstemez." dedi ses tonu yüzüme çarparken. Ardından ayağa kalkıp Leyla'yı yanağından öptü: "Çıkıyorum ben. Kendine iyi bak."

Talha'nın arkasından ben de Leyla da bakakaldık. Neden öfkelendiğini elbette anlamamıştım. Daha gelir gelmez onu sinirlendirecek ne yapmış olabilirdim ki? Leyla'ya bir bakış attım ama onunda benden bir farkı yoktu:

"Biraz önce seni Hare abla ile tanıştırmak istediğimi söyledim ama kabul etmedi. Buna sinirlenmiş olamaz."

"Talha çok farklı biri." dedim bir günde iki kez aynı şeyi söylerken.

"Nasıl farklı?"

"Ne hissettiğini anlamıyorum? Ya da ne düşündüğünü tahmin edemiyorum."

"Halbuki çok kolay." dedi Leyla börekten bir ısırık alırken: "Abim sadece... güzelsin demez denize nazır bir yerde güneşin akşam üstü hali gibisin der."

"Çok güzel söyledin." dedim içten gülümserken. O an fark ettim Talha'yı kendi içimden anlamaya çalışmam nafileydi onu en iyi Leyla bilirdi elbette bunu daha önce düşünemediğim için kendime kızdım. Leyla'nın çayını tazelerken bir yanda da aklımdakilere aktarmak için kelimeleri kovalıyordum: "Yani diyorsun ki Talha dolaylı bir adam."

"Abim hislerini farklı belli eder. Seni seviyorum demez mesela kendine iyi bak der, saçlarımdan öper. Özledim demez arar ilaçlarını içtin mi diye sorar."

"Talha'nın birini sevdiğini nasıl anlarsın mesela?" Leyla bir süre düşündü:

"Sahip çıkar, korur kollar. Eksiklerini giderir. Bir sıkıntısı varsa düzeltir. Ama kendinin yaptığı bilinsin istemez." hepsini düşündüm ama bir sonuca varamadım. Leyla'ya sorduğum soru için kendimden utandım ama madem başladım devam etmeliydim:

"Bir kız mesela, abin sevse ne yapar?" Leyla aptal biri değildi elbette burada durup gözlerimin içine baktı tek kaşı havalandı. Bir şey diyecekti vazgeçti onun yerine soruma cevap verdi:

"Yanında tutar."

"Evlenelim mi der?" Leyla'nın yudumladığı çay ağzından aşağıya döküldü:

"Abim sana evlenme mi teklif etti?" diye sorduğunda afalladım. Dürüst olmak ile olmamak arasında kaldığım kısacık bir andı ve olmamayı seçtim.

"Hayır canım ne alakası var. Sadece sen yanında tutar deyince aklıma o geldi." Leyla bana bakmayı sürdürdü. Ardından peçete ile ağzını silip ciddi bir ifade ile bana baktı:

"Feza abla, abim iyi biri. Gerçekten senin için çok farklı bir dünyada bulunuyor gibi olabilir ama öyle değil. Oda bir insan değil mi? Tamam bazı hareketleri sadece Talha Bahremoğlu klasiği kabul ediyorum ama onu benim abim yapanda bu. Yani eğer senin ona karşı-"

"Hayır Leyla gerçekten öyle bir şey yok aramızda." şükür ki Leyla üstelemedi. Sessizce kahvaltısına devam etti.

Akşamüzeri Leyla ile salonda otururken biraz dalgındı. Kitaplıktan aldığı kitabı okumaya çalışıyordu ama yarım saattir aynı sayfada olduğunu biliyordum düşündüğü şeyin ne olduğunu merak etmeden duramadım. Ve sessizce kendisinin anlatmasını bekledim. Az çok tahmin ediyordum dayanmayacak ve sonunda anlatacaktı. Birkaç dakika da kitap ile bakışmayı sürdürdü ve nihayet elinde ki kitabı bırakıp bana döndü:

"Abim nasıl biri fiziksel olarak?" diye sordu birden. Önce şaşırsam da ona belli etmemeye çalıştım. Leyla'nın Talha'nın kardeşi olduğunu kendime hatırlatarak soruyu birkaç saniye düşündüm ve dikkatli bir şekilde cevap verdim.

"Her genç kızın ideal tipi."

"Çok yakışıklı değil mi?" dedi gözlerinin içi ile gülerek: "Bazen dışarda onunla iken tüm kızların gözü üstümüzde oluyor." diyerek sürdürdü konuşmasını abisini överek. Gülerek cevap verdim:

"Allah sahibine bağışlasın."

"Amin. Feza abla senin hiç erkek arkadaşın oldu mu?"sorusuna şaşırarak birkaç saniye Leyla'ya baktım. Bu defa bende elinde ki kitabı kapatıp yanıma bıraktım.

"Hayır."

"Peki hiç birine aşık oldun mu?"

"Hayır. Olmaması gerekti olmadı."

"Aşık olunmaması mı gerek sana göre?"

"Hayır canım elbette ki değil. Aşk fikri, birini çok sevme fikri çok güzel lakin doğru zamanda ve doğru yerde. Şimdi ki zamandan ve mekandan insanın içi ürperiyor. Bence insan hayatında sadece bir kişiyi görür, ona aşık olur, sever ve onunla evlenir."

"Peki nasıl bulacaksın doğru kişiyi?"

"İnsan hisseder Leyla. Bir yerde okumuştum diyordu ki 'doğru insan sevgi ile büyütülmüş olduğu için kendini belli ediyor. Kestirip atmıyor, gönül almayı biliyor, ayrılmayı değil onarmayı tercih ediyor, güzel seviyor, sarıp sarmalıyor ve bayağı ev oluyor. Tanıyorsun görünce yani. Zaten evini nerde görsen tanırsın'"

"Abim gibi düşünüyorsun."

"Talha da mı böyle düşünüyor?"

"Yok. O daha çok tutar kolundan yanıma alırım kafasında ama hissettiğimde diyor."

"Peki ya o kız gelmek istemezse, o hissetmiyorsa diye sormadın mı?"

"Sordum."

"Ne dedi?"

"O da seviyor olurmuş zaten. 'Eğer o önceden kalbime nakşedilmeseydi hissetmezdim zaten' dedi. Bir de 'yine olmadı iki bacağından vurur zorla yanımda tutardım' da dedi."

Leyla ciddi bir havada bunu söylediği için birkaç saniye birbirimize baktık. O ne düşünüyordu bilmiyordum ama ben Talha'nın söylediği kişinin yerine kendimi çoktan koymuştum. İstemeye istemeye oldu. Ben değil yüreğim sanki zorla Talha'ya itti beni. Hem istemesem de zorla yanında tutardı beni. Tabi hissettiği kişi olsaydım. Aşık olacağı kişiyi hissedermiş Talha. Leyla'nın söylediğine göre. Benim hakkımda ne hissediyordu acaba diye düşündüm bu defa. Ardından aklımda geçen cümlelere önce içimden kızdım ardından hemen bir silgi ile silip süpürdüm.

Leyla gülümsemeye başladığında istemsiz bende güldüm. Aramızda tuhaf bir gülüşme geçti. Sonunda gülüşme kahkahalara dönüştü. Ve kahkahalarımız Leyla'nın telefonunun çalmasına kadar da devam etti. Ekranda beliren "Annem" yazısı ile Leyla hızla oturduğu yerden doğrulup telefona cevap verdi.

"Anne! ... döndün mü? ... bende ... Abim geldiğinde yarın geleceğimi söylerim olur mu? ... tamam ... bende seni seviyorum." telefonu kapattığında yüzünde gülücükler açıyordu.

"İlk defa annen arıyor."

"Normalde hep arar ama birkaç haftadır Amerika'daydı. Babamın özel bir fizik tedavi görmesi gerekiyordu bu yüzden birlikte gitmişlerdi. Saatleri uymadığı için ve babam ile de ilgilendiği için pek konuşamıyorduk. Şimdi havaalanındaymış iner inmez aramış."

"Annen nasıl biri. Fotoğrafı falan var mı?" Leyla'nın yüzünde ki gülümseme dondu. Zorladı ama yine de gülümsemeyi başaramadı:

"Maalesef yok."

"Nasıl yok?" diye şaşırarak sordum:

"Yok işte. Ama internetten gösterebilirim." Leyla telefonundan internete girip Nida Sancak ismini aradı:

"Annenin ismi Nida Sancak mı?" diye sordum bu defa:

"Hayır, bu teyzem." Birkaç kaç saniye sonra bir şirketin haberleri arasında iki kadının yan yana durduğu tahminimce bir davette çekilmiş olan bir fotoğraf açtı. İkisi de sarışın olan kadınlardan uzun boylu olan giydiği abiyenin içinde çok güzel görünüyordu.

"Annen bu mu?" diyerek daha güzel olan kadını işaret ettim. Leyla gülümsedi ve başı ile onayladı:

"Evet, ama bu resim çok eski. Yine de hala bu şekilde çok güzel."

"Sana çok benziyor özellikle de gözleri."

"Ben bu kadar güzel değilim."

"Hayır, çok güzelsin."

Leyla'nın annesinde bir tuhaflık vardı. Salonda duran fotoğrafından çok uzaktı bu hali. Ardından haberin yayınlandığı tarihe baktım. Çok eski bir tarihti. Hatta Leyla'nın bile doğmadığı zamana denk geliyor olmalıydı. Bir şey diyeceğim sırada bir araba sesi duyduğumuzda Leyla hızla telefonda ki resmi kapattı. Ayrıca tarayıcı geçmişini de silmeyi ihmal etmedi. Anladım ki Talha bunu bile kontrol ediyordu. Annesinin resminin salonda durduğu halde neden Leyla da olmayışı tuhafıma gitmişti. Ama aklımda dönüp duran soru Leyla'nın annesi ile görüşmesine neden izin vermiyor oluşuydu.

Leyla ayaklanarak kapıya yöneldiğinde bende ardından yavaşça ilerledim. Kapıya vardığımda Leyla kollarını Talha'nın boynuna dolamıştı çoktan. Sanki bir haftadır görüşmüyor gibiydiler. Aklıma Onur geldiğinde onu çok özlediğimi fark ettim ve gelir gelmez bende boynuna böyle sarılacağım diye kendi kendime söylendim. Yüzümde istemsiz oluşan gülümseme ile Talha'ya baktığımda onunda bana baktığını fark ettim. Bakışlarında ki ifadeden dolayı gülümseyen yüzüm soldu. Hala sabah ki öfkesinin sürüyor oluşuna hayret ettim. Her ne idiyse hala öfkeli oluşu ve bunu sadece bana hissettiriyor oluşu ürkmeme sebep oluyordu.

Arkamı dönüp daha fazla onun bakışlarına maruz kalmadan içeri geçtim. Talha geldiğine göre benim de gitme vaktim gelmişti.

"Feza?" diyerek bana seslendiğinde yavaşça ona döndüm.

"Efendim."

"Konuşalım. Leyla salona geç sen."

Kalbimin ritminin yükseldiğini hissettim. Ayrıca yüzümün de ısındığını... Bir heyecan peyda oldu içimde ve nereden geldi bilmiyorum bir iki tur attı korkum. Bana en son konuşalım dediğinde evlenme teklifi ile son bulmuştu konuşma. Bu defa ne olabilirdi diye düşündüm. Bu yüzden olduğum yerden donup kaldım. Talha'nın sert bakışları hala üzerimdeydi. Arkasını dönüp çalışma odasına giderken bende onu yavaş adımlarla takip ettim. Koridoru döndüğümde bildiğim tüm duaları yarılamıştım. Çekinerek Talha'nın beklediği çalışma odasına girdim tıpkı önce açık bırakarak. Sessiz bir şekilde konuşmasını bekledim. Nihayet bana döndü. Öfkesini sesi ile gayet açık edecek derecede beni şaşırtan bir soru sordu:

"Yavuz ile aranızda ne var?"yanlış duyduğumu farz ederek bir süre ona baktım. Talha kızgındı. Ciddiydi. Yanlış duymamıştım.

"Ne?"

"Beni duydun?" diyerek ukala bir tavır takındığında öfkelenmeden edemedim. Kaşlarım çatılmış tıpkı onun olduğu gibi çenem kasılmıştı. Tüm öfkesini kusacak yeri ben ve Yavuz arasında bir şeyler olduğunu ima ederek mi arayacaktı?

"Nasıl bir soru bu?"

"Bence gayet net."

"Ben-"

"Adamlarımdan biri ile aranda bir şeyler olması için işe almadım seni. Senin ilgi alanın YAVUZ DEĞİL, LEYLA." Sesinin yükselmesi ile bir adım geri gitmekten kendimi alamadım. Ama elhamdülillah öfkem korkumu bastırdı.

"Benim hakkımda ne düşündüğüne dikkat etsen iyi olur."

"Yavuz ile gönül iliş-"

"ARAMIZDA BİR ŞEY YOK." sesimin yükselmesine mani olamadım. Nadiren olurdu bu şekilde. Sinan'a bile bu denli öfkelenmemiştim. Ve bunu fark ettiğim anda da sesimin yükselmesine pişman oldum. Gözlerimi yumdum. Bana yakışan bir hareket değildi bu. Hızlı bir istiğfar çekip tekrar konuştum: "Bakın Talha bey. Yavuz ile aramda sandığınız gibi bir ilişki yok. Ha olsa da bu sizi hiç mi hiç ilgilendirmez. İşime mani olduğunu düşündüğünüz an beni kovabilirsiniz. Beni tanımadığınız için hakkımda yanlış fikirlere kapılmışsınız. Yanılmışsınız. Şimdi izninizle geç oldu gitmeliyim."

Talha'nın bir şey söylemesine fırsat vermeden ayrıldım yanından ve bir taksiye binip eve döndüm.

. . .

Tüm gece uyuyamamanın acısını sabah namazına uyanamamam ile ödedim. Moralim bozuk, canım sıkkındı. Üstüne bir de namazı kaçırınca bugünün hiç de iyi bir gün olmayacağını düşündüm. Talha'nın Yavuz ile aramda bir şey ima edişi çok ağrıma gitmişti. Değil gayrımeşru bir muhabbete bulaşmak bunu aklımın ucundan dahi geçirmemiştim. Özelikle de Yavuz ile. Tamam, onunla samimi olduğumuzu kabul ediyorum ama hiçbir zaman inancımın yasakladığı bir seviyeyi aşacak şekilde değildi. Bunu gayet net belli ettiğimi düşünüyordum ve Yavuz'un da bu sınırı aşmadığından emindim. Yapmadığım bir şey için itham edilmek beni kırmıştı. Bunu daha da derinleştiren sanırım Talha'nın bunu dile getirmesiydi. Eğer gerçekten dışarıdan Yavuz ile aramızda bir şey varmış görüntüsü sergiliyorsam bu benim hatamdı ve bundan sonra buna da dikkat etmeliydim. Bunu Talha için değil başımda ki ayet için yapacaktım. Bana yakışmazdı çünkü. Annem kahvaltıda neler yaptığım ile klasik sorular sorarken hepsine tekdüze cevaplar verdim. Kahvaltımı yaptıktan sonra ceketimi giyerken:

"Vakıf bey aradı dün ayrıca. Sana ulaşamamış. Yurt dışından dönmüş. Seansa gitmeni istedi." dediğinde Vakıf hocayı unuttuğum için kendime kızdım yaklaşık bir ay oluyordu seansa gitmeyeli.

"Olur konuşurum bugün onunla."

Klasik sabahlar gibi annem ardımdan dua okurken kapıyı açtım ve kapıda Yavuz yerinde Bahadır'ı görünce şaşırmadım ama annem şaşırmıştı. Dün ikazından sonra Talha'nın Yavuz'un yerine Bahadır'ı göndermesi bayağı ironikti. Başı ile annemi selamlayan Bahadır'a annem de aynı şekilde karşılık verdi. Açıklama yapmadan veda edip arabaya bindim. Bahadır arabayı çalıştırdığında bir şey demedim. Zaten pek konuşkan biri değildi Bahadır ve benimde hiç konuşasım yoktu.

"Önemli bir sıkıntı mı var?" diye sorduğunda şaşırarak Bahadır'a baktım. Durumum o kadar vahim mi görünüyordu gerçekten ki ağzından iki üç kelime çıkan Bahadır bile endişelendiği için konuşmuştu.

"Hayır, sadece gece pek uyuyamadım." Bahadır anladım der gibi başını salladı. Sonrasında ise yine sessizleşti. Başka bir yola saptığımızı gördüğümde şaşırarak sordum:

"Eve gitmiyor muyuz?"

"Hayır. Bugün Nuh bey geldiği için Leyla ziyarete gidecek seni de oraya götüreceğim."

"Nuh beyin evine mi gidiyoruz?"

"Evet."

Leyla'nın dün annesi ile konuşmasını anımsadım. Sabah erkenden buluşacak kadar özlemiş olmalıydı annesini. Leyla madem annesini bu kadar çok özlüyordu ve seviyordu neden abisi ile yaşıyordu? Talha'dan neden gizliyordu duygularını? Aklımda oluşup duran soru zincirinin cevaplarını o eve gidip Leyla'nın ve Talha'nın annesini, Hazin Bahremoğlu'nu görünce bulacaktım.

Araba boğaz manzaralı büyük bir yalının bahçesine girdiğinde Talha'nın evinin bunun yanında çok mütevazı kaldığını gördüm. Oldukça şatafatlı ve lüks evin içinde kendimi bir kez daha yabancı hissettim. Taş yolda Bahadır'ı takip edip yürürken hayatımda hiçbir zaman fırsatını bulup da göremeyeceğim bu eve benim yolumu düşüren kaderime hayret ettim. İçimde ki his büyüdü. Ben gittikçe küçüldüm. Ta ki kapıda Leyla'yı görene kadar. Tanıdık birini görmek beni çok mutlu ettiğinden Leyla'ya sarıldım. Kocaman bir gülümseyiş ile karşılık verdi.

"İçeri girmek için neyi bekliyorsun?" diye sorduğum sırada Talha yanımızda belirdi:

"Onu." dedi Leyla gözleri ile Talha'yı gösterirken. Ardından büyük kapıya yöneldi. Talha'nın yanında yürürken fısıltı halinde:

"Benim de gelmem şart mıydı?" diye sordum Talha düne oranla daha sakin ve yatışmış bir ses tonu ile net bir cevap verdi:

"Şarttı."

İçeri girdiğimizde tıpkı dışarısı gibi hatta dışarıdan da fazla bir lüks ile karşılaştım. Çok gösterişli biblolar, tablolar, heykeller, avizelerle donatılmıştı her yer. Gözümün değdiği yerlerin hiçbirini sevmedim ve sonunda gözlerimi yoran şatafattan bakışlarımı kaçırıp etrafa oranla sade duran insanlara yönelmeyi seçtim. Bakışlarım önümüzde yürüyen hizmetli kızdaydı. Sonunda büyük bir salona girdiğimizde yine içeri de en sadece duran kişilere takıldı bakışlarım. İlki tekerlekli sandalyede oturan Nuh Bahremoğlu'ydu. Yaşına ve rahatsızlığına oranla çok dinç ve genç görünmesi beni şaşırtmıştı. Bana olan bakışlarını yakaladığım da beni baştan ayağa süzdü. Başımı dik tutup beni incelemesini umursamayarak Talha'nın yanında ilerledim. İkinci kişi ise tekerlekli sandalyenin yanında ayakta durmuş ona kollarını açarak yaklaşan kızına sarılan Leyla'nın annesiydi. Tıpkı Leyla'nın gösterdiği fotoğrafta ki kadına benziyordu. Sadece yılların verdiği olgunluk güzelliğini değiştirmese de gençliğinden bir parçayı alıp götürmüştü. Yaşına oranla çok güzel görünüyordu yüzünün sol tarafında ki yara izine rağmen hem de. Kadının yüzünde ki yara izini ilk gördüğümde sendeler gibi oldum duraksadım adımlarımı şaşırdım. Talha kadına bakmıyordu ama beni fark etmişti. Elini hafifçe kaldırıp yürümem için belime dokundu. Anında uzaklaştım. Yine de yüzünün sol tarafını gözünün alt kısmından başlayarak boydan kaplayan ve yanığa benzeyen yara izinden bakışlarımı alamadım. Leyla annesine sarılıp onu öperken kadında vakur bir eda ile Leyla'ya karşılık verdi.

"Dik dik bakmayı kes." diyen Talha'nın fısıltı halinde çıkan sesi kendime getirdi beni. Yutkunarak ve yüzüme yerleştirdiğim bir gülümseme ile kadına baktım ve yara izine bakmamaya dikkat ettim. Nuh beyin bakışlarının hala üzerimde olduğunu biliyordum. Ama bu rahatsız edici bakışları yok saymayı başardım. Talha'nın bu huyunu kimden aldığı belli oluyordu şimdi. Nuh bey umursamazken kadın Talha'ya başı ile selam verdi. Bir annenin oğluna olan tavrından kilometrelerce uzaktaydı bu hal. Talha'dan sonra bakışları bana döndü ve gülümseyerek elini uzattı:

"Feza olmalısınız, Leyla sizden çok bahsetti. Kızımı bu kadar etkileyen kişi kim merak ediyordum." Kadının samimi olup olmadığı konusunda tereddüt ettim. Bakışları ve gülüşü samimiyetsiz ama ses tonu samimiydi. Yine de nezaket olsun diye uzattığı elini sıkıp aynı şekilde gülümsedim:

"Bende sizi merak edip duruyordum. Sizinle tanıştığıma memnun oldum Hazin hanım."

Ortamda ki sert hava ilk olarak yüzlere yansıdı. Karşımda ki kadının ve hemen arkasında ki Nuh beyin yüzünde ki ifade dondu. Yanlış bir şey yapan sadece ben olmalıydım ya da yanlış olanı söyleyen. Bakışlarım anında Leyla'ya döndü yüzünde bana acıyan bir ifade gördüm bakışları hızla Talha'ya çevrildiğinde bende ona döndüm ve emindim ki Talha Bahremoğlu'nu hayatım da bir daha asla böyle bir yüz ifadesi ile görmeyecektim. Korku, endişe, hayal kırıklığı, hüzün, nefret, kin vs. tüm duygular tek bir maske halinde yüzüne perçinleşmiş gözlerinde birikmişti. Saliseler sürdü bu olay. Neyi yanlış söylediğimi düşündüm bulamadım. Bende sizi merak ediyorum muydu yanlış olan? Sizinle tanıştığıma memnun oldum mu? Hangi cümle yanlış olabilirdi? Hazin hanım mı? Değil miydi?

Talha'nın gözlerinde ki duygu karmaşası dalgalanıp saliseler içinde bir renge bürünmeye karar verdi ve ona en çok yakışan duyguya öfkeye büründü. Kehribarın içinde siyah bir alev topuna dönen gözbebeği karardıkça karardı, öfkesi ile beni çepeçevre sardı. Hayatımda en çok korktuğum andı. Talha beni kolumdan tutup sürüklemeye başladığında ona seslendim:

"Talha?"

Beni duymadığına emindim. Kolumu saran eli etten değil de demirdendi sanki kemiğime batmaya, canımı yakmaya başladı. Sızladı kolum. Sızı ile birlikte korkum da büyüdü. Talha beni dışarı çıkardı, arabaların park edildiği otoparka getirip beni atarcasına arabanın kapısına doğru ittiğinde kolum acıdan feryat figandı. Siyah BMW'ye çarpmam ile dengemi kaybedip yere düştüğümde bana bu muameleyi yapmasının altında yatan sebebi hala anlamamıştım. Ta ki Talha tırnaklarını etine geçirircesine yumruğunu sıkıp arabanın camına geçirinceye ve kanlar damlayan elinde biriken öfkesi ile üzerime doğru kükreyinceye kadar:

"O KADIN BENİM ANNEM DEĞİL."

. . .


Loading...
0%