Yeni Üyelik
10.
Bölüm

9.Bölüm

@cigdemgah

Daha önce hiç öfkeniz endişe ve korku ile harmanlanıp bir ateş topuna bürünüp bedeninizin her tarafını tavaf ederken geçtiği yerlerin hücrelerinin zarlarını delip çekirdekçiğini kavuracak derece canınızı yaktı mı? Evetse geçmiş olsun. Siz dünyanın en bedbaht insanız. Zira o alev topuna bürünmüş öfkeniz sizi yaktığının on misli kadar en sevdiğinize zarar vermiştir. Bunun da yüreğinize binmesinin size müthiş bir acı verdiğini elemini ta ciğerlerinizde hissettiğinizi benden daha iyi kimse anlayamazdı. Pişmanlığımın aklımı kıvrandırdığı, kendimi yerlere atma isteğinin içime düştüğü ama buna bin zıt sükutunda sükutuna büründüğüm bir zamandayım. Nefes aldığım yirmi dört yıllık hayatımda pişmanlık duygusunun gerçek anlamını öğrenmemin beni kahredeceğini asla düşünmezdim. Düşünmediği diğer şey bu pişmanlığımın içimde ki süveyda tohumlarının fidana durduğu vakit imtihanıma karışmasıydı. Yazık bana. Geçemeyeceğim bir sınava tabi olmuştum. Bile bile aynı hatayı tekrarlamıştım. Yazık bana. Fidanımın güneşi daha varlığından bile bihaber iken çekilip gitmişti yurdumdan. Kahrolduğum kaç konu vardı? Beni affetmeyecek olması mı? Onu bir daha asla görmeme ihtimalim mi? Sevdiğimin emanetini tehlikeye atmam mı? Emanetime bir zarar gelirse kendimi affetmeyecek olmam mı?

Gözlerimi kapattığımda ağlamak isteğim derinleşti yutkundum. "Allah'ım..." dedim içimden. Devamını getiremedim. Namazımı kılmadığım aklıma geldi. Namazsız duruşum içimde ki kelimeleri kilitlemişti. Ne oldu ne olacaktı sorularının devinip durduğu içimde korkudan endişeden başka pişmanlık duygusunun cirit attığı yürekgahımda kalbimin titreyerek haykırmasını bastırıp "Bismillah" dedim ve namaza durdum. Hayatımda okuduğum en uzun Fatiha'ydı okuduğum. "Allahu Ekber" derken bir kelime en uzun nasıl okunuyor ise öyle okudum. "Subhane Rabbiye'l-ala" derken her bir harfi yüz defa okumuştum sanki. Öyle kalkamadım vardığım secdeden. Rabbi Rahimimin huzurunda iken dünyaya dönmemek o yükün altına girmemek için direndim. Ama nafile. Son selamı da verip namazımı bitirdiğimde. O duygulardan önce üzerime hücum eden pişmanlığımı yüzüme bir tokat gibi indiren emanetim ile göz göze geldik.

Korkuyordu. Gözbebeklerinin titrediğini görüyordum. İçim büzüldü. Küçüldükçe küçüldü. Onu teselli edemememin acısı içimde birikti. Bir istiğfar çektim ve oturduğum yerden kalkıp koltuğa büzülmüş Leyla'nın yanına gittim. Ona sıkıca sarıldım. Saçlarından öptüm. Teselli ettiğim o değildi bendim. Benim pişmanlığımdı. Benim korkumdu. Talha'nın bizi bir an önce almaya geleceği fikrine inandırmaya çalıştım kendimi. Ama saatler geçmişti. Hava kararmıştı. Çoktan akşam olmuştu ama bizi almaya ne gelen vardı nede giden. Tek odalık küçük bir dağ kulübesi. Ormanlık bir alandan geçtiğimizi arabanın kapalı olan perdesi aralandığında görmüştüm. Alaz bizi buraya getirip kapıyı kilitlemişti. Bize bir zarar vermeyeceğini düşündüm. Eğer niyetleri o olsaydı şuan yalnız oturuyor olmazdık. Meselesi Talha ile ilgili ise o yanımızda olmadan bize zarar verecek bir şey yapmazlardı. Yani inşallah yapmazlardı. En azından Leyla'ya bir zarar gelmemeliydi. Talha'nın şuan delirmiş bir vaziyette olduğuna adım gibi emindim. Yine de bundan çekindiğim için değildi Leyla'nın zarar görmemesini istemem. Onu sevdiğim içindi. Talha'nın söylediği gibi onlardan biri olduğum içindi. Tabi buradan kurtulduktan sonra değil onlardan biri olmak o evde barınabilir miydim orası muammaydı. Hayır, aslında o da değildi. Talha beni görmek istemeyecekti. Düşüncelerimin damla damla içimde birikip dolduğu vakit Leyla'nın cebinde ki mendili çıkarıp bana uzattığı vakit ağladığımı fark ettim. Utanarak hemen elimle bir damlayı sildim. Bu halde olmamalıydım ben bu şekilde davranırken Leyla'nın beni teselli etmesi yanlıştı.

"Özür dilerim." dediğimde gülümser gibi olduysa oturmadı o gülüş yüzüne.

"Sen neden özür diliyorsun?"

"Benim yüzümden şuan bu haldeyiz."

"Hiç de değil. Alaz senin düşmanın mı?" dedi bakışlarında cevabın azabını gördüm. Başımı olumsuz salladım:

"Talha beni uyardığı halde çıkmamalıydım."

"Bahadır abi bizi getirdi. Ümit abi de oradaydı."

"Leyla be-"

"Kendini suçluyorsun çünkü abim sadece seni suçlayacak."

"Aynı hatayı üst üste yapacak kadar aptalım."

"Değilsin."

"Senin burada olmanın sorumlusu benim." dediğimde Leyla beni teselli etmekten vazgeçti.

"Abim gelip bizi buradan çıkaracak buna emin olabilirsin." Karamsar halimden çıkmam gerektiğini onun yüzüne baktığımda anladım. Bu ben değildim. Küçücük bir çocuktan bile daha beter bir halde miydim? Derin bir nefes alıp Leyla'ya sarıldım.

"Bunu düşünmeyi sonraya bırakalım. Allah'ın izni ile Talha bir bizi almaya gelsin de."

"Gelecek değil mi?" dediğinde şaşırarak ona baktım. Az önce aynı şeyi bana söylerken inançlı görünen hali bir den toz olmuştu. Göstermediği korkusunu daha net anladım. Ve burada olmamızın sorumlusu olduğumu bir kenara attım:

"Talha'nın seni burada bırakacağını mı düşünüyorsun? Asla."

Aynı anda kapının kilit sesinin açıldığını duydum. Korkan gözlerle oraya baktığımda Talha'nın gelip bizi buradan kurtaracak olmasını diledim. Lakin gelen Alaz denen adamdı. Gülümseyen memnun olmuş bir yüz ile içeri girdiğinde arkasında ki adama eli ile işaret verdi. Uzun boylu siyah takım elbiseli adam elinde tuttuğu üzerinde yemek olan tepsiyi Leyla ile oturduğumuz ikili koltuğun önünde ki tozlu sehpaya bıraktı.

"Lütfen çekinmeden yiyin. Leylacığım ilaç falan alman gerekse hemen söyle temin edelim. Çünkü burada kalma süreniz uzayacak gibi." Öfke ile o adama baktım:

"Ne yaptığınızı sanıyorsunuz?"

"Sizi misafir ediyorum Feza. Feza? Ne orijinal bir isim? Anlamı ne?" cevap vermediğimi gördüğünde umursamadan devam etti: "bir ara Google dan bakarım. Şimdi bu hırçın ses tonunuzu bir kenara bırakın yoksa bizde hırçınlaşırız. Hoş olmaz." Söylediği tane tane ve yaygın telaffuzu yüzümü ekşitmeme sebep oldu.

"Gerçekten de Talha'nın bunu yanına bırakacağını mı sanıyorsun?" şuh bir kahkaha attı:

"Bırakacak. Bırakmalı. Çünküüüüü elimizde onun en değerli mücevheri bulunmakta." dedi Leyla'ya bakışlarını dikerek. Leyla suskundu. Usanmış gözler ile adama baktığını gördüm:

"Ona bakmayı kes." dediğimde Alaz'ın bakışları bana döndü bu defa:

"Vu-hu! Eğer kesmezsem bana günümü gösterirsin gibi hissettim."

"Hiç şüphen olmasın." Alaz düşünceli bir şekilde yüzüme baktı bende o arada etrafa bir göz attım. Yazık ki kaçacak tek delik kapıydı. Önünde üç adamın durduğu kapı.

"Bahremoğullarını en kıskandığım konu ne biliyor musun?" dediğinde ona anlamayarak baktım. Neden bahsediyordu? Umursamaz bir şekilde ona olan bakışlarımı çekip tekrar yerime oturdum. Leyla elbisemin ucunu kavradı. Yüzüne baktığımda bir ifade göremedim. Kendini yalnız olmadığına ikna etmek için varlığımı sorguluyordu. Korkuyordu. Elimle omuzlarından tutarak kendime çektim. Hemen kendini salıp bana sığındı. Alaz buna takılmayarak devam etti: "Etraflarında hep cesur insanlar oluyor. Düşünüp duruyorum hep neden öyle oluyor? Yavuz gibi bir adamı nasıl yanında tutuyor mesela? Ya da seni nereden buldu?"

"İnsan, kendine benzeyeni kendine çeker." dediğimde Alaz cevap vermeme şaşırarak bana döndü haklı olduğumu düşündüğüne emindim:

"Yani ve şu kapıda ki adamlar aynı mıyız?"

"Şüphen mi var? Masum bir insanı zorla alıkoyup korkutarak emellerine ulaşmak. Şantaj yapmak. Başkalarını sevdikleri ile korkutmak... Sence bunlar doğru şeyler mi?" yine kahkaha attı. Ardından gelip karşımızda ki koltuğa oturdu. Niyeti bizimle sohbet etme olamazdı değil mi?

"Yanında çalıştığın adamın ne iş yaptığını biliyor musun?"

"Senin aksine mafya olmadığını biliyorum."

"Mafya mı? Ne kadar demode bir laf. Ayrıca ben mafya değilim."

"Bizim burada bulunmamız seni ne yapıyor peki?" Alaz durdu vereceği her cevabın onu mafya yapacağını bildiğinden susup düşündü. Savunması kalmayan insanlar karşı tarafa hücum eder. Alaz da öyle yaptı:

"Sana gerçek bir mafya liderini söyleyeyim mi?" hayır yapma! Eli ile Leyla'yı gösterdi. "Onun kızının yanında oturuyorsun. Alemin gelmiş geçmiş en iyi mafya lideri. Her şeye hükmeden bir adam. Onun oğlunun sütten çıkmış ak kaşık olduğunu mu sanıyorsun?"

"Hayır sanmıyorum... buna inanıyorum." Gerçekten mi Feza? İnanıyor muydum? Galiba inanıyordum. Bilmiyorum. Şuan yaptığım şey Alaz ne derse desin tarafımda sebat etmemdi. Alaz keyifli bir kahkaha attı tekrar:

"Gerçekten safsın ha! İnandığın adamın birini öldürme ihtimali de mi onu iyi yapıyor? Talha tam da babasının izinden gidiyor... geleceği de parlak..."

"O halde korkmalısın. Çünkü bunu yanına bırakmaz. Misliyle ödeyecektir." yüzünde ki ifade dondu. Keyfi kaçmıştı. Bir an ona bunu söylemek ile hata yapıp yapmadığımı düşündüm. Ama yüzünde ki ifade beni daha da cesaretlendi: "Alaz bey, babası hırsız diye bir çocuk hırsız diye büyümez. Onu nasıl yetiştirirseniz öyle büyür. Ve Talha'yı babası yetiştirmediğine göre onun babası gibi olduğunu söyleyemezsiniz. Aksine onu yetiştiren bir şefkat ve merhamet var. Ha şöyle düşünürseniz; babasının kötü yanının içinde barındırdığı o iyi iler birleşirse ve olan bu duygu öfkesi ile kabarırsa hele bir de bu en sevdiğini kaçıran bir insana denk gelirse... bence korkmalısınız. İyiliğiniz için söylüyorum. Bizi bırakmalısınız."

Alaz söylediklerimi pür dikkat dinledi. Bana inandığı açıktı. Ama sonra oluşan yüz şekli bir adamın geri dönemeyeceği bir yola çıkan bir adama aitti.

"Korkmuyorum." Dedi yalan söyleyerek.

"Cidden korkmuyor musun?" hayatım boyunca söylediğim en saçma cümle buydu. Ve söyler söylemez pişman olmuştum. Alaz kendini ispatlama çabası içinde ayağa kalktı. Korktum kendim için değildi. Leyla'yı arkama saklamaya çalışarak ona bakmaya devam ettim. Alaz bunu umursamadı.

"Talha'dan korkmadığımı göstermemi ister misin?" dedi. Yutkundum.

"Aklından ne geçiyor?"

"Ne geçiyor sence?" bize doğru bir adım attı.

"Yapma. Senin için söylüyorum." şömineye yaklaştı maşasını eline aldığında ağlamak üzereydim.

"Golf oynamayı da pek beceremem. Açı ne kadar fazla ise o kadar sert mi vurursun? Öyle miydi?" ayağa kalktım. Leyla'nın titrediğini hissetmiştim. Alaz'ın ruhunda ki psikopatlığın ortaya çıkardığım için kendimi bir kez daha affetmeyecektim. Gözlerim ucunda küçük bir çengel olan maşaya takıldı. Bununla yapmayı düşündüğü şey aklımdan geçen gibi değildi değil mi?

"Alaz... Lütfen yapma."

"Yalvarıyor musun? Güzel. Hoşuma gitti bir daha yap." Olduğum yerde durdum. Alaz benden tepki beklediği tepkiyi alamayınca bu defa elinde ki maşayı kaldırdı: "Duyamadım."

"Tamam. Korkmuyorsun. İndir şunu lütfen."

"Hayır, inandırıcı olmadı. Leyla belki senin temas ettirsem bakıcın önümde diz çökebilir. Ne dersin?" gözlerim bir an Leyla'ya kaydı. Gözlerinde ki sabit ifade beni şaşırttı. Korkmuyor muydu? Hayır, hala elbisemin ucunu sıkıyor oluşundan korktuğunu anlamıştım. O halde Alaz'ın yapacağı şeyden korkmuyor yahut yapacağına inanmıyordu.

"SANA YALVAR DEDİM." diyerek bağırdığı anda bize doğru bir adım attı. Panik içinde Leyla'ya dönüp onu kollarımın arasına alarak onu Alaz'dan korudum. Aynı salise de koluma değen metalin şiddetli ağrısı peyda oldu. Sızladı. Tek bir ses çıkarmamak için birbirine kenetlediğim dişlerimin bir an kırılacağını hissettim. Titreyen ellerim uyuşan bacaklarım ile biraz önce oturduğumuz koltuğa çöktüm. Leyla hemen yanı başımdaydı:

"Feza abla iyi misin?" dedi sesi ağlamaklı geliyordu:

Kolumda bir sızı sanki bir anda patlamış ve tüm vücuduma yayılmıştı. Acının en şiddetlisini yaşadığım andı. Gözlerimin yaşardığını hissettim ama ağlamamak için direndim. Ellerim titremeye başladığında denesem de engel olamadım. Gözlerim bulanıklaştı. Çenem titremeye başladı. Bayılacak gibi olduğumda sol elimle sağ kolumu tuttum. Parmaklarım tenime değer değmez bir acının fışkırdığını hissettim. Durum vahimdi. Ayrıca elbisemin koluna baktığımda bir santimlik yırtıldığını gördüm. Topladığım şalımı salarak kolumu kapattım. Alaz maşayı sağ koluma vurduğunda bu kadar şiddetli olacağını tahmin etmemiş, hissetmemiştim sanki. Ama şuan katlanarak yayılmaya beni bilinçsizleştirmeye başlıyordu sanki. Leyla dokunmadan parmak uçlarını koluma uzattığında ağlamaya başlamıştı:

"Feza abla..." dedi birazdan şok olmuş bir şekilde bayılmak üzereydi. Talha onu bu halde görseydi bana nasıl kızardı kim bilir? Ama ondan da önemlisi onu bu şekilde görmeye bende tahammül edemedim.

"İy-yim." dedim titreyen dudaklarım arasından zorla konuşarak.

"Hadi ama çok da sert değildi. Dokundu sadece." ona öfkeli bir şekilde baktım:

"Sen insanlara zarar verirken bunu cesaret sanan ahmağın tekisin. Kendinden utanmalısın." Alaz'ın öfkeden kudurduğunu gördüğümde acımın hafiflediğini hissettim. Allah beni affetsin anı yansın istedim. Bir şey diyeceği sırada kapı tekrar açıldı. Bu defa kısa göbekli yüzünde sert bir ifade olan adam içeri girdiğinde Alaz şaşırarak elinde ki maşayı yere attı. Hazır ola geçer gibi karşısına geçtiğinde adam nefret dolu bir ifade ile ona baktı. Adam beklenmedik bir hareket yaparak önce Alaz'a tokat attı. Tıpkı bizim gibi Alaz da şaşırarak baktı.

"Ne halt yedin lan sen?" diye kükrediğinde Alaz hayal kırıklığına uğramış gibiydi. Açıklama yapmaya çalışarak konuştu:

"Baba, dinle. Talha istediğimizi yapacak. Sen bana bu işi hallet dedin bende-"

"Bu şekilde mi hallediyorsun lan. Talha bugün şirketimi bastı. Her yeri talan etti. Sağlam bir şey bırakmadı. Eğer bir saat içinde kardeşini vermezsem olacaklara karışmayacağını söyledi. Kaç saat geçti biliyor musun? 4 saat. Çiftlik evini yaktı. Senin evinde taş üstüne taş bırakmadı. Adamları şuan annenin başında nöbet tutuyor. Sen kime bulaştığının farkında mısın?"

"Bir şey yapamaz baba. Kız elimizde-" Alaz'ın sesini kesen babasından yediği başka bir tokattı.

"Sen bu yüzden yerime geçemezsin. Derhal kızı bırak. Git saklan bir yerde. Ya da git Talha'ya yalvar seni öldürmemesi için."

"Baba!" diyen Alaz'ın sesi ondan medet umar gibiydi ama adam aman vermedi:

"Senin Bekir diye bir baban yok."

Adam arkasını dönüp çıkmak üzereydi ki. Kapıda Talha göründü. Bakışları anında Leyla'yı buldu onu baştan ayağı süzdü. İyi olduğunu gördüğünde bu defa bana baktı. Bakışlarında ki alevler aramızda ki mesafeye rağmen içime işledi. Hemen bakışlarını çekip ortama döndü. Talha'dan sonra Yavuz'u gördüm yüzü yara bere içindeydi. Ardından Bahadır. Silahlar karşılıklı çekildiğinde. Alaz'ın titrediğini görür gibi oldum. İlk konuşan Talha oldu:

"Bekir bey, karşılıklı mı konuşalım yoksa bizi Alaz bey ile yalnız mı bırakırsınız?" Bekir Bertar geriye dönüp ona aman ile bakan oğluna baktı. Ardından alaycı bir şekilde gülümsedi.

"Bir saat Talha. Bir saat sonra oğlumu aramaya başlayacağım." Talha gülümsedi.

"Bulursan, eyvallah."

Bekir bey adamlarını çekip çıktığı an ile Talha'nın yumruğunu Alaz'ın suratına geçirmesi bir oldu. Bahadır gelip Leyla'ya sarıldı. Ardından kapıya yöneldi. Bakışlarım Talha'daydı. Ceketini çıkarmış gömleğinin kollarını katlamaya başladı. Yavuz'da aynı anda başımda dikildi. Fısıltı halinde:

"İyi misin?" diye sordu. Yutkundum. Soruna bir tepki vermedim. Bakışlarım Talha'daydı. Belinde ki silahı çıkardığında ona seslenmek istedim ama kolumda ki acı sesimi çekip almıştı. Bu yüzden ona doğru attığım sırada Yavuz kolunu kaldırarak beni durdurdu sadece benim duyacağım bir ses tonu ile:

"Sakın. Eğer bir daha ki sefere böyle bir yerde Leyla'nın cesedini bulmak istemiyorsa bunu yapmak zorunda." dedi. Yavuz'a inanamayarak baktım. Bakışlarım Talha'ya kaydı yine Alaz'ın kulağının dibine ateş ettiğinde kurşun sesi ile sıçradım. Talha eğlenen bir ses tonu ile.

"Son skorumuz iki kurşun muydu Alaz? İlk oyunda kapıya bir tane. İkincisi arabama iki tane değil mi? Şimdi sıra bende üç kurşun. İlki tamam." ardından bir şey unutmuş gibi arkasında duran Ümit'e baktı: "Ümit arabada halat olmalı getir onu." ipi ne yapacağını düşündüysem de bulamadım. Talha bir eli cebinde diğer elinde silah iki adım attı. Biraz önce Alaz'ın koluma vurduğu maşanın başında durdu. Eğilip maşayı eline aldı. İnceledi. Ucuna baktı. Kaşlarını çattı. Bir onunda Alaz'ın yaptığını yapacağını düşündüm. Ve bu ihtimalden ürktüm. İçimde ki acı tekrar boy gösterdiğinde acının ritmik bir şekilde kolumda attığını hissettim. Gözümde bir damla yaş düştü.

"Feza, gitmeliyiz." diyen Yavuz bu defa beklemeden beni çıkışa yönlendirdi. Ümit'in kapıdan elinde halat ile girmesi ile Talha elinde ki maşayı yere attı. Demirin yere değme sesi yankılandı. Son olarak duyduğum ses Talha'ya aitti:

"Şimdi aklından tüm sevdiklerini geçir Alaz. Geçir ki son kez güzel şeyler düşünmüş olasın."

Yavuz beni arabaya bindirdiğinde Leyla çoktan arabada oturmuştu. Üzerinde ince bir battaniye elinde bir şişe su vardı. Yanına oturduğumda suyu bana uzattı. İstemediğimi söyleyerek başımı salladım. Leyla yine de su şişesini yanıma bıraktığında ona zorla gülümsedim. Bahadır sessiz bir şekilde arabayı ormanlık alandan çıkardı. Asfalt yolda ki tek ses çalışan motorun sesiydi. Bugünü düşündüm. Annemin yüzünü iki gündür göremediği için kendime kızdım. Onu özlediğimi hissettim. Ardından abim. Üç aydan fala olmuştu onu görmeyeli. Sabah hastaneye gittiğimiz aklıma geldi. Sarp'ın Ecrin'in Pamir'in gülen yüzleri aklımdan geçti. Ardından Vakıf Hoca. Babam gibi sevip saydığım hocam. Ardından yanımda oturan Leyla... Yavuz, Bahadır, Bella, Halime abla, Tuğra ve Buğra. Benim hayatım ve içinde bulunduğum durum. Ne yapıyordum ben? Neredeydim? Ne haldeydim? Aitlik hissim yolunu şaşırdı. Sarsıldım. Ardımda bıraktığım insanlar ve yanında olduklarım... Seçim yapmıyordum. Sadece içimde ki taşları oturtuyordum. İyi miydim diye sordum kendime? Cevap vermedim. Ait olmadığımı düşündüğüm yanım zarar verdiği kişinin kendisi değilde yanında oturan kız olduğunu savundu. Yaptığım hatanın beni Talha'nın gözünde nasıl düşürdüğünü tahmin ediyordum. Bunun en çok üzüldüğüm şey olduğuna. Bir insana zarar verecek kişinin ben olmam beni kavurdukça kavurdu. Kolumda ki acının Leyla'nın hissetmesi fikrine üzüldüm. Eğer Alaz o demir çubuğu bana değilde Leyla'ya vurmuş olsaydı... ne yapardım bende bilmiyorum. Ona zarar verdiğimi düşündüm. Onun dünyasına olan yabancılığımın onlara ayak uyduramamamın zararını düşündüm. Allah'a şükürler olsun ki Leyla'ya bir şey olmamıştı. Bakışlarım istemsiz ona döndüğünde uyuyakaldığını gördüm. Çok yorulmuştu bugün daha fazla dayanamamıştı. Üzerine örttüğü battaniyeyi düzelttim. Önüne düşen saçları çektim.

"Çok korkmuş olmalısın." diyen Bahadır'a baktığımda bakışlarının yolda olduğunu gördüm:

"Leyla daha çok korktu."

"Bizim hatamızdı." şaşırarak ona baktım.

"Hayır, sadece benim hatamdı. Onu hastaneye götürmemeliydim."

"Eğer biz orada olsaydık böyle bir şey yaşanmazdı. Polis gelip arabayı çekmemizi isteyince hiç sorgulamadan hastaneden ayrıldık. Alaz'ın işi olduğunu düşünmeliydik."

"Talha'yı dinlemeliydim."

Bahadır sessiz kaldı. Onunda benim gibi kendini suçluyor olduğunu içinde ki sorulara cevap aradığını fark ettim. Aklım Talha'ya takıldı. Alaz'a ne yaptığını düşündüm. Korktuğum şeyin olmaması için içimden da etmeye başlamıştım ki. Bahadır arabayı durdurdu. Eve vardığımızı fark ettim. Bahadır arabadan indi. Bella koşarak gelip bizi karşıladı.

"Bahadır beni eve bırakabilir misin?" diye sordum daha fazla burada kalmak istemiyordum. Bella endişeli bir sesle:

"Yaralandın mı? Bir şeyin var mı?"

"İyiyim, Leyla çok korktu onunla ilgilen." Bella inanmayarak bana baktığında tekrar arabaya bindim. Bahadır itiraz etmeden yola çıktığında ona Aylin'nin adresini verdim:

"Lütfen beni oraya bırak." Bahadır dikiz aynasından şaşırsa da bir şey demeden sessizce dediğimi yaptı. Üniversiteye yakın olan bir teras katıydı Aylin'in evi. Genelde ailesi ile kalırdı ama sınav haftaları ya da babasının olmadığı zamanlar kendi evinde kalırdı. Kapının şifresini söylemiş ne zaman istersem gelip kalabileceğimi söylemişti. Bahadır arabayı durdurup bana baktı:

"Bir şeye ihtiyacın olmadığına emin misin?" dediğinde ona gülümseyerek başımla onayladım. Ben eve girene kadar Bahadır kapıda bekledi. En üst kata çıktım. Şifre Aylin'in ilk aşık olduğu tarihti. Kapı açıldığında hemen kendimi içeri attım. Acele ile başımda ki şalı çıkardım. Yatak odasına gidip Aylin'in kıyafetleri ile üzerimi değiştirdim. Ardından telefonu elime aldım. Telefonum olmadığı için kimseye haber verememiştim. İlk olarak Aylin'i aradım. İlk çalışta açtı. Ona durumu kısa izah edip ilk yardım malzemesi alıp gelmesini söyledim. Çığlıklar atarak geleceğini söyledi ve hemen telefonunu kapattı. Hemen ardından annemi aradım. Uzun bir çalıştan sonra sesini duyduğumda hamd ettim:

"Alo,"

"Anne Feza ben."

"Kuzum. Nerelerdesin gelemedin hala."

"Aylin'e geldim anne. Rahatsızmış biraz. Yanında kalmamı istedi. Bu gece burada kalabilir miyim?"

"Geçmiş olsun. Neyi var?"

"Grip. Havalardan hep."

"Eve de gitmediğine göre babası ile kavga ettiler herhalde." diye tahmin de bulundu. Aylin'in babasının evine gitmezdim asla bilirdi. Daha fazla yalan söylememek için konuyu değiştirdim.

"Tek başına kalabilecek misin?"

"Kalırım inşallah. Merak etme sen beni. Dikkat edin sizde. Kapıları iyice kilitleyin emi." gözümden düşen yaşı elimle sildim.

"İki gündür yüzünü göremiyorum. Özledim seni."

"Yarın eve erken gel de hasret giderelim o zaman." dediğinde gülümsedim.

"Peki, belki daha erken gelirim."

"İnşallah kuzum, Allah'a emanet ol."

"Sende Allah'a emanet ol. Selametle anne."

Annem telefonu kapattıktan sonra ayağa kalktım. Mutfağa gidip bir kaba ılık su doldurdum. Tekrar salona dönüp koltuğa oturdum. Tişörtün altından koluma baktım. Yanlamasına uzanan morarmış çubuk izi. İnsanı endişelendirecek gibi duruyordu. Ardında hemen altında ki hala hafiften kanayan yere baktım. Kanamayı durdurmak için şimdiye kadar bastırıp durmuştum. Derin değildi. Maşanın kancası çizmişti sadece. Yavaşça kanı silmeye başladım. Kolumu tamamen temizlediğim vakit kapının açılma sesi geldi. Aylin acele ile içeri girip bana baktı.

"İnanmıyorum Feza ne oldu sana?"

"Önemli bir şey yok. Rica etsem sarabilir misin?" dediğimde Aylin'in gözü kaptaki suyla karışmış kanlı beze takıldı.

"Nasıl bir şey yok Feza. Çabuk hastaneye gidiyoruz?"

"Hayır iyiyim."

"Derhal ne olduğunu anlat bana. Şu kolunun haline bak. Birinin vurduğu belli. Söyle bana kim vurdu? Yoksa o çalıştığın-"

"Aylin ne olur, lütfen, rica ediyorum bir şey sorma bana. Sadece yardım eder misin? Seni temin ederim onlardan biri bunu yapmadı."

Aylin bir iki saniye düşündükten sonra ceketini çıkardı. Ve arkadaşlık vazifesini yaparak sessizce yarayı temizledi krem sürdü ve sardı.

"Yarın hastaneye gidiyoruz. Gerekirse seni sürükleyerek götürürüm."

"Peki."

Aylin daha fazla kalamadı. Eve dönmesi için gereken telefonunda ki dördüncü ağrıdan hemen sonra kalktı. O çıktıktan sonra. Yorgunluğuma daha fazla dayanamadım. Yatağa uzandığım da kolumda ki acının dinmesini beklerken uyuyakaldım.

. . .

Sabah uyandığımda saat çok erkendi. Aylin'in gardırobundan kendime göre bir şeyler ayarlayıp giyindim. Salonda tek başıma otururken şimdi ne yapacağımı düşünüp durdum. İşten ayrıldığımı anneme söyleyip şimdi eve mi gitseydim. Yoksa Talha'nın öfkesini üstüme alacak cesaretimi bulmaya mı çalışsaydım? Şimdi Talha'nın karşısına geçip yüzüne nasıl bakacaktım. Sana emanet derken üstüne basa basa bir şeyleri söylerken ikaz ederken yine aynı hatayı yapmıştım. İlkinde ki gibi rahat hissetmiştim belki de. Sonucunu ise bizzat kendim deneyimlemiştim. Kolumda ki yara pekala da Leyla da olabilirdi. Ve bunun düşüncesi dahi beni ızdırap içinde bırakıyordu. İşten ayrılsam da kovulsam da son kez Leyla'yı görmeliydim ve Talha haklı olduğu öfkesini üstüme kusmalıydı. En azından bunu yapmalıydım.

Uzun yolculuktan sonra nihayet eve vardığımda durum vahimdi. Ortalıkta fırtına öncesi sessizlik vardı. Yavuz ile karşılaştığımda zoraki bir gülümseme oluştu dudaklarında.

"Günaydın." dedi sessiz bir şekilde gülümserken.

"Günaydın." Yüzünde ki kurumuş kan lekeleri dikkat çekiciydi. Onunla uzun zamandır görüşmüyor olduğumuzu fark ettim. Nida hanım onu boş göndermemişti sanırım. Talha bununla uğraşıyordu ne zamandır. Hiç değilse geri gelebildiği için sevindim:

"İyi misin?" diye sordu bu defa. Aslında sen iyi misin diye soracaktım ama vazgeçtim. Aklım başka şeyler ile meşguldü:

"Evet. Leyla'ya bakmak için geldim."

"O da iyi merak etme." anladığımı belirterek başımı salladım. Ardından bakışlarım yerde:

"Sanırım Talha beni bekliyor."

"Çalışma odasında."

Yavuz'u ardımda bırakıp Talha'nın çalışma odasına doğru ilerledim. Kapıda Bella'yı gördüm. Bana gülümsediğinde ve mahcup bir şekilde baktığında onunda kendini suçlu hissettiğini anladım. Acaba Talha bu olayı bahane ederek onu hemen gönderir miydi? Umarım göndermezdi en azından bir süre daha Yavuz'u görebilirdi. Kapıyı açmak için uzandığımda Bella'da bir adım attı. Benim Talha ile yüzleşmeme katılacağını anladım. Beni savunacağına emindim ama buna gerek duymadım. Bu yüzden onu elimle durdurup gelmemesini istedim. Beni dinledi.

Kapıyı tıklatıp içeri girdim ama kimseyi göremedim. İkinci adımımı attığımda Talha'yı yanı başımda omuzunu kapıya yaslamış bana bakarken buldum. Bakışlarında donuk bir ifade vardı. Yüzü anlamsızdı. Ona bakmadan sessizce kapıyı ardımdan kapattım. Bakışlarımı yere eğdim. Bir şey diyecek oldum ama vazgeçtim. Özür mü dilemeliydim yoksa onun bana bağırmasını mı beklemeliydim? Onun kararsızlığını yaşıyordum. Tekrar Talha'ya baktım. İfadesi değişmemişti. Anladım ki benden ilk hamleyi bekliyor.

"Özür dilerim." dediğimde sinirle güldü. Eli ile şakağını ovduğunda elinin sinirden titrediğini gördüm ve üstünde ki çizikler dikkatimi çekti. Yaralanmış mıydı? Dün gece olmuş olmalıydı. Pansuman bile yapmamıştı demek. Bunu önemsemediğini halinden anlamıştım. Tüm öfkesini toplamıştı ve birazdan ortalığa saçacaktı. Bunu hissediyordum. Bu yüzden bende tıpkı onun gibi tüm mahcubiyetimi, pişmanlığımı, korkumu, endişemi hepsini topladım. Talha yerinden doğruldu. Tüm heybetiyle karşımda durduğunda ona bakmaktan kendimi alamadım. Konuştuğunda ses tonu sanki nefret ettiği biri ile konuşuyor gibi sertti. Beni ondan kilometrelerce uzağa taşıyacak kadar soğuktu.

"Sana üstüne basa basa söyledim." bana doğru bir adım attığında ürkerek geri çekildim.

"Ben-"

"Haberim olmadan çıkmayın dedim." bir adım daha yaklaştı aynı şekilde bir adım geriledim.

"Dedin."

"Tehlikeli dedim." bir adım daha.

"Evet dedin."

"Canı yanarsa yakarım dedim." geriye attığım adım ile pencere çarptım ondan kaçmak bu kadardı.

"Bunu da dedin."

"Sen ne yaptın?" üzerinde çizikler olan elini duvara yaslayıp bana doğru eğildi, geri çekildikçe üzerime geldi:

"Seni dinlemedim."

"Dinlemedin... Şimdi sana ne yapmalıyım?" dedi gözlerimin en derinine bakarken. Korkmuyordum. İçimde korku hariç tüm duygularımı görsün istedim. Birkaç saniye sonra ondan bakışlarımı çektim. Kaşlarını çattı: "Neden bu kalıba uymak yerine taşıyorsun. Neden değiştirmeye çalışıyorsun? Bundan vazgeçmek için illa başkalarının canı mı yanmalı?"

"Kimsenin canı yansın istemedi-" Talha eli ile yaralı olan kolumu tuttu ve sıktı. Acı oradan başlayıp kirpik diplerime kadar uzandı. Gözyaşlarım düşeyazdı gözlerimden. Dişimi sıkıp sustum:

"Bende istemedim Feza. Ama sen buna meylettirdin." kolumu bıraktı birden. Bıraktığı yerden acı zonklamaya devam etti. Talha'nın kolumdan yaralandığımı bildiğini anladım. Leyla söylemiş olmalıydı. Bile bile canımı yakıyordu. Ya da hatamın canımı nasıl yaktığını görsün istiyordu?

"Talha-"

"Benimle ahbaplık kurmak isteyen birçok şeye tahammül etmek zorunda. Acıya razı olacak mesela. Söz dinleyecek. Hadi desem gerekirse birinin kafasına sıkacak. Bu çatının altında benim sözümden çıkan var mıdır sence?" cevap bekledi benden. Bir an konuşamadım. Başımı hayır anlamında salladım:

"Yok."

"Ve bunlar benim hep en çok zarar verebileceğim insanlar. Bunun farkında mısın?"

"Evet."

"Söz dinlemezlerse onları yanımda barındırmam. Biliyorsun değil mi?"

"Biliyorum."

"Hele ki en sevdiğimin kirpiğine rüzgar dahi değdirseler... yaşatmam."

Talha gözümün içine bakmaya devam etti. Ağladım ağlayacaktım. Keşke bağırıp çağırıp üzerime gelseydi diye düşündüm. Talha'nın sessizliğinin öfkesinden beter olduğunu anladım. Kahverengi gözlerinde hayal kırıklığı gördüm. Beklenti içindeydi. Nedir bu halin diye geçirdim içimden. Soramadım. Soramazdım. Benden bir şey beklediğinden değildi. Olamazdı. Ardından yutkundu. Ve biraz önce ki sen tonuna tezat. Sanki zorla konuşuyormuş gibi öfkenin yanında o duyguyu zincirlerinden tutup geriye çekerek onun önüne geçmek isteyen başka bir duygu vardı. İçimin sızladığını hissettim. Aynı anda gökyüzümün de karardığını. Bulutlarımdan yağmurun sessizce çiselemeye başladığını gördüm. Fidanımın narin yapraklarına değen her bir damla canımı yaktı. Süveydamı yaraladı. Bir damla yaş düştü yanağımdan. Talha o ses tonu ile devam etti:

"Birde canını yaktıklarım... onları da yanımda görmek istemiyorum." dediğinde nefesi yüzüme çarptı. Bana bu kadar yakın olmasının ben en çok üzdüğü en güzel andı. Bu yakınlık aynı zamanda yüreğime milyonlarca mil uzaklıktaydı. Saliseler sürdü. Talha hemen geri çekildi. Uzaklaştığı anda nefes almaya başladım bende. Yüzüme bakmadan devam etti: "Seni bir daha Leyla'nın da benim de etrafımda görmek istemiyorum. Bizimle hiçbir bağın yok artık." arkasını dönüp gitmek üzereydi:

"Talha!" diyerek seslendim. Durdu ama bana dönmedi. Yine de ona ne hissettiğimi söylemeliydim: "Seni dinlemediğim için özür dilerim. Aynı şeyi tekrarlamamalıydım. Hatamı biliyorum. Madem sizinle bir bağım olmadığını söylüyorsun... dediğin gibi olsun. Leyla'yı görmek için buraya geldim. Son kez görüp gideceğim."

Talha'yı geride bırakıp ondan önce çıktım odasından. Başka bir şey demeyerek yukarı Leyla'nın odasına çıktım. Talha'nın kolumu sıktığı yerde ki kan lekesini gördüğümde durdum. Elbisemin geniş kolunda ki koyu leke dağılmıştı. Yine şalımın ön ucunu açıp kolumdan aşağı sarkıttığımda dikkat çekmediğini görünce memnun oldum. Kapıyı tıklatıp içeri girdiğimde Leyla pencerenin yanında ki tekli koltukta oturmuş dizlerini kendine çekmişti dışarıyı izliyordu. Beni gördüğünde hemen ayaklanıp yanıma geldi:

"Feza abla, gelmeyeceksin sandım. Seni çok merak ettim. Nasılsın? Kolun acıyor mu? Dün eve gitmemişsin?" diyerek soluklanmadan sorularını art arda sıraladığında ona gülümsedim. Hemen gereken şeyleri söyleyerek bu evden gitmek istiyordum. Leyla'ya sarıldım:

"İyiyim canım merak etme. Sen nasılsın onu söyle?"

"Abime anlattım her şeyi hatta-"

"Leyla!" diyerek onu susturdum ardından biraz önce ki koltuğa gidip onu oturttum. Önünde diz çöktüm: "Dinle canım. Abinle konuştum. Çok mu çok kızdı elbette ki. Neyse... Leyla seni çok seviyorum ama ben yapamıyorum. Bu hayatınız bana biraz fazla. Ben sıradan bir insanım ve sıradan bir hayatıma devam etmek istiyorum. Ben psikoloğum Leyla kendi alanıma dönmek istiyorum. Artık çalışmak istemediğimi söyledim abine. O da gitmeme izin verdi." Leyla duyduklarına şaşırarak ayağa kalktı:

"Abim kovdu mu seni? Hemen konuşacağım."

"Hayır güzelim. Abin beni kovamadı. Ona kızma. Bu benim kararım. Eninde sonunda olacaktı. Şimdi biraz erken oldu sadece."

"Feza abla..."dedi sessizce göz yaşları düşerken.

"Şşş. Temelli gitmiyorum bir yere. İstediğin zaman arayabilirsin beni. Sadece artık bu evde olmayacağım."

"Benim yüzümden mi?" dediğinde bende ağlamamak için zor tuttum kendimi.

"Elbette ki değil canım. Kendi isteğim. Ama eğer benimle görüşmeye devam etmek istiyorsan şuan ağlamanı istemiyorum tamam mı?"

Zorla da olsa başı ile onayladı ama hala sessizce ağlıyordu. Çok duygusaldı bunun için üzülmüştüm. Ama bu duygusallığı birkaç sürecekti eminim diğer tüm duygular gibi buna da alışacaktı. Talha'ya kızgın olacağını da tahmin ediyordum çünkü abisini çok iyi tanıyordu. Umarım Talha'ya olan kızgınlığı çabuk geçerdi.

Leyla'nın beni uğurlamasını istemedim. Onu odada sessizce bırakıp koridora çıktım. Kimseyi görmeden hemen gitmekti niyettim. Ağladığımı da kimsenin görmesini istemiyordum. Bu yüzden acele ile hemen merdivenlerden çıktım evden. Bahçe de Bahadır'ı gördüğümde elinde telefonumu sallıyordu. Keyifsiz bir şekilde gülümsedi:

"Gidiyorsun ha!"

"Evet."

"Patronu ikna edebilirsin istersen." dediğinde onu onaylamayarak başımı salladım.

"İkna olacağını sanmıyorum."

"Seni bırakmamı ister misin?"

"Hayır. Teşekkür ederim."

Bahçe kapısından çıkmadan önce son bir kez dönüp geriye bakmamak için zor tuttum kendimi. Bakmayacaktım. Defteri tamamen kapatıp rafa kaldırdım. Ve taksiciye hastaneye gitmek istediğimi söylerken kapattığım kapağa bir de kilit vurdum. Bu kadardı.

. . .

(2 GÜN SONRA)

. . .

Öğle vakti tek başıma yayıldığım koltukta. Yirminci defa pozisyonumu değiştirip elimde ki kitabı sıkılarak bir kenara bıraktım. Ayağa kalktım. Sehpada duran çay bardağını kaldırıp mutfağa yöneldim. Tezgaha bırakıp bu defa odama gittim. Tekrar pansuman yapmak için kolumdaki doktorun üç dikiş attığı yaraya baktığımda yüzümü buruşturdum. Biraz canım yansa da yine de bu ilk gün ki kadar derin bir ağrı değildi. Hemen pansumanı yapıp tekrar kolumu sardım. Ardından mutfağa indim. Yine bir çay koyup yine kitabıma dönmekti niyetim. Ama telefonum çaldığında bundan vazgeçtim. Arayan annemdi bu sabah uçakla Gaziantep'e gitmişti. Teyzem hastalanmıştı ve hiç çocuğu olmadığı için bakacak kimsesi de yoktu. Bu yüzden annem iki üç gün kalmak üzere onun yanına gitmişti. Dün gece Aylin yanımda kalmıştı bugünde Sevil abla gelip kalacağını söylemişti.

"Annem,"

"Kuzum nasılsın?"

"İyiyim anne, sen nasılsın teyzem nasıl?"

"Ben iyiyim de Dilruba iyi değil pek."

"Durumu o kadar mı kötü?" annem ağlamaya başladı:

"Doktor ümitsiz konuşuyor."

"Allah'tan ümit kesilmez anne, biz dua etmeye devam edelim. Hele bir ameliyat olsun Allah'ın izni ile iyileşecektir."

"İnşallah kuzum, inşallah. Sen ne yaptın? Yalnız mısın?"

"Aylin'in işleri vardı çıktı. Akşam gelmezse Sevil abla kalacak yanımda."

"Tamam nurum, Allah'a emanet ol."

"Sende annem teyzeme geçmiş olsun dediğimi ilet."

Annem telefonu kapattıktan sonra bir süre kitabımı okumaya devam ettim ardından. Canım peynirli poğaça çekince ayaklanıp yapmak için mutfağa gittim. Ama yazık ki yumurta kalmamıştı. Bu yüzden hazırlanıp markete gitmek için evden çıktım. Markette epey bir saat oyalandım. Bir yumurta almak için gelmiştim ama bir dolu poşetle dönüyordum. Dün ikinci maaşımın da hesabıma yattığını gördüğümde işten çıkış hediyemi kabul etmek zorundaydım. Çünkü o Sinan denen şeref yokuşunu adamın taksitini ödemeliydim. İlk iki taksit tamamdı ama ya diğerleri ne olacaktı? Yeni bir iş bulmam gerektiğine karar verdim. Buna da hemen eve gidip internetten bakacaktım. Belki Vakıf hocaya dda sorabilirdim. Aylin dün bir işten bahsetmişti saatleri çok geç olduğu için olmaz demiştim ama sanırım olmalıydı. Bir de-

Düşüncelerimden beni koparan kapımda Oturan bir genç kızı görmem oldu. Kapının iki basamağına oturmuş. Üzerinde tanıdık bir kapüşon avare gibi bacaklarını sallıyordu. Yanlış mı görüyorum diye iyice baktım ama hayır. Koşar adım ilerleyip tam önünde durdum. Gözüm hemen sırtında duran dolup taşmış çantaya takıldı. Umarım aklımdan geçen şeyi yapmamıştı.

"Leyla?" dediğim anda kapattığı yüzünü açıp bana baktı. Mavi gözleri ışıl ışıl parladığında ayaklanarak boynuma sarıldı:

"Feza abla. Yoksun diye çok korktum. Şu teyze Gaziantep'e gitti dedi."

"Dur deli, boğacaksın beni." dedim gülerek. Ardından etrafa bir göz atıp temiz olduğunu gördüğümde ona gülümsedim: "Çok mutlu oldum seni gördüğüme. Hadi içeri geçelim."

Kapıyı açıp içeri girdik. Ardımdan da kapıyı kilitlemeyi ihmal etmedim. Leyla hemen üzerinde kilerden kurtulup elimde olan poşetleri aldı. Bir koşu mutfağa bırakırken hemen sordum:

"Talha nasıl oldu da buraya gelmene izin verdi." dediğimde mutfakta onun yanına gitmiştim:

"İzin vermedi. Evden kaçtım. Talha Bahremoğlu'nun rejimine isyan ettim."

"Sizinkilere kaçtığını haber verdin mi?"

"Kaçan insan kaçıyorum der mi Feza abla? Tabi ki demedim." aynı anda telefonum çaldı. Arayan Bella'ydı:

"Sizinkilerin haberi olmuş anlaşılan."

"Sakın burada olduğumu söyleme. Londra'ya gitti de." ona gözlerimi devirerek baktım ve telefonu cevapladım:

"Bella!"

"Feza, Leyla-"

"Merak etme biraz önce kapımda buldum."

"Ah, çok şükür. Her yerde onu aradık. Sende olduğunu tahmin etmiştim."

"Evden kaçmış haberiniz var mıydı?" dedim gülerek. Leyla bana kötü kötü baktı:

"Dün Halime ablaya söylerken duymuştum ama açıkçası ihtimal vermiştim. Ih-hım. Neyse şimdi Bahadır almaya geliyor-"

"Bella, rica etsem Talha'dan izin alır mısın bu gece Leyla burada kalsın. Yarın erkenden gelip alırsınız." Uzun bir sessizlik oldu. Ardından:

"Ümit ile Tuğra birazdan orada olur. Dikkatli olun." gülümseyerek Leyla'ya baktığımda bana sahte bir kızgınlık ile baktığını gördüm:

"Bakma öyle seni merak ediyorlar."

"Beni önemseselerdi seni kovmazlardı."

"Güzelim anlattım ya-"

"Abimin seni kovduğunu biliyorum. Yavuz abiye anlatırken duydum." sustum. Ona yalan söylediğimi de biliyordu o zaman.

"En azından bu gece misafirimsin." dediğimde ciddi bir ses tonu ile konuştu:

"Ne olursa olsun o eve geri dönmeyeceğim." Onu ciddiye almadan mutfak önlüklerinden birini ona uzattım:

"Hadi o zaman? Hünerlerini göster bakalım da seni o eve göndermeyeyim."

Leyla gülerek önlüğü giydi. Beraber peynirli poğaça yapmaya başladık. Ortalarında Bella'yı kıskandırmak için onu görüntülü arayan Leyla'nın una banmış halini kahkahalarla izledi Bella. Onun kahkahalarına katılan Halime oldu ardından. Sonra da Tuğra. Ardından Talha gelmiş olmalı ki herkes dağıldı ve ekran kapandı. Leyla yüzünü buruşturup telefonunu indirdi ve keyfini hiç bozmadan bana yardım etmeye devam etti. Nihayet poğaçalarımız bittiğinde fırından çıkardık. Leyla bu defa da son halini çekti 'Şef Leyla Bahremoğlu ve Feza Boran gururla sunar' diyerek Bella'ya gönderdi. Bella karşılığında da Talha'nın masada oturmuş elinde ki dosyalara dalmış bir fotoğrafını gizlice çekerek attı altına da 'siz peynirli poğaça yiyin ben Talha'nın fırçasını' diye yazdığında Leyla kahkahalara boğuldu. Fotoğrafa baktığımda iki gündür Talha'yı görmediğimi fark ettim. Bu yüzden olsa gerek biraz kötü hissettim. Birer çay koyup Leyla ile televizyonun karşına geçerek poğaçalarımızı yerken aynı zamanda birden aklıma gelen abimin düğün kasetini de ona izlettim. Tüm sülalemi gördüğünde bu kadar çok akrabam olduğu için şaşırmıştı. Ona herkesi ve o kişiler ile ilgili olan tüm anılarımızı anlattığımda kahkahalar boğuldu yine. Hele Özlem teyzenin Nikah anında Aslı'nın gelinliğine bastığı için kımıldayamadığını Aslı ile abimin misafirlerin arasında birbirini kaybettiklerini anlatıp ta izlediğinde yerlerde gülüyordu.

Akşama doğru beraber romantik bir film izledik. Filmin ortalarında Leyla'nın salya sümük ağladığını gördüğümde ona güldüm ardından da sonunda ben ağladığımda o bana güldü bu defa.

Yemekten sonra ikimize birer çay koyup arka bahçeye çıktık. Hava soğuk olduğundan Leyla için getirdiğim hırkayı omuzların örttüm. Çayını da önüne koyduğumda. Telefonunu açtığını gördüm. Tüm gün kapalıydı. Açar açmaz bildirimler yağmaya başladığında tüm aramaların ve mesajların Talha'ya ait olduğunu gördüm.

"Seni çok merak etmiş."

"Evet,"

"Leyla onu üzmemelisin?"

"Şimdiye kadar hep onu yaptım Feza abla, sırf onu üzmemek için kırmamak için ona yük olmamak için elimden geleni yaptım. O ise ilk defa üzüyor beni."

"Seni düşünüyor. Seni ne kadar sevdiğini endişelendiğini herkes görüyor. Bunu anlayacak yaştasın."

"Anlıyorum. Ama sürekli böyle mi olacak? Hep beni mi düşünecek? Kendinin tüm planlarını hep bana göre mi yapacak? Buna katlanamıyorum artık. Ona yük oluyorum."

"İnsan sevdiğine yük olmaz Leyla."

"Ama abim beni çok fazla seviyor."

"Bunun neresi yanlış?"

"Şurası. Hayatını benim için şekillendiriyor. Ben biraz bencil olsun isterdim. Kendi hayatını yaşamasını... Bir kız arkadaşı olmasını... Onu çok sevmesini... Bir gün evlenmesini... Yeğenlerimin olmasını... Ama abimin tek düşündüğü benim iyiliğim."

"Sen iyileştikten sonra bu pekala mümkün?"

"Feza abla. Benim en çok üzüldüğüm şey ne biliyor musun? Bir ailemin olmaması. Anne ve babaya sahipken ailesiz olmak çok kötü. Abim bunu biliyor. Bu yüzden tek başına bana aile olmaya çalışıyor. Ama ben onun ailesi olsun istiyorum."

"İyi de sana aile olması bu isteğini gerçekleştiriyor zaten."

"Abim beni merkeze alıyor. Ben bunu istemiyorum. Benden önce kendine bir aile kursun sonra beni ailesine alsın istiyorum."

Leyla'yı şimdi anlamıştım. Talha'nın onun üstüne titremesinin fazlalığında eziliyordu. Yükü yüreğine ağır geliyordu. Talha'nın ona gösterdiği şefkat çok ama çok fazlaydı. Leyla buna karşılık elinden hiçbir şey gelmemesinden yakınıyordu. Gülümseyerek elini tuttum:

"İnsanın en sevdiği kendisine imtihan olurmuş. Tıpkı senin Talha'nın imtihanı olman gibi. İyileşene kadar bu hissettiklerini Talha'ya anlatamazsın, anlatsan dahi onun kulakları bunu duymayacaktır."

"Sadece sen anlıyorsun beni. Ve bunu abime anlatacak bir tek sen vardın."

"Hala anlatabilirim."

"Keşke anlayabilseydi. 'İnsanın kendini seven birini bulması çok nadirdir' demişti Berzah abi. Hare ablayı bize ilk anlattığı zaman. Bu yüzden bu eşsiz şeyi kaybetmek istemediğini söylemişti."

"Doğru söylemiş."

"Onları görünce insanın aşık olası geliyor. Birini sevme fikri insanın kalbinde yer ediniyor. Sanki içinde böyle bir şey yeşeriyor..." Leyla'ya bakıp gülümsedim. İçinde filiz yeşerten bir tek ben değil miymişim yoksa?

"Bir sevda filizi mi?"

"Evet, sevda filizi. Bu çok güzel değil mi Feza abla? İnsanın bir insan için kalbinde bir ağaç dikmesi. Senin defterinde okumuştum bir Peygamber hadisi miydi tam olarak hatırlamıyorum. 'kişi bir ağaç dikerse o ağaç her meyve verdiğinde diken kişiye o kadar sevap verir.' yazıyordu. Düşünsene maddi bir şeyin sevabı bu kadar ise. Bir de bunu sonsuz bir kalp toprağında sonsuz bir sevgi ile dikilen bir ağaç nasıldır? Sence bunun sevabı ne kadardır?"

Hayretler içinde Leyla'ya baktım. Bu kız tam da düşündüğüm gibi bambaşkaydı. Söylediği şeye kalbim ısındı gülümsedim ve ona sarıldım.

"Sevabı herkese kolay kolay nasip olmayan baki sevdadır." dedim. O da sıcacık gülümsedi.

"O halde Allah dualarımızı kabul etsin Feza abla."

"Amin." dedim sessizce.

Leyla uyuduktan sonra tüm gece uyuyamadım. Söylediklerini bir bir düşündüm. En çok istediği şeyi? Filizi mi? Duasının ne olabileceğini. Geç bir saatte verdim kararımı bir kere evet dedim mi dönmeyecektim. Bu yüzden kalkıp istihare namazı kıldım.

Sabah ezanında uyandım abdest alıp namazımı kıldım. Duamı ettim. Aşağıya inip kahvaltıyı hazırladım. Leyla uyandığında gideceği için suratını asarak kuş kadar lokma ile yaptı kahvaltısını. Bahadır geldiğinde Leyla ile vedalaşıp onu uğurladım. Leyla gittikten sonra evi toparladım. Ardından giyinip çıktım. İlk iş Vakıf Pusat'a gittim. Ona anlatmam gereken şeyleri anlattım. Sonunda vardığım sonucu söyledim. Bana sadece gülümsedi. Bin kelimeye bürünen bir gülüştü.

Taksiye binip vardığım sonuca giderken hissettiğim tek şey belirsizlikti ve bilirdim ki belirsizlik bekleyen için umuttur. Bu umuda tutunarak korkmadım. Taksiden indiğimde bahçe kapısından girerken kendimden emindim. Eve girip salonda tanıdık bir sima gördüğüm de de.

"Talha nerede?" diye sorduğumda Bella şaşkın bir ifade ile çalışma odasını gösterdi. Onu geride bırakıp oraya yöneldim. Kapıyı çalmadan açıp içeri girdiğimde Talha masada oturmuş dalgın dalgın elinde ki dosyalara bakıyordu. Beni gördüğüne şaşırdı. Sonrasında toparlanarak doğruldu:

"Seninle gayet açık ko-"elimi kaldırıp onu susturdum. Yine şaşırarak dediğimi yaptı.

"Bugün ben konuşmak için buraya geldim. Dinleyecek misin?" bir an tereddüt etse de arkasına yaslandı:

"Söyle."

"Sen kötü birisin." bu yorumuma sinirle güldü:

"Öyleyim."

"Ama Leyla iyi biri."

"Bunu söylemek için mi onca yolu geldin?"

"Senin için her acıya katlanıyor. Seni çok sevdiği için. Ama daha çok senin sevginin altında ezildiğini hissediyor."

"Sen-"

"Dinle. Senin onu aile bilmenden rahatsız. Bu düşünce onu yiyip bitiriyor. Senin kendine bir aile kurmanı istiyor. Senin ailenden olmak istiyor sen ona aile ol değil. Bu ikisi çok farklı." Talha gözle görülür bir şekilde şaşırdı ardından da her zaman ki alacakaranlığına girdi:

"O zaten benim ailem bunun neresine üzülüyor. Ona anlatamıyor muyum-"

"Talha! Leyla'nın mutlu olmasını istiyorsan önce kendi iyiliğini düşünmelisin."

"Ne?"

"Ben Leyla'nın senin gibi bir mafya liderinin oğlunun yanında gri renkte büyümesini istemiyorum. Onun içine dönmesini istiyorum. Sürekli abim benim için bunu yapıyor onun için şöyle yapmalıyım demesini istemiyorum. Leyla'nın mutlu olmasını istiyorum."

"Ne diyorsun?" diyerek dayanamayarak sinirle sorduğunda nefesimi tuttum. Bu hayatta ki karıma çıkacak en son adama söyleyebileceğim en son şeyi söylediğimde fidanımın biraz daha büyüdüğünü hissettim.

"Evlenelim."

. . .

Loading...
0%