Yeni Üyelik
11.
Bölüm

11. Bölüm

@cigdemgah

Hayal kırıklığı yaşayan yanım sessizliğin ölü dalgalarına bırakmıştı kendini. İçimin bahar toprakları şimdi ölü kumlar taşıyordu. Üzgündüm ayrıca da öfkeli. Üzülüyor olmam hisselere amcamın sahip olmasındandı daha da önemlisi buna Berzah’ın sayesinde kolayca erişmesiydi. Bana kalan tek servete sahip çıkamamamın verdiği ağırlık kalbimin üstüne çöktü, babamın hayal kırıklığına uğrayan yüzü gözümün önünden gitmiyordu. Amcam beni öldürtmesine dahi gerek kalmadan istediğine sahip olmuş, emeline ulaşmıştı. Diğer yandan kendime öfkeliydim Berzah’a körü körüne güvendiğim için. O hiç tanımadığım biri olmasına karşın ben ona koşulsuz güvenmiştim. Bu darbesi tüm kalkanımı yıkmıştı ve Allah beni ıslah etsin ki buna ben izin vermiştim. Berzah ile yeniden örmeye çalıştığım duvarlarımı bu defa Berzah kendi eliyle yıkmıştı. Karşımda benden bir tepki bekleyen adama baktım. Gözlerinin hiçbir haresinde bir pişmanlık belirtisi yoktu.

Artık benim gidecek bir yerim kalmamıştı. Amcam benden istediğini aldıktan sonra eskisi gibi yapmacık samimiyetine ve sözlere gerek kalmayacaktı hatta benden evinden gitmememi dahi isteyebilirdi. En iyisi ona bırakmadan başımın çaresine bakmaktı. Düşündüm. Gidecek yerim olmadığından hala otelde olan Elçin’in yanına gitmem en iyisi olacaktı. Akşam saat beş için yer ayırtıp İstanbul’a gitmemiz gerekirdi. Murat ile görüşüp bu meseleye bir özüm bulmalıydık, mutlaka yapabileceğimiz bir şey olmalıydı, her şeyin düzmece olduğu ortaya çıkmalıydı. Bahsettiği o rapor her neyse de geçersiz olduğunu ispatlamak zorundaydık. Ben bunları düşünürken Berzah oturuşunu düzeltti ve açıklama yapmak için gözlerimin içine baktı:

“Hare-“ elimle onu susturdum.

“Hiçbir şey duymak istemiyorum.”

“Belki beni-“ ona fırsat vermeden ayağa kalktım. Berzah aynı anda kolumdan tutup beni durdurdu. Sinirden kasılan çenesi öfkesini işaret ediyordu. Gözlerim dolu dolu olmuşken bir de üstüne onun yanında ağlayarak ona zavallı gibi görünemezdim. İçimde bir yerlerde bulduğum cesaret kırıntılarımdan birkaç tene bulup omuzlarımı dikleştirdim.

“Bırakır mısın kolumu, gitmek istiyorum.”

“Bırakmak istemiyorum.”

“Berzah… Lütfen… Yalnız kalmak istiyorum.”

“Önce beni dinle.”

O her ne derse inanabilirdim, tıpkı içimde ki bana ben demiştim bakışları atan Hare’nin de dediği gibi, kalbime hiç güvenmiyordum. Şuan bu şoku atlatmak, biraz düşünmek ve kafamı toparlamak istiyordum. Mümkünse de Berzah’tan oldukça uzakta. Bu yüzden başımı kaldırıp cesaretle onun gözlerinin içine baktım.

“Daha anlatacak neyin olabilir senin bana. Amcamın emeline ulaşmasına yardım etmişsin hem de düşmanım dediğin halde. Belki de sırf kendi intikam planın için yaptın bunu, bir oyundu bu da. Şimdi bunu da haklı çıkaracak ya da zorla kabullendirecek bir şeyler mi söyleyecek? Ama ben bunları duymak istemiyorum. Şimdi bırak kolumu.”

Tepki vermeden birkaç saniye bana baktı ve neden bilmiyorum Berzah beni dinleyip kolumu bıraktı. Vakit kaybetmeden onu arkamda bırakıp hızla restorandan çıktım. Neyse ki çok sürmeden bir taksi buldum ve otele gittim. Her zamankinden daha şiddetli bir ağrı başıma misafir olurken dermandan kesilmeden hemen önce Elçin’in odasına vardım. Elçin kapıyı açıp da beni gördüğünde rahat bir nefes aldı, kendimi içeri atıp yatağa sırtüstü uzandım. Zar zor tuttuğum bir damla gözyaşım sonunda serbest kalırken Elçin anlayamadığım birkaç şey söylüyordu ama başımda dönüp duran depremden onu anlayamıyordum. Gözümde ki yaşı silip Elçin’e baktım. Önce çantamdan titreyen telefonumu çıkardım ve arayan Berzah’ın aramasını reddedip telefonu tamamen kapattım. Elçin’e dönüp kararımı ona söyledim:

“Murat’ı arayıp olanlardan haberim olduğunu biraz dinlenip onu arayacağımı söyler misin? Sonra da akşam uçağına ikimize yer ayırt, eve dönme vakti artık.” Elçin bana sessizce bakıp başıyla onayladı sonra gelip yanıma oturdu elini omzuma koydu.

“İyi misin?”

“İyi değilim. Şuan hiç iyi değilim. Neler oluyor Elçin ben artık yetişemiyorum. Berzah, Derya, Amcam, şirket… Ne yandan tutsam öbür taraf açıkta kalıyor. Entrikalardan başım dönüyor, ben nasıl başa çıkacağımı bilmiyorum Elçin. Yoruldum yeter artık.” akmaması için uğraş verdiğim gözyaşım yanağımdan süzüldü ama ağlamıyordum, öfkeliydim. Özellikle de Berzah’tan daha çok hiçbir işe yaramayan kendime... Titreyen ellerim ile yüzümü kapatıp sakinleşmeye çalıştım. Elçin uzanıp sarıldı bana.

“Her şey gelip geçmeye mahkûmdur.”

“Hiç geçmeyecek gibi görünüyor ve sanki daha başlangıçmış gibi…”

“Gitmek vaktinin geldiğine emin misin? Berzah-“

“Özellikle de ondan kaçmak istiyorum.”

Elçin anlayışlı bir kızdı ve bilmemenin kendisini daha mutlu edeceğine inananlardandı. Bu yüzden fazla soru sormak yerine sessizce odadan çıkıp beni yalnız bıraktı. Aslında uykum yoktu ama eğer uyumazsam başımda ki ağrı geçecek gibi değildi bu yüzden bir ilaç alıp kendimi uyumak için zorladım. Yavaşça tüm düşünceleri aklımın bin bir odasına koyup kapıları üzerine kilitledim. Birkaç saat sonra bu geçen son beş ayı ardımda bırakıp gidecektim buradan. Rahatlatmasını umduğum bu düşünce içime bir kıymık sapladı. Yine de bunu bastırmayı başardım ve gözlerimi yumdum.

“Hare!” Elçin’in adımı seslenmesiyle gözlerimi açtım, henüz daldığım uykumdan çekip almıştı ses beni.

“Uçağa bir saat var, hazırlansak iyi olur.”

Acele ile yataktan kalktım. Elçin tüm her şeyini toplamış valizini hazırlamıştı. Ben ise çiftliğe gidip birkaç önemli eşyamı alacaktım zaten çok bir şey yoktu ve işim erken biterdi. Sonra da havaalanında buluşacaktık. Vakit kaybetmeden arabaya atlayıp çiftliğe gittim çok şükür ki ne amcam ne de Zehra Hanım ortalıkta yoklardı. Hızla odaya gidip eşyalarımı topladım ve evdekilere hiçbir şey demeden kapıda bekleyen taksiye binip havaalanının yolunu tuttum. Artık her şeyi geride bırakma zamanım gelmişti. Düşüncelerime safir buğulu bir sima süzülürken onu da geri geri ittim ve aklımdan tamamen uzaklaştırdım.

Uçağa on dakika kaldığının anonsu yapılırken ben valizimi arabadan çıkarıyordum. Vakit kaybetmeden içeri girdim. Kontrol noktasında beni bekleyen Elçin’i bulduğumda nefes nefese kalmıştım:

“Hadi, uçağı kaçırmamalıyız.”

Benim acele eden halime göre Elçin’in yüz ifadesi bir tuhaftı, gözlerinde ki endişeyi görmüştüm ve onu tanıyorsam az sonra ağlayamaya başlayacaktı. Kaşlarım çatık ona ne oluyor der gibi baktım. Elçin cevap vereceği sırada gözleri arkama sabitlendi. Sanırım bir kez daha hayal kırıklığına uğrayacaktım bunu iliklerime kadar hissediyordum. İçimden besmele çekerek yavaşça arkamı döndüm. Yanından ayrıldığımda ki öfkesinin bir kat daha koyulaştırdığı safirleriyle, daha önce hiç görmek istemediğim Berzah’ın öfkesinin tahtına kurulmuş yüzüne baktım. Onun bu ne yapacağı belli olmaz halini görünce içim ürperdi. Hayır, bu ürkmek değil korkuyordum, Berzah’ın öfkesinden korkuyordum. Elçin de aynı şeyi hissetmiş olacak ki kolumu sıktı. Berzah benden bakışlarını çekmeden:

“Sen gidebilirsin, Elçin.” dedi tane tane ve beni göndermeye hiç niyeti yoktu bunu kesinlikle anlamıştım. Elçin’e dönüp elini tuttum:

“Sen önden git, ben yetişirim.” sesim o kadar cılızdı ki benim gibi Elçin de inanmamıştı bu söylediğime. Gözleri dolu dolu beni bırakıp yavaşça arkasını döndü. Uçak için son uyarı yapılırken nasıl olacak bilmiyordum ama son bir umut ile içimden bir istiğfar çekip tekrar Berzah’a döndüm.

“Benim… Gitmem gerek…” sesim yine bana ihanet ediyordu. Berzah bana bir adım yaklaştı. Yüzüne bakamıyordum çünkü gözleri beni alt edecek tek silahtı ve gardımı iki saniye de düşürebilirdi, bana doğru eğildiğinde ürkekçe geri çekildim, fısıltıyla konuştu:

“Gitme.” kalbim başka aklım başka aldı bu ‘gitme’ deyişini. Öyle bir gitme demişti ki bu beş harflik kelime dağılıp iki bin harfe bölündü içimde, süzülüp onun söyleyemediği cümlelere büründü: “Sana ihtiyacım var.”

Bu cümle ile kalkanım kendiliğinden gözlerimin önünde kayboldu. Bakışlarım Berzah’a düğümlenirken yavaşça doğruldu. Yüzüme bakmıyordu hâlbuki ben ona inanabilmek için gözlerinde ki duyguyu görmek istiyordum. Berzah bana ihtiyacı olduğunu söylerken tüm hücrelerim bunu kabul etmiş, bile isteye onun yurduna göçe başlamıştı ama aklım Elhamdülillah ki hala başımdaydı. Bana elbette ihtiyacı vardı aksi halde kendine başka bir oyuncak arayacak, planlarını tekrar değiştirmek zorunda kalacaktı. Bir düşmanı alt etmek için onun ininden bir koz bulmak en iyi yoldu ve Berzah’ın kozu bendim. Benim gibi bir oyuncuyu kaybedemezdi. O gece evlilik hakkında amcama ‘isterse gerçek sanabilir’ demişti. Korkuyordum çünkü kalbim bu oyunu gerçek sanmaya başlamıştı. Derin bir nefes alıp tekrar bakışlarımı ondan çektim:

“Gitmek istiyorum.” Berzah’ın bakışları anında yüzüme döndü hayal kırıklığı ile ama benim onun gözlerinde ki öfke ya da her ne duygu ise onu görmeye cesaretim yoktu. Berzah biraz önce ki ses tonuna zıt bir tonda biraz arkasında duran adama dönüp işaret verince adam hemen yanımda duran valizimi aldı. Berzah aynı ses tonu ile bir sırıtış ile bana baktı:

“Gitmeyeceksin… Gidemeyeceksin…”

Kolumdan tutup beni sürüklemeye başlarken ona direnmeye çalıştım ama nafileydi. Beni arabanın ön koltuğuna oturturken uçağı çoktan kaçırmıştım ve yine gidemeyeceğimi anlamıştım. Berzah aceleyle arabayı çalıştırıp şehir merkezine ters olan yola yöneldi. Sonra gaza yüklenmeye devam etti. Araba o kadar hızlı gidiyordu ki etrafta ki sıralı ağaçlar buğulu birer resim gibi görünüyordu. Gözlerimde ki korkuyla Berzah’a döndüm tekrar. Bu adamın gözleri gibi öfkesi de safir mavisiydi. Onu ilk gördüğüm gün geçti aklımdan. Kaçarken omzumdan vurulduğumda öleceğimi düşünürken ölümün rengine Berzah’ın gözlerini görünce karar vermiştim. O zaman nasip olmamıştı ölüm, zira kaderime bu adamı tanıyıp onu sevmek yazılmıştı. Peki ya şimdi? Şuan bir şekilde ölsek? Berzah derdi zaten bu gibiydi, çünkü öfkesi araba kullanışına da bulaşmıştı. Akan düşüncelerimin önünü birden kestim.

“Berzah yavaşla.” dedim ama o kadar odaklanmıştı ki öfkesine, beni duymuyordu, ona döndüm ve sesimi daha da yükselttim: “Hiçbir yere gitmiyorum, dur artık.”

Berzah’ın aniden frene basmasıyla otoyolda lastiklerin sürtünme sesi yankılandı. Neyse ki emniyet kemeri takmıştım yoksa camdan dışarı savrulmam olası bir durumdu. Berzah birkaç saniye sessiz kaldı öylece karşıya bakıyordu, elleriyle direksiyonu o kadar sıkı kavramıştı ki parmak uçları bembeyaz kesilmişti. Birkaç saniye sonra kapısını açtı ve dışarı çıktı, giydiği ceketini çıkarıp kaputun üzerine fırlattı resmen. Ellerini saçlarında gezdirip ensesinde tuttu. Yolun sağ tarafında bulunan tepeye doğru birkaç adım atıp geri döndü. Derin soluklar alarak sakinleşmeye çalışıyordu. Kendi kendine birkaç şey mırıldanırken sessizce onu izledim. Benim de tıpkı onun gibi sakinleşmeye ihtiyacım vardı bu yüzden emniyet kemerini çözüp arabadan indim. Tereddütle ona doğru bir iki adım attım. Rüzgârdan dolayı uçuşan şalımı elimle tutup bastırdım. Ona yaklaşırken Berzah beni görmezden geldi. Kaputa yaslanıp birkaç dakika daha rahat bıraktım onu ve sessizliğini paylaştım. Sonra içimden yazdığım tüm destanları ateşe verip onun da duymak istediği sözleri sıraladım:

“Hisselerin amcama geçmesine yardım ettiğine asla göz ardı edip hiçbir şey olmamış gibi mi davransaydım?” kısılan gözleri öfke ile bana döndü ve öfke ile bana doğru iki adım attı:

“Beni ardında bırakıp gidebileceğini mi sandın sen?”

“Evet sandım ama tabi ki izin vermedin çünkü oyuncağını kaybetmek istemedin.”

“Hareeee,” dedi adımı uzatarak dişlerinin arasından, ben onun aksine sakin kalmaya devam ettim.

“ama madem sana borçluyum istediğin gibi seninle evleneceğim. Sadece üç ay, ardından da kâğıt üstünde olan evliliğimizi bitirip bir daha asla birbirimizi görmeyeceğiz. Bu süre dâhilin de ne istersen onu yapacağım.”

Berzah cevap vermedi ve aramızda sessizlik uzadı. Öfkesinde hiçbir değişme yoktu, herhangi bir tepki vermeden ellerini cebine koymuş yolun karşısını izliyordu sadece. Birkaç dakika daha öyle bekledikten sonra Berzah ceketini aldı, bende onu takip ederek arabaya geçtim. Hala kızgındı, şaşırıyordum, bir anlam veremiyordum onun bu haline. Gitmeyeceğimi, istediğini yapacağımı söylemiştim yine de hala kızgın mıydı? Beni kandıran, hayal kırıklığına uğratan oydu ama yine kızgın olma cüretini gösterebiliyordu. Sessizce gözlerimi yumdum onu anlamayı bırakmalıydım, en azından üç aylığına ve bunu kendi iyiliğim için yapmalıydım.

Gözlerimi açtığımda cama dayadığım başımı kaldırdım. Uzun süre aynı pozisyonda kaldığım için boynum ağrıyordu. Hala arabadaydım ve koltukta uyuyakalmıştım. Hava da iyice kararmıştı, etrafa bakınca Berzahların evinin bahçesinde olduğumuzu anladım. Arabanın dijital saati sekizi gösteriyordu, geleli çok olmuştu ama beni uyandırmamıştı ve Berzah’ın yerine sadece şuan üzerimde ki ceketi vardı. Hava serin olduğu için üzerime ceketini örtmüştü. Onca bastıramadığı öfkesi ile üstümü örtmesi arasında bocaladım. Kokusu ciğerlerime dolarken içimin bir tarafında bir yel esti, kokusu hücrelerime doldu. Gülümsedim. Ceketi ve çantamı elime alıp arabadan indim. Kapı zile bastıktan birkaç saniye sonra Gülistan abla kapıyı gülümseyerek açtı:

“Hoş geldiniz,”

“Hoş buldum.” Şükran teyzeyi soracaktım ki benden önce sorumu anladı:

“Şükran abla salonda siz geçin bende size sıcak bir şeyler getireyim, hava serin içiniz ısınır.” dedikten sonra ona teşekkür edip salona doğru yöneldim. Şükran teyze bahçeye bakan pencerenin önüne oturmuş elindeki ip yumağıyla bir şeyler örüyordu:

“Kolay gelsin.” başını kaldırıp bana baktı ardından gözlüğünü çıkarıp içtenlikle gülümsedi:

“Sağ olasın kızım.” Berzah’ın ceketini koltuğun üzerine bıraktım ve Şükran Teyzenin karşısına oturdum. Elinde ki örgüyü bir kenara bıraktı: “Berzah arabada uyuyor deyince şaşırdım. O kadar eve getir dedim de dinlemedi.” Berzah’ın sinirden kabardığından bahsetmiyordu demek birazda olsa sakinleşmişti, bu iyiydi. Anladım der gibi başımı salladım. Gülistan abla da o sırada birer çay ve atıştırmalık bir şeyler getirmişti. Şükran teyze fincanı eline alıp bir yudum aldı:

“Maşallah keyfin yerinde gibi Şükran teyze?”

“Elhamdülillah kızım. Sayende artık hiç değilse bir misafirimiz gelip gidiyor, yarenlik ediyorsun bana. Tabi inşallah bundan gayrı misafir değil kızım olacaksın.” onun gülümsemesine karşılık verirken bende buharı tüten çayımdan bir yudum aldım.

“Ne yapacağımı bilmiyorum.” Şükran teyze anladı hemen sesimde ki endişeyi:

“Hangimiz biliyoruz ki. Anlık kararlar ile yaşamıyor muyuz hepimiz? Az sonra ne olacağını nereden bilebiliriz... İyi düşünelim ki iyi olsun her şey.”

“Bu olanlar iyi mi sence?”

“Ya ne? Gelinim olacaksın. Berzah’ın gözlerinin parladığına şahit oldum ya artık ölsem de gözüm açık gitmez.” Yazık, Şükran teyze bunun sebebini ben sanıyordu hâlbuki emellerine ulaşıyor olmasıydı. Bir iki dakika sessiz kalınca onunda aklından aynı şey geçtiğini düşünerek sordum:

“Berzah nasıl vazgeçer bu ölüm oyunundan?”

“Bilmiyorum. Dinlemiyor kimseyi. Sadece bir yolu var; merhamet etmesi gerek. Merhamet etmesi için ise önce vicdanına kulak vermesi gerek.”

“Merhametsiz mi Berzah?” düşündü biraz ardından hüzünlü bir tebessüm oluştu dudaklarında:

“Değil. Sadece o vicdanının sesini duyamıyor ki. Duyabilmesi için önce birinin el uzatması gerek.” parmak bastığı yer keyifsiz bir gülüş oluşturdu yüzümde.

“Ben miyim o da?”

“Sensin.” sanmıyordum elbette ama şimdilik bunu ona söylemedim. Onun yerine olacak olanları konuşmamız gerekti.

“Ne yapmam gerekiyor düğün için?”

“Bir şey yapman gerekmiyor kızım. Düğün organize edildi. Sadece bir ara gelinlik provasına gitmemiz gerek o kadar. Düğünü İstanbul da yapacağız gelecek ayın yirmi biri olsun istiyor Berzah. Sen sakın sıkıntı yapayım deme. Tabi… Bugün erkenden gidiyormuşsun?” dedi ima ve şakayla karışık. Cevap vereceğim sırada Emir’in neşeli sesi duyuldu:

“Hoş buldum sefalar getirdim.” diyerek çok yorgun bir şekilde gelip Şükran teyzenin yanına koltuğa çökercesine oturdu. Ardından Şükran teyzeye sarılıp bana döndü: “Bu evde bir kişi fazla görmek ne güzel, nasılsın Hare?” dediğinde ona kızgın ve alınmış bir şekilde baktım. Akıl hastası olduğumu ayarlayan Emir’den başkası olamazdı.

“Sence nasıl olabilirim? Yüzde altmış dört oranında raporu olan biri nasıl olabilir?” Emir kahkaha atarak güldü. Ben ise onun benimle alay ettiğini düşünüp iyice sinirlenmiştim. Gülmesini bastırmaya çalışarak konuştu:

“Sakin ol şampiyon. Bizi de anlaman lazım başka çare bulamadık… Hadi ama raporlu olmak da eşsiz bir şey tadını çıkar bence. Herkes delirmek ister.” kaşlarımı çattım:

“Başka çare bulamadık mı? Dalga mı geçiyorsun Emir? Amcama istediğini nasıl verip de emeline ulaşmasına müsaade edersiniz? Resmen oynadınız benimle.” Şükran teyzenin bir şeyden haberi olmadığı yüzünden anlaşılıyordu:

“Yine neler oluyor?” dedi Emir elini kaldırıp onu sustururken ciddi bir ifade ile bana baktı:

“Berzah seninle konuşmadı mı bugün?”

“Konuşmak mı? Havalından beni sürükleyerek buraya getirmesini mi kastediyorsun?”

“Yani Berzah sana hiçbir şey anlatmadı ve ona rağmen sen İstanbul’a gitmeyip buraya onunla beraber mi döndün?” gözlerimi kırpıştırıp şaşkınlıkla Emir’e baktım. Nereye varmaya çalıştığı anlamamıştım.

“Beni zorla getirdi. Hem ona bir söz verdim onun-“

“Yani sırf bir söz için mi seninle oyun oynayan güvenilmez bir adamın yanına geri döndün?”

Emir’in laf baz olduğunu unutmuştum. İçimde onun on iki den vurduğu çanlar çalarken ne demeye çalıştığını anlamıştım tabi ki de. Şimdi öfkemin yerini heyecan almıştı. Yüzüm hemen kızarmaya başladı ben duygularımı bastırmaya çalışırken. Şükran teyze ifadesiz bir yüzle gözlerini sehpaya odaklamıştı. Onun da cevabı hazırdı ama dile vurmuyordu. Toparlamaya çalıştım:

“Hayır, yanlış anladın.“

“Berzah senin için o raporu hazırlamamızı istedi.” ellerimin titremesi gibi tüm hayati fonksiyonlarımda durdu o an. Gözlerim anında Emir’e döndü:

“Benim için mi?”

“Evet, aksi halde Nadir’in senin yakanı bırakmasına imkân yoktu. Nasıl olurda amcan senin Berzah ile evlenmene razı geldi, ne sanmıştın? Birkaç uyduruk ihale için mi? Sence Nadir Karan elinde o kadar hisse varken seni altın tepside Berzah’a sunar mıydı hem de Berzah’a hiç güvenmiyorken?”

Yeni bir şok ile Emir’i dinledim. Şimdi taşlar biraz oturuyordu yerine, tabi ya amcam neden böyle bir şeyi kabul etsindi ki ve nasıl olurdu ben bunu daha önce akıl edememiştim. Berzah’ı hiç dinlememiştim ve aklıma ilk geleni yapıp gitmeye kalkışmıştım. Onun neden o kadar sinirlendiğini şimdi anlıyordum. Kendime kızdım. Berzah amcamın beni kullanmasına izin vermediği için benimle evlenmek istemişti. Beni amcamdan uzak tutuyor, beni koruyordu. Ama ondan önce başka bir şey vardı; Berzah bunu neden yapıyordu?

“Ama neden?” diye kendi kendime söylendim. Emir ise cevap vermek yerine sadece güldü sonra Şükran teyzeye bakıp kolunu omzuna attı.

“Sen ne dersin Şükran sultan bu meseleye?”

“Vallahi her şey olacağına varır. Bu garip kız bizim oğlana vesile imiş. Allah böyle vesileyi Berzah’ıma hayretsin.” derken gözlerinin içiyle gülümsüyordu. Emir de kafasını sallayıp:

“Âmin.” dedi.

Ben ise hala şaşkın şaşkın onlara bakıyordum. Anlayamadığım bir dilde konuşuyorlarmış gibi gözlerimi kırpıştırdım. Hayır canım, hayır Hare! O aklından geçen her ne ise onu sustur çünkü bu abartılı yaşadığın hissiyatın sana bir tokat indirip seni mahveder. Eğer kalbinden geçtiği gibi değilse durum, sen yaralanırsın. Kalbim ritmik bir şarkı gibi gümbürdüyordu, başım döndü bir an.

“Hare, yüzün kül gibi oldu yine.” Emir’in endişeli sesi kulaklarımda uğuldadı, ayağa kalkarak salondan çıktığında Şükran teyze yanıma geldi elini anlıma koydu:

“Kuş kadar yiyor. Dengesiz beslenme hep bu. Bundan sonra öyle iştahsızlık falan yok. Kızarım artık.” Emir saatine bakıp bana döndü:

“Ailenin reisi hala gelmedi mi?”

“Hare’yi bırakıp çıktı o. Gece geç gelirim beni beklemeyin, dedi.” Emir bıyık altından güldü:

“Normalde bizi umursamayan adam sana açıklama mı yaptı yani?” bana kısa bir bakış attı: “Gördün mü Hare? Şimdiden hayır getirdin bu eve.”

“Aksine. Bana çok kızmıştı havaalanında burnundan soluyordu. Korktum açıkçası.”

“Öfkesi çabuk geçer geçmesine de. Karşısındakinin duygularını pek önemsemez, o yüzden ne derse desin çok da kafana takma ve de fazla sinirleriyle oynama. Benden söylemesi. Kafamı beş dakika suyun içinde tutmuştu bir keresinde, arabasını çarptığım için. Boğuluyordum az kalsın.” istemsiz güldüm. Hiç de şaşırmamıştım açıkçası. Berzah onu yapacak kadar psikopat bir kişiliğe sahipti zannımca.

“İki buçuk dakika da ölmezdin” gelen sese döndüğümüzde Berzah’ı salon kapısında gördüm: “çünkü nefesini 3 dakika 49 saniye tutabildiğini biliyordum.” Bize doğru gelirken bir yandan da ceketini çıkardı. Sağımda ki tekli koltuğa oturdu. Emir ona güldü:

“Böyle bir cezada kullanacağını bilseydim hiç sana söyler miydim?”

“Hak etmiştin.” Şükran teyze:

“Geç gelirsin sanıyordum oğlum.” dediğinde Berzah ona bakmadı:

“İşim vardı, iptal oldu.” dedi:

“Açsan bir şeyler hazırlatalım mı?”

“Yorgunum, dinleneyim.” diyerek kalktı oturduğu yerden, odasına gitmek için arkasını döndüğünde Emir sırıtarak bana baktı ardından ise muzip bir şekilde göz kırptı:

“Hare, az önce tansiyonun düştü bak zor kendine geldin. Senin yemek yemen gerek o yüzden de Berzah olmadığına göre akşam yemeğini baş başa yiyeceğiz.” ben bir şey anlamadan ona bakmaya devam ederken o bir tepki bekleyerek Berzah’a baktı. Berzah birden durdu:

“Sanırım biraz açım.” dedi ve ardına bakmadan yukarı çıktı. Emir zafer kazanmış bir edayla gülümseyerek ardına yaslandı. Şükran teyze ise şaşırmış bir vaziyetteydi:

“Uzun zamandır ilk defa beraber yemek yiyeceğiz galiba.” dedi ve hüzünlü hüzünlü gülümsedi.

Alelacele salonda ki büyük masayı hazırladık. Emir hemen yerini alıp bizi beklemeden yemeğe daldı ama Berzah hala gelmemişti. Şükran teyze de daha fazla beklemeden yemeğe başladı ama benim gözüm merdivendeydi. Acaba çağırmamız gerekmiyor muydu diye düşünüyordum. Şükran teyze bana baktı:

“Başlasana kızım, soğutma yemeğini.”

Önüme dönüp yemeğe başladığım sırada Berzah merdivenlerde göründü. Üzerini değiştirmiş, siyah bir uzun kollu ve siyah bir kot giymişti. Onu ilk defa takım elbise dışında başka bir kıyafetle gördüğüm için birkaç saniye bakışlarım üzerinde oyalandı, hoşuma giden bu rahat görüntüsü beni gülümsetti. Ona kayan bakışlarım ve dudağımın bir kenarının yukarı kıvrılışı… İçimden geçenleri anlamış gibi Berzah da bakışlarını kaldırıp bana baktı, hemen bakışlarımı çektim.

“Berzah da geldiğine göre yemeğe başlayabilirsin, Hare.”

Emir’e gözlerim çakmak çakmak bakakaldım. Şükran teyze gülümsemesini bastırıp yan yan Emir’e uyaran bakışlar atıyordu ama o oralı bile değildi. Saç diplerime kadar kızardığımı hissedip sesimi çıkarmadan besmele ile yemeğime başladım. Bir ara göz ucuyla baktığımda Berzah’ın da gülümsediğini görür gibi oldum.

Yemek faslından sonra Berzah ve Emir tahminimce çalışma odasına geçtiler. Ben de Şükran teyze ile birer kahve içerken sohbetin ortasında saatin ilerlediğini gördüm, eve gitme vaktim gelmişti. Şükran teyzeden müsaade alıp Berzah ile Emir’in olduğu odanın kapısını çaldım. Kapıyı yavaşça açıp içeriye bir göz attım Berzah ayakta pencerenin önündeydi Emir de masaya oturmuştu. Beni görünce gülümsedi ardından Berzah’a baktı benimde bakışlarım Emir ile birlikte ona kaydığında göz göze geldik. Emir dosyayı yanına bırakarak ayağa kalktı ve sessizce odadan çıktı. Berzah bana bakarken bir süre ne diyeceğimi bilemeden kaldım karşısında sonunda cümlenin bir ucunu yakaladım:

“Geç oldu ben artık çiftliğe dönsem iyi olur.” Berzah’ın anında bana dönen bakışları bir an yumuşacık göründü gözüme ama yanılıyordum. Bir süre cevap vermeden öylece bana baktı:

“O evde istenmiyorsun.”

“Yine de ben, oraya gitmek istiyorum.”

“Neden hala orayı evin olarak görüyorsun? Seni kovmalarını mı bekliyorsun?” gözlerim doldu ama bunu bastırıp onu cevapladım.

“Eğer kovarlarsa bir daha oraya gitmem.”

“Bunu beklemeyi bırak .”

“Berzah benim ailem yok. Bir başınayım ben fark etmedin mi hiç? Benim şimdilik oradan başka gidecek bir evim yok.”

Berzah beni anlar mıydı emin değildim. Belki de anlamıştı öyle ki sessiz kaldı bir süre. Ona bakmayı reddettim. Yavaş adımlarla pencerenin önünden ayrıldı ve gelip karşımda durdu. Bakışlarımı kaldırdım. Safir gözlerinde bir titreme gördüm ve çehresi maskesini indirmişti:

“Orası senin evin değil artık. Senin evin burası, benim yanım… Bir başına da değilsin… Şükran annem, Emir var… Ben varım... Çaren de benim artık.”

Safir gözlerinde ki zelzele durdu. Siyah hareler kımıldandı, taşlar yuvarlandı gözlerinde. Önce duvarlar örüldü, bir çatı konuldu üstüne. Pencereler açıldı, kapısı konuldu. Bir ev oluştu. Berzah bana ev oldu safir yurdunda. Az önce ki kırılan dalım merhemini aldı, sarındı. Diyecek bir kelimem yoktu ona.

“Çareye bak…”dedim alaya alarak söylediğini: “o bile elimi kolumu bağlıyor.”

“Evet, elin kolun bağlansın, bağlansın ki yanımdan ayrılma.” gülümsedi o an anladım ne demek istediğini. Şaşırarak ona baktım:

“Berzah burada kalamam.”

“Neden?”

“Çünkü evde sen ve Emir varsınız… Bu… Caiz değil.” Berzah söylediklerimi tarttı bir süre.

“Tamam, Emir’e söylerim kendine kalacak bir yer bulur.” dedi ve masaya geçip oturdu. Kendisi ile ilgili açıklama yapmaması beni düşündürdü:

“Peki sen?” şaşırarak bana baktı:

“Bende mi caiz değilim.” bunu öyle masum bir şekilde sormuştu ki, gülmemek için kendimi zor tuttum:

“Sende erkek olduğuna göre, evet.”

“Ama bir süre sonra evleneceğiz yani kocan olacağım.”

“Ama şuan bana namahremsin.” söylediğim şey hoşuna gitmemişti bunu yüz ifadesinden anlamıştım. Hoşnut olmayan çehresi bir süre düşündü:

“Tamam,” dedi masadan kalkıp yanımdan geçerken: “buna da dayanırız artık.”

Odadan dışarı çıktı, bende ardı sıra onu takip ettim. Koridora çıkıp Emir’e seslendi. Emir geldiğinde ise hiç açıklama yapmadan evden çıktılar. Şükran teyze onların ardından bakarken bir şey anlamadığı açıktı, soru soran bakışları bana döndü. Cevapladım:

“Bundan sonra burada kalacakmışım.” Şükran teyze gülücüklerle karşılık verdi. Sevinçle omuzumu okşadı.

“Çok iyi düşünmüş Berzah. İşte şimdi ailemizin bir parçası oldun artık.” dedi.

Yorgunluktan bitap düşmüş bir halde Şükran teyzenin benim için hazırlattığı odama çıktım. Valizim benden önce gelmişti. Birkaç eşyam hala amcamlarda kalmıştı onları bir ara almalıydım ama o eve gitmeye cesaretim yoktu çünkü nasıl karşılanacağımı artık kestiremiyordum. Onları arayıp aramamam gerektiğini de bilmiyordum. Bunu zamana bırakmaya karar verdim.

Berzah’ın bana hediye verdiği gümüş çerçeveyi de hemen yatağın başucunda duran komodinin üzerine yerleştirdim ve kendimi yatağa bırakıp gelişi güzel uzandım. Beyaz tavanla bir müddet bakıştık. Onca ay sonra ilk kez biri beni ailesinden biri olarak görmüştü tabi Lale teyze ve Kamil amca da onların ailesinden olduğumu söylemişlerdi ama hissetmek farklı bir şeydi. Kendimi uzun zamandır ilk kez bir yere ait hissetmiştim ve bu hissin sakinleştirici etkisi yüzümü gülümsetip beni ağlatacak kadar değerliydi. İçimden bir Ayet-el Kürsi okuyup gözlerimi yumdum. Sadece üç ay için de olsa yeni aileme hoş gelmiştim.

. . .

Sabah namazından sonra okuduğum Kuran’ın kapağını kapattığımda bakışlarım pencereden dışarıya kaydı. Hava yeni yeni aydınlanmaya başlamıştı. Güneşin ilk ışınlarının yeryüzüne değişini seyre dalarken karşımda ki manzaraya ‘Subhanallah’ dedim.

İki gündür Şükran teyze ve Gülistan ablayla evin içinde zamanın nasıl geçtiğini anlamıyordum. Elhamdülillah iki gündür yüzüm gülüyordu ve mutluydum. Ayrıca Berzah’ı da görmüyordum. Ona iki bekâr erkekle aynı evde yaşamamın caiz olmadığını söylediğimden bu yana eve gelmemişti. Emir bile dün akşamüzeri uğramış yemek yiyip geri çıkmıştı ama Berzah yoktu. Emir onun işi olduğunu söylemiş, fazla çalıştığından, kendini çok yorduğundan şikâyet etmişti. Kafasında dönüp duran seslerden uzaklaşmak için başka şeylere odaklanıyordu, tahmin edebiliyordum. İçinde sönmesine izin vermediği sürekli harladığı cehennemin aslında kendi kurduğu bir başka dünya olduğunu ona söylemek istiyordum ama artık bunu ona duyurabileceğimden emin değildim.

Yutkunduğum sırada boğazımın kuruduğu anlayıp bir bardak su içmek için mutfağa indim. Sabahın bir saatinde gürültü yapmamak için yumuşak adımlarla mutfak kapısına geldiğim sırada giriş kapının açılma sesini duydum. Gülistan abladır diye düşündüm ve yürümeye devam ettim. Tezgâha yaklaşıp sürahiden bardağa su doldurdum ve içmeye başladım. Başörtümün ucu omzundan düştü ve elimle buna engel olmak isterken diğer elimde tuttuğum bardak elimden birden kaydı ki hızla atıldım ama düşen bardağı benden önce başka bir el tuttu. Çok şükür ki bardak kırılmadı ama arkamda birden beliren elin sahibini görmemle ağzımdan çıkan çığlık Berzah’ı da ürkütmüş olacak ki bardağı bu defa o düşürdü. Yere düşen cam parçaları etrafa dağıldı. Ben korkudan hızla atan kalbimin üstüne elimi koymuş sakinleşmeye çalışıyordum ve bu gürültü ile kimsenin uyanmamasını diliyordum. Berzah ise karşımda başını havaya dikmiş gözlerini kapatmış sessizce bir sabır çekiyordu. Birkaç saniye sonra bakışlarını eğip bana baktı. Özür dileyecektim ama sağ eliyle ağzımı kapattı, boşta kalan elini dudaklarına götürüp sus işareti yaptı. Elinin üzerinde ki kızarıklık dikkatimi çekti o anda. Kaşlarım çatık ona baktım, ne olduğunu soracaktım ki dudağının kıvrımında ki kurumuş kan lekesini gördüm:

“Şşş!” dedi bu defa etrafı dinlerken. Ellerini indirdi. Birkaç saniye sonra ise Gülistan ablanın sesi duyuldu:

“Şükran abla?” çıkan gürültü ile uyanmıştı. Bütün vücudumu bir heyecan dalgası kapladı. Sabahın bu saatinde üstelik Berzah ile yalnız burada bulunmam garipsenecek bir durumdu. Ben telaş içindeyken Berzah oldukça soğukkanlı görünüyordu:

“Bir şeyler söyle.” dedi fısıltı halinde.

“Hiç eve uğramadın, iki gündür neredeydin?” sorum üzerine Berzah’ın bakışları yumuşadı safirlerinin siyah hareleri ışıldadı, gülmesini bastırarak tekrar gözlerimin içine baktı:

“Bana değil Gülistan’a bir şey söyle.”

Gülümsemesi genişleyince yaptığım ufak hatanın farkın vardım. Gözlerimi kapatıp bir adım geri çekildim utanarak. Berzah’a karşı artık sayamadığım mahcubiyetime yeni birini ekleyerek, kendime kızdım sonra kapıya doğru gittim, neyse ki Gülistan abla daha koridorun başındaydı:

“Benim Gülistan abla bardağı düşürdüm.”

“Bir yerine bir şey oldu mu, sen dur ben temizleyeyim Hare.”

“Yok, sen uyu Gülistan abla birkaç parça zaten ben temizlerim.”

Neyse ki fazla üstelemedi. Rahatlayarak tekrar mutfağa döndüğümde Berzah yeni bir bardağa doldurduğu suyu kafasına dikmişti. Ona bakmadan üst dolaptan çıkardığım ilk yardım kutusunu büyük masaya koydum. Berzah beni göz hapsine almıştı ve ne yaptığıma bakıyordu, ona tereddütle yaklaştım. Musluktan ılık su ile ıslattığım biraz pamuğu elime aldım.

“Elini uzat.” dediğimde kımıldamadı. Ardından bakışlarım ile elini gösterdiğimde, uzattı. Ona bu kadar yakın olmak kalp atışmışlarımın normal değerlerini iki katına çıkarıyor, ellerimin titremesine sebep oluyordu. İçimden bir İnşirah’a başladım sonra üç Estağfurullah çektim. Ona bakmaktan özellikle kaçınıyordum ve tabi ki başka bir rezilliğe mahal veremezdim. Sessizce elinin üzerinde ki kurumuş kan lekelerini temizledim üzerine biraz krem sürdüm ve ardından bir yara bandı yapıştırdım.

“Kavga mı ettin?”

“Önemli bir şey değil.” dedi üstelememem için sesi beni uyarıyordu. Bende dediğini yapıp sessiz kaldım. Bir parça pamuk daha alıp ılık suda ıslattım, dudağının kenarını da silmesi gerekiyordu ama bunu ben yapamamalıydım. Pamuğu ona uzattım elimden alıp pamuğa baktı bir iki saniye. Gözlerimi devirdim:

“Dudağının kenarında kan lekesi var.” dedim. Beceriksizce pamuğu yaranın üzerine götürdü. Mutfak tezgâhına yaslanıp ona baktım; saçları dağınıktı. Üzerinde yer tozlanmış bir gömlek vardı ve gömleği rast gele pantolonunun üzerine bırakmıştı. Kaç yaşında adam, kiminle, ne için kavga etmişti ki?

Beceriksizliğinden bir türlü temizleyemediği küçük yaraya pamuğu bir kez daha bastırdı, canı yanmış olsa gerek ki yüzünü buruşturdu. İçimden bir istiğfar çektim ve elinden pamuğu aldım. Berzah bana şaşırarak baktı ama onun safir gözlerinin baskısına boyun eğmemek için kendime cesaret verdim. Gözlerini bana dikmiş bakarken bu cesaretim elbette yol şaştı. Elimin titremesine, heyecanımın katlanmasına engel olamadım. ‘Subhanallah’ dedim içimden. Pamuğu yaraya bir kez daha dokundurduğumda yüzünü buruşturdu, dayanamayıp:

“Aşağıya bak.” dedim sonunda dikkatimi dağıtan gözlerinden kurtulmak için. Berzah bunun farkında olduğu için dudağında bir gülümseme oluştu: “Gülme.”

Beni dinleyerek gülmesini bastırdı. Aceleyle işimi bitirip biraz krem sürdükten sonra Berzah’a bakmadan mutfaktan çıktım.

Kahvaltı da çayları servis ederken Berzah salona geldi. Elinde bir sırt çantası vardı. Şükran teyzenin Berzah’ a olan donuk bakışlarını fark ettim ama Berzah bilerek ona bakmıyordu. Sırt çantasını bir kenara bırakıp masaya oturdu. İyiye alamet değildi bu. Bakışlarım ikisi arasında gidip gelirken kahvaltının sonuna doğru Berzah boğazını temizledi:

“Üç gün sonra formaliteden bir nişan yapacağız. Şu işi resmi olarak duyurmamız gerekiyor. Ondan önce de bir iş için iki günlüğüne il dışında olacağım.”

Bizden cevap beklemeden ve yüzümüze bakmadan ayağa kalktı. İçime tuhaf bir his oturdu onun bu hali ile. Gitmek için çantasını omzuna astı. Şükran teyzenin yüzünün asıldığını gördüm. Anladım ki o Berzah’ın nereye gittiğini biliyordu ve her nereye gidiyorsa bu iyi bir yer değildi. Berzah, Şükran teyzenin elini öptükten sonra bana döndü:

“Benimle gel.” diyerek yürümeye başladı ardı sıra onu takip ettim. Siyah arabanın kilidini açıp çantasını ön koltuğa bıraktı ve bana döndü:

“Ben yokken bir şey olursa kesinlikle Emir’i ara. Beni anladın mı Hare?” ses tonu gerçekten korkularımı kuytularından bulup zorla gün yüzüne çıkarmıştı.

“Nereye gidiyorsun?” diye gelişigüzel sordum. Berzah ifadesiz bir yüzle baktı ardından sorduğum soruyu sormamışım farz edip:

“Beni anladın mı?” diye tekrar etti.

“Nereye gidiyorsun?”

“İyi bir yere değil.”

“Oraya değil mi? Halid’in kalesine.” Berzah sessizce gözlerimin içine baktı.

“Hayır.” yalan söylüyordu, yineledi sorusunu: “Beni anladın mı Hare?” Ona gitme deme isteği yüreğimden prangalı fısıltılar ile atılıyor ama dilime varmıyordu.

“Anladım.”

Hissetmiştim ki o fısıltılarım prangalarından kurtulmuş onun yüreğine ulaşmıştı. Gözümün dolmasını görmesini istemediğimden bakışlarımı kaçırdım. Berzah birkaç saniye bekledikten sonra arabaya binip aceleyle gaza yüklendi.

. . .

Üç gün sonra Berzah dönmedi ve onun dün gece geleceğini söyleyen Emir den de haber yoktu. Her şey söyledikleri gibi ilerliyordu ama kimseden tek bir açıklama bile gelmiyordu. Hiçbir şey bilmeden, yapmadan sadece beklemeyi hazmedemiyordum çünkü korkuyordum. Tıpkı annem ve babam gibi birinin gelip Berzah’ın ölümü haberini yüzüme söyleyecek diye ödüm kopuyordu. Aklım bulandı yeniden içim darlandı, endişelerim sığamadı bir yere zihnime saçıldı ve sonunda dayanamadım. Komodinin üzerinde duran telefonumu alıp Selen’i aradım. İlk çalışta açtı:

“Hare Hanım?”

“Günaydın, rahatsız ettiğim için üzgünüm ama senden bir şey isteyeceğim.”

“Nişan ile ilgili bir problem mi var?”

“Evet, Berzah yok. Çarşamba sabahı çıktı evden dün dönmüş olması gerekti. Nereye gideceğini söylemedi ama Halid Demir için gittiğine eminim. Onu bulabilir misin?”

“Elbette ama bir ipucuna ihtiyacım var.”

“Bir şey çıkar mı bilmiyorum ama telefonuma farklı numaralardan aramalar geldi onlarla başlarsan bir yararı olabilir.”

“Tamam, bir şeyler bulunca hemen size döneceğim.”

“Artık patronun değilim ama-“

“Benim tek patronum Hicaz beydi. Şimdi ise sizsiniz Hare Hanım. O yüzden siz ne isterseniz onu yapacağım.”

Babamın bu kadını neden sevdiğini şimdi bir kez daha anlıyordum. Selen yetimhanede büyümüştü babamın burs verdiği öğrencilerden biriydi ve son on yıldır bizim şirkette sekreterlik yapıyordu ama aslen benim yerime şirketi yönetiyordu yine bizim şirketin pazarlama müdürü olan abim saydığım Fırat ile evliydi. İkisini babam tanıştırmış evliliklerine de o sebep olmuştu. Selen, babama olan minnet borcunu sadakatiyle ödüyordu bende ona bu sadakati için minnet duyuyordum. Ona her konuda sonuna kadar güveniyordum ve mutlaka bir şekilde Berzah’ın nerede olduğunu bulabilirdi. Nasıl yapıyordu bilmiyordum ama elinin uzanmadığı ya da hakkında bir fikri olmadığı tek bir konu bile yoktu. Bu yüzden harika bir insandı nazarımda.

Selen’in bir şey bulacağı konusunda biraz olsun rahatlamış bir şekilde kahvaltı için çıktım odamdan. Yarım saatlik bir çay ile bakışmadan sonra masadan kalktım. Benim gibi Şükran teyzenin ve Gülistan ablanın da iştahı yoktu. Biraz hava almak için bahçeye çıkıp yürüdüm. Amcamlarla ilişkiyi koparmışız gibi görünüyordu aramamalarına ya da sormamalarına şaşırmamıştım. Hala amcamla çalışıp çalışmadığımı da bilmiyordum son üç gün ofise hiç gitmemiştim, izin de almamıştım o da tıpkı ondan beklenildiği gibi beni aramamıştı bile. Ne de olsa başından savıp Berzah’a itmişti beni, artık uğraşacak bir mesele değildim onun için. Bunun sebebi ise yine Berzah’tı elbette ve ben şuan onun başına bir iş gelmiş olabileceği ihtimali için korkuyordum.

Saat beşi gösterirken Şükran teyze ile nişanın yapılacağı mekânda bir kez daha aradım Berzah’ı yine ulaşamadım. Aynada ki yansımama göz gezdirdim. Üzerimde ki siyah abiye yere doğru süzülüyordu. Kasvetten çok asil bir havası vardı. Bileklerinde, sırt bölgesinde ve göğüs hizasında başlayıp ayakucuna kadar inen altın işlemeleri vardı. Birkaç santimlik siyah topukluları ayağıma geçirip Şükran teyzenin karşısına geçtim. Beğeni dolu ifade ile beni süzerken dudakları mırıldanmaya başladı. Onun dua fısıltıları kulağıma çalınmaya devam ederken ben endişeden ölmek üzereydim. Son bir saat kalmıştı ve Berzah hala yoktu. Derin bir nefes aldım ve tekrar telefona baktım hiçbir arama yoktu. Koltuğa fırlatırcasına bıraktım telefonu. Ardından volta atmaya başladım odada.

Artık Berzah’ın başına bir şeyler geldiğine kesinlikle emindim ve yerimde duramıyordum derken kapı tıklatıldı usulca. İçimde bir heyecan tufanı koparken ‘çok şükür’ dedim rahatlayarak. Kapı açıldığında beklentilerim boşa çıktı. Talha’nın kardeşi Leyla kapıdan bana gülümserken ona zoraki gülümsedim:

“Başka birini mi bekliyordunuz?” dedi ardından kapıyı yavaşça kapattı. Sarı saçlarının bukleleri omuzlarından dökülüyordu üzerine giydiği yavruağzı fiyonklu elbisesi ile göz kamaştırıyordu. Yanına gidip yanaklarından öptüm:

“Hoş geldin.”

“Çok güzel görünüyorsun Hare abla… Ve çok endişeli.”

“Çok mu belli oluyor?” diye sordum. Başını onaylayıp gülümsedi. Eğer Leyla buradaysa abisi de burada olmalıydı değil mi?

“Talha burada mı Leyla?”

“Hayır, ben Yavuz abi ile geldim.” deyince içimde ki huzursuzluk büyüdü. Leyla, geçip Şükran teyzenin yanına oturdu, ona sarılıp derin bir nefes aldı.

“Allah, en-Nasir.(kullarına yardım eden)” dedi derin bir iç çeken Şükran teyze ve Leyla’nın saçlarından öptü.

Saat 17:30’u gösterirken üçümüz hala bekliyorduk. Leyla ve Şükran teyze sakince oturmuşlardı ama ben sakinleşemiyordum. Anladım ki ikisi de alışkındı böyle durumlara. İçten içe benimle aynı duyguları yaşıyorlardı ama bu duygunun önüne perde tutmayı, endişelerini arkalarında gizlemeyi başarmış gibilerdi. Berzah ile beraber olduğum süre boyunca bende onlar gibi olacaktım. Beklemek ya da sabretmek gibi bazı duygulara alışacaktım. Zamanla bu aceleci tavrım da geçecekti belki ama şimdi buna dayanamazdım, bu kadar yeterdi. İlk olarak koltukta ki telefonumu aldım ve iki adımda kapıya ulaştım, kulpunu indirip açtığımda önüme çıkan bir erkek ayakkabısı gördüğümde heyecanla başımı kaldırdım ama gelen Emir’di ve kesinlikle Berzah’a bir şey olmuştu.

“Hare-“

“Berzah nerede?” ellerim titremeye başlamış öfke ve korku gözlerimi acıtmaya başlamıştı. Emir’in yerinde bir an Selen belirdi. Başımı sallayıp bu görüntüyü uzaklaştırdım. Emir kısa bir nefes aldı:

“Aslında dünden beri ona ulaşamıyorum.” dediğinde donup kaldım. Bunu nasıl şimdi söyleyebiliyordu?

“Talha bir şey bilmiyor mu?”

“Ona da ulaşamıyorum.” dedi fısıltı ile gözleri bir an içeriden bize bakan Leyla’ya kaydı.

“Hemen onun nerede olduğunu öğrenmemiz gerek-“ sözümü elimde ki telefonun titremesi kesmişti ekranda Selen adını görünce hemen cevapladım:

“Alo,” karşı tarafı uzunca dinledikten sonra telefonu sessizce kapattım. Ne yapmam gerektiğini düşünmeme gerek yoktu. Emir’e dönüp:

“Gidiyoruz.” dedim ve yüzüne bakmadan kapıdan çıktım. Emir arkamdan gelirken ses tonu şaşırdığını ele veriyordu:

“Nereye?” diye sorduğunda durup derin bir nefes aldım ve şuan asla olmak istemediğim yer tozlu anılarımın bulunduğu raftan çıkıp etrafımda bir iki tur attı. Emir’e döndüm ve kendimden emin bir sesle cevap verdim:

“Halid’in kalesine.”

***


Loading...
0%