Yeni Üyelik
12.
Bölüm

11.Bölüm

@cigdemgah

Berzah Akad’ın adını duyduğum günden bu yana zor olanın ne olduğunu, asıl NUN olunması gereken meselenin ne olduğunu ve nasıl olduğunu, beklemenin anlamını, uzak kalmanın acısını ve haram bir sevgiye gözlerini kapatmaya çalışırken nasıl içinin acıdığını çok iyi öğrenmiştim. Elbette ki bu o çok zor zamanlar birer neticeyle sonuçlanmıştı.

Yüreğimde bazı şeyler vardı. İstem dışı ortaya çıkmış olan bazı duygular, bazı karmaşalar. Sanki bir savaş çıkmıştı içimde de ben ortada kalmışım gibi hissediyordum. Omzumda birçok yük vardı… Yalnızlığımın, bir başına oluşumun, elimde değerli hiçbir şeyimin kalmayışının, yüreğimin dahi beni dinlemeyişinin, ne yapmam gerektiğini bilmeyişimin tüm ağırlığı aslında omuzlarımdan çok kalbime yükleniyor, yoruyordu. Maddi olarak bir şeyim yoktu. Maneviyatta ise kıldığım namaz, ettiğim dua ve yüreğimin taşıdığı safir alevden başka elimde hiçbir şeyim yoktu. Hani madem her şey hiçlik döngüsündeydi o halde mesele elindekinin değerini bilmekti ya bende öyle yapıyordum. Elimde emin olduğum sadece Berzah’a olan sevgim vardı. Tabi bazı şeyleri kaybetmeme sebep olan bir adamdı Berzah. Buna değin beni parçalamayan, güvende hissetmemi sağlayan ve acayiptir beni koruyan bir adamdı. Velakin çıkarı içindi ama öyle bir başınaydım ki yanımda hep Berzah vardı. Belki de onu sevmemin diyeti elimdeki her şeyi kaybetmemdi, kim bilir? Şems diyordu ya ‘Aşk için neyi feda edebilirsin?’ diye bunun üzerine başını vermişti. Benim fedakârlığımda bu muydu? Beni koruyan sevgi ile büyüten bir aileyi kaybetmem miydi? Allah bilir.

Düşündüm ki elimde olan tek şey Berzah’tı madem daima onun yanında olmalıydım. Anlamadan gün geçtikçe ona daha çok bağlanıyordum, onunla aynı yolda yan yanaydım ve onun doğru görüp de yürüdüğü yol amcamın ölümüne çıkacaktı ve madem yanlış olan bir şeylerin olmaması gerekiyordu ben buna engel olmaya hazırdım. Ama benim bu Leyla lığıma değin Berzah bana Mecnun olamazdı. Salt kininin bulunduğu ve hiçbir yer bırakmadığı bir kalbe sahipti. Gözünün gördüğü tek bir amaç vardı ve harladığı cehennemi ancak amacını gerçekleştirdiğinde sönecekti. Yine de bana kalacak bir aile verdiği için ona minnet doluydum ve şuan nişanlanacağımız gün o minnet duyduğum, sevdiğim ve duvarlarına yaklaşmaya korktuğum adam söz vermesine rağmen yanımda değildi. Selen arayıp da Berzah’ın telefon sinyalinin en son dün Halid’in kalesini gösterdiğini söylediğinde zaten parçalı bulutlarla kaplanmış gökyüzümde bir fırtına koptu. İçimin bir yerlerinde kötü bir his dolaşıp ortalığı darmaduman etti. Ne olursa olsun benim için değilse bile salonda bekleyen bilmediğim önemli mevkilerde ki insanlar için Berzah burada olurdu, olmamasının bir sebebi vardı. Tahmin ettiğim gibi başına bir şey gelmişti. Bir an Berzah’ı görmek isteği kabardı içimde kalede ya da başka bir yer neresi olursa olsun Berzah’ı sağ salim görmeliydim. Kendimin gitmesine gerek kalmayabilirdi Emir mutlaka bunun için bir şeyler düşünmüş olmalıydı ama tehlike insanın sevdiği biriyle yan yana anılınca beklemek insana azap veriyordu. Emir ifadesiz bir yüzle bana bakmaya devam ederken tekrar yürümeye başladım bir yandan da aklımdaki planı anlatıyordum:

“Önce eve gidelim üzerimi değiştirmeliyim. Sınırı geçmek kolay ama oraya tekrar nasıl gireceğimizi ise sen söyleyeceksin. Emir?” arkamı döndüm Emir hala yerinde duruyordu ona hadisene der gibi baktım. Bir şey diyecek gibi oldu ama vazgeçti söylediklerimden hiçbir şey anlamamış gibi bakıyordu, bana doğru yürümeye başladı:

“Sanırım sana hazırladığım o raporu bu yaptığınla doğruluyorsun. Ne dediğinin farkında mısın?” onu duymazdan geldim.

Emir ile birlikte koridoru geçtik tam kapıya yönelmişti ki onu durdurdum tabi ki çıkış kapısından çıkamazdık. Tüm misafirlere görünemezdik aksi halde işler sarpa sarabilir vermek istediğimiz iyi imaj bizi ters köşe edebilirdi. Emir’in kolundan tutup arka çıkışa yönelttim:

“Gayet farkındayım. Berzah’ın şuan burada olması gerekiyor tüm misafirler burada, rezil mi olmak istiyorsun? Her neredeyse gidip onu bulmalı ve nasıl olurda bir genç kızı nişan günü yüzüstü bırakabiliyor hesabını sormalıyım? Ayrıca Şükran teyzeyi ara bir bahane bulmalıyız nişanın haftaya ertelendiğini söyleyelim.” arka tarafta bulunan çıkış kapısına geldiğimizde Emir önüme geçti ve beni durdurdu kaşları çatıktı alay ve sinir karışık yarım ağız güldü:

“Hiçbir yere gitmiyoruz çünkü-”

“Sen gelmeyebilirsin.” Berzah benim arkasına takılmış kedi yavrusu gibi Kale’ye gitmeme asla izin vermezdi adım gibi emindim ama ben gayet kararlıydım. Onu dinlemeden kapıya yöneldim, kapıyı açıp kendimden gayet emin bir şekilde Emir’e döndüm: “Ama ben gidiyorum.” kapıda Talha belirdi. Yalnızdı, aradığım kişinin yanında olmayışı yine bir hayal kırıklığı yaratmıştı:

“Talha! ... Berzah nerede?” Talha kaşları çatık önce bana sonra da arkamda duran Emir’e baktı bir yandan da elinde ki kravatı düzeltiyordu.

“Nasıl? Yine mi kayboldu?” anlamazcasına ona baktım o da tek kaşını havaya kaldırıp sessiz bir soru soruyormuşçasına Emir’e uyaran bakışlar attı. Emir yaptığı küçük bir yanlıştan sonra yakalanan çocuk gibi kısa bir nefes verdi:

“Abi bende onu açıklamaya çabalıyordum şimdi.” Talha net bir tonda hala kravatı ile uğraşırken konuştu:

“Berzah içerde, giyinmeye gitti-”

İlk iki kelimeyi duymak bana yetmişti Talha’nın cümlesinin sonunu beklemeden koşarcasına Berzah için ayrılmış olan odaya gittim. Emir’in yanından geçerken ona pis pis baktım. Aklında neler geçtiğini bilmiyordum ama bu konuyu daha sonra Berzah’a anlatacağına ve sürekli bana imalarda bulunacağına adım gibi emindim. Odanın kapısına vardığımda nefes nefeseydim, soluklanmayı bile beklemeden içeri girdim ama odanın her tarafına baktıysam da onu göremedim. Tekrar koridora çıktım vakit kaybetmeden Şükran teyze ve Leyla’nın beklediği odaya doğru yöneldim, kapıyı açtığımda Berzah’ı odanın ortasında, ayakta, sırtı bana dönük görünce yüzümü bir gülümseme kapladı. Talha ve Emir benden önce gelmişlerdi. Bilerek Emir’i görmezden geldim, Leyla ellerini Talha’nın beline dolamış rahatlamış bir şekilde gülümseyerek bana bakıp göz kırptı.

“Çok şükür.” diye sesli bir şekilde söylendim ve rahat bir nefes aldım, kalbimin üzerine oturmuş bir taş kanatlanıp yükümü hafifletti. Berzah sesimi duyunca hemen bana döndü. Şükran teyze de gülümseyip Berzah’ın kol düğmesini ilikledi. Berzah’ın bakışları hala üstümdeyken beni baştan ayağa süzdü, dudağının kenarında ki kıvrımlar beğeni ile yukarı doğru kıvrıldı, kızaran yüzüme rağmen Allah beni affetsin bakışlarımı ondan çekmedim. Onu sadece üç gündür görmüyordum ama üç ay gibi gelmişti. Tüm vücuduyla bana döndü, siyah takım elbisesinin içinde zarif, yakışıklı ve oldukça şıktı.

“Hazır mısın?” diye sordu. Başımla onayladım heyecandan bir kelime bulamazken. Bayram sevincindeydim onun sağ salim geldiğinden, şuan burada oluşundan…

Berzah ile nişanın yapılacağı büyük salonu koridordan ayırmış olan en az üzerimde ki elbise kadar siyah kalın kadife perdenin arkasında yan yana beklerken Leyla elinde ki fotoğraf makinasının flaşını bir iki kez patlattı:

“Sakinleş biraz .”

Berzah’ın sesi ile ona baktım, bakışları ellerimdeydi. Gümbür gümbür atan kalbimin ritmine eşli eden ellerimin titremesini fark etmemiştim. Ellerimi sıkıca elbisenin eteğine bastırdım. Leyla bana bakıp:

“Açıyorum, Hare abla!” diyerek gözleri ile Berzah’ın kolunu gösterdi, siyah perdenin sağ tarafında ki halatı tuttu. Titreyen elimle Berzah’ın tuhaf bir şekilde yarıya kadar kaldırdığı koluna girdim. Leyla sessizce üçten geriye doğru sayarken içimden ‘Bismillah’ dedim. Ve perde açıldı.

Beklediğimden daha büyük bir salon, tamamıyla beyaz ve gold renklerle bezenmiş. Küçük yuvarlak masalarla donatılmış salonun beyaz tavanında da yine gold işlemeler var kalın sütunlar aşağılara doğru salınmış tül perdelerle kendini sergiliyor, nişan değil de düğünmüşçesine abartılarak hazırlanmış bir organizasyon. Sanırım Berzah’ın bunu bir iş anlaşmasına döndürme çabası sonuç bulacak. Takım elbiseli adamlar ve şıklıkta yarışacak kadar güzel kadınlarla dolu salon, hepsi de gayet önemli ve Berzah’ın işine yarayacak insanlar… Bazıları tanıdık, bazılarının siması bir yerlerden buğulu. Kalın kadife perdenin açılması ve bizim içeriye giriş yapmamız ile bütün gözler üzerimize gelirken benim bakışlarım anında yere çivilendi. Kalabalık salon bizi alkışlamaya başladı. Hoşnut olmadığım şeylerin başlarında bir yerde tüm gözlerin üzerimde olması da vardı. Bir an yok olma duygusu kalbime hücum etti. Derken kalabalığın ortasına vardığımızda yavaşlayan alkışların arasından fısıltılar başlarını uzatıp kendini göstermeye başlamıştı.

“…kız çok güzel…”

“Demek Hicaz Karan’ın kızı bu.”

 “Zavallı kız.”

“Kuzeninin yerine o nişanlanmış.”

“Berzah’ın böyle bir kızla nişanlanacağını tahmin etmezdim.”

“Yere bakan yürek yakan çıktı. Daha dün Zehra’nın evinde besleme gibiydi.”

“Besle kargayı oysun gözünü.”

“Kendisi de aynı annesi gibiymiş.”

Duyduğum son cümleler kulağımdan yüreğime kadar duyulmuş gözlerimin dolmasına yetmişti. Avuçlarım terlemeye başladı, elbisenin tül eteğine bastırdım. Böyle sözler duymanın bu kadar zoruma gideceğini bilmiyordum. Bu zamana dek böyle zıt görüşlere, eleştirilere alışkındım ve asla bunu kafaya takmaz başkasının kötü niyetli düşüncelerini önemsemezdim, ama o zamanlar yanımda annem ve babam vardı. Onlar daima bana destek verdiği için dik durmak her zaman kolaydı. Anladım ki şimdiki fısıltılara ve nazarlara mukavemet gösteremememin nedeni onların yokluğuydu, bir başına hissetmemdi. O an Berzah’ın sesini duydum:

“Başını kaldır ve söylenenlere kulak asma.” aynı anda başımı kaldırıp yanlış duyup duymadığımı kesinleştirmek için ona baktım. O da bana bakıp iki saniye içinde tekrar salona bakışlarını çevirdi, hafiften tebessüm ederken aynı zamanda benimle konuşuyordu: “Gözlerinin dolduğunu görmek istemiyorum. Onların amacı seni bu halde görmek, dik dur ve gülümse.” yanından geçtiğimiz bir adama gülümsedi: “Sen bundan sonra her zaman benim yanında olacaksın. Onlar ancak bu şekilde arkandan konuşurlar, asla yüzüne söylemeye cesaret edemezler. Bana ait olduğunu ve neden seni seçtiğimi onlara göster.” gözlerim tekrar ona kaydığında kendime olan güvensizliğim çoktan başını alıp gitmişti ayrıca Berzah’ın beni yüreklendiriyor olması ise fevkalade bir şeydi. Tam karşımızda ki yaşını başını almış bir adama içtenlikle gülümseyip başıyla selamladı: “Ayrıca bugün hiç olmadığı kadar güzelsin.” söylediği şey üzerine kaşlarımı havaya kaldırıp yine ona döndüm, yüzümde mutlu bir gülümseme belirdi. Bakışlarımı ondan çekip etrafa misafirlerimize çevirdim. Berzah bu defa bana döndüğünde yüzünde acılı bir ifade vardı: “Son olarak kolumu sıkmayı bırak canım yanıyor, dişlerimi sıkmaktan çene kaslarım ağrıdı.”

“Ne?”

“Omzum çıktı da, yerine takmaya fırsatım olmadı. Şu merasim bitsin anlatacağım.”

Onun kolunda asılı duran elimi sıktığımı yeni farkına varmıştım. Elimi gevşetip yavaşça kaldırdım ona yüklenmeden üzerinde hafif beklettim. Omzum çıktı derken şaka yapmadığını kesinlikle emindim ve bu konuda ondan bir açıklama isteyecektim ama şimdi sırası değildi. Onun yaptığını yapıp gülümseyerek kalabalığa baktım. Nihayet bizim için ayrılan yere geldiğimizde Berzah kolunu gayet kibar bir şekilde benden kurtarıp kalabalığa döndü ve kısa bir konuşma yaptı:

“Öncelikle geç kaldığımız için hepinizden özür diliyorum... Geldiğiniz ve bu mutlu günümde beni yalnız bırakmadığınız için ise teşekkür ederim…” Eliyle beni kalabalığa takdim edip: “Müstakbel, eşim olacak bu hanımefendi hepinizin yakından tanıdığı Hicaz Karan’ın kızı Hare. Uzun bir müddettir kapalı olan kalbimin kapılarını araladığı için ve ömrünün geri kalanını benimle paylaşacağı ve benimle evlenmeyi kabul ettiği için… Hepinizin önünde ona teşekkür ediyorum.”

Gözlerimin içine bakarak bunu söylediğinde itiraf etmeliyim ki her ne kadar beni planının bir parçası olarak görüyor veya beni kullanıyor olsa da hepsini bir kenara attım. Evet, hayatımda ilk kez nişanlanıyordum ve bunun bir sahtelikten ibaret değil de gerçek olarak görmek istedim. Salondaki çoğu insan Berzah’ı alkışlarken bende ona gözlerimin içiyle kalbim de ki aydınlığın gözlerime vurmasını umarak gülümsedim, sessiz teşekkürümü duyduğuna ise emindim.

Yüzüklerimizi Şükran teyze taktı ve hayırlı dualarını gözlerinden üzerimize serpti. Sonrasında ise onu görmedim. Berzah’ın içeri girerken başıyla selamladığı kırklı yaşların sonunda gayet dinç uzun boylu esmer adam bize doğru geldiğinde yüzünde sıcacık bir gülümseme vardı. Siması tanıdıktı onu daha önce bir yerlerde gördüğüme emindim. Berzah’a elini uzatıp:

“Tebrik ederim, böyle güzel bir kızı kandırabildiğin için.” dedi Berzah da ona gülümseyip:

“Teşekkür ederim Cemal abi,” derken ses tonu rahat ve samimiydi.

“Seni de tebrik ederim Hare, uzun zaman olmuştu seni görmeyeli gerçi beni tanımazsın, cenaze günü-“ birden sustu ardından mahcup bir şekilde devam etti: “Hicaz ve Leyla hanım değerli insanlardır benim için, sende öylesin. Bu delikanlı seni üzerse bana bildirmen yeterli.” dedi.

“Teşekkür ederim.” diyerek gülümsedim. Cemal bey başka bir şey diyeceği sırada amcam yanımıza geldi:

“Cemal bey sizi görmek ne güzel,” diyerek Cemal beyin elini sıktı. Tabiri caiz beni yok sayıyordu, artık buna takılmamam gerektiğini kendime hatırlatıp onlar iş konuşurken bir bahane uydurarak oradan uzaklaştım. Biraz ötede Kerim’i görünce gülümseyerek ona doğru gittim. O da bana gülümsedi:

“Vay canına, çok güzel görünüyorsun.” dedi göz kırpıp. Teşekkür edeceğim sırada Zehra Hanım araya girdi:

“Tabi ki, ne de olsa Ali’nin yanına yakışması gerek.” orada durduğunu o konuştuktan sonra fark etmiştim. Küçümseyici imalarını göz ardı ettim, cevap vermemek en iyisi olacaktı. Kerim’e tekrar baktığımda dudağında ki küçük yara gözüme takıldı. Ayrıca kaşının yanında da bir santimlik kabuk bağlamış bir çizik vardı.

“Yüzüne oldu?” diye sordum. Zehra Hanım alay dolu gülüp Kerim’in yerine cevap verdi:

“Bilmiyormuş gibisin. Ali’yi kendi tarafına çekmenin neticesi.” kaşlarım çatık onlara baktım dediğinden bir şey anlamış değildim. Kerim:

“Anne! Şimdi hiç sırası değil.”

“Kerim! Neler olduğunu söyler misin?” derin bir nefes aldı ve:

“Biraz hava alalım mı?” diye sordu onu onaylayıp ardı sıra terasa çıktım. Kerim terasın en ucunda durup korkuluklara yaslandı. Canı sıkkın ve üzgün görünüyordu, sessizce dalıp gittiği yerden çıkmasını bekledim ama çıkacak gibi değildi.

“Bir derdin mi var?” diye sorduğum da bir an bana bakıp yüzünü şehir manzarasına çevirdi tekrar eliyle saçlarını karıştırdı:

“Artık hangisiyle baş edebileceğimi bilmiyorum.”

Açıkçası onu son günlerde iyi görmüyordum ve bu hali beni üzüyordu. Kerim ailemden biriydi, onu da tıpkı Derya gibi kardeşim olarak görüyordum ve emindim ki Kerim de bu duygum karşılıklıydı artık. Bu yüzden eğer bir sıkıntısı varsa bunu çözmek istiyordum.

“Ne oldu yüzüne senin? Annen ne demek istedi içeride?” kendi kendine güldü:

“Bu en basiti... Kavga ettim önemli bir şey değil...” Birkaç saniye daha sessiz kaldıktan sonra nihayet konuştu: “Derya’yı buldum tahmin ettiğim gibi birinin yardımı ile kaçmışlar. Ayrıca Cihan ile evlendiler. Kardeşimin düğününü bir yabancı gibi uzaktan izledim. Gidip tebrik bile etmedim… Çok mutluydu ya yeterdi benim için. Evlendiği gece bana mesaj attı ama cevap yazmadım. Onun o yüzünde ki gülümsemeyi gördükten sonra en iyisi rahat bırakmak dedim, babam öğrenirse iyi olmazdı onun için. Ona en çok ailesi zarar veriyor çünkü.”

“Biraz zaman geçse şu öfkeniz, haliniz bir durulsa her şey düzelecek bak göreceksiniz. Belki amcam bile yumuşayacak.” Kerim güldü.

“Buna inanıyor musun? Adam öz kızını öldürtmek için tetikçi tutmuş tetikçi. Sen neden bahsediyorsun?” içimden bir ürperti geçti. Ben bir de kendi halime mi üzülüyordum. Kerim yüzümde ki dehşet dolu ifadeden sonra erin bir nefes aldı ve bir sigara çıkarıp yaktı. İki nefes aldıktan sonra devam etti:

“Babamı artık zapt edemiyorum her gün yeni bir mesele ortaya çıkıyor ve onları çözmek yerine kaçıyor başkalarının omuzlarına yüklüyor Ali’yi de bu yüzden kullanıyor. Onu günahım kadar sevmem ama senin kahramana söyle dikkatli olsun. Gerçi Ali de beyaz atlı prens sayılmaz ya ne hali varsa görsün... Ne bilmiyorum ama babam yeni bir şeyler planlıyor yine. Beni İstanbul’a göndermeye karar verdi. Bir daha döneceğimi sanmıyorum zaten… Bir de en önemlisi senin hisseler de-“

“Biliyorum. Hisselerimi aldı.” Kerim anladım dercesine kafasını salladı.

“Engel olmaya çalıştım ama maalesef elimden gelen bir şey yok. Sevgili nişanlın önerdi babam da kabul etti.”

“Evet, ne komik değil mi? Hayatım başkalarına göre şekilleniyor, bak üstüne bir de o adamla evleneceğim.” Kerim keyifle güldü neresi komik gelmişti anlamamıştım.

“Korkuyor musun yoksa bu da deli cesareti mi?” ona gözlerimi devirdim:

“Deli olmayı yeğlerim.”

“Babam hala seni bir tehdit olarak görüyor ve Ali ile ortaklıklarına bir zarar gelsin asla istemiyor. Bence babam o planı her ne ise uygulayacak. Siz evlendikten sonra o raporla evliliğinizin geçersiz olacağını biliyorsundur seni kullanarak-“

“Bir dakika… Amcam benim akıl hastası olduğumu söyleyip evlenemeyeceğimi mi öne sürecek?” Kerim bana kaşları çatık sanki normal bir şey söylemiş gibi verdiğim tepkinin aşırılığına baktı:

“Neden şaşırdın?”

“Bunu neden yapsın Kerim? Benden ne istiyor.” Kerim elinde ki sigarayı parmaklıklara bastırarak söndürdü ve bana doğru döndü:

“Alamıyor musun babam açgözlülüğünde boğuluyor. Tüm şirketi istiyordu aldı ama hala Ali de hisseler var olursa ki onlar senin eline geçerse tekrar sorun çıkarabilirsin diye düşünüyor, ayak bağı olma istiyor. İki ihtimal var ona göre; ya öl ya da delir. Zaten bir kez denedi Hare, ne yazık ki engel olamadık bende Derya da. Buna seyirci kaldığımız için ikimizde kendimizi affetmedik. Aslında en başından sen evimize geldiğinde seninle evlenmeyi kabul etseydim bunların hiçbiri başına gelmeyebilirdi, bunun için de özür dilerim.”

Sessizce ona bakmaya devam ettim. Kerim’in içinde ki her şeyi döküyor olması bir çeşit veda etme şekli gibiydi ve en önemlisi vicdan azabı çektiğini de görebiliyordum. Amcamın beni Kale’ye gönderip Halid’e öldürmesi için teslim ettiğinde buna seyirci kaldıkları için vicdanı sızlıyordu. İkisinin de pişmanlığını görmek benim nezdimde onları affetmek için yeter de artardı bile. Bu yüzden ona gönül rahatlığı ile gülümsedim.

“Aslında bana yaşattıkların için özrünü kabul etmemem gerekirdi ama şanlısın ki mutlu günüme denk geldin.” Kerim tebessüm etti:

“Sen çok güzel bir kızsın Hare, zarifsin, iyi niyetlisin, birazda safsın… Benim seninle evlenmeme sebebim seni küçümsediğimden ya da kendime uygun görmediğimden değildi. Ben o gün evlilik konusunda babama ilk kez karşı geldiğimde seni öldürtmek isteyeceği aklımın ucuna dahi gelmemişti ama yaptı. Korkuyorum ki bunu tekrar yapmaya niyet edecek-“

“Öyle bir şey bir daha olmayacak.”

Kerim’in konuşmasını kesen Berzah’ın sesi buz gibi soğuk, bıçak gibi keskin ve sertti. Kerim çatılan kaşlarıyla hoşnutsuzluğunu belli edecek şekilde yeşil gözlerini Berzah’a dikmişti. Kerim’in söylediklerine o kadar odaklanmıştım ki ne kadar süredir terasta olduğumuzu bilmiyordum. Berzah’ın ne ara yanıma geldiğini de anlamamıştım. Bir şey demeden bir adım öne çekilip onun belimde ki sahiplenici tutuş sergileyen elinden kurtuldum. Havada kalan elinin parmaklarını sıkıp indirdi.

“Aşağıya in.” dediğinde Kerim benden önce davrandı:

“Ona emir vermeyi kes.” Berzah’ı rahatsız bir şekilde sinirle güldü:

“İki nişanlı arasına girilmez. Geçen defa sana verdiğim ders işe yaramamış galiba hâlbuki izleri hala duruyor.” önce Berzah’a sonra Kerim’in yüzünde ki izlere baktım. Üç gün önce Berzah’ın dudağında ki ve elinde ki yarayı anımsadım:

“Sana bunu Berzah mı yaptı?” Kerim bana bakıp acele bir açıklama yaptı:

“Bir önemi yok, endişelenme hemen. Seni almaya geldiğim gece oldu.”

“Madem beni almaya geldin neden benimle görüşmedin?” çenesi ile Berzah’ı gösterdi:

“Bundan sonra onda kalacağını söyledi.” diyerek tısladı, bende açıklamaya giriştim:

“Yani evet onun evinde kalıyorum ama sadece Şükran teyzenin yanında, Berzah ile kalmıyorum ben.” Kerim sinirle soludu:

“Bu şerefsiz artık beraber yaşayacağınızı söyledi bana.”

İkimizde Berzah’a baktık ama o gayet sakindi amacı Kerim’i sinir etmekti ve bunu başarıyordu emeline ulaştığını bilerek zafer kazanmış bir eda ile sırıtıyordu. Soru dolu bakışlarımı ona yönelttim. Bana bakıp kayıtsız bir şekilde konuştu:

“Ne? Bende önce öyle sanıyordum.” ardından Kerim’e dönüp tehditkâr bir sesle devam etti: “Ayrıca sende o gevşek ağzını toparla yoksa ben kapatmasını bilirim.”

Kerim diklenerek birkaç adım ileri geldiğinde kollarımı açıp araya girdim eğer durdurmazsam birbirlerine gireceklerdi.

“Öyle mi kahraman? Dene de gör.”

Berzah, Kerim ile dalaşmayı bırakıp ona doğru uzattığım kolumu kaba bir şekilde tutup, kendi yanına çekerken beni:

“Bir daha elin adamıyla benim arama girme.” dedi.

Berzah’a çarpıp dengemi daha sağlayamamış düşeyazarken doğrulmam için Kerim diğer kolumdan tuttuğu sırada Berzah, Kerim’e resmen tısladı:

“Hemen. Bırak. Onu.” dedi her bir heceyi vurgulayarak ve Kerim’in cevabını bile beklemeden yumruğunu savurdu.

Hayatında ilk kez kavgaya şahit olan ben; çıkan ses Kerim’in burnunun kırılma ihtimalinden mi yoksa Berzah’ın çıkan omzunu savurduğu için tekrar incinmesinden mi çıkmıştı onu anlayamadan şoka girmiştim. Olduğum yerde kaldım Kerim bir iki adım gerileyip düşünmeden saniyeler içinde doğruldu ve aynı sertlikle bu defa o Berzah’a yumruk attı:

“Ona böyle davranamazsın sen. Kızı sahipsiz mi sandın? Onun bir ailesi var. Ben varım.” Berzah onun gırtlağına elini koyduğunda Allah halime acımış olsa gerek ki Talha terasa geldi koşar adım Berzah’a yaklaşıp:

“Berzah bırak,” diye bağırdı. Biraz zorlamadan sonra Berzah Kerim’i bıraktı. Bu defa yakasından tutup:

“Onunla kardeşmiş, sütkardeşmiş ne haltsan bu benim umurumda bile değil. O bundan sonra benim yanımda, anladın mı? Bunu o kıt kafana sok ve ona bir daha elini sürersen yemin olsun o elini kırarım.“

Sütkardeş mi? Ben ve Kerim mi? Hadi canım!

“Berzah!” Talha, Berzah’ın sağlam omzundan tutup geri itti. Ardından Kerim’in yanına gitti:

“İyi misin?” diye sordu onun yüzüne bakarken: “Omzu kırıktı o yüzden çok sert vuramamış.” Gülüyordu, Kerim de ona katılıp sırıtmaya başladı. Berzah az sonra yüzü acı içinde sol omzunu tutarak Talha’ya:

“Ölmek mi istiyorsun?” diye sordu gülmesine tehdit savurarak, ona doğru bir adım atmıştı ki bu defa sessiz bir şekilde acı içinde inledi. Talha saatine bakıp bize döndü:

“Misafirler dağıldı. Gidelim artık.” Berzah’ın bakışları beni buldu. Kerim ve Talha terastan çıkmışlardı:

“Hare!” ben tepkisiz kalınca şokta olduğumu anlamış gerek ki bir iki adım atıp yanıma geldi. Yüzümü inceledi ardından kulağıma eğildi fısıldadı: “Eğer derhal aşağı inmezsen caiz değil falan dinlemem seni kucağıma alır öyle indiririm.”

Evet, bu tehdit edişini gayet net duymuştum. Berzah’a bakmadan terastan çıktım. Koridoru geçtiğim sırada Emir coşkuyla adımı seslendi:

“Hare!” sevincine bir şey diyemeden yüzünde ki gülümseme dondu, biraz önce olanlardan haberi yoktu tabi ki: “Yine ne oldu? Misafirlerin geldi onu haber verecektim ama bu halde çıkamazsın karşılarına. Gel benimle.”

Misafirlerimin kim olduğundan çok, ki büyük ihtimalle Murat ve Elçin’di, Kerim’in sütkardeşim olmasını düşünüyordum. Aslında şoka girmemiştim sadece çok şaşırmış ve ne hissedeceğimi veyahut ne düşüneceğimi bilmiyordum ve benimle evlenmemek için o kadar uğraşmasının sebebini öğrenmiştim. Emir beni kolumdan tutup bekleme salonuna götürdüğünde koltuğa oturdum, verdiği ilaçlardan birini aldım. Birkaç dakika sonra Berzah da içeri girdi. Hala eli omzundaydı ağrısı çoktu, az evvel bayağı zorlamıştı kendini. Asıl soru omzunu nasıl çıkarmıştı? Halid’e neden gitmişti? Neden gecikmişti? Soru dolu bakışlarımın hedefi düşündüklerimi okumuş gibi:

“Sonra.” dedi. Emir elinde spreye benzer bir şişeyle geldi:

“Bunu sıkayım, bir iki dakika içinde acı geçici bir süre için geçer… Şimdi daha önemli bir şey var. Misafirler geldi otele yerleştirdim. Odadalar Hare’yi görmek istiyorlar, biz önden çıkalım sen sonra gelirsin, diğer meseleyi de Umut halletti.” diyerek bana doğru geldi önce elini alnıma koyup ateşime baktı ardından sol elimi avuçlayıp nabzımı kontrol etti:

“Ateş yok, nabız normal. Tarihi an için durumlar gayet iyi sakinleştiricinin dozajı biraz fazlaydı çünkü ileri ki saatlerde ihtiyacın olacak. Hadi sana bir sürprizi var.” dediğinde Berzah’a baktım ceketini güç bela çıkarmış gömleğinin düğmelerini açmaya çalışıyordu. Asıl sürprizi bugün Kerim’in sütkardeşim olduğunu öğrendiğimde yaşamıştım daha ne olabilir diye düşünürken Emir kolumdan tutup beni kaldırdı aceleci haline bakılacak olursa epey önemli bir şeydi. Asansör ile altıncı kata çıktığımızda biraz ötede üç yüz kırk yazan odanın önünde durduk:

“Hazır mısın?”

Başımı sallayıp onayladım. Odanın kapısını çaldığından birkaç saniye sonra kapıyı türbanlı buğday tenli siyah çerçeveli gözlük takmış, burnunda ki hızma ile siması çok tanıdık genç sayılabilecek bir kadın açtı. Beni görüp de gülümseyince bu gülüş hatıralarımın duvarlarına çarptı. Karşımda ki kadını tanıdım:

“Nefise?” Bana yaklaşıp gözleri nemli sımsıkı sarıldı. Bende ona sarılırken gözlerime yaşlar doluştu. Bu gülüş birkaç görüntülü konuşmadan tanıdıktı ve sesi birkaç kez telefon görüşmelerinden hatıraydı. Sesim soluğum kesilmişti. Onu görmeyi asla ummazken şimdi karşımdaydı, rüyada olabilirim diye düşünmüş yahut şokun etkisinden kurtulamadığım için halüsinasyon gördüğümden şüphe etmiştim: “Sen? Nasıl?”

Cevap vereceği sırada bu defa arkasında gördüğüm kişiyle donup kaldım. Annemin bana gülümseyen gamzeleri ve sıcacık şefkat dolu gözlerini bulmuş da onlara bürünmüş olan adam; anne ve babamdan sonra bu hayatta ki tek öz akrabam biricik dayım bana kollarını açtığında hiç düşünmeden koşarcasına karısı Nefise’yi geçip ona sımsıkı sarıldım. Onunda bana sarılmasından anladım ki beninle aynı duyguları yaşıyordu. Uzun zamandır ilk defa aileden birine şefkatle sarılıyordum bu duyguyu o kadar çok özlemiştim ki. Bir anneme sarılmış hissine düştüm. Onların şefkat ve merhametini hatırlamıştım bunun üzerine gözümde yaş süzüldü. Dayım Beşir benden ayrılıp yüzüme baktığında sevinç yaşları içinden ona baktım alnımdan öpüp gözlerim de ki yaşı sildi. Onunda ağladığını yaşaran gözlerinden anlamıştım. Hafif Arap aksanıyla Türkçe konuştu:

“Sonunda Allah dualarımı kabul etti ve seni yeniden gördüm.” bir daha sarıldım.

“Çok özledim seni.”

“Bende seni çok özledim kızım.”

“İyi ki geldin.”

“Gelebilmem için her şeyi bu genç ayarladı.” başıyla işaret ettiği yere baktığımda Berzah kapıda Emir ile birlikte durmuş bana bakıyordu. Nefise, genç göründüğü için ona yenge dememi kabul etmiyordu, sonunda bizi alıp odanın içine girmeyi akıl ettirdiğinde Şükran teyzeyi içeride otururken gördüm. Gülümseyerek bana bakıyordu.

Yaklaşık bir saat sonra hepimiz nihayet hasret gidermiştik. Dayımın mesaj bıraktığım sekreteri değiştiği için ona yolladığım mesajların hiçbiri iletilememişti. Buna değin dayım bana hala geri dönüşü olmayan mesajlar göndermeye devam etmiş. Her nasıl olduysa hala anlamamıştım Berzah bir şekilde ona ulaşmış ve nişanımıza çağırmıştı. Dayım otuzlu yaşların sonlarındaydı buğday teni, anneminkilerin tıpkısı olan kahverengi gözleri ve sıcacık gülümseyişine nimet olmuş çift gamzeleriyle bir Arap’a oranla yakışıklı standartlarındaydı. Ailenin tek erkek çocuğu olduğundan tüm aile işini tek başına yürütüyordu. Hala Katar’da büyük bir malikâne de yaşıyordu. Evleneli çok olmamıştı, karısı Nefise çok tatlı, sevecen, güler yüzlü biriydi. Anladığım kadarıyla oranın ileri gelen ailelerinden birinin kızıydı. Dayımla birbirlerini çok seviyorlar, dayım onunla evlenmeyi ancak dört yılın sonunda başarabilmiş. İkisi de konuşmakta biraz zorlanmalarına rağmen nezaket gereği sohbete diğerlerinin de dâhil olması ve bizi anlamaları için Türkçe konuşmaya çalışıyorlardı. Dayımın her hareketi, cümleleri, konuşurken, gülerken yüzünün aldığı şekil, gülümseyişi bana ilmek ilmek annemi hatırlatıyor, hatıralarımı dolduruyordu. Sonunda Nefise kalkıp büyükçe lacivert kadife bir kutuyu bana getirip önüme koydu:

“Nişan hediyen, son anda alabildik. İnşallah beğenirsin.” dedi hediye çok küçükmüş gibi mahcup olduğunu görünce omzunu sıvazladım. Dayım gülümseyerek.

“Düğünde telafi ederiz inşallah. Açsana, bakalım beğenecek misin?” dedi, gerek olmadığını asıl hediyenin onlar olduğunu söyleyecektim ki önce kutuyu açtım. Kutuda ki yüzük bana göz kırptığında üzerinde elimi gezdirdim. Aynısından annem evlendikten on yıl kadar sonra ona da hediye ettiğini anımsadım. Annem asla takmaya kıyamazdı. Yüzümde bir gülümseme oluşurken yüzüğün başında bulunun aşk sarmaşığının üzerinde elimi gezdirdim. Dayım kendi kendine konuşuyormuş gibi:

“Leyla çok sevmişti, umarım sende beğenirsin.” dedi gözümden akan bir damla yaşı sildim:

“Benim için o kadar değerli bir hediye ki ama sizin şuan burada olmanız daha önemli dayı. Onu daha çok beğendim.”

Sohbet koyulaştıkça koyulaşırken gözüm bir ara Berzah’a takıldı. Öne doğru eğilmiş, ellerini birleştirmiş, gözlerini yummuştu, alnında ter damlacıkları vardı. Omuzunda ki ağrı çoğalmış canı yanıyor olmalıydı. Emir ve Şükran teyzenin sohbete katılmasına rağmen kendisi sadece iki üç cümle söylemişti onlarda finansal, şirket ile ilgili yorum ya da sorulardı sonrasında ise sadece bizi dinlemişti. Dayıma dönüp:

“Biz artık kalkalım. Siz de yeni geldiniz, biraz dinlenin. Daha çok vaktimiz olacak.” dediğimde dayım beni başıyla onaylayıp Berzah’a döndü:

“Konuştuğumuz mesele?” dedi gülümseyerek. Hiçbir şey anlamadan Berzah’a baktım. Onun o gecenin safir kuytularına bulanmış gözlerini ışıldatacak mesele nedir merak etmiştim. Canının acısına rağmen onun bu kadar mutlu olmasına neden olan mesele ne olabilirdi? Emir’e ve Şükran teyzeye saniyelik bir zaman diliminde onay alırcasına baktı ardından dönüp dayıma cevap verdi:

“Her şey hazır eğer rızanız varsa şimdi başlayabiliriz.”

Bende dâhil tüm bakışlar gülümseyerek bana bakan dayıma döndü, o ise bir elini kalbinin üstüne koydu, diğer elini de hafifçe kaldırıp bu defa Berzah’a baktı:

“Ben Beşir Ahmad al-Abdullah, kızım Hare ile nikâh kıymana rıza gösterdim.”

***


Loading...
0%