Yeni Üyelik
13.
Bölüm

12.Bölüm

@cigdemgah

"Aşkı aramadan evvel düşün bir, ya benden nasıl bir âşık olur? İnsanın sevdası karakterinin yansımasıdır. Sen kavgacı isen, ha bire öfkeli, aşkı da bir cenk gibi yaşarsın. Gönlü pak olanın sevdası da pak olur." der Elif Şafak. Bunu ilk okuduğumda aşkı aramadan evvel beden nasıl bir âşık olacağına değin aklıma ikinci seçenek geldi. Eğer ki birine âşık olacaksam benim aşkımda saf olurdu. Kendi gönlümü pak gördüğümden değil aşkı, birini sevme ihtimalini pak gördüğümden. Küçüklüğümde hep Murat'a karşı bir şeyler hisseder ona aşığım sanırdım. Büyüyünce geçen bu hislerim aslında sevmek fikrinin bambaşka bir âlem olduğunu ve basit; hissedilmeyen, ilk defa hissettiğinde ise mutluluk, huzur karışımı bir takım duygu karmaşası olduğunu anlamıştım. Şimdi o safirden adama hissettiğim duygular ile boy ölçüşemeyecek hislerdi geçmiştekiler. Zaman geçiyordu, ben büyüyordum, duygular değişiyordu lakin bu sefer ki öyle bir histi ki tüm yurdum işgal altında iken ben bu halden bittabi memnundum. Benim akıl kılıcımı elinde tutan içimin kutularında ki o Hare’nin irademden oluşturduğum gardımın burada hiç hükmü yoktu. Kalbim maddi ve manevi varlığı ile tamamıyla Sevdagâh’tı. Saf sevmek böyle miydi sizce de? Ya da elimden gelen buydu. Berzah içinde ki kin ağacının dalları arasından sıyrılırsa eğer birini nasıl sever merak etmiştim. Bencileyin Berzah Akad yüreği de karakteri kadar pak ve mert bir adamdı. Eğer bir gün birine âşık olursa ve öfkeli yanını da bir kenara bırakırsa tıpkı yüreği gibi mert bir âşık olurdu. İçimden Berzah'ın âşık olacağı ya da belki de âşık olduğu kadını kıskandım.

Bezm-i Elest’de en yakınımızda duran kişi dünyada ki yaşamımız boyunca en sevdiğimiz kişi imiş. Etrafında sıralanan halkalar gibi sevdiklerinde, sevgi derecesinde etrafında bulunurmuş. Şimdi sağımda oturan bu safir gözlü adam Bezm-i Elest de de bana bu kadar yakın mıydı? Zira onu görür görmez kalbimin ısınmasın bundan başka bir cevap ile açıklayamazdım. Ona olan bu içimde ki sevginin büyüklüğü de hiçbir cümle ile anlatılamazdı. Evet, kaderimde yazan adamın adı Berzah’tı. Evet, âşık olduğum adam sağımda oturmuş sessizce imamın söylediklerini dinliyordu ve evet, belki sonradan hiçbir zaman göremeyeceğim biriydi bu safir armağan ama Allah kerimdi ve şimdiyi yaşamak gerekti.

Her genç kız gibi acaba nerede, ne zaman, nasıl, ne şekilde karşılaşırım diye düşünmeden edemediğim Beyaz Atlı Prens'imi bir gün ölüme beş kala bulacağımı asla düşünmezdim. Aslında asıl düşünmediğim en önemli şey ise bir gün karşılıksız bir aşkın avucuna düşeceğimdi. Sırılsıklam âşık olduğum adamın beni fark etmemesi, duygularımın hep böyle saklı kalacağı, her şeyi kendi içimde yaşamam, ağrıma giden birçok şeyi gururuma dokundurmadan içimde sindirmem ve bana göre doğru olmadığını kabul ettiğim birçok davranışı yapıyor oluşum... İşte bunlar bu zamana kadar asla yapmam dediğim şeylerdi. Demek böyle oluyordu insan sevdaya düşünce. Ne yapmam dediyse yaptıran bir beladan başka neydi ki aşk?

O safir sevdam ise gözlerini yere indirmiş. Ellerini itaatkâr bir şekilde iki dizinin arasına koymuş sessizce karşımızda ki imamı dinliyor. Onun bu sessiz, inzivaya çekilmiş görüntüsü kalbimdeki onun gözlerinin rengine boyadığım yurduma meltemler savuruyor, o bilemez.

"Ya Subhanallah!" diyorum. "o dizlerine dayadığı eller semaya kalkıp da sana açıldığında mı aşkım vücut bulacak bu kulda. Bir duruşu dahi böyle sevilir mi? Ey Erhamürrahimin! Nasıl ki onu görür görmez içimde ki kuytulara kök salıp Sen onu sevdalattın bana, nasıl ki şirin ettin Sen bu kulu yüreğime, ve nasıl ki "Kalpleri birbirine ısındıran yalnızca Allah'tır." ayeti yankılanır Kur’an-ı Azimüşşan'da, o ayete binaen birazdan senin katında kocam olacak bu adamın yüreğine ısındır beni."

Duama ortak olan imamın nikâh duasına ben, yanımda oturan safir gözlü adam, şahit olarak yan tarafımızda imama dönük oturan Emir ve dayım Beşir, arkamızda sessizce bizi izleyen yengem Nefise ve Şükran teyze hep beraber. "Âmin." dedik. Arş-ı ala kadar âmin.

Başımda Nefise’nin olmazsa olmaz dediği kırmızı ince tül duvağın altından bakışlarımı Berzah'tan çekip önüme döndüm. Daha nişanlanalı birkaç saat olmuş bu adam ile şimdi oturmuş imam nikâhı kıymanın şaşkınlığını atmaya çalışıyordum. İmamın “Âmin.” demesiyle yanımda oturan Berzah Akad şuandan itibaren bana helal olmuştu. Bu bir bakıma iyi bir bakıma kötüydü. İyiydi zira sürekli Berzah ile dip dibe olarak geçirdiğimiz vakitler cehennemde yanmamız için yeterde artardı bile günah boyutu insanı vicdanına yükleniyordu. Kötüydü çünkü bundan sonra Berzah'ı kendimden uzak tutamazdım. Bana değil âşık olmak kalbi olarak bile sevmeyen bir adama sevdalanmışken onunla arama mesafe koyamazdım bu da daha çok onun bakılmaya kıyılmayan simasını görmek, duyulmaya doyulmayan sesini duymak, o safir oklarına av olup onlarca kez ölmek demekti.

Berzah her nasıl olduysa dayıma ulaşmaya çalıştığımı anlamış ve bana sürpriz yapmış, beni mutlu etmek adına onu bizzat nişanımıza davet etmişti. Ona minnet borçluydum yine ve beni bu kadar mutlu ettiği için ona nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyordum. Dayıma olan biten gerçek olayları eleklerden geçirilmiş, çeşitli perdelere sarılmış bir şekilde anlattığında dayım ona minnettar olduğunu söylemiş ama onun evinde yaşayıp da dahası sürekli (haklı olarak) onunla görüşmemi dinen uygun görmediğinden erken nikâh kıymamızı önermiş. Mademki Berzah'a emanetmişim bundan sonra bunu Allah katında onun rızası ile yapması daha uygunmuş. Bu fikir Berzah'a çok ilginç gelmiş olsa gerek hemen kabul etmiş ve her nikâhta duymaya alışık olduğumuz bayağı (gerek bile olmadığını bildiğim halde) yüklü bir Mehir meselesinin ardından imam bana babamın adını sormuş "Hicaz kızı Hare…" diye başlayarak sorduğu soruya benden üç defa "Ettim." cevabını almıştı. Ardından Berzah'a yönelttiği "İbrahim oğlu Berzah..." diye başladığı soruyu sormuştu. Berzah’ın o an birkaç saniye bakışları bana dönmüştü ve onun dudaklarında ki gülümseyişi aramızda kırmızı tül olmasına rağmen görmüştüm. Üç defa art arda "Ettim." demişti. Duamızda okuduktan sonra ben Hare Karan bundan sonra Berzah Akad'ın imam nikâhlı eşiydim. O ise yüreğime de, bana da bundan sonra helal olmuş sevdiğimdi. Velev ki şimdi imtihan başlıyor da olabilirdi çünkü hala onun yüreği bana mühürlüydü, işte Berzah istemeden onu aşamazdım.

Kapıda dayım ve Nefise ile vedalaşıp otelden ayrıldığımızda yol boyunca arabada Şükran teyze de Berzah da sessizdi. Lakin bu sessizlik rahatsız edici değildi. İhtiyacımız olan bir sükûta bürünmüş gibiydik. Etrafımızı bir huzur sarmıştı sanki bir rahatlama vardı üstümüzde. Berzah ile çok kısa bir an dikiz aynasında göz göze geldiğimizde omzunun acısı yüzünden okunabiliyordu. Bakışlarımı ondan çekip kendime günah olduğunu hatırlattım, onun yüzüne her baktığımda bende ezber olan çektiğim istiğfardan sonra kendi kendime güldüm, hayır artık ona istediğim kadar bakabilirdim. Yüzümde ki gülümseyişle tekrar döndüğümde Berzah gözlerini yola dikmişti ve bu defa sanki ona bakmayı bıraktığımda birden ortadan kaybolacakmış gibi gözlerimi üzerinden ayırmadan onu izledim.

Sonunda araba evin önünde durdu ve ilk inen Berzah oldu. Kapıya doğru yürürken canının acıdığı yürüyüşünden dahi anlaşılıyordu, ayakta duracak hali, dermanı kalmamıştı. Şükran teyze ile arkasından gideduralım Berzah acele ile ceketini ve kravatını çıkardığında gömleğin sol kolunda taze kan izleri göründü, hayretle Berzah'a baktım. Evin kapısı biz çalmadan açılmıştı ve Emir elinde şırınga ile çoktan hazır bir şekilde Berzah’ı bekliyordu. Odasının kapısında bende Şükran teyze de sessizce duruyorduk. Aramızda bir anlaşma varmış gibi karşımızda ki konuda ne bir söz ediyorduk, ne bir sitem ne de sual. Berzah iyi değildi ama bunu hepimiz görmemize değin sanki tek başına acısını yüklensin ister gibi sessizdik ve biliyordum ki eğer bu tavır da olursak Berzah daha az kötü hissedecekti. Berzah üzerini çıkarırken Emir, ben ve Şükran teyzeye döndü:

"Siz çıkın önemli bir şeyi yok omzunu saracağım sadece, sonra da dinlensin çok yorgun."

Neden bu kadar basitmiş gibi anlatıyordu ki, benim için büyük bir mesele imiş gibi duran şeyi nasıl olurda hiçbir şey olmamış gibi sakin karşılıyordu, şaşırmıştım. Bu hallere gayet alışık olan Şükran teyze başıyla onaylayıp kapıdan çıktı. Bende ardından çıkıp kapıyı kapattım. Şükran teyze hala hareketsiz öylece durduğumu fark edince bana döndü. Yüzünde anlayışını sunan bir gülümseme ile baktı bana:

"Elhamdülillah sağ salim döndü ya, endişelenme, iyi çok şükür. İzin verelim biraz dinlensin sonra ondan dinleyeceğimiz şeyler olacak tabi.” dedi bende ona gülümsedim anladım der gibi başımı salladım ve Berzah'ın odasının tam karşısında bulunan odama doğru paytak adımlarla yürüdüm. Nasıl olurda Şükran teyze bu kadar sakin kalmayı başarabiliyordu. Sanırım ben buna hiçbir zaman alışamayacaktım. Odaya girip kapıyı ardımdan kapattım, bir süre sırtımı kapıya yaslayıp öylece durdum. Fazla endişeli bir gün geçirdiğimden olsa gerek yorgunluk sardı bedenimi ayaklarım beni taşıyamayacak gibiydi. Hemen üzerimi değiştirdim pijamalarımı çıkarıp üzerime geçirdim ve vakit kaybetmeden kendimi yatağa attım.

Mutluydum, bugün hiç olmadığı kadar mutlu bir gündü benim için. Dayımı görmem, ona sarılıp gerçek olduğunu, yanımda olduğunu bilmem, bir başına olmadığımı bana hatırlatmıştı. İçimden Allah’a hamt ettim ve bu içimin bir nebze de olsa tamamlanmış hissetmeme karşı odadaki, sanırım Emir çıkan omzunu tedavi ederken canının yanmasından dolayı acı ile sessiz iniltileri duyulan, adamın sayesindeydi. Berzah'ın acısının tekrar sessizliğe karışmasının ardından uykuya dalmadan önce Allah'a bir kez daha her şeyin hayr olması için dua ettim.

. . .

Sabah namazından sonra Şükran teyzeyi uyandırmak için odadan çıktım. Berzah'ın odasının kapısını aralık görünce yaklaşıp kapıdan içeriye bir göz attım. Sol omzu tamamıyla sargıya alınmıştı, yatağın üzerinde çok rahatsız bir vaziyette uzanmıştı ve o haliyle cansız bir heykeli andırıyordu. Yüzüne pencereden yayılan loş ışık vuruyordu, sanki hemen uyanacakmış gibi gözlerini yummuştu ve uykusunda rahatsız gibiydi. Hafif uzayan perçemi terlediğinden alnına yapışmıştı. Cesaretim nerden kol gösterdi bilmiyorum yatağa yaklaşıp elimi alnına koydum, ateşi vardı.

Tekrar Kale'ye ne için gittiğini ve ne oldu da bu halde geri döndüğünü ölümüne merak ediyordum. Ayrıca bu çıkan ateşi de inşallah normal bir durumdu çünkü bugün hatta sanırım son iki gün boyunca zor zamanlar geçirmişti. Vakit kaybetmeden ayakucunda duran örtü ile üzerini örttüm ne yapmam gerektiğini bir kaç saniye düşünüp Şükran teyzenin odasına gittim namaz için uyandıysa ona da haber versem iyi olurdu. Kapıyı tıklatıp içeri girdiğimde Şükran teyze yatağında uyuyordu, yerde bir kenarı açık duran seccadeden namazdan sonra uyuduğunu anladım. Onu tekrar uyandırmak istemediğimden sessizce açtığım kapıyı tekrar kapattım.

İlk iş olarak mutfağa gidip annemin küçükken ateşimin düşmesi için yaptığı gibi sirkeli su hazırladım. Berzah'ın odasına tekrar vardığımda hala aynı pozisyonda kayıtsız bir şekilde uyuyordu. Yanına gidip ıslattığım bezi alnına koydum belirli aralıklarla bu işlemi tekrar ettim. Yaklaşık bir saat kadar sonra güneş doğmaya yüz tutarken ateşi biraz olsun dinmişti. Gün iyice aydınlanmaya başladığında Berzah'ın alnında ki bezi almak için eğildim, yüzünde ki yer yer morluklar o zaman açığa çıktı. Akşam yüzünde hiçbir şey olmadığına emindim. Nasıl saklamıştı bu yaraları bir anlam veremedim. Yanağındaki morluğa elimi hafif sürdüm. Daha sonra Berzah bunu yaptığımı öğrendiğinde utanacaktım biliyordum ama şimdi yapmam gerekeni yapıp tekrar mutfağa gidip ecza dolabından daha önce Berzah'ın elinde ki yarasına sürdüğüm merhemi aldım ve odaya geri döndüm. Merhemi Berzah'ı uyandırmamaya ve canını yakmamaya çalışarak yavaş hareketlerle morlukların üzerine sürdüm. Sağ gözünün altına elmacık kemiğinin üzerine parmağımı dokundurduğumda Berzah huzursuzca kaşlarını çattı. Canını yaktığım için hemen elimi çektim. Daha fazla devam edersem uyandırabilirim kaygısıyla kremin kapağını kapattım. Uyanmasına sebep olmak istemediğimden odadan çıkmaya niyetlendim. Bir adım attım ki bileğimi tutan ele şaşırarak baktım. Zar zor açık tuttuğu gözlerini üzerime dikti sonra başını sola yatırıp bileğimi tuttuğu elini zorlanarak kaldırdı ve kaşının üzerini gösterdi:

"Buraya sürmeyi unuttun." dedi.

İfadesiz tutmaya çalıştığım bir yüzle ona baktım, utanmamı ve endişemi bir kenara bırakıp bir şey demeden krem kutusunu tekrar açtım. Merhemi sürerken bir yandan bakışlarım ile onu süzüyordum. Gözlerini kapalı çehresi soluktu:

"Ne zamandır uyanıksın?" diye sordum gözlerini açmadan cevap verdi.

"Geceden bu yana daha uyumadım." derken yarasına sürdüğüm merhem ile canı yanarak kaşlarını çattı. Demek en başından bu yana burada olduğumu bildiği halde uyuyormuş gibi yapmıştı. Merhemle işim bittiğinde kapağını kapatıp tekrar Berzah'a baktım:

"Çok ağrın var mı?" gözünü açıp zorlukla gülümsedi:

"Sevgili karım yanımdayken çok fazla değil." dedi alayla.

"Bu halde bile dalga mı geçiyorsun?" tekrar gözlerini kapattı.

"Ağrıdan uyuyamıyorum." içimi nerden geldiğini anlamadığım bir ağırlık, bir kasvet bastı. Onun acısından yayılan dalgalar yavaşça kalbime çarpıyordu. Boş gözlerle süzdüm onu.

"Yapabileceğim bir şey var mı?" diye sordum. Sessiz kalınca beni duymadığını düşündüm ve bu sessizliği de yalnız kalmak istediğine yordum ve cevap vermesini beklemeden kapıya doğru bir adım attım.

"Kımıldama," dedi birden olduğum yerde kaldım ve yavaşça ona döndüm. Hiç istifini bozmadan devam etti: "ben uyuyana kadar yanımda dur. Merhem sürecek birine ihtiyacım olabilir."

Birkaç saniye ne demek istediğini tarttım. Beni yanında istemesine acısından kanatlarını soldurmuş kelebeklerimin gözleri parıldadı. Kımıldadılar yavaşça. Eğer öyle daha iyi hissedecekse dediğini yapabilirdim, bugün fazlasıyla itaatkârdım. Berzah gözlerini kapatmış uyumaya çalışırken bende ürkek adımlarla pencerenin önünde ki koyu gri ikili koltuğa oturdum. Arada bir kendisine ağır geliyormuş gibi duran göz kapaklarını açıp bana bakıyordu. Bu hareketini sayarken bende çok geçmeden ağırlaşmaya başlayan başımı koltuğa dayadım ve uyuyakaldım.

Sürekli değişip duran tanımadığım yüzlerin olduğu bir rüya gördüm, birbirine karışan renkler, gölgeler. Bir kalabalıktaydım sanki. Ardından boş bir meydana döndü kalabalık ve birkaç mezar yavaşça ortaya çıktı. Korkum kaçmak isteğimi tetiklerken kımıldayamadım, mezarlar ayaklarıma dolanıp düşmeme neden olurken birden gözlerimi açtım. Nerede olduğumu kavramam birkaç saniyemi aldı. Başımı kaldırıp yatağa baktığım Berzah da aynı anda bana baktı. Gayet dinç bir şekilde yatakta oturmuş elinde ki kâğıtlara bakıyordu.

"Günaydın." dedi aydınlık bir yüzle, sesi bir kaç saat öncekine göre gayet iyi geliyordu. Sanırım ağrıları dinmiş uykusunu almıştı. Doğrularak derin bir nefes aldım, gözlerimi ovaladım.

"Günaydın. Saat kaç?" hafif eğilip sağ komodinin üzerinde duran dijital saate baktı.

"10:23." hayretle ona baktım bayağı geç olmuştu:

"Beni neden uyandırmadın? Kahvaltı yaptın mı? … Şükran teyze de kalkmıştır çoktan." diye kendi kendime söylenirken ayaklanıp kapıya doğru gittim. Berzah telaşlı halime gülümseyerek baktı.

"Annem uğradı bir ara. Kahvaltımı da yaptım. Seni uyandırmasını da ben istemedim." dediğinde bir kaç saniye durup ona baktım. İlk kez benimle böyle insanı pamuklara saracak bir sesle konuşuyor olması biraz tuhafıma gitti. Yüzünde ki ifade ve bakışlarının bana bir örtü olmasına ise yutkunarak cevap verdim ve bir şey demeden kapıdan çıktım. İlk olarak odama gidip elimi yüzümü yıkadım üzerimi değiştirdim, sonra beklemeden kahvaltı yapmak için mutfağa gittim. Şükran teyze yüzünde kocaman bir gülümseme ile beni karşıladı. Günaydınlaşıp Şükran teyzenin istemeyerek yaptığını bildiğim halde bakışlarında ki imayı yakaladım. Gözlerinde beliren ışıltıların onun mutluluğunun yanında sorudan çok almış olduğu cevaptan olduğunu da biliyordum ama yine de açıklama yapma gereği hissettim.

"Sabah namaz için kalktım. Berzah'ın odasının kapısını açık görünce nasıl bir bakayım dedim... Yüzü morluklar içindeydi merhem falan sürdüm... Uyuyakalmışım sonra... Sana haber verecektim ama uyuyordun kıyamadım uyandırmaya."

"Açıklama yapmana gerek yok kızım. Hem aranızda olanlar ikinizi ilgilendirir... Hatta bundan sonra onunla sen ilgilen. Bana ihtiyacı kalmaz artık onun."

Şükran teyzenin gözlerinde ki cevabı kelimelere bürünmüştü. Berzah ile kâğıt üstü bir evlilik yaptığımızı bildiği halde bunun gerçek olmasını istiyordu. Hatta düşünmüyor sanırım öyle olduğunu varsayıyordu. Ona itiraz etmedim ama onaylamadım da, daha sonra hayal kırıklığı yaşayacak olması beni biraz huzursuz etti. Berzah ile benim bu evliliğin gerçek olma ihtimali yok gibiydi bencileyin çünkü Berzah’ın yüreğinde ben yoktum ve sırf ona gönül bağladım diye zorla onun yurdunda barınacak biri de değildim. Onun tek derdi intikamdı ve bu uğurda benim gözlerimin içine bakıp beni sevdiğini bile söylerdi. O yüzden ne bu ihtimali düşünüyordum ne de umut ediyordum. Zihnimde ki Berzah kininden ve öfkesinden arınıp beni sevemezdi bu yüzden bana karşı olan hareketlerine aldanmamam için daima duvarıma gerçekleri fısıldıyordum. Yapmam gereken sadece şuan onun yanında olmaktı gerisini düşünmemem gerekti çünkü ben ne zaman ileriye dönük düşünsem müthiş bir hayal kırıklığına uğruyordum. İçimden tüm bu düşünceleri yine bir kenara topladım ve önümde duran çaydan bir yudum aldım. O sıra da Emir mutfağa geldi geniş geniş gülümseyerek bana baktı:

"Günaydın Hare, ya da yenge mi demeliyim, bilmedim.” dedi kafası karışmış bir halde. Bu çocuğun tıp fakültesini bitirdiğine gerçekten inanamıyordum nasıl olurda daima umursamaz ve enerji dolu olabiliyordu anlam veremiyordum. Hala kızgınlığım ona geçmemişti cevap vermeden gözlerimi kısıp ona baktım, bakışlarımdan anlamış olacak ki gülümsemesi küçük bir sitemle kaplandı Şükran teyzeye döndü: "Gelinin çok alıngan Şükran hanım ama itiraf edeyim sayesinde ailemiz biraz renklendi ha." Güldü, gayet keyif alıyordu durumdan, ardından kızarmış ekmeği ağzına atarken ciddileşti: "Ama Berzah gibi birini bile dize getiriyorsun ya helal olsun." dedi, ona olan onun umursamadığı kızgınlığımı bir kenara attım bir işe yaramayacaktı çünkü.

"Kimseyi dize getirdiğim yok. Ayrıca sana alınmamaya da karar verdim, istediğini söyleyebilirsin, hazır burada bir aile gibiyken bu anların tadını çıkaralım diyorum." dediğimde ikisi de tebessüm ile bana baktılar. Emir lokmasını yutup çayından bir yudum aldı beni onaylarcasına başını salladı:

"Haklısın ama daha çok zamanımız olacak. Yarın, üç gün sonra ya da üç ay sonra neler olacağını nerden bilebiliriz. Değil mi Şükran sultan?" Şükran teyze elini Emir'in omzuna koyup sıvazladı:

"Muhakkak. Hem ne diyor Secde Suresi 17. ayette "Hiç kimse kendisi için gizlenmiş müjde ve mutluluğu bilemez." Ne diyebilirim? Peşin konuşmamak lazım..." Şükran teyze bunu söylediğinde Emir başıyla onu onayladı ve yemeğine devam etti. Birkaç dakika sonra Şükran teyze bir şeyi unutmuş gibi önce kolunda ki saatine baktı ardından bana döndü:

"Yakın bir tanıdığımı ziyarete gideceğim hastaneye. Uzun sürmez erken gelirim."

"Tamam, Şükran teyze keyfine bak sen."

Şükran teyze aceleyle kalktı Emir'in arkasından geçerken eğilip tıpkı küçük bir çocuğu sever gibi onu saçlarından öptü ve mutfaktan çıktı. Masada ki açık gazeteden dikkatimi çeken bir köşe yazısına daldığım da Emir:

"Berzah uyanmadı mı?" diye sorduğu sırada Berzah elinde boş bir bardak ile mutfak kapısından içeri girdi. Altında siyah eşofmanı vardı, ayakları çıplaktı ayrıca üzerinde de omuzlarına koyduğu gri kapüşonlu ceket dışında bir şey yoktu. Emir'e bakışlarımla onu gösterdim. Berzah'ın bakışları kısa bir an ben ve Emir arasında gidip geldi, kaşlarını çattı. Emir'e:

"Ne zaman geldin?" diye sordu bir yandan da dolapların kapaklarını açıp kapatırken ne aradığını merak edip onu izlemeye başladım. Emir ağzında ki lokmayı yutmadan cevap verdi:

"Şimdi geldim. Kahvaltıdan sonra sargılarını değiştirmek gerek, bir de pansuman yapalım, o leke pansumandan mı yoksa kan mı?" gözü beyaz sargı bezinin rengini değiştirmiş koyu lekedeyken.

"Biraz ağrım var." dedi Berzah ardından açtığı üçüncü dolabın kapağını da kapattı. Sinirlenip kendi kendine duymadığım bir şeyler homurdandı.

“Ne arıyorsun? Bana söyle." diye sonunda dayanamayarak aradığı şeyi sordum.

"Bardak… Çay."

"Ben getiririm, otur sen." gidip ocakta duran mor çaydanlıktan açık bir çay doldurup Emir'in yanında ki boş sandalyeye oturmuş olan Berzah'ın önüne koydum, yerime tekrar otururken Berzah'ın dudağının bir kenarı yukarı doğru kıvrılmıştı. Fısıltı halinde:

"Teşekkür ederim." dediğinde doğru duyduğumu Emir'in boğazında kalan çay ile anlamıştım. Berzah ters ters ona bakarken Emir kahkaha atmamak için kendini zor tutuyordu. Emir'e hak veriyordum Berzah öyle kolay kolay teşekkür edecek, üzerine bir de bunu utangaç bir edayla yapacak biri değildi, bende gülmemek için dudağımın kenarını ısırdım. Berzah gayet açık bir şekilde sinirlendiğini belli edercesine:

"Zıkkım iç." dedi Emir’e. Ama o Berzah’ı görmezden geldi sonra gülerek boş çay bardağını bana uzattı:

"Hare, rica etsem bana da bir çay doldurur musun?" dedi yapmacık bir rica ile Berzah benden önce cevap verdi:

"Dolduramaz. Kalk kendin doldur." Berzah'a yan yan onaylamayan bir bakış atıp Emir'in elinden boş bardağı aldım. Ben tekrardan ocakta bulunan çaydanlığa yaklaşırken Berzah arkamdan:

"Şimdiden beni dinlemiyor." diye şaşkınlık ve alayla karışık söylendi.

Kahvaltı faslını bitirdikten sonra Emir, Berzah’ın kolunda ki sargıyı değiştirmek için onu salona götürdü. Bende mutfakta ki işleri hallettikten sonra ne yaptıkların bakmak için yanlarına gittim. Emir Berzah'ın sol koluna dokunmadan, sağ kolunda ki küçük yaranın pansumanını yapıyordu. Beni görünce her ne konuda konuşuyorlardı ise ikisi de sustu. Yüzlerinde ki ifade hayra alamet değildi. Az önce konuştukları konunun izlerini taşıdığı da kesindi. Sessizce oturmuş Emir'in pansumanını bitirmesini beklerken bakışlarım Berzah'a döndü, az sonra fark ettim aklımda ki düşüncelerin yol şaştığını. Derin bir nefes alarak bakışlarımı ondan çektim. Salonun tavanına, perdelerine, halıya... Berzah nerede yoksa oraya bakmaya çalıştım ve uzun zamandır sesleri çıkmayan kelebeklerimin kanatlarını birbirine yapıştırdım.

"Kımıldama." diye sert ikazda bulunan Emir'in sesiyle bakışlarım yine onlara kaydığında Berzah'ın iyice eğilmiş bana baktığını gördüm ve Emir de ona kaşları çatık uyaran bakışlar atıyordu. Sonra Emir bana döndü sanki işini yapamamasının sorumlusu benmişim gibi. Bakışlarımı çekip onu anlamazdan gelmek daha kolayıma geldi.

Sonunda Emir pansumanı bitirip kaçarcasına evden çıktı, sanırım günlük Berzah ile birlikte vakit geçirme süresini doldurmuştu. Çıkarken bana hangi ilaçları ne sıklıkla vermem gerektiğini söylemeyi de ihmal etmedi zira Berzah sürekli unutuyormuş gece de ağrı kesici almayı unuttuğundan olsa gerek uyuyamamıştı. Emir’in ardından kapıyı kapattıktan sonra tekrar Berzah’ın yanına döndüm. Ceketini giymesine ve Emir’in bıraktığı kol bandını takmasına yardım ettim.

Bir an bir şey diyecek oldu ama vazgeçti. Benimde ona söylemek istediğim birkaç şey vardı ama ona yakın durduğumdan cümleler zihnimden kaçıştı ve gözlerinin içine bakınca ne diyeceğimi unuttum. Hatırlamak için ise hiç acele etmedim. Cesaretimi nasıl başardım da yanımda tuttum bilemedim ama bu zamana kadar üç saniyeden fazla bakamadığım o güzel gözlerinin acısını çıkarır gibi ve o harelerin ardını da görmek ister gibi tek tek selamladım. O harelerin ardı, onun yüreğiydi ama Berzah’ın kapıları bana sıkı sıkıya kapalıydı. Tekrar kısa bir nefes alıp bakışlarımı Berzah’ın ancak gelebildiğim omzuna indirdim. Cesaretimi yerine göndererek unuttuğum cümleleri kovalamaya başladım ama hiç imkân vermiyordu Berzah. Gülümseyince bakışlarım o kıvrımına takıldı sonra tekrar gözlerine baktım.

“Gözlerin açık kahveymiş... Oysa hep koyu görünüyordu, yanılmışım.” dedi sır veriyormuş gibi.

Sağ elini kaldırıp yüzüme yaklaştırdığında nefesimi tutarak ne yapacağını beklemeye başladım. Eli tam gözlerimin üzerinde durdu. Parmak uçları kirpiklerime değdi, dudağının sağ kenarı yukarı doğru kıvrılmıştı. Kirpik uçlarıma dokunuşu huylanmama sebep oldu gözlerimi kırpıştırıp tekrar ona baktım. Berzah havada kalan elini indirdi: “Çok güzel.”

Gülümsedim onu alaya alır gibi. Benim gözlerimi güzel bulmasının kibarlık olduğunu biliyordum Berzah romantik biri olsaydı güzel kelimesini bakışlarıma binaen söylediğini düşünürdüm. Ama değildi. Açık kahve belki de çok açık kahverengi gözlerim güzeldi belki ama bunu Berzah söylememeliydi: “Senin kendi gözlerinden haberin var mı?” diye içimden söylendim söylenmesine de:

“Evet, var.” diye cevap aldığımda Berzah’tan, kıpkırmızı kesildim. Sırıtarak içimden söylediğim düşüncemi Berzah’ın başımı döndüren gözlerinin etkisi ile sesli dile getirişim, ona karşı olan mahcubiyetime bir yenisini ekledi. Diyecek bir şey bulamayışıma kapı zili yetişti ve Berzah’ın gözlerinin içi gülümseyerek keyifle bakan yüzünü göremezden gelerek hemen eğdim arkamı dönmek üzereydim ki Berzah bana daha çok yaklaşıp eğildi, kulağıma doğru fısıldadı:

“Daha sonra kaldığımız yerden devam edelim, ”ne demek istediğini düşünürken kapı tekrar çalındı Berzah doğruldu: “ama şimdi otele gitmelisin Beşir beye yemeğe katılamayacağım için özürlerimi ilet. Daha ilk günden kızlarını yalnız bırakan damatlarını bağışlasınlar.”

Balık balık Berzah’a baktım. Dün öğle yemeğini dayım ve Nefise ile yiyeceğimizi söylemiştim ama daha sonra bunu tamamen unutmuştum şimdi hatırlayınca kendime kızdım. Bakışlarım Berzah’a döndü:

“Başka zamana erteleyelim. Bugün çıkmak istemiyorum.” dediğimde Berzah’ın dudaklarında güzel bir tebessüm oluştu. Niyetimi anlamıştı:

“Ben iyiyim. Hem bugün Talha ve bir arkadaşım eve gelecek küçük bir toplantı yapacağız.” birkaç saniye susup gözlerimin içine baktı. Ardından derin bir nefes aldı ve odasına gitmek için merdivenlere yöneldi bir yandan da benimle konuşuyordu: “Gidiyorsun çünkü seni ayakaltında görmek istemiyorum.”

“Hala neden bu halde olduğunu anlatmadın ve neden nişana geç kaldığını da.” son bir konuşmamız gerek bahanesi sundum. Merdivenin ikinci basamağını henüz tırmanmıştı. Bir an duracak gibi oldu ama durmadı:

“Döndüğünde konuşuruz.” dedi ve gözden kayboldu.

Dayım ile vakit geçirmeyi elbette istiyordum ama Berzah’ı da bu halde yalnız bırakmak içimden gelmiyordu. İsteklerimin sadece düşüncelerim ile sınırlı olduğunu anlayıp tahminim üzere kapıda çıkmamı bekleyen şoförü daha fazla bekletmemek için acele adımlarla odama çıktım ve çantamı aldım, erkenden gidip erkenden dönmekti niyetim.

Otelin lobisinde beni bekleyen dayıma ve Nefise’ye sarıldım, onları tekrar görmek beni yine mutlu etmişti. Nefise sadece üçümüz olduğumuz için rahat bir şekilde Arapça konuşuyordu bu defa da ben onlara ayak uydurdum:

“Berzah’a çok üzüldük, önemli bir şeyi yoktur umarım. Geçmiş olsun canım.” şaşırarak ve ne diyeceğimi bilemeyerek ona tebessümle baktım. Berzah’ın rahatsız olma nedeninin ne kadarını biliyorlardı emin değildim ve yahut ne biliyordu. Söyleyecek bir şeyler ararken dayım konuştu:

“Midesini üşütmesi kötü olmuş, inşallah en kısa zamanda şifa bulur.” rahat bir nefes alıp gülümsedim demek.

“Yaa evet, şimdi evde dinleniyor. Gelemediği için çok üzüldü.” Nefise üzgün bir sele konuştu:

“Başka bir zamana ertelemek istedik ama Berzah senin çok istediğini söylediği için bir şey diyemedik.”

“Evet, ne de olsa iki güne dönüyorsunuz. Biraz vakit geçirelim istedim.”

“Tamam, hadi o zaman sevgili damadımız bizim için küçük bir program hazırlamış şoför hazır, bekletmeyelim.” diyen dayımı onayladık ve hem uzamasını istediğim hem de erken bitmesini istediğim turumuza başlamış olduk.

İlk olarak daha önce hiç gitmediğim salt Türk mutfağının damak zevkine bürünmüş şık bir restoranda yemek yedik. Berzah’ın bunu bilerek yaptığını anlamıştım çünkü dayım ne kadar muhafazakâr da olsa Araplar lüksü severlerdi. Yemeğin ardından Antakya’nın tarihi yerlerini gezmeye başladık. Uzun süren işini gayet iyi yapan bir rehber eşliğinde gezme ve fotoğraf çekme sürecinden sonra boş bulduğum bir anda Berzah’ı aradım nasıl olduğunu merak etmiştim ama tabi ki aramama cevap vermedi. Ardından Nefise’nin ısrarları üzerine hediyelik eşya işlemi için mağaza mağaza gezmiştik. Birçoğunun adlarını bile ilk kez duyduğum kuzenlerime, daha doğmamış olanlara bile, küçük birer armağan almayı ihmal etmiyordu Nefise, bunu sorduğum da ise:

“Aile çok önemli, bağlarını güçlendirmek istiyorsan onları mutlu etmeli ve sevindirmelisin.” demişti.

Haklıydı bunu unutmamak üzere zihnimin bir yerlerine kaydettim. Dayımın saat merakını bir mağazada bana göre birbirine benzeyen üç saat arsında karar veremeden bir saat oyalandığında anlamıştım. Bana sürekli fikrimi sormuş hepsi aynı olan saatlere güzel, yakışır cevabını vermiştim. Sonunda karı koca bir model üzerine hafif bir atışma yaşayınca onlardan bir iki adım uzaklaşıp etrafa bir göz attım. Sıra sıra dizilmiş saatlerin yanında ki büyük cam kavanozda birbirinden şık tespihlere geldiğimde bir an durdum. Gözüm uzun gümüş imamenin ucunda küçük bir aşk sarmaşığı bulunan kahverengi bir tespihe takıldı. Taneleri bana kakma ahşapmış gibi göründüğünden daha çok hoşuma gitmişti. Bir süre önce Berzah’ın odasında gördüğüm eski bir tespih geldi hatırıma. Berzah’ın kullandığını görmemiştim ama seviyor olmalıydı.

“Hediyelik mi bakıyorsunuz?” daldığım vitrinden başımı kaldırıp soruyu soran ellili yaşlardaki adama baktım. Tereddüt ettiğimi gören adam beyaz sakalını sıvazlayarak az önce baktığım tespihi yerinden çıkarıp incelemem için bana uzattı: “Miski Amber, Balina kusmuğu derler. Okyanusta ki balinalar yedikleri mürekkep balıklarını kustuklarında bir tür salgı meydana geliyor ve okyanusta sertleşerek büyükçe bir taşa benzeyen bir malzeme oluşturuyor. Sonrada böyle koleksiyonluk tespih yapımında kullanılıyor.” Adamın anlattıklarını büyük bir dikkatle dinledim. İlginç ve güzel bir hediye gibi göründü: “İstiyor musunuz?”

“Evet,” dedim hemen daha fazla düşünmedim çünkü iki saniye daha düşünürsem vazgeçeceğimi biliyordum. O sırada dayım yanıma geldiğinde ise aldığım hediyeyi ona gösterdim. Zarif seçimim ve inceliğimden dolayı beni kutladı.

En zoru olan hediye alma faslı bittiği nihayet ki bitti ve sonunda onları otele sağ salim bıraktım. Evin kapısını çaldığım sırada güneş batmak üzereydi. Kapıyı Emir açtı, yüzünden düşen bin parçaydı:

“Selamünaleyküm Emir.”

“Aleykümselam.” içeri geçerken:

“Şükran teyze geldi mi?” diye sordum. Emir salona yürürken cevap verdi:

“Hayır, bugün gelemeyecekmiş. Arkadaşı vefat etmiş taziye için bu gece orada kalacak.” anladığımı belli edercesine kafamı salladım.

“Berzah nerede?” Emir masada duran bilgisayarını kapattı, onu ilk kez öfkeli görüyordum ve bu yanını hiç sevmemiştim sorum üzerine acele ile çantasının omuzuna takıp ceketini elin aldı:

“Odasında, uyuyordu en son. Ben gidiyorum. Berzah uyanınca onu yürüyüşe çıkar çünkü oksijene ihtiyacı var.” dediğinde bir kaşım havada ona baktım. Emir’in öfkeli olma sebebi elbette ki Berzah’tı.

“Siz kavga mı ettiniz?” zoraki bir şekilde güldü.

“Biz kavga etmeyiz. Sadece… Bu… Bir çeşit… Aile dalgalanması. Hani küçük şirin ailelerde olur ya. Berzah da bu dalganın etken maddesi.” ne demek istediğini anlamayarak ona baktım ama o uzatmadı. Belli ki Berzah onu kızdıracak bir şeyler yapmıştı. Ceketini de alıp çıkışa doğru yöneldiğinde çıkmadan önce tekrar bana döndü: “Sen gittiğinden bu yana bir şey yemedi, bana inat edip ilaçlarını da almadı.” son olarak kapıyı kapatmadan önce bağırarak söylendi: “Oksijen konusunda da ciddiyim.”

Emir gittikten sonra ardından gülümsedim. Ona kızgın bile olsa Berzah’ın iyiliğini düşünmesi onu gerçekten sevdiğini gösteriyordu. Tıpkı benim gibi… Elimde çantam ile merdivenlere yöneldiğim de Berzah’ı birden görmemle korkarak geri sıçradım, bu adam neden hep beni korkutacak şeyler yapıyordu cidden? Bir istiğfar çekip derin bir nefes aldım. Bakışlarım ona döndü. Surat ifadesine bakılırsa onun da Emir gibi canı sıkkındı. Aralarında ne yaşandı merakına düştüm Yavaş adımlarla merdivene yaklaştığımda bana boş gözlerle baktı, safir renk en koyu tonundaydı bugün, yorgun ve kızgındı:

“Aç mısın?” diye sordum cevabını bildiğim halde.

Söylediğim şeyi duymazdan gelip mutfağa yöneldi. Ardından bakmak yerine hemen odama çıktım çantamı bırakıp üzerimi değiştirmeli sonra aşağıya inmeli yenilebilecek bir şeyler hazırlamalıydım. Odada ki işimi bitirip mutfağa girdiğimde Berzah masanın üzerinde duran malzemeleri yıkamakla meşguldü. Elinde ki maydanoz muydu onun? Geldiğimi görünce kafasını kaldırıp birkaç saniye bana baktı ardından tekrar önüne döndü. Dudağında ki o düşeyazan gülümseme yine yerine kuruldu.

“Şaşırdın mı? Seni şaşırtmak ne güzel.” Dedi yanına gidip yıkadığını sebzelere baktım.

“Evet, şaşırdım.” tezgâhta duran domatesleri bana doğru uzattı ardından çekmecelerden birinden bir bıçak çıkarıp yanına koydu.

“Fazla şaşırmada bana yardım et. Domatesleri küçük küçük doğra.” dediğini yapıp kolları sıvadım. Berzah’ın hızı ve ne yaptığını biliyormuş gibi hareket ediyor oluşunu izlerken büyülenmiş gibiydim.

“Daha önce bir kursa falan mı gittin?” diye sordum domatesleri doğramayı bitirdiğimde.

“Hayır, okuldayken yemekleri arkadaşlarla sıra ile yapardık, hazır yemek yediğimizi hiç hatırlamıyorum. Hatta Vietnamlı bir arkadaşımız vardı adı Nio’ydu. Çocuk tam bir profesyoneldi. Şimdi Amerika da bir restoranı var. Bize harika yemekler yapardı, onun sayesinde bizde bir şeyler öğrendik.” gülümseyerek ona baktım.

“Senin aksine benim seçenekler sadece Türk mutfağından.” dediğimde tencereyi ocağa yerleştirmişti. Bana dönüp gülümseyerek:

“En sevdiğim.”

Ciddi anlamda birkaç saniye ona baktım kalbimin gümbürdemesini ve şaha kalkmış kelebekleri en önemlisi onun gülümserken ışıldayan safir gözlerini bu defa göz ardı etmeden gerçekten onun en sevdiği oldum. Sonra derin bir nefes aldım. Bir yandan onun yönlendirmeleriyle yardımcı olmaya çalışıyor diğer yandan onun mutfakta ki görüntüsünü izliyor en diğer yandan da güzel bir fırsat bulmuş ona aklımda ki soruları soruyordum.

“Kaç yıl kaldın Amerika’da?”

“İki yıl.”

“Üniversiteyi de orda mı okudun?”

“Hayır, Ankara Üniversitesinden mezun oldum. Babamın zorlamalarıyla Amerika’ya gittim.” babasından bahsedince sesi hafif kısılmıştı, gülümsediğinde ise hüzünlüydü. Murat annesinin küçük yaşta kaybettiğini söylemişti.

“Peki, annen ?”

“Ben doğarken vefat etmiş. Sadece birkaç resimde gördüm, ismi Süreyya.”

“Zor olmuş olmalı, baban için. Tek başına seni büyütmek…”

“Evet, çok zordu. Biliyor musun annem hemşireymiş, o da aslen Ankaralı.”

“Okulu o yüzden mi Ankara da okudun?”

“Sadece üniversiteyi. En çok sevdiğim yıllardı, anneannemin yanında kalıyordum çoğu kez, o da dört yıl önce vefat etti.”

Bakışlarım Berzah’a değil birçok sevdiğini kaybetmiş bir adama baktı ondan sonra, ona bırakamadığı kini ve öfkesi için kızarken aslında bunun en büyük nedeninin kayıpları oluşunu öğrenmek beni üzdü. Sevdiği insanları kaybetmiş olmasından birbirimize benzediğimizi ve onu anladığım gibi onunda beni anladığını hissettim. Sorularımın ardından Berzah az sonra kendiliğinden anlatmaya başladı. Bugün onunda anlatası vardı başka zaman olsa sorduğum halde bile cevaplamazdı beni.

“Talha ile de üniversiteden tanışıyoruz sayemde bölüm birincisi olmuştu, onun yerine sınavlarına girdim, benim için kardeşten ötedir Hala söyleriz üniversite üçümüzün dönüm noktasıydı.”

“Üçümüz? Sen Talha ve Emir mi?” aman bir ihtimal Emir değilse kim olabilir diye bakışlarımı ona sabitledim, karıştırdığı sosun tadına baktı.

“Hayır, Emir değil o dönem olarak bizden geride. Zaten okulu bile hala bitiremedi ki?” Kim peki? Bana döndü:

“Bugün onunla görüşecektim, Talha ile birlikte. Ülkenin en genç ve en iyi avukatlarından biridir, uzun zamandır görmüyordum adamı.” bir şey demeden önüne geri döndü. İçimin rahatlaması Berzah’ın bir adamdan bahsetmesiydi. Devam edebilirdik.

“Emir ile neden tartıştınız? Canı sıkkın gibiydi.” elinde ki bıçak bir iki saniye dondu. Cevap vermeyeceğini sanıyordum ama Berzah bugün beni şaşırtıyordu.

“Halid ile uzlaşmamı istiyor.”

“Uzlaşmak için Halid ne istiyor peki?”

“Emir’i.”

“Halid istediğini alırsa ne olacak?”

“Hem sizin şirketin hisselerini hem de Nadir ile ortaklıklarını avucuma koyacak.”

“Böylece, amcamdan intikamını daha kolay alabileceksin ve daha çabuk. Daha zahmetsiz.” Berzah sessiz kaldı. Tekrar ona döndüm:

“Peki, Halid Emir’e ne yapacak.”

Berzah cevap vermek yerine alayla sırıttı. Tabi ki öldürecekti. Emir, üvey babasının onu öldürmek için fırsat kolladığını söylemişti ve adam gerçekten pusuda bekliyordu da. Demek aralarında ki tartışma bu yüzden çıkmıştı, Emir onu göndermesini istemiş Berzah da kabul etmemişti. Berzah’ı bugün Emir’in canını sıktığı için haklı buldum. Elbette ki onu Halid’e vermeyecekti bende bu konuda Berzah’ın tarafını tutuyordum.

“Tamam da Halid istese Emir’i zorla alıkoyamaz mı? Neden senden istiyor?”

“İşin raconuna ters çünkü… Halid’in de uyması gereken kurallar var. Yani eğer tüm namluların ucunu üstüne çekmek istemiyorsa benim himayemde ki birini zorla alıkoyamaz.”

“Kimin, neyin kuralları bunlar?” gerçekten anlamayarak ona baktım benim bildiğim bir düzen vardı o da Allah’ın sonsuz güzellikte ki sanatkârı olan evrendi ama Berzah’ın evrenden bahsettiğini hiç sanmıyordum. Masanın üzerinde duran patlıcanları büyük parçalara ayırmaya başladı:

“Karamasa’yı duydun mu hiç?” birkaç saniye düşündüm:

“Bir ergen arkadaşımdan babasının karamasa da öldürüldüğünü duymuştum. Ama saçmalık diyerek inanmıştım.” babama ne vakit bu konuyu açsam şaka ile güler konuyu değiştirdi. Bu defa aynı şekilde gülen Berzah oldu:

“O saçmalık gerçek. Çekmeceden bir kaşık versene.(dediğini yapıp tahta kaşığı ona uzattım.) Senin arkadaşı babasının ölüm sebebi doğru olabilir yani çünkü biz tam da o masada oturuyoruz ve masada oturuyorsan kurallarına da uyacaksın.”

“Yani sen yasadışı bir masanın üyesi misin?” Berzah benim şaşırmama daha çok şaşırdı.

“Evet.”

“Halid de öyle.”

“Evet.” aklımda birkaç çark sesi duydum.

“Talha da.”

“Tek tek sayacak mısın? … Neyse işte eğer bu âlemde ayakta kalmak istiyorsan öyle her istediğini gerçekleştiremezsin.”

Bunun üzerine hiçbir şey söylemedim. Epey bir zaman geçmiş yemeklerin yarısını yapmıştık. Ben Berzah’ın söylediklerini düşünüyordum. Anladığım kadarıyla Berzah da o safsatanın bir parçasıydı. Murat’ın bana onların karanlık yüzünü anlatmaya çalıştığında buna inanmamıştım ama haklıydı. Talha’nın babası Nuh Bahremoğlu o Karamasa dedikleri dünyanın lideriydi. Berzah da belki Talha ile katılmıştı bu işin içine. Berzah’ın şirketi yurt içi ve yurtdışı inşaat ihaleleri ile ilgileniyor inşaat malzemeleri alım satımı ve üzerimi yapıyordu. Yasadışı bir iş gibi görünmüyordu. Ya da perde arkası mı vardı. Artık sessizlikten düşüncelerimle boğulmadan tekrar Berzah’a sordum.

“Sen yasadışı bir iş mi yapıyorsun?”

“Ne gibi?” yutkundum Berzah aklımda ki ihtimalleri sıraladı: “Uyuşturucu, kumar, kara para, silah vs. gibi mi?” evet derse bayılabilirdim: “Saçmalama Hare, ben babamın bıraktığı işten başka bir iş yapmıyorum.”

Rahat bir nefes aldım. Sıcak çorbanın ocağını kapatıp kapağını açtım. Berzah salataya yağ dökerken aklımın gitti akıntının önünü kestim.

“Nişana neden geç kaldın, neredeydin?” bana bakıp gülümsedi:

“Kaledeydim, biliyorsun.” dudağımın kenarını ısırdım. Elinde ki baharat şişesiyle bana döndü: “Sahi hala Kale’de olsaydım gerçekten beni kurtarmaya gelecek miydin?”

“Şey… Bir genç kız nişan günü yalnız bırakman doğru değil diye düşünmüştüm…”

Benim bahaneme gülerken aramızda ki mesafenin azaldığını fark ettim. Kalp ritmim yavaşça hızlanmaya başlamışken, Berzah’tan bakışlarımı kaçırıp önüme döndüm. Tuzun olduğu kavanozu elime aldım kapağını açmaya çabaladım ama hala bakışları üzerimde olduğu için elim ayağıma dolaşmıştı. Berzah elimde ki kavanozu alıp uğraşıp durduğum kapağını tek seferde açtı, sesinin bin tonuna sarınıp en yumuşağını seçmiş gibi:

“Gelirdin.” dedi.

Onun her defasında sanki ilk kez görüyormuşum gibi hissettiğim sanat eseri gözlerine baktım tekrar, safir perdeyi kaldırmak istedim, yüreğini görmeye çalıştım. Bir suya atlamış derinlere doğru çekiliyormuşum hissine kapıldım. O his ile Berzah’ın kokusu etrafımı sardı, nefesi göz kirpiklerime değdiği an aramızda ki mesafelerinde kapandığını gördüm, kendimi toparlayıp bir istiğfar çektim, çekildiğim sudan çıktım ve bir adım geriledim. Kendine gel Hare! Kapılma kızım! İçimde ki ikazlara uyup derin derin nefesler alıp zafer naraları atarak davullar gibi gümbürdeyen kalbimin sakinleşmesini bekledim.

“Neden Kale’ye gittin?” diye tekrar sordum.

“Halid ile anlaşmak için işet… Ama adamın derdi başka.”

“Evet, anlaşmayı Halid yapmış gibi duruyor.” dedim gözlerim ile omuzunu işaret ederek sesli bir şekilde güldü.

“Bu davetiye içindi, onu düğüne davet ettim.”

“İlginç bir kabul yöntemi varmış.” dediğimde yine güldü.

Bir müddet tekrar sessiz kaldık. Saate baktım dokuzu olmak üzereydi. Uzun süredir Berzah ile mutfaktaydık ve farkında olmadan güzel iyi bir iş çıkarmıştık. Bardakları da masaya yerleştirince her şey tamam oldu ve Berzah ile yaptığımız şahesere baktım. İki farklı ana yemek yanında atıştırmalıklar üç kişi için bile oldukça fazlaydı, gayet güzel bir yemek masası hazırlamıştık. Konsolun üstünde bulunan içinde taze çiçeklerin olduğu vazoyu da alıp masaya bir köşesine yerleştirdim. Hiç değilse bir kadın eli değdiği anlaşılmalıydı diye düşünmüştüm. Berzah çiçekleri gördüğünde gülümsedi aklıma gelen şey ile ona döndüm:

“Teşekkür ederim.” anlamamış gibi bana baktı: “Dayım için.”

“Teşekkür etme. Beni dinlemene karşılık ufak bir hediyeydi sadece.”

“Benim de sana ufak bir hediyem var.”

“Nedir?”

“Önemli bir şey değil. Yemekten sonra-“aynı anda çalan kapı zili sohbetimizi burada kesti.

Berzah kapıya doğru aceleyle giderken bende ardı sıra misafirleri karşılamak için seğirttim. Holde durup aynada ki yansımama baktım. O kadar zaman mutfakta olmama rağmen iyi görünüyordum üzerimde ki yemek kokusunu saymazsak tabi ki. Berzah kapıyı açtığında ilk olarak Talha belirdi, yine siyah takım elbise giymişti tam bir ağır abi modeliyle önce Berzah’a kabaca sarılıp bana da başıyla selam verdi, ardından da onunla aynı boylarda, koyu siyah saçları ve uzun sayılabilecek sakalıyla bir adam kapıdan göründü. Talha’nın sert üslubuna ters bir rahatlık vardı adamda. Vakur ve tevazu yüklüydü sanki. Sakin yumuşak Berzah’ı gördüğünde değişti ve kocaman gülümseyerek ona kollarını açtı:

“Kardeşim!”

“Uzun zaman oldu. Özlemiştik seni.” adam yine aynı gülümsemeyle cevap verdi.

“Biraz tatil yapayım dedim, döndüm yeriniz de yeller esiyor. Talha’dan duyunca soluğu yanında aldım. Madem işe başlayacaksın neden benimle de-” Berzah genzini temizleyerek onun gelecek cümlesinin önünü kesti, bakışları ile benim olduğum tarafı gösterdi aynı adamın kara gözleri kirpiklerinden fırlayıp beni buldu ve gülümsemesi biraz gölgeli bir hal aldı. Berzah bizi tanıştırdı:

“Nişanlım, Hare. Hare bu da sana bahsettiğim arkadaşım Zeyd.” Anlattığı üç kişi hikâyesinin üçüncü kahramanı bu adamdı demek. Gülümseyerek başımla selamladım.

“Hoş geldiniz.” dediğimde oda başıyla onayladı beni.

“Hoş buldum. Sonunda tanışabildiğimize sevindim. Berzah senden bahsederken-” Berzah ikinci kez aynı yolla Zeyd’i susturdu.

“Hadi yemeğe geçelim.” Zeyd de Talha da gülüştüler. Aralarında anlamadığım sessiz bir muhabbet döndü. Onlar hazırlamış olduğumuz masaya otururlarken ben mutfağa gidip son servisi hazırladım, Berzah yanıma geldi.

“Ben odaya çıkıyorum, bir şeye ihtiyacınız olursa seslenirsiniz.”

“Bizimle yemeyecek misin?”

“Hayır, hazırlarken bir yandan da atıştırdım, o yüzden aç değilim. Hem sizin de konuşacak şeyleriniz vardır. Yemekten sonra seslen kahve içerken eşlik ederim.”

Berzah tuhaf bir şekilde bana baktı. Bende onun safir alevlerine takılıp tekrar düşeyazacaktım ki tekrar kapı zili çaldı. Berzah kapıyı açmaya giderken bende odama gitmek için merdivenlere yöneldim. Odanın kapısına vardığımda:

“Zeyd!” diyen Emir’in neşeli sesini duydum. Gelenin Emir olması iyiydi Berzah ile aralarının kötü olmasını istemiyordum.

Onların gülüşme sesleri ta salondan odama bana ulaşırken ben bilgisayardan e-maillerimi kontrol ediyordum. Selen artık yönetici olmadığımı bildiği halde hala şirketin durumu ile ilgili rapor gönderiyordu. Epey bir zaman o raporları inceledim anlamadığım birkaç yer vardı ve bunu da tekrar sormak için not aldım. Şirketin Berzah ile olan ortaklığından dolayı açılacak yeni fabrikanın tarihi belli olmuştu; 31 Ağustos, yani izim düğünümüzden on gün sonra. Telefonu elime alıp Selen’i aradım:

“Buyurun Hare Hanım,”

“Nasılsın Selen?”

“İyiyim efendim siz nasılsınız?”

“İyi galiba. Şu fabrikanın açılış tarihi... İçime sinmeyen bir şeyler var. Neden bu kadar acele ediliyor?”

“Aslına bakarsanız benim de Hare Hanım, ama yapacak bir şeyimiz maalesef ki yok. Fırat da şaşkın her şeyi ağırdan alıyorlarmış gibi görünüyor ama her nasıl oluyorsa öyle yapılmıyor. Açılış tarihi daha şimdiden üç kez değiştirildi ve hep erken bir tarihe alındı.”

“Açılışı geciktirme gibi bir şansımız yok mu?”

“Üzgünüm efendim.”

“Tamam, o halde güvenlik önlemlerine dikkat edin hiçbir pürüzü atlamayın olur mu? Bir de sana rapordan aldığım notları gönderiyorum bir ara incelersen sevinirim.”

“Peki efendim.”

Ardından telefonu kapattım. Elçin’in mesaj atması üzerine bu defa da onu aradım, son olarak havaalanında birbirimizi görmüştük ve nişan haberine ailesi de o da çok şaşırmışlardı. Lale teyzenin sağlık problemi yüzünden seyahat edemedikleri için nişana gelememişlerdi ama mutlaka düğüne katılacaklarını bildirmişlerdi. Murat tuhaf bir şekilde benden uzak duruyordu ve Elçin’in nişan için gelmesine de müsaade etmemişti. Bunun için ikisine de kızgın değildim. Olan bitenleri Elçin’e anlatırken şaşkınlıktan kendinden geçmişti, dayımı getirttiğini duyduğunda ise Berzah’a olan sempatisi artmıştı ve artık kesinlikle ona beyaz atlı prens olarak bakıyordu. Sonunda bir ödev araştırmasına devam etmesi gerektiğinde benim zorumla telefonu zorla kapattırdım.

Ardından sosyal medyadan arkadaşlara baktım epey bir süre olmuştu bakmayalı. Ve kaçırdığım bir sürü şey... İki arkadaşım evlenmişti, bir tanesi nefret ediyorum dediği çocukla altıncı ayını kutlayan bir resim atmıştı. Bir grup sınıf arkadaşım Singapur’a seyahate gitmiş fotoğraflarına beni de etiketleyip keşke olsaydın diye sitem ediyordu. Gelen kutusunda ki 58 mesaja tıkladığımda ise felaketti. Hepsine gülümsedim şuan evimden kilometrelerce uzaktaydım birkaç aydır tanıdığım bir adamın evinde, onun nişanlısıydım ve bunu okulda ki her hangi birine anlatsam asla inanmazdı. Bir an aklıma gelen şey ile arama butonuna Berzah Akad yazdım. Sonuçta çıkan Berzah Ali Akad’a tıkladım. Profilin çok çok eski olduğu belliydi.

Sadece bir resim dışında paylaşılan hiçbir şey yok. Berzah safirin en açık tonuna bürünmüş gözlerinin içiyle gülümseyerek objektife bakıyor üzerinde kot bir gömlek var, yakasında bir güneş gözlüğü şimdi ki Berzah’tan çok daha mutlu… Çocuksu… Yanında tıpkı onun gibi gülümseyip zafer işareti yapan az önce tanıştığım Zeyd var. Biraz arkalarında ise ilk defa takım elbisesiz gördüğüm gözünde ki güneş gözlüğü ile belli belirsiz gülümseyen Talha duruyor. Arkalarında Sümela olduğunu tahmin ettiğim tarihi bir yapı ile gayet mutlu olduklarını tahmin etmek hiç de zor değil. Açıklama kısmına, beğeni ve yorum sayısının gayet yüksek olduğu fotoğrafa günün tarihi konulmuş: “21.06.2012”

Kapı çaldığında daldığım yerden çıktım. Fotoğrafı kapatıp oturduğum sandalye de kapıya doğru döndüm:

“Girebilirsin.” yavaşça açılan kapıdan Emir belirdi. Gülümseyerek:

“Kahve yapacak birine ihtiyacım var.” dediğinde bende ona gülümseyerek yerimden kalktım. Emir ile beraber koyu ve bayağı keyif veren bir sohbetten sonra kahveleri hazırladım. Salona geçtiğimizde Talha çalışma odasında telefon ile konuşuyordu.

“Ben Talha’yı çağırırım. Berzah ve Zeyd bahçedeydi sen onları çağır.”

Onu onaylayıp bahçeye açılan kapıdan çıktım. Etrafa biraz göz gezdirdikten sonra mermer fıskiyenin olduğu yerde oturduklarını gördüm. Çağırabilmem için biraz daha yaklaşmam gerekti. Birkaç adım atıp tam sesleneceğim sırada Zeyd gülerek konuştu:

“İnançlarının bu yönde değişmesi beni çok mutlu etti. Garip olan, yıllardır şu inadını kırıp da sana anlatmaya çalıştığım onca şeyi bu kısacık zaman diliminde farkına varman.”

“Evet, bende şaşkınım aslında… Ama artık böyle hissediyorum.” Zeyd bu defa elini Berzah’ın omuzuna koydu. Aslında onları dinlemem yanlıştı ama aralarında ki sohbetin konusu dikkatimi çekmişti:

“Bu değişimin sebebi karın olabilir mi?”

“O hala yasal olarak benim karım değil.”

“Ama Allah katında karın.” Berzah bir süre daha sessiz kaldı.

“Bilmiyorum Zeyd. Kafam çok karışık… Sence tüm bu düşündüklerim ondan mı kaynaklanıyor? Beni değiştiriyor mu?”

“Öyle demeyelim de. O vesile imiş diyelim.” dediğinde Berzah ona döndü:

“Sence aşk mı bu?”

Adım sohbette dönüp duruyordu ve Berzah adımla sorguladığı hislerini aynı cümlede kullanıyordu. Olduğum yerde kımıldamadan kaldım gümbürdeyen kalbim göğüs kafesimde dışarı çıkmak için çırpınıyor kelebeklerim içimde çıldırmış bir vaziyette kanat çırpıyor, beni soluksuz bırakıyordu. Zeyd tekrar ona gülümseyip gecenin siyah örtüsüne baktı.

“Bu zamana kadar anladığım bir şey varsa o da şu; aşk kelimesinin sonsuz kabiliyetini fani bir kulda aramayacaksın yoksa hataya düşer azabı üzerine çekersin… Ama şu an anlamadığım bir şey varsa o da şu; ondan nasıl bu kadar etkilendin?” Berzah rahatsız olmuş gibi yerinden kımıldandı ve Zeyd’e baktı:

“Sen ne düşünüyorsun bu konu da?”

“Merhamet ve şefkat duyguların aşk üzerinde ki etkileri hakkında birkaç teori oluşturabilirim ama daha kısa bir cevabı var.”

“Nedir?”

Berzah’ın sorusunu yanıtlamak üzere arkasına dönen Zeyd’in bakışları beni buldu, kısa bir an şaşırsa da sonra cevabı bana da vermek ister gibi gülümsedi:

“Kader.”


Loading...
0%