Yeni Üyelik
14.
Bölüm

13.Bölüm

@cigdemgah

Ben bilmezdim ki her ırmak da bir gün denize dökülmek isterdi. Öyle bir deniz ki hatta deniz değil bir okyanus, zira Berzah Akad’ın gözleri bir denize değil okyanusa yakışırdı. Öyle güzel bir rengi Allah Berzah’a bahşederken benim ırmağıma tattırmıştı sanki ta Bezm-i Elest’te. Ondandır onu o kadar iyi anlatabilmem, anlayabilmem ve sevdalanabilmem. Ben kendi yurdunda, kendi halinde yaşayan bir kuldum. Leylalık ne haddime? Aşk meclisi sadece kitaplarda okuduğum, şarkılarda dinlediğim bir mevzuydu. Bir de hiç ummadığım bir zamanda, “Bittim Ya Rab!” dediğim bir anda kader Berzah ile yollarımızı kesiştirdi. Onu gördüğüm, gözlerinin safirlerine baktığım o anda içimde ki sakin ırmak coşkulandı birden. Bilirsiniz umut Allah’tandır. İşte Rabbim o zaman umudumu vücuda büründürdü. Dedim “Ya ilahi entel Baki. Madem öyle, hoştur bana senden gelen, (Yunus Emre’nin dediği gibi) ya hilat-ü yahut kefen.” Ben o umuda tutundum ve Berzah o an bu andır hoştur yüreğime. Öyle bir anda olacak bir şey değil bu, bir savaşın ortasında hiç beklemediğin bir anda bombanın yanı başına düşmesi gibi bir şey sevda. İşte anladım, bu halde öyle bir haldi ki, o yanı başıma düşmüş bomba beni öldürmüyor süründürüyordu. Şimdi desem ki evet bu savaşın galibiyim; ne ordum var ne de savaşa takatim. Aksine ahvalim naçar. Ben bu savaşta mağlubum desem; hayır. Zira bana elem olmuş bu safir adam bir nevi armağandı da. Şimdi düşünüp duruyorum ben bu hikâyenin neresindeyim? Başında mıyım yahut sonunda mı?

Berzah’ın sesi ile çıktım düşüncelerimden ve cevabımı aldım.

“İki cümle söyledim diye aşk meşke sonra kadere bağladın. Ben anlamıyor muyum ne yapmaya çalıştığını? Hayal kırıklığına uğrayacaksın ama ben ona âşık değilim sadece ona ihtiyacım vardı. Belki de daha önce hiçbir kıza izin vermediğim kadar yakınımda olduğu için böyle hissediyorum.”

Evet, müthiş bir hayal kırıklığını içime buyur ettim ve bu kırıklıkla içim bertaraf oldu. Berzah’ın söylediği her söz gözlerinden beter birer ok olup yayından çıkarak kalbime saplandı ve tam da filize durmuş umutlarımı öldürdü. Halime gülsem mi ağlasam mı bilemedim. Her ne kadar böyle olduğunu tahmin etmiş olsam da bunu duymak hele bir de ondan duymak bir başka üzdü beni. Tabi ki bunun en büyük sorumlusu bendim. Berzah bana beni sevdiğini söylemiş miydi? Birkaç kibar hareketi ben belki de fazla abartmıştım, gereksiz sahiplenmiştim. Bu ihtimale tutunmasaydım acısını şimdi bu kadar şiddetli de hissetmeyecektim. Ya da bunu hiç duymamış olsaydım belki de daha mutlu olabilirdim Berzah’ın yanında. Ama acı da olsa doğru olanı bilerek itaatkâr âşık halimden bir miktar sıyrılacaktım. Bir filmin en güzel yerinde elektrikler kesilmiş ve ekran birden kararmış gibi hissediyordum. İçime saplanmış oklar içime batmaya başlıyor, canımı yakıyordu. Gözyaşlarım uçurumlarımda kendini aşağı atmaya hazırdı ama onları ikna çabasına girmiştim. Suçlu bendim ne oydu ne de ona olan sevgim. Ah! Ve demek böyle oluyordu sevda dedikleri şey. Mahbup senden tüm dermanı çekiyordu da sen yine düştüğün derdin dermanını onu sevmek fikrinde, yani onda buluyordun.

Berzah’ın ağzından çıkan o sözler silgi olmuş içimde duran kelebeklerimin hepsini silmişti. Onların yerini şimdi karanlık bir sükût kaplıyordu. Ve işte! Birkaç haftadır görmediğim yıkıldığını sandığım duvarım yine tüm heybetiyle karşımda duruyordu. Benim yıkılmışlığımın aksine içimde ki Hare alaylı bir tebessümle duvarımın tam önünde gözlerimin içine küçümseyerek bakıyordu. Bir anda oluşan kaybolma isteğim ne yazık ki içimi daha da huzursuzlaştırdı. Hissettiğim bu duygular sadece Berzah’ın söylediği sözlerden değil aynı zaman da orada Berzah’ın söylediklerini duyduğumu bilen Zeyd’in bakışlarıydı da. Kendi içimde dahi zavallı gibi gördüğüm beni, Zeyd kim bilir nasıl görecekti. Benim aklımda kurduğum destanın aksine Zeyd saniyelik bakışlarını üzerimden çekip Berzah’a baktı:

“Berzah-“

“Berzah,” Çatallaşan sesim ile aynı anda Berzah’a seslendim çünkü Zeyd’in ne yapmaya çalıştığını anlamıştım ve buna izin veremezdim. Sesimi duyan Berzah’ın bakışları anında bana döndü, bir an afallama gördüm yüzünde. Sonrasında kaşlarını çatıp telaşla Zeyd’e baktığı sırada devam ettim: “Kahveler hazır… Bekliyoruz…”

Acele ile arkamı döndüm ve onlardan uzaklaştım, salona girdiğim sırada Berzah ve Zeyd de hemen ardım sıra kapıdan içeri girdiler. Talha tuhaf tuhaf üçümüze bakıp kaşlarını çattı, ne olduğunu sorarcasına tek kaşını havaya kaldırdı. Berzah’a sorduğu sessiz soruyu Emir seslendirdi:

“Bir şey mi oldu?”

O an tıpkı ilk zamanlar yaptığım gibi farz ederek olanları bir kenara bıraktım ve ev sahibi olarak misafirlere gülümsedim.

“Hayır.” benim sahte kayıtsızlığım üzerine Talha geriye yaslandı.

“Galiba bu ikisi bir şey oldurtmuş yine. Ne yaptınız?” Berzah koltuğa otururken üzerinde ki rahatsızlığı bir kenara atarak cevapladı:

“Senin büyük planın üzerine konuşuyorduk. Ne yaparız da hayatta kalırız üzerine nutuk atıyordu Zeyd.”

“Nutka gerek yok. Benden uzak olan hayatta kalır.” hepsi gülüştüler.

İlerleyen saatlerde tek kelime etmeden sakince koyu bir sohbet ederlerken onları dinledim ve bana yönelen birkaç soruya kısa ve isteksiz cevaplar verdim. Kendi içimde ki çetrefilli tarlalarda geziyordum. Ayağım düşüncelerime takılıp düşüyor kanayan dizimin acısından üzgün oluşumu bastıramıyor, ağlamak isteği ile doluyordum. İçimden bir istiğfar çekip derin bir nefes aldığım sırada bakışlarım Berzah’a kaydı. Sağ elinde tuttuğu kahve fincanını yavaşça çeviriyor çetrefilli tarlalarda dolanıyor gibiydi, safirlerini üzerime çivilemişti. Bana bakıp da ne düşünüyor merak ettim. Biraz önce bahçede söylediklerini duyduğumu biliyordu ve bu durumdan rahatsız olduğunu açıkça belli ediyordu. Bakışlarında bir şey anlatma ihtiyacı varmış gibiydi ama bununla kesinlikle ilgilenmiyordum. Değil bugün onunla konuşmak bugün onun söyleyeceği bir şeyi dinlemek istemiyordum. Sessiz bir film gibi süren kısa bir bakışmanın ardından bakışlarını çeken ben oldum. Düşüncelerimi okumuş gibi öne doğru eğildi ama ondan önce davranıp ayaklandım. İzin isteyip kendimi odama attığım sırada üzerimden koca bir yük kalkmış gibi hissettim.

Kapının arkasında bağdaş kurarak epey bir süre oturup, düşündüm. İkna çabama rağmen kendini uçurumdan atan birkaç hıçkırığa mani olamadım ama onun dışında itaatkâr davrandı gözlerim. Sessizlik benim için ağlayıp sızlanmaktan daha iyiydi. Berzah’ın söylediği her söz tüm gerçekliği ile karşıma dikiliyor, ne kadar istemesem de kulaklarıma doluyor, zihnimde tekrarlanıp duruyordu. İçimden kendimi tesellilere boğdum. Etkisiz onlarca cümle geçti zihnimden birbirini devirip yerine yenileri kuruldu. Banyoya gidip üzerimi değiştirdikten sonra yatsı namazını kılmak için abdest aldım. En iyisi bunları bana yaşatana sığınmak değil miydi? Öyle yaparsam daha iyi hissedeceğimi biliyordum. Ben namazımın son selamını verirken bahçeden gelen araba sesleri ile misafirlerin gittiklerini anladım. Şimdi evde yalnızca ben ve Berzah vardık ve onunla karşılaşmak ya da konuşmak istemiyordum. Lakin onun benimle konuşmak istediğinden ve bunu yapacağından da emindim. Ayağa kalkıp seccademi katladım. Yatağımın başında dikilirken merdivenden gelen ayak seslerini duydum, muhtemelen Berzah odasına çıkıyordu. Sessizce durup dinledim. Merdivenin hemen sonunda benim odam vardı Berzah’ın ki ise karşıda ki odaydı. Onun odasına gideceğini benimle konuşmak için sabahı bekleyeceğini düşünmüştüm ama kapımı tıklatarak beni yanılttı. Ne yapacağımı bilemeden ayakta kalakaldım ona gel demeyecektim ama istemesem de inat edip kendini dinlettirene kadar gitmeyecekti. İkinci defa yine tıklattığında ise içinde durduğum sessizlikten çıkıp ani bir refleks ile yatağa uzanıp kapıya sırtımı döndüm. Uyuduğumu düşünüp gitmesi iyi olacaktı çünkü bugünlük Berzah kotamı iki saat önce doldurmuştum. Gitmesini beklerken Berzah beni tekrar şaşırtıp kapıyı yavaşça açtı, nefes bile almadan kaskatı kesildim. Birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra:

“Işığı kapatmadan mı uyudun?” dediğinde içimden kendime azarlar savurdum.

Yine sessizliği seçtim. Birkaç adım attı ve ayakucumda durdu. Çarpan kalbimi nasıl susturacağımı bilemeden bir an önce gitmesini diledim. Saat gibi geçen saniyelerin sonunda tekrar ayak sesleri duyduğumda gittiğini düşünerek rahat bir nefes aldım ama beklediğim kapı sesi yine gelmedi, onun yerine birkaç dolap kapanma sesinin ardından Berzah bu defa başucuma geldi. O üzerime muhtemelen beyaz gardırobun son bölmesinde bulduğu ince yeşil battaniyeyi yavaşça örterken soluksuzdum.

“Hiç değilse üstünü örtseydin.” sözcüklerinin dalgası yüzüme çarptı. Bana çok yakın durduğu için gözlerimin kapalı oluşuna içimden şükrettim.

Numara yapmanın kötü bir yanı da hislerimizin bizim küçük oyunumuza katılmamasıydı, çarpan kalbimi Berzah’ın da duyduğuna yahut yüzümü basan sıcaklığın kızarttığı yüzümü Berzah’ın da gördüğüne emindim. Yine saat gibi bir dakikanın ardından Berzah hızlı adımlarla odamdan çıktı ve açık bıraktığım ışığı kapattı. Onun odasına girip kapıyı kapatmasını sessizce bekledim ve nihayet beklediğim ses geldiğinde rahat bir nefes alıp gözlerimi açtım. Aklım Berzah’ın gelişine, içime dolan kokusuna, bana o kadar yakın oluşuna, üzerimi örtüşüne, en önemlisi de beni sevmeyişine takılıp kaldı. Sonunda birleştiremeyeceğim bu parçaları elimin tersiyle kalbimin karanlık kuytusuna doğru ittim. Hiçbir şey düşünmemeliydim, düşünmedim. Ne o zaman ne de sonra ki bir saat boyunca uykuyu arayıp yatağımda dönüp dururken.

. . .

Sabah yataktan sürünerek kalktım, her zaman ki halime bin kat bir yavaşlıkla elimi yüzümü yıkayıp üzerimi değiştirdim. Şalımı bağlayıp odada iki üç tur attım, aşağı inmemek için oyalanmaya başladım. Yatağımı ikinci defa düzelttiğim sırada kapımın tıklatılıp cevap beklemeden yavaşça açılmasıyla eğildiğim yatağın üzerinde kımıldamadan kaldım. Dün gecenin anıları aklıma sızmaya başlamışken kalbimin çarpışı ile Berzah’ın yerine Şükran teyzeyi karşımda gördüğümde rahat bir nefes vererek doğruldum ve mutluluktan yüzümü kocaman bir gülümseyiş kapladı. Abartılı bir şekilde:

“Şükran teyze…”diyerek ona doğru gidip boynuna sarıldığımda o da bu halimden hiçbir şey anlamamıştı. Gülümseyerek sarılışıma karşılık verip sırtımı sıvazladı:

“Beni gördüğünde bu kadar mutlu olacağını bilseydim daha erken yanına gelirdim.”

“Vallahi seni bir gün görmedim ama çok özledim, demek ki bu evde ki günlerin geçmesine tek sebep senmişsin.”

“Yok canım! Neyse hadi kahvaltı yapalım, sonrasında Nefise hanım ile Beşir bey buraya gelecekler biliyorsun bugün dönüyorlar o yüzden güzelce ağırlayalım onları.” gülümseyerek onayladım. Çok şükür ki bugünü atlatmak için bir uğraş bulmama gerek kalmadan kendiliğinden geçerdi. Acaba Berzah çıktı mı diye düşünüp merdivenleri inerken Şükran teyze vefat eden arkadaşından bahsediyordu.

“Allah kalanlara sabır versin. Mekânı cennet olsun.” o sırada mutfak kapısında Berzah ile karşılaştık. Gözlerini üzerime diktiğinde başımı öbür tarafa çevirip umursamaz bir şekilde:

“Günaydın,” dedim, Berzah bana cevap vermek yerine arkamdan sessizce bakıyordu. Sandalye çekerek güzel bir şekilde oturup kahvaltıya başladım. Şükran teyze Berzah kızdı:

“Oğlum hiçbir şey yememişsin, öyle aç aç gidilir mi?”

Gözüm masaya kaydı. Hiçbirine el sürmemişti, hala buharı tüten çayına bile dokunmamıştı. Berzah’a baktığım sırada onunda hala bana baktığını gördüm, yine bir Berzah klasiği ile kaşları çatılmış bana anlamaya çalışır gibi bakıyordu. Bir iki saniye gözlerine bakıp safirlerine bir selam çaldım. Sonra hemen önüme döndüm:

“Doydum, yeter.” dedi mutfaktan çıkarken. Şükran teyze onaylamayan bir ses çıkarıp:

“Ne oldu buna şimdi?” omuzlarımı silktim ve konuyu değiştirmek adına:

“Emir bugün yok mu?” diye sordum.

“Erkenden buradaydı, Berzah ile bir iş üzerine konuştular sonra da çıktı. Sınırım Nadir beylerin çiftliğine gitti.”

Amcamın adını duyduğumda biraz garip hissettim. Benim sevgili akrabalarım benden daha çok yeni akrabalarım ile meşguldüler. Akıl hastalığı olduğuna dair rapor gösterip bendeki hisselerimin devrini aldıktan sonra ki bunu bizzat Berzah planlamıştı, şimdi düşününce bunu sevmediği birine yapması çok da zor olmasa gerekti, amcamla hiç konuşmamıştık. Bu da demek oluyordu ki benimle işi bitmişti. Nişanda dahi beni tebrik etmemiş Berzah ile iş konuşmuşlardı. Kerim’in o gece teras da söyledikleri aklıma gelirken daldığım düşüncelerden Şükran teyzenin sesi ile çıktım:

“Allah bizi bazı insanlardan uzaklaştırır ki onlardan bir zarar görmeyelim ve bizi bazen el sandığımız insanla birlikte tutar ki birbirimize armağan olabilelim. Niye böyle oldu diye çok düşünme. Rabbim hiçbir şeyi boşuna yaşatmaz güzel kızım. Şuan Nadir Bey sana bir kötülük ettiyse nefsinin ellerinde kalmış ve imtihanını kaybetmiş ve buna binaen sen Berzah’ın yanında isen Allah onu sana seni de ona armağan etmiş.”

“Armağan diyorsun da Şükran teyze, demek ki armağanlar önce insana imtihan oluyor.”

“Zahmetsiz rahmet olmaz derler. Sana verilen armağan zahmetsiz mi verilecek sanıyorsun?”

“Peki ya emek verdiğim halde olmazsa, ya en başından beri armağan değil de sadece öyle mutlu olacağın bir an ise, gelip geçiciyse?” bunu demem üzerine Şükran teyze birkaç saniye gözlerimin içine baktı ne demek istediğimi o da anlamıştı, biraz düşündükten sonra şefkatle gülümsedi:

Tohum saç, bitmezse toprak utansın! Hedefe varmayan mızrak utansın!

Hey gidi Küheylan, koşmana bak sen! Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!”

Demiş Necip fazıl. Sen sev de karşılık vermezse o utansın.” Güldüm. Sevmezse Berzah utansın diye tamamladım içimden şiiri. Şükran teyze çayından bir yudum alarak pencereden sonbahar manzarasını izlerken diğer yandan mırıldandı: “Allah mutlaka senin için en hayırlı olanı yaşatacaktır. Bundan emin ol. Dağın ne kadarsa karında o kadar olacak. Amayı yayı belkiyi geride tut.”

Haklıydı. Ona olan duygularımın karşılıksız olması ile düştüğüm hayal kırıklığının beni bu kadar üzmesine izin verdiğim için hatalı olan bendim. Belki burada kendimi suçlu görüyordum ama suçlu bende değildim, Berzah da değildi. Hikâyenin neresinde olduğumu sorguluyordum. O suallerden de vazgeçtim. Üzülmeme engel olabilir miyim emin değilim ama buna sebep olan, içimde birbirine zincirlenen ve bana sarınan sorularla bezenmiş derin kızgınlığımdan vazgeçtim.

“Biliyor musun Şükran teyze, Kerim ile sütkardeşiymişiz.” diyerek konuyu değiştirdiğim de söylediğim şey üzerine Şükran teyze hiç şaşırmadı.

“Biliyorum, bana da Zehra Hanım söylemişti. Bunu Berzah’a söylediğim de nasıl bir surat ifadesi olduğunu görmeliydin... Zaten Berzah bunu duyduğu an planı değiştirdi.” şaşırarak Şükran teyzeye baktım: “Aslında Nadir bey de bilmiyormuş Zehra Hanım ondan saklamış her niyeyse. Kerim de bu yüzden seninle evlenmek istememiş.” dediğinde taşlar şimdi yerine oturmuştu. Kendi kendime güldüm.

“Nişanın olduğu gün öğrendim bende. Berzah ile Kerim biraz atıştılar... Sonra Kerim ile hiç konuşmadık aslında nasıl oldu merak ediyorum.”

“Merak ettiysen ara kızım.”

Şükran teyzeden onay aldıktan sonra bir koşu telefonumu alıp tekrar yanına döndüm Kerim’in numarasını tuşladım. Telefonu üçüncü çalışta açtı:

“Kerim, günaydın.”

“Günaydın.”

“O geceden sonra konuşamadık nasıl oldun merak ettim.”

“İyiyim, bende seninle konuşmak istiyordum. Vaktin var mı?”

“Elbette, yarın haberleşelim.”

“Olur… Ama Berzah Bey’in kızmasın.” diyerek bey kelimesini bastırıp alaya aldı.

“Kapatıyorum, görüşürüz.”

“Görüşüz.” diyerek telefonu kapatırken hala gülüyordu.

Berzah’ın bu konuya ne tepki vereceğini tahmin etmek zor değildi ama ondan izin alacak da değildim. İçimde ki bana gözlerini devirerek dalga geçer gibi sırıtan Hare’nin kolundan tutup yanıma çektim.

“Onunla görüşebilirim değil mi?”

“İstiyorsan elbette, Berzah ne diyebilir ki.” elbette bir şey diyemezdi lakin ona en başından ne istersen yapacağım sözümü bana hatırlatmasa iyi ederdi. Şükran teyze onun buna karşı çıkacağını biliyordu. Neden olduğunu da? Ben bunu dile getirmeyeceğim için görmezden geldim. Şükran teyze ayaklandı: “ama önce elimizi çabuk tutalım hiçbir şey hazır değil.” diyerek ayaklandı.

Öğle vakti namazımı kıldıktan hemen sonra Nefise ve dayım geldiğinde onları mükemmel bir sofra ile karşıladık. Her birine binlerce övgüler yağdırıp yaptığımız yemekleri afiyetle yedikten sonra onlara Türk kahvesi yapmıştım. Kahve tepsisini mutfaktan bahçeye götürdüğüm sırada kapı zili çaldı ve hemen önünden geçtiğim için ellerimde ki tepsiyle kapıya doğru gittim. Büyük bir dikkatle tek elimle tepsiyi tutup diğeri ile kapıyı açtım. Berzah’ı oldukça şık, lacivert takım elbisesinin içinde birden karşımda buldum, kafasını kaldırıp bana baktı ki safir gözleri bir an dengemi sarstı elimde ki tepsi eğrile yazdı, Berzah benden önce davranıp elimi tutarak düşmesini engelledi. Elime değen elinin her hücremi alarma geçirmesi, kalbimin ritmi bozularak gümbürdemesi, gözümün gözlerinden başka bir şey görmemesi… Onu her gördüğümde neden böyle olmak zorundaydım ben? Aklımın öne geçtiği o an Hare elindeki sert çubukla kelebeklerimi birer birer dağıttı ve hemen toparlanarak kahve tepsisini kendime çektim.

“Misafirler bahçede.”

Onu ardımda bırakıp bahçeye çıktım, Mahcup bir şekilde azar azar dökülmüş kahveleri servis ederken Berzah hemen ardımdan gelip dayıma ve Nefise’ye hoş geldin dedi. Kendim için hazırladığım kahveyi de Berzah’a ikram ettim, yüzüme bakmadan elimde ki fincanı aldı. Berzah’ın da katılmasıyla koyulaşan aile sohbetinin ortasında birden Nefise’nin bakışlarına denk geldim, gözlerinde parıltılar varken bana göz kırptı. Anlamayarak gülümsedim ve ona karşılık verdim.

“Peki, Berzah kahvesini nasıl içer Hare?” diye sorunca birden, beklemediğimden dolayı ona balık balık baktım. Gözlerim önce tıpkı benim gibi soruya şaşıran Berzah’a sonra da elinde ki fincana kaydı. Cevabı bilmiyordum besmele çekip aklıma ilk gelen şeyi söyledim:

“Şekersiz.”

“Şekersiz.”

Berzah ile aynı anda verdiğimiz cevaplar Nefise’nin hoşuna gitmiş olsa gerek tebessüm etti. Berzah ile birbirine denk gelen gözlerimiz şaşkınlardı. Sonra o puslu şaşkınlık dağıldı gözlerinin yurdunda güneş açtı. Safir kıyıları mavinin açık bir tonuna büründü. Verdiğim cevabın hoşnutluğu gözlerinden okunuyordu, her ne kadar bilmeyerek söylemiş olsam da onun hakkında bir şeyi doğru bilmiş olmak beni de mutlu etti. O gözlerinin farklı bir tonuna şahit olduğum anı en sevdiğim anlardan bir tanesine kaydetti hafızam ve sevdalanmamanın mümkün olmadığı bu bakışı ömrün boyunca unutmam. Unutmanın aklıma getirdiği başka bir şey ise bu mutlu anların sayılı olduğu ve bir gün artık unutayazacağımdı, en aslı olanda onun bana âşık olmayacağı, olmadığıydı. Bu düşüncelerle bakışlarımı ondan çektim tekrar derin bir nefes alarak. Ona bu kadar alışmasam iyi ederdim çünkü yokluğuna dayanmam hiç de kolay olmayacaktı.

“Peki,” dedi Nefise bu defa Berzah’a dönüp: “sen söyle bakalım bu kızın neyine âşık oldun?”

Soru öyle bir soru ki. Cevabı yok, yani var ama bu soruya doğru cevap verilemez, doğru cevap verilse de Nefise’nin duyarsa asla hoşuna gitmeyeceği bir cevap çünkü. Hayır, soruya yanlış cevap verilse Nefise problem etmeyecek çünkü onun duymak istediği aslında yanlış cevap. Velakin o yanlış cevap da benim gerçek olmasını dilediğim cevap, keşke olmuş olsa dediğim cevap. Şuan doğru olmadığını bildiğim için duymak istemediğim ama ölümüne umudumun diri tuttuğu cevap. Berzah sanki daha önce bu soruyu biliyormuş da cevaba çalışmış gibi Nefise’nin sorusunu bitirmesinin hemen ardından cevapladı:

“Ben âşık olmadım, ama ruhum çoktan olmuştu. Zaten çok daha önceden onu sevmiş sanırım, sadece gözlerim onu gördü, kalbim tanıdı ve zihnim onu hatırladı… Zarafetle bakan gözlerini, naif atan kalbinin sesini, asil duruşunu, bazen sakarlığını, mahcubiyetini, beni şaşırtan iradesini… Hepsini sevmiş ruhum. Önceleri aklım o kadar çok reddediyordu ki bu hissi ama sonunda o da boyun eğdi, kalbimde onu çeken bir şey vardı daima. Bir rüya belki… Ya da gaipten bir fısıltı… Bilmiyorum. Ama onu gördüm ve ruhuma ait olduğunu hissettim. Onu tanıdım ve sevdim.”

Bu kelimeler ancak az önce kıyılarında güneş açan, benim artık ait olduğum safir yurdundan çıkardı ancak onun. Demiştim ya bir keresinde ‘ya Berzah’tan nasıl bir âşık olur?’ diye, işte peşini bıraktığım sualin cevabı harf harf, kelime kelime yüreğime nakşedilerek Berzah’tan geldi. Demin kelebeklerimi hizada tutan duvarımın sahibi Hare bile bundan etkilendi. Dağılmış küçümseyici bakışlarının üzerine sevgi kırıntıları serpildi ve orada, gerilere, kuytulara kaçmak yerine bu defa gidip kalbimin en aydınlık ucunda Berzah’a bakan tarafında oturdu.

Söylediği şey üzerine benim gibi diğerleri de sadece bakıp kaldı. Nefise ve dayım Berzah’ın söylediklerinden etkilenmiş ve onun bana âşık olduğuna inanmış gibiydiler. Berzah’ı içimden tebrik ettim, onları inandıracak bir gerçeklikte oynadığı için ve Allah’a hamdolsun, yalan bir cevap da olsa bunları duymayı kulaklarıma nasip ettiği için.

“Maşallah böyle güzel anlattığın için.” dedi dayım, etkilenmiş ve memnun bir edayla bana döndü bakışları bu defa: “Peki sen Hare? Neyine âşık oldun Berzah’ın?”

Tüm bakışlar üzerimde. Hepsinden öte en ağırı, safir bakışları üzerimde tonlarca yüke bedel. Başım anında önüme eğdim bir kaç saniye. Sayfalardır yazdığım nedeni söylerken bakışlarım bir an Berzah’a kaydı ve dürüstçe cevap verdim.

“Eşsiz bir yüreği var. Öyle ki yüreğinin rengi gözlerine vurmuş. İnsan görebilse her şeyi gözlerinde lakin herkesin bir görememede pes edeceği duvarları geçmeye engel. Ben o duvarların ardını gördüm. Dedim böyle eşsiz bir rengi bu kula bahşeden Allah ona sevmeye layık bir kalp de vermiştir. Madem Allah bahşetmiş bende niyet ettim. Ve öyle bir zamanda çıktı ki karşıma böyle ‘bittim Ya Rab!’ dediğim bir anda, Allah onu karşıma çıkararak bir daha yalnız bırakmadı beni. Bir zulmün ortasında gördüğüm merhametti o. Demin ‘ruhum sanki önceden sevmiş onu’ dedi ya, haklı. Onun gözlerini görür görmez tanıyıp sevdim onu, kimdi neciydi daha bilmeden evvel. Haklı olmasaydı bunu nasıl açıklayabilirdim?”

Bunu söylemem üzerine anında gerçekleri söylediğim için kendimi sorguya çektim diğer yandan. Berzah benim hislerimi duymayı hak ediyor muydu? Aklıma gelen bu düşünce ile cesaretimin eteklerinden tutup bakışlarımı kaldırdığımda safir birer kora dönmüş gözleri beni hali hazır selamladı önce. Sonra o korlar söndü, dağıldı, eridi ve birer birer kayboldu. Kıyamet yazanlarda anlatıldığı gibiyse Berzah’ın gözlerinde kıyamet koptu, her şey yer bir oldu ve sonra yeni baştan kuruldu. Hani hikâyenin en başında safir buzdan gözleri eriyip de bir okyanusa dönüşecekse ben onu NUN olur beklerim demiştim ya. O buzdan dağ eridi. Mavinin en koyu tonuna, safir mavisine büründü. Safir okyanusunun en kuytu köşesinde, gözlerinin en ücra harelerinde gördüm kendimi. İnanamadım, beni orada tutmaya çalışan Berzah’ın gözleri tıpkı dediği gibi zihnini inkârdaydı, bunu hissettim ama gördüğüm ve duyduğum tam tersiydi. Batını bilemedim ama zahirde onun okyanusuna dönüşünü sabırla beklerken sevgisizdim.

O okyanusa daha da düşüp boğulmadan dayımın neşeli sesi gerçeğe döndürdü beni:

“Subhanallah! İşte madem muhabbetiniz bu kadar derin ve karşılıklı Allah bunu sürdürsün, daim etsin inşallah.” Şükran teyze ve Nefise bir ağızdan Âmin’’ledi bu duayı.

Gözlerime dolan yaşların sebebini bu defa biliyorum işte. Ve o an anladım ki; her ne kadar sevda baki olsa da ve aşk karşıdakinden karşılık görmeden de yaşanılabilecek bir ummansa da, mahbubun seni sevmemesi, duygularına karşılık vermemesi, sevenin yüreğini yerle yeksan ediyordu. İşte âşık için en kötüsü de buydu. Lise yıllarımdayken okuduğum bir kitapta geçen söz içime düştü;

“Ene elheful mahbubi!” ve o zamanlar sadece okuyup geçtiğim o sözü şimdi kalben tasdik ediyordum. “Ben sevdiğime hasretim.”

. . .

Saat 17.00’da gitme vakti gelmiş olan Nefise ve dayımı uğurlarken çok kötü hissettim. Onları uzun bir zaman göremeyecek olmamın ağırlığı üstüme oturmuştu. Kendimi arkalarında bıraktıkları küçük çocukları gibi hissetmiş, hava alanına gitmek için bindikleri araba gözden kaybolana dek arkalarında bakmıştım.

“Yine bir başıma kaldım Rabbim!” diye söylendiğim sırada arkamı dönmemle Berzah’a çarpmam bir oldu. Bakışlarında her zaman ki o buzdan duvar olmadan konuştu:

“Bir başına değilsin. Ben varım, annem var... Sende benim ailemsin.” Söylediklerinin gerçek olduğuna inanarak gülümsedim. Oda karşılık verdi. Birkaç saniye sonra bakışlarını üzerimden çekmeyince gelecek soruyu tahmin ettim. Dün gece ki gibi kaçmayacaktım ama onun istediği gibi oynamaya da kararlıydım artık: “Bahçedeyken söylediklerin-“

“Evet, senin de söylediğin o şey bayağı etkiliydi. Kesinlikle inandılar birbirimize âşık olduğumuza. Peki, ben nasıldım? Senin kadar iyi oynayabildim mi?”

Yüzü gölgelendi yine kaşları çatıldı. Hiçbir şey anlamadan ona baktım. Neden kızdı ki? Kendisi de kabul ettiği bir inkârdayken benim inkârıma neden kızdı? Safirlerinin siyah halkaları belirginleşti ve daha önce hiç görmediğim kadar koyu bir tona büründü ve öfkeye… Bu halinden ürktüm. Berzah bana bir adım yaklaştığında aramızda santimler vardı, hızla verdiği nefesi yüzüme çarparken içim ürperdi. Gözlerinin safiri etrafımı sardığında tüm soğukluğu kalbime hücum etti, titreyen kalbimin önüne geçtim. Aydınlık tarafta ki Hare tekrar ortamıza geçip yanımda durdu. O da Berzah’a düşmüştü artık ama aklıma uyacak kadar akıllıydı.

“Evet, çok iyi oyuncuymuşsun.” dedi Berzah, sesi samimiyetsiz, soğuk, en sevmediğim tını.

Hızla sırtını dönüp beni geride bırakıp arabasına binip gitti o da. Sessizce gerisingeri eve döndüm. Berzah da bende ikiyüzlüydük, orada karar verdim buna.

. . .

Öğle yemeğinden sonra mutfağın bahçeye açılan kapısından çıktım. Düşünüp durma işini dün akşamdan bu yana epey abartmıştım ve artık kafamda dayanılmaz derecede ağrılar oluşturmaya başlamıştı. Nasıl olup da bu hale geldim kısmını geçeli bayağı olmuştu ve benim düşündüğüm tek şey nasıl olacağımdı? Bu yüreğimde ki küçük sancılar geçecek miydi? Berzah ile evlendiğimde neler olacaktı? Peki, boşandıktan sonra ne olacaktı? Yalnız yaşamaya mı başlayacaktım? Peki, şirket tamamıyla amcama mı kalacaktı? Ya amcam, ona ne olacaktı? Berzah vazgeçecek miydi bu intikam arzusundan? Bu imtihanı geçebilir miydi? Beni kullanıp bir köşeye attıktan sonra da hayatına devam edebilecek miydi? Ben iyi olabilecek miydim? Unutabilir miydim? Onu bir daha görür müydüm? Hayır görmeyecektim.

Berzah ile boşandıktan sonra kendime kalacak bir yer bulmam gerecekti. Muhtemelen dondurduğum okuluma devam edecektim. Ruhsal sağlığımın yerinde olduğunu ispatlayıp alınan hisselerim için dava açar şirkete de dönebilirdim, tabi düşüncesi kadar kolay olursa. Böyle planlar kurup kurup bozarken geçen gece Berzah ile Zeyd’in oturdukları taş fıskiyenin önüne gelip alçak duvarına oturdum. O gece ki konuşmaları birer birer aklıma gelirken dudağımda buruk bir tebessüm oluştu, gerçeklerin ve hayal kırıklığının tebessümü... Tebessüm titreyen telefonumla geldiği yere gitti. Ekranda Murat’ın adını görünce cevapladım:

“Murat,”

“Gerçekten Berzah ile imam nikâhı mı kıydınız?”

Sorduğu soru değil öfkeli ses tonu beni daha çok beni şaşırtırken, Elçin’in ona olanları anlattığını biliyordum. Yüksek çıkan ses tonuna bozulmuştum ama bunu da beni koruma içgüdüsü ile yaptığı için Murat’a kızamazdım, ne de olsa beni anne ve babamdan kalan bir emanet olarak görüyor, dolayısıyla korumacı davranıyordu. Kısa bir nefes alıp:

“Evet.” dedim.

“Bunu nasıl yaparsın, o kaba saba herifin seni avucunun içine almasına nasıl izin verirsin? Tehdit mi etti seni? Zorladı mı? Anlat bana, hiçbir şeyden korkma.”

“Hayır, öncelikle sakin olur musun? Ben kendi istediğimle kabul ettim.”

“Ne? Yani… Sen gerçekten bunu istedin mi? Onu seviyor musun?” artık kendi içimde dahi sorulmamasını umduğum soruya bıkkınlıkla nefesimi verip cevapladım:

“Öyle değil bir çeşit anlaşma. Üç aylığına onunla evli kalacağım. Sonrasında bitecek ve birbirimizi bir daha görmeyeceğiz.”

“Bundan daha saçma bir şey duymadım. Neden bunu kabul ettin?“

“Lütfen Murat, bu konu hakkında bir daha konuşmak istemiyorum. Düşünmem gereken çok şey var. İlk olarak Berzah ile evlendikten sonra boşanma işlemleri için sana ihtiyacım var. Sonrasında amcama ve şirkete elimden alınan hisseler ve miras için dava açmak istiyorum. Yardımcı olur musun?”

“Tabi ki sorman bile hata.”

“Teşekkür ederim.”

“Hare, bundan emin misin? Yani onunla gerçekten bir anlaşma için mi evleneceksin?”

“Evet-“

Kulağımdan çekip alınan telefonumla sesim havada asılı kaldı. Sinirle ona doğru döndüğümde kaşlarını çatmış burnundan soluyan Berzah’la göz göze geldim. Alnında ki bir damar seğirirken dünden gelip oturan öfkesi nasıl olurda hala devam ediyordu şaşırıyordum, o ise çekip aldığı telefonumun ekranına bakıp kurcalamaya başladı.

“Ne yapıyorsun?” diye sorduğumda beni duymazdan geldi ve telefona bakmaya devam etti. Elinden almak için hamle yaptığımda telefona yetişememem için havaya kaldırıp geriye doğru götürdü:

“Berzah, ver şu telefonu.”

“Bu şerefsiz neden hala arıyor ki seni?” dedi sanki kendi kendine konuşuyordu. Bir kez daha başarısız bir hamle yaptığımda bana sırtını döndü:

“Bir de mesajlaşıyor musun sen bu herifle?” diyerek başını arkaya çevirip bir kaşı hava da ciddi bir sesle sordu.

“Telefonumu verir misin?”

“Numarasını sildikten sonra tabi ki... Bekle- Anıl kim? Burak? Deniz kız mı erkek mi?”

Berzah arkası dönük rehberimde kayıtlı olan arkadaş, tanıdık tüm erkeklerin isimlerini teker teker sayıp muhtemelen de silerken, ki sıra da eski şoförümüz Ferhat amca vardı, benim gözüm dünden bu yana hala değiştirmediği lacivert takım elbisesinin pantolonunun sağ cebinde ucu görünen siyah telefona kaydı. Aklıma gelen şeyi gerçekten bir an tarttım. Yani bana yakışan bir şey değildi. Hayır, telefonu alsam onun rehberine girecek değildim, rehberine baksam da kızları görüp silecek değildim ama yine de şu an ki rahatsızlığımı anlamasını istedim. O hala telefonumla uğraşırken yavaşça uzanıp farkına bile varmadan telefonunu çekip aldım. Bundan istifade elimde tuttuğum telefona baktım büyük ihtimalle şifre koymuştur diye düşünüp kilidi kaldırdığımda ana ekran çıkıp beni şaşırttı. Berzah, sabit durup sessiz kaldığımdan olsa gerek bana baktığında elimde kendi telefonunu gördü, tek kaşını ikaz edercesine havaya kaldırdı ve anında ciddileşti, duruşunu düzeltip otoriter bir şekilde konuştu:

“Ver, o telefonu.”

“Sende başkalarının telefonunu izinsiz almamayı öğrenmelisin.” bana doğru tehditkar bir adım attığında bende geriye doğru bir adım attım, şimdi gerçekten kızgın görünüyordu bir anlam vermeden ona baktım:

“Ver şu telefonu dedim.” diyerek birden elimde duran telefona uzandı bende geriye doğru çektiğimde ayağım taş fıskiyenin önünde duran aksesuar olarak konulmuş testiye takıldı. Berzah iki elimden tutup beni doğrulttu. Ayağıma saplanan ağrıyla eğildim. Berzah benden önce davranıp ayakucuma oturdu sol ayak bileğimde ki ince çiziğe baktı. Taştaki çıkıntılı oyuk ayağımı çizmiş, kanatmıştı. Berzah kanayan yere parmaklarıyla dokundu:

“Acıyor mu?”

Sesi çok uzaklardan konuşuyormuşçasına zayıf gelmişti çünkü benim dikkatimi çeken başka bir şey vardı. Ona cevap vermediğimi görünce bakışlarımın muhatabına gözleri kaydı. Yerde duran Berzah’ın telefonunda muhtemelen üzerime gelirken elimin yanlışlıkla değip de açıldığı galeriden gülümseyen fotoğrafımı gördüğümde şaşkınlıktan, ne diyeceğimi bilemedim. Ne zaman çekildiğini bilmediğim, amcamların çiftliğinin önünde kapıdan çıkarken habersiz ve neden, niye o kadar mutlu olup da gülümsediğimi bilmediğim, çekilmiş resmimin Berzah’ın telefonunda ne aradığını bilmiyordum. Bu nedenle sessizce ona baktım. Berzah hızla yerde ki telefonu alıp kilit tuşuna bastı. Telefonun ekranı kararırken bende Berzah’ın yüzüne bakıyordum ama o inatla gözlerini benden kaçırıyordu. Aklıma onun telefonunda resmimin ne aradığıyla ilgili bir sürü cevap doluştu. Hepsini kovaladım çünkü tek cevap Berzah’taydı:

“Resmimin telefonunda ne işi var?” bakışları anında beni buldu, safirlerinin telaşla kıpırdandığını gördüm. Bakışlarını kaçırıp soruyu değiştirdi.

“Ayağın çizilmiş gidip pansuman falan yap iz kalmasın.” acele ile arkasını döndü, kolundan tutup onu durdurdum:

“Sana bir soru sordum.” gereksiz öfkesiyle karşılık verdi bana:

“Ne dememi bekliyorsun? Sana olan aşkımdan her gece resmine bakıp iç geçirdiğimi mi, ne saçmalık.”

“Bunu kast etmedim, sadece senden mantıklı bir cevap vermeni istiyorum.”

“Sana bir cevap vermek zorunda değilim. Her zaman ki gibi istediğini düşünebilirsin, umurumda değil.”

Gözlerinden geçen öfke kıvılcımını gördüm, diyecek bir şey bulamadan öylece baktım. Ses tonu haddinden fazla yükselmişti ve beni incitmek için çaba harcıyordu. Şimdi karşımda bana bakan bu adam benim içimi ısındıran adamdan çok uzaklardaydı, safir gözlerinde ki ışıltıyı göremeyecek kadar uzaklarda... İki duygu görebildim gözlerinde; öfke ve telaş. İkisini de Berzah ile aynı cümlede kullanamadım ama o gözlerinin içine baktıkça kalbimi hırpalayacak cümleler kurmaya devam edecekti.

“Neden bu kadar telaşlandın, bu öken niye?” bu Berzah’ın son noktası oldu.

“Yeter! Bana beklentiyle bakmaktan vazgeç artık. Sadece dediklerimi yap, fazlasını düşünme, düşündürme. Beni zorlama, iyi geliyormuşsun gibi hissettirme, bana kalmayacak bir şeyin yükünü verme, sanki beni bir şeylere tutunmaya zorlama. Benim için babamın katili olan o adamın yeğenisin sen. Yanımda dur dedim diye altında bir şey arama, sana iyi davranıyorum diye bir anlam yükleme. Vazgeç der gibi bakıp durma artık bana. Aklıma gelme, cümlelerime girme, bir anlamı olma. Diğerlerinden bir farkın yok senin, çık şu aklında ki masallardan.”

Sözleri bittiğinde hiçbir tepki vermeden ona bakmaya devam ettim. Aklındakileri böyle ani bir şekilde söylemesi beni afallattı. Kendini sıkmaktan seğiren çenesi öfke kusuyordu. Onu bu kadar ilgilendirdiğimi, beni düşünüp durduğunu ve bana içinde bir yerlerde önüne geçemediği bir anlam yüklendirdiğini böyle öğrenmiş oldum. Ve daha da önemlisi orada anladım ki bu sözlerin muhatabı ben değildim. Gereksiz ve fazladan açıklaması gözlerimi doldurmuştu evet, ama ağlamamın aksine beni sinirlendirmişti. İlk kez Berzah’a öfke doluydum ve ilk kez onun bu haline kendimi uzak hissettim, sanki söylediklerini hazmedecekmiş gibi yutkundum ve sıra benim son noktamdaydı:

“Peki anladım, ama ne var biliyor musun? Bu söylediklerinin hiçbiri benim için değildi. Kendine olan öfkenin hıncını benden çıkarıyorsun çünkü kendini kontrol edemiyorsun. Benim senden beklediğim hiçbir şey yok, şimdiye kadar da olmadı. Asıl sen kendinden ne bekliyorsun? İçinde dönüp duran fırtına nedir ki hezeyanından bana da pay çıkarıyorsun önce bunun bir cevabını bul. Kim kimden bir şey bekliyor, bana karşı iyi ol dedim mi sana, kendim için tek bir laf ettim mi? Nasıl kendi davranışlarının sorumlusu olarak beni suçlarsın? Daha sen bile ne hissettiğinin farkında değilsin bir de bunun için kendini iknaya çabalıyorsun. Daha ne olduğunu bile bilmeden duygularından korkuyorsun. Ve bencilin tekisin Berzah, sadece kendi düşündüklerin, kendi hissettiklerin ve kendi yaptıklarını umursuyorsun. O kadar enaniyet dolusun ki içinde ki sel seni mahvederken seni kurtaracak ne varsa sırtını dönmeye çalışıyorsun. İşte senin gerçek yüzün bu. Şu gözlerinde ki donuk, soğuk bakış, yüzünde ki öfke! Taktığın bu maskeye o kadar alışmışsın ki eminim yalnızken de bu şekilde her şeye, herkese öfke dolusundur.”

Daha söyleyecek çok şeyim vardı, şimdiye dek biriktirmiş olduğum tüm o duyguları sonunda onun yüzüne karşı söylemiştim. Ama sonra birden susunca devam etmeye cesaret bulamadım, içimdekiler orada noktalandı. Biraz önce yaşadığım öfke patlamam tüm vücudumu tavafına son verdi, bu defa da kendime kızdım. Gözlerimin uçurumlarına yaşlar birikirken ellerimle avuçlarımı sıktım. Daha fazla orda kalmak istemedim bir adım atıp eve doğru yöneldiğim sırada ayak bileğim hafifçe sızladı. Acısı ile aniden durdum, kısık bir inilti çıktı ağzımdan. Sonra o küçücük sızı gözlerimde ki yaşı serbest bıraktı, iki damla gözyaşı düşerken sağ elimle aceleyle sildim lakin yerini yenileri doldurdu. O sırada Berzah arkamdan koluma dokunup beni doğrultmaya çalıştı, tavafını bitiren öfkemin ani dürtüsüyle geri çekildim ve ondan uzaklaştım, yüzüne bakmadan:

“Bana merhamet ediyormuş gibi davranma.” dedim.

Hayır, sesimde kesinlikle bir nefret yoktu. Aksine acınası bir haldeydim. Bunu belki Berzah’ta anladı. Bugün bana duygularını tamamıyla dökerken onları istemediğini anlamıştım ve ona kızarken o da benim beklentisiz olduğumu anlamıştı. Bir kez daha içimden kendime kızıp Berzah’ı geride bırakırken bir şeyi daha anladım; demek ki aşk meclisinde mahbup kalbini dahi kırsa dahi onu anladığını hissediyor, onun sana olan öfkesini paylaşıyor ve bunun için ona asla kin besleyemiyordun.

İşte bende, Berzah beni bir hiç olarak görse dahi buna sebep olan duygusunu anlayacak ve ona kızamayacak kadar onu çok seviyordum.

. . .

Akşamüzeri yatağımda sessizce oturuyordum içimden bir salavat çekip uzakta bir camiden gelen ezan sesini dinledim. Ayağımda ki ince bandanayı çekip çıkardım. Üzerine bastığımda hafif sızı veren küçük sıyrığı umursamadan abdest almak için banyoya gittim. Namazdan sonra dua faslında sükûta düşerek etraf tamamen karanlığa gömülene dek pencereden dışarıyı seyrettim. Kapım yavaşça açıldığın da Şükran teyze başını içeriye doğru uzattı. Yüzünde ki hüzünle bana baktığında Berzah ile aramızda geçenleri bildiğini anladım. Sessizce geri çıkacaktı ki durdu:

“Bu pencere niye açık kızım, vallahi hasta olursun sonra.” bir yandan da açık olduğunu dahi şimdi gördüğüm pencereye doğru gidip, kapattı: “Hava serin, yağmur yağacak gibi… Dikkat et hasta olma sakın.” dediğinde cevap vermedim. Benden alamadığı cevap suratını asmasına sebep oldu. Ayağa kalkıp seccadeyi kaldırdım ardından yatağın ucuna oturdum. Şükran teyze de gelip yanıma oturdu:

“Üzgünüm.” dedim. Özür diler gibi çıkmıştı sesim. Elimi avuçlarına alıp gülümsedi.

“Biliyorum… Üzerine çok gelmiş. Ah güzel kızım! O hep böyleydi, hep bir şeylere öfkeli ama hep üzeri gam dolu bir öfke onun ki. İçinden çıkamadığı şeyler var, ona biraz zaman ver. Kızma, aksine acısını anla çünkü onun buna ihtiyacı var.”

Aşk; harap olmuş yüreğin harabeleri arasında yeni bir yurt inşa ettirir aşığa. Bende ki viraneyi neyleyeyim şimdi? Onu anlayıp yeniden inşa mı edeyim yoksa bu yurdu terk mi? Hoş. Berzah Akad benim viraneye döndürdüğü yurdumdan korkuyordu. İstese de yerleşir miydi artık oraya?

Şükran teyze ne kadar ısrar etse de yemeğe inmedim. Aç olmadığımı uyuyacağımı söyledim ama bir saattir odamda yatağımda kımıldamadan duruyordum. Bir an eski bir anı hatırlayıp gülümsüyor sonrasında içimde ki duygu karmaşasından gözlerim doluyor, bir kasvete düşüyordum. İçinden çıkamıyordum yurdumun ve Berzah’ın oluşturduğu boşluğun. Derin bir nefes alıp ayaklandım, cam balkonun kapısını açtım ve dışarıyı seyretmeye başladım. Kara bulutlar gökyüzünü kaplamıştı, uzaklarda bir yerlerde şimşekler çakarken yağmur çiselemeye başladı. Balkona çıkıp yağmurun altında birkaç adım attım, başımı göğe kaldırıp birkaç damlanın yüzüme vuruşuna izin verdim. Her bir damla içimde ki o boşluğu doldurmak ister gibi yavaşça hızlanmaya başladı, bir an olsun içimdekilerden uzaklaştım.

Sağanak yağışın altında yüzüme ve bedenime değen yağmur; kasvetimi, tıpkı yalın ayaklarımı içinde olduğu su birikintisinin temizlendiği gibi temizledi. Ardından her bir damla Berzah’ın ağzından çıkan kelimelere büründü o an tebessümün donuk bir hal oldu, az sonra da silindi ve ağlamalara dönüştü. Yanağımdan süzülen yağmur muydu yahut gözyaşım mı, bilemedim. Epey uzun bir süre öylece yağmurun altında kaldım. O sırada aşağıdan bir arabanın farı yanıp söndü.

Yağmur yağmaya devam ederken altında ıslanmanın beni mutlu edeceğini, ayağımı yerden kesecek kadar iyi geleceğini düşünmemiştim. Dizlerimde ki uyuşukluk yavaşça çoğaldı, dermanı kesildi kesilecekti. Hala safir gökyüzümden çıkıp yüzüme ve yüreğime ok gibi saplanan yağmur damlalarının tadını çıkarırken uykum gelmiş gibi bitap düştüm, arkamdan bir çift kol belimden tutup beni doğrulttu ve hayal meyal bir görüntü gülümsetti beni. Alışkın olduğum safir okyanusum bu defa endişeli ve birazda sitemkâr bakıyordu bana. Sonra kendine çekip sımsıkı sardı kollarını bana. O kadar çaba harcadım ki göz kapaklarımı açık tutmaya ama gözkapaklarıma değen yağmurunda katladığı ağırlık uyku ile birleşince sonunda dayanamadım son kez Berzah’ın hayalinin kolları arasında bana sarılışına kendimi koyuverdim ve bende kollarımı ona doladım. Sonrasında ise derin bir uykuya düştüm.

. . .

Masmavi gök kubbenin altında, etrafımda sıralanmış ağaçların uzun gölgeleri arasında yavaş adımlarla ilerliyorum. İçimde bir şeylerin mutluluğunun ılık esintisi vuruyormuş gibi huzur kırıntıları topluyorum bir bir kuytu köşelerimden. Birkaç kuş gelip geçiyor yanımdan, kanatlarını tanıdık bir maviliğe doğru özgürce açıp süzülüyorlar. Daha önce hiç bu kadar huzurlu hissetmemiştim kendimi, havanın ferah kokusunu içime çekip derin bir nefes alıyorum. Birkaç adım daha attığım sırada ayaklarımın ıslak bir zeminle temasını gördüğümde kendimi bir bataklığın ortasında buluyorum bu defa. Korkuya kapılıp çıkmak için uğraşıyorum lakin ben çırpındıkça sanki biri ayaklarımdan tutup beni daha da derinlere doğru çekiyor. Korkudan elim ayağım titrerken bana uzanan bir ele kim olduğuna dahi bakmadan tutunuveriyorum. Elin sahibinin tanıdık olma hissi kalbime gelip oturuyor. Başımı kaldırıp kim olduğuna baktığımda onun yerine karanlık bir siluet ile karşılaşıyorum. Korkarak tuttuğum eli bırakıyorum, bırakmamla tekrar bataklığa çekilmeye başlıyorum o karanlık siluet tekrar elimi tutmaya ve beni çıkarmaya çalışıyor ama korkum onun yardımını elinin tersiyle itip reddediyor. Arkadan beliren üç gölgeye daha gözlerim kayıyor, endişeleniyor daha çok korkuyorum ve bu defa sanki ben çekilmek istercesine bataklığa sığınıyorum. Sonra yavaş yavaş boynum da bataklıkta kaybolurken arkada beliren gölgeler birden aydınlanıveriyor ve tanıdık simalara dönüşüyor. Annem, babam ve Şükran teyze bana buz gibi ifadesiz bir yüz ile bakıyorlar. Battığım çamur tadı ağzıma değerken beni kurtarmaya çalışan siluet de çabalamaktan vazgeçiyor ve ayaklanıp geriye doğru çekiliyor, benden uzaklaşıyor. O anda her gördüğümde bir kez daha âşık olduğum o eşsiz safirlerle göz göze geliyorum. O karanlık siluet Berzah’ın yüzüne dönüşüyor, onu görmemle içimde ki korku yerini sevince bırakıp benden uzaklaşıyor. Ona doğru hamle yapıp çıkmak istediğim sırada benden uzaklaşan korkunun eteklerinden tutup tekrar kendime çekiyorum. Ve korkularımın esiri olup bana uzanan eli tutmadığım için pişmanlık yaşarken çaresiz bir şekilde bataklığa gömülüyor karanlığa çekiliyorum. Son kez çırpındığımda uçurumdan düşüyormuşum hissi ile birden gözlerimi açıyorum.

Hala rüyadayım zannımca lakin bu defa başka bir âlem. Hala gözlerimde bir ağırlık var, açılmamak için direniyorlar. Zorla araladığım gözlerimde karşıma çıkan ilk manzara yine o safir gökyüzümün sahibi ve hissettiğim ilk şey yanaklarımdan süzülen gözyaşlarım. Odamdayım, yatağımda uzanıyorum. Üzerimde annemin çok severek aldığı koyu yeşil keten elbisem var, açıkta kalan siyah uzun saçlarım nemliymiş hissi veriyor, terlemişim. Tüm vücudumda bir ağırlık dolaşıyormuşçasına bitkinim, ayağa kalkmaya niyetliyim ama söz dinleyecek dermanım yok. Oda neden bu kadar sıcak bir anlam veremiyorum. Kupkuru dudaklarımı oynatıyorum ama benden bağımsız bir şekilde onlarda söz dinlemiyor. Bir kez daha zorlayarak gözkapaklarımı araladığımda yatağıma oturmuş bana doğru eğilen Berzah ile göz göze geliyorum. Sanki çölün ortasında suyun serabını görmüş bedevi gibi içimde bir serinlik dalgası oluşuyor.

“Su(bhanallah!)”dökülüyor da dudaklarımdan belli belirsiz sessiz soluksuz, sesimin kemiğe Berzah’a ulaştığı kadarıyla su deyişimi duyuyor gerisini değil. Berzah’ın kaşları çatık bana bakıyor önce uzanıp elini alnıma götürüp ateşimi ölçüyor. Ardından yatağın sol tarafında bulunan komodine uzanıyor, biraz sonra benim bitkin halime aldırmadan beni doğrultuyor ve doldurduğu suyu içmem için bardağı kurumuş dudaklarıma götürüyor. İçmek için zorlasam da ne yazık ki içimin çölüne yetecek kadar değil bir iki damla yudumluyorum. Berzah sanki kırılacakmışım gibi yavaşça tekrar uzatıyor beni yatağıma. Ardından bardağı komodine bırakıyor. Gözlerinden buram buram endişe süzülüyor, bunu ince bir çizgi halinde açtığım gözlerimden dahi görebiliyorum, fazlasını da hissedebiliyorum. Bir önce ki rüyamın aksine bu defa korkularıma yenilmeyeceğim diye içimden geçiriyorum. Berzah yine bana doğru eğilip bu defa elinin tersiyle alnıma ve yanaklarıma dokunuyor. O an yine ona sarılma hissi peyda oluyor içimde. Rüyamdan cesaret alarak sesleniyorum.

“Berzah!”

Gözleri anında beni bulurken başım yana düşüyor ve yorgunluğum beni anında tekrar bir uykunun kollarına çekiyor. Hissediyorum ki Berzah beni duymak ister gibi üzerime eğiliyor bunu nefesinin boynuma değişinden de anlıyorum. Sonra bir el elimi sıkıca kavrıyor. Ardından ise kısık bir cümle dünyanın en güzel şarkısı gibi yavaşça kulağımdan içime süzülüyor, kalbime değiyor:

“Özür dilerim.”

. . .

Uyanmamak direndiği bir sabaha gözlerimi açtığımda boynuma kadar çekilmiş yorganın sıcaklığından bunalıp ellerimle itip kenara attım. Gördüğüm rüyaların etkisinden olsa gerek kafam hala uykuda gibi amaçsız bir şekilde tavanda oyalandı gözlerim. Gördüğüm iki rüyanın etkisindeydim. Düşünüp duruyor, bir anlam vermeye çalışıyor ama başaramıyordum. Anlama konuşunu bir kenara bırakıp saate baktım; 09:15. Yavaşça uzandığım yerden doğruldum ki elimin tersine yapıştırılmış intrakete baktığım gözlerim takılı seruma ulaştı. Yağmurun altında bayıldıktan sonra üşütmüş olmalıydım. Serumu büyük ihtimalle Emir takmıştı ve beni yatağıma Berzah taşımıştı. Berzah… Bir anda gerçek ile rüya olanlar doluştu zihnime. O düşündüklerimin ve gördüklerimin gerçek olup olmadığıyla ilgili gelgitler yaşadım. Ellerim açıkta kalmış siyah saçlarıma değince gözlerim üzerimde ki yeşil elbiseye takıldı. Bir rüya değil de gerçek miydi? Berzah’ın sesi, yanımda oluşu, bana sarılışı, elimi tutuşu. Ben hala gerçek ile hayali ayırt etmeye çalışırken kapım çalınmadan açıldı. Ben gözlerim büyümüş bir halde anlamadan gelen kişiye bakarken uyandığımı gören Berzah kapıda dikilip gözlerimin içine baktı birkaç saniye. Siyah pantolonun üzerine giydiği beyaz gözleğinin kollarını bileklerine kadar katlamış. Saçları hafif ıslak ve uzamış perçemi alnına değiyor.

“Günaydın!” dedi gülümseyerek. Alışkanlık ile etrafıma bakınıp başörtümü aradım. Berzah da anlayarak komodinin üzerinde duran mor örtüyü alıp bana uzattı:

“Evde benden başka erkek yok. Yani rahat ol, takmak zorunda değilsin zaten göreceğim kadar gördüm saçlarını.” Saçlarımı görmüş olması tuhaftı, utanmıştım. Elim ile örtüye bakıp dururken Berzah pencere önünde ki tekli koltuğa oturdu. Ellerini birleştirerek ciddileşti. Önce yutkundu ve ardından konuşmaya başladı:

“Dün… Yani ben… Seni üzdüğüm için, özür dilerim.”

“Özrün kabul edildi.”

Berzah bakışlarını kaldırıp gözlerimin içine baktı. Özür dileyişini rüyamdakini de sayarsam iki oluyordu. Bakışlarım tekrar elbiseme takıldı ve onun rüya değil de gerçek olmuş olma ihtimali aklıma düştü. İçimde tekrar bir duygu yüklenmesi yaşanırken uzun süredir hissetmediğim kelebeklerim derin bir uykudan başkaldırdılar. Berzah, benden özür dilerken ona hiç kızgın olmadığımı hissettim.

“Haklıydın.” dedi sakin bir sesle: “Çok kızgındım ve sana patladım… Bazı şeylerin yerine oturabilmesi için zamana ihtiyacım var. Bunun için bana yardımcı olur musun?”

“Olurum.”

“Peki o halde, açsındır bir şeyler ye önce.” dediği sırada Gülistan abla oda kapısında kahvaltı tepsisi ile belirdi.

“Geçmiş olsun.”

Ona teşekkür ederek elinden tepsiyi aldım. Sıcak çorbadan önce fincanda buharı tüten çaya uzandım ve bir yudum aldım, kuruyan boğazıma değip okşaması biraz rahatlatınca gülümsedim. Bir anda odada yalnız olmadığım aklıma geldiğinde gözlerim koltukta oturmuş olan Berzah’a kaydı usulca. Bir film seyreder gibi elini çenesine dayamış beni izliyordu sessizce. Tekrar utandığım için onu görmezden gelemeye karar vermiştim. Fincanı yerine bırakıp kaşığı elime aldım tekrar ona döndüğümde Berzah’ın bakışları bu defa saçlarımdaydı bu defa.

“Çok güzel.” dediğini belli belirsiz duydum:

“Ne?”

“Hiç.” Boğazını temizleyip ayağa kalktı, odanın ortasına geldiğinde ellerini cebine koyup sanki son anda söyleyecek bir şey aklına gelmiş gibi bana döndü:

“Bu arada. İki gün sonra İstanbul’a dönüyoruz.” büyük bir rahatlama ile ona gülümsedim. Yanımda olsa sarılabilirdim de. Sevincime ortak olan Berzah’ın gözleri yüzüme odaklanmıştı. Birkaç saniye oyalandıktan sonra devam etti konuşmasına: “Son bir şey; anlaşmamızda ufak bir değişiklik yaptım ve her şeyi kabul ettiğin gibi bunu da edeceksin.”

Gülümsemem yüzümde dondu. Berzah’ın bana bu kadar iyi oluşu tabi ki hayra alamet değildi. Biraz önce içtiğim çayın ılıklığı yerine cehennem sıcağına bırakıp geçtiği yerleri yaktı. Nefes alışım hızlanmaya başladı ki yaptığı değişiklik hakkında iki saniye de bin bir fikir bulup hepsini yok etti zihnim. Yutkunup onun o safir gözlerine prangaladım gözlerimi. Berzah kısa bir nefes alıp gözlerini benden kaçırdı:

“Ben gerçek bir evlilik istiyorum.”


Loading...
0%