Yeni Üyelik
15.
Bölüm

14.Bölüm

@cigdemgah

Yavaş adımlarla ilerleyip balkon kapısını açtım. Yağmurun değdiği kâinatın temiz kokusunu içime çektim. Omuzumdan düşeyazan kalın yün şalıma daha da sarındım. Hafif esen rüzgâr başörtümün ucunu havalandırırken gözlerimi kapatıp bir süre öylece bekledim. Düşünmem gereken şeyleri bir kenara bırakmış onların yerine tüm gereksiz kuruntularımı toplayıp rastgele aklıma dağıtmıştım.

Berzah odamın ortasında ayakta dikilmiş, söylediği gerçek anlam her ne kadar gerçek bilmiyorum ama onun karısı olmamı istemesi umutsuzluğumdan çekip almaya çalışırken beni, içimde zincirlendiğim bazı şeylerden ne yaparsam yapayım o kuyunun dibinde kalıyor çıkamıyordum. Gözümün gördüğü aklımın söylediği gerçekler beni Berzah Akad’ın mutluluğuna atamıyordu. Benim dünyamda mutluydum lakin Berzah’ın da olduğu dünyamda geçilemeyecek eşikler vardı. O beni sadece gerektiği için yanında tutmuyor muydu? Üzgün olduğu için mi benimle gerçekten evlenmek istiyor ya da belki kalbini buna zorluyordu? En çok da gerçekmiş gibi görünen duygular ağrımıza gider. En çok onun bana gösterdiği bu gerçekmiş gibi görünen sevgisi ağrıma gidiyordu. O bana iki saniyeliğine baksa içimde ki kelebekler şükür nidaları atıyor, yüzünü çevirse içim katre-i matem. Lakin o bu denli hissedemiyorken beni, benden zaman istemişti. Beklemek mesele değildi mesele o beklemek süresinde kalbinin varacağı yerdi; bu hayır mı yahut da şer mi? Onda beni koşulsuz mutlu edemeyecek göz ardı edemeyeceğim meseleler vardı.

Birinci mesele; üç gün sonra Berzah Akad’ın resmi karısı olacaktım. İkinci mesele; üç ay sonra yollarımızı ayıracağımız sevgili kocam onunla gerçek bir evlilik yapmamı istiyordu. Üçüncü mesele; müstakbel kocam amcamın ölümüne ant içmişti ve dördüncü mesele; benim inançlarıma göre kutsal bir şey olan evlilik mevzusunda Berzah, beni bir araç yahut bir eşya gibi görüyordu.

Kaf dağında olan bir yanım, Berzah’ın bunu benden kalben istediğini düşünüyor ve onun belki de beni sevdiğine inanıyordu. Lakin diğer yanım buna koşulsuz inanamıyordum çünkü bir kişinin kalbindeki kini silebilecek, onun hakkından gelecek tek şey sevgi iken Berzah Akad sevgi uğruna ne kininin üzerinden gelirdi ne de intikam sevdasından vazgeçerdi. İçinde ki öfkeden vazgeçemeyen beni nasıl sevebilirdi ki? Ben kininin muhatabı olan o adamın yeğeniydim. Ya amcamı öldürmesine göz yumup onun istediği gibi onunla gerçek bir evliliğe evet diyecektim ya da Berzah benimle olabilmek için intikamından vazgeçecekti. Bu ikisinden birine seçmesi gerektiğini oda biliyordu emindim işte istediği zaman buydu, hangisini seçecekti bunu Allah bilirdi.

Hava kararmaya başlarken hala odamdan çıkmamıştım, kendimi bitkin hissediyordum. Toparlanamıyordum çünkü sürekli yeni meseleler ile doluyordu zihnim. Gidip yatağın ucuna oturdum bakışlarım yere değdi bu defa.

Kapımın tıklatılıp açılmasıyla o tarafa döndüm. Berzah ardına kadar açtığı kapıdan içeri girdi. Siyah tişörtün üzerine yine siyah bir ceket giymişti. Onu takım elbise dışında nadiren başka kıyafetlerle gördüğümden üzerinde bakışlarımı oyaladım. Bana doğru gelirken yalınayak olduğunu gördüm. Üşümüyor muydu? Yüzünde ki tebessüme bakılırsa farkında bile değildi. Gülümseyişi genişlediği sırada safir kayalarını üzerime yuvarlayarak beni nefessiz bırakıyordu. Gelip tam önümde durdu:

“Aç mısın?” kaşlarını çatıp sağ elini anlıma götürdü: “Neyse ki ateşin yok. İlaçlar iyi geldi anlaşılan.”

Onun benimle ilgilenen bu hali karşısında ne tepki vereceğimi bilemeden öylece ona baktım. Sağ dizini yere dayayıp önümde diz çöktü. Elinde ki siyah kutu o vakit dikkatimi çekti. Bakışlarımı fark edince içten gülümsedi ve paketin üstünde ki fiyongu hızla açtı. İçinde bir çift alyans vardı. Nişan günü Şükran teyzenin taktığı alyanslardı. Yüzüklerden birini çıkarıp bana doğru uzattı:

“Bundan sonra ihtiyacın olacak. Yeni evli tüm çiftler iç yüzüne isim yazdığı için bizim de anlamlı bir şey yazmamız gerektiğini düşündüm.”

Benim bitkin halimi takmayan tarafı sağ elime uzanıp yüzüğü takmak için kaldırdı. Tam takacağı sırada elimi çektim havada kalan elinde tuttuğu aşk sarmaşığının oluşturduğu üzerinde tek bir inci bulunan alyansı elinden yavaşça aldım. Yüzüğün içinde ki yazıyı okuduğumu görünce dudağının bir kenarı yukarı doğru kıvrıldı. Arapça yazılmış tek bir kelime vardı, ne bir tarih ne de isim.

يعبرني (Ya’aburnee)”

Tanıdık gelen kelime ile birkaç saniye bakıştım. Arapçam oldukça iyiydi ama bu kelime bir an duraklattı beni. Zihnimde birkaç raf dolaştı ve sonunda anlamı aklıma geldiğinde havada alyansı tuttuğum elim yavaşça dizlerimin üzerine düştü: “Beni göm.”

Arapça da olan bu kelime; yokluğu ile yaşamanın acısına dayanamayacağından, sevdiği kişiden önce ölmeyi dilemek anlamına geliyordu. ‘Üzerime toprağı sen serp’ demek oluyordu. Kişinin en çok sevdiği birinden önce ölme isteğiydi. O an Berzah’ın ölümünü görme fikri geldi aklıma ama gelmesiyle aklımdan çıkarmam bir oldu. Benim için ölüm bir şey değildi zira ben ölümümün rengini öğrenmiştim ben; safir mavisiydi ve bana hoş gelirdi. Ama Berzah henüz içinde ki kini dahi söndürememişken ve ölümünün rengini bilemezken, en önemlisi de ardında beni büyük bir acı ile bırakıp gitme fikri o kadar ürkütüyorken, onun ölümü düşüncesi kanımı donduruyordu. Neden basit bir tarih değil de bunu yazma gereği hissetmişti ki? Üzerime serptiği safir korlar bir dua ya âmin beklermiş gibi bana bakıyor parlayarak. Parmağıma takmamı istediği yüzükte benden önce ölmeyi istediğinin temennisi vardı ve hangi akla mantığa dayanarak bunu taşımamı bekliyordu. Buna itiraz edeceğimi bakışlarımdan anlamış gibi benden önce davrandı:

“Bir keresinde Zeyd’den duymuştum. O zamanlar bunun çok saçma olduğunu düşünmüştüm ama sonra en sevdiğim kelime oldu. Adam ne yazalım diye sorunca aklıma ilk bu geldi. Aslında Arapçam hiç iyi değil. Belki bir gün öğretirsin. Hı?”

Nasıl hissetmem gerektiği konusunda en ufak bir fikrim yok. Ondan olsa gerek sol gözümün kenarına biriken bir damla yaş aşağıya doğru süzüldü. Berzah ne anlatıyor bilmiyorum ama konuştukları ile hissettiklerinin ne kadar farklı olduğunu kalbimden kirpiğime kadar hissediyorum, daha da önemlisi anlıyorum. Gözümden düşen yaşı silip başımla onayladım. Sorgulamayacaktım, madem Berzah böyle istiyordu öyle olsundu. Benim yüzümden sonra kendi yüzüğünü de parmağına takıp ayağa kalktı saatine bakıp bana döndü:

“On dakika içinde hazırlanıp aşağı gel. Sıkı giyin, hava soğuk.”

Berzah çıktıktan sonra birkaç dakika daha oturup parmağımda duran alışkın olmadığım alyansa baktım. Nereye gideceğimizi bilmiyordum ama Bismillah diyerek ayaklandım ve her dediğine bile isteye evet dediğim adamın yanına gitmek için hazırlanmaya başladım.

Arabada, Berzah bir şeyler düşünüyor gibiydi gözü yolda aklı başka bir yerdeydi, bu iyiydi çünkü benim de konuşmaya niyetim yoktu. Ağzımda acı bir tat vardı ve zorla yutkunmama sebep oluyordu ama neyse ki daha iyi hissediyordum. Uzunca bir yol gittikten sonra ahşap bir evin önünde durduğumuzda Berzah sürücü koltuğundan inip benim inmemi beklemeden eve doğru yürümeye başladı. Kimin evi olduğunu ölümüne merak ettiğim halde bu soracak hali kendimde bulamadım.

Sessizce arabadan inip eve doğru yürümeye başladım, hava titrememe neden olacak kadar soğuktu ve kara bulutlar hala gökyüzündeydi, giydiğim gri kaşe kabıma sıkıca sarındım. Berzah’ın aralık bıraktığı kapıdan içeri girip yavaşça ardımdan kapattım.

İçerisinin tamamıyla ahşap olduğunu varsaydığım ev büyük bir salona sahipti. Yanılmıyorsam yazlık için kullanılan bir evdi. Durduğum giriş kapısının hemen sağ tarafında sonunda iki bulanan yukarı doğru bir merdiven çıkıyordu. Yüksek tavanlı salona doğru bir iki adım atıp etrafa göz gezdirdim. En köşede yanmakta olan bir şömine önündeyse çok rahat görünen biri lacivert diğeri kırmızı tekli iki koltuk vardı. Şöminenin sol tarafında ki duvarda, tamamıyla soğuğa bürünmüş çam ağaçlarının sıralandığı ormana bakan, büyük bir pencere vardı. Pencerenin tam önünde gelişigüzel yere yığılmış kitaplar beni oku diyordu. Dağınıklıktan çok ortamın bir parçasıymış gibi görünüyordu. Kitapların yan tarafına pencereden dışarıyı seyretmek için konulmuş ahşap bir bank vardı ve sanki sokak ile evi bütünleştirmek için konulmuş bankın hemen yanında duvara montelenmiş sokak lambası cinsinde ki avize insanı hayran bırakan bir dizayn oluşturuyordu. Salonun ortasına yine kırmızı ve lacivert bir koltuk konulmuştu. Bakışlarımı kaldırdığımda çatıdan aşağıya doğru dökülmüş sarmaşığı andıran avizeyi gördüm içimden çok güzel diye düşünüyorken birden cam sarmaşığın tüm yaprakları yandı. Avizenin yanmasıyla etraf ta epey aydınlanınca ev tüm güzelliğiyle gözler önüne serildi. Ancak kitaplarda okuduğum ya da dergilerde gördüğüm eler bu kadar güzel ve sıcacık olabilirdi.

“Beğendin mi?”

Berzah sıcacık gelen sesine doğru döndüğümde merdivenin sonunda ki mutfağın olduğunu tahmin ettiğim kapının önünde durmuş bir eli prizde bana gülümsüyordu. Yarı tebessüm ederek ona gülümsedim ve beğendiğimi belli edercesine başımı salladım.

“Kimin evi burası?” Bana doğru bir iki adım attı:

“Emir’in bir arkadaşının, biraz değişiklik olsun diye seni buraya getirmemi önerdi.”

“Aranızda ki sorunu hallettiniz mi?” dediğimde bakışlarımı ondan çekip etrafa göz gezdirmeye başladım Berzah da koltuklardan birine dayanıp kollarını birleştirdi.

“Evet, sonunda uslu olup sözümü dinlemeye karar verdi. Aç mısın?”

“İştahım yok.” aslında sabahtandır bir şey yememiştim ama yine de yemek istemiyordum. Berzah yerinden kalkıp yanıma geldi sonrasında elimden tutup beni peşi sıra sürükledi. Ben şaşırarak ne yapmaya çalıştığına bakarken o mutfağa girdiğinde elimi birden bıraktı. Dolabı açıp daha önceden hazırlanmış yemekleri yerinden çıkarıp masanın üzerine bıraktı:

“Sana sürekli yemek hazırlayacağımı sakın düşünme o bir defaya mahsustu.” işaret parmağıyla masaya bıraktığı yemekleri gösterdi: “Şunları (işaret parmağını bu defa arkasında bulunan mikrodalga fırına çevirdi) şurada ısıt. Açlıktan ölüyorum. Bir duş alıp geleceğim.”

Emirlerini verip çıktıktan sonra hiçbir komik tarafını bulamasam da kendi kendime gülümsedim. Berzah’ın içimi ısıtan yönlerinden biriydi buda. Kabımı üzerimden çıkarıp ilk olarak hazırlanmış tavuğu masadan alıp ısıtmak için mikrodalganın kapağını açtım.

Yaklaşık yirmi dakika sonra Berzah geri geldiğinde elinde ki telefonla uğraşıyordu, duş almış üzerinde ki ceketi çıkarmıştı. Giydiği siyah ince tişörtü ve hala kurutmadığı saçlarıyla gerçekten hasta olabilirdi. Bardaklara suyu doldururken bakışları masada gezindi yüzünde memnun olduğuna dair bir ifade vardı. Sandalyeyi çekip oturduğunda ona döndüm:

“Saçlarını kurut hasta olacaksın.” dediğimde önce bana bakıp gülümsedi sonra çatalı eline alıp yemeğe başladı:

“Bir şey olmaz.” dedi umursamaz bir tavırla hızla yediği yemeğe bakılırsa gerçekten acıkmış olmalıydı. Ona baktığımı fark ettiğinde bir kaşını havaya kaldırıp gülümsedi: “Çok istiyorsan gelip saçlarımı kurulayabilirsin.”

Hiçbir tepki vermeden ona baktım neden bilmiyorum ama utanmıştım. Muhtemelen yüzüm kızarmıştı çünkü Berzah bana tekrar baktığında gülmesini bastırmaya çalışıyordu. Ona bir daha bakmadan mutfaktan çıktım üst kata çıkan merdivenlere yöneldim. Berzah’ın açık bıraktığı banyo kapısından girip dolaptan temiz bir havlu alarak aşağıya tekrar indim. Mutfak kapısından girdiğimde Berzah’ın elinde ki çatal havada kaldı, ağzında ki lokmayı yutmadan elimde ki havluya şaşırarak baktı ardından gülümsedi, çatalını indirdi. Yanına gidip başında dikildim safir gözlerinin içi müthiş parlarken:

“Gerçekten mi?” dedi beklediği bir şey gerçekleşiyormuş gibi. Havluyu iki elimle açıp başına gelişi güzel koydum. O gerçekten saçlarını kurulamamı beklerken ben başındaki havluyla öylece bırakıp tekrar yerime oturdum ve yemeğime başladım. Birkaç saniye hareketsizce durup bekledikten sonra Berzah havluyu yüzünden çekip bana baktı gözlerinde ki parıltılar hüsrana uğrayarak söndü: “Çok acımasızca.”

Havluyla saçlarını gelişigüzel kuruladı. Onun bu haline değil ben, kelebeklerim bile âşık olabilirdi. İstemsiz ona bakıp gülümserken havluyu başından çekti bakışlarım dağılmış siyah saçlarına kaydı, çok yumuşak ve mükemmel görünüyorlardı, tıpkı sahibi gibi. Bir hülyanın içinde duvara toslamış gibi safirlere çarptığımda kalp atışlarım hızlandı. Berzah’ın bana bakıyor oluşu sanki aklımdakileri ve içimdekileri okumuş gibi hissettirip utanmama neden oldu yine. Safirlerinin siyah hareleri bugün beyaz pırıltılarla süslenmiş gibiydi ve beni içine çektikçe çekiyordu. Önce bir Bismillah çekip gülümsememi dondurdum ve önüme dönüp yemeğime devam ettim. Sessizce geçen yemeğin ardından Berzah’ın telefonu çaldığında mutfaktan çıktı. Rahat bir nefes alıp boş tabakları kaldırdım ve hemen bulaşıkları hallettim. Tezgâhın üstünde duran kahveyi alıp cezveyi ocağa yerleştirdim. Berzah kahveyi şekersiz içtiğini anımsayıp ikimize de kahve yaptım.

Elimde tepsiyle salona girdiğimde Berzah büyük cam pencerenin önünde ayakta durmuş telefonuyla uğraşıyordu. Ona doğru geldiğimi görünce telefonu hemen kapatıp cebine koydu. Bakışları elimde ki tepsiye kaydığında gülümsedi. Önünde durup kahve fincanını almasını beklerken epey oyalandı. Sonunda bende kendi fincanımı alıp büyük cam pencerenin önüne konulmuş banka yerleştim. Az sonra Berzah da gelip yanıma oturdu. Kahvelerimizi yavaşça yudumlarken ikimizde bir süre sessiz kaldık. Dışarıda ki eşsiz manzara düşüncelerimi çekip çevrelerken Berzah’a bakmadan:

“İstanbul…”diye sessizce söylendim aslında cümlemin devamını getirememiştim çünkü o da neler olacağı hakkında benim bildiklerim kadarını biliyordu. Endişeliydim yaklaşık dokuz gün sonra evlenecektik ama ikimizde mutlu mesut çiftlerden kilometrelerce uzaktaydık.

“Endişelenme.” dedi usulca bitirdiği kahvenin fincanını ikimizin arasında ki boşluğa bırakırken. Her defasında nasıl hissettiğimi çok iyi biliyordu: “Bundan sonra hiçbir şey için üzülmene gerek yok. Her şeyi beni halledeceğim emin olabilirsin.”

“Düğün?”

“Kalabalık olacak. Davetliler dışında Hicaz beyin kızının düğünü için de birçok kişi gelecektir. Tek yapman gereken benimle evlendiğin için müthiş mutlu görünmek.”

“Peki.”

“Arkadaşların için de davetiyeler hazır dönünce bizzat verebilirsin.” şaşırarak ona döndüm:

“Gerçekten mi?”

“Evet. Kendi kendime evlenmiyorum ne de olsa. Senin de bir çevren olduğuna eminim. Seni bu mutlu gününde yalnız bırakmak istemezler sanırım.”

Gülümseyerek başımı salladım. Aklım okulda ki arkadaşlarıma giderken hemen aklımda ilk olarak yirmi kişilik bir liste oluştu bir de samimi olduğum birkaç arkadaşım daha vardı. Onları da çağırmalıydım.

“Okulumu özledim.” diye söylendim kendi kendime.

“İstersen daha sonra kaldığın yerden devam edebilirsin.”

“Evet, öyle düşünüyorum bende.”

“Tabi bazı şartlarım var.” dediğinde söylediği anlamsız şey kaşlarımın çatmasına sebep oldu. Okul şimdi dönem ortasındaydı tekrar dönem başına gelmesine yaklaşık on aydan daha uzun bir süre vardı ve bizim Berzah ile üç aylık anlaşmamız o zamana değin çoktan bitmiş olacak ve yollarımız ayrılacaktı. Berzah’ın nasıl oluyordu da benim okul hayatıma şartlar koyacağına bir anlam vermedim:

“Nasıl şartlar?” diye sordum alayla.

“Seni okula ben bırakır, ben alırım. Ders dışında okulda oyalanmak yok. Arkadaşlarla gezmek, eğlenmek, aktivitelere katılmak hiçbiri yok. Bir iki samimi olduğu arkadaşınla arada ders çalışabilirsin o da bizim evimizde. Dersinin olduğu günler dışında okulun içinde bulunmayacaksın.”

“Ciddi değilsin değil mi?” Berzah sırıttı:

“Sana çok iyi bir eş olacağımdan şüphen olmasın.”

“Hiç gitmesem daha iyi.”

“Bak işi çok çabuk kapıyorsun.” cevap vermek için ağzımı açmıştım ki benden önce davrandı:

“Bu arada Nadir İstanbul’da ki evinizi sattı.” söylediği şeyi idrak ettiğimde ona inanmayarak baktım.

“Ne?” söylediği şeyde ciddi olduğunu anlamam birkaç saniyemi aldı. Selen’i aramak için ayağa kalkmaya çalışırken kolumdan tutup engelledi:

“Evi ben aldım.”

Sinirle güldüm. Amcamı tebrik etmek gerekti gerçekten de babamdan kalan her şeyi dağıtma planını çok güzel uyguluyordu. Berzah’tan kolumu çekip önüme döndüm. Neden böyle oluyordu, neden elimde ki değer verdiğim son şeyleri de kaybediyordum yavaş yavaş? Bu nasıl dayanılması zor bir imtihandı? Asıl soru neden katlanıyordum ki bunlara? Gerçekten Emir’in dediği gibi sırf söz verdim bahanesi altında Berzah’ın her istediğini yaparken ne kadar zavallı görünüyordum acaba? Belki de çoktan İstanbul’a dönüp işler bu hale gelmeden engel olmalıydım bazı şeylere. Belki o zaman hiç değilse şimdi olduğu gibi eli kolu bağlı kaybettiklerimi izliyor da olmazdım. Peki ya şimdi? Beni tutan ne vardı ki? Berzah… Kısa bir nefes alıp içimden istiğfar çektim:

“Biraz zaman ver senden tekrar alacağım evimi.”

“Satmıyorum.”

“Ne?”

“Beni duydun. Ayrıca evi gerçekten çok beğendim ama yine de istersen bir anlaşma yapabiliriz.” gerçekten Berzah’ın normal olmadığına inanmaya başladım, neden her şey üzerine anlaşma yapıp duruyordu ki? Kaşlarımı çattım:

“Anlaşma falan istemiyorum.”

“Peki nasıl alacaksın evi o zaman? Şuan sahip olduğun tek şeyin ben olduğumun farkında değil misin? Ha tabi sonradan bana boşanma davası açıp tüm mal varlığımı elimden almayı planlıyorsan o ayrı. Gerçi bunu yapacak kadar kafan çalışmıyor senin. İyi bir avukat istersen sana Zeyd’i öneririm, işinde çok iyidir.”

Benimle kafa bulması ve beni sinirlendirmesine öfkeyle güldüm.

“Aslında çalışıyor, hatta güzel fikir. Yalnız Zeyd’e senin ihtiyacın olabilir. Ben Murat ile başımın çaresine bakarım. Boşanma davamı ve müstakbel kocamın mal varlığını almam için elinden gelenin en iyisini yapacağına da eminim.” cümleme noktayı koyar koymaz. Berzah’ın öfkesini yüzüme soluması saniyeler sürdü.

“Benden boşanacaksın hem de bunu o herif yapacak öyle mi?” safirleri kendini bir karanlığa emanet etmiş gibi. Nefesi yüzüme değdiğinde yakınlığını o an hissettim.

“Sen fikri verirken kulağa eğlenceli gelmiyor muydu?” ciddiyetini kolumu kavradığında anladım.

“Benden gerçekten boşanabileceğini mi sanıyorsun?” Berzah’a değil de öfkesine verecek bir cevabım yoktu o yüzden en iyisi sakinleşene kadar sessiz kalsam hayrıma olacakmış gibi hissettim, koluma bakıp sakin bir sesle konuştum:

“İyi bir eş karısının canını acıtmaz Berzah Ali.”

Söylediğim şey ilk olarak onu kendine getirdi. Bakışları yumuşadı ve hemen bıraktı kolumu. Öfkeyle verdiği tepkinin bilincine yeni varmış gibi bir mahcupluk sezdim bakışlarında. Hemen benden uzaklaştı, doğrulup elleriyle saçlarını karıştırıp sakinleşmeye çalıştı. Birkaç dakika ikimizde konuşmadık. Murat adını duyduğundan aşırı öfkeleniyor, tepki veriyordu, onu kıskandığını biliyordum. Bu duruma seviniyor değildim ama ona karşı kullanmak hoşuma gidiyordu. Eğer beni gerçekten tanısaydı bu duygunun tamamıyla gereksiz olduğunu da bilir, değil adını anmak yanımda görse dahi Murat’ı kıskanmazdı.

“Dışarı çıkabilir miyim? Biraz temiz almak istiyorum.” dediğimde tepki vermedi bunu onayladığını farz ederek sessizce yanından kalktım.

Dışarı adım attığımda soğuk havadan dolayı ürperdim, kabanıma sarınıp, boynumdaki atkıyı sıkıca sardım. Biraz yürüyüp evin etrafına bir göz attım, geldiğimiz yola doğru döndüm, çok yürümemiştim sanıyordum ama arkamı döndüğümde ne evi görebildim ne de arabayı. Paniklemek için çok erken diye kendime hatırlatıp geri dönüş yaptım. Hava bayağı kararmıştı. Uzaklaştığım için içimden kendime azarlar savururken sol tarafımda ki çalılıklardan bir hışırtı duyduğumda adımlarımı hızlandırdım. Benim hızlanmamla aynı şekilde çalılıkta bir hareketlenme daha oldu. Korku hücrelerimden çıkıp vücudumda gezindi. Kalbimin ritmi düzensizce atarken ellerim korkuya titremeye başlamıştı. Gecenin bir vakti tek başıma kimsenin olmadığı bir yerde… Ayet-el Kürsi’ye başlayıp içimde ki son cesaretimi kullandım ve daha da hızlandım. Bağırsam Berzah duyar mıydı diye düşündüm. Koşar adım ilerlerken sonunda evin ışıklarını ilerde gördüğümde çok şükür dedim içimden. Çalılıklarda birinin olduğuna adım gibi emindim. Eve birkaç metre kalmıştı ki artık bağırsam Berzah’ın duyacağından emin olduğumdan gelen cesaretle o tarafa döndüm ve ses anında kesildi. Tekrar korkularımın eteklerinden tutup önüme dönmüştüm ki kalın mont giymiş bereli bir adama çarpmamla dengemi kaybedip yere düşmem bir oldu. Ağzımdan çıkan çığlık desibel rekoru kırabilirdi. Korkudan yüreğim ağzıma gelmişti bu defa Berzah diye bağıracaktım ki bereli adam önümde eğilip bileğimi tuttu. Bağırmama gerek kalmadığını onun yüzünü gördüğümde anladım.

“Nasıl olurda sürekli kendini yaralayabiliyorsun?” diyen adamın safirlerinin parlamasına feryat figan korkularımın gözlerime dolması ile baktım, elimle gümbürdeyen kalbimi yokladım. Korkudan ağlayacak kıvama gelmiştim. Gözlerim dolu dolu ona bakmaya devam ettim.

“Çok korktum.” dedim ağlamaklı bir sesle. Bakışları yumuşadı ve eliyle bileğime dokundu:

“İyiyim.”

Ayağa kalkmam için Berzah kolumdan tutup yardım etti. Elinde şalımı görünce o an daha da üşüdüğümü hissettim muzlarıma örttü. Bileğim burkulduğu için Berzah koluma girerek yürümeme yardımcı oldu, adım attığımda ayağıma keskin bir ağrı saplanınca iki büklüm oldum. Berzah bana fırsat vermeden bir anda eğilip beni kucağına aldı. İki elim havada ona dokunmadan kalakaldım sonra bu garip halime sırıtan Berzah’ı görünce ellerimi indirdim. Eve doğru giderken onunla bu kadar yakın olmamızı fırsat bilerek onu inceledim. Beresinden asice çıkmış siyah saçlarına gözlerim kaydı, ardından gür kirpiklerine baktım. İnce burnuna, dudaklarının hep uzaktan gördüğüm o kıvrımına… Çizilmelik bir portre seriyordu önüme. Hoşuma giden bu haline gülümsemeden edemedim. O anda sanki düşüncelerimi duymuş gibi Berzah yüzünü bana çevirdi. Yumuşayan bakışları gözlerime odaklanırken bir parıltı geçti safir dalgalardan, hemen utanarak bakışlarımı ondan çektim. Az sonra bakışlarım omzundayken konuştum:

“Özür dilerim.”

“Gecenin bu vakti dağ başına tek başına nasıl dışarı çıkıyorsun? Sana çıkabilirsin dedim mi?”

“Çıkamazsın da demedin.”

“Ya bir hayvana denk gelseydin.” korkuyla pörtleyen gözlerimle yüzüne baktım:

“Kurt olur mu ki burada?”

“Mevsim kış. Allah’ın dağındayız. Ayıya bile denk gelirsin.”

“Sanki arada bir denk geliyoruz.” dedim birden, gülmemek için dudaklarımı ısırdım. Berzah elbette beni duydu. Bir an olduğu yerde durup bana kaşlarını çatarak.

“Yeminle seni burada bırakırım sabah kadar içeri almam. O zaman görürsün.” kollarımı telaşla boynuna doladım ve ona sokuldum. Eğer kızdırırsam inat eder yapardı biliyordum.

“Şaka, yaptım şaka. Demedim bir şey.”

Berzah kaş altından beni süzdü ardından hoşnut bir şekilde gülümsedi. Eve geldiğimizde Berzah beni üst katta ki yatak odasına götürdü ve yatağa baraktı:

“Biraz dinlen ben buz getireyim şişmesin.”

Ayakkabılarımı ayağımdan çıkarıp köşeye bıraktım. Kabanımı çıkardığım sırada Berzah elinde buz torbasıyla geri geldi bileğimin üzerine koyup tekrar odadan çıktı.

Yaklaşık on dakika sonra buz torbasını kenara koydum. Şişip şişmediğini kontrol ediyordum ki Berzah elinde iki kupayla geri geldi ve birini bana uzattı. Kupada buharı tüten sıcak çayı elime alıp küçük bir yudum içtim, içimden bir Elhamdülillah çektim. Berzah yatağın diğer tarafına geçip yanıma oturdu ayaklarını boylu boyunca uzatıp çayından bir yudum aldı:

“Çok yorgunum.”

“Bir de üzerine ben seni yoruyorum.”

“Evet, yoruyorsun.” dediğinde ona gözlerimi kısarak baktım. O an aklıma gelen şeyle doğru yapıp yapmadığımı es geçip içimden bir besmele çektim ve ona baktım.

“Berzah,”

“Hım,”

“Satın aldığın evimi diyorum…” nasıl devam ettireceğimi bilemedim ama daha ev kelimesini duyar duymaz gözleri parladı yüzünde hınzır bir gülümseme oluştu:

“Anlaşmak mı istiyorsun?”

“Sadece karşılığında ne istediğini duymak istiyorum.”

“Öyle büyük bir şey istemiyorum ne de olsa karıma biraz müsamaha göstermeliyim değil mi?” bu defa gerçekten problemliymiş gibi baktım ve tabi ki oralı olmadı.

“Evini tekrar sana veririm. Karşılığında boşanma kararını bana bırakacaksın.”

“Nasıl?”

“Yani ben ne zaman istersem o zaman boşanacağız. Belki düğünden hemen bir gün sonra, belki üç ay sonra ya da üç yıl sonra ne zaman istersem o zaman boşanacağız.”

“Neden böyle bir şeyi istiyorsun ki?” birkaç saniye gözlerimin içine baktı. Bir yanım hani hala şu pembe gözlükleri olan ondan senden boşanmak istemiyorum lafını duymak istemişti. Hemen onu alıp aklımın karanlık kuytularına attım. Berzah tekrar önüne döndü çayından bir yudum aldı:

“Sadece aramızdaki ilişki de söz sahibi olmak istiyorum diyelim.” dedi.

Bir iki dakika düşündüm. Yine hayatım hakkında başkalarının kararları ile yaşama merasimi dönüyordu yurdumda ki Hare keskin bir kahkaha attı. Ne hayatından bahsediyorsun? Gidecek yerin, seni seven birileri var mı bu hayatında? Sana bu insanlar sahip çıkmışken hala neden bahsediyorsun? Haklıydı.

“Peki.” cevabını verdiğimde Berzah gülümseyerek bana baktı. O an o gülüşüne bir kez daha âşık oldum, onun yanımda gülümsediğini, mutlu olduğunu görmek benim için gerçekten önemliydi.

“Anlaştık o halde. Ben sana-“ sözünü çalan telefonu böldü. Ekranda A1 yazan numarayı görünce hemen cevapladı:

“Söyle.” derken elinde ki kupayı komodine bırakıp hızlı adımlarla odadan çıktı yine de ahizeden gelen Berzah diyen kadın sesini duymuştum. İçimde biriken soru dalgası çevremi sarıp sarmalarken bir sıkıntı gelip başköşeye oturdu. Kadın kimdi ve neden A1 diye kaydedilmişti? Berzah telefonu söyle diye otoriter bir ses tonuyla açmıştı yani bu demek oluyordu ki önemsemediği biri olabilirdi. Neden böyle gizli kapaklı işler yapıyordu ki bu adam? Acaba sorsam söyler miydi ya da kızar mıydı? Beni ilgilendirmeyeceğini söylerdi büyük ihtimalle. Bu düşünceler arasında sonunda gözlerime ağır gelen gözkapaklarıma dayanamayıp kendimi uykunun kollarına bıraktım.

Gözlerimi tekrar açtığımda etraf karanlıktı, boğazımda ki kuruluk zorla yutkunmama neden oldu. Doğrulduğum sırada ilk olarak üzerimde ki örtü dikkatimi çekti sonrasında yatağın sağ tarafında ki karaltı. Yüzü bana doğru dönük sol kolunu başının altına almış kayıtsızca uyuyan Berzah’a baktım bir süre. Ben uyuduktan sonra üzerimi örtmüş ardından da yanımda uyumuştu. Daha iyi görebilmek için yüzüne biraz daha yaklaştım, keskin yüz hatlarından eser yoktu. Tamamen savunmasız ve masumdu uykudaki Berzah… Ve bir o kadar da bakılası, hayran kalınası… Elim istemsiz saçlarına doğru uzandı, hep dokunmak istediğim siyah saçlarının yumuşaklığı parmak uçlarıma değdiği an elimi tekrar çektim. Onu uyandırmaktan korkmuştum ve bu hissin bu kadar güzel oluşu beni şaşırtmıştı. Geri çekilip bir süre daha onu izledim. Ardından namaz kılmak için banyoya gitmeden önce şalımı çıkardım katlayıp komodinin üzerine koyduğum sırada Berzah’ın sesini duydum. Bana seslendiğini sanıp ona döndüm ama hala uyuyordu. Yanlış duyup duymadığımı anlamaya çalışarak bir süre onu izledim.

“Yapma.” dedi ardından ve anlaşılmayan birkaç şey daha mırıldandı, uykusunda konuştuğunu anladım. Rüya görüyor olmalıydı, hatta kâbus. Onu uyandırmak ile uyandırmamak arasında kaldım. Biraz sonra huzursuzca kımıldandı, bir rüyanın içine hapsolmuş da kurtulmaya çalışıyor gibi.

“Berzah.”

Uyanmadı, tekrardan koluna dokundum adını söyleyeceğim sırada gözlerini birden açtı. Üzerine eğilmiş bir şekilde beni gördüğünde önce koluna dokunduğum elimi sert bir şekilde kavrayıp doğruldu. Birden tepki vermesi beni de korkutmuştu ne diyeceğimi bilemeden öylece ona baktım.

“Benim, Hare. Rüya görüyordun.” Çatık kaşları ve korkunun çevrelediği siyaha dönmüş safirleri ile gözlerimin içine baktı. Soluk soluğaydı. Sessizce öylece durup onun sakinleşmesini bekledim. O anda hiç beklemediğim bir şey yapıp beni kendine çekti ve sarıldı.

Hani bazı sarılmaların adları olurdu ya. Bir annenin sarılışı “şefkat” demekti mesela, bir babanın sarılışı “güven”, sevdiğiniz insanın sarılışı “sevgi” demekti. İşte şu an Berzah’ın bana sarılışının bir anlamı varsa şayet bu sarılışın adı “iyi ki” idi. Şu an iyi ki yalnız değilim demekti. İyi ki varsın diyordu bana.

Ne rüya gördü bilmiyorum ama onu belki de korkutup üzdüğü için bende üzüldüm. Berzah’ın sarılışına karşılık verirken ona sarılmanın bu kadar güzel hissettireceğini tahmin etmemiştim. Bir süre daha öyle kaldıktan sonra Berzah’ın soluk alışverişi yavaşça düzeldi ve iyice sakinleşti ve beni saran kolları da gevşedi. Orada tamamen uyandığından ne yaptığını anlayıp birden geri çekildi. Saç diplerine kadar terlemişti, eliyle yüzünü kapatıp derin bir nefes aldı. Ardından hiçbir şey demeden hızla kalkıp odadan çıktı. Merdivenlerden inerken çıkan tahta basamakların sesini dinledim ardından açılıp kapanan dış kapının sesi geldi. Hava almaya çıkmış olmalıydı. Komodinde ki saat 05:21’i gösterirken düşünmeden bende kalkıp yatağın ucunda ki kalın şalı omuzuma aldım ve odadan çıktım. Uykum kaçtığı için ilk olarak mutfağa gidip bir bardak su içtim. Ardından hala yanmakta olan elektrikli şöminenin önünde ki kırmızı koltuğa oturdum. Berzah’ın ne zaman geleceğini bilemeyerek beklemeye başladım. Tam gözlerim kapanıyordu ki kapının açılma sesini duydum. Berzah içeri girdiğinde gayet sakin ve uyanmış bir haldeydi. Beni gördüğünde yanıma gelip yanımda ki lacivert koltuğa oturdu.

“İyi misin?” diye sordum:

“İyiyim.”

“Kâbus gördün herhalde.”

“Arada bir oluyor.”

“Ne gördün, anlatmak ister misin?” gözleri bir an benimkilerle buluştu ardından geri çekti. Kısa bir nefes alıp ellerini birleştirerek öne doğru eğildi:

“Hep aynı rüya.” bir süre sessizce bekledi ardından elini şakağına koyup gözlerini kapattı.

“Ne görüyorsun o hep aynı rüyada?”

“Sevdiklerimin hepsi gözlerimin önünde ölüyor. Bazen Şükran anneme belirsiz bir kurşun vuruyor, bazen Halid gözümün önünde Emir’in kafasına sıkıyor, bazen annem, bazen de babamı görüyorum alevlerin arasında çığlık çığlığa. Hepsi benden yardım istiyor ama elimden hiçbir şey gelmeden onları izliyorum.”

Orada karşımda ki bu yıkılmaz kalenin, Berzah Akad’ın bu hayatta ki en çok korktuğu şeyi öğrenmiştim. Kâbuslarına girecek kadar yüreğine, aklına, bilinçaltına işlemiş o duygu; sevdiklerini kaybetmesiydi. İşte bu adamın en büyük korkusu buydu. İlk olarak annesi, sonra babası, anneannesi… Hepsinin acısını görmüştü. Onların ölümünden sonra yanında bir tek Emir ve Şükran teyze kalmıştı ve onları kaybetmeye de dayanamazdı. Rüyasında çaresiz olduğu için kendini suçlayıp duruyorken içinde ki çıkmaza beni de çekmişti. Yapabileceğim tek şey şuan onu dinlemekti. Amcası bu hayatta ki en çok sevdiği insanı öldüren ben, onu teselli edebilir miydim bilmiyordum. Yahut ben olsam nasıl hissederdim diye düşündüğümde onun yerinde, kendimden nefret ettim. Bir an beni her gördüğünde nasıl hissediyor merak ettim ve hiç olmadığı kadar onun adına üzüldüm. Eğer ki bir yolu olsaydı ne yapar ne eder onun omzunda ki yükleri taşırdım. Ne olurdu biraz olsun ona iyi gelseydim, onu rahatlatabilseydim.

“Bu defa kimi gördün.” diye sorduğumda bakışları tekrar beni buldu.

Gözlerinde ki endişeyi yakalamıştım cevap vermek istemediği bir sual olmuştu bu. Keşke sormasaydım dedim içimden o an. Cevap beklemeden bakışlarımı ondan çekip önüme döndüm. İkimiz de tek söz etmeden aklımızda ki destanlara tefsir arıyorduk zihinlerimizde, öyle bir sükûnet ki konuşsak belki bu kadar iyi gelemezdi. En önemlisi onu anlıyordum ve Berzah onu anladığımın farkındaydı.

“Çok sevdiğin ya da ailem dediğin birini kaybetmek nasıl bir duygu en az sende benim kadar iyi biliyorsundur. İnsan evsiz, yersiz, yurtsuz kalıyor sanki. Ondan sonra kim ölürse ölsün umurunda olmuyor. Hep aynı çaresizlikle sevdiklerimin ölümünü izledim. Hep durdum ben, onlar öldü ve ben izledim.”

“Ölümün önüne geçemezsin ki! Eğer vakitleri dolmuşsa sen ne yapabilirsin?”

“Elimden gelen son şey her ne ise onu yapmak isterdim.” dediğinde gözlerinde ki acı önüme serildi bu defa. Sevdikleri için bir şey yapamaması onu kahrediyordu:

“Annem beni doğururken öldü, babam benle yaşamak zorunda kaldı. Babam bir hiç uğruna yanarak can verdi, o gün onun yerinde benim olmam gerekirken hem de, ben yaşamak zorunda kaldım. Sonra anneannem benim yüzümden kalp krizi geçirdi, yine ben yaşamak zorunda kaldım. Kimi sevdiysem hep zarar verdim hep izledim hep geride kalan oldum. Elimden gelen hiçbir şey yoktu, kimsenin yoktu. Dediğin gibi ölümün önüne geçemezdik. Ama geride kalanlar yaşamak istiyorsa bununda bir yolunu bulmalı, tutunacak bir şeyler olmalı.” aklıma gelen şeyi söylediğini anlamıştım. Bir umut ona baktım:

“Bunda kararlı mısın, amcamdan gerçekten intikam almaya? Berzah… Bundan vazgeçemez misin?” diye sorduğumda yine safirlerinin hedefi oldum. Bakışlarında ki tanıdık öfkeyle karşılaşmayı beklerken beni şaşırttı. Gözlerinin ardında ki oraya prangalanmış köklü nefreti dışında gayet sakindi:

“Çok erken daha gidip biraz uyu.” dedi konuşmak istemediğini belli ederek:

“Berzah-“

“Hare, hadi dedim.” hayır, kızmamıştı hatta tatlı bir tını ile söylemişti bunu. Birkaç saniye ona baktım. Derin bir nefes alıp son sözlerimi söyledim.

“Hz. Muhammed, daha doğmadan babasını, altı yaşındayken annesini, sekiz yaşındayken kendisine bakan dedesini, sonra iki evladını, onu himayesine alan amcasını, hemen ardından karısını kaybetmişti. Hüzün yılı demişler bu son art arada ölümlerin olduğu o yıla. Peygamberimiz o zaman demiş ki “Ey dağ benim başıma gelen senin başına gelseydi dayanamaz yıkılırdın.” Ama kendisi hep ayaktaydı hep Allah’a sığındı çünkü Allah en yakınlarını alırken hep onunlaydı. Allah varsa eğer Berzah, başka da hiç kimse ve hiçbir şey gerekmez devam etmek için. Tutunacak dal, geride kalanlara bir yol diyorsun ya, intikamına, kinine… Hayır, istersen hiçbir şey gerekmez.”

Daha başka ne diyebilirdim ki? Söylediklerimden, benden, doğru olandan kaçıyordu ve kendi dünyasında ki gerçeklerin ardında duran inanca sığınıyordu. Kızamıyordum ama bunu kabullenemezdim onun kiniyle yaşamasına müsaade edemezdim. Mademki o sevdikleri için eli kolu bağlı oturmak istemiyordu, bende onun için sessiz duramazdım, durmamalıydım. Namaz vaktini kaçırmak istemediğim için ayağa kalkarak yukarı çıkmak için merdivene yöneldim, Daha ilk basamağındayken:

“Rüyamda seni gördüm. Ölüyordun.” Dedi.

Donup kaldım. Sadece en sevdiklerinin ölümünden korkan bu safirden alev adam, salt sevdiklerini rüyasında gören Berzah Akad bu defa beni rüyasında görmüştü.

İçimde ki öfke dağılıp parçalara bölündü Berzah’ın safir okyanusundan biriktirdiğim içimin ılık sularına dağılıp birer birer kayboldu. Sanki kalbim de bir volkan patladı da sıcaklığı bütün kutbuma yayıldı ve benim buz tutmuş dünyama baharı getirdi. Kalbimin çarpmasına, yurduma yeniden bahar gelmesine, içimde ki son soluklarını veren kelebeklerimin yeniden dirilmesine, Hare’nin sonunda yeniden o duvarı bir balyozla yok etmesine, mutluluğumun başımda dönüp durmasına ve kalbimde ki en büyük korkumun sebebi Berzah’ın kininin içimde kulaç atmasına, gözümden düşen bir damla yaş ile sadece uzaktan baktım.

Ve orada Berzah’ın rüyalarında hissettiği en sevdiğinin ölümünde ki çaresizliği işte şimdi yaşıyordum, ben de onun tıpkı onun gibi elimden hiçbir şey gelmeden sadece izliyordum. Ve işte tam orada anladım. Sağ parmağımda duran alyansın içine yazdırdığı kelimeyi. “Beni göm.” derken en sevdiğini kaybetmek istemeyen bir seveni oynadığını şimdi anlıyordum. Ve hayalinde eğer olursa binlerce şükür edeceğim an, artık bir şeyden emin olduğum an, kalbimin o toy isteğin, olsa her şeye tamam dediği Berzah’ın sevgisini anladığım an… Ve Allah ikimizin de içinde ki yaralara şifa versin ki Berzah’ı bu kinini merhem yaptığı yaralarıyla kabul edemezdim.

Bu yüzden yüzümde ki tebessüm ve kalbimde ki o rahatlama ile Allah’a şükrederek merdivenlerden yukarı çıktım.


***


Loading...
0%