Yeni Üyelik
16.
Bölüm

15.Bölüm

@cigdemgah

Lise yıllarımda okuduğum kitaplarla oluştu, anlamlandırdığım aklımda ki aşk fikri. Aşk ilk başlarda kitaplarda ki kahramanların yaşadığı; kalbi titreten, rüzgâra şarkı söyleten, zamanı durduran bir şeydi benim için. Sevmek abartarak yaşanan bir hadiseydi. Aklın ve iradenin devre dışı kaldığı kişinin kendi içinde tamamen soyutlaşıp, sevdiği insana büründüğü bir muammaydı ve bu muamma bir bakış ile başlardı. Yani önce maşuku görüyor, sürekli onu düşünüp ondan hoşlanıyor, belirli bir zaman sonra ise onu sevdiğimizi fark ediyorduk. En sonunda belki de ona karşı aşk fikrine kapılıyorduk. Böyle düşününce ilk görüşte aşk kavramı daha en baştan çürüyordu bende zira Berzah’ı görür görmez kalbimin ona inanması zaman kavramını ortadan kaldırmıştı sevda çarkımda. Biraz daha düşününce şöyle anladım ki; yani eğer Allah istedi ise ki O’nun(c.c) ‘Ol der ve oluverir!’ emri bir muhakkaktı, sevgi daha görme anında, belki daha görmeden evvel dahi içimize ısınabiliyordu sevdiğimiz kişi. Binaenaleyh aşk mevzusunun başlangıcı bu görme çarkından da çıkıyordu.

Sevmek fikri benim için bir kelimeden, iki duygudan daha fazla bir şeydi. Her şeyde olduğu gibi sevmek fikrini de yüreğimde abartarak yaşardım. Gerektiğinden daha fazla değer verir, daha fazla sahiplenir, daha fazla düşünür, daha fazla üzülürdüm ve bencileyin her zaman da maşukumdan daha fazla severdim. Tabi baki bir sevda da kimin fazla sevdiği tartışılmaz çünkü âşık kendini maşuk, maşukta kendini âşık görürdü. Yani her iki seven de kendini yekdiğerinin yerinde sayardı, böylece fazlalık olan sen ben ikilemi ortadan kalkar biz olurdu tabi bu sebepler âleminde yine bunun olabilmesi içinde karşında ki kişiden saf sevgi görmek gerekti. Ben Berzah’ı öyle seviyordum ya istiyordum ki o da beni öyle sevsin. Yine de bu her zaman olmazdı biliyordum çünkü, aşk mevzusunda değildi ki âşık her duygusunun karşılığını görsün. Benim demek istediğim o da benim gibi çoktan ziyade güzel sevsindi.

Berzah’ın beni sevme fikrini hiçbir zaman içimde tasdik edememiştim. Kendimi küçük gördüğümden değil, yanlış umutlara kapılıp harap olmak istemeyişimden. Ben ondan duymadıkça da benden yana olan sevgisini tasdik edemezdim. Şimdi onu tanıdığım o günden bu yana kalbimde hiç olmadığı kadar huzur veren bir duygu var; tüm vücuduma yayılıyor ve kederin tüm izlerini siliyor, yavaşça dudaklarıma ulaşıyor, bir gülümseme oluşturuyor ardından gözlerimde yerini alıp, orada kuruluyor ve yavaşça serbest bırakıyordu kendini. Demek sevginin dengi gözyaşıydı ve demek böyle oluyordu âşık olduğumuz kişinin de bizi sevdiğini öğrendiğimizde. Şimdi filmlerde ki karakterlerin nasıl hissettiğini, kalplerinin nasıl çarptığını, sevinçten gözlerinin nasıl dolduğunu ve daha duygunun tamamıyla içinde yayılmadığı halde nasıl endişelendiklerini işte kalben tadıyordum.

Ve evet, o da beni seviyor.

“Rüyamda seni gördüm…” dediği anda ikinci kata çıkan ahşap merdivenin başında donup kaldım ve tasdiklediğim sevginin heyecanı ile arkamı dönüp onun bana ulaşmış o sesini sahiplenip, kollarımı dolayıp sımsıkı sarıldım. İçimden sessiz çığlıklarla sevinçlerini yaşayan kelebeklerime hiç dokunmadım ve benim gibi o duvarını çok geride bırakmış yurdumun gardiyanı olan Hare de yüzünde şaşkın bir ifade ile gülümsediğinde, şükür nidaları kalbimden arşa doğru yükselmeye başladı, henüz dudaklarımdan tek kelime çıkmamışken. Saniyeler için de aklımda beş ayrı masaldan seçmeler hazırlayıp hepsini bozdum. Şuan Berzah’a dönüp o âşık olduğum, şükürlerimin yükseldiği gecemin safir örtüsü olan gözlerine bakıp onu sevdiğimi söylemeyi çok isterdim. Mutlu olur muydu bilmiyorum ama artık buna benim cesaretim vardı. Tüm bu düşüncelerimi tartıp biçerken öyle bir şey tuttu ki beni, değil arkamı dönüp ona sarılarak onu sevdiğimi söylemek, aksine duymazdan, anlamazdan gelmiş gibi kendimi zorlayarak yoluma devam etmeye karar verdim ve merdivenleri yavaşça çıktım. Yüzümde ki vuslat isteyen gülümsememi hüzünlü bir tebessüme bırakarak kendime hatırlattım; doğru olan bu, her şeyin bir yeri ve zamanı var, az biraz sabır.

Evet, belki ilerde bu yaptığım için pişman olabilirdim ya da siz benim Berzah’a dönmeyip sessiz kaldığım için aptal olduğumu düşünüyor olabilirsiniz ama bilin ki eğer hissedilen gerçek sevgi ise vuslattan evvela sevdiğiniz insanın kendi içinde kaybolduğu yurdunda yolunu bulup memleketine yerleşmesini dilersiniz. Kendi elleri ile harap ettiği gönül evini sevgi ile inşa etmesi gerek evvela insanın. Maşukunu yurdunun enkazına alacak değildi ya? Her şeyden önce o içinde ki yaralara şifa bulmayı isteyecek, özüne dönmesi gerekecek. Ha, bu değil ki kalbi gamlı bir aşığın vuslatını istememekten. Hayır, aksine ona önce merhemin kendi içinde olduğunu, Allah’ın aşk vasfını sevdiği kişiden önce fıtratına verdiğini anlamasını istersiniz. İşte budur ki aşk kuldan ziyade Allah’ı sevmekti, Berzah’ın bunu anlaması gerekti çünkü Berzah özüne dönemeden bana dönerse ve vuslat olursa; aşkın sadece ikimizin arasında olduğu sanısına kapılabilirdik ama ben istiyordum ki Berzah’a sadece vesile olayım. Eğer böyle olursa Berzah beni zaten baki severdi, bundan emindim.

Şimdi beni anlıyor musunuz?

Sevdiğim adamın tüm günahlarını görüp, yaptığı ya da yapacağı yanlış tüm o yanlışlara şahit olup, yurdunu ıssız bıraktığından içinde bir harabe taşıdığını bilip, kaybolduğunu anlayıp bunları görmezden gelerek bencillik edip ona doğru yürüyemezdim. Berzah’ın kendisini bırakıp bana gelmesini istiyordum.

Yavaş adımlarla yatak odasına gittim, ardımdan kapıyı kapattım. Bir süre ayakta öylece dikilip içimi yokladım. Mutlu muydum? Aklımda ki soruların bazıları cevap bulduğu için evet. Ona karşı içimde olan duygular biraz daha derin ve daha fazla gerçekti artık, sanki onun bana karşı bir şeyler hissetmesi içimde ki ölü sevgiye hayat vermiş donuk kalbi attırmıştı, işte şimdi karanlıkta kalan yanım aydınlanmış, yüreğimin çorak topraklarına rahmet yağmurları inmişti. Öyle bir mutluluktu bende ki. Yaşama sevinci tüm vücudumu tavaf ediyordu. İçimin gökyüzü parıldamaya başlamıştı.

Şimdi onu anlayan taraf olmaktan çıkıp bazı gerçekleri farkına vardırmalıydım, onu o içinde ki kin örtüsünün ardından gün yüzüne çıkarmalıydım. Artık yıkıntılar ardından dolaşmayı bırakıp inşa etme vaktiydi onun için. Eğer bunu yapamazsa Berzah’ın sırada yıkacağı yurt benim yurdum olacaktı. Bu dik başlılığına, sürekli bileylenen inadına ve harlanan cehennemine bir dur demek gerekliydi yoksa sonuç ikimiz içinde kötü olacaktı. Berzah daha sonra büyük bir pişmanlığın pençesine düşecek bende buna engel olamadığım için ıstırap içinde kalacaktım.

Aşağıdan gelen saatin alarm sesi yukarı kadar geldiğinde gözlerimi açtım. Düşünlerimin arasında dolaşıp dururken uyuyakalmıştım. Açık bırakılmış kapıya ve üzerimde ki örtüye bakılırsa ben uyurken Berzah yanıma uğramıştı. Vakit kaybetmeden kalkıp banyoya gittim, elimi yüzümü yıkadım, aşağıya inmek için biraz oyalandım. Berzah hala aynı koltukta oturmuş, hazır bir şekilde beni bekliyordu. Merdivenden inerken bakışları bir an benimkilerle buluştu safir gözlerinde ki esinti zamanı durdurup etrafımı sardı, beklenti doluydu. Dün gece hiçbir söz etmeden yanından ayrılışım onda bir muamma bırakmıştı ve benden bir açıklama beklediği belliydi lakin bu defa cevaplardan kaçacak olan bendim. İlk konuşan olmam için sessizce gözlerimin içine bakıyor, bekliyordu:

“Günaydın.” dediğimde alaycı bir tebessüm oluştu dudaklarında, ‘tek diyebildiğin bu mu?’ der gibi baktı ardından oturduğu koltuktan kalkıp yanına bıraktığı ceketi hızlıca giyindi bir yandan da benimle konuşuyordu:

“Akşam İstanbul’a dönüyoruz. Gidip hazırlanmaya başlasak iyi olur. Kahvaltıyı evde yaparsın, önemli bir işim çıktı.” ceketin kollarını düzelttikten sonra koltuğun kenarında duran lacivert uzun atkıyı eline aldı. Bana yaklaşıp elinde ki atkıyı bana doğru kaldırdığında şaşırarak ona baktım, usulca atkıyı boynuma dolarken bir an olsun gözlerimi ondan ayırmadım. Dokunuşları büyük bir yavaşlıkta, en sevdiği işi yapan bir sanatkâr gibi, yüzünden bir tebessüm düşeyazıyor. Elinde ki atkı son bir yarım daire çizdikten sonra gözlerimin içine baktı:

“Hava soğuk.”

Berzah beni ardında bırakıp kapıdan çıktığında onu bekletmemek için ardına düştüm. Elim boynuma doladığı atkıdaydı. O an anladım ki, tahmin ettiğim gibi onda güzel sevecek bir yürek vardı, sevdası pak olanlardandı. Bu düşünceyle yüzümde istemsiz bir gülümseme oluşurken haklı olmamın verdiği sevinçle içimden Allah’a hamt ettim.

Araba sabit bir süratle ilerliyordu ve ikimizin de gözü yolda aklımız başka yerdeydi. Binlerce düşüncelerin arasında hala birini tutup yanımda durduramıyordum. Ne yapacağıma karar veremiyordum. Ona bir şey söylemem gerekiyormuş gibi hissediyordum dahası söylemeliydim de. Dün gece onun için önemli olduğumu söylemişti, ondan duymadığım halde beni sevdiğini anlamıştım. Duymama gerek yoktu mademki bir kalbî hissettiğimiz her şey doğruydu, bende hissetmiştim ki Berzah beni seviyordu.

Sonunda araba evin önünde durduğunda ilk olarak Berzah indi arabadan, ona kıyasla daha yavaş hareket ediyordum. Ben kapıya doğru yaklaştığımda Berzah aceleyle kapıda onu bekleyen Gülistan ablanın elinde ki dosyayı almış tekrar arabaya yönelmişti. Bilerek bana bakmıyor yahut gerçekten aklında başka şeyler olduğundan beni görmüyordu. Arabanın kapısını açacaktı ki seslendim:

“Berzah?”

Aklımdan geçeni iki saniye de düşünmüştüm ve eğer üç olursa vazgeçeceğimde emindim. Berzah bana doğru safirleri merak içinde baktığında ona doğru yürüdüm. Yanına doğru giderken bir yandan da boynuma iki kez sarınmış atkıyı çıkarmaya çalışıyordum. Ne yaptığıma bakan Berzah’ın tam önünde durduğumda atkı elimdeydi. Ona doğru uzanarak atkıyı beceriksizce boynuna doladım. Tıpkı onun söylediği gibi bir cümleye bin anlam yükleyerek gülümsedim:

“Hava soğuk.”

Dalgalanan bakışlarını ardımda bırakıp kapıya hemen içeri girdim ve kapıyı kapattım. Yüzümde ki kızara yanaklarım ve o zapt edemediğim gülümseyiş kalbimden yükselen sevinç çığlıklarını dışarı vuruyordu ve bu yavaş yavaş kaybolurken Şükran teyze alelacele yanımda belirdi:

“Hadisene kızım, kahvaltı için seni bekliyoruz… AA… Yüzün niye kızarmış senin?” diye sorduğunda dudaklarımı büktüm ve üzerimde ki kabanımın düğmelerini açmaya başladım. Şükran teyze birden sustu ve bu suskunluk onu memnun eden kendince bir cevaba vardığındandı.

Kahvaltı faslından sonra çabucak toparlanmıştık. Saat üçü gösterirken Emir geldi. İstanbul’a gitmeden evvel çok önemli olan akraba ziyaretimizi yapmak için amcamlara gidecektik. Çiftliğe vardığımız da her şey eskisi gibiydi. Zehra Hanım, Şükran teyzeye sunduğu güleç tavrını ona bile gizlemeyerek beni gördüğünde geri çekmiş somurtkan bir ‘hoş geldin’ ile karşılaşmıştı beni. Amcamın da ondan aşağı kalır yanı yoktu. Zehra Hanım ve Şükran teyze salondayken bir fırsatını bulup odasına çıktım. Vicdanımın bir yanı amcama gerçek anlamda veda etmek istiyordu. Her ne kadar aynı hisleri beslemiyor olsak da o benim sağ kalan tek akrabamdı. Neler yaşanmış olursa olsun hepsini bir kenara bıraktım.

Kapıyı tıklatıp içeri girdiğimde onu kâğıtlara gömülmüş bir vaziyette buldum. Beni gördüğünde hiçbir tepki vermeden tekrar yaptığı işe devam etti. Sessizce içeri girip masanın önünde duran sandalyeye oturdum. Ne diyeceğimi bilemeden birkaç dakika sessiz kaldım gelmiştim ama ne konuşacağımı nasıl başlayacağımı da bilmiyordum. Onun benimle konuşmasını bekliyordum ‘neden geldin’ demesini yahut ‘ne istiyorsun’ demesini ama oda bir an önce gitmemi bekliyormuş gibi tek söz etmiyordu. Belki de ben zavallının tekiydim kim bilir? Ben hep amcamın bana şefkatle yaklaşmasını, gerçekten yeğeniymişim gibi davranmasını beklerken bu tükenmez umudum başka ne olabilirdi ki? İnsanları ardımda bırakmayı sevmezdim, zaten beceremezdim de bundandır belki veda edemeyişim insanlara. Şimdi de gidiyordum, belki bir daha amcamı hiç göremeyecektim. İçimden ona sarılmak, onunda yaptıkları için pişman olduğunu duymak, helallik almak istiyordum istemesine de sonra olmayacağını anlayıp bu beklentimden vazgeçtim. Amcam benden önce davrandı:

“Sen küçüklüğünden bu yana hep böyle merhamet dolu biriydin… Kerim ile oyun oynarken seni her defasında kandırıp ağlatmasına rağmen yine de onu affederdin. Büyüyünce de geçmedi o huyun ama sana bir öğüt vereyim; merhametsize merhamet edilmez. Unutma bunu. Böyle olmaya devam edersen sürekli mağlup olan taraf olursun. Bazen merhametini bir kenara atmalısın, kendin için daha doğru daha isabetli kararlar verebilmek için…” birden sustu gözleri boşluğa dalarken bir şey hatırlamış gibi yüzü gölgelendi. Bir an İbrahim Akad ismi aklımdan geçti ve amcamın düşüncelerinin aklıma aktığından şüphe ettim. Aynı şeyi mi düşünüyorduk yoksa? Bir ürperti sardı bedenimi, yine sessiz kaldım:

“Babanı hiç sevemedim, inan bana denedim ama olmadı. Benden daha merhametli, daha başarılı, daha zekiydi. Kıskandın mı diye de aklından geçirebilirsin ya da bana kızabilirsin ama bunlar gerçek düşüncelerim, ne de olsa artık büyüdün bazı şeyleri anlayabilirsin. Hicaz’ın önüne geçebilmek için her yolu denedim bunca zaman, hatta fark etmesen de bu oyuna sende katıldın. Senin bu hikâyede ki en masum kişi olduğunu bilmiyorum sanma sakın ama başarılı olmak için her yolu denemeliydim. Pişman olduğum çok şey var, geçmişe dönebilsek düzeltmek istediğim çok şey…”

Amcamın bana bunları neden anlattığına bir anlam veremedim ama pişman olduğunu söylemesi içime soğuk sular serpmişti. Zaten söylediklerini biliyordum ve nihayet duymak istediğim o cümleyi söylemesi beni rahatlatmış ve içten içe mutlu etmişti. Yalnızca pişman olduğunu söylemişti ya şimdi işte onun için biraz olsun çabalayabilirdim. Amcam hala gözleri boşluktayken devam etti:

“Yapmak istemediğim şeyler yaptım. Bunun için de merhamet etmek isteyip de edemediğim insanlar da vardı ama ben hep devam ettim şimdi için. Geçmişte olmasa da şimdi bir şeyleri doğru yapmak en iyisi olacak sanırım.” benden bir tepki bekler gibi yüzüme baktı. Ardından gülümsedi: “Kafanı şişirdim.”

“Hayır amca. Gitmeden önce seninle konuşmak iyi geldi.”

Amcam oturduğu koltuktan ayağa kalkarak yanıma geldi ve beklemediğim bir şey yaparak kollarını açtı bana. Normalde amcamın bana olan davranışlarında ki o yapmacık samimiyeti, yalan davranışları anında görür anlardım ama ilk kez hareketlerinde, söylediklerinde samimi olup olmadığını anlamamıştım. Amcama hem saygıdan hem de bunu geçekten isteyerek sarılırken tek umudum bunun gerçek olduğuydu.

“Veda etmeni istemiyorum.” dedi: “Nasıl olsa görüşeceğiz tekrar.”

İlk defa amca olarak gördüm Nadir Karan’ı ve ilk defa o ihtimali atlayarak onu samimi bulup, içten gülümsedim ve ona sarıldım.

. . .

Gerektiğinden fazla yorucu ve bana göre uzun geçmiş bir yolculuktan sonra nihayet aşina olduğum, unuttuğum, bölük pörçük acılarımı soluyan İstanbul’a ayak bastığımda havayı soluk soluk içime çekip Allah’a hamt ettim ve şükrümün sonuna inşallah düzeleceğini umut ettiğim, bozulmuş, rayından çıkmış yaşantım için kısa bir dua sürdüm.

İnsanın bir sevdiği şehir vardı, bir de mutlu olduğu şehir… İstanbul benim için ikinci seçenekti. Bu şehri tıpkı babam gibi sevmezdim ama onun gibi mutlu olduğum yerdi. Acılarımın, umut ve sevinçlerimin paylaşıldığı şehirdi lakin bunun üzerine sevdiğim şehri soracak olursanız orayı bende bilmiyorum. Bir İstanbullu değildim, lakin içim İstanbul’du. Aslında sevdiklerinin içinde bulunduğu yer değil miydi sevdiğin şehir; öyleyse Berzah neredeyse benim sevdiğim şehir orasıydı, Berzah’ın olduğu şehir, en sevdiğim şehirdi. Derlermiş ki: “Girebildiğin gönül memleketindir.” Sanıyorum ki artık bende yurtsuz değildim. Benim memleketim Berzah’tı, en sevdiğim şehir onun gönlüydü.

Memleketim olan adam bizden önce ulaşmıştı İstanbul’a havaalanına indiğimizde gözlerim onu görmeyi ummuştu ama maalesef öyle olmadı. Onun yerine Emir karşıladı bizi ve nihayet Şükran teyzenin gözlerinin yaşardığı:

“Çok şükür evimdeyim.” dediği çeşit çeşit çiçeklerle bezeli doyumsuz güzellikte bir bahçesi olan büyük bir eve getirmişti. Şöyle bir süzdüm evi. Sade, şık, lüksten uzak, basitten soyutlanmış, dizaynı tanıdık… Berzah’ın evi, bundan sonra benim de evim… Etrafa bakınıp dururken telefonuma gelen mesaj sesiyle kilit ekranını açıp mesajı okudum:

Berzah A. Evine hoş geldin.

Gönderdiği mesajı okuduğumda onun alışık olmadığım bu sakin bana kapılarını açış hali içimde ılık meltemler estirdi. Yüzüme bir gülümseme kondurdu. Hoş buldum diyerek karşılık verdim Berzah’a ve bu haline kendimi koyuvererek.

Valizim ile yorgunluğumu alıp Şükran teyzenin gösterdiği odaya gittim kendimi yatağa öylece atıp hemen kapanıveren gözlerimle ve gözlerimi tekrar açtığımda Berzah’ı görmenin umudu ile uykuya doğru derin bir adım attım.

Umutlarım boşa gitmiş yine Berzah’ı görememiştim tüm gün. Öğle yemeğinden sonra mutfakta ben, Şükran teyze ve Gülistan ablanın yerini dolduran, ev işlerinde yardımcı olan Zelal abla vardı. Otuzlu yaşların sonunda Malatyalı bir kadındı. Eşi Berzah’ın şirketinde güvenlik görevlisi iken kendisi de aynı zamanda evde Şükran teyzeye yardım ediyordu, Zelal abla ve eşi oğlu Baran ile birlikte evin arka tarafında kalan müştemilatta yaşıyorlardı. Oda tıpkı Gülistan abla gibi cana yakın ve sohbeti hoş biriydi. Daha görür görmez hemen ısınıvermiştim kadına. Özellikle de doğulu şivesi insanı gülümsetiyordu.

Şükran teyzenin etrafında ki insanlara baktığımda aklıma annemin hep söylediği bir söz geliyordu; “Allah’a karşı iyi bir kul ki seni iyi insanlarla karşılaştırsın.” Sanırım annemin demek istediği tamda buydu. Allah’ın sevdiği insanlar yine O’nun sevdiklerine denk gelir. Şükran teyzede olduğu gibi… Ama bencileyin benim Berzah’a rast gelmemin tek sebebi annemin dualarıydı.

Kapı zili çaldığında Zelal abla açmak için çıktı mutfaktan, az sonra ardı sıra kapıda ki korumalardan Umut ile beraber geri geldi, Umut başıyla Şükran teyzeye selam verdikten sonra:

“Sizi götürmem söylendi.” dediğinde Şükran teyze nereye gidileceğini bildiği için gülümsedi:

“Tamam oğlum hazırlanıp çıkalım hemen, sende açsan Zelal sana bir şeyler hazırlasın biz gelene kadar.” sonra bana döndü: “Hare, hadisene kızım.”

Nereye gideceğimizi bilmeden ardına takıldığımda merdivenlerde öğrenmiştim gelinlik provasına gittiğimizi. Bir an durakladım ama Şükran teyze fark etmedi. Tuhaf bir his gelip oturdu kalbime ama o an geri geri ittim o hissi. Lakin provada daha gelinliği giydiğim anda dahi terk etmeyecekti beni o his, bir başına evleniyormuşum hissi çöreklenmişti bir kez yüreğime.

Bayağı şık bir butikti geldiğimiz yer. Bizi karşılayan hanımlar çok kibar ve ilgiliydiler. Beklemeden birkaç model seçtim gözümün değdiği ilklerden. Şükran teyze bu halime kızarak seçtiklerimi bir kenara bıraktırdı ve kendisi ayağa kalktı. Bir on dakika kadar baktıktan sonra iki model ile geldi karşıma. İlki belden aşağısı kabarık, kollarından beline kadar ince taşlarla bezenmiş, kollarından ışıltılı ipler sarkan giyilmeye cesaret gerektirecek kadar göze hitap eden bir gelinlikti. Onu görmemle şatafatından bakışlarımı çekip ikinci seçeneğin de böyle olmamasını umut ederek diğerine baktım. Neyse ki onun aksine diğeri sade saten, belden oturan ve bileklere doğru epey genişleyen zarif nostalji bir gelinlikti. Kollarında, belinde ve yakasında bulunan sık düğme detaylarını sevmiştim. Düşünmeden, denemek için onu seçtim.

Yaklaşık yirmi dakika sonra büyük boy aynasının önünde üzerimde ki beyaz gelinlik ile ayakta durmuş kendimi inceliyordum, tuhaf derece de beni biraz heyecanlandırmıştı. O anda sabah ki his kalbimde tekrar zuhur etti annemin burada olamayışına beni böyle beyazlar içinde göremeyişine üzüldüm. Suratımın asıldığını fark eden Şükran teyze yanıma gelip sanki düşüncelerimi duymuş gibi ben buradayım dercesine elimi tuttu. Ona gülümseyerek baktım. Sonunda maşallahlar eşliğinde gelinliği üzerimden çıkardım. Yine yaklaşık iki saat süren duvak ve gelin başı provasından sonra kendimi ilk bulduğum koltuğa atıp yorgunluktan ölecekmiş hissinin kollarında gözlerimi kapattım. Niyetim uyumak değildi lakin çok yorulmuştum, gözkapaklarım iner inmez dalmıştım.

Gözlerimi tekrar açtığımda ilk olarak görüş alanıma takım elbisesi içinde aynada kendine bakan Berzah oldu. İlk olarak rüya sandım ama görüntü netleştikçe rüya olmadığını anladım. Onun burada olduğuna ya da ne zaman geldiğine daha sonra sıra gelecekti ondan önce siyah takım elbisenin sadece onun için dikildiğini haykıran endamına gözlerim değdi ve bir daha oradan kopamadı. Onu çok kez takım elbise ile görmüştüm ama bu kez giydiği siyah takım elbisenin içinde ki Berzah benim damadımdı. Ellerini saçlarında gezdirip düzeltti. Ardından kravatını gevşetti biraz. Kollarını çekiştirdi ve aynada tekrar kendine baktı. Ne kadar yakışıklı olduğunun farkında mıydı? Bana sırıtan ifadesi ile baktığında anladım, elbette ki farkındaydı. Berzah bu konuda mütevazı davranmazdı. Ona bakıp gayrı ihtiyari gülümsedim. Uyandığımı baktığı aynadan bana değen bakışları ile anlayınca gülümsedi. Bana doğru döndürdü vücudunu, ceketin ön düğmesini kapatıp bir elini cebine koydu ve diğeri ile ceketin yakasını kavradı işte şimdi gerçeklikten çok bir fotoğrafın karşımda canlanmış haliydi. Yorgunluktan koyulaşmış safir bulutları benimkilerle buluştu:

“Nasıl?”

“On üzerinden dokuz.”

“Bir puanı nereden kırdın?”

“Yanında olmayışımdan.”

Berzah gülerken bende ona eşlik ettim. Ardından memnun olmuş bir şekilde aynaya tekrar döndü son bir kez daha kendini inceledikten sonra ceketini çıkardı ve gömleğin birkaç düğmesini açıp tüm yorgunluğu ile hemen yanıma kendini bıraktı ve başını arkaya doğru yaslayıp mırıldandı:

“Son bir gün...”

Son bir gün kalmıştı soyadımın Akad olarak değişmesine, Berzah’ın bunu hatırlatması ile bir an duygu bocalaması yaşadım, bu his tuhaftı mutluluğum gölgeliydi ama üzülmüyordum galiba biraz korkuyordum da. Sessiz kalarak onun dinlenmesine izin verdim biraz. Yanımda otururken nerden geldiyse yine çöreklendi düşüncelerim üzerime.

“Gelmeden önce amcamla vedalaştım…” dedim ona bakmadan tuhaf bir biçimde cesaretsizdim bu konuyu açmak için, bu yüzden onun gözlerine denk gelmemeliydim, eğer gözlerine bakarsam diyeceklerim yolunu kaybederdi biliyordum. Berzah duymamış gibi tepkisiz kaldı, halbuki ben duyduğuna emindim. Bakışlarım ona döndü:

“Pişman-“

“Geç oldu, gidelim.” derken bir yandan da ayaklanmıştı, konuşmak istemiyordu ama ben kararlılığımın kolundan tuttum ve yanıma çektim. Ardı sıra ayaklanıp kolundan tutarak önüne geçtim gözlerinin içine bakıp birkaç saniye durdum. Koyulaşmış safirleri usanarak benden kaçtılar ama üstelemeye karar verdim.

“Bir kez olsun dinle. Amcam dedi ki-“

“Fikrimi değiştirmemi, Nadir’e acımamı mı istiyorsun?”

“Ben sonrasında pişman olacağın, yanlış bir şey yapmanı istemiyorum.”

“Ortada ki en büyük yanlışlık bir gün sonra karım olacak kadının düşmanımın tarafını tutuyor olması-“

“Taraf tutmuyorum. O benim amcam.” sinirle güldü gözlerinde bir şimşek çaktı, az sonra fırtına geleceğini belli ederek:

“Ölümünü isteyen birine hala amca diyebiliyor musun? Bence bu konuda biraz gururlu davran.”

“Tut ki amcam değil yahut daha önce hiç tanımadığım biri. Yine aynı şeyi yapardım. Berzah O pişman…”

“Nadir Karan her şey olabilir ama asla pişman olmaz.”

“Bu konuda nasıl emin konuşabiliyorsun? Neden sadece düşündüğün şeylerin gerçekliğine inanıyorsun?”

“Çünkü senden daha çok şey-“

“Berzah, ne olur bu intikam oyunundan vazgeç.” Dedim usanmış bir şekilde gözlerim dolmuştu çoktan, kendimi tutmakta zorlanıyordum.

“Ona bu kadar acıman beni deli ediyor.” dedi gözlerimin dolduğuna öfke ile bakarak, benden uzaklaşıp pencereye kadar gitti geri döndüğünde sesi sertti: “Fazla merhametlisin. Nadir Karan’a değil amca demek o adamın yüzüne tükürmen gerekirken hem de.”

“Ama o pişman ve bu birçok şeyi değiştirir.”

“İnsanlara bu kadar acıma çünkü bunu beklerler, Nadir senden ona acımanı bekliyor. Senin gibi olmadığımın farkındasındır ve senin bu intikam oyununda ki tek yerin benim yanım. Sessiz sakin yanımda duracaksın. Mademki inancın gereği tevafuk senin için çok büyük bir hadise o halde sende bu tevafuka dayanıp BENİM YANIMDA OLACAKSIN çünkü Allah böyle istedi. Bunu anlayacak kadar akıllısındır.” sustuğunda sinirlendiği için hala çenesi seğiriyordu.

“Belki de Allah senin yanında olmam için değil de seni yanlış bir şeyden alıkoymam için gönderdi. Asıl tevafuk budur.” benim sakin tavrıma karşılık o üzerime doğru geliyordu. Korkmuştum ve cesaretim ile birlikte Hare de yıkılmış duvarımın ardında ki en karanlık ücra köşeye sinmişti bile. Gözümden bir damla yaş düşünce sabır diler gibi yukarı batı ardından konuştuğunda sesi sakindi:

“Bana diyorsun ama sende benim gibisin. Birbirimize benziyoruz lakin senin anlamadığın bilmediğin gerçekler var… Nefret aşk gibi tek kişilik değil. Nefrette karşılık vardır. Amcan benden nefret ettiği için ondan nefret etmek zorundaymışım gibi düşün. Merhametsize merhamet edilmez. O gün seni Kale’den çıkarırken silahı kafana doğrultup da vurmamam ya da seni vurulmuş halde bulduğumuz gün seni öylece bırakmamamız… O gün sana merhamet etmemizin tek sebebi senin merhametindi. Tevafukun işte burada başlıyor Hare. Her şey karşılıklıdır anlamıyor musun? Seni sevdiğim için senin de beni sevmek zorunda olduğun gibi.”

Öfkesi, Berzah, ben, hafif hafif esen rüzgar, şimdiye kadar ne kadar geçti bilemediğim zaman, ikimizden çıkıp anında anlaşılması ile kaybolup giden sesler… Her şey donup son cümleye takıldı. Berzah söylemek istemediği bir şeyi omuzlarıma atmış. Ağzından çıkanı kulağı duyduğunda önce afalladı ardından ise buna pişman olmuş gibiydi. Bu söylediklerini ne kadar süredir düşünüyordu, içinde ne kadar biriktirip durmuştu ki böyle farkında bile olmadan öfkesiyle atmıştı? Ben ise içimde yankılanan sevda türkülerinin efsununa kapılmış, içimin gümbürdeyen yanına bir kulaç atmış andan sıyrılmıştım. Diyecek bir şey bulamadım. Sevdiğim adam intikam almakta çok kararlıydı ve inadı benimle bile ölçüşemeyecek kadar büyüktü. Ve tıpkı düşmanı saydığı amcamdan duyduğum cümleyi ondan da duymuştum; merhametsize merhamet edilmez. Sanki ikisi de bu sözü aynı kaynaktan öğrenmişti ve ikisi de anlamını içinde derinleştirmişti. Sevdiğim adam yanında olmamı istiyordu bu oyunda. Ona yardım etmem değil sadece sessizce yanında olmam gerekliydi sanki yanında olmama ihtiyacı varmış gibi. Berzah yaptıklarından dolayı pişman olan bir adamı öldürmeyi isterken onun yanında kalıp bu oyuna seyirci kalmamı istiyordu. Soru yok ama cevap belli; yapamazdım.

“Berzah…” dedim sesim bir inilti şeklinde çıkmıştı. Yanağımdan bir damla yaş süzüldü usul usul, bu damla içimde ki duyguların somutlaşmış haliydi. Berzah beni sevdiği için, bunu bu şekilde duyduğum için, onun günahları için, onu sevdiğim buna rağmen sessiz kaldığım için, tüm söylemediklerim içindi bu bir damla yaş. Berzah’ın gözü düşen gözyaşına takıldı çok kısa bir an bakışları yumuşadı ama aynı anda eskisinden daha öfkeli bir hale büründü. Yine de devam ettim: “Her şeyden büyük bir Allah var. O’nun yarattığı sebeplerden ve nedenlerden haberdar değil misin? Sen nasıl olurda birinin ölümünü ister, onun ölümünü tasarlarsın. Bunun günah olduğunun Allah’a karşı gelmek olduğunun farkında değil misin? Merhametsize göstermediğin o merhamet de seni ondan men etmez mi? O zaman vicdanın ne söyleyecek? Ne olur dile aldığın o bende ki sevgin için-“

Berzah devamını duymak istemediğinden çıkıp gitti. Ben ise öylece ardında kaldım söylediklerimin ve duyduklarımın omzumda yaptığı ağırlık daha da yüklenirken sessizce durdum orada öylece.

Berzahtan sonra Şükran teyze belirdi kapıda yüzünde endişeli bir ifade ile. Neşeden uzak yine de gülümseyerek yaklaşıp koluma dokundu teselli verir gibi. Konuştuklarımızı o da duymuş olmalıydı. Sessizce sorduğum bir soruya yanıt bekler gibi baktım.

“Sonu nereye varacak Allah bilir.” dedi. Sessizce bakışlarımı ondan çekip derin bir nefes aldım.

. . .

Akşam yemeği vakti Şükran teyze ile Zelal abla tüm maharetlerini göstererek lezzetli yemekler yapmış sonunda mükellef bir sofra hazırlamıştık. Bugün Şükran teyze İstanbul’a döndükleri için herkesi bir araya toplamak istemişti. Sofrada ki son eksikleri de tamladığımızda kapı zili çaldı, açmak için ben niyetlendim. Emir, Berzah ve Zeyd gelmişti. Hoş geldiniz dememe Berzah hariç diğerleri tebessüm ile hoş bulduk diyerek karşılık verdiler. Berzah beni görmezden gelerek içeri girmişti, sabah ki konuşmamız yüzünden bana kızgın olduğunu biliyordum çünkü duymak istemediği sözler etmiştim. Benimle konuşmayacak olsa bile ben yine de onunla ilk fırsatta tekrar konuşmaya kararlıydım. Onlar salona geçtikten hemen sonra Talha ve Leyla’nın da gelmesi ile eksikler tamamlandı. Yemeğe başlamadan önce Zelal ablaya seslendi Berzah:

“Serdar geldi mi?”

“Yarım saat önce geldi.”

“İyi, Baran’ı da alıp gelin, hep beraber yiyelim.”

Zelal abla tereddüt ederek izin alır gibi Şükran teyzeye baktı, cevap olarak Şükran teyze gülümsedi gözleri ile acele etmesini için işaret verdi. Birkaç dakika için de Zelal ablanın eşi Serdar ve oğlu Baran da gelip bize katıldı.

Herkes kendini yemeğe kaptırmışken bir ara bakışlarım masadakilere kaydı; Serdar ve Emir son çıkan çok da mühim olan bir haber hakkında konuşuyorlardı. Talha ve Zeyd ise adını bilmediğim bir şirket adına açılan bir davanın sonucu hakkında yorum yapıyorlardı. Baran ile yaşıt olan Leyla da, sanırım aynı okula gidiyorlardı, bir öğretmenleri hakkında serzenişte bulunuyorlardı. Hemen yanımda Şükran teyze ve Zelal abla yarın ne yemek yapacaklarının tartışıyorlardı. Hayatın telaşeleri arasında o kadar sıradan bir olaylar hakkında konuşuyorlardı ki onların gerçek sorunlarını bilmeseydi bu gamsız hallerine gerçekten inanabilirdim ve bunun beni mutlu etmesine ise ayrıca şaşırmam gerekirdi. Onları kendi hayalimde ilerisi için hep böyle bir anda yaşatmaya karar verdim. Silahlardan, intikamdan ve karanlık bir masadan çok çok uzakta olarak…

İşte o an içimdeki bir başınalığın üzerime yüklediği yük kalktı ve etrafımda ki kalabalığı bir aile olarak görmeye başladım. Artık bende bu büyük mutlu ailenin bir parçasıydım, bu duygunun verdiği huzurla yüzümde istemsiz bir gülümseme belirdi. Annem ve babam ile birlikte küçük mutlu bir aile iken hissettiğim duygular kalbime hücum etti yeniden. Uzun zaman olmuştu böyle iyi hissetmeyeli. Mutluydum. Her ne kadar sonu nasıl olacak bilmesem de yahut sonunda bu aileden ayrılacak olsam da an ile mutluydum. Derin bir nefes alarak içimden bir kez daha Allah’a şükrettim ve bakışlarımı kaldırmamla karşımda oturmuş ve elinde ki bardaktan su içmekte olan Berzah ile göz göze geldik. Berzah birden öksürmeye başlayınca tüm dikkatleri üzerine çekti:

“Helal, helal.”

“Bilmiyorum ki aklın nerde.”

Emir’in söylediği son cümle ile birden gözler bana çevrildi, yüzümü basan sıcaklık ve utanma aynı anda çöreklendi üzerime. İmalı tebessümler altında gittikçe küçülüyormuşum gibi hissettim. Bakışlar Berzah ve benim aramda gidip gelirken:

“Tuz… Tuz eksik hemen getireyim.” diyerek saçma bir bahane ile ayaklanmıştım ki Emir alayla önünde ki tuzluğu bana doğru uzattı:

“Tuz burada gelin hanım…” gülüşmeler derinleşti Berzah’ın tebessüm ederek bana baktığını gördüm. İçimden Emir’in yükselen gülme sesini görmezden gelerek tekrar oturdum ve tabağımla ilgilenmeye başladım.

Yemekten sonra Zeyd’in acil bir işi çıktığı için, Zelal abla ve eşi de yorgun oldukları için çekildiler. Leyla ve Baran bahçede oturuyorlardı, ben de salonda çayları dağıttıktan sonra tek boş yer olan Berzah’ın yanına oturdum bakışlarım aramızda ki oldukça uzak görünen mesafeye kaydığı sırada onlar sohbetlerine devam ediyorlardı. Talha:

“Leyla o kız için ısrar ediyor.” dedi.

Sohbetin ortasına yetişmiş olsam da konuyu anlamıştım çünkü Şükran teyze daha önce durumu anlatmıştı. Leyla’nın eski bakıcısı Meral Hanım emekli olduğu için yerine yeni birini arıyorlardı tabi bakıcıdan ziyade kocaman bir evde yalnız olmaması için ona arkadaşlık edecek biriydi aradıkları. Birkaç kişi bulup denemişlerdi ama Leyla hiçbirini istememiş işlerine son verilmişti. Şükran teyze:

“Niçin bu kadar inat ediyor ki o olsun diye?” diye sordu:

“Etkilendi ondan, tanıdığı kimseye benzemezmiş belki… Bana kalsa yok derdim de başkaldırışı hoşuma gittiğinden bir şans vermek istedim. Kızla konuşması için Yavuz’u gönderdim ama inatçı bir tip, birazda atarlı, üstüne gereksiz cesaretli. ”

“Kabul etti mi ya?”

“Önce etmedi, sonra şirkete geldi siz beni nasıl buldunuz diye hesap sormaya. Pek hoş olmadı karşılaşmamız.” burada bakışları ona gülen Berzah’a kaydı, o hoş olmayan karşılaşma nasıldı merak ettim. Talha giydiği gömleğin yakasını düzelterek devam etti: “Lakin paraya ihtiyacı vardı sanırım kabul etti.” Emir sordu bu defa:

“Sen neden sorun ediyorsun?” Talha’nın bakışları bir süre donuk bir şekilde yere baktı ardından Emir’e döndüğünde çehresine sert bir ifade vardı.

“Bu kızla daha önce de karşılaştık biz.”

“Ne var bunda?” Talha sinirle güldü:

“Ben kimim kim? Sabah sekiz akşam beş çalıştığım işten evime gelip kardeşime sarılıp günün muhabbetini yapmıyorum ben. Hayatımız sıradan değil ki bizi bulan insanlarda sıradan olsun. Şu kapıya çıkıp sokağı dön birine yanlışlıkla çarp adımı söyle, anında eli silah arar.” Emir ona hak verdi:

“Haklısın valla reis. Senin babanın adı bile yeter yani tüm memlekete.” Berzah kısık gözlerle Emir’e baktıktan sonra Talha’ya döndü:

“Her şey tamam da... Bu kadar şüpheli yaklaşmamak gerek. Hare ile nasıl karşılaştığımızı biliyorsun ama ben senin gibi kılı kırk yarmadım.” Emir güldü, ağzına attığı kek diliminden bir ısırık alırken bir yandan da konuştu:

“O zaman ‘kim bu kız’ diyerek üç gün uyumayıp bize dünyayı dar eden kimdi? Yok in midir cin midir bul o kızı bana Emir. Meğer zaten gözümüzün önündeymiş-”

“Emir!” ikazı ile Emir sustu. Berzah’ın bakışları bana kaydı ama ben gülerek önüme döndüm. Emir bunları söylememiş olsa bile Berzah’ın Talha’ya söylediklerine inanmamıştım elbette ki. Talha tekrar konuştu:

“Tek konu bu da değil; ilk olarak kız bizi tanımıyor. Beni mafya sanıyor, korktuğunu anlıyorum ama açık vermemeye çalışıyor. Sonra çok deneyimsiz, kurallara uymuyor ve yatılı kalmıyor. Her gün Yavuz iki saat yol gidiyor kızı almak için.”

“Neden yatılı kalmak istemiyor. Evin daha güvenli olduğunu bilmiyor mu?”

“Kız da Hare gibi.” gözlerimi kısarak benim gibi derken neyi kastettiğini anlamayarak ona baktım. Emir:

“Nasıl? İn mi, cin mi, peri mi melek mi?” diye sorunca Berzah yanında ki küçük yastığı ona fırlattı. Yastık Emir’e değip yere düştü. Talha onlara aldırmadan geriye yaslandı:

“Tesettürlü. Bekâr erkeklerle, korumalar ve beni kastediyor, dolu bir evde kalamayacağını söylüyor.” Verdiği cevap üzerine gülümsedim:

“Haklı.” Talha şaşırarak bana soran gözlerle bakarken devam ettim: “Onu anlıyorum bu caiz değil. Her ne kadar çalışıyor olsa da yaptığı iş o durumu günah olmaktan dışarıya çıkarmaz.” Berzah cevap verdi:

“Burada ki niyetin ne olduğunu göz önünde bulundurmak gerekli...”

“Tamam ama kızın tesettürlü oluşu nedeni ile bekâr erkeklerle dolu bir evde kalamayacağını bilmeniz gerek, istese de istemese de kendini rahatsız hissediyor. Sizinle evde yalnız kalması onun için uygun gelmiyor.”

“Ama Leyla için kalmalı. Burada ki kişi diyaliz hastası biri... Onun yanında olmadığı bir zamanda Leyla’ya bir şey olması işten bile değil ve affedilecek bir yanı da yok.” dedi Berzah sertçe.

Leyla’nın diyaliz hastası olduğunu orda öğrendiğimde birden sustum. Şükran teyze daha önce bu konudan bahsetmemişti hiç. Benim susturan açıklaması haklı olduğunu düşünerek Berzah’ın yüzünde alaylı bir gülümseme oluşturdu. Leyla’nın gülümseyen yüzü, ışıl ışıl gülen gözlerini hatırlayınca içim burkuldu. O kadar sağlıklı duruyordu ki onun kronik hasta olabileceğini asla tahmin edemezdim. Sanırım o da başkalarının günahlarını döküyordu zira Allah’ın bu hastalığı imtihan etme sebebi on yedi yaşında ki bir genç kızın günahı olamazdı. Her şeyi elinde olan bir adamın en değer verdiği kişinin hayatının sınavı olmasını anlamak ise zordu. Sanırım Nuh Bahremoğlu’nun yaptıklarının bedelini Leyla da Talha da bir şekilde ödüyordu. Babalarının bedeli onlar için imtihandı. İçimden Allah’tan birine şifa vermesini diledim diğerine ise sabır. Berzah’ın Leyla’nın hastalığını dile getirmesi herkesi susturmuştu. Sessizliği Emir bozduğunda bu defa sesi ciddiydi:

“Leyla’yı ikna et başka birini bulun.”

“İlk kez ikna edilemiyor.”

“O halde kızı ikna etmenin bir yolunu bul.” dedi Berzah. Talha usanmış bir halde nefesini verdi. Bakışları yerde düşünüyor ama içinden çıkamıyor gibiydi.

“Nasıl yapacağımı bilmiyorum. Tehdit mi etsem yalnız yaşadığı bir annesi var.”

“Bunu yapamazsın.”

“Başına silah da dayayabilirim.” ben dehşet içinde Talha’nın bunu bir kıza yapıp yapamayacağının ikilemini düşünürken Emir ve Berzah sakin bir şekilde onu dinliyor bir şey söylemiyorlardı. Şükran teyze bu defa bakışlarıyla uyardı Talha’yı. O da mesajı almış gibi tekrar başını eğdi:

“Ya da Berzah’ın yaptığını yapar onunla evlenirsin.” bütün başlar Emir’e çevrildi yaptığı şakanın komik olmadığını söyleyecektim ki yüzünden ciddi olduğunu anladım.

“Evlilik o kadar basit değil, oğlum.” dedi Şükran teyze sonra ben üstüne ekledim:

“Ayrıca bu kutsal bir şey, nasıl bu kadar hafif gelebilir sana. Birbirini sevmeyen iki kişinin evlenmesinin mantıklı bir nedeni olamaz.”

Emir bana sırıtarak baktı, ardından bakışları müstakbel kocam ile aramızda gidip geldi. Berzah ile yaptığımız evliliği gözleri ile örnek veriyordu. Berzah da bunu fark etmişti, bakışları birkaç saniye üzerimde oyalandı, ardından gözleri hala üzerimdeyken:

“Fena fikir değil.” dedi. Talha onun bunu onaylamasına şaşırmıştı. Birkaç saniye düşündüğüne de emindim ama kısa bir nefes alıp sohbete noktayı koydu:

“Leyla’yı tehdit ederim daha iyi.”

Herkes dağılıp eve gittikten sonra mutfakta Şükran teyzeyle bir süre daha günün üzerine sohbet ederek oyalandık. Sonunda uyku dolu gözlerle onu odasına uğurlayarak bende odama çıktım, ilk olarak şalımı çıkardım. Katlayıp komodinin üzerine bıraktım. Ardından bakışlarım yanında duran hala yerleştiremediğim kıyafetlerimin bulunduğu valize kaydı ve sonraya ertelemek yerine ona uzandım ve yatağın üstüne koydum tam açmak üzereydim ki aniden Berzah banyodan çıktı. Beline sardığı havlu dışında üzerinde hiçbir şey yoktu. Benim donmuş kalmış halimin aksine o şaşırmadan, oldukça rahat yorgunluktan lacivert bir renk almış gözleri ile bana baktı. Yanlış odaya mı geldim yahut yanlış mı görüyorum diye düşünceler birbirini kovaladı aklımda. Gözlerim Berzah’ın omzuna kaydığı anda birden ellerim ile gözlerimi kapattım:

“S-sen burada ne arıyorsun?” diye sordum ses tonumu ayarlayamayarak, paniklemiş ve utanmıştım.

“Duş aldım birazdan da uyuyacağım.”

“Benim odamda ne aradığını soruyorum.”

“Birincisi burası benim odam, ikincisi ben senin kocanım ve üçüncüsü artık bu odada beraber kalacağız gibi görünüyor. Ayrıca neden gözlerini kapatıyorsun, hazır görüyorken bakmanın tadını çıkar.” Sırıtmaya başladı neyi ima ettiğini anladım. Beni alaya aldığından sinirle ellerimi indirip ona baktım, bir şey söyleyecektim ki o: “Ha şöyle güzelim.” dedi gözlerinin içiyle gülerek. Aklımda ki Berzah görüntüsünü yerle bir edip içimden bir istiğfar çektim ardından bakışlarımı ondan çekip yere sabitledim.

“Lütfen başka bir odaya gider misin?”

“Gidemem.” dedi net bir şekilde. Elinde ki havluyu yatağın üzerine bırakıp elbise dolabının kapaklarını açtı. Gerçekten de kıyafetleri ile doluydu dolap sanırım şu an dediği gibi onun odasındaydım. Berzah elinde tuttuğu eşofmanla gelip tam karşımda durdu. Bir kaşını havaya kaldırıp sırıttı: “Üzerimi burada değişmem de bir sakınca var mı?” diye sorduğunda arkama bile bakmadan odadan çıktım.

Şükran teyze çoktan uyumuştu onun odasına gidip rahatsız edemezdim. Başka oda var mıydı emin de değildim bu yüzden salona yöneldim. O kadar yorgundum ki uzanır uzanmaz gözlerim kapanıverdim bir gün sonra evleneceğimi de biraz önce ki Berzah’ın odayı işgal edişini de aklımdan atıp soluksuz bir uykunun kollarına bıraktım kendimi.

. . .

Rüyamda bir ara yükseklerde uçuyordum sonra yavaşça aşağı doğru süzüldüm tek hissettiğim buydu. Ağır ağır gözlerimi açtım yeni bir güne. Açık perdeden yüzüme vuran kış güneşinin ışıkları sabah olduğunu haber veriyordu. Kollarımı açarak iyice esnedim ta ki elim yumuşak ve nefes alan bir şeye değene kadar. Aniden elimi çekip korkuyla doğruldum bakışlarım sol tarafa döndüğünde Berzah’ın uyuyan yüzüyle karşılaştım. Bakışlarımı ondan çekip etrafa bakındım Berzah’ın odasındaydım ama en son kimse olmadığı için ben çalışma odasında ki koltukta uyuduğumdan emindim. Ben uyurken Berzah beni buraya getirmiş olmalıydı. Birden yüzümü bir gülümseme aldı. Sabah gözlerimi açar açmaz onu görmenin beni iyi hissetmesi ile kelebeklerim yurdumun çiçeklerle dolu vadilerine doğru kanat çırptılar. Doğrulduğum yatağıma tekrar uzandım ve ona bakmaya başladım.

Düz bir çizgi oluşturan çenesinden yanaklarına doğru gezindi gözlerim ve başı yastıktan düşmüş yanımda uyuyan Berzah Akad’ın sessiz ve hareketsiz yüzünün tadını çıkardım. Saçlarını biraz kısaltmış ve tıraş olmuştu. Beyaz tişörtünün geniş yakasından sarkan boynuna taktığı uzun siyah ipin ucunda küçük üçgen bir cevşen vardı daha önce görmediğim. Usulca uzanıp üçgen deriye dokundum. Sol kolu yastığının altındaydı ve başı oldukça rahatsız bir şekilde yastıktan düşmüştü. Kayıtsızca uykunun narin kolları arasında, yüzü bana dönük, masum ve her zaman ki halinden kilometrelerce uzak olan bu hali beni gülümsetti. Bana doğru uzanmış koluna kaydı bakışlarım ve Hatay’da öfkeyle gösterdiği, her an babasını ve onun nasıl acı çekerek can verdiğini hatırlatan, ateşin yaktığı kavlanmış deriye, rengini değiştirmiş buruşuk yanık izine bakıp kaldım. Onun acısı gerçek olup yüreğimde dağıldı bir an ve yurdumun en ücra köşesine kadar yayılan o duygu ile tepeden tırnağa Berzah oldum. İçimde ki üzüntü onun yurdunun hüznü bana doğru akmaya başladı, Kelebeklerim gezintilerinden dönerek dallara tünedi. Acısını da diğer tüm duyguları gibi derinden yaşıyordu. İçimden ona tüm o kötü duygularının yerine dünyanın en güzel sevgisini ve mutluluğunu vermek istedim çünkü bu adam bunu hak ediyordu. İçine düştüğü boşluktan inançsız ve duasız nasıl çıkmayı başarabilmişti, düşünüyordum. Yaralarına merhemi kininden sürerken nasıl tek başına dayanmıştı, hiç mi sığınmamıştı, ona yönelmemişti, içinden dua etmemişti Yardana? En sevdiklerini aldığı için hep isyan mı doluydu yoksa? Eskimiş, paslanmış hatıralarından ördüğü duvarının taşlarının sahibi olan Rahman’ı nasıl unutmuştu. Lakin hayır, ben bildiğine emindim, buna inanıyordum. Elim sadece kin ve intikam ile merhemlenmiş o yaraya uzandı dokunmak ile dokunmamak arasındaydım ki sesini duydum.

“Bana dokunmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyorsun.”

Berzah’ın uykulu sesiyle elimi hızla geri çektim. Üzerimdeki ince pikeyi gözlerime kadar kaldırdım, hem yaptığım şeyi hem de utanmamı gizlemek istercesine. Berzah gözlerini açıp bana baktığında çektiğim örtüyü yavaş yavaş indirdim yüzümden ve onun sabah sabah daha günün kirine bulaşmamış, yüreğinin nuru ile aydınlanmış safir gözlerinin içine baktım. Berzah esneyip doğruldu ve yatağın başlığına yaslandı. Tekrar bana baktı konuştu ama ne dediğini duymadım gözlerim karışmış koyu saçlarında, aklım ise safir gözlerindeydi. Tekrar etti galiba bilmiyorum verdiğim cevap:

“Hı?” oldu.

Aklımın başımda olmadığını anlayarak gözleri ile güldü, o kadar güzel güldü ki içimdeki ona karşı olan sevgim tazelendi. Yurdumun dört bir yanına dağılmış kelebeklerim tekrar kalbimin burçlarına döndü. Ardından bir anda Berzah bana doğru eğilince ondan kaçmak ister gibi yatağıma sindim. Aramızda ki mesafeler daraldıkça akciğerlerime kadar gelen kelebeklerim sindikleri burçlarda donup yere düşen bir kristal gibi birden dağıldılar. Berzah’ın nefesi yüzüme çarptığı an anladım ki arifler haklıymış, demek içmeden de sarhoş olunabiliyormuş. Yâr yetermiş zira.

“Sabah bir başka güzelsin.” dediğini güç bela duydum.

“B-beni s-sen mi getirdin buraya?” demeyi başarabildim sonuna. Berzah sorum üzerine geri çekildi.

“Evet.” Saate baktıktan sonra hemen kalktı yataktan. Banyoya gitmeden önce bana döndü tekrar:

“Bir şey daha var. Bu duruma alışsan iyi olur çünkü bundan sonra benimle aynı odayı paylaşacaksın.”

Berzah ile kaldığım her an, her dakika yeni bir şeyler ortaya atıyordu. Onun dönmesini umduğum yollara beni de alıyor, yanında yürümem için zorluyordu. Bekliyordum, o hala eski Berzah olarak içindeki kini ile yaşamaya devam edecekti yoksa ondan sıyrılmayı mı isteyecekti, bunun cevabını bulmayı umuyordum. Şimdilik Berzah ilk seçenekte karar kılmış görünüyordu ama adım gibi emindim ki eğer bu oyuna devam ederse beni yanında tutamayacağını da biliyordu. Onunla aynı odada kalmamı isterken aklından ne geçiyordu bilmiyordum ama onu en iyi yanında olursam anlayabileceğimi bildiğim için aramızda ki çizgiyi aşmadığımız takdir de yanında kalabileceğimi düşündüm. Aklıma sızan alakasız birkaç ihtimal ile hızla kalktım ve Berzah ile tekrar karşılaşmamak için hemen odadan çıktım.

Mutfakta Zelal abla tek başınaydı sabah erkenden Şükran teyze aylık doktor kontrolü için hastaneye gitmişti ve ancak öğleye doğru gelirdi. Zelal ablanın hazırladığı kahvaltı masasına oturdum yalnız kahvaltı yapmak istemediğimden Berzah’ı beklemeye başladım, çayı ikinci kez ısıtmıştım ki nihayet teşrif etti. O elinde telefonuyla uğraşıp gelip masaya yanıma otururken ben onu izliyordum. Her sabah Berzah’ın bu haliyle gelip yanıma oturuşuna hiçbir zaman alışamayacaktım buna eminim ve kalbimin çarpıntısını ise asla durduramayacaktım. Rahatsız edici bir sessizlikte kahvaltımızı yaptık sonrasında ise Berzah gelen acil bir telefonla hızla çıkıp gitti.

Geçmeyen saatler, yalnızlık can sıkıntısı derken öğleye doğru kapının çalınmasıyla birilerinin geldiğine sevinerek açmak için ayaklandım. Kapıyı açtığımda Umut’u buldum kapıda:

“İyi günler efendim, size bir paket geldi.” dedi gözlerini yerde sabitleyerek. Birkaç saniye bana kim ne gönderir diye düşündüm sonra Elçin’in dün mesajında söylediği eşyalarımı göndermiş olabileceği aklıma geldi:

“Peki getirin.”

“Berzah beye haber verelim mi?”

“Gerek yok ben gelince söylerim. Arkadaşımdan bekliyordum muhtemelen o göndermiştir.”

Umut başıyla onaylayarak gitti. İki dakika sonra küçük sayılabilecek siyah, üzerinde beyaz bir fiyonk bulunan bir kutuyla geri döndü. Paketin Elçin’den olmadığını o an anladım. Gerek bu kadar şık durması gerekse boyutu özel olarak gönderildiğini anlamaya yeterdi. Kapıyı kapatıp içeri geçtim salon koltuğuna oturup beyaz fiyongu açmıştım ki kapı tekrar çaldı. Kutuyu bırakıp ayaklandım. Bu defa kapıya vardığımda kapıyı Zelal abla açmış ve Katar’dan gelen misafirlerimizi içeri buyur etmişti çoktan. Yüzümü kaplayan kocaman içten bir gülümseme ile kollarımı açarak dayıma doğru yürüdüm. Nefise’yi, oğulları Farhan ve Junaid’i, teyzem Safiye’yi gördüğüm de büyük bir coşkuyla karşıladım onları. Sonrasında ne kutu kaldı aklımda ne de başka bir şey sadece çok mutluydum.

. . .

Akşam yemeği bayağı kalabalık ve eğlenceli geçti. Hiç ummadığım kadar güzel vakit geçirdim sanırım Allah kara bulutların ardından rahmet yağmurlarını göndermeye başlamıştı. Yemekten sonra sevgili misafirlerimin düğün hediyelerini açtım ki hediye değil bir nevi çeyiz getirmişlerdi, yaklaşık bir saat onlarla ilgilendik ve epey koyu bir sohbete başladık Türk Kahvesi eşliğinde. Nihayet yorgun olan ve dayanamayan biricik misafirlerimize odalarını gösterdim son olarak da teyzem Safiye ile birer çay alıp bahçede ki küçük kamelyada karşılıklı oturduk. Hava serin ama gecenin bir vakti sohbet edilecek kadar da güzeldi. Safiye altı kardeşin en küçüğüydü ve ailenin en farklı bireyiydi sanırım. Dedemden aldığı kalkık burnu, çukur ela gözleri, uzun çenesi ve güldüğünde çıkan gamzeleri ile gerçekten güzel, hayat dolu bir kadındı. Kendisi ile aramızda dokuz yaş vardı ve hala bekârdı. Kendi toplumunda çoktan evde kalmış gözüyle bakılan biriydi. Bu zamana kadar nasıl evlenmemişti daha doğrusu anneannem nasıl oldu da izin vermişti merak etmiştim.

“Sen neden evlenmedin?” diye sorduğumda bu soruya alışkın olduğundan şaşırmadı.

“Doğru kişiyi bekledim hep, hala da bekliyorum.”

“Geleceğine inanıyor musun? Gerçi annem hep derdi ki ‘Eğer gerçekten hissediyorsan o kişi mutlaka gelir ve seni bulur-‘”

“-çünkü insan nasibinin bir yerlerden nefes aldığını bir gün ona geleceğini hisseder.” Annemin daima söylediği cümleyi tamamladığında ona gülümsedim.

“Evet, böyle derdi.”

“Haklı. Gerçi benim nasibim nefessiz kalmış herhalde artık bir şey hissetmiyorum çünkü.” diyerek güldüğünde ona eşlik ettim. Kısa bir süre bakışları gecenin karanlığında kaldı: “Leyla hissediyordu. Sonunda mutlu bir eşi ve güzel bir kızı ve mutlu bir yuvası oldu.”

“Ve ailesini kaybetti.” dedim cümleyi tamamlayarak Safiye’nin yüzünde hüzünlü bir tebessüm oluştu.

“Sevgi için fedakârlık gereklidir tatlım. Leyla, Hicaz ile olmak istedi. Bunun için de anne ve babasını geride bıraktı.”

“Doğru ama sonra da beni geride bıraktı.” uzanıp elimi tuttu.

“Herkes kendi kalbinin ekmeğini yer derler. Baksana Elhamdülillah, iyi insanlarla karşılaştırdı Allah seni. Leyla yanında değilse de onun duaları hala seninle. Yarın Berzah ile evleneceksin bundan sonra o yanında olacak senin, eminim ki Leyla’nın ruhu o zaman rahata erecektir.”

“İnşaallah Safiye.” dedim içten bir temenni ile o da karşılık olarak tebessüm etti. Sonrası için tam olarak her şeyin hayırlısıydı. Geçmişte ne olmuştu, bundan sonra ne olurdu hiçbirimiz bilmiyorduk. Zamanın bizi sularında sallandırdığı gemide birer yolcuyduk. Yolu da zamanı da bundan sonrayı da Allah hayretsin.

Safiye de odasına geçtikten sonra bende mecburiyet, istek yahut ikisinden Berzah’ın odasının yolunu tuttum. Akşam Emir’e geç kalacağını haber vermişti ama hala gelmemişti. Nerede olduğunu, neden geç kaldığını ya da ne yapıyor olduğunu düşünüp durdum odanın kapısına varana kadar. Kapı aralıktı ve içeride sadece abajurdan gelen loş ışık yanıyordu. Az sonra yatakta boylu boyunca sırtüstü uzanmış Berzah’ı gördüm. Eve geldiğini görmemiştim bu yüzden onu birden görünce şaşırmıştım. Kapıyı ardımdan kapatıp yanına yaklaştım. Uyuyordu. Birkaç saniye ne yapacağımı bilemeden sessizce onu izledim üzerini dahi değiştirmeden kendini yatağa attığı gibi uyuyakalmıştı. Onu izlemeyi bırakarak banyoya gittim. Gayret edilecek bir yavaşlıkla üzerimi değiştirdim, dişlerimi fırçaladım, saçlarımı ördüm. Berzah hala aynı pozisyonda uyuyordu. Bakışlarım büyük yatağın boş sağ yanı ve koltuk arasında gidip geldi. Berzah’ı yorgunluğu ile rahat bırakarak koltuğu seçtim. Dolaptan bir battaniye ve yastık aldım, koltuğun üzerine koyarken bakışlarım Berzah’a kaydı tekrar. Düşünmeden yanına yaklaştım ve neredeyse üzerinde uyuduğu ceketini onu uyandırmamaya dikkat ederek yanından aldım. Sonra uzanıp yorganı katlayarak üşümemesi için üzerini örttüm. Doğrulmadan hemen önce ona bu kadar yakın olmanın verdiği cesaretle alnına bir buse kondurdum. Ardından uyumak üzere yerime gittim. Uzanıp battaniyeyi üzerime örttüm. Uyumadan önce Allah’a dua etmek için ellerimi kaldırıp gözlerimi kapattım. İçimden dualarımı ardı ardına sıraladım ve âmin diyerek avuçlarımı yüzüme sürdüm gözlerimi açmam ile Berzah’ın bana bakan yarı aydınlık yüzünü gördüm. Bir an korkarak geri çekildim. O ise gülümsedi sadece, az önce duaya duran ellerimi tuttu:

“Âmin.”

Bakışlarım onun ellerimi tutan ellerine değdi. Gerçek ya da hayal miydi emin olamadım bir an, az önce üzerini örttüğüm boş yatağa baktım sonra tekrar önümde diz çökmüş adama döndüm. Başım döndü sanki ve onun gözlerinden başka bir şey göremedim. Berzah’ın bakışları benimkilerle buluştuğunda gülümsedi ve kana kana içti gülüşünden yüreğim. Gülümsedim.

“Gerçek misin?” dedim kendi kendime gülümseyerek elimle yanağına dokundum. Berzah’ın gözleri parladı.

“Rüyada olsam ne fark edecek.” güldüm.

“Hiçbir şey.” elinde olan tek elimi okşadı: “Çok geç geldin.”

“Evet işler uzadı biraz.”

“Ne işi?” Berzah’ın elimde olan siyah birer kuyu gibi görünen bakışları gözlerime değdi bu defa.

“Çok mühim işler?”

“Ne işte o mühim iş?” birkaç saniye gözlerini kısarak düşündü:

“Söylersem yanımda uyuyacak mısın?” yutkundum. İçimde ki Hare geri geri giderken ayağı bir çukura denk gelerek sendeledi. Yüzümü basan sıcaklıkla utancımı gizlemek için bakışlarımı kaçırdım ve elimi avuçlarımdan çektim. Berzah tepkime güldü:

“Ne?”

“Ne geçiyor aklından?”

“Hiçbir şey.”

“O aklından geçen hiçbir şey gibi bir şey ima etmedim.” ayağa kalkıp doğruldu, bakışlarında ki hayal kırıklığını gördüm. Yanında uyumadığım için olamazdı değil mi? Onun bakışlarından kaçmak isteyerek bakışlarımı kaçırdım. Nereye koyacağımı bilemediğim ellerim üzerimde ki battaniye ile oyalanmaya başladı.

“Tamam.” dedim kısık çıkan bir sesle. Berzah tek eli ile gözlerini dokundu sonra derin bir nefes aldı, yanında duran şifonyerden pijamalarını çıkardı. Banyo kapısını açarken bana döndü:

“Sen tek başına yatakta uyu, ben koltukta uyurum.”

Kapının sert çarpma sesi sıçramam neden oldu. Birkaç saniye kapı ile bakıştıktan sonra Berzah fikrini değiştirmeden hemen ayaklanıp yatağa gittim ve uzandım.

. . .

Saat 18:50. Duvarda ki saatin tik takları ve ona eşlik eden kalp atışlarım dışında yeryüzünde tek bir nefes dahi yok. İnsanların evlenirken ne hissettiklerini artık merak etmiyorum. Farklı duygular içindeyim, tanıdık olmayan bir his gelip çöreklenmiş ve yabancı bir his peyda olmuş içimde. Tüm bunlar kadar âşık olduğum adamın karısı olacağım için de mutluyum ve hepsinden daha da fazla heyecanlıyım. Gelin olmak bu muydu?

İlk olarak Şükran teyze bin bir maşallah ile gelip beni görmüş ardından bildiği tüm duaları mırıldanırken epey bir süre yanımda oyalanmıştı. Ardından Leyla mavi prenses elbisesi içinde gelip ışıl ışıl gülümseyerek sarılmış, tebrik etmişti. Hemen ardından Elçin pudra bir abiyenin içinde benden dahi güzel bir halde salya sümük ağlayarak:

“Sayende evde kalan ben oldum. Dünyanın en güzel gelini olmuşsun.” diyerek boynuma sarılmış dakikalar sonra bırakmıştı.

Elçin den sonra Beşir dayım, Safiye ve Nefise gelmişti. Dayım gözlerinde ki yaşı gizlice silip alnımdan öpmüştü orada gözümden düşen gözlerimin dolmasına engel olamamıştım bende. Elinde ki kırmızı kuşağı görünce gülmüştüm:

“Bu adetmiş beline dolamam ve sana birkaç şey söylemem gerekmiş.” dedi tembihlenmiş bir şekilde Şükran teyze arkasından gözlerini yumdu. Dayım kuşağı belime bağladı ardından hayatım boyunca unutmayacağım şu sözleri söyledi:

“Sen benim kardeşimin, canımın emaneti biricik nurumsun. Allah seni devamlı Berzah gibi seni seven, seni kollayan, sahip çıkan, düştüğünde kaldıran ve değerini bilen iyi insanlarla karşılaştırsın. Bugün hayatın başka bir hayat ile nefeslenecek. Allah hayrını versin, mutluluğunu, saadetini daim etsin canım kızım. Sakın ola sana el uzatmış, gönül bağlamış, kocan olacak o adamı üzme. Bir dediğini ikiletme, kötü söz söyleme, söylettirme. Ağzından çıkacak lafı daha o düşünürken tahmin et. Her zaman gülümseyerek karşıla onu, güzel sözlerini eksik etme. Berzah’ı yücelt, öyle yap ki o da seni el üstünde tutsun. Sen ona kördüğüm ol ki o da sana kördüğüm olsun. O geceyse sen gündüz ol. Karanlıktaysa aydınlığa çek. Ona kendini çok sevdir öyle ki seni şakayığı bilsin, incitmesin, incitmeye kıyamasın. Onu çok sev, sev ki senin varlığın onun huzurunun adı olsun. Bazen seni kırabilir ama asla sırtını dönme, yatağından ayırma, ancak böyle huzurlu bir hayatınız olabilir. Allah ikinize de uzun ömürler versin. Evliliğini kutlarım.”

Gözyaşları içinde sarılmıştım dayıma, ardından bana her baktığında kardeşini hatırlayan Safiye’ye ve Nefise’ye. Başka kimse kalmamışken nihayet kapı son kez daha açıldı ve gözlerinin güzelliğinin yüzüne, endamına vurmuş sevdiğim adam kapıda belirdi. Gözlerim ona erişmenin adını şükür ile yan yana koydurmuştu zihnimde ve dilimden öyle de döküldü:

“Subhanallah!”

Berzah’ın safir kayalarını üzerime yuvarlamasına birkaç saniye izin verdim. Ardından ağırlığı ile bakışlarımı yere sabitledim. Berzah’a bakmaya utanan bakışlarım yerde uzun süre oyalanıp ondan bir söz duymayı umarken ama duyamazken nihayet bir cesaret tekrar yüzüne baktım ve onun mutluluk ile parıldayan safir korlarına daldım. Daldım ki bir daha çıkmak ne mümkün? Derken Berzah konuştu:

“Subhanallah!”

Onun kımıldayan dudaklarını görmeseydim yanlış duyduğumu söyleyebilirdiniz evet, ama bu defa doğru duymuştum. Bir şey daha söyleyeceği sırada Emir, Talha ve Zeyd arkasında belirdi. Emir beni görünce bir ıslık çaldı:

“Vay be!” diyerek bana doğru geldiği sırada Berzah omuzundan tutup onu engelledi. Emir kahkaha atarak geri çekildi. Ardından Zeyd elinde ki çeyrek altını sallarken Berzah daha ne yaptığını anlamadan ceketinin yakasına taktı:

“Avukatından bir çeyreklik.” dedi gülüşmelerden sonra Talha genzini temizledi:

“Tebrik ederim kardeşim ama benim hediyem ele avuca alınacak kadar küçük değil.” dedi ve elinde ki neye ait olduğunu bilmediğim anahtarları Berzah’a uzattı. Ona bakan Berzah’a göz kırptığında ise dördü birden güldü. Şükran teyze gelip çıkan gürültünün sebebini gördüğünde müdahale etti:

“AA, hadi ama herkes bekliyor siz de burada çene çalıyorsunuz. Emir, Zeyd hadi oğlum salona misafirler ile ilgilenin. Talha seni de kapıda soran biri varmış bir bak istersen oğlum.”

Herkes çıkıp yine ikimiz kaldığımızda Berzah bana gülümseyerek yaklaştı ve sımsıkı kapattığı avucunu kaldırarak yavaşça açtı. Avucunda tuttuğu şey kurumuş bir papatyaydı. Anlamayarak ona baktım ve uzanıp papatyayı elime aldım.

“Komodinin üzerinde, su bardağının içinde unutmuştun.” Berzah, utanarak bakışlarını benden çekti: “Kilis’te. İstanbul’a dönmeden önce.” zihnimin raflarında tuttuğum hatıralar yerlerinden çıkıp birer birer gözümün önüne düştü. O gün dönüş yolunda Murat ve Elçin ile arabaya bindiğimizde Şükran Teyzeye el sallamak için geriye döndüğüm zaman kımıldanan perdenin bir yanılsama olmadığını işte şimdi anlamıştım. Berzah devam etti: “Odadaydı, bardaktaki yarım kalan suyun içinde. Geri vermek istemiştim ama pencereden baktığımda çoktan yola çıkmıştınız.” kolunu yarıya kadar kaldırıp ona eşlik etmem için bekledi. Bir an nişan günümüz aklıma gelince tebessüm ettim. Sonrasında elimde ki papatyaya baktım. Berzah tekrar konuştu: “Senin papatyan. Sana geri vermek için daha uygun bir an olamazdı çünkü her şey ait olduğu kişiye ya da yere geri döner. Tıpkı Allah’ın seni benimle tekrar karşılaştırdığı gibi, bana geri dönmen gibi... Sende benim papatyamsın. Sadece benim. Bembeyaz bir papatya…”

Berzah’ın kolunda kapının açılmasını ve medeniyet kokan insanlar topluluğuna karışmayı beklerken heyecandan metrelerce uzaktayım. Berzah’a baktım ve ona gözlerim dolu dolu iken gülümsedim. İşte bu adam benim çok sevdiğim, âşık olduğum adamdı. Her nereye gidersem gideyim yine de ona döneceğim bir bağdı. O benim yerim yurdumdu.

Ve kapı açıldı. Gözlerin bile kamaştığı misafirlerin beklediği şatafatlı salonda alkış tufanı koparken usulca yürüdük içeriye, kalabalığa doğru. Birkaç gülümseyiş, birkaç ‘hoş geldiniz.’, birkaç ‘AA sizi görmek de çok güzel.’ sözü. Çokça hor görüş, çokça onaylanmayan bakış… Ve nihayet nikâh memurunun beklediği masaya ulaştık. Masada nişanımızda tanıştığımız Talha’nın dayısı olan Cemal Bey ve Zeyd var, nikâh şahitlerimiz. Her şey o kadar çabuk olup bitiyor ki birden kendimi:

“Evet.” derken buluverdim ve Berzah’ın evet deyişini duydum. İmzalar da atılıp evlilik cüzdanı elime verildiğinde farkına vardım evlendiğimin.

Gecenin hiç bitmeyecekmiş gibi gelen son dakikalarında üç saat boyunca ayakta beklemiş yaklaşık yüz kadınla tokalaşıp yapmacık bir eda ile tebriklerini kabul etmiş ve yaklaşık yüz elli adamın tebriklerini başımla onaylayarak atlamıştım. Artık dizlerimde derman bulamamıştım ki Şükran teyze yanıma gelip biraz dinlenmem için beni gelin odasına götürdü. Rahat bir nefes alarak oturdum nihayet ve topuklu ayakkabıları ayağımdan çıkardım. Dinlenmek niyetindeydim lakin kapı tıklatılıp da içeri Murat girince bunu erteledim ve ayakkabılarımı tekrar giyindim. Gülümseyerek bana baktığında geçmiş arkadaşlığımızın hatırına bende gülümsedim:

“Girebilir miyim?”

“Tabi ki.” ardından kapıyı kapatacaktı ki onu durdurdum. Murat dediğimi yaparak kapıyı açık bıraktı ve birkaç adım az ötemde durdu:

“Harika görünüyorsun.” dedi cevap vermek yerine gülümsedim bir an önce tebrik edip gitsin istiyordum. Onda tuhaf bir hal gördüm ama anlamadım.

“Ortalarda görünmeyince gelmedin sanıyordum.”

“Biraz geç geldim. Şahit olmak istemediğim bir andı.” dediğinde ona kaşlarım çatık baktım. O ise bana bir adım yaklaştı. Memnuniyetsiz bir sırıtmayla devam etti: “Seni defalarca bu şekilde düşünmüştüm ama hayal ettiğimden daha da güzel olmuşsun.” şaşırarak ona baktım ve bir adım geriledim, tamam bu kadar tebrik yeterdi.

“Artık dönemliyim, gelinin ortada olmaması dikkat çeker.” Kapıya doğru bir adım attım ama kolunu kaldırarak beni durdurdu:

“Biliyorum çok geç kaldım.” bakışlarında ki sert ifade onda daha önce hiç görmediğim bir duyguydu, burnuma keskin bir koku gelinde ondan uzaklaştım:

“Sen içki mi içtin?” bakışlarım o ve kapı arasında gidip geldi, sorumu duymayarak bir adım daha bana yaklaştı:

“Senin bana yazdığın tüm o mektuplar zamanında elime geçseydi şimdi Berzah’ın yerinde ben olabilirdim.” onun buraya neden geldiğini anladığım an dehşete düştüm.

“Murat saçmalıyorsun, bir bela çıkmadan gitsen iyi olur. Elçin!” bağırdığım halde Elçin’in beni duyacağından şüpheliydim.

“Bana âşık olduğunu öğrendiğimde itiraf etmeliyim ki gururum okşandı… Önceleri seni kardeş gibi sevdiğimi sanıyordum ama seni kaybedince anladım öyle olmadığını. Sana çektirdiğim tüm o zamanlar için özür dilerim. Lütfen beni affet.”

“Hemen git buradan.” kaşları çattı, öfkelendiğini ses tonundan anladım.

“Berzah senin tek seçeneğin değildi bende vardım ama sen onu seçtin. Neden? Bana niye gelmedin? Ben sana âşıktım.” o anda üzerime geldiğinde onu ittim.

“Ne yaptığını sanıyorsun-“

Berzah’ın içeriye girip Murat’a yumruk atması aynı saniyelerde oldu. Ben şok olmuş bir şekilde öylece kalmıştım ki Berzah sinirini alamayıp yerde neye uğradığını şaşıran Murat’a tekrar bir yumruk attı. Berzah’ın omzundan tutup onu durdurmaya çalıştım:

“Berzah yapma dur, kendinde değil.”

Safir gözleri bana döndü bu defa, öfkesi kat kat koyulaştırmıştı rengini. Murat’ın yakasını bıraktı, ayağa kalkıp karşımda durdu ve gözlerimin içine baktı her zaman ki Berzah’tan çok uzaktaydı yine:

“Bu defa da Murat’ı mı korumak istiyorsun benden? Ha?” Berzah tekrardan öfkenin içine düşmüşken bir şey demek aklıma gelmedi bile. Daha ne olduğunu bile anlamadan bir anda kolumdan tutup beni sürüklemeye başladı: “Düğün bitti gidiyoruz.”

Otoparka giderken arkasından sürüklenmek yerine adımlarımı hızlandırdım ve ona ayak uydurdum. Araba sürüşü ile öfkesi doğru orantılıydı. Bunu bildiğim için onun öfkesinin önünde durmak istemiyordum. Uzun ve sessiz bir yolculuktan sonra nihayet durduğumuzda evin önündeydik. Berzah indikten sonra benim olduğum tarafa gelerek kapıyı açtı ve bileğimden tutup beni tekrar sürüklemeye başladı. Herkes düğün salonunda olduğundan ev tamamıyla sessizdi. Birden bir ürkeklik üzerime sindi ve gözlerim korkuyla açıldı. Berzah kolumdan tutup beni ardı sıra sürüklerken ben onunla konuşmak için sakinleşmesini bekliyordum. Odaya çıktığımızda kolumu bıraktı ama ayağımda ki topuklu ayakkabılar ile dengemi bulamayınca sendeledim ve ayağımı burktum, tekrar doğrulmak için çabaladığımda ise ayağıma bir ağrı saplandı. Berzah öfke ile bir ileri bir geri yürüyordu. Murat ile konuşmamızı duyduğunu, bunun için sinirlendiğini biliyordum ama bir şey söylesem de anlamayacağı için sessiz kaldım. İlk olarak ceketini çıkardı sinirle ardından nefes alamıyormuş gibi boynunda ki papyonu açtı. Gelip tam karşımda durdu onun öfkesinin aksine ben sakin kalmalıydım içimden bir istiğfar çekmeye başlamıştım ki dua bitmeden sessizliğini bozdu:

“Murat’a âşık mısın?”

“Hayır.”

“Ne kadar süredir ona âşıksın?”

“Ona âşık değilim.”

“Mektup mu yazdın ona?”

“Çok öncedendi o. Küçüktüm daha. Liseden sonra-“

“Çok mu seviyorsun onu?”

“Hayır sevmiyorum-“

“Şimdi mutlusundur. O da seni seviyormuş.”

“Berzah?“

“Ama Berzah var. Zaten boşanmak istiyordun değil mi? … Amcan bahane yoksa Murat için miydi?”

“Sakinleş, öyle konuşalım.“

“Murat’ı da koruyorsun amcanı da. Söylesene hangisi daha çok ihanet ederse ona karşı daha mı merhamet duyuyorsun? En çok hangisini?”

“Ne?”

“Murat’ı değil mi? NE DE OLSA SANA MESAJ ATMASINA, ARAMASINA, SANA DOKUNMASINA, SARILMASINA İZİN VERİYORSUN. DEĞİL Mİ?” bağırışı üzerine ürkerek bir adım geri çekildim.

“…”

“Amcanı affedeyim diye bir yalvarmadığın kalmıştı. Şimdi yalvar affedeyim. Tamam hadi söyle affedeyim. HADİ!”

“Berzah-“

Söylediğim şeyleri duymuyor. Duysa da anlamıyor. Berzah bugün benden çok ama çok ötede... Aramızda şuan santimetreler varken bu mesafe milyonlarca kilometreye denk geliyordu. Öfkesinin bana bu denli hırpaladığını üzdüğünü, kırdığının hiç farkında değildi.

Gözlerimi yumup başımı önüme eğdim ve bu anın bir rüyadan ibaret olmasını diledim. Onu tanıdığım günden bu yana ilk defa âşık olduğum safir gözlerine bakmak istemedim. Yine de orada durdum ve öfkesinin her hücresini kapladığını, kendisini kasıp kavurduğunu, yurdunu talan ettiğini izlerken sıranın bana gelmesini bekledim, geldi de:

“Gerçekten amcanı affetmemi, bu intikam oyunundan vazgeçmemi mi istiyorsun? Peki tamam ama bir şartım var…” yerdeki bakışlarım değindiği o son nokta ile ona döndü, eğer yegane yaşama sebebinden vazgeçecekse bunun şartı da ağır olmalıydı: “Bu gece benimle ol.”

. . .

Yaşadığım müthiş bir hayal kırıklığı… Hissettim ki söyledikleri kalbinden geçenler değil öfkesinden geçenlerdi. Belki benim ona olan sevgimdi böyle düşünmeme sebep ama an ile hissettiğim buydu. Berzah herkesin gördüğü gibi biri değil, benim yüreğimle hissettiğim, surete büründürdüğüm, gönül bağladığım biriydi. İçimden kendimi teselliye başladım. Hayır, Berzah az önce benden istediği şeyin bilincinde değildi. Peki ya bildiğim gibi değilse dedim bu kez içimden. O halde onun isteğini kabul eder miydi? Lakin böyle öfke dolu iken benden sevgiyle değil de kıskançlıkla istediği birliktelik hangimizin onurunu zedelerdi? Bana mı saygısı yoktu yoksa kendisine mi? İsteği ve cevabı hangimizi değersiz kılardı? Fedakârlık mı olurdu bu yoksa vefasızlık mı?

Peki kabul edersem gerçekten de bu intikam oyunundan vazgeçecek miydi? Berzah’ın intikamından vazgeçmesi benim sevgimi yerinde tutar mıydı sonrasında? Kendime saygım ona sevgim kalır mıydı? Başkalarının iyiliği yahut benim iyiliğim…

Berzah’ın karşımda öfkeyle söylediklerinin bilincinde olmadığını biliyordum lakin duymuştum bir kere, hem mevzu bu değildi ki. Asıl mesele sırf ondan ilk olarak onun iyiliği için vazgeçmesini istediğim intikamını böyle bir şart öne koşarak kabul edeceğini söylemesiydi. Benim tahminlerle destan yazdığım Berzah böyle bir adam değildi ki.

Aklımın zifiri kuyularından süzen düşüncelerimi bir kenara ittim. Bir seçim yapmalıydım, doğru veya yanlış, iyi veya kötü, hayal kırıklığı yahut sonu. Hepsini geçtim. Yerde ki bakışlarımı kaldırıp Berzah’ın hala öfkeyle harladığı safir korlarına kenetlendim. Ben tüm soruları ve ihtimalleri bir kenara bıraktım o an Berzah benim bildiğim gibi bir adamdı, sadece buna inanarak cevap verdim ona:

“Peki.”

Berzah birkaç saniye sonra söylediğimi idrak ettiğinde çok kısa bir an siyah harelerinde bir dağılma oldu. Sanki onaylamamı kabul edeceğimi beklemiyormuş gibi afalladı. Bakışlarını yere indirdi neyi onayladığımı düşünürcesine, teklifini unutmuş gibi. Ben ise kabul etmemeyi düşünürken onayladığım teklifinin üzerine kendime olan saygımı kaybetmiş gibi hissediyordum. Pişman olur muydum? Sanmıyordum.

Berzah yerdeki bakışlarını kaldırdı, yüzü tamamıyla ifadesizdi. Bana doğru biraz daha yaklaştığında nefesim kesildi sandım. Kabul ettiğim şeyin gerçekliği omuzlarıma bindiğinde korku vücuduma yayılmaya başlamıştı bile. Aramızda santimler varken Berzah elini kaldırıp usulca yüzüme yaklaştırdı. Alnıma değen parmak uçları varla yok gibiydi, gerçekte olmayan bir şeyi hissediyormuşum gibi. Ardından yavaşça kirpiklerimin tozunu alıp yanağıma dokundu, bilmediği bir diyarı keşfe dalmış gibi. Gözlerimi bile kırpmadan onu seyrediyor korkuma çare bulamıyordum. Geri dönebilir miydim onu tartıp biçerken çenemi tutup yüzümü hafif kendisine doğru çekti. Nefesi kirpiklerime değdiğinde dizimin dermanının kesilmesi heyecandan da olabilirdi korkudan da. Yine de ayakta donmuş vaziyetteydim. Berzah bana doğru eğilmişti ki içimden bir fısıltı yükseldi. “Böyle olmamalıydı.” dedim ve gözlerimi kapattım.

Ama dediğim gibi Berzah Ali Akad benim âşık olduğum gibi bir adamdı ve beni yanıltmadı. Benim beklediğimin aksine alnıma değen busesi sakin, sessiz ve ılık. Hemen geri çekildi ardından. Acele verilmiş bir karar gibi. Berzah’ın benden uzaklaştığını hissettiğimde gözlerimi açtım. Benden bir adım uzakta, sırtı dönüktü, yine öfke ile yumruk yaptığı elinin sebebi bu defa ben değil kendisiydi emindim. Onun konuşmasını bekleyerek sustum. Bir kaç saniye geçti Berzah’ın yumruk yaptığı eli gevşedi, konuştuğunda sesi daha sakindi:

“Valizini hazırla, yarın balayına gideceğiz.”


***

Loading...
0%