Yeni Üyelik
17.
Bölüm

16.Bölüm

@cigdemgah

Bir gün Aşık Veysel’e sormuşlar: “Aşk nedir?” diye, o da cevaplamış: “Seversin kavuşamazsın aşk olur.” Kavuşamazsınız aşk olur derken ki kavuşamamak fiilinin en asli sebebi; gayesi fazla sevginin, Yaradan’a değil de kula hitap etmesindendir. Mutlak Sevginin sahibini bırakıp yarattığına bir muhabbet beslersen ve buna aşk dersen elbette kavuşamazsın çünkü gerçekte kuluna hissettiğin muhabbet Yaradan’a olması gereken muhabbetin gölgesidir. Eğer sen o gölgeyi gerçeğinin yerine koyarsan hem maşuktan olursun hem Yaradan’a olan muhabbetten. O aşka binaen şu kuş kadar yüreğime anlatayım mı şimdi bildiğini yaşaması nedendir? Neden tam da umut ettiğine hamd ederek kavuştum sanıp yine öyle olmadığının farkına varmak… Ben Berzah’a aşk ile bağlıyım sanıyordum demek yoksa böyle tersyüz olup yine bildiğimi şaşmazdım yahut da düşmem dediğim bu hale kendimi düşürmezdim.

Etrafımda ki karanlık ve sessizliğe göre içim feryat figan. Bugünü, evlendiğim günü hayatım boyunca asla unutmayacağım. Berzah’ın beni hayal kırıklığına uğratmasına mı üzüleyim yahut beni haklı çıkarmasına mı sevineyim? Tam da Araf dedikleri bu galiba... Mutlu değilim ama kızgın da değilim. Duygudan habersiz iç yurdum, nasılım bende bilmiyorum. Bildiğim tek bir şey varsa o da Berzah’a gerçekten bir dalın bağlı olduğu ağaçtan kırılması gibi kırıldığımdır ve artık tedavisi namümkün.

İçimin gökyüzü kara bulutlarla kaplanmış mecalim yok, dizlerimdeki derman çekilmiş gibi. Pencereden yayılan ışığın dışında yarısı karanlık odanın ortasında üzerimde gelinlikle Berzah’ın ardında bıraktığı bir harabeden farksızdım. Sabah bu evden Hare Karan olarak çıkmıştım, döndüğüm de ise Hare Akad’dım. Ruh halimi göz önünde bulundurursak sanırım Berzah’ın soyadını almam böylece kanıtlanmış oluyor. Şimdiden derin bir hüzün bana hoş geldin demiş, Akad soyadı kucaklamıştı beni. Bir endişe yayılıp durdu zihnimde hemen ardından ise bir korku. Bundan sonrası hep böyle mi olacaktı? Onunla iken hep bu üç duygumu yakama yapışacaktı; korku, endişe ve hüzün. Başıma saplanan ince bir sızı yine çok düşündüğümün habercisiydi ve bana dolanmış bu duyguları burada bırakmam gerekiyordu. Yavaş adımlarla yürüyüp yatağın kenarına oturdum. Kısacık bir an Berzah’ın nerde oluğunu merak ettim ardından bu merakımı da içime gömdüm. Eğilip ayağımda ki rahatsız eden ayakkabıları çıkardım önce. Ayaklarımda ki kendini göstermeye çalışan ağrıyı görmezlikten geldim. Bir yorgunluk omuzlarıma baskı yapıyor halsiz hissediyordum, aslında yorgunluktan ziyade bugündü bu omuzlarımda ki ağırlık. Günün sonunda kendimi bir odada yalnız başıma otururken bulduğum, sonunu hiç de tahmin etmediğim bir gündü bugün; evlendiğim gün. Mutluluk, sevinç, hayal kırıklığı, umut, korku, endişe… Tüm duyguları topyekûn bir günde yaşadığım eşsiz bir gün.

Şükran teyzenin dün gece ısrarla sürdüğü avuç içimde ki kınanın geride bıraktığı kırmızı lekeye baktım. Parmağımı hafifçe içinde gezdirdim.

“Cennet Sıvası” demişti annem kına için ve devam emişti: “Bazı geleneklerde kına yakmayan gelinin cennete gidemeyeceği söylenir, bazıları ise kına yakmanın damat ile gelini birbirine bağlayıp bir ömür sevgili yapacağı. Her ikisi içinde senin gelin kınanı kendi elimle yakmalıyım.”

Orada içimin bulutlarından yağmur çiselerken benimde gözlerimden birkaç damla yaş onları tuttuğum yerden usulca kurtardılar kendini. Sanki daha çok üzülmek istiyormuş gibi anne ve babamın özlemini düşünüyor ve kendimi daha da harap ediyordum. Birkaç damla yaş biraz sonra hıçkırıklı bir ağlamaya dönüştü ve bir süre devam etti. Sonunda gözümden akacak yaş kalmayınca hıçkırıklarımda derin iç çekmelerle birlikte sessizliğe gömüldü. Yavaş adımlarla oturduğum yerden kalktım ve banyoya yöneldim. İlk olarak üzerimde ki gelinlikten kurtuldum ve onu dolabın en ücra köşesine attım. Tekrardan yorgun bir halde yatağa uzandığımda her ne kadar ağlamayacağım diye dirensem de sessizce birkaç damla daha süzüldü ve birer ninniye dönüşüp sonrasında derin bir uykunun kucağına attı beni.

Gözlerimi tekrar açtığım da etraf hala karanlıktı. Sanki uzun bir zamandır uyuyormuşum gibi hissediyordum ama yine de zaman hiç geçmemişti. Bana çok ağır gelen başımı kaldırıp dijital saate baktım; 03:48. Ardından gözlerim üzerime örtülmüş battaniyeye kaydı. Kimin örttüğünü bildiğimden dolayı, etrafa baktığımda koltukta oturan Berzah ile göz göze geldim. Bir duygu seli kapladı yeniden tüm bedenimi, uyurken zorla üzerimden atmaya çalıştığım o duygu seli yeniden üzerime gelmeye başladı, acıyan gözlerim tekrar doldu. Kısa bir nefes alarak sakinleşmeye çalıştım. Doğrulup hiçbir şey demeden yatağın başlığına yaslandım ve ona baktım.

Pencerenin önünde ki tekli koltuğa oturmuş, geriye doğru yaslanmıştı ve çok duygulu düğün yorgunluğu hala üzerindeydi. Giydiği beyaz gömleğin ön düğmelerinin birkaçını açmış, kollarını dirseklerine kadar sıyırmış, sağ elini alnına dayamış, gözleri tam avının üstünde. Birkaç saniye ona baktım anlamlandıramadığım daha öncekilerden farklı beni rahatsız eden bir his gelip içimde birkaç tur attı. Rahatsızlanarak kıpırdandım sanki azar işitmeyi bekleyen bir çocuk gibi. Birkaç saniye sessizce bana bakmaya devam etti sonra Berzah pozisyonunu değiştirip öne doğru eğildi, dirseklerini dizlerine dayayıp yine bana baktı. İşte tam o an gördüm sol eliyle tuttuğu silahı. Sanki bir yapbozun parçasıymış gibi, ait olduğu yerde duruyormuş güveniyle Berzah’ın eliyle usulca bana doğru dönmüştü. O an o görüntüsüyle nasıl iyi bir katil olacağı aklıma geldi Berzah’ın, eli silahı bir parçasıymış gibi tutuyor, hiç de iğreti durmuyordu. Boğazımda bir yumru oluştu, yutkunamadım hala öfkesinin sürüp sürmediğini merak ettim, çehresi yorgundu ama öfke yoktu. Aklıma birkaç soru hızlıca gelip otururken konuşup konuşmamakta kararsız kaldım. Gözlerimi elinde tuttuğu silahtan ayıramıyordum. Neyse ki sonunda silahı bana gösterir gibi kaldırıp insanı ürpertecek bir sakinlikle konuştu:

“Bununla ne yapmayı planlıyorsun?”

“Ne?” derin bir nefes aldı.

“Güzel silah değil mi?” cevap vermek yerine sessizce ona baktım. Ne hakkında konuştuğumuzun bile farkında değildim: “Neden kabul ettin?” diye soru bu defa.

“B-ben hiçbir şeyi kabul etmedim.”

“Arkadaşından gelmiş.”

“Arkadaşımdan mı? Hayır, benim-“ aklıma gelen düşünce ile birkaç saniye sonra o görüntüler zihnimde dönüp durdu ve sözcükler dışarı döküldü: “O paketin içinde bu mu vardı?” diye sorduğumda korku tüm uzuvlarımı hareketsizleştirdi, gözlerim silaha takıldı tekrar, bana hediye olarak gelmiş olan silaha. Kimin neden bana silah gönderdiğiyle ilgili en ufak bir fikrim bile yoktu. Birine silah göndermenin ne demek olduğu ile ilgili birkaç tahmin geçti aklımdan. Tehdit? İkaz? İttifak? Hangisi bilemedim. Asıl nedeninden çok kim olduğunu merak ettim ve yine tahminlere döndüm. Berzah yerinden kalkıp odanın için de volta atmaya başladı ben ise kıpırdamadan onu seyrediyordum sanırım bilmediğim büyük bir hata yapmıştım. Hata neydi, neye sebebiyet verdi bilmiyorum ama bir şey kesindi ki hatayı ben yapmıştım. Kısa bir nefes alıp açıklama yapmak istedim:

“Bilmiyordum. Elçin birkaç eşyamı göndereceğini söylediği için ilk olarak o sandım ve kapıdakilere içeri almalarını söyledim. Paketi açmaya fırsatım olmadı. Geri iade ederiz olur biter böyle bir şeyi kabul edemeyeceğimi biliyordur gönderen her kimse.” Berzah sinirle güldü. Tekrar konuştuğunda sesinin tınısından üzerime gelmemek için kendini tuttuğunu anlamıştım.

“İade etmek mi? Böyle bir hediyeyi iade edebileceğini mi sanıyorsun? Halid’e öyle mi?”

Halid ismini duyduğumda tüm kan vücudumdan çekildi. Önce anlam veremedim ama sonra düğümler yavaşça çözüldü. Sanırım Berzah’ın karısı olarak Halid’in hedefi haline gelmiştim. Beni mi Berzah ile tehdit ediyordu yoksa Berzah’ı mı benimle tehdit ediyordu karar veremedim. Berzah elinde ki silahı yavaşça yatağın üzerine attı, gözlerim silahın üzerindeyken o tekrar koltuğa oturdu. Usanmış bir halde yüzünü kapattı, birkaç saniye öylece bekledi ve derin bir nefes alıp doğruldu. Benim gibi onunda çözemediği, üzüldüğü, düşündüğü başka şeyler varken yetmezmiş gibi bir de ben onun başına iş açıyordum ve yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Olsa bile yardımımı asla kabul etmezdi.

“Paketi kabul etmemeliydin, bana haber vermeden hiçbir şey kabul etmemeliydin. Önemsemediğin bir şeyin sonuçlarının nelere mal olacağını tahmin etmeliydin.” diye tane tane ama sert bir üslupla konuştu. Normal şartlarda en ufak bir şey de bile sinirlenip bağıran Berzah, sinirlendiği halde kendini tutuyordu ve bunu yaparken de zorlandığı açıkça belli oluyordu. Korkudan kaskatı kesilmiş bedenimin verdiği tek tepki gözümden düşen bir damla yaştı. Yaptığım hatanın nasıl bir bedeli olurdu düşünmek bile istemedim. Berzah bu hatam için çok öfkeliydi. Özür dilemek hiçbir şeyi çözmeyeceği için dilemeyecektim. Birkaç dakika ikimiz de sessiz kaldık. Biri ne söyleyeceğini bilemeden diğeri nasıl söyleyeceğini bilemeden öylece aynı odayı paylaşan iki yabancıdan gibiydik. Sonunda dayanamayarak Berzah’a döndüm mademki bir şeylere sebep bendim ne olduğunu da bilmeliydim.

“Anlamıyorum… Amacı ne?” bunu Berzah da düşünmüş ama cevap bulamamış gibi sıkıntıyla nefesini verdi.

“Bilmiyorum sanırım bu hediyeyi kabul ederek bir cevap verdin ama soru ne?” dedi sessizce kendi kendine konuşur gibi, birkaç saniye düşündü sonra hızla yerinden kalktı ve odadan çıktı.

Berzah gittikten sonra ne kadar uyumaya çalışsam da bir türlü uyuyamadım. Halid denen adamın neyin peşinde olduğu ile ilgili bir sürü hikâye uydurdum ama hiçbiri tatmin edici değildi. Her ne şekilde olursa olsun hediye olarak silah gönderen bir adamdan olumlu bir amaç bekleyemezdim. Endişelendiğim birkaç nokta vardı ve geri dönemeyeceğim bir hata yapmıştım. Umut sorduğunda ilk olarak Berzah’a haber vermeliydim. Sonucun neye mal olacağını tahmin etmeliydim. Tek temennim benim yüzümden birinin canının yanmamasıydı. Özellikle de sevdiğim insanın. Sıkıntıyla nefesimi verip Berzah için bir Ayet-el Kürsi okudum ardından da kendim için bir İnşirah ekledim. Düşüncelerimi bölen ezan sesiyle salavat getirdim ve yerimden doğruldum. Milyonlarca hücreme tek tek huzur aşılayan ezan sesine kulak kabarttım. En Sevgili huzura çağırırken ellerimi semaya kaldırıp bulunduğum halden Yaradan’a sığındım. Arş-ı ala kadar aminleyip abdest almak için banyoya yöneldim. İçimde ki sıkıntılar düşünceler bir bir dökülürken semaya kalkmış ellerimden, gerektiğinden daha da fazla sürdü duam. Kalkmak istemiyordum. Kalkmadım da.

 “Hare!”

Berzah’ın endişeli sesi kulaklarıma dolduğunda, yüzümü avuçlayıp beni sarsmaya başladı. Hayal ve gerçeklik arasında gözlerimi açtığımda Berzah’ı endişe serpilmiş safir gözleri ile bana bakarken buldum.

“İyi misin? Beni duyuyor musun?” Berzah beni sarsmaya devam ederken ben tamamen ayılmış etrafıma bakıyordum, rüyada olmadığımı anladığım anda Berzah nefesini dışarıya verdi:

“Çok şükür.” dedi ve yanıma çöktü:

“Ne oldu?” tepkisine bir anlam veremeden yavaşça esnedim ve kayan başörtümü düzelttim.

“Seni öylece yerde uzanmış görünce… Bir şey oldu sandım.” Uyku sersemliğinden ona bakakaldım ardından yerdeki mavi seccadeye bakışlarım kaydı. En son dua ediyordum ve uyuyakalmıştım. Benim için endişelenmiş olmasına sevinsem mi bilemeden tekrar onun bakışları ile buluştum. Gözlerinin rengi sersemliğimden kurtardı beni. Önce yurdumu birkaç tur gezindi ve geçtiği yerlere sevinç serpti sonrasında tam kalbimin önünde durup koyulaştı gözleri. Sözcükleri daha dudaklarından çıkmadan anladım gözlerinden ve sevincim dağıldı.

“Dün gece-“ konuşmak da hatırlamak da istemediğimden sözünü kestim:

“Şükran teyze uyanmıştır, kahvaltıyı hazırlamasına yardım edeyim.”

Dün geceki kıskançlıktan da olsa gözü dönen adam Berzah değildi nezdimde, o yüzden o öfkeli adamın özrünü de duymak istemiyordum. En azından şimdilik, o anımsamak istemediğim duygular hala taze iken söyleyeceği sözcükler bende bir anlam ifade etmeyecekti. Söylediklerinden pişman dahi olsa ki bundan şüpheliydim sözcüklerin kırgınlığımı hemencecik geçireceğini düşünmüyordum. Acele ile ayağa kalkıp seccadeyi katladım ve dolaba koydum. Kapıya yönelmiştim ki Berzah kolumdan tutup beni durdurdu:

“Hare,”

Sesi af dilemeye niyetlenmiş bir çocuk gibi, üzgün. Tam kalbime dokundu tınısı. Demin sözcüklerin beni iyileştiremeyeceğini düşündüğüm için kendime kızdım. Allah beni rahmetiyle ıslah etsin ki ben onun benden af dilemesini gerektirecek kadar asla kırılamazdım ona doğru ama bu kez hatalıydı ve eğer şimdi bu odadan çıkmazsam o kıyamadığım sesi bu hatasını görmezden gelmemi sağlayabilirdi. Kolumu tutan eline yavaşça değdirdim parmaklarımı ve kendimi geri çektim, özellikle beni bir saniye de alt edecek gözlerine bakmayarak. Berzah beni şaşırtarak itiraz etmedi ve itiraz etmemesi her şeyin farkında oluşunu anlamaya yeterdi. Hızlı adımlarla odadan çıktım ve aklımda ki tüm düşüncelerden kendimi soyutlayarak mutfağın yolunu tuttum. Mutfakta sadece Şükran teyze vardı ve kahvaltı sofrası çoktan hazırdı. Şükran teyze beni görünce gülümsedi:

“Günaydın kızım.”

“Günaydın. Neden seslenmedin Şükran Teyze, hazırlardım ben. Zahmet etmişsin.” Şükran teyze biraz mahcup bir ifade ile baktı bana.

“Benim dahi burada olmamam gerekti ama işte…” diye hayıflanırken çayları dolduruyordum.

“Senin her zaman başımızın üzerinde yerin var, her ne olursa olsun.”

“Haklı.”

Gelen sese döndüğümüzde Berzah kapıda durmuş bizi izliyordu. Hala yüzünde yukarıda ki sesinin hali vardı. Berzah yaklaşıp ona gülümseyerek bakan Şükran teyzeyi başından öptü:

“Günaydın iki gözüm.” diyerek karşılık verdi Şükran teyze.

Ardından safirleri bana döndüğünde soru soran bir gülüş oluştu yüzünde, ona bakakaldığımı anlayarak önüme döndüm hemen. Ona yakalanmanın verdiği utançla Şükran teyzenin yanına oturdum Berzah ise tam karşıma kuruldu. Usulca kahvaltısını yaparken bir kez daha bakışlarım kaydı Berzah’a. Dün gece beni üzen adam ile şuan karşımda oturan ve daha önce beni sevdiğini söyleyen adam aynı kişi miydi? İki hali de bir eden miydi yoksa? Bir yanım o kadar kırgın iken diğer yanım bu kırgınlığı bir bakışını hatır sayarak iyileştirmeye çalışıyordu. Şükran teyze bir keresinde eğer Berzah’ın hayatında olacaksam bazı şeylere alışmam ve tahammül göstermem gerektiğini söylemişti. Haklıydı bunu düşünmesi uygulamasından daha kolaymış onu anlamıştım. Berzah ile olduğum her an bir şeyler oluyordu, tamamıyla duyarsızlaştım buna. Normal bir insanın tahammül edemeyeceği şeyler görmüştüm. Hepsi de şuan geçmişti ama hissediyordum ki daha geçmesi gereken çok şey olacaktı hayatımızda. Neydi peki bu hayatımın yaşadığım evresi; bir günahımın kefareti mi yoksa iyiliğimin mükâfatı mı?

Berzah Akad benim lütfumdu. Lakin mutluluk getiren bir lütuf mudur, hüzne boğan bir lütuf mu emin değildim. Bedenimin her zerresinde ona karşı bir hayranlık, bir sevgi besliyordum. Bunu kendim için bir nimet olarak görüyordum. Bu sebepler deryasında o benim karşıma çıkan en güzel imtihanım, en güzel lütfum ve kefaretimdi. Değil mi ki kişi sevdiğinin yere düşen kirpiğine dayanamaz ve değil mi ki ben Berzah’a karşı öyleydim ve mademki o da beni seviyor çarkının ortasındaydım, Berzah’ın dün söylediklerinde ciddi olduğuna inanamıyordum. O benim sevdiğim adamdı. Umutsuzluğun sahrasında benim serabımdı o, öyle değerliydi, öyle gerçekti, öyle derindi. Bunun üzerine işte Berzah’ın dün gece benden istediği şeyin gerçekliği şüphe uyandırıyordu bende. Hayır, kesinlikle bilinçli olarak öyle bir istekte bulunduğunu düşünmüyordum hissettiği kıskançlık onu öyle söylemeye itmişti, anlayabiliyordum. Beni kıran ve beni üzen bir açıklama yapmama konuşmama fırsat vermemesi, bana güven duymamasıydı. Şimdi öfkesi geçince de kırdığı şeyi tamir etmeye mi çalışıyordu? Elbette ne olursa olsun dinlettirecekti kendini, bir yanım onun gönlümü alacağından şüpheliydi diğer yanım nasıl olurda bunu başarır merak içindeydi.

Kapının çalınmasıyla üçümüzde içine düştüğümüz sükûttan çıktık. Evde kimse olmadığı için Berzah ceketini alarak kalkmaya niyetlendi çayını bile bitirmeden işe gitme niyetindeydi. Onu durdurdum:

“Sen kahvaltını yap ben bakarım.”

Mutfaktan çıktım sonra da hala onu düşündüğüm için kendime kızdım. Kapıyı açtığım da Emir heyecanla içeri girdi. Her zaman ki neşeli halinden eser yoktu bugün.

“Berzah çıktı mı?” diye sordu nefes nefese.

“Sana da günaydın.”

“Günaydın. Kusura bakma acil bir mesele var da. Nerede Berzah?”

“Mutfakta.”

O hızla mutfağın yolunu tutunca bende hemen ardında onu takip ettim neler olduğunu merak ederek. Emir önemli bir haberle gelmiş olsa bile Şükran teyzeye sımsıkı sarıldı her zaman ki gibi. Onun haline Şükran teyze gülerek karşılık verdi.

“Günaydın oğlum.”

Onlar hal hatır konuşurken yeni bir bardak çay doldurup Emir’in önüne bıraktım bu defa. Sonra da istemeyerek de olsa Berzah’ın yanına oturdum ve ona bakmamayı kendime şartladım. Berzah’ın bakışları Emir’deydi.

“Bir sorunumuz var.” Dedi dün gece ki silahı ona anlatmak için ama Emir eliyle onu susturdu:

“Asıl daha önemli bir sorunumuz var. Halid aradı, Hare’yi akşam yemeğine beklediğini söyledi.” Berzah elini masaya vurduğunda üçümüz de çıkan gürültü ile irkildik.

“Tahmin etmeliydim.” dedi sessiz bir küfür de mırıldanırken: “Geç bile kaldı.”

Oturduğu sandalyede geriye yaslandı. Dün gece ki silah mevzusunun verdiği sonuçlardan bir tanesiydi bu. Elim ayağım buz kesti bir korku çöreklendi yüreğime mi. Omzuma binen bir yük varmışçasına oturduğum sandalyeye büzüştüm. Emir, Berzah’a baktı:.

“İzin ver Hare ile ben gideyim.” Berzah kısa bir nefes aldı ve öfkesini bir kenara atarak çay bardağına uzandı:

“Hiçbir yere gitmiyorsun.”

“Sende gidemezsin.” Anladım ki benim gideceğim kesindi. Berzah’a baktım:

“Gitmek zorunda mıyım?” Sesimin benim bile beklemediğim nahifliğinden mi alenen korktuğumu da açık ettiğimden mi bilmem Berzah bana döndüğünde bakışları yumuşadı.

“Eğer gitmezsen kabul ettiğin hediyeyi kullanmak zorunda kalırız.”

“Ne hediyesi?” Emir de Şükran teyze de bizden bir açıklama bekliyorlarken ben olaya sebebiyet veren bir mahcubiyetle ve Berzah’ın ne demek istediğini anlamış bir şekilde sessizce önüme döndüm. Berzah:

“Halid silah göndermiş. Hare de bilmeyerek kabul etmiş.” dedi kısaca. Ben bana kızmalarını sitem etmelerini beklerken Emir de Şükran teyze de sessiz kaldılar. Şükran teyze konuştuğunda endişeye bürünmüştü sesi:

“Talha da sizinle gelse olmaz mı? Nuh beyi karşısına alacak bir şey yapmaz Halid.” Berzah’ın yerine Emir cevap verdi:

“Talha’ya bir hasım daha kazandırmak olmaz. Zaten bu aralar etrafı sırtlan dolu.” Şükran teyze gözlüğünü çıkarıp masaya bıraktı:

“Berzah gözümün nuru, seni nasıl-“ Berzah Şükran teyzenin lafını bitirmesini bile beklemeden ayaklandı ve bana döndü:

“Akşam sekizde hazır ol.”

Ardından Emir ile birlikte çıktılar mutfaktan. Şükran teyze ile masada yalnız kalınca daha da bir dağıldı içimde ki sıkıntı, sebep olduğum sonuçlar omuzlarıma daha çok bindi. Şükran teyze bu yükleri gördüğünden uzanıp elimi tuttu teselli vererek.

“Canını sıkma, Berzah bir şey olmasına müsaade etmez. Kolay değil öyle birine vermek.”

“Sorun ben değilim ki Şükran teyze. Asıl size bir şey olacak olması beni sıkıntıya sokuyor, bundan sorumlu olmak beni üzüyor. Size sormam gerekirdi.”

“Nereden bilebilirdin ki içinde silah olduğunu? O mahlûk ile görüşeceğiniz varmış demek.”

Haklıydı elbette ama diyecek bir kelime bulamadım ve sessizce Şükran teyzenin haklı olması için içimden dua etmeye başladım.

. . .

Birkaç adım daha uzaklaşıp attığım adımlarla birlikte içimdeki sıkıntıyı da endişeyi de korkuyu da atmak istedim. Başardığım söylenemezdim. Tüm gün kendimi bir korku filminde hayatta kalan son kişiymiş gibi hissetmiş sessizce yıl gibi gelen saatlerin geçmesini beklemiştim. Saat sekizi on kala gecenin anlam ve önemine yakışır bir şekilde üzerime giydiğim siyah elbiseyle kapıda Berzah’ın gelmesini bekliyordum. İçerde durup daha çok düşünmektense açık havada beklemek daha iyiydi. Başımı kaldırıp gökyüzünde bulutların ardına gizlenmiş Ay’a baktım. İçimden Allah’a sessizce dua ederken Berzah’ın siyah arabası kapıda göründü. Araba yavaşça yaklaşırken bu gecenin bir an önce bitmesini temenni ediyordum.

Ne kadar uzundu yol bilmiyorum ya da nasıl vardık oraya farkında değildim. Sonunda büyükçe bir evin önünde durduğumuzda kalbim küt etti. Ürkek bakışlarımı Berzah’a çevirdim, o ise bana bakmadan arabadan indi. İçim huzursuzdu, ayaklarım ger geri gitmek isterken Berzah’ı izlemek çin kendimi zorluyordum. Kapının önüne vardığımızda ölebilirim diye düşündüm, galiba bunun için korkuyordum, o an fark ettim. Madem ki artık yalnız bırakmak istemediğim biri vardı hayatımda Berzah için yaşamak istiyordum. Uzunca bir süre alyansımın içinde yazan Berzah’ın dileğinin gerçekleşmesini istemiyordum. Onun sevdiği olarak onu bırakamazdım, o da sevdiğim olarak beni bırakamazdı.

Önünde adamların bulunduğu kocaman kapı bana Halid’in evini göz kırparken üzerimde ki korkuya gölge olan Berzah’ın yanımda oluşu beni biraz teselli etti. Bakışlarımı yerden kaldırıp eve baktım tekrar, madem bir şeye sebep olmuştum üstesinden gelmesini de bilmeliydim. Kısa bir nefes alarak bir adım atmıştım ki Berzah uzanıp elimi tuttu ve yanımda yürümeye başladı. Bakışlarım kısa bir an eline kaydı sonrasında ona baktım ama o çoktan klasik Berzah olmuştu bile ama yüzüne yeniden taktığı soğuk maske bugün beni ürkütmek yerine güven veriyordu. Elimi tutan elinden güven aşılıyordu bana, biraz olsun, bir an olsun hiç korkmadım. Kapının açılmasını beklerken Berzah beni şaşırtarak usulca fısıldadı.

“Korkma. Ben yanındayım.”

Genç bir adamın gösterdiği yoldan yürüyerek genişçe bir hole çıktık. Ardından büyük bir kapının önüne durduk tabi ki ardında kimin olduğunu tahmin etmek zor değildi. Kapı açılmadan önce Berzah tekrar konuştu:

“Endişelenme. Rahat ol. Korktuğunu belli edersen daha çok üzerine gelir.”

Cevap bile veremeden kocaman kapı açıldı. Bakır antikalarla dolu büyük salona girdiğimizde ortada ki özenle hazırlanmış yemek masası dışında pek bir eşya yoktu. Bir ıssızlık sezdim odadan, kötü bir rüyanın yanı gibi. Gerginliğimi Berzah da hissetmiş olacak ki elimi biraz sıktı sakinleşmemi söyler gibi. Berzah’tan bakışlarımı çekip başka bir kapıdan içeri giren Halid’e döndüm.

Üzerinde ki füme takımı, boynuna taktığı fular, özenli -en son gördüğümden daha da kısaltmış olduğu- gri saçları, efendi bir duruş ile çok sevdiği misafirleri gelmiş ev sahibi edası ile gülümseyerek bize doğru geldi:

“Sonunda, sizi tekrar görmek ne bahtiyarlık Hare, veee seni.” diyerek Berzah’a döndü. Memnun olmamış bir bakışla ona baktı. Tam karşımıza geldiğinde elini tutmam için uzattı. Bilerek bakışlarımı ondan çektim. Bir şey diyecek oldum lakin Berzah benden önce davranıp Halid’in uzattığı elini benim yerime tuttu:

“Ne yazık ki seni görmek bize bahtiyarlık vermiyor.” Halid kısa bir kahkaha attı:

“Bir gün bu cesaretin ölümün olacak Berzah.” dedi gerektiğinden de uzun süren bir el sıkışma eşliğinde. Tüm nefretleri gözlerinden okunuyordu ikisinin de bir savaş vardı aralarından bunu hissetmiştim. Bu iki adamın birbirinden alınan en sevdikleri vardı ve sırf bunun için birbirlerinin gözünün yaşına bile bakmayacak insanlardı. Sonunda Halid pes edip eliyle masayı işaret etti:

“Buyurun o zaman.”

Ben hala olduğum yerde dikilirken Berzah elini belime koyup beni masaya yönlendirdi. Yemek masasına oturdum usulca Berzah’ın Halid’e bakmayarak bir nevi ondan kaçıyordum ve o bunu anlamı gibi tekrar bana döndü:

“İlk karşılaşmamız pek iyi olmadı, bende onu telafi etmek için bu gece sizi misafir etmek istedim. Bu kibar davetimi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim.” özenle seçilmiş kelimelerle tane tane konuşuyordu, sesi tok ve ürperticiydi.

“Davetiyeniz o kadar özenli iken nasıl olurda kabul etmezdim.” kelimeler ağzımdan dökülür dökülmez pişman olmuştum. Göz ucuyla Berzah’a baktım yanlış bir şey söyleyip söylemediğimi tartmak isteyerek ama gayet rahattı. Halid keyif alırcasına gülümsedi:

“Neyse ağzımızın tadını bozmayalım. Lütfen başlayın.” diyerek yemeğe başladı Berzah da gayet rahat bir şekilde ona ayak uydurdu. Daha fazla hareketsiz kalmayarak bende onlara katıldım. Yediğim her bir lokma boğazımda diziliyor aşağıya inmiyordu, sessizce geçen dakikalarda onlar yemek yerken benim tek yaptığım su içmekti. Yemeğin bittiğini Halid’in boğazını temizleyişinden anlamıştım. Tabaklar kalkıp yerini kahveye bırakınca Halid fincandan bir yudum aldı gülümseyerek gözlerini bana çevirdi. Ben ise elimdeki fincanı titreten elimi zapt etmeye çalışıyordum. Korkmuyordum ama gergindim bu adamın ne yapacağını kestiremiyordum yahut ne diyeceğini. Ona her baktığımda Kale’de sızlayan bacağım, susuzluktan kanayarak kabuk tutmuş dudaklarımla iki kolumun altından tutan adamlarının ölümüme götürdüğü an geliyordu aklıma, sanki o anı yeniden yaşıyormuşum gibi ve sesi kulağıma her dolduğun söyledikleri “Öldürün.” kelimesine bürünüyordu. Endişeliydim. Burada, bu şekilde, bu üç kulun yan yana bir daha gelmesi nasıl bir kaderdir anlamıyorum. Evvela efendi, katil, kurban… sonrasında düşman, dost ve bunlara bir seyirci hatta bir piyon. İçimden bir İnşirah okudum, ardından bir Duha.

“Türk kahvesi oldum olası lezzet verir. Tam damak tadıma uygun. Net, keskin, acı…”

“Sencileyin… bize verdiği tek şey hatır ama sadece insaniyeti olanlara.” Berzah’ın net ve sert sesine oranla Halid çok sakindi. Bu tabi ki iyi değildi geceyi uzatmak niyetindeydi ve bu demek oluyordu ki elinde ki kozu keyfini çıkararak oynuyordu, yine güldü:

“Hare. Belki bir gün sizin kahvenizi de içmek nasip olur?”

“Olmaz. Demin insaniyeti olanlara dediğimi duymadın mı? Biz de çakallara verilecek hatır yok.” Berzah’ın söylediği şey ile Halid’in gülümsemesi dondu. Yüzü tuhaf bir ifadeye büründü, sinirlerine hakim olmak istercesine yutkundu ve elinde ki fincanı masaya bıraktı.

“Kurtlar sofrası bu çakal diye uğraşırsan kuzundan olursun.” dediğinde Berzah’ı tehdit etti ve kuzu bendim. Bakışları kısa bir an beni buldu sonrasında hemen çekti. Geriye yaslandı: “Yine de ne derler bilirsin. Dostun namerdindense düşmanın merdini yeğlerim. Neyse konumuz bu değil… Sizi bizzat yemeğe çağırma sebebim Berzah’ın hoş olmayan bir olay ile canımı sıkması-“

“Süslü cümleleri hala seviyorsun. Neden karıma direkt Kale’ni basıp belgelerini çaldığımı söylemiyorsun?” Halid kısa bir an bana bakıp tepkimi ölçtü. Yüzümü ifadesiz tutup Berzah’ın dediği gibi korkumu belli etmeden onlara bakmayı sürdürdüm. Halid’den bakışlarımı çektim ve elimde ki soğuyan fincandan bir yudum aldım. Onlar konuşuyor ben dinliyordum söylediklerini anlamam beklediğimden de uzun sürüyordu. Berzah’ın nişan günü yaralı bir halde geldiği anı hatırladım Halid’e düğün davetiyesi verdiğini söylemişti. Düğün davetiyesi dediği birkaç belgeyi çalmak mı oluyordu yani?

“Söylesenize nasıl tanıştınız?” soru bana yönelikti. Halid’in bunu gerçekten merak ediyor oluşu sesinden belliydi. Tebessüm ederek gerçekten cevap verdim:

“Kader.” Halid sessiz bir kahkaha attı.

“Planlanmış bir kader ha?” dedi. Berzah da aynı şekilde tebessüm ederek ona baktı ve onunla alay eder gibi konuştu:

“Çakalın, kuzuyu kurda emanet edişi kader değil de nedir?” Halid kısa bir süre sessiz kaldı:

“Nadir’in hiçbir şeyden haberi olmayışı çok ilginç sanırım asıl mesele çobanda bitiyor.”

“Yani? Çakal çobana mı gider diyorsun?”

“Belki… Çoban çakaldan çok kurda düşmandır bilirsin ve çakallar kaybetmez Berzah. Bende kaybetmem.”

“Belki de kaybedecek bir şeyin vardır.” Halid’in yüzü çok kısa bir an bembeyaz kesildi sonrasında hemen kendini toparladı ve gülümsedi.

“Mühürlü belgeyi açtıysan başına çok büyük bir bela açtın çocuk. Kural ihlali yaparsan bunun bedelini zevkle ödetirim.” bu defa gülme sırası Berzah’taydı:

“Hala çok çabuk parlıyorsun Halid. Belgeden falan söz etmedim ama bak şimdi, neden insanın merakını kamçılıyorsun?”

“Neden kolay yoldan halletmiyoruz? İstediğimi ver aramızda ki düşmanlık sona ersin.”

“Cesedimi çiğnemeden Emir’e dokunamazsın.”

“Duyduğuma göre Erkan Tuğ da geri dönmüş.” Berzah sustu. Seğiren çenesi öfkelendiğinin habercisiydi. Halid bundan memnun olmuş gibi gülümsedi: “Hare siz tanımıyorsunuzdur Erkan beyi.” göz ucuyla Berzah’a baktım. O ise gözlerini avına dikmiş bekliyordu. Bir an adamın kim olduğunu sormak geldi aklıma, merak düştü içme ama anında vazgeçtim. Halid, Berzah’ı alt etmeye çalışırken bu merak Berzah’ın aleyhine olurdu. Ses tonumu sakin tutarak cevap verdim:

“Bilmem gereken ne varsa biliyorum emin olun.” Berzah bana baktığında gözlerimi ondan kaçırdım:

“Yine de sen Asude Tuğ kim diye bir sor kocana, anlatırsın değil mi Berzah?”

“Yeter.” Berzah’ın sabrı buraya kadardı. Noktayı koymak istiyordu hiç istemediği bir konuşma olacaktı yoksa Halid’in bir sonra ki diyecekleri. Asude ismi iğne olup battı içime. Bir kurt düştü ki içime artık öğrenmeden duramazdım, isteğim sadece gecenin bitmesiydi. Halid bu defa gerçek yüzüne büründü:

“Peki. Kolay yoldan gidelim. İki seçeneğin var. İkisinden birini seç Emir ya da Hare?”

“Hırsız bendim, beni öldürebilirsin ama önce masaya çalınan belgelerin ne olduğunu açıklaman gerekecek.”

“Mühürlü belgeyi geri ver Nadir meselesini unuturum.”

Berzah sustu. Düşünüyordu. Anladım ki Berzah Halid’in belgelerini çalarak onun kendisini tehdit edişini engellemek istemişti ki başarmıştı da. Beni bu gece davet etmiş olmasaydı tehditlerden biri de olmayacaktı hatta belki Berzah öne bile geçebilirdi. Ama bende buradaydım ve bu gece buradan ikimizde sağ çıkmak istiyorsak bu iki seçenekten birini seçmeliydi. Berzah kararını çoktan vermişti, o belgeleri teslim edecekti ama bu demek oluyordu ki birinci seçenek için yapacak hiçbir şeyi yoktu hala. Bu vereceği belgeler benim ve Emir’i hayatta tutma sebebiydi. Ceketinin sağ cebinde ki telefonu çıkarıp bir numarayı tuşladı:

“Getir.”

Berzah, Halid’in beni ölümle tehdit edeceğini bildiği için hazırlıklı gelmiş olmalıydı. Sessiz bir mahcubiyetle ona baktım, gözlerini benden kaçırdı. O an benimle tanışarak hayatında ki en büyük hatayı yaptığını düşündüğünü anlamıştım. Eğer şuan ben yanında oturuyor olmasaydım; Halid bu belgelere elini bile süremeden Emir’in peşini bırakırdı. Sessiz geçen birkaç dakikadan sonra Umut gelip elinde tuttuğu sarı zarfı Berzah’a uzattı. Berzah da beklemeden masaya bıraktı.

“İşte. Belgelerin.” Halid memnun olmuş bir ifade ile zarfı eline alıp açtı. İçinde daha kalın başka bir zarfı çıkardı, üzerinde ki kırmızı mührü gördüğünde gülümsedi. İstediğini almış bir eda ile tekrar zarfı kapattı:

“Sözümü tutacağımdan emin olabilirsin.” sohbetin bittiğini anladığımda istemeden bir anda sesli düşündüm:

“Neden Emir’den bu kadar nefret ediyorsunuz?” sorum üzerine yüzü ciddileşti ve korkutucu bir gülümseme ile cevap verdi.

“Çünkü bu hayatta ki en sevdiğim insanı öldürdü.” duyduğum cevap beni şaşırtmıştı:

“Emir kimseyi öldürmedi.” Berzah’ın sesi de kendi kadar netti. Halid kahkaha attı:

“Nihan’ın çığlıkları hala kulaklarımdayken, aynı acıyı ona yaşatmadan ölmeyeceğim.”

Nihan yani Emir’in annesi olduğunu düşündüğüm kadını Emir’in öldürdüğüne asla inanmazdım. Emir’in öyle biri olmadığını anlayacak kadar vakit geçirmiştim onunla. Berzah Halid’in bana hediye gönderdiği silahı masaya bıraktı:

“Bir daha davetiyeyi karıma değil adam gibi bana gönder, yoksa hediyeni bizzat test ederim.” Halid onu duymamış gibi bana baktı:

“Tekrar görüşmek üzere…”

Berzah ayağa kalktığında elimden tutarak beni ardı sıra dışarı doğru sürükledi ona ayak uydurmakta zorlanmadım çünkü tıpkı Berzah gibi bende buradan hemen kaçıp kurtulmak istiyordum. Büyük kapıdan çıkıp hazır bekleyen arabaya bindiğimiz anda Berzah gaza yüklendi. Araba uzaklaştıkça rahatladığımı fark ettim. Biraz nefes almak için camı açtım ve soğuk havadan derin derin nefes aldım. Olanları Halid’in ve Berzah’ın konuşmalarını tekrar düşünmeye ve anlamaya çalıştım. Derken Berzah sahile yakın bir yerde arabayı durdurup indi. Sanırım onunda nefes almaya ihtiyacı vardı Halid’in yanındayken kendini fazlasıyla sıkmıştı. Bende arabadan inip yavaşça onu takip ettim. Birkaç adım ilerisinde liseli olduğu belli bir grup çocuk oturuyordu. Bakışlarım hala üzerindeyken onlara doğru yürüdü ve bir şeyler söyledi, karşılık olarak içlerinden en uzun olan çocuğun çıkardığı sigara paketine uzanıp içinden bir sigara çıkardı ardından diğer genç çakmakla Berzah’ın elinde ki sigarayı yaktı. Berzah bana doğru gelirken benim gözüm ona ve elinde tuttuğu tezatlığa takıldı kaldı. Onaylamayan, kınayan bir bakışla karşılık verdim. Yeni yakılmış sigaradan bir nefes aldıktan sonra gecenin karanlığının dahi rengini gizleyemediği safir gözleri benim endişeli bakışlarıma kaydı. Bakışlarımı fark ettiğinde sigarayı tutan elini indirdi. Ona doğru bir adım attım. Bakışları birkaç saniye üzerimde durdu, ardından elindeki sigaraya tekrar baktı. Akşam esintisi saçlarına değip uçuştururken sigarayı yere atıp izmariti ayağı ile ezdi:

“Sigara içtiğini bilmiyordum.” dedim. Denizin karanlık siluetine daldı. Onun baktığı yere diktim bakışlarımı, cevabını geciktirdi:

“İçmiyorum. En son üniversitedeyken içmiştim, babam öldükten sonra.”

“Seni rahatlattı mı?” sessiz kaldı ama ben bu sessizliği sevmiyordum: “Kızgınlığını anlıyorum. Özür dilerim. Sanırım böyle olmasının sebebi benim hatam… Eğer ta en başından benimle tanışmamış olsaydın sana yük olmazdım Emir-“

“Sen hayatımda olduğun için kızgın olduğumu mu düşünüyorsun? Hah!” evet öyleydi cevap vermek yerine sessiz kaldım. Sinirle güldü ardından öfkeli bir şekilde bana döndü: “Ne yaptığımı görmüyor musun? Ya da anlamak mı istemiyorsun? O şerefsizin yanında senin için kendimi tuttum ben.” gözleri beni delip geçecek cinsten, sanırım bu gece de Berzah’ın öfkesinin hedefi ben olacaktım ama bu defa kızgın olmak yerine ona olan sevgim katlanıyordu. Gözleri daha çok öfke saçarken bana doğru bir adım attı. Normalde korkup sinen Hare Karan’ı bir kenara bırakıp ona Hare Akad olarak, dimdik karşısında durup hiç korkmadan gözlerinin en derinine, baktım ve onun hayatında bir sigaranın dahi yerini tutacağımı kendime hatırlattım. Berzah tekrar konuştuğunda sesi daha sertti:

“Sen benim karımsın. O it seninle ilgili beni tehdit ederken elimden hiçbir şey gelmiyor, beni en çok kızdıran bu. Senin yanımda oluşun değil. Seni kurtardığıma pişman oluşum değil. Seni kandırdığıma ya da seni sevdiğime pişman oluşum falan değil. Ben senin için ölümle pazarlık yapıyorum ama sen yük olduğunu mu düşünüyorsun?”

Olduğum yerde kaldım. Beni seven bir adamın söylediği sözcükler içimde havada kaldı. Hangi kelimeyi tutup ona cevap vereyim bilemedim, Berzah benden bir karşılık beklerken. Ona onu sevdiğimi söylemek istiyor, ona sarılmak istiyordum ama yine beni tutan o his geldi oturdu başköşeme. Öyle bir his ki; suyum da akamıyormuşum, ateşimde yakamıyormuşum, toprakmışım da tutamıyormuşum gibi… hissettim ki Berzah da benimle aynı şeyleri hissediyor.

“Ve sen-”

“Asıl sen Berzah,“ dedim ona bakarken: “Sen Murat ile ilgili dün ne duydun nasıl gördün bilmiyorum ama yanlış anladın. Ve bana hayatım boyunca unutmayacağım bir gece yaşattın. Benimle olmayı isterken aklından ne geçiyordu?” Berzah’ın gözlerinde ki kaygıyı gördüm.

“Kabul etmeyeceğinden emindim.”

“Ama o cümleyi kurdun?”

“Çünkü öfkeliydim. Ama sen… Neden evet dedin?”

“Bana başka seçenek bırakmadın.” Berzah alaycı bir gülüş ile karşılık verdi aynı zamanda hala öfke kırıntılarının yerinde durduğunu gördüm:

“İstediğimi senden alsaydım bile intikamımdan vazgeçmezdim.” Bu defa öfke ile gülen ben oldum.

“Söz vermiştin.”

“Sen de bana inandın.”

“…!” bana bir adım daha yaklaştığında nefesimi tuttum. Kulağıma doğru eğildi, tekrar konuştuğunda sesi hoşnuttu durumdan:

“O halde şuna da inansan iyi edersin. Seni hiçbir şey için zorlamayacağım çünkü sen kendin isteyeceksin.”

“Bu saatten sonra bunu isteyeceğimi mi düşünüyorsun?”

“Evet. Bir de beni sevmek zorundasın.”

“Zorunda mıyım?” diyerek ona inanamıyormuş gibi bakmaya devam ettim. Tabi ki Berzah benim söylediğimden çok kendi hissettiği ile ilgileniyordu:

“Evet, çünkü benim hislerim o yönde.”

Kalp atışlarımı duyamaya başladığımda onda kilitlenen bakışlarım ile kalakaldım. Kelimelerim yüklüydü ama Berzah’a yetiştiremiyordum, düşüncelerim doluydu ama ulaştıramıyordum. Emir’in bahsettiği şu psikolojik durumdan kaynaklanıyordu bu hal, öyle düşündüm o an. Berzah bunu fırsat bilerek gülümsedi:

“Gidelim.” dediğinde benden uzaklaşmasını seyrettim. Birkaç atmıştı ki daha iyi bir fırsat olamaz diyerek aklımda ki soruyu sordum cevabı baştan belliydi biliyordum ama Berzah nasıl hisseder merak etmiştim:

“Berzah! Eğer reddedersem, seni sevmezsem ve tüm bunlar bittikten sonra yanında olmak istemezsem, ne olur?” birkaç saniye gözlerimin içine baktı.

“Eğer olmazsa, o halde senin ve Zeyd’in dindarlığı fazla olmuş olur ki, sanırım ben artık buna inanmıyorum. Kader diyorsunuz ya Hare. Şuan yanımda oluşun, şuan yanında oluşum. Ben Allah’ın gidecek olan birinin kalbime koyacağına inanmıyorum. Madem geldi gitmesine izin vermemem gerek.”

Bir şey dememi beklemeden ilerleyince arkasından bende arabaya doğru yöneldim. Berzah’ın söylediği şeyi düşündüm. Bu konuyu da Zeyd ile konuşmuştu, bir kez daha. Zeyd’e beni sevmenin imkansız olduğunu söyleyen adam biraz önce beni sevdiğini söylemişti. Mutluydum evet, ama çok sıcak bir mutluluk olduğu için hala şoktaydım bunun mutluluğunu daha sonra tonlarcasını yaşayacağımı da biliyordum. Berzah daha önce dindarlığın fazla olduğunu düşünüyordu şimdi ise tersini söylüyordu yani bu demek oluyordu ki isyankar halinden yavaşça sıyrılıyordu o an Allah’a çokça şükrettim sanırım Berzah yavaş yavaş içine dönüyordu.

Peki beni niye sevmişti? Bakışlarım dikiz aynasında ki yansımama takıldı. bir gözümle süzdüm kendimi. Makyajsız da nasıl bu kadar saf bir güzelliğim olduğunu sormuştu Elçin lisedeyken. Murat ise bir keresinde gözlerimin hep ışıltılı baktığını söylemişti. Güzel miydim? Ben hariç herkes öyle söylüyordu. Acaba Berzah ne düşünüyordu? Bakışlarımı aynadan çektim, enaniyet zarardı. Bir istiğfar çekip bakışlarımı Berzah’a çevirdim. Onun sadece gözleri benim tüm güzelliğime bedeldi ve ben Berzah’ın sadece gözlerini görüp sevmişken onun beni sevmesi için tanıması gerekmişti. Araba durduğunda düşüncelerimden çıkıp bakışlarını bana çeviren Berzah ile göz göze geldik ona bakarken yakalanmanın utancıyla önüme döndüm:

“Seni etkiliyor muyum?”

“Hı!” ne dediğini anlayana kadar Berzah çoktan arabadan inmişti. Bende inip ona yetiştim eve girdiğimde geri gelebildiğim için içimden şükrettim. Salonda Emir ve Şükran teyze oturuyorlardı. Şükran teyzenin yanına oturduğumda tüm yorgunluğum üzerime bindi. Gözlerim yavaşça kapanırken Emir, Berzah daha oturmadan konuya girdi:

“İzin versen-“

“Bir de sen başlama.” Emir sustu ardından başını bana çevirdi.

“Neyse bir açığı olduğunu biliyoruz mutlaka ne olduğunu da öğreniriz.” Berzah gülümseyerek yumruğunu kaldırarak Emir’in omzuna vurdu. Şükran teyze konuştu bu defa:

“Talha’yı aradın mı?” dediğinde Berzah başka soru sormadan telefonunu çıkardı ve salondan çıktı:

“Nesi var Talha’nın?”

“Her zaman ki şeyler. Ee sen anlat bakayım nasıl geçti yemek.” Emir muzipçe güldü: “Eminim sevgili üvey babama bayılmışsındır.”

“Açıkçası ondan korkuyorum.”

“Korkmakta haklısın. Tehditleri işe yaramış demek ki.” dedi.

Emir gözlerinin içiyle güldü. Bu adamın annesini öldürdüğüne hayatta inanamazdım. Zoraki bir gülümsemeyle ona katıldım ama ne kadar denesem de sanırım başaramadım. Onlar koyu bir sohbete kapı açmışlarken ben izin isteyerek odama çıktım.

. . .

Sabah yatağımda doğrulup etrafa baktım, ardından elimi yüzümü yıkamak için ayaklarımı sürüye sürüye banyonun yolunu tuttum. Karışan saçlarımı düzeltmeye uğraşırken açık sandığım kapıya başımı çarptım. Uyku mahmurluğuma sakarlığım da eklenince sesli bir inleme çıktı ağzımdan elimi kaldırıp alnımı ovarken banyonun kapısı kendiliğinden açıldı. Berzah’ın sabah sabah karşımda görünce bir an hayal mi gerçek mi anlamadım. Bir eliyle gömleğinin düğmelerini iliklerken diğeriyle açtığı kapının kulpunu tutuyordu. Bana bakıp ne olduğunu anlamaya çalıştı.Az sonra onun gerçek olduğuna kanaat getirdi zihnim. Dağınık saçlarım, dün gece erindiğimden çıkaramadığım kıyafetlerim ve uykudan çıkmamak için feryat eden halime bakınca onun gözüne böyle göründüğüm için kendime kızdım. Gözü alnımda acıyla alnımı ovduğum elime gitti birkaç saniye ardından gülümsedi:

“Kafanı mı çarptın?” cevap vermek yerine başımı evet anlamında salladım elimi çekip saçlarımı alelacele düzelttim. Hala yüzünde ki gülümseme devam ederken yanımdan geçip odanın diğer ucuna yürüdü koltuktan ceketini alıp giydi kollarını düzeltip bana doğru gelirken benim gözüm daha önce orada bulunmayan koltuktaydı. Derken Berzah hiç beklemediğim bir şey yapıp yanıma tekrar geldi ve biraz önce kapıya değmiş olan alnıma küçük bir buse kondurdu:

“Dikkat et.”

Ben ardından donup kalırken odadan çıkıp gitti. Alnımı öpüşüne, bunun bana hissettirdiği güzelliğe en son da dikkat et deyişine takılıp düştüm. Şaşkın bir halde elim alnıma giderken gözlerimi kırpıştırdım ve gülümseme isteğimi bastırdım. Kıpkırmızı olduğundan yanan yüzümü yıkamak için banyoya gittim. Hemen üzerimi değiştirdim ve kahvaltı için mutfağa gittim. Geç kalmanın verdiği mahcubiyetle Zelal ablaya ve Şükran teyzeye baktım.

“Günaydın. Sanırım yine en geç ben kalkmışım.” Zelal abla gülerek cevap verdi:

“Yeni gelinsiniz Hare hanım kusur sayılmaz.” dedi imasıyla kızaran yüzümü başka tarafa çevirdim.

“Berzah kahvaltı yapmadı mı?”

“Hayır, acelesi vardı sanırım çıktı hemen.” Şükran teyze gülümsedi:

“Ee ne zaman yola çıkacaksınız?”

“Ne yolu Şükran teyze?” merakla ona baktım.

“E balayına gidecektiniz ya?” Zelal abla cevaplamıştı soruyu.

“Ha o mu? İptal sanırım.”

“Olur mu hiç kızım, o kadar hazırlık yapıldı.“

Bir şey demedim. Balayılık bir havamda değildim. Hele ki Berzah ile yalnız kalma fikri aklıma her geldiğinde endişelenmeden edemiyordum. Hem burada Şükran teyze ile de olsa zaman geçiyordu ama ikimiz yalnız… Bu düşünceyi attım kafamdan, tek başına bir balayı yapmaya yeğlerdim.

. . .

Ertesi günün sabahı öğle vakti salonda ki kanepelerde oturmuş Emir’in kitaplığında aldığım kitabın elli yedinci sayfasını üçüncü kez okuyorken sonunda kafamı veremeyip pes ettim ve kitabın kapağını kapattım. Hava bugün güneşliydi ve gökyüzü uçsuz bucaksız masmaviydi. Bakışlarımı açık pencereden çekip derin bir nefes aldım. Aklım sevgili kocam Berzah’a gitti. Dün gece eve gelmemiş bunun yanında hiçbirimize dahi bir açıklama yapmamıştı. Sehpa da duran telefonu alıp kilit ekranını açtım. Elçin’in attığı mesajlar dışında başka bir şey yoktu. Nasıl olurda nerde olduğu hakkında tek bir açıklama bile yapmazdı. Evli bir adam üstelikte evleneli daha iki gün olmuş bir insan nasıl bu kadar umursamaz olabiliyordu. Evde onu bekleyen birinin olduğunu bilmiyor muydu? Hem nerde kalmıştı ki dün gece? Şirkette kalmış olabilir miydi? Ya da Emir’de gerçi Emir’in evi yoktu konargöçer yaşıyor arada buraya geliyordu. O halde Talha da mı? Zeyd? Cevabını bilmediğim tüm sorular aklıma dolarken şeytanın fısıltılarına bir istiğfar getirip yerimden kalktım. O sırada kapının çalmasıyla yerimden aceleyle kalkıp açmak için koşuşturdum

“Selam.” birkaç saniye Emir’e bakınca oda bende bir tuhaflık varmış gibi baktı: “Hayal kırıklığı görüyorum yüzünde.”

“Hoş geldin, geçsene.” içeriye geçerken beni utandırmasına izin vermeden onun sırıtışını görmezlikten geldim.

“Şükran sultan neredesin? Şehzaden geldi.” bağırışı tüm salonu doldururken sabah romatizmalarından dolayı rahatsız olan Şükran teyze onu duyunca merdivenlerden ağır ağır indi gülerek gelip Emir’e sarıldı:

“Zat-ı şahanenizi pek bir özler olduk Emir hazretleri.” dediğinde bende güldüm. Emir, Şükran teyzenin önünde diz çöküp eliyle diz kapağına dokundu:

“Ağrın mı var? İlaçlarını almıyor musun?”

“Dün bitti, bende seni arayacaktım.”

“Hallederim bugün hemen.” gülerek sırtını sıvaladı Emir’in Şükran. Emir sofrayı hazırlamama yardım ederken aklıma Halid’in söyledikleri geldi yeniden ve ardında bıraktığı yaşadığı kötü anıları için ona üzüldüm, umarım geçmişte yaşadığı kötü anılarını Berzah gibi bir intikam hırsıyla diri tutmuyordu yoksa en çok bu üzerdi beni. Emir yemeğe başlarken Şükran teyze sitemle söylendi.

“Zaten bir yemek yemek için geliyorsun eve. Heba ediyorsun kendini, doğru düzgün uyuyabiliyor musun orada? Neden eve gelmiyorsun oğlum?”

“İyiyim ben, beni merak etme. Dişimi sıkmam gerek az kaldı hem bu yıl son.” Emir’in çayını tazelerken sordum:

“Tam bir doktorsun sanıyordum.”

“Maalesef.”

“Peki alan olarak ne seçeceksin?”

“Seçmek isteseydim beyin cerrahisi seçerdim. Ve ilk olarak Berzah’ın beynini açardım neden normal insanlar gibi olamıyor merak ettiğim için.” ona gülümsedim:

“Berzah doktor olmanı istemiyor mu?”

“Eğer TUS’a girersem beni iki bacağımdan vurmakla tehdit etti. Hem başarılı hem de ondan daha yakışıklı olduğum için kocan beni kıskanıyor.” Şükran teyze güldü:

“İyiliğinden düşünüyor oğlum.” Emir gözlerini devirdi, Şükran teyze bu defa muzipçe güldü: “Ee o kadar hastaneye gidip geliyorsun yok mu tutup kolundan getirebileceğin güzel bir aday? Bir kızdan bahsetmiştin bir keresinde neydi adı?” diye sordu bu defa Emir’in içtiği çay boğazında kaldı öksürürken Şükran teyze beline vurdu:

“Helal oğlum.”

“Anne Allah rızası için şunun adını anma benim yanımda.”

“Niye öyle diyorsun oğlum, ben kızı görmeden kanım ısındı vallahi.”

“Anne, kızın bıyıkları vardı. Saçları kısa diye ilk gören herkes kızı erkek sanıyordu. Askere beraber gidelim diye şakalaşıyorlardı. Korkudan tek kelime bile edemiyordum kızla, nöbette denk gelsek parayla sıramı başkasına veriyordum. Hem o çoktan gitti maalesef sana gelin olamaz.” dedi ona gülerken bu defa bana döndü: “İnanır mısın, acil serviste onunla dalga geçen birini tekme tokat dövdü. Hala aklımda o gün.”

“İnsanları bu şekilde yargılamamalısın oğlum.”

“Daha yeni oğlunu evlendirdin, az biraz sabret bir prenses bulduğumda sana söz hemen evleneceğim.” dediğinde gözlerimi ona diktim istemeden sordum:

“Berzah…”

“Kocanın nerede olduğunu bilmiyorum, evdedir sanıyordum onun için geldim.”

Emir birkaç saniye düşünüp cebinden telefonunu çıkardı. Ne yaptığına bakarken telefonu kulağına götürdüğünde Berzah’ı aradığını anladım. Birkaç saniye çaldıktan sonra Berzah telefonu açtı:

“Neredesin… Zeyd’in yanındasın demek… Yoo… Hare seni merak etmiş… Sen artık evli bir adamsın bu gibi durumları karına haber vermelisin… O annem değil, senin karın.” Berzah her ne dediyse Emir kahkahayla gülüp telefonu kapattı ardından ayaklandı:

“Ben kalkıyorum hanımlar dört günlük bir maratonum var, bir şey olursa klinikteyim arayabilirsiniz. İlaçlarını da Umut ile gönderirim.” Şükran teyzeye sımsıkı sarılıp bana da hoşça kal dedikten sonra yanına birkaç eşyasını da alıp gitti.

Emir gittikten bir süre sonra telefonun zil sesi ile salona gidip arayana baktım. Ekranda yazan Berzah ismi ile bir heyecan dalgası kapladı bedenimi. Bir iki defa daha çalmasına izin verip ifadesiz bir ses tonuyla cevapladım:

“Alo!”

“Bana Arapça öğret.”

“Ne?”

“Beni duydun. Arapça öğrenmek istiyorum.”

“Sen zaten Arapça bilmiyor musun? Benimle Arapça konuşmuştun Kale’de.”

“İki kelime biliyor olmam dili biliyorum anlamına gelmez.” bana ukalalık yapmasına seyirci kaldım:

“Peki ne kadar süren var.”

“Bir gün. Hatta uyuma yeme içmeyi çıkarırsak geriye 10 saat falan kalıyor.”

“Şaka mı yapıyorsun? Bir günde alfabeyi bile öğrenemezsin.”

“Sen sadece öğret.”

“O zaman basit konuşma ve tanışma ile ilgili şeyler öğretirim.”

“Hayır, alfabeyi senden öğrenmek istiyorum bakalım bir gün de öğretebilecek misin?”

Berzah gerçekten tuhaf adamdı. Arapçayı ne yapacaktı ya da ne için gerekliydi hiçbir fikrim yok. Belki de iş için gerekliydi bilmiyorum sadece benden istediği şeyi yapacak her ne kadar mümkün olmadığını bilsem de bir gün için ona öğretebileceğim kadar şey öğretecektim. Hem bu sebeple hiç değilse yüzünü görürdüm. Telefonu kapattıktan sonra odama gittim. Temel alfabe ve anlamını küçük bir kağıda not edip neyi nasıl anlatmam gerektiğinin planını yaptım. İnternetten birkaç bilgi de not edip birkaç çıktı aldım. Yaklaşık bir saat kırk dakika sonra Berzah geç kalarak sonunda geldi.

. . .

Sessizce bakışlarımı elimde elimdeki kağıttan kaldırıp ona döndüm. Epey bir vakittir ona Arapça öğretmeye çalışıyordum. İlk başlarda çok hevesli olduğu için ona öğretmenlik yapmayı kabul etmiştim ama daha ilk derste çok kayıtsız kalmış ve beni sinirlendirmişti. Ne kadar sinirlenmiş de olsam, o dünyamı rengine bürümüş safir mavisi gözlerine baktığımda öfkemden eser kalmıyor saniyeler içinde yumuşuyordum.

Ona harfleri öğretmeye çalışıyordum ama aklı başka yerdeydi ve öğrenmek için çabalamıyordu. Arada beni dinliyormuş gibi yapıp gözlerimin içine birkaç saniye bakıyor sonra tekrar uzaklara dalıyordu. Ne kadar çok evde çalışmak için üstelesem de beni dinlememiş “Hava çok güzel.” diyerek beni zorla epey de uzak bir mesafede bulunan onun gözleri kadar eşsiz bir manzaraya sahip yemyeşil bir tepeye getirmişti. Ona Arapçanın günlük hayatta kullanılabileceği temel, basit konuşma şeklini öğretmeye niyetliydim ama kabul etmemiş ilk olarak alfabeyi öğrenerek başlamak istediğini söylemişti ve küçük notlarla donattığım çalışma kağıdını görmek yerine alfabede ki her harfin manasını benden duymak istemişti. Şimdi ise oturduğumuz kalın çınar ağacının gölgesinde, başı dizlerimin üzerinde çimenliğe uzanmış, kayıtsız bir şekilde gözlerini yummuş sözde beni dinliyordu.

Mim harfinin seçilmek olduğunu söyledikten sonra bakışlarımı ona çevirdim. Dinlemiyordu. Beni duyduğunu dahi sanmıyordum. Tekrar kağıda baktım, sıra NUN harfindeydi. Temiz havayı içime çekip kağıdı yere bıraktım. Madem dinlemiyordu benim de anlatmak isteğim gitmişti. Onun o bakıldığında şükrettiren simasını izlemek varken kendi kendine konuşuyormuş gibi anlatmak yersizdi. Ben bir süre daha sessizce onu izlerken gözlerini açmadan konuştu:

“Peki, NUN?”

Şaşırarak ona baktım. Demek beni dinliyordu ama dinlemiyormuş gibi davranıyordu ya da zaten biliyordu?

“Nun der ki; üstümde ki nokta ‘Rabbim, ben senin içim yandım, bittim.’ demektir.”

Gözlerini açıp birkaç saniye bana baktı. Ben, şu an karşımda ki denizi bile kıskandıracak kadar eşsiz bir renge bürünmüş gözlerinin içine bakarken gülümsedi:

“Nun sabır demekmiş.”

“Evet.”

“Eğer bir harf seçmiş olsaydım aşk için Nun’u seçerdim çünkü aşkta sabırda aynı şey.”

Berzah’a baktım ve o an ona katıldım. Berzah’ı sabrı ve aşkı yan yana aynı kağıda yazdım.

. . .

Berzah beni eve bıraktıktan sonra acil bir işi çıktığını söyleyip gitti. Akşam yemeği vakti masada sessizce oturuyordum. Şükran teyze rahatsız olduğundan hiçbir şey yemek istememiş erkenden uyumak için odasına gitmişti. Emir’in gönderdiği ilaçları içmişti ama ağrıları gittikçe şiddetleniyordu belli etmemeye çalışıyordu lakin ben gayet net görüyordum. Soğumaya başlayan çorbanın hafif dumanına diktim gözlerimi. Tekrardan bir eski bir de yeni Hare tablosu oluşturdum zihnimde. İçim ne bahardı ne de sonbahar… Öyle mevsime girmiştim ki Berzah’ı tanıdım tanıyalı. Onun yanında olduğum için cennette yaşadığı, yaşatacağı ızdıraba şahit olduğum için kendimi cehennemde gibi hissediyordum. Beni seviyordu. Lakin bu sevginin onda bende ki kadar derin olduğundan emin miydim, bilmiyordum. Gittikçe ona daha çok bağlanıyordum ve gittikçe Berzah beni daha çok seviyordu. Eğer olursa ki dediğini yapar amcamı öldürürse böyle hissetmeye devam edecek miydim? Hislerim değişecek diye ödüm kopuyordu. Onu unuturum, daha sonra şimdikinden daha az severim diye, hadi biraz soğurum diye çok korkuyordum. Onu sevmemekten onu bırakmaktan korkuyordum. Berzah’ın benden uzaklaşma ihtimali ise içimi sızlatıyor. Az sonra o sızıdan mesaj geldi telefonuma.

Gönderen: Berzah A.

“Yemeğe gelemeyeceğim, beni beklemeyin. Valizini hazırla söz verdiğim gibi balayına gidiyoruz.”

Mesaja birkaç saniye baktım. İki defa daha okudum. Balayına gitmek gerçekten istemiyordum. Telefonu elime alıp gitmek istemediğimi söylemek için Berzah’ı aradım. Uzun uzun çalmasına rağmen yine de açmadı. Telefonu kenara bıraktım tadına bile bakmadığım yemeği kaldırdım. Ve uyumak için odamın yolunu tuttum.

. . .

“Hare!”

Birinin koluma dokunmasıyla birden gözlerimi açtım. Oda yarı karanlıktı. Tuhaf bir şekilde etrafıma bakıp ne olduğunu anlamaya çalıştım. Berzah’ı seçti gözlerim başucumda durmuş gülümsüyordu.

“Uyan hadi. Uçağa yetişmemiz gerek.” Gözlerimi tamamen açıp komodinde ki dijital saate baktım. 05:42. Nereye gitmemiz gerekiyordu ki sabahın bu saatinde kalkmak zorundaydık. Berzah’a itiraz etmek için döndüğümde gömleğini değiştiriyordu. Ondan bakışlarımı hemen çekip:

“Ben gitmek istemiyorum.” dedim.

“İsteyeceksin.” Sesi itiraz istemeyen net bir şekilde çıkmıştı. Üzerini değiştirdikten sonra saatini takarken gelip önümde durdu ve gözleri benimkilerle buluştu. Ardından omuzlarımdan tutup beni kaldırarak banyoya sürükledi: “Dün geceden bu yana uyumadım. Çok yorgunum. O yüzden beni uğraştırma.”

Uykusuzluğu gözlerinden okunuyordu. Ne ara eve gelmişti? Yemek yemiş miydi acaba? Bir an için yükümlü hissettim, o yüzden daha fazla yormamak için itaatkar bir şekilde dediğini yaptım. Yaklaşık bir saat sonra havaalanına varmıştık. Berzah biletleri kontrol ederken sordum:

“Nereye gidiyoruz?” başını kaldırıp yorgunluğun safir rengi ile gülümsedi:

“Mutlu olacağın bir yere.”

“Mutlu olacağım yer neresi peki?”

“Benim olduğum her yer.” Güldüm, o da gülerek karşılık verdi.

İlk kontrolden geçtikten sonra biletlerimizi kontrol edecek olan görevli bize bakıp gülümsedi. Bir şey anlamadan Berzah’a baktım ama benimle ilgilenmiyordu. Yürümeye başladığında ardından giderken dış hatlar bölümünde olduğumuzu anladım. Berzah yine durduğunda üçüncü kez kontrol edeceklerdi ama tekrardan görevli Berzah’a gülümseyerek geçmesini istedi. Nereye gittiğimiz ile ilgili tek bir ipucu bile yoktu ve ilerlediğimi uçaka bakınca Berzah’a sordum.

“Özel uçağın mı var?”

“Hayır, sadece uçağını kullanmak koşuluyla bir dostun ricasını hallettim.”

Hangi dostu olduğunu soracağım sırada Berzah elimden tutup ilerleyerek fırsat vermedi. Yaklaşık yarım saat sonra ise Berzah’ın bir dostunun özel uçağındaydık ve hala nereye gittiğimizi düşünüyordum. Berzah elinde ki bilgisayarla ilgilenirken canım sıkılmaya başlamıştı. Keşke kitap alsaydım yanıma diye düşündüğüm bir hostes yanımıza geldi. Başlığından ve kıyafetlerinden kadının ulusal hosteslerden olmadığını anladım.

“Berzah bey,” dediğinde ise aksanı tanıdık geldi. Elinde ki tepsiden tek fincanı alıp Berzah’a uzattı. Ardından içinde aromatik bir sıvı bulunan bardağı da bana uzattı:

“Ben bunun yerine çay alabilir miyim?” dediğimde kız bana değil Berzah’a baktı. Ne içeceğime dahi karar verecek oymuş gibi. Berzah kıza eliyle gitmesi için işaret etti ardından bana bakıp elimde duran içeceği eline alıp içmem için kaldırdı:

“Çay yok. Bunu iç.” üzerime dökülmesin diye elinden aldım bardağı sonra kaşlarımı çatarak ona baktım:

“Kahve içmek istiyorum.”

“Sen kahve sevmezsin.”

Berzah elini çekip tekrar bilgisayarına odaklandı. Ben pes ederek elimde ki içecekten bir yudum aldım. Kivi tadı vardı. Tropikal meyve suyuydu anlaşılan. Son hatırladığım Berzah’ın bana olan bakışları ve elimden aldığı yarısı bitmiş meyve suyu bardağıydı.

. . .

Gözlerimin gördüğü ilk şey kırmızı bir perde oldu. Ortadan tutturularak tavandan dört parçaya ayrılmış bir perde. Rüyada mıyım diye düşünürken gözlerimi kapattım ve pozisyonumu değiştirdim. Ardından Berzah ile en son uçakta olduğumuz, balayına gittiğimiz an aklıma geldi. Berzah adı aklımdan geçerken gözlerimi bir anda yine açtım. Bu defa taş bir duvar gözüme çarptı. Hemen doğrulup ayağa kalktım. Etrafıma bakıp nerde olduğumu anlamaya çalıştım. Taş duvarlarla örülmüş eski bir odaydı lakin konulan antika eşyalar odaya nostaljik bir hava katmıştı. Modern ve geleneksel dizayn edilmiş bir odaydı. Ayağa kalktım. Tahta dolaba, yatağın ucunda ki uzun aynaya baktım. Ardından tavandan yatağa sarkan kırmızı perdede ki gümüş kelebekler dikkatimi çekti istemsiz elim değdiğinde içme doğan hisle dondum kaldım. Tanıdık ve aitlik duygusu gelip oturdu yüreğime. Gözlerime dolan yaşlar akmaya yüz tutmuşken gözüm bu defa yüksek komodinin üzerinde ki küçük çerçeve de ki resme takıldı. Yüzü, gülüşü, gözleri… hem özlemden hem sevinçten bir damla yaş süzülürken gözlerimden odanın ağır yüksek kapısı tereddütle açıldı. Beni ayakta gören tanıdık gözler sevinçle parladı yarı Türkçe yarı Arapça:

“Shaqiqa (abla) uyandı.” dedi.

Kapıyı açık bırakıp koşarcasına başka birilerine haber vermek için kayboldu Yasin. Ben usulca yaklaşıp komodinde ki çerçeveyi elime aldım. Annemin on altı yaşında ki hali gözlerimin daha çok dolmasına onu daha çok özlememe neden olmuştu. Bir his çöreklendi kalbimin tam ortasına.

Annemin odasındaydım.

Onunlaydım.

Benimleydi.

***


Loading...
0%