Yeni Üyelik
18.
Bölüm

17.Bölüm

@cigdemgah

Omzuma dokunan bir çift el ile daldığım yerden çıktım ve çerçeveyi yerine bırakıp gözümde ki yaşı sildim. Nefise’nin bana bakıp gülümseyerek sarılışına karşılık verdim.

“Hoş geldin, evimize bahar getirdin canım.” dedi ve yavaşça geri çekildi. Arkasında daha uzun boylu bir kadın vardı. Giydiği siyah abaya, ellerinde ki şekilli kına, taktığı ince çerçeveli gözlüğün dahi sürmeli, güzel gözlerini kapatamadığı, buğulu bakışlarıyla bana bakan kadının simasının tanıdıklığı zihnimde bir tahmin oluştururken hüzünlü bir tebessüm oluştu yüzünde: “Tanıştırayım,” dedi Nefise geri çekilerek: “Farah teyzen.”

Kadının gözleri buğulandı, annemi hatırlatan varlığımın gözlerinde biriken yaşı düşürmemesi için zorluyordu. Nasıl karşılanacağını bilemediğinden bana doğru yavaş ve kararsız bir adım attı. Gülümseyerek karşılık verdiğimde sanki bu anı uzun bir süredir bekliyormuş gibi uzanarak sımsıkı sarıldı bana. Karşılık olarak hiçbir yabancılık çekmeden ve çekinmeden ona sımsıkı sarıldım. Ardından sadece fotoğraflarda gördüğüm diğerleriyle tanıştım. En büyük teyzem Farah sonra Aida ve en küçük teyzem Safiye. Annemden bir yaş büyük olan teyzem Fatima ise birkaç yıl önce vefat etmişti. Tanışma faslı sıra kuzenlerime geldiğinde odadaki büyük bir kalabalığı oluşturduklarını gördüm. Benimle neredeyse akran duranlar, daha büyük olanlar ve daha küçük olanlar olarak üç grup oluşuyordu. Sara, Ahla, Eslem, Rumman, Afif, Berika, Lebuda, İklima, Hüvel, Zemle, Remle, Leyl… sadece hatırladıklarımdı ve sadece kız olanlardı. Ev sahibi Nefise’nin iki küçük oğlu Junaid ve Farhan dışında odada başka erkek çocuk yoktu.

Sadece isimlerin söylendiği ve samimi gülümsemelerin eşlik ettiği tanışma bitince Nefise herkesi dışarı çıkardı ve üzerimi değiştirip beni hoş geldin selamı için salona beklediklerini söyledi. Hemen dediğini yaptım. Kapının önünde beni bekleyen Aida teyzemin büyük kızı olan Eslem’in yönlendirmesiyle odaya yakın bir mesafede bulunan salona ulaştım. İçeriye girdiğimde karşılaştığım kalabalık ile hayret ettim. Büyük salona adım attığımda yirmiye yakın baş bana döndü o anda. Kocaman salonda yetişkinler otururken daha genç olanlar saygı ile ayakta bekliyorlardı. Grup ikiye bölünmüştü. Kadınlar bir tarafta iken erkekler tam karşılarında bekliyordu. İlk defa karşılaştığım erkek olan akrabalarım bana merak ve sevinç içinde bakarken kısaca bir göz gezdirdim hepsine. Ta ki tanıdık safir kayalara denk gelinceye dek. İkili grubun sonunda ki başköşeye Farah teyzem ve dayım Beşir’in yanına oturmuştu. Bana gayet memnun çarpık bir gülüş ile bakıyor heyecanımın ve nasıl davranacağımı bilmezliğimin tadını çıkarıyordu. Beni çok mutlu ettiğinin de mahcubiyetimin de gayet farkındaydı ve bunu gizlemeye de çalışmıyordu. Bakışlarımı ondan çekip bana doğru kollarını açarak gelen dayıma baktım. Gülümseyerek bana sarıldı:

“Bu ne bahtiyarlık, ne güzel bir duygudur. Allah’a sonsuz hamd olsun ki evimize gelerek burayı onurlandırdın, şereflendirdin. Ailene, evine hoş geldin canım.”

“Ben hala inanamıyorum burada olduğuma; sizi görmek, burada yanınızda bulunmak çok güzel.“ kolumdan nazikçe tutup beni meclisin önüne götürdü. Ellerini açarak orada olanları işaret etti:

“O halde bu geç kalınmış tanıştırmayı yapayım.” diyerek orada bulunan en yaşlı adamı gösterdi:

“Bu büyük amcam Abbas kendisi yüz yaşın üzerindedir, Allah nice ömürler versin.” şen bir kahkaha atarken ona birkaç kişi de eşlik etti. Ardından da diğerlerini tanıştırdı. Cemalettin dayı ve oğulları Mushap, Omar, Husain; Firuz amca ve onun oğulları Ammar, Faysal; Haris amca ve oğulları Mushap, Huzeyfe, Eyyup, Süheyl; Muaz amca ve oğulları Ubeyd, Amir ve sarı saçlı mavi gözlü oğlu Muhammad -buraya ait olmadığını haykırıyordu- ve son olarak meclisin en genç üyesini gösterdi dayım:

“Bu da büyük oğlum Kureyş. Yanında ki çöl faresi de Fairuz. Gözümün Nuru.” dedi.

Kureyş’i duyduğumda unuttuğuma inanamadım. Dayımın evlatlık aldığı oğluydu. Benimle yaşıt olduğunu bilmesem iri cüssesiyle benden büyük olduğunu zannederdim. Yanında ki ona yapışan çocuğa baktım oğlu babasına oranla küçücük bir kuş gibi duruyordu yanında. Yaşlılar dışında herkes gayet modern ve çağa uygun giyinmişti. Erkek kuzenlerim çok kısa göz temasında bulunuyor sonrasında hemen kısa bir selam ve hoş geldin diyerek bakışlarını yere dikiyorlardı. Sonrasında Berzah’a döndü dayım:

“Ezrak, buraya gelebilir misin?” Ezrak demesi üzerine Berzah’a baktım ve bu yeni ismi ona herkesten daha çok yakıştırdım, ayaklanıp yanımıza geldi ailemin Ezrak’ı. Etrafta ki erkeklere göre Berzah’ın onların arasında farklı olduğu o kadar belli oluyordu ki, sadece görüntüsü için değil mahcubiyeti ve utanmasını da izlemek keyif verdi bana. Dayım Berzah’ın omuzuna elini koydu: “Saygıdeğer ailem, Leyla’nın kızı Hare ve onun kocası Berzah Ali. Ha, Berzah aynı zamanda yeni ortaklarımızdan biridir ki ben en çok bunu sevdim.” Gülüşüne tüm gençler eşlik ederken birkaç yaşını almış hanımdan sitemkâr bakışlar geldi ama dayım onları umursamayarak devam etti: “Hep birlikte selamlayalım.”

“Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.” sözleri hem hep bir ağızdan hem de bölük pörçük ulaştı bize. Berzah’ın bakışları bana döndü ve ne dediklerini anlamadıklarını gördüm ve ona çevirdim:

“Hoş geldiniz dediler. Selamlarını al.” Berzah gülümseyerek elini kalbinin üzerine götürüp hafifçe başını eğdi. Bende aynı şekilde onları selamladım. Sonrasında dayım:

“O halde hadi herkes yemeğe.” diyerek meclisi dağıttı.

Erkekler ve kadınlar ayrı yerlerde yemek yiyordu. Biz üç katlı taş evin ikinci katında ki güneye bakan terasında yemek yerken, erkekler bir üst katta yemeklerini yiyorlardı. Yemek sırasında kızlarla yaptığımız sohbetten birçok şey öğrendim. Aslında bu kadar sıcak ve güler yüzler ile karşılanacağımı hiç düşünmezdim. Birçok buraya gelip onlarla tanışmak istemiştim ve hayal ettiğimden daha fazlası ile karşılaşmak beni hiç olmadığı kadar memnun etmişti. Öğrendiğim ve sormamam gereken meseleleri söylemişti kızlar. Mesela Farah teyzemin yanında duran kızı zannettiğim Rana’nın aslında onun üvey kızı olduğunu ve neden onun çocuğunun olmadığını sormamalıydım çünkü bu saygısızlık sayılıyordu. Ya da Muaz amcanın oğlu Muhammad’ın neden İngiliz bir kadından olduğunu. Söylediklerini aklımda tutuyordum. Daha sonra çenesi iyice açılan Rumman ailede ki tüm dedikoduları anlatmaya başladı. Ona katılan Zemle’de anılardan, komik olaylardan, üzücü olaylardan bahsetti. Annem ile ilgili bildikleri şeyleri, o gittikten sonra olanları anlattılar büyükbabamın üzüntüden kalp krizi geçirdiğini, büyükannemin de her gün gözyaşı döktüğünden bahsettiler ve onları anıp birer Fatiha okudular.

Rumman’ın dediğine göre şehirlerinde eski klasik tarz evler yokmuş. Bu gibi eski tip evler zamanla yıkılmış ve yerine devasa binalar yapılmış. Eski geleneklere göre evin sahipleri öldükten sonra evde erkek çocuklar kalırmış, dayım da evin tek erkek çocuğu olduğundan burayı terk etmek de satmak da istemiyormuş. Ev tüm bu misafirlerin rahatlıkla yaşayabileceği büyüklükteydi. Kocaman büyük duvarlar ile örülmüş bahçesi, her katta ki terasları, yüzme havuzu, sahası, palmiye ağaçları eski tarz bir evden daha çok ötedeydi ve tam da tatil yapmak için tasarlanmış gibiydi.

Yemek faslından sonra evin geri kalanını gösterdiler. O kadar çok oda vardı ki neredeyse iç içe üç ev vardı. Misafirler için ayrılmış bölümler onların ortak kullandıkları odalardan daha çoktu. Sebebi tüm aile toplantılarının, taziyelerin, düğün ve nişanların burada düzenlenmesiymiş, dayım bir nevi sadece kendi evinin değil tüm ailenin reisiydi. Ev gezmesi bittiğinde bu defa da akşam yemeği için hazırlık yapmaya başladılar. O sırada bende tüm teyzelerimle tek tek sohbet etmeye başladım.

İlk olarak ortanca teyzem Aida başladı anlatmaya. O kadar hızlı konuşuyordu ki söylediklerinin çoğunu kaçırıyordum. Çocuklarını ailesini teker teker anlattı evlendirdiği iki kızından kocasından yakınıp durdu. O kadar tatlı bir endişe ile anlatıyordu ki bir an annemin bana kızdığı zamanlarda ki mimiklerini görür gibi oldum ve tebessümle onu dinlemeye devam ettim. Sonra Safiye gelip:

“Yeter Aida, Allah o çeneyi sen boşuna yorasın diye yaratmadı. Kızı da sıkboğaz etmeyi bırak yoksa evde Hare ile birlikte tüm bülbüller de kaçacak.” dediğinde mutfakta ki diğer kızlarda gülmeye başladı.

“Önemli değil, ben teyzemi dinlemeyi seviyorum.”

“Lütfen bize acı Hare,” diyerek sitemle söylendi Berika. Aida teyzem kızının bu sözlerine kaşlarını çatıp hafif bir alınganlık ile ayaklarını sürüyerek mutfaktan çıktı.

“Kızdı galiba gönlünü alayım.” diyerek ayağa kalktım bir süre dolansam da büyük evde teyzemi bulamadım. Arayışıma bahçede çay içmeyi öneren kızlar son verdi. Rumman, Zemle ve Berika ile birlikte çaylarımızı alıp bahçeye çıktık. Kızlar yarın ne yapacağımızın planını anlatırlarken dayım yanımıza geldi. Mutluluğu yüzünden okunuyordu:

“Subhanallah.” Gelim elini omuzuma koyarken: “Seni burada bu bahçede görmek ne kadar güzel. İnanıyorum ki yanımızda olduğundan artık Leyla da tamamen huzura erebilir.” Gülümseyerek bunun gerçek olmasını diledim: “Söyle bakalım nasıl buldun aileni?”

“Çok sevdim ve bu kadar sevileceğimi de tahmin etmemiştim. Bu beni çok mutlu etti.”

“Elbette seni seviyoruz canım. Leyla bizim için ne ise sende öylesin. Akşam yemeğinden sonra eğlence düzenleyeceğiz senin gelişin için. Rumman hazırlıkları tamamlayın aman eksik etmeyin hiçbir şeyi.” dedi ve başımdan öperken:

“Allah’a sonsuz şükürler olsun.” Şükrederken sesi de yüzü gibi hüzünlüydü aslında benim yerime kardeşi Leyla’yı varsaydığına emin oldum ve onu çok özlediğine de. Berika sitemle karşılık verdi dayıma:

“Dayı, kıskanıyoruz ama.” Dayım onlara dönüp keyifli bir kahkaha attı kollarını açıp Berika’ya sarıldı ardından:

“Ben meleklerimin arasında mukayese etmem asla ama bugün en çok Hare’yi seveceğim sakın bana gücenmeyin. Yarında sıra sende olur mu uğur böceğim?” Berika başını çevirdi:

“Pekala, çok yakışıklı bir kocam olduğunda bende senin sevgini istemeyeceğim.” ardından bana döndü: “Hare, Berzah abinin başka yakışıklı bir arkadaşı varsa lütfen beni onunla evlendir. Yoksa başkalarının sevgilerini gördükçe kuruyup gideceğim.” Herkes gülücükler ile karşılık verdi Berika’ya. O anda aklıma gelen sevgili kocamı merak ettim:

“Dayı, Berzah nerede?”

“Başı ağrıdığı için odasına çıktı. Dinlenmesi gerek sanırım tabi çok fazla dil yüklenmesi yaşadığından yoruldu hayli.” dedi gülerek.

“Ben bir ona bakayım.”

“Olmaz. Sen hazırlıklara yardım edeceksin ben Yasin ile ağrı kesici gönderdim dinleniyor şimdi. Rahatsız etme.”

Akşam yemeği vaktinde sofralar kurulurken sabah evden ayrılan o kalabalık yavaş yavaş tekrar gelmeye başladı. Dayım misafirlerine geleneksel ziyafet vermek istemişti ve üç ayrı yer sofrası hazırlandı. Bahçede ki hareketlilik dikkatimi çektiğinde o tarafa yöneldim. Bahçenin havuz başına bakan açık yeri kalın bir perdeyle ikiye ayrılmış. Erkekler ve kadınlar birbirini göremesin diye. Her iki tarafta yeteri kadar aydınlatılmış, minderlerle donatılmış, ortaya meyve tabakları, mezeler konulmuş; şamdanlar, mumlar yakılmış. Tam musiki ortamı sağlanmış dayımın bahsettiği eğlence bu demekti galiba.

“Sayende uzun bir aradan sonra ilk defa bir eğlence göreceğiz. Şükürler olsun.” diyen Sara’ya gülümseyip cevap vereceğim sırada Yasin yanıma geldi:

“Shaqiqa!” dedi ve eğilmem için işaret verdi, dediğini yapıp eğildiğim de Yasin kulağıma fısıldadı:

“Allah beni affetsin, babama sakın söyleme bunu yaptığımı çünkü çok kızar. Ezrak abi seni üst katta bekliyormuş.” dedi ardından utanılacak bir şey yapmış gibi kıpkırmızı olarak koşarcasına uzaklaştı. Arkasından bakıp gülümsedim. Yanımda duran Sara:

“Ne dedi?” diye sordu az önce ki ikazı unutmadım.

“Hiç. Ben bir Nefise’ye bakayım yardım edilecek bir şey var mı diye.” Bir gülüş ile karşılık verince Yasin’in ne dediğini tahmin ettiğimi anladım:

“Nefise’ye benden selamlarımı ilet.” dedi imalı bir şekilde. Ona bakıp güldüğümde elimde ki örtüleri aldı. Yavaşça etrafıma bakarak yukarı çıktım. Kocamı görmeye giderken neden böyle gizli gizli gidiyordum bende bilmiyordum ama Yasin’e uydum. Üst kata çıktım, birkaç koridor geçtim. Etrafa temkinli bakışlar atarak Berzah’ı aradım ama göremedim. Derken birkaç erkek sesi işittiğimde o yöne baktım. Kureyş ve Muhammad terastan çıkıyorlardı. Onları görünce hemen saklanıp salonun ışıklarının aydınlatmadığı pencere kenarına saklandım bir kere gizli saklı buluşmam içime sinmişti. Onları gitmelerini beklerken bir ses işittim.

“Hare.”

Duyduğum sese kulak kesildim ve nereden geldiğini anlamaya çalıştım. Odanın köşesinde duvar dibindeydim içimden bir istiğfar çekip etrafıma baktım ve etrafımda ki sessizliği süzdüm. Derken bulunduğum köşeye çekilmiş kalın sarı salon perdelerinin arasından Berzah’ın yüzü belirdi. Şaşırarak ona baktım, ne arıyordu orada şaşırmıştım. O da tıpkı benim gibi önce etrafa baktı:

“Gel buraya, yakalanacağız.” diyerek kolumdan tutup beni saklandığı perdenin arkasına çekti. Ardımdan da perdeyi hızlıca kapattı:

“Ne yapıyorsun burada?” diye sorduğumda gayet masum bir ifade ile cevap verdi bana:

“Saklanıyorum.”

“Kimden?”

“Dayın, kuzenlerin, amcalar hepsinden.”

“Neden?”

“Bu insanlar çok tuhaf Hare.”

“Tuhaf mı?”

“Evet. Geceye kadar karımı görmeme izin vermiyorlar. Eğer olursa ki seni görürsem bir sonra ki günün gecesine kadar görmemem gerekiyormuş. Faysal dayı karısı ile dördüncü günün sonunda ancak konuşabilmiş. Gelenekleri böyleymiş.” dediğinde gülmeme engel olamadım. Gürültü yapmamam için eliyle ağzımı kapattı:

“Sessiz ol, yakalanmak istemiyorum.”

“O halde geleneklerine uymalıydın.”

“Yeni evli bir çift için acımasız bir gelenek. İstersen buradan gidelim… Beni görmeden dayanamazsın sen.”

“Hayır, hiçbir yere gitmiyoruz… Ayrıca başın nasıl oldu?” elimi alnına götürüp ateşinin olup olmadığına baktım:

“Başım mı?”

“Başın ağrıyormuş, dayım söyledi.”

“Ha, o mu?” diyerek bakışlarını benden kaçırdın ardından usanmış gözlerler bana baktı: “Celalettin beyle gitmemek için yalan söyledim.” ona inanmıyormuş gibi baktım: “Hiç bakma bana öyle sana bu insanlar tuhaf diyorum. İlk olarak dayın karımı görmeme izin vermiyor. Sonra Firuz amca bana bozuk olduğunu söylediği eski bir radyoyu açtırıp iki kez kurcalattı ve tahmin et bakalım sonunda ne dedi zaten çalışıyormuş onu ben bozmuşum, Muaz beye tam iki saat şirketim, mal varlığım ayrıca finans ve ekonomi ile ilgili bilgi verdim. Kureyş ile bahçede ki ışıklandırmaları hazırladım ve Muhammad ile İngilizce bir raporu düzenledim. Arapça-İngilizce-Türkçe kelimeler beynimde dönüp duruyor.”

“Yeni damat olduğun için sana birazcık yüklenmişler anlaşılan.”

“Evet, Kureyş söyledi. Hatta ona yapılanları anlattığında cidden içim rahatlıyor.” Derin bir nefes aldı ardından yüzünde bir sırıtışla bana bakı: “Mükafatı en sona bırakıyorlarmış.” İma ettiği şeyi elbette anladı ve bizim balayımız olduğunu hatırlamam uzun sürmedi. Berzah beni utandırmanın keyfi ile gülümserken daha fazla dayanamadım orada onunla baş başa durmaya.

“Ben gideyim.”

“Bekle,” dedi kolumu tutup beni tekrar durdurarak: “bu insanlar bana neden Ezrak diyor?” gülümsedim:

“Ezrak mavi gözlü demek çünkü. Artık gidiyorum.”

“Peki gece görüşürüz, o halde.” dedi yeniden sırıtarak, gözlerimi devirip onu duymazdan geldim ve yavaşça perdeyi açıp Berzah’ın kimseye yakalanmamam ile ilgili uyarısını dinledikten sonra koridora yöneldim. Berzah’ı düşündükçe içimden gelen gülme hissini bastıramaya çalışarak tekrar mutfağa döndüm. Etrafta Kureyş’in eşi olan Sara dışında kimse yoktu. Beni görünce gülümsedi:

“Nefise nasıldı?” diye sordu göz kırparak, güldüm:

“Şaşkın, biraz da huysuz…” Güldü: “Herkes nerde?”

“Hazırlıklar bitince hazırlanmaya gittiler. Sende hazırlan.”

“Ben hazırım.”

“Kendine bakım yapmalısın, senin artık çok güzel görünmen gereken bir kocan var.” dediğinde ona bakakaldım. Teorik olarak haklıydı ama ben o potansiyelde biri miydim bilemedim bir an. Berzah ile evlendiğimiz günden bu yana hep aynı Hare’ydim. Başta nasılsa sonda da öyle. Evlilik Berzah için bende bir şey değiştirmemişti. Bir an Sara’ya gözlerimi kısıp baktım aklından bir şeyler geçtiği belliydi:

“Pekala, o halde ben bir sevap işleyip damadımıza seni çok güzel göstereceğim.”

Bir yanım söylediğini onaylar iken diğer yanım tereddütlüydü bir şey dememe gerek kalmadan Sara elimden tutup beni ardı sıra odasına sürükledi. Kapıyı ardından kapatıp odanın yarısını kaplayan gardıroba yöneldi. Birkaç dakika da yatağın üzerini ışıltılı elbiselerle donattı:

“Evet, seç bakalım.” Dedi, daha önce hiç giymediğim kadar çok şatafatlı süslü elbiseler baktım:

“Bunlar çok dikkat çekmez mi?”

“Kocanın gözünde zarafetin olsun istiyorsan bu ışıltılarla gözlerine hitap etmen gerekir.” dedi ve beni beklemeden kendi seçmeye karar verdi. İki elbiseyi kaldırıp bana uzattı. Biri bordo diğeri koyu kırmızı renkteydi. Gözüm kırmızı olana takıldı uzun kollarının sonunda altın sarısı işlemeler kollarının ince ince kumaşlardan işlenerek yakasına doğru uzanmıştı. Aynı işlemeler boyundan elbisenin eteklerine doğru iniyordu. Geriye kalan tek seçenek olan bordo elbiseye baktım. Yumuşacık görünen kadife kumaşın üzerine yine bir önceki elbise gibi altın sarısı işlemeler vardı tek farkı daha geniş bir elbiseydi. Sara ben bir şey demeden diğerlerini kaldırıp elbiseyi elime tutuşturdu. Kendimi ne kadar mahcup hissetsem de dediği yapıp elbiseyi giydim. Sara’nın elbisesi tam olmasa da güzel oldu diyebilirdim. O da onaylayan ve beğenen gözlerle beni süzdü. Ardından kolumdan tutup beni aynanın önünde ki pufa oturttu. Elinde ki pudrayı kaldırdığında makyaj yapacağını anlayıp onu durdurdum.

“Hayır, gerek yok.”

“Çok hafif tatlım, beğenmezsen silersin.” bir şey dememi beklemeden işe koyuldu yaklaşık on dakika sonra aynaya bakmamı istedi. Güzel olduğumu söyleyip duran Sara’ya katılmaktan başka bir şey yapmadım ve sadece bugün bildiğim Hare’den biraz uzakta da olsam farklı olmak biraz olsun iyi hissettirdi.

Yemek faslında sanki düğün varmış gibi herkes süslenmiş, bakımlar yapılmış -hatta makyajda çok aşırıya kaçanlar dahi vardı- giyinip kuşanılmıştı ve bizi bekliyorlardı. Sevgili ailem bu tür eğlenceleri çok seviyor, süslenmek için bahane arıyordu ve kızlar güzellikte birbirleri ile yarışıyorlardı. Bana yapılan iltifatları da atlayıp, duaları geçip sonunda yemeğe oturduk. Uzun yer sofrasında özellikle et ağırlıklı yemekler sıra sıra dizilmişti. Yemeğe başlamadan önce hurma yemenin adet olduğunu söyleyen Eslem gümüş hurma tabağından bir hurma alıp bana uzattı. Bende bir tane alıp yanımda oturan Rumman’a uzattım ve böylece tüm herkes birer hurma alıp yemeğe başladı.

Yemeğin sonunda evin yardımcıları sofraları toplarken sonra herkesin merakla beklediği anın gelmiş olmasıyla bahçeye doğru koşuşturdular. Erkekler çoktan ayrılmış perdenin sağ tarafına yerleşmişti. Dumanı tüten nargileler ve servis edilen içecekler eşliğinde koyu bir sohbete dalmışlardı. Kadınlarında minderlere yerleşmesi ile kızların kısık kahkahaları ve konuşması ile hafif bir gürültü dalgalandı. Bu gürültüyü sonlandıran kalın bir erkek öksürüğü oldu ardından dayımın sesi duyuldu:

“Eğer hanımlarda sessiz olurlarsa Cevad bizleri neşelendirecek.”

Tiz bir erkek sesi konuklara selam verip bir aşk ağıdı ile başladı şarkıya. Sevgilisi tarafından terk edilen bir gencin kıza sitemli sözlerini anlatıyordu. Berzah’ın şarkıyı anlamadığından emindim ama yine de ezgisini beğenip beğenmeyeceği geçti aklımdan, hemen ardında da bu yerel kıyafet içinde beni beğenip beğenmeyeceği. Düşüncelerimi defin sesi böldü ve birden terk edilip ağıt yakan genç adam sevgilisinin onu terk etmesinin ardından mutlu olduğunu anlatan coşkulu bir şarkıya dönüştü. Art arda sıralan şarkılar hareketlendikçe dinleyenlerde coşkuyla eşlik etmeye başlıyordu. Öyle ki bazen erkekler gerektiğinden fazla kendini kaptırıyor kahkahaları kadınların sesini dahi bastırıyordu. Çevresinde bayağı ünlü olan Cevad dayımın hatırı için bu gece şarkı söylemeyi kabul etmiş, gelmişti sonunda yorulduğunda biraz ara verilip ikramlar yenilendi. Daha sonra Cevad’ın yerini en az onun kadar güzel bir sese ve yeteneğe sahip hatırı sayılır bir aile sanatçısı olan Hamid aldı. Gülüşmelerden, eğlenmelerden, gözümden kaçmayan perde kenarında oturup erkekler tarafını kolaçan ederek birilerine bakan kuzenlerimden, ki Afif ve İklima’nın bana imalı bakıp eliyle mükemmel işareti yapmasından Berzah’ı kast ettiklerini biraz geç anlamıştım, coşkulanan kalplerinin ağzına vurduğu söylenmemesi gereken şeylerin ağızlardan kaçmasıyla, büyüklerin sitemlerinin iki saniye sürdüğü bir gece ile sonunda bitap düşüp herkes bir suskunluğa gömüldü. Ve perdenin sağ tarafında bir hareketlenme oldu. Yabancı olan erkek misafirler evlerine gitmek için ayaklandılar. Yasin perdenin bizim olduğumuz tarafına gelip gözlerini yerden ayırmadan eve giden eşlerini çağıran hanımların adlarını söyleyip hemen gitti. Bir grubun gitmesinin ardından ikinci bir grupta gidince Nefise, Sara, Berika ve ben kaldık sadece. Sara perdeyi indirmeyi önerdiyse de Nefise hala Hamid’in gitmediğini söylemişti. Onlar anlaşılmayan bir sohbete dalmışlarken, Sara oğlunu alıp yatağına yatırmak için ayaklandı. Ardından ben ve Nefise yorgunluğumuza daha fazla dayanamayıp odaların yolunu tuttuk. Odaya geçtiğimde Nefise tekrar geldi:

“Gece elektrik bazen kesilebiliyor malum ev çok eski olduğu için elektrik sistemi de hata veriyor. O yüzden çekmeceye el feneri bıraktım, istersen pencerenin önünde ki mumları da yakabilirsin.”

“Anladım. Peki Nefise her şey için teşekkür ederim. Bu güzel gece için teşekkür ederim.”

“Daha nice böyle gecelere canım. Senin burada oluşun bizi mutlu etti.” gülümseyişine karşılık verdim.

“Allah rahatlık versin.”

Nefise çıktıktan sonra boş odaya baktım. Saat gece yarısını geçmişti. Son misafir gitmediğinden Berzah da nezaket gereği hala ev sahibesi ile birlikteydi ve az sonra o da burada olurdu. Akşam söylediği şeyler aklıma gelince bir kez daha gülümsedim ve beni seviyor oluşuna bir kez daha hamd ettim. Aynanın önüne geldiğimde yansıyan görüntüme baktım. Yani evet normalde olduğumdan daha güzel göründüğümü söyleyebilirdim ama hala bir güzel kavramının içinde olduğumu varsayamıyordum. Elmacık kemiklerimin üzerinde ellerimi gezdirdim Sara’nın eş olma ile ilgili söyledikleri aklımdan geçti, bir kadının kocası için bakımlı olması sözleri doğruydu ama ben ve Berzah yanlış zaman diliminde yanlış durumlardaydık. Yapabileceğim ne vardı ne olabilirdi yine uzun paragraflara sığardı ama bugün yorgundum. Başörtümü çıkardım ve yüzümde ki makyajı silmeye başladım o an tavanda ki avizenin ışığı yanıp söndü, elektriğin gideceğini anladım. İlk iş çekmeceden el fenerini aldım ama çalışmadığını gördüm. Sonra da pencere kenarında ki mumları yakmak için ayağa kalktım. İlk mumu yakmak için elime aldım aynı anda kapı açıldı ve Berzah kendini içeriye atıp kapıyı ardından kapattı. Bana kısa bir bakış attı ve rahat bir nefes aldı. Yatağa doğru gitti:

“Allah’ım ne uzun bir gündü. Elektrikler de gidecek…“ diyerek sustu ve bir an durdu. Daha önce fark etmediği bir şey görmüş gibi yavaşça bana baktı tekrar. Bakışları uzun saniyelere devindi bu halimi ilk kez ve son kez göreceğinden baştan ayağa süzdü beni, tabi bende aynı şekilde onu süzdüm. Çünkü Berzah’ı bir daha asla thobe giyerken göremezdim. Giydiği siyah uzun geleneksel Arap elbisesinin içinde ona bakıp durdum. Tıpkı bende olduğu gibi önce bir hayret duygusu oluştu onun yüzünde de ardından dudağının bir kenarı yukarı doğru kıvrıldı. Ben karşımda ki adamın eşsiz ve nadir olan halinin tadını çıkarırken o da gözlerinden bir ışıltı ile bana bakıyordu.

“Subhanallah.”

“Subhanallah.” dediğinde sesini duydum.

O an etraf tamamen karanlığa gömüldü; tamda manzaraların en güzeline denk gelmiş iken. Hemen elimde ki çakmakla tuttuğum mumu, ardından geriye dönüp kalan üç mumu yaktım. Yatağın başucunda ki mumları da yakmak için arkamı döndüğümde Berzah hemen önümdeydi. Gözlerimin içine bakıyordu, o ne zaman bana bu şekilde baksa içime bir heyecan toplanıyor kalbimi onun duyabileceği bir şekilde atmasına sebep oluyordu, aklım başını alıp dağların ardına saklanıyor ne dediğimi de ne düşündüğümü de bilemiyordum. Mumun titrek alevi Berzah’ın ulaştığı gözlerinin yarısını safire büründürüp ışıldatıyor, ulaşamadığı diğer yarısını karanlıkta bırakıyordu. Onun bu halinin bu kadar güzel olmasını haksızlık olarak gördüm. Bir an gözlerinde bir ışıltı yanıp söndü ardından yavaşça biraz önce bıraktığım mumu eline alıp birbirinizi görmemizi sağlamak için ikimizin ortasında tuttu:

“El feneri varken mum yakmanın sebebi daha romantik olmasından mı?”

“Ondan değil.”

“Kocanı baştan çıkarmaya mı çalışıyorsun?” dedi dalga geçerek ve bunu saklamayarak, eğlendiği her halinden belliydi.

“Ne? Hayır. Bu çalışmıyor.”

“Ne?”

O kadar heyecanlanmıştım ki aklımın bir yanı ona cevap vermekle diğer yanı ona bakmakla küçük bir yanı da zihnimi toplamakla meşguldü. El fenerini yakmaya uğraşırken bir yandan da onunla konuşuyordum:

“El feneri.”

“Bozulmuş mu?”

“Evet.”

“Kırılmış mı?”

“Hayır.”

“Beni mi görmek istiyorsun?”

“Evet.”

“Beni seviyor musun?”

“Evet.”

Berzah güldü ve hangi soruya evet dediğimi orada fark ettim. Nedense tam da o anda sanki hiç karanlık değilmiş gibi hissettim. Bu Berzah’ın gülüşünden mi yahut utancımın etkisinden miydi bilemiyordum. Berzah’ın yüzünde istediğini almış olmanın gururu ve mutluluğu vardı. Yanlış bir şey söylememiştim ama haddinden fazla utanmıştım. Hemen arkamda ki mumlardan birini alıp hiçbir şey dememişim gibi davranıp görmezden gelmeye çalıştım elimin titremesinden dolayı mumun alevi titrek bir dansa koyulmuşken komodinin üstünde ki mumları da yakmak için yatağa yaklaştım. Mum ışığının yaklaşmasından Berzah’ın da beni takip ettiğini anladım. Arkamı döndüğüm de memnun bir eda ile bana bakıyordu bakışlarımı ondan çekip bu defa yatağın öbür tarafına geçtim. O hala elinde ki mum ile beni izlerken gardıroptan pijamalarımı çıkardım. Banyoya gidecektim ki Berzah önüme geçip beni durdurdu. Sesimi kontrol etmeye çalışarak ve başaramayarak konuştum:

“Üzerimi değiştireceğim. Çekilir misin?”

“Bu kadar utanmanı gerektirecek bir şey söylemedin.” dedi yumuşacık bir ses tonuyla. Bir sessizlik oluştu aramızda, Berzah yüzünde çok güzel bir gülümseme ile baktı bana:

“Ömer Hayyam der ki; “Bir çember çizilse merkezinde ben, kenarında sen. Sen döndükçe beni ben döndükçe seni görsem. Ve öyle bir an gelse ki; yarıçap sıfırlansa.” O an ne söylediğini anlamaktan çok heyecanımı yatıştırmak ile meşguldüm. Devam etti: “Yani NUN ister ki; sevdiği, kıyamadığı noktaya artık kavuşabilsin.” elini kaldırıp usulca yanağımı okşadı, bakışlarımı ondan kaçırdım. Gözlerinin içine baktım. İlk başta hala utanıyorken Berzah’ın gece gibi safir korlarına baktığımda birkaç saniye sonra geçti bu duygum. Berzah gözlerimin içine bakarken tüm duygularımdan haberdar olduğundan emindim. Kalbimi görüyormuş gibi bakıyordu ve bu duygu heyecanımı da yatıştırdı: “Çok güzel. Çok güzel olmuşsun.”

Berzah yakınımdaydı ve biraz daha yaklaştı aramızda ki mum kalkmıştı çoktan. Nefesimi tuttum, evet ile hayır, istemek ile istememenin, korku ile heyecanın ortasındaydım ve o anda korkum ağır bastı, geri çekildim.

“Hayır.” Berzah havada kalan elini indirdi ve bir adım geri çekilerek o mumu tekrar aramıza koydu. Ardından aniden yaklaşıp küçük bir buse kondurdu alnıma, gülümsedi sonra:

“Ne gündü ama.” Dedi geri çekilirken elinde ki mum ile yavaşça kapıya yöneldi diğer yandan da söyleniyordu: “Seyahat, aile, yemek, eğlence, müzik, kabulleniş… Ve ret. Hepsi de bir arada.” odadan çıktı.

. . .

Sabah gözlerimi açtığımda gözümün önünde ki görüntünün ne olduğunu anlamam ile Berzah’ın omuzundan hızla uzaklaştım. Geri çekilip doğruldum hemen, dağınık saçlarımı düzelttim, gözlerimi ovdum. Hala uyuyan Berzah’a kısa bir bakış attım. Derin bir uykudaydı, dünden bu yana yorgundu ve dinlenmeye fırsatı olmamıştı. Gece döndüğünü ve uyumak için yanımı tercih ettiğini görmemiştim. Saate henüz erken olduğundan onu uyandırmamaya dikkat ederek yavaşça yataktan kalktım. Sessiz olarak üzerimi değiştirdim ve odadan çıktım. Mutfakta Sara ve Kureyş kahvaltı masasında türlü şekillere girerek yaparak Saad’a yemek yedirmeye çalışıyorlardı ve onları tüm ciddiyetlerinden uzakta görmek beni gülümsetti. Beni kapıda gören Sara gülümsedi:

“Günaydın,”

“Günaydın canım.”

“Bende şimdi sizi uyandıracaktım hadi gidip eşine hazır olmasını söyle çünkü bugün şehir turu için ben ve sevgili kocam size rehberlik edeceğiz. O yüzden oyalanmadan çıkmamız lazım.”

“Berzah’ı uyandırayım o halde.” diyerek tekrar odaya döndüğüm de Berzah’ı uyanmış gördüm bu defa. Üzerinde eşofmanlar saçları dağınık telefonla konuşuyordu:

“Sen anlaşmayı ayarla yeter, gerisini ben halledeceğim.” bana göz ucuyla baktığında sessizce:

“Sara ve Kureyş şehri gezdirecekler, hazırlanalım.” Dedim başıyla onayladı.

Berzah’ın konuşmasını beklerken çantamı hazırlamaya başladım. Valizden onun kıyafetlerini de çıkarıp ona uzattım kaşlarımı çatarak acele etmesini söyledim ki telefonumu elinde gördüm. El işaretiyle telefonum sende ne arıyor der gibi yaptığımda bana bakmak ile yetindi. Talha ile her ne konuşuyorsa ona odaklanmıştı sadece. Bir on dakika daha onu bekledikten sonra nihayet konuşmasını bitirdi.

“Hemen hazırlanıyorum.” dedi banyoya yönelerek, kapıyı kapatmadan hemen önce son kez bana bakıp ekledi: “Rehberini yeniden düzenledim.”

Hemen telefonu elime alıp rehbere baktım. Birkaç numaranın silindiğini ve yeni numaraların eklendiğini gördüm. O banyodan çıktıktan sonra uğraştığım telefonuma bakıp gülümsedi, aynaya dönüp dağılan saçlarını düzeltirken:

“Acil durum için birkaç numara ekledim, diğerleri fuzuliydi.” Dedi ona sinirli bakışlar atarken o bundan keyif alarak devam etti: “Ayrıca kocanı Berzah A. diye kaydetmen sence de biraz resmi değil mi? O yüzden…”

Kendi telefonunu alıp tuşladı ardından Berzah’ın güzel bir tebessüm ile karşıya benimde onun tebessümüne bakıp gülümsediğim habersizce çekilmiş nişan fotoğrafımız ekran da çıktığında şaşırdım.

“Fotoğraflar çıktı mı?” ardından üstte ki ismi görünce ne yaptığını anladım, bana sırıtarak bakan Berzah’a baktım:

“Sevdiğim❤ arıyor mu?”

“Evet. Çok sevdiğim yahut tek sevdiğim veya hep sevdiğim de yazabilirsin.”

“Birincisi telefonuma kimi nasıl kaydedeceğime ben karar veririm. İkincisi arkadaşlarımın numaralarını silmene kızdım. Üçüncüsü ise başka resmimiz yok muydu? Burada çirkin çıkmışım.” Berzah söylediğim ilk iki uyarımı görmezden gelerek bana bakıp gülümsemeye devam etti:

“Bana o kadar güzel bakmışsın ki kim görse kocana âşık olduğunu anlar.” Bunun için neden önemli olduğunu anladım ama sessiz kaldım. Ardından aklıma gelen düşünce ile telefonu alıp Berzah’ın numarasını tuşladım, birkaç saniye sonra ekranda yazan; “ Hare.” ismini görünce kaşlarım çatık ona soran gözlerle baktım:

“Ne?” dedi anlamayarak.

“Sen neden değiştirmiyorsun?” diye sorduğumda ifadesiz bir yüzle bana baktı. Değiştirmeyeceğini bildiğim için sinirle kalkıp çıkacaktım ki kolumdan tuttu. Ardından telefonu eline aldı. Birkaç saniye sonra telefon ekranında; “Karım.” yazısı belirdi. Daha romantik bir şey beklediğimden olsa gerek tatmin olmadım. Telefonu elinden alıp adı tekrar düzenledim. Ve arayıp ekranı Berzah’a gösterdim; “Sevdiğim❤” yazısını görünce başını çevirip gülümsedi. Cesaret alıp telefonu tekrar elime aldım:

“Hatta resim de koyalım.” dediğim anda telefonu elimden çekti:

“Resim olmaz.”

“Neden?”

“Çünkü senin güzelliğini herkes görmesin.”

Telefonu cebine koyup beni beklemeden odadan çıktı.

. . .

Sabah kahvaltısı için şehrin en gözde mekânlarından birine götürdü bizi Kureyş ve Sara. Şehir oldukça zengin olduğundan lüks ve dini muhafazakârlığın olduğu bir yaşam var. Ülke de geçim kaynağı petrol ve birçok göçmen bulunuyor şehirde her yerde çoğu da Asyalı. İnsanlar kültürlü, sıcakkanlı ve misafirperverler. Ayrıca sadece annemin ailesine bakmış olsam da insanların eğitim düzeyleri de hayli yüksek. Çoğu yurt dışında eğitim görüp ülkesine geri dönüyormuş. Bazıları orda yaşamayı seçmek istiyor ama ailesi kabul etmeyince kendi ülkesine geri dönüyormuş. Ailede bunun örnekleri de bayağı çok. “Her ne kadar yurt dışında okusalar da dönmek zorundalar.” dedi Kureyş eğer aileden biri geri dönmek istemezse -ki bu sadece bizim aile kuralımız- aileden reddediliyor ve herkesle irtibatı kesiliyormuş. En açık örnek Muhammad. Babası Muaz amca Londra’da annesi Kate ile tanışmış ve âşık olmuş. Geri dönmeyeceğini söylediğinden aile fertleri onu reddedeceklerini söylemişler; “Bir erkeğin toprağının atasının kendisine yüz çevirmesi kadar onurunu zedeleyecek bir şey yoktur.” diyor Kureyş ben ona katılmıyorum ama Muaz amca benim gibi düşünmemiş âşık olduğu kadını terk etmiş hem de oğluna hamile iken. Ve annem. Muaz amcanın aksine cesaret göstermiş ve babama bağlı olmanın bedelini ailesini kaybederek ödemişti. Sevgili ailem sırlarla gizemlerle dolu ve yeni şeyler duydukça hala bile devam eden geleneklerinin annemin zamanında şartların ne kadar ağır olduğunu göz önünde bulundurup babamla evlendiğini düşünmek şaşırtıcı geliyor, ama aslen onunla bir kez daha gurur duymama sebep oluyor.

Şehirde gezmek için alışveriş merkezleri dışında birkaç tarihi yer, müze ve çarşısı var k ben en çok çarşısını sevdim. Sara ile tüm çarşıyı gezdik. Buraya gelirken onlara hediye getirmediğim için aklıma gelen gelemeyen herkese küçük hediyeler aldım, ayrıca Şükran teyze, Elçin ve Lale teyzeyi de unutmadım. Berzah elimde ki paketleri gördüğünde gözleri büyüdü onun o haline gülmemek için kendimi zor tuttum. Ardından dinlememiz için Sara bizi çok nezih kültürel bir kafeye götürdü. Geleneksel ve modern mimari ile döşeli birçok bina gibi kahve evi de oldukça güzeldi ve nihayet Kureyş açlıktan bayılmamız için bizi güzel bir restorana götürdü ve nefis bir sofra kuruldu. Arap mutfağının yanında Asya mutfağının da olduğunu söyleyen Berzah yemeklerden oldukça memnun kaldı.

Yemekten sonra şehrin sahilinde güneş yavaş yavaş batarken kısa bir yürüyüş yaptık. Sara ve Kureyş önümüzde yürürken bizde sessizce arkalarından ilerliyorduk. Kureyş Sara’ya sarılıp elini tuttuğunda gözlerim istemsiz oraya takıldı ve aralarında ki sevgi gülümsememe neden oldu. Aynı manzaraya bakan Berzah’ta benzer hisler beslemiş olacak ki eli birden elimi kavradı.

“Akşam esintisi çok güzel.” Dedi gülümserken: “Ve aynı sevgi benim içimde de var... Çöllerden ve bu denizden daha fazla… İçime sığamayan dolup taşan cinsten ve sanki herkes bunu görüyor gibi.” Ona gözlerim çakmak çakmak baktım. Şaşırmıştım çünkü söyledikleri dünyanın en güzel şiiriymiş gibi çalındı kulağıma.

“Sevgidir. Kaçıp saklanacak yer arar bazen. Öyle ki söylenmeden bilinmiyor.” Berzah’ın yüzünü hafif bir gülümseme kapladı. Bakışları uzaklara daldı bir süre ardından usulca şaşırdığım bir soru sordu.

“Annenle babanı özlüyor musun?”

“Evet. Öyle çok ki bazen kendimi tutamıyor neden diye isyana yelteniyor dilim. O anlarda çok zorlanıyorum.” Bana baktı:

“Ne yapıyorsun öyle zamanlarda?”

“Bir inşirah okuyorum üzerine belki bir de Duha. Özlemi Veren’e dönüyorum yani.”

“İmanlı olduğun için bu kadar kolay atlatıyorsun.”

“Sen imansız mısın?”

“Demek istediğim o değil. Sadece inanç konusunda benden öndesin. Tam bir teslimiyetin var. Sen Allah’tan eminsin ve korkmuyorsun.”

“Aslında korkuyorum ama bu korkumdan da Allah’a sığınıyorum.” Berzah gülümsedi.

“Risale-i Nurda şöyle yazar; İman, insanı insan eder; belki, insanı sultan eder. Hakikî imanı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir.” Durdu ve etkilenerek söylendi:

“Hakiki iman ve kâinata meydan okumak...”

“Müthiş bir şey değil mi? Ama içinde ki intikam hırsı ve kin seni bunlardan ayırt etmeye yeter de artıyor Berzah. Şimdi hayata tutunma gayen olarak gördüğün ve oynadığın bu oyun bittikten sonra büyük bir boşluktan başka hiç bir şey olmayacak hayatında. Tatmin olacağını ise hiç düşünmüyorum. Sen bildiğin o insanlardan değilsin. İntikam aldıktan sonra rahatlayacağını mı düşünüyorsun? Hayır.” Ona döndüm ve uzanıp kalbinin üstüne dokundum: “Sen merhametli bir insansın ve kulaklarında ki sesi susturamayacaksın, gözlerinde ki görüntüyü silemeyeceksin ve zihinde ki keşkeği atamayacaksın. Vicdanından kaçamazsın.” Donuk bakışlarla beni dinlerken bir den güldü ve tekrar yürümeye başladı. Onu etkileyemediğimi anladım bir kez daha.

“Fazla akıllısın. Her seferinde sözü kin ve intikam üzerine çekiyorsun.” Durarak kolunu çekiştirdim ve önüne geçip gözlerinin içine baktım.

“Korkuyorum. Bu da bir imtihan ve sen kaybedersin diye. Cehennem şaka değil Berzah ateşlerde yanar insan. Bile bile cehenneme adım atmana nasıl müsaade gösterebilirim? Aklında tek bir düşünce var en sevdiğinin intikamını düşleyerek uyuyup uyanıyorsun, kimseyi görmüyorsun, duymuyorsun, yanlışa gittiğini bile fark etmiyorsun. Merhametsiz değilsin, merhametsizi oynuyorsun. Endişeden ölmek üzereyim, bugün mü yoksa yarın mı? Daha neler olacak diye, daha başka ne olur diye. Oyunun bittiği an ne zaman olacak ve bu oyunda biri yanacak ama kim?” aramızda bir sessizlik oluştu ve ardından:

“Bakma bana öyle.” dedi iki kaşının ortasında ki o ince çizgi belli ederken kendini ama kızgın değildi ama ben kızgındım ve gözlerimin dolmasına sebep olacak kadar da üzgündüm.

“Berzah,” aynı anda uzanıp sarıldı bana sımsıkı. Başını boynuma gömerken:

“Yeter.” Dedi usulca.

Gün batarken usulca ufukta orada gerçekten emin oldum; Berzah’ı ikna edemeyecektim. Ne dersem diyeyim hatta ölsem bile Berzah aklında ki oyundan vazgeçmeyecekti.

. . .

Akşam yemeğinden sonra kalabalık dağılmış, kadınlar ve erkeklerden oluşan iki grup da terasın birer köşesine çekilmiş neşe ile sohbet ederken bir tek ben ve Berzah suskunduk. Bize sorulan sorulara cevap veriyor onun dışında tek kelime etmiyorduk hatta Berzah’ın aksine ben anlatılan konunun ne olduğunu dahi bilmiyordum. Bir ara onunla göz göze geldik. Bakışlarında ki derinlik bir başkaydı bu gece bir şey vardı sanki lakin bildiğimin tüm hiçbir elime karşılık vermiyordu bu hissi anlamaya. Bakışlarını kaçırdı benden yeniden ve bir daha da bakmadı benim olduğum tarafa. Sahilde konuştuklarımızı düşündüm tekrardan. Annemle babamı özleyip özlemediğimi sormasını düşündüm. Kimi özlüyordu? Babasını, belki de annesini. Sorarken ki ses tonunu anımsadım üzüntü gelip kuruldu içime onun özlemi üzüntüm ile birleşti. Bazı zamanları vardı ki Berzah’ın; böyle sesinde ağlayabileceğin, duyunca içinin parçalandığı… Ya da bazen öyle bir bakışı vardı ki bin tane kelimeyi yan yana da getirsen anlatamazsın anlamını… Safir gözleri adını hüzün diye çağrıştırıyor. İşte o hüzün kelimesinin mateme döndüğü bir bakıştı bu defa ki. Berzah’ın ruh hali beni de sardı. Başım ağrımaya başladı, bir halsizlik çöktü üzerime. Duramadım daha. Nefise’ye dönüp müsaade isteyerek ayağa kalktım ve odanın yolunu tuttum. Uzun bir süre bekledim Berzah’ı halinde ki değişimin ne olduğunu sormaktı niyetim ama gecikti. Göz kapaklarım ağırlaşırken Berzah hala gelmemişti.

. . .

Sabah karşı Berzah kolunu başının altına almış uyuyordu. Üzerini dahi değiştirmemişti. Battaniyeyi çekiştirip üzerine öttüm. Yüzüne uzunca bir müddet baktım. Kaşları çatıldı, huzursuzlaştı, anlamadığım bir ses çıkardı. ‘Hep aynı rüyayı görüyorum.’ Deyişi geldi aklıma. Yine kâbus görüyordu. Bu defa kim ölüyordu gözlerinin önünde? Bir an uyandırıp onu o k3abustan çekip gördüğünün sadece bir rüya olduğunu söylemek istediysem de yapmadım. Ayağa kalkıp abdest almak için banyoya ilerdim.

Sabah namazında duamı ettikten sonra güneş doğana kadar seccadeden kalkmadım. Etraf hala yarı karanlıktı. Yatağa oturduğumda Berzah hala aynı pozisyondaydı ama çatılan kaşları kaybolmuş, gördüğü kötü rüya son bulmuş kayıtsız bir uykuya dalmıştı bu defa. Yavaşça uzandım yanına gözlerimi bir an olsun ondan ayırmadan ve uyandırmamaya dikkat ederek. Destek vermek ister gibi, bana destek olsun diye umar gibi elimi kaldırıp parmaklarımın ucuyla koluna dokundum. Sanki onunla olduğumu böyle anlatabiliyormuşum gibi. Ona dokunmak, yanımda olduğunu somutlaştırmak daha iyi hissettirdi bana. Gözlerimi kapattım ve içimden bir duaya başladım.

Uyku ile uyanıklık arasında ki o ince çizgide yürürken parmaklarımın değdiği yumuşaklık, bir el tarafından kavrandı ve nerde olsa bildiğim adamın kokusu daha da yoğunlaştı. Başımın üzerine dayadı çenesini, elimi sımsıkı tuttu. Kokusu beni sardı sarmaladı. Ninni dinleyen bir çocuğun demlerindeydim. Var ile yok arasında, hayal ve gerçeğin ortasında. Zorlayarak gerçek mi diye yoklamak için gözlerimi hafifçe araladım Berzah’ın giydiği siyah kazak belirdi gözümde. Bir gülümseme belirirken dudağımda deliksiz bir uykuya bıraktım kendimi.

Uyandığımda saat ilerlemişti ve Berzah yoktu. Komodinin üzerine dayımla beraber şirkete gideceği notunu bırakmıştı. Bu da demek oluyordu ki akşama kadar gelmeyecekti. Yataktan kalkıp elimi yüzümü yıkamak için banyoya gittim. Üzerimi değiştirdikten sonra salona gittiğimde Nefise salonda Junaid’i okuduğu kuranı dinliyor yanlışlarını düzeltiyordu.

“Kaç defa daha yanlış okumakta ısrar edeceksin merak ediyorum. Tekrar oku.”

“Allah kolaylık versin.” dediğimde ikisi de bana döndü. Junaid’in yüzünde hınzır bir gülümseme belirdi ve gülerek önünde ki Kuran’ı kapatıp zafer kazanmış bir edayla annesinin önünden kalkıp yanımda geçerek gözden kayboldu. Nefise’ye döndüğümde sitemkâr bir şekilde söylendi:

“O kadar inatçı ki yanlışlarını düzeltmeme fırsat vermiyor. Sen gelene kadar o sayfayı ezberletmeliydim.”

“Bir yere mi gideceğiz?”

“Bugün Farah abla seni evine bekliyor. Kahvaltını yap, çıkalım hemen.”

“Canım bir şey istemiyor. Çıkabiliriz.”

Yarım saatlik bir araba yolculuğundan sonra şehrin ortasında büyük bir taş eve geldiğimizde ısrar etmeme rağmen Nefise’nin elime tutuşturduğu böreğe benzeyen atıştırmalık yiyecekten son lokmamı almıştım. Kapıda yine bir kadın seli vardı ve tüm bu üyelerin hepsi benim üvey kuzenlerim sayılıyordu yani teyzemin eşinin ikinci karısının çocuklarıydı. Neredeyse hepsinin arasında birer yaş vardı ve tıpatıp benzemelerine bakılırsa iki tanesi de ikizdi. Hepsine güzelce sarılıp hoş geldinlerini kabul ettikten sonra Farah teyzeme sarıldım hemen yanında daha genç olan bir kadın bana bakarak gülümsedi; yaşına rağmen hala güzelliği yüzünden okunuyordu ve samimi sıcacık bir tebessümü vardı. Teyzem bizi tanıştırdı:

“Risal, kocamın ikinci eşi.” kadın bana gülümseyerek yaklaştığında bende karşılık verip sarıldım. Sonra hep birlikte büyük bir salona geçtik. Dayımların geleneksel evine oranla bu ev tamamıyla modern çizgiler taşıyordu. Evin en güzel tarafı ise her köşede oynayan çocuklar ve onların eve neşe katan sesleriydi. Sohbet sırasında üç veya dört yaşlarında bir çocuk koşarak gelip Farah teyzeme sarıldı:

“Annecim, abime kızmalısın.” derken heyecanla anlatışına bende diğerleri de güldük. Teyzemin çocuklarının olmadığını ve kucağında ki Omar’ın üvey oğlu olmasına rağmen öz annesinden önce teyzeme koşuşunu gülümseyerek izledim.

Tek eşinin bir kusuru olmadığı halde zevk için ikinci bir eşle evlenme fikrine karşıydım. Teyzem bildiğim kadarıyla kısırdı ve bunu öğrendiğinde boşanmak istemiş ama kocası Uhud bey bunu reddetmiş ardından evlenmesi konusunda anlaşmışlar ve teyzem gidip kendi eliyle Risal’i isteyip evlendirmiş kocasını. Risal’i ve teyzemi arasında ki saygı ve sevgiye bakınca, çocukların teyzeme de anneleri gibi davrandığını görebiliyordum, sanırım Uhud bey iki kadın arasında adaleti sağlayabiliyordu. Bu gerçekten de ona saygı gösterilecek bir durumdu. Ama emindim her ne kadar ikisi arasında eşit bir adalet sağlanıyor olsa da hiçbir kadın eşini paylaşmak istemezdi.

Kendimi Teyzemin yerine koydum. Sevdiği adama bir çocuk dahi verememek kadın için oldukça acıydı. Bunun üstesinden gelebilmenin ise kolay olmadığını biliyordum. Eğer ben olsaydım dedim, Berzah’ı kendi elimle evlendirebilir miydim? Bir başkasının onun karısı olmasına dayanabilir miydim, emin değildim. Düşününce dahi zorluğu boğazımda bir yumru oluşturdu. Düşündüm ki eğer kaderde varsa ve başa gelirse en olmaz sanılacak durumlar bile olabilirdi.

Lütuf ile kahrın arasında ki ayrımı bilmek gerekti. Şimdiye dek imtihan saydığım bu sevginin değerini bilemiyormuşuz gibi hissettim ne Berzah ne de ben. O benim yanımdaydı ben onun. Benim bir adım mesafemdeydi ve ben onu kendimden uzak tutuyordum. Berzah’ın özüne dönmesini isteyerek yaptığım bu durum onu intikamından vazgeçirmemişti belki de geçiremeyecekti de. Düşündüm ki belki de Berzah’ın özü buydu ve kader burada bir çarkını çevirip bizi karşılaştırırken beni ona bir dayanak olarak göndermişti çünkü şimdiye dek benim dayanağım oydu. Kendi kendime gülümsedim. Yanımda iken kıymetini bilmeliyim, dedim, yarın ya da iki dakika sonra çok geç olabilirdi. Madem Berzah’ın yolu buydu yanında yürü o halde, beraber bulun o sonu. Zaman geçiyordu ve biz geride kalıyoruz. İçime dolan heyecanla o an Berzah’ı görmek istedim. İzin isteyip bahçeye çıktım. Berzah’ı aradım ama açan olmadı. Mesaj butonuna tıkladım:

-Acil ara, bir şey söylemem gerek.

Ondan sonrası zaman geçmek bilmedi. İçimde ki Berzah’ı görme ona sarılma arzusu çıkamadı, daha da derinleşti içimde. On dakika da bir telefonu kontrol ediyor oluşum diğerlerinin de dikkatini çektiğinde aralarında kıkırdayıp fısıldaştılar. Berika elimden telefonu kapıp güldü:

“Kocanı çok seviyorsun anlıyoruz ama akşama kadar sabredemiyor musun?” Bende dâhil bir gülüşme kapladı salonu. Elinde tuttuğu telefonu kapatan Berika’ya bir şey diyemeden kızaran yüzümle başımı eğdim.

Nihayet güneş batmaya yüz tutmuşken kalkabildik. Telefonu elime aldığımda üç cevapsız arama ve ne olduğunu, nerde olduğumla ile ilgili iki mesaj vardı. Son mesaj 2 dakika önce gönderilmişti. Telefon tekrar titrediğinde hemen açtım.

“Berzah?”

“Acil olan ne?”

“Seni görmem lazım.”

“Bir şey mi oldu?”

“Hayır, sana bir şey söyleyeceğim.”

“Söyle dinliyorum.”

“Hayır, böyle değil yüz yüze konuşalım.”

“Beşir Bey’in Londra’dan misafirleri var. Onları bırakabileceğimi sanmıyorum. Akşam konuşuruz.”

Berzah telefonu kapattı. Bana göre çok uzun gelen araba yolculuğu sona erdiğinde Berzah’a ne söylemem gerektiğinin bilmem kaçıncı provasını yapıyor her seferinde başa alıyor tekrar birleştiriyor bir sonuca varamıyordum. Ona neyi nasıl söyleyeceğimi bilememem daha çok paniklememe sebep oluyordu ama kararlıydım. Ona hissettiklerimi söylemeliydim çok geç olmadan. Sonunda akşam yemeği vakti geldiğinde salonda oturuyordum. Berzah ve dayım salona girdiğin de ayağa kalktım. Dayımın arkasından Berzah bana göz kırpıp gülümsediğinde aynı şekilde bende ona göz kırptım. Beklemediğinden şaşırdı önce ardından da gülmemek için kendini zor tuttu.

“Beşir Bey, müsaade ederseniz Hare’yle bir konuşmam gerek.” Diyerek izin aldı o gülüşün ardından, bunu söylediğine sevinmiştim ama aklımda kurduğum tüm o cümleler o an uçup gitmişti. Berzah ile beraber salondan çıktığımızda arkamdan usulca beni takip ediyordu. Heyecana kapıldım. Bir anda arkamı dönüp ona baktım, beklediğimden de zor olacak gibiydi:

“Ben bir mutfağa bakayım sanırım Nefise beni çağırdı.” diyerek yanından geçerken kolumdan tutup beni durdurdu:

“Ben bir şey duymadım.”

“O zaman Sara’ya bakayım.”

“Önce bana söylemen gereken ne onu söyle.”

“Acil değil.” gitmeye yeltendiğimde beni tekrar durdurdu bu defa nazik değildi. Elimden tutup beni odaya kadar peşi sıra sürükledi. Odaya girip kapıyı kapattı ve yanıma gelip tam karşımda durdu. Ellerini göğsünde birleştirip gözlerini üzerime dikti:

“Dinliyorum.” dedi itiraz istemeyen bir sesle. Gerginlikten ucu ile oynadığım şalımı bıraktım. O benim kocamdı ve bu kadar utanmamı gerektirecek bir şey de yoktu ama duygularımı itiraf etmenin bu kadar zor olacağını düşünmemiştim.

“Yol karanlık. Ama aydınlanır da. Mühim olan yaslanmak değil. Kendisini beklemek de değil. Sana geldi bu yüzden mutlaka onunla olmanın bir sebebi var. Yanında durmalı demek ki. Yolu birlikte yürümeli onunla karanlıkta olunursa belki aydınlanacak…” Berzah kaşları çatık ne söylediğimi anlamaya çalıştı ardından elini uzatıp alnıma dokundu.

“Ateşinde yok. Ne sayıklıyorsun?” derin bir nefes aldım. Kendimi kasmayı bıraktım ve pes ettim.

“Beni yalpaladığım yolumda tutup ayağa kaldıran sana olan hislerimdi. Kendi kendime, kendi başıma sardığım o duygularımı gün be gün derinleştirdim. Sonra bunun olmaması gerektiğini senin bana nasip olmadığını hatırlattım kendime. Ama bir şekilde sen bana nasip oldun. Ama oyunundaydın ve beni sevmiyordun, kullanıyordun. Sonra oynadığımız sevgi oyununu sevdim. Senin de seveceğini bilmiyordum. O da nasip oldu. Belki de hep nasipti ama ben geç fark ettim. Gözün gönlün intikam hırsındaydı. Bundan vazgeç istedim ki seni korkmadan, endişelenmeden, üzülmeden sevebileyim. Ama fark ettim ki bunlar olmadan da birini gerçekten sevemiyorsun. Kalbim ateşte gibiydi ama aşkın da ateşinde aynı şey olduğunu öğrendim. Senin imtihandan, kahırdan, kederden de öte lütuf olduğunu belki de geç kabullendi yüreğim.”

Onun şaşırdığını gördüm. Bakışları açıldı, mavi bir şehrin, Dolunay sız haline döndü, lacivert bir kitabın son sayfasının kapağı gibi, unutma beni çiçeklerinin gece rüzgârda sallanışı gibi… beni göm ama unutma diyen çiçekler gibi…

“Acil olan şey bu muydu?” başımı sallayarak onayladım.

“Yarın ölüm müdür yolun sonu mudur bilemem, sana mükemmel bir eş olabilir miyim garanti edemem. Ama zaman geçiyor ve ben geride kalarak keşke demek istemiyorum.“ Berzah başını çevirdi derin bir nefes aldı gülümsedi bana tekrar baktığında safir şehrinde yağmur çiselemeye başlamıştı, usulca bana yaklaşıp yüzümü avuçladı ve fısıldadı:

“Söyle.”

“Neyi söyleyeyim?”

“Yüreğinin sadece benim için çarptığını.”

“Biliyorsun.”

“Yüksek sesle söyle.”

“Yüreğim sadece senin için çarpıyor.”

Cümleyi bitirmem ile Berzah’ın kolları beni sardı. Elinde olsa içine hapsedecek gibiydi sarılışı. Ürkekçe kollarımı kaldırıp beline doladım. Bir sarılışın anısı hiç bu kadar derin olmamıştı bende ve hiç bu kadar anlam kazanmamıştı gözüme. Her şeyi bir kenara attım Berzah ve bendik sadece. İlk defa bizdik.

“Ne kadar zamandır seni beklediğimi bilemezsin. Çok şükür.”

“Sende ne zamandır içimde tuttuğumu bilemezsin.” geri çekilip gülümsedi. Ardından alnıma bir öpücük kondurdu:

“Seni bilmem ama benim gibi günahkâr bir adama sen ancak lütuf olabilirsin.” elini kaldırıp yanağımı okşadı ve bakışları daha da yumuşadı: “Bende pek iyi bir adam değilim galiba. Bundan dolayı üzebilirim seni, kırabilirim, incitebilirim… Ama onarmak için elimden geleni yapacağım. Ve ne olursa olsun seni asla bırakmayacağım. Çok seviyorum.”

Berzah gözlerimin içine bakarken söylediği şeyi yapan bir adam olduğunu bir kez daha hatırlattım kendime. Bu adam beni sevdiği sürece asla bırakmayacaktı ve bana olan sevgisi hiç azalmayacaktı. Bir kez daha ona sımsıkı sarıldım.

. . .

Akşam yemeğinde sürekli gülümsüyor oluşum kimsenin dikkatinden kaçmamıştı. Bana bakılan imalı gözlerde gülüşlerde bugün beni rahatsız etmiyordu. Mutluydum kalbimden bir sıcaklık tüm vücuduma yayılıyordu. İçimde ki sevgiyi ona söylemem beni rahatlatmış ve karşılığını görmem de beni çok mutlu etmişti. Yemekte, yemekten sonra ki kahve de, ardından gelen ikramlar da ve yapılan sohbet de nasıl geçti bilmiyordum. Onlarlayken aynı zamanda Berzah ileydim de.

“Berzah’ı çok seviyor olmalısın.” Sara’nın sesi ile ona döndüm. Terasta ikimiz yalnızdık. Yüzümde gülümseme kapıya baktığımı da orada fark edip utanarak önüme döndüm.

“Sanırım evet. Sevginin insanı sarhoş edeceğini okur görürdüm, ama yaşamak şuan nasip oldu.”

“Bunun için şükretmelisin. Ben de her Kureyş’e baktığımda bunu hissediyorum.”

“Evet, bunu görebiliyorum… Siz görücü usulü mü evlendiniz?”

“Sayılır. Bir gün bizim evin önünde arabasını park ederken yanından geçtim. Bana orda âşık olduğunu söylüyor ama sanmıyorum çünkü ben onu o da beni arkadan görmüştü. Yüzümü görmediği halde bana âşık olduğunu söyleyen bir adam yalancının tekiydi bana göre.”

“Evliliği sizin yaptığınızı sanıyordum hatta bizzat senin isteğinle.”

“Evet, bu doğru.” Elinde ki şerbetten bir yudum aldı ve gülümseyerek karanlık manzaraya baktı, anlatmaya başladı: “İlk olarak onlar evlilik talebinde bulunduğunda diğer gelen teklifler gibi anında reddettim. Sonra ki gün Kureyş benimle görüşmek için eve geldi. Ve selam verdiğimde yüzüme bile bakmayarak ‘size âşık oldum’ dedi. Şaşırdım ve benim ona âşık olmadığımı belirttim. Bana nasıl âşık olduğunu sordum daha yüzümü bile görmeden. ‘Varlığınız bana yetti de arttı.’ dedi. O an karşımda ki adamın ya bir aptal ya da bir yalancı olduğunu düşünmüştüm. Yine reddettim ve aynı şekilde ikinci teklifini de. Aradan epey bir zaman geçti. Başka bir evlilik talebi geldiğinde onu da reddedersem ailemin kızacağını bildiğim için tamam dedim. İsmi Ahmed’ti, avukattı. İyi birine benziyordu ailemin gözünde. Yüzüklerimizin takılmasından bir gün önce dua etmek için meydandaki büyük camiye gitmiştik, namazımı kılıp bahçede annemleri beklemeye başladım. İkiye ayrılan mescidin diğer tarafında, tanıdık bir ses işittim. İlk başlarda hatırlayamadım ama az sonra Kureyş’in sesi olduğunu anımsadım. Arkadaşlarıyla konuşuyordu. Yanındakilere aynen şunu dedi: “Hayatımda ilk defa bir kızın kokusunu hissettim, yüzünü tamamen gördüm ve aklımdan çıkmıyor. Aklıma her geldiğinde cehenneme yaklaştığımı hissediyorum. Onunla evlenmeliydim ama artık çok geç.” Nişanlandığımı duymuş üzülmüştü. O gün akşama kadar düşündüm ve anında aklıma gelen şeyle babamın yanında aldım soluğu Ahmed ile evlenmek istemediğimi başkasını sevdiğimi söyledim. Babam çıldırdı tabi hele ki Kureyş olduğunu duyduğunda. Nişandan vazgeçemeyeceğimizi söylediğinde ‘Kureyş ile ilişkim var’ diye yalan söyledim. Babamın surat ifadesini asla unutamam. Kalp krizi geçirmediği için Allah’a hala şükrediyorum. İlk olarak babam arayıp damat tarafına bin bir özürle nişan yapılmayacağını söyleyerek haber verdi. Ardından hiç beklemediğim bir şey yapıp kolumdan tuttuğu gibi beni buraya getirdi. Salona girdiğimizde Kureyş ve Beşir babam oturuyorlardı bizi gördüklerinde şaşırdılar. Özellikle de Kureyş bana bakıp dondu ta ki babam ‘Oğlunun kızımla ilişkisi var. Bunun için evlilik talep ediyorum.’ diyene kadar. Beşir babamın da Kureyş’in de dili tutuldu. Nefise’nin gözleri Kureyş’e kaydı. O an benim yüzümde ki ifadeden olsa gerek Kureyş de katıldı oyunuma… İşte sonra evlendik.”

“Peki, yüzünü nerde görmüş?”

“Kureyş’in bir arkadaşı doktor adı Muslin gözlerimde bir problem olduğu için ameliyat olmuştum. Ameliyattan sonra geçici görme bozukluğu yaşıyordum bu yüzden muayeneye gitmiştim. O gün Kureyş de hemen perdenin arkasında bekliyormuş ve ben görmeden uygun olmadığı için Muslin gitmesini söylemiş. Onun yanımdan geçişini de durup birkaç saniye bana baktığını da çok sonradan öğrendim.”

“Kalbin mimlendiği o kişi hiç şaşırmıyor değil mi?”

“Hem de hiç… Elhamdülillah… Kureyş kurbanlar adaklar sunmuştu bu yalan yüzünden cehenneme gitmememiz için, bende hala tövbe ediyorum. Elhamdülillah, Rabbin beni o gün doktora gitmemi sağladığına da, o kadar isyan etsem de gözlerimin bozuk olmasına da, beni Kureyş’e gösterdiğine ve onu kaderime yazdığına da. Hep şükrediyorum.”

“Subhanallah,”

Odama doğru giderken aklım hala Kureyş ve Sara’daydı. Kapıyı açıp tekrar kapattığım o anda arkamdan bana dolanan bir çift kol ile korkarak bir çığlık attım ve ayağım kapının önünde ki büyük vazoyu devirdi. Bir gürültü ile yuvarlanıp odanın diğer köşesine düştü. Berzah’a baktım elimde kalbimde.

“Niyetin bir ordu akrabalarını buraya yığmak mı?”

“Korkuttun.” Uzanıp bana sarıldı.

“Geç kaldın. Seni bekliyordum.” Yutkundum ve heyecanlanarak geri çekildim.

“Ben çok yorgunum, çok da uykum var. Uyusak mı?” geri çekilip bana baktı bir kaşını havaya kaldırıp sırıttı, hiç de hayra alamet olmayan bir gülüştü bu. Bir korku kepenklendi yüreğime:

“Daha güzel bir fikrim var sana-“

“Hayır.”

“-masal okuyayım.” dediğinde korkudan açılan gözlerimi hemen kapattım. Yüzüm utançtan kıpkırmızı kesildi. Ardından ondan uzaklaştım:

“Benden korkuyor musun?” diye sordu sessizce. Bu halde karşımda durup bu şekilde bana bakarken nasıl korkmam dedim içimden.

“Hayır, sadece gerginim.”

Derin bir nefes alıp bana bir adım yaklaştı. Ona baktım, bana şefkatle bakan gözlerinin en derinlerine. Berzah nasıl oluyor da bana bu kadar güzel bakabiliyordu diye düşündüğüm sırada yüzümü avuçladı:

“Faysal amca dedi ki biraz sert ol, kadın kocasından korkmalı çekinmeli. Ama… Ben senin benden korkmanı istemiyorum…” Alnımdan öpüp geri çekildi: “Gerginlik konusunda da sana isteğin dışında dokunmayacağımı daha önce de söylemiştim.”

Gidip hoşnut olmadığını gayet açık eder bir tonda yatağa oturdu ve yorganı üzerine çekti. Sonra telefonunu eline aldı benimle ilgilenmediğini belli ederek. Kızmıştı. Ona gülmemek için kendimi zorlayarak banyoya gittim. Üzerimi değiştirerek yanına geldiğimden bana belli etmeden beni süzmeye başladı. Ardından yanına gidip oturdum. İkimiz de ne yapacağımızı bilemeden sadece oturduk bir süre ardından Berzah elinde ki telefonu bıraktı.

“Bu kadar da değil ama.” Uzanıp bana sarıldı. Saçlarımdan öptüğünde gülerek ona sarıldım, derin bir nefes aldı.

“Saçlarını ilk gördüğümde sana dokunamamak çok zor gelmişti.” dediğinde geri çekilip gülümseyerek ona baktım. Yüzüme değen bir tutam saçımı kulağımın arkasına iterken devam etti: “Senin beni sevmediğini sanıyordum bu yüzden sana dokunamazdım.”

“Bende senin benimle dalga geçtiğini falan düşünüyordum.”

“Cidden mi? Tabi ama bana bir baksana.” elimle omzuna vurduğumda güldü:

“Sana dokunmanın bu kadar güzel olduğunu bilmiyordum. Sanırım döndüğümde Murat denen o adamı öldürebilirim.”

“Bunu yapamazsın.” bir süre sessiz kaldı:

“O gece… Murat sana âşık olduğunu söylediğinde…”

“Bizim sandığın gibi bir-”

“Biliyorum. Sadece ne hissettiğini bilmek istiyorum.”

“Hiç.”

“Hiç mi?”

“Evet hiç. Hatta rahatsız oldum ve onu bir daha görmek istediğimi de sanmıyorum.” Rahatladığını hissettim. Gülerek Arapça bir taklit ile cevap verdi.

“Çok güzel.” Güldüm.

“Bunu da nereden öğrendin?”

“Büyük amca bundan başka bir kelime söylemiyor da ondan.” Uzun bir sessizlik oldu aramızda. Öyle ki bir an onun uyuduğunu düşündüm. Ama kendi kendine güldüğünde ona döndüm:

“Ne oldu?”

“Seni gördüğüm o ilk gün geldi aklıma. O adamın kolundayken sadece geçip gitmem gerekiyordu yanından. İlk önce seni de eğlenmek için getirdikleri diğer kadınlardan biri sanmıştım. Size doğru yürürken bir an bir görüntü canlandı gözümde; bir hayal gibi bir anımsama, dejavu gibi. Seni o adam sana asılırken bırakmak rahatsız etti beni. Sonra bunu vicdan olarak düşündüm. Seni ondan kurtaramazdım çünkü yakalanabilirdim ve beni öldürmek bir iki saniyelerini alırdı. Senin için yapabileceğim tek şey adamın dikkatini dağıtmaktı. Burada ki kahramanlığımı asla unutmamalısın.” Durup bana baktı kendine bir övgü bekler gibi güldüm. O da aynı şekilde karşılık verdi: “Düşünüp durdum sonraları nereden hatırladığımı bilmediğim o görüntüyü. Sen Elçin ile gittikten bir hafta sonra falandı galiba bilmiyorum. Babam öldükten sonra uykusuzluk çektiğim ve sürekli kâbus gördüğüm için psikiyatristim kötü rüyalarımı yazmam için bir defter tuttururdu. İki üç falan yıl önceydi. O defteri bulup yazdığım bir rüyayı okuduğumda anladım.” Bana döndü tekrar: “Hare, sen benim Allah’tan gelen hediyemsin. Benim kaderimsin. Mademki benim en sevdiğimi aldı benden o aile, en az babam kadar değerli biri karşılık verildi bana. Sen benim eksilen yanımı tamamlayanımsın. Kahra denk gelen lütufsun. Bunun için Allah’a sonsuz şükürler olsun.” elimle kolunu tuttuğumda cildindeki yanık deriyle temas ettiğim ve içimi bir ürperti kapladı. Elimi çekmeden usulca okşadım o deriyi. Dediği doğruydu. Karşılık olarak Berzah’a gönderildiysem bunun için de alnımın secde görmesi gerekti.

Berzah’ın bana bakışı içimde bir iki kez döndü, korkumu alıp süpürdü ve ona döndüm. İçimdeki buzdan duvar yıkıldı o an, en az Berzah’ın gözleri kadar mavinin koyusuna, safirine benzeyen bir okyanusa dönüştü. İçimde ki Hare’yi bir silgi bulmuş gibi sildim ve uzun zamandır kanatlanmış kelebeklerim içimin camlarından dışarıya süzüldü. Şimdi yalnız kaldık sadece o ve ben. Berzah’a uzanıp onu öptüm. Geri çekilip ona baktığımda şaşırmıştı. Bir süre öylece kaldı ardından yarım kalan paragrafımın son cümlesini tamamlar gibi yüzümü avuçladı ve gülümsedi.


***


Loading...
0%