@cigdemgah
|
Önümde ki dosyaların hepsini elimle ittim. Bütün kelimeler aklımda oynayıp aklımın duvarlarına çarpıyor boşlukta yavaş yavaş dalgalanıyor ve amaçsız, yol bulamaz halde tekrar edip dönüyor, sonunda ince bir ağrıya sebep oluyordu. Elimle şakaklarımı ovmaya başladım ve başımı geriye yaslayıp gözlerimi tavana diktim. Önümde bilgilerini okuduğum bu insanların neler yaşadığını düşünmeye başladım. Gerçek olup olmadığını sorgulamayı bırakmıştım çoktan ama dehşete düşmekten alıkoyamıyordum kendimi. Berzah da o insanlardandı ve onun hakkında okuduklarım ise aslında onu tamamıyla tanımadığımı da gösteriyordu bana. Birinin sevmenin aslında onu tamamen tanımak olmadığını fark ettim o an. Ardından yeniden yaptıkları için bir üzüntü kapladı kalbimi. Ona karşı hissettiğim öfkenin yerinde olmadığını fark ettim. Yerini alan keder ve üzüntü bütün boşluklarımı doldurdu. Yavaşça doğruldum yerimden saat epey geç olmuştu. Kalkıp yavaş adımlarla pencereye doğru gittim. Çektiği acıyı hak ediyorlar diye çektirenlere yaşatmak istemesine nasıl anlayış gösterebilirdim? Yahut bunu istediği için onu nasıl anlayamazdım? Pencere camını açıp serin havadan derin bir soluk aldım. Düştüğüm ikilemi aklımdan çıkarmak isteyerek. Bir süre gri perdenin önünde karanlık şehrin sokaklarını izledim bir süre, ardından bakışlarım bulunduğum sokağı taradı. Sokak lambasının altında park halinde bekleyen siyah araba dışında cadde boştu. Arabaya daha dikkatli bakınca aracın siyah camı hafifçe indi. Berzah? Aynı anda masada ki telefon da titredi. Beklemeden gidip telefonu aldım elime arka plan resmini görmem ile aşağıda bekleyenin gerçekten Berzah olduğunu anladım. Telefonun ikinci defa çalmasına izin verdim, genzimi temizleyip cevaplama tuşuna bastım. “Efendim,” “Nasılsın?” Yavaşça tekrar pencereye yaklaştım. “Bu saatte bunu sormak için mi kapımda bekliyorsun?” “İyi misin diye bakmak istedim ama beni içeri almazsın diye düşündüm.” “Doğru düşünmüşsün.” Arabanın camından başını çıkarıp bana baktığında uzanıp pencereyi kapattım ve perdeyi çektim. Berzah bu hareketim üzerine son bir kez daha denedi. “Dışarısı da soğuk,” “Eve gitmelisin Berzah sabah epey meşgul olacaksın.” “Hare,” “Hayırlı geceler.” “Seni özledim.” Tereddüt ettiren yanımı görmezden gelemedim ama yine de cevap vermeden telefonu kapattım. Eğer birini gerçekten çok seviyorsanız onun tüm kusurlarını affetmek için kendinize daima birer bahane bulurdunuz. Bu aşkın en çaresiz halidir. Lakin ben bir bahane kullanmayacaktım. . . . “Sakin ol. Derin derin nefes al. Rahatla, işte böyle. Aferin. Ah! Hiçbir işe yaramıyor.” Yarım saatten fazla bir süredir yatak odasında oturduğum pufun üzerinde sakinleşmeye ve heyecanımı atlatmaya çalışıyordum. Tabi bir işe yaradığı söylenemezdi. Şimal’in verdiği ilaçları içtiğimden bu yana daha iyi hissediyordum kendimi en azından bir mafya liderinin karşısında bayılmayacak kadar iyiydim ya da kocamı her gördüğümde onu çok özlediğim için ona koşup sarılmayacak kadar iyiydim. Hazırlanmam gerekiyordu ve daha şimdiden tahmin ettiğimden daha fazla heyecanlı olduğumu fark ettim. Dün gece Berzah’ın özledim sözünden sonra bir türlü uyuyamamış, şirkette tüm gün yorgunluktan perişan olmuştum. Yığınla dosyayı, çoğunu sadece bitsin diyerek, okumuş, imzalamış iki toplantıya katılmış, yeni yeni kavramaya başladığım sistemin bir parçası haline gelmiştim. Baş ağrısı ile tüm gün ayakta kalıp sadece bir saat uyumuştum ve şimdi masanın toplantısına gidecektim. Korkuyordum ve bu korkum benimde onlardan biri olabilmemdi, onlara benzememdi. Derin bir nefes aldım, kendimi onlardan biri olmayacağıma, olmadığıma iknaya çabaladım. Daha onları görmeden korkmak aptalcaydı ve ne ile karşılaşacağımı da oraya gitmeden öğrenemezdim. Bu yüzden hemen ayaklandım. Selen her zaman ki gibi hazır bir şekilde arabanın yanında beni bekliyordu. Yanına gideceğim sırada telefonum titredi. Berzah’tı. Önemli bir şey olup olmayacağını düşündüm ve hemen cevapladım. Konuşmamı beklemeden yorgun sesini duydum. “Gelme.” “Geleceğim.” “Yapma bunu. Lütfen. Benim için gelme.” “Senin için değil. Şirketi-“ “Benim için geldiğini biliyorum Hare,” dedi sesini yükselterek bu defa. Sustum. Berzah da bu suskunluğuma eşlik etti. Tekrar konuştuğunda sesi sakindi: “Talha’nın söyledikleri için endişelenme.” Gerçekten de onun için gidiyordum bunu inkâr etmekten vazgeçtim. Gitmezsem sonuçlarına Berzah katlanacaktı demişti Talha ve artık onların bu konuda şaka yaptığını elbette de düşünmüyordum. Peki, başkasına merhamet etmeyen bir adam için ben neden bu riski göze alıyordum? Kerim’in katili değil miydi o? Katil? Ama diye sıralandı zihnimde cümleler bir sürü sebep arasından en çok kalbimin olanında durdum. Ve kendimden emin bir şekilde cevapladım onu: “Kendini öldürtmene göz yumamam. En azından ben öyle biri değilim.” “Hare,” “Geliyorum.” belki bu bir yenilgiydi bilmiyorum ama değil miydi ki ‘Aşk mağlubiyettir, yenilgi yoksa bir aşkta bir şeyler ters gitmiştir.’ ve galiba ben doğru yoldaydım. Berzah’ın cevap vermesini beklemeden telefonu kapattım. Selen binmem için arabanın kapısını açtığında şoför koltuğunda Abdurrahman’ı görünce sorarcasına Selen’e döndüm. O ise tek kaşını kaldırarak gülümsedi. “Elimizdekileri değerlendiriyorum.” Uzun bir yolculuk olacağını söyledi Selen. Bende bunu bildiğimden tabletten yeni bir raporu okumaya başladım henüz bitirmiştim ki yanımızdan sinyal vererek geçen siyah şık araba dikkatimi çekti. Tam önümüze geçip sabit hızla ilerlerken Selen kendi kendine konuşur gibi mırıldandı: “Neyse ki Berzah Bey bu defa erkenci…” “Berzah mı?” bakışları ile önde ilerleyen arabayı gösterdi: “Hep geç mi kalıyor?” “Toplantılarda bulunduğum zaman boyunca zamanında geldiğini hiç görmedim. Bugün sizin için erken geldi anlaşılan.” Kalan yol ise baştakinden daha uzundu. Toplantının yapılacağı yer büyük bir yazlık evdi ve devasa bir kapısı. Kapının hemen önünde ellerinde beyaz eldiven olan, kel, iri yarı bir adam pür dikkat etrafı inceliyordu. Gerçek anlamda ürkmemek elde değildi. Önümüzde ki araç durduğunda kel adam açılan pencereye doğru eğilip bir şeyler söyledi. Ardından dev kapı yavaşça açıldı ve siyah araba bir kuğu edasıyla içeri doğru yavaşça süzüldü. Ardından kel adam bizi durdurmadan başıyla geçmemiz için onay verdi. Selen bunun Berzah ile birlikte olduğumuz için olduğunu söyledi. Büyük bahçede sıralı birbirinden lüks araçların arasında durdu araba. Acele etmeden indim açılan kapıdan. İner inmez gözüme ilk ilişen kişinin Berzah olması hiç de şaşırtıcı değil. Zira buranın sadeliğine oranla kendisi lacivert takım elbisesi içinde haddinden de fazla şık duruyordu. Sakallarını kısaltmış, saçlarını kesmişti. Yavaşça ona doğru yaklaştım, çünkü burada Selen’in de dediği gibi kurtlar sofrasında eşimin yanında durmalıydım. İçeri girmek için beni bekleyen Berzah gözlerimin içine bakıp tebessüm etti: “Çok güzel görünüyorsun.” “Sende oldukça şıksın.” Cevap vermek yerine sessizce başımı eğdim ve bakışlarımı ondan çektim. Koluna girmem için hafifçe bana döndü ve kolunu kaldırdı. “Seni çok özledim.” dedi yeniden bu ses tonunu ve ne demek istediğini hemen anladım ve ona bakmadan cevap verdim. “Seni evime almayacağım.” “Ama eğer-“ “Şimdi yeri değil.” Berzah susunca ona baktım, yüzüne sert demirden bir maske geçirmişti. Onu böyle soğuk ve bir duvardan farksız görmeyeli uzun olmuştu ve bu insanı ürküten halini hala sevmiyordum. Tıpkı onunla ilk tanıştığımız zamanlarda ki gibi. Berzah’ın kolunda ki elimin titremesini bastırdım. Berzah yüzünde ki sert ifade ile kaşlarını çatıp omuzlarını dikleştirdi. Ben onun bu heybetli görüntüsü karşısında adeta küçülmüştüm. “Başlayalım o halde.” Dedi ve önümüzde açılan kapıdan içeri girdik. Merdivenlerden aşağıya kadar sarkmış kırmızı halıdan içeri geçtiğimizde bir kadın hizmetli başıyla bizi selamladı ardından bizi diğer konukların olduğu yere götürmek için yolu gösterdi. İlk olarak bir salondan geçtik ardın da beyaz bir koridordan, merdivenlerle bir kat aşağıya indik. Ardından tekrardan başka bir koridora geçtik bu defa duvarların rengi grileşmişti. Fark ettim ki biz ilerledikçe duvarda ki renkte koyulaşmaya başlamıştı ve ışık neredeyse yoktu. Tamamen karanlık olduğunda ayağım durur gibi oldu, sendeledim ama Berzah buna izin vermeden tuttuğum kolunu çekip ilerlemem için belimden tuttu. Berzah’ın ceketini sımsıkı tutmuştum ki nihayet durduk ve önümüzde bir kapı açıldı. Kadın hizmetli geçmemiz için eliyle işaret verince nihayet kurtlar sofrasını gördüm. İçerisi romantizm açısından gayet iyi duruyordu. Şık döşenmiş duvarlar ünlü tabloların kopyaları ile süslenmişti. Siyah kırmızı renklerin döşenmesine ve hiç pencere olmamasına rağmen etraf aydınlık ve ferahtı. Merakla tavana baktığım da avize görememiştim onun yerine sanki az sonra üzerimize düşecekmiş gibi duran taşlarla bezenmişti tavan. Daire şeklinde ki kocaman masanın etrafında on bir tane sandalye bulunuyordu. Her bir üye için birer tane, benimle gelen Selen ve Emir sanırım ayakta bekleyeceklerdi. Masaya yaklaştığımızda Berzah önceden belirlenmiş, bizim için ayrılmış yere ilerleyip oturmam için sandalyeyi centilmence çekti. Kendisi de hemen yan tarafıma oturduğunda aramızda bir kol mesafesi vardı lakin bana daha da uzakmış gibi geliyordu. Henüz Erkan Bey gelmediği için yemek başlamamıştı benim de bu sayede masada bulunanlara göz gezdirme fırsatım olmuştu. Hemen yan tarafım da oturan sarı bukleli saçları omuzlarında olan kadın bana bakarak gülümsedi ve başıyla selam verdi. Nida Hanım’dı. Söylenildiği gibi onlar nasıl davranırsa öyle davranmam gerektiğini hatırlayıp bende başımla selam verdim. Onun hemen yanında tıknaz göbekli bir adam vardı bu Bekir Bey’di. Onun yanında ise yüzünde ki hoşnutsuz ifade ile oturan Halid vardı. Onu görür görmez bakışlarımı çektim. Bir sonra ki sandalye boştu. Berzah’ın yanında ise daha önceden tanıdığım Bahremoğullarının dayısı Cemal Bey oturuyordu. Tam karşımızda bulunan diğerlerinden farklı olan başlığı ile dikkat çeken sandalye boştu tahminimce orası lider olan Erkan Tuğ’un yeriydi. Derken hemen sağında ki sandalyenin dolu olduğunu gördüğümde orada oturan kadınla göz göze geldik. Asude Tuğ? Makyajlı olmasına rağmen yüzünün ortaya çıkardığı doğallığın ortasında bitivermiş uzun kirpiklerinin arasında gizli bir güzelliği vardı. Dalgalı gür siyah saçlarını da hafif bronz tenini de güzellikten başka bir kelime ile tarif edilemezdi. Bakışlarını benden kaçırmadan yüzüme baktı birkaç gözlerinde bir kararsızlık sezdim. Yüzünde zoraki bir gülümseme vardı ve zihninden her ne geçiyorsa onu daldırmış tekrar gün yüzüne çıkartamamıştı. Berzah’a döndü bu defa bakışlarım. O ise masaya dikmişti gözlerini. Ona baktığımı hissetmiş gibi bana döndüğünde endişeli bakışlarımı görmüş olacak ki uzanıp kucağımda kavuşturduğum elimi sıktı ve yine o taştan yüzünün ortasında nazenin duran bir tebessüm belirdi çehresinde. Tekrardan Asude ye baktım. Neyse ki bu defa o da masaya dikmişti bakışlarını. Canımın sıkılmasına daha ilk dakikada izin vermemeliydim bu yüzden kısa bir nefes alıp ikisinden de çektim düşüncelerimi. Birkaç dakika için de Talha ve Erkan Bey de gelip yerlerine oturdular. Erkan bey hiç acele etmeden oturduğu yerinden yerini biliyormuş gibi Berzah’a baktı ardından vakit kaybetmeden bakışları beni buldu. “Hare Karan?” beni gördüğüne sevindiğini sesinden anlayabilmiştim: “Ya da Hare Akad mı demeliydim?” “Hare Akad.” diyerek net bir sesle cevap verdim; korkumu üstümden atarak. “Seni burada görmek çok güzel… İlk kez bu masaya tesettürlü bir bayan oturuyor. Bizim için ilginç bir durum.” cevap vermemi bekledi ama gülümsedim ve sessiz kaldım: “Düğünüze gelemedik ama telafi edeceğiz mutlaka. Söyleyin bakalım nasıl gidiyor evlilik?” “Güzel.” “Hemen karar vermeyin daha yolun başındasınız. Neler olacağı hiç belli olmaz. Değil mi Bekir Bey?” Bekir Bey rahatsız olduğunu belli ederek kaşlarını çattı ama ben muhatabını benden çekip değiştirmesine sevinmiştim. Bekir Beyin; onu dolandırıp işin sonunda banyoya kilitleyerek su dolu küvete bırakıp fotoğraflarını cümle âleme dağıtıp rezil ettikten sonra kasada ki tüm parasını çalıp kaçan karısını kastettiğini de anlamıştım. Tabi kadın Bekir Bey’in kurtulacağını hesap etmemiş olsa gerek üç gün sonra ölü bulunmuştu hem de çaldığı paraların içinde. Ardından da Bekir Bey üç yıl hapis yatmıştı. Aklımdan geçenleri bir kenara attım dikkatimi avcı gibi gözlerini diğerlerine dikmiş olan Erkan Bey’e vermeye çalıştım. İki boş sandalyeye baktıktan sonra alaycı bir gülüş oluştu yüzünde: “Eksik olanlar var yine.” dediği sırada kapı tekrar açıldı. Hızlı birkaç adımdan sonra boş sandalyelerden birine oturan kişiye baktığımda hayret ettim. Can Ilgaz’dı. Topladığı sarı uzun saçları, bağlamadan gömleğin üzerine bıraktığı kravatı ve üzerine oturan takım elbisesi içinde rahat bir tavır ile masadakilere bir kez bile bakmadan yerine oturdu. Ne bir selam vermişti ne de bir özür dilemişti. Ardından bakışlarını ona bakan Erkan Bey’e çevirdi. Yüzünde ki onu alaya alır iğreti bir bakış vardı. Oturduğu sandalyede geriye yaslandığında çok kısa bir an bana baktı ve gözlerini kaçırdı. Tanımazlıktan gelmişti. Can ile aynı liseydik kendisi avukat bir ailenin çocuğuydu ve lisede tam hatırlayamadığım bir sebeple uzaklaştırma almış sonra da taciz iddiasıyla atılmıştı. Beni hatırlamamış olamazdı çünkü taciz ettiği kızın en yakın arkadaşı bendim. Tabi o güne dek. Çünkü Melek, okulu bırakmış ve herkesle iletişimini kesmişti. Can neden böyle bir şey yaptığını da Melek’in neden böyle bir durumun içine düştüğünü de öğrenememiştim hiç. Şaşırarak Can’a baktım. Dosyalarda onun adını görmediğime emindim. Tekrar gözlerim masayı kontrol etti; Erkan Tuğ, Asude Tuğ, Talha Bahremoğlu, Cemal Azadoğlu, Berzah ve ben, Nida Sancak, Halid Demir, Bekir Bertar. Geriye kalan son iki kişi ise masada bulunmayan Hasan Özer ve Zeyd Hazar’dı. Ama bu ikisinin yerine Can Ilgaz vardı. Can, ya Hasan Özer’in vekiliydi ya da Zeyd Hazar’ın. “Neyse. Hepinizin de gördüğü gibi bulunduğumuz masa işlevini yitirip bir aile masasına dönüştü. Ben ve Asude, Talha ve Cemal bey, Berzah ve Hare… Bu yüzden düşündüm ki bu fazlalıkları masadan çıkaralım –ki bu durumda Cemal bey ve Talha için ayrım yapamayız- ama bu durum haksızlık olur. O yüzden verdiğimiz karar şu. Tehlikeleri göze alıp ikili grupları birleştireceğiz. Ve eksilen bu kişilerin yerine yeni üç üye ekleyeceğiz. Oylama yapalım. Lütfen düşünün.” Ardından yaklaşık bir dakika sessizlik oluştu. Bunun anlamı eğer taraflar birleştirilirse kime yarar kime zarar sağlayacağını hesap etmekti. Zaman dolunca Erkan Bey tekrar konuştu: “Kabul edenler.” Berzah, ben, Talha, Cemal bey, Asude ve Can. “Kabul etmeyenler.” Halid, Bekir Bey ve Nida Hanım. Erkan beyin oyu geçersizdi. O sadece sonuca karar verecekti. Masada bulunmayan Hasan Özer olsa da olmasa da üstünlük kabul edenlerden taraftı. Bu tek kalan taraflar için kötüydü çünkü onlar eşit başladıkları savaşta zayıf durumuna düşmüşlerdi. Ben elbette ki Berzah’ın da güçlü olan tarafta olması için evet demeliydim. Bu adil miydi emin değilim. Ama burası günah çemberi iken en adil olan Berzah’ın kurtlara yem olmamasıydı. Nida Hanım konuştuğunda ses tonu sinirlendiğini belli ediyordu: “Yeni üyeler kim?” “Tanıştırayım.” dediğinde kapı açıldı ve iki kişi kapıda göründü ilki daha önce Berzah’ın dosyasında okuduğum Zekeriya Olgun’du: “Zekeriya beyi zaten eski üyeliğinden tanıyorsunuz bize yabancı değil.” başıyla selam verdi adam ardından Berzah’a baktı. Bakışlarında bir alaycılık vardı, meydan okur gibiydi, Sonra bakışları Berzah’ın yanında ki kişiye döndü ve anında o yüz ifadesi silindi; Talha’dan korkmuştu, bu rahatlayan taraf Berzah olmuştu ama onun aslında rahatsız hissettiğini anlayabilmiştim. “Diğer yeni üyemiz Vahap Aksoy. Kendisi bildiğiniz üzere camia da hatırı sayılır biri. Ama ne yazık ki bu toplantımızda bize eşlik edemeyecekler bir sonrakinde beraber oturabileceğiz.” dediğinde Vahap Bey ve Zekeriya Bey sessizce geldikleri kapıdan çıkıp gözden kayboldular. “Peki, üçüncü isim kim?” diye sordu Bekir Bey. “Kurallar gereği ona Nuh, karar verecek. İsim açıklandığı an hepiniz bilgilendirileceksiniz.” dedi. Ardından Asude’ye döndü: “Son altı ayda ki kâr raporlarını söyler misin bize Asude?” Mükemmel bir telaffuz ile Asude tüm şirketlerin yaptığı yeni anlaşmaları onların ihtimal kârlarını ve şimdiye dek ettikleri kârları kıyaslayarak gayet profesyonelce anlattı. Sıra bize geldiğinden yüzüme bakmadan tüm şirketin iş kârlarını gözler önüne döktü benim dahi bu kadar ayrıntıyı anlatabileceğime emin değildim. Uzun süren Nuh Grup’un listesi herkesin dikkat odağıydı hatta benim bile, sonunda bittiğinde Asude sustu. Erkan Bey gülümsedi: “Son dört toplantı da Nuh’tan sonra en iyi kâr yapan şirket senin ki oldu Berzah, tebrik ederim.” “Teşekkür ederim.” “Ama bence hayat sana en büyük kârı Talha ve Hare ile vermiş. Tabi bir de hayalet üyemiz var.” diyerek önce Berzah’a imalı bir bakış ve ardından memnun olmayan bir ifade ile baktı ardından Can’a döndü. “İnsan sevdiklerini kaybedince çok üzülüyor Can, değil mi?” Can onu duymazlıktan gelip sessiz kaldı. Nida Hanım kaşlarını kaldırarak sordu. “Sessiz bir uyarı mı bu?” Erkan Bey’in başkaları le uğraşması hoşuna gitmişti. Erkan Bey bir kahkaha attı. “Hayır, tabi ki, Asıl tehdit sizin oğlunuzun adının da Can olduğunu söylediğim de olur.” diye karşılık verdiğinde Nida Hanım’ın yüzü bembeyaz kesildi, onun on iki yaşında ki konuşma engelli oğlunu kastetmişti. Sahip olduğu her şeyini verdiği tek oğlu ile tehdit edilmesi onu sindirecek tek şey olmalıydı. “Evet, Can, söyle bakalım zarar raporlarını.” dediğinde Can beklemeden tüm şirketler için hazırlanmış raporunu okur gibi anlatmaya başladı, nihayet bitirdiğinde, Erkan Bey başını iki yana salladı. “Tam bir fiyasko… Tahmin ettiğimiz gibi Hasan’ın yaptığı zarar çok büyük bunu göz ardı edemeyiz. Ben onu kurtaralım diyorum. Ne dersiniz?” dediğinde Erkan Bey’in bir yardım teklifinde bulunduğundan şüpheliydim. Geriye yaslanıp bir avcı edası ile dikti gözlerini masaya ve devam etti: “Onu aradığımı biliyorsunuz? Ama bakın koltuğunu doldurmak için kardeşi dahi gelmedi. O yüzden bulalım onu. Gönüllü var mı?” Bekir Bey elini kaldırdı gönüllü olmak için. BU işleri pek bilmesem de Bekir Bey’in bu gönüllü iş için elbette ki bir olmalıydı. Aksi halde Hasan Özer’in kolundan tutup getirmek gibi kolay bir iş değildi. Ve buraya getirdiklerinde aslan payı da alınacaktı. Ama Erkan Bey bunu görmezden geldi. “Sen ne dersin Can?” diye sordu Can’a olan nefreti neden bilmiyorum ses tonuna dahi yansıyordu. Can ise inatla onu yok sayıyor, sessizce varlığını belli ediyor, gerisini boş veriyordu. Net bir şekilde: “Pas.” dedi. Orada anladım. Erkan Bey’in demek istediği Hasan Özer’i öldürmekti ve birinin elini kana bulamak niyetindeydi. Ardından diğerlerine baktı: “Cemal? Uzun zamandır sessizsin.” Cemal Bey’in yüzünde sahte bir gülümseme oluştu: “Pas.” “Nida o zaman sen beni kırmayacaksın.” “Pas.” “Ah! Eskiden işler böyle olmazdı. Nuh Bey ne isterse yapardınız. Bu kadar Pas bile kullanılmazdı masada.” Nuh adı geçtiği bir cümleye Talha’dan başka kimse yanıt vermedi. Talha’nın da yanıtı sertti. “Babam kendi pisliğini temizlemek için tetikçi aramazdı. Gerçi babam pisliğe de batmazdı.” Erkan Bey Talha’ya bakmadı ama bu bakmayışta soyadı olmasaydı ona silahı doğrultup tetiği çekeceğini belirten bir ifade de vardı. İkisi birbirinden nefret ediyordu. Ama anladım ki masa da Talha’nın ağırlığı daha fazla idi. Talha memnun bir ifade ile ona bakarken Erkan Bey eski haline geri döndü ve gelen yanıtı yok saydı ve gözlerinde bir kıvılcım gördüm. “Neyse o zaman en yeni üyemizden bir rica da bulunalım. Hare?” Adımı duyduğum anda tüm kan vücudumdan çekildi. Benden birini onun için bulup öldürmemi istiyor oluşunun imkânı yoktu. Hem de yapamayacağımı bildiği halde. Gerçi buraya gelip oturduğumda ne bekliyordum ki? Küçümsüyor muydum yoksa fazla mı masum düşünüyordum? Yoksa olduğum hatalı durumu hafifletmeye mi çalışıyordum? Belirsizdim. Yutkundum ve. “Pas.” dedim tek düze bir sesle. Erkan Bey yapmacık bir şaşırma ifadesi ile bana döndü. “Hareciğim, Berzah sana kurallardan bahsetmedi mi yoksa? Bir karar için sadece üç pas hakkı var ve gördüğün gibi onlarda kullanıldı.” şok olmuş bir şekilde Berzah’a baktım. “İşe ona böyle yükleyemezsin. Bu da kurallara aykırı.” itirazı yapan Berzah’tı. “Sadece rica ediyorum ve üç pas hakkı da kullanıldı. Ama şöyle yapalım; ortaksınız nasılsa, ikiniz den biri halledebilir sorun değil.” Berzah’ın yerine Talha cevap verdi Erkan Bey’e. “Sorun. Kasıtlı seçtin. Daha ilk günden masaya oturmuş birinden infaz isteyemezsin.“ “Bahremoğulları ne zamandan beri böyle konuları önemsiyor. Tarihiniz zaten bu gibi durumlarla dolu değil mi?” Bu defa söz karışan Cemal Bey oldu, sırıtarak ortaya konuştu: “Doğru. Bir yenisi ya da ikisi eklense de pek fark edecek değil, öyle değil mi?” Erkan Bey’in öfke ile yüzünün karardığını gördüm. Cemal Bey onu tehdit ederken cevap verememesi onlardan korktuğunu gösteriyordu. Yüzünü ifadesiz tutmakta oldukça başarılı olduğundan hemen rahat bir tavra döndü tekrar. “Kabul edildi görünüyor. Muhatabımız sessiz kaldığına göre.” Yutkunarak ona döndüm. Sessiz kalmamalı mıydım? “Ben-“ “Kabul ediyoruz.” diyen Berzah’a sert bir şekilde bakan Talha oldu bu defa. Bana vereceği işi yüklenmesi Berzah’ın başına iş açmıştı kesinlikle. Talha yine Erkan Bey’e döndü: “Bizi kendine tetikçi bulmak için topladın? Babam bunu duyduğunda hoşlanmayacak.” “Benim de hoşlanmadığım şeyler var Talha. Ama üzerine basıp geçemiyoruz yazık ki.” Talha öfke ile parlayan gözleri alev aldı. Elini beline götürdüğünü ben dahi anladım. “Sen kimsin ki babamı tehdit ediyorsun?” “Belki de babanı kastetmemişimdir.” Talha’yı tehdit ettiğini herkes anladı orada ve ilk araya giren Cemal Bey oldu. “Eğer o dilin daha fazla uzamaya devam ederse keserim bilmiş ol.” Erkan Bey korkmuş görünmüyordu ama az önce ki cesaretinin yerinde de yeller esiyordu. “Senin o üzerime basacak olan ayağını-“ diyerek tehdide başlayan Talha’nın belinde ki silahı çıkarması ile Cemal Bey uzanıp onun kolunu tuttu: “Sakin olun beyler. Burası kişisel tartışmaların yapılması için uygun bir yer değil.” Asude ortamı yumuşatmaya çalışmak ya da babasının zararlı çıkmasını engellemek için araya girdi hemen. Ürkütücü bir sessizlik oluştu. Ardından Havada asılı kalan iş ne kabul edildi ne de ret edildi. Bunu bilip fırsata çevirmek isteyen ilk kişi Bekir Bey oldu. “Oylama sunuyorum.” Talha’nın sırıtan ifadesi ona döndü bu defa. Ardından Berzah cevap verdi. “Biz halledeceğiz.” Asude ayağa kalktı. “Toplantı bitmiştir.” Konuşmanın bittiğini anlayan herkes yavaşça ayaklandı. Asude’den sonra ilk ayaklanan Can oldu. Erkan Bey’in bakışları hemen ona döndü ve aynı anda silahını çıkarıp ateş edince kurşun sesi ile sıçradım. Küçük bir inilti doldurdu odayı. Benden başka herkes sakindi. Dehşet içinde gözlerimin dolduğunu gören Berzah korktuğumu anlayarak kolumdan tutup beni arkasına çekti. Erkan Bey, Can’a nişan aldığı silahı yavaşça masaya bıraktı: “Yalnız gelirsen arkanı kollayacak kimsen olmaz.” Can’ın omzunu teğet geçen kurşun hafif bir kırmızılık belirtip dağılmaya başladı. Asude babasının yaptığı şeyi onaylamadığını belli edercesine kaşları çatık öfkeli bir şekilde ona baktı. Ve daha önce fark etmediğim masaya dayandırdığı ince koltuk değneğini alıp hafif bir aksaklık ile yürüyerek önümden geçtiğinde gözlerim ayağına takıldı, hafif bir aksaklığa neyin neden olduğunu merak ettim. Orada bir his bunun sebebinin ve Erkan Bey’in öfkesinin sebebi olarak Berzah’ı gösterdi. Bu düşünce ile ürktüm. Benim aklım bu sorularla dolu iken Talha, Can’ın yanına yaklaşıp iyi mi diye baktı. Can önüne döndüğünde yüzünü acı ile buruşturdu. Ardından Berzah ile birlikte kapıdan çıktığımızda Berzah bana bir şey demeden Emir ile Can’ın yanına gitti. Bende sessizce arkasından ilerledim. Emir: “Sıyırdı sadece. İyice bastır ben saracak bir şey getireyim.” Can sakindi ama korktuğunu anlayabilmiştim. Konuşmakta zorlanıyordu: “İyiyim bir şeyim yok.” “Siz gidin biz ilgileniriz.” Emir’i geride bırakan Berzah bana döndü ve gitmemiz için belimden tutarak beni yönlendirdi. Onun arabasına bindiğimi fark etmedim ama sonra itiraz da etmedim. Mademki bir şeyler öğrenmek istiyordum o halde Berzah’tan öğrenmeliydim. Araba yola çıktıktan sonra epey bir vakit ikimizde sessizdik. Neler konuşulduğu ne amaçlandığı ile ilgili düşünceler zihnimde dolanıp durdu. Neyin içine düştüğümü sorguladım bir süre sonra Can’a ateş edildiği o son sahnede durdum. “Can’ın ne işi var o masada?” “Onu tanıyor musun?” “Evet, liseden.” Berzah bir an bana baktı ardından tekrar önüne döndü. “Zeyd’in üvey kardeşi.” “Ne? Zeyd’in babası Suat Ilgaz mı?” “Evet.” şaşkınlıkla ona bakakaldım. Suat Ilgaz’ın kim olduğunu babamdan biliyordum ve onun tam bir ateist olmasa da inançsız olduğunu herkes biliyordu ama oğlu Zeyd dindardı. Gerçekten tuhaftı: “Ama dosyasında bu yazmıyordu.” “Çünkü bir diğer kuralda hayalet üyeler yani asil üye. Eğer hayalet üye isen sadece görünürde bir kişinin bilgileri verilir ve onda da sadece Zeyd’in eğitim bilgilerini okudun. Bu üyeler sadece bir kez seçilir ve asla değiştirilemez. Suat abinin babası masa ilk toplandığında tarafsız olduğu için hayalet üye seçilmiş. Ondan sonra da Suat abi şimdi de Zeyd ve Can. Hayalet üye demek asla masadan atılamaz demek ve gerekirse masayı dağıtabilir demek -tabi bu herkesin zararına olur-. Ayrıca vekil ya da değil masaya istediği kişi ile gelebilir demek. Yani biz iki kişi gelmek zorundaysak onlar üç kişi de gelebilir dört de. Can ve Zeyd dönüşümlü olarak toplantılara katılır bazen Suat abi gelir. Bu da bazılarının gözüne batıyor. Öfkesini Can’dan çıkardı.” Ardından benden bir cevap bekler gibi sustu. Ben ise değil verecek bir cevap içinde bulunduğum dehşet verici durumu aklımın bir izahı için hazmetmeye çalışıyordum. Uzun bir sessizlik oldu aramızda. Bir masanın etrafında toplanmış bu insanların deli olduğunu düşünmeye başlamıştım. Hepsinin bilinmeyen bir taht oyununda at koşturduğunu. Ve az önce Berzah bu oyunu bitirebilecek birinin olduğunu söylemişti; Zeyd. Mademki inançlı biriydi o halde neden bu oyunda bulunuyordu sorguladım bir an. Babası için mi? Hatta üvey babası. Ardından aynı durumun içinde bulunduğumu anımsayınca bu düşünceyi attım. Kendi kendime konuşur gibi sordum. “Masayı dağıtabilir öyle mi?” “Evet,” yine cevap almayı uman bir sesle sustu bir sesle: “ama eğer bu olursa Erkan Bey beni öldürmek istediği için bende kendimi korumak zorunda kalırım. Cemal abi de kardeşinin intikamı için Nuh Bey’in Azrail’i olur. E madem ortalık karıştı Talha da bu bahane ile önce İnci Hanım’ı çeker vurur. Tabi öyle olursa Nida Hanım’da kardeşinin intikamını almak için Leyla’yı hedef alır. Tabi Halid’i de unutmayalım Emir’i gözünü kırpmadan öldürür. Kısacası kargaşa olur.” Birbirini boğazlamak için fırsat kollayan bir grup insanın bir masanın etrafında saçma sapan kurallara uymasını sorguladım önce sonra bu kaidelerin sebebinin korku olduğunu anladım. Elbette öyle olmalıydı çünkü kimse kimsenin inancı için bir saygı beslemiyordu. Ardında zihnim bana da bir rakip buldu. “Asude de beni öldürmek ister mi?” “Hayır. O sana bir zarar vermez.” “Onu tanıyorsun belli.” “Aklından her ne geçiyorsa öyle bir durum değildi bu.” “Nasıl bir durumdu? Hatta önce şunu sorayım ayağının akmasının seninle bir ilgisi var mı?” sorum üzerine Berzah sustu. Bu suskunluk evet demekti. Camı açtım ve temiz havayı içime çekerken sordum: “Nasıl oldu?” “İntihar etti.” ona döndüm. “Ne? Nasıl?” “Kendini vurdu… Hastanenin tepesinden aşağıya düştü.” “Hastane mi?” “O psikiyatrist.” Aklım tamamen karışmış bir şekilde ona döndüm ama ısrarla bakışlarını benden kaçırdı. Açtığım camı yavaşça kapattım. “Neden kalkıştı böyle bir şeye?” “Aramızdakileri yanlış anladı. Bende yapmam gerekeni yaptım.” “Yapman gereken neydi?” “Onunla konuştum. Staj yaptığı hastanenin terasındaydık. Ona aramızdakinin düşündüğü gibi olmadığını asla olmayacağını söyledim. Sinir krizi geçirdi.” Söyleyecek bir şey bulamadan ona baktım sadece, anlamaya çalıştım. “Sinir krizi geçirtecek kadar-“ “Bundan daha önemli bir sorun var.” dedi sert bir şekilde sözümü keserek bu konuda konuşmak istemediğini ise açıkça belli ederek, konuyu değiştirdi: “Hasan Özer’i bulmalıyım. Seni eve bırakayım.” “Sen gerçekten de onun ile ilgili hiçbir şey hissetmedin mi? Yoksa hissetmemiş gibi mi yaptın?” “Hare-“ “Onun duyguları ile oynamış olmalısın.” Frene bastı birden ardından bana döndü. Çehresi öfkeli ve gözleri karanlıktı. “Ben kimsenin duyguları ile oynamadım. O da arkadaşımızdı. Talha’ya, Zeyd’e, Emir’e nasıl davrandıysam ona da öyle davrandım. Şefkati, merhameti aşk ile karıştırması benim hatam değildi. Hatalı olan tek yanım bunu geç fark etmemdi. Anlaşıldı mı? Şimdi bu konuyu kapatıyoruz. Ve ben Hasan’ı bulmalıyım.” İçimde bir yerde bulunun küçük bir kuşku tanesini göz ardı ettim ve üstelememeyi seçtim eğer böyle yapmazsam ona olan öfkem ve kırgınlığım bileylenecekti. Berzah geri çekilip tekrar gaz bastı. Eve yaklaşırken sordum. “O adamı bulamazsak ne olur?” “Bedelini biz öderiz.” . . . (2 gün sonra) . . . Arabayla otoparka giriş yaptığımda park edecek bir yer bulmaya çalıştım. Berzah’ın işyeri büyük değildi ama çok kalabalıktı. Çalışan sayısının bu kadar çok olmasını beklemediğimden şaşırmıştım. Ben sadece inşaat sektöründe çalıştığını sanıyordum ama yaptığı son yatırımlar ile çalışma alanlarını genişletmişlerdi ve çok yakında büyük bir şirket olacağından emindim. Üçüncü dönemeci döndüğümde nihayet boş bir yer buldum. Arabayı durdurup emniyet kemerimi çözdüğüm sırada önümden geçen siyah BMW‘yi hemen tanıdım. Berzah’ı görmek için gelmiştim çünkü telefonlarımı cevaplamıyordu ve ben o adamı bulup bulmadığını merak ediyordum. Lakin Berzah beni bu işin dışında tutmakta oldukça ısrarcıydı bu yüzden ona ulaşmamı istemiyor benden gerçekten kaçıyordu. Berzah arabayla hızlıca gözden kaybolduğunda telefonumu çıkarıp onu aradım. Uzun çalan telefonu tabi ki açmadı. Bir an onu takip etme isteği içimde kabardı ama maalesef ki geç kalmıştım çok gözden kaybolmuştu. Arabadan indim ve asansörü beklemeye başladım. Acele çıkmıştı otoparktan nereye gittiğini düşündüm. O adamla ilgili bir gelişme olmuş olmalıydı. Giriş katında bulunan kadın sekreterden Berzah’ın odasını öğrenip tekrar asansöre bindim. Yönetim katında durdu asansör. Sekreter masasında bulunan kız beni görünce gülümsedi: “Hoş geldiniz Hare Hanım. “ “Hoş buldum, Berzah çıktı galiba.” “Az evvel çıktı efendim.” “Nereye gittiğini söyledi mi?” “Yaklaşık bir saat içinde geri döneceğini söyledi.” “Tamam, odasında bekleyeceğim.” “Peki. İçecek bir şeyler ister misiniz?” “Hayır, teşekkür ederim.” Berzah’ın odasının büyük siyah kapısını açarak içeri girdim. Odası ferah masası dağınıktı. Yığılan dosyalara bakılırsa toplamaya fırsatı da olmamıştı. Çantamı koltuklardan birine bırakıp dosyalara bakmaya başladım. Çoğu iş planı ve raporlardı. Dağılmış dosyaların hiçbirine el sürmeyerek yavaşça pencereye doğru yöneldim, yeşil ve maviyi kucaklayan güzel manzarayı seyretmeye koyuldum. Berzah’ın nereye gittiği aklımda dönüp duruyor, tahmin yürütüyor sonra bozuyordum. Hasan denen adam ile ilgili bir gelişme mi olmuştu, yoksa… Köşeye attığım o şüphe kendini gösterdi yeniden. Acaba o dipnotta ki kimliği belirsiz kişiyle mi görüşüyordu? Olabilirdi. Selen’e araştırmasını söylemiştim ama hala ses yoktu. Dokuzuncu kez odayı turlamıştım ki düşüncelerim daha yorduğundan koltuklardan birine oturdum. İkinci ihtimaldeydim hala, kurup duruyordum. Gerçekten Asude ile görüşüyor olabilir miydi? Berzah? Evli bir adam? Benim sevdiğim adam, benim sevdiğim adam? Başımı sallayıp bir istiğfar çektim. Tekrardan geriye yaslanıp gözlerimi yumdum. Düşünmemeye gayret ediyordum. Elimle kalbime dokundum ve ona aklıma gelen dualardan okudum. Z da olsa sakinleşmiştim ki Duha suresinin son ayetini okuduğum sırada Berzah kapıda göründü. Beni gördüğüne yüzünde aydınlık bir gülümseme oluştu. Bana doğru gelirken ve safir kayalarında düşerken yavaşça ayağa kalktım. Tam karşımda durdu ve yanağımda öpmek için eğildi. Fırsat vermeden geri çekildim. Gözlerinde ki parıltı bir anda söndü. Yutkundu, yavaşça doğruldu ve yüzündeki tebessüm zoraki bir gülümsemeye dönüştü. Sonrasında bu defa geri çekilmeme fırsat vermeden uzanıp bana sarıldı. Geri çekilme isteğim yoktu bu yüzden onun sarılışına bıraktım kendimi. Berzah ona karşılık vermeyişimi umursamadı. “İyi ki geldin.” dedi derin bir nefes alarak. Geri çekilmememden destek alarak bir süre kaldı öylece. Tekrar konuştuğunda neredeyse fısıldıyordu: “Nereye kadar böyle devam edeceğiz?” Ona sarılmamak için irademi daha fazla zorlayamayacağımı anladığımdan yavaşça geri çekildim, gözlerine bakmamaya özen göstererek. Bakışlarımı omuzlarına indirdim ve sessiz kaldım çünkü sorduğu sorunun cevabını bende bilmiyordum. “Hiçbir fırsatı kaçırmıyorsun.” dudağının bir kenarı yukarı doğru kıvrıldı. Ardından yorgun bir şekilde koltuğa oturdu ve bana kaşlarını çatarak sitem etti. “Karıma sarılmak için fırsat kolluyor olmam çok zalimce değil mi?” “Değil.” Yanına oturdum o bana bakarken bakışlarımı ona en uzak olan noktaya diktim. “Ne zamana kadar uzak tutacaksın kendini benden?” “Seni affetmemi mi istiyorsun?” “Affetmek Allah’a mahsustur, demişti sevdiğim biri.” “Evet, hala öyle düşünüyorum. Ama kızgınlığım da kırgınlığımda gururum da bunu aşmama yardım eder mi bilmiyorum. “Görmezden gelemiyorum. Aklımın bir köşesinde daima Kerim’in ölmesinin sebebi olarak bizi görüyorum. İkimiz her yan yana geldiğimizde bu tekrar hatırlatıyor bana kendini. Ve sen… Bazen çok kayıtsız bir tavır sergiliyorsun. Sanki tek derdin beni sevmekmiş gibi-“ “Tek derdim bir yana sensin ama diğer konuda-“ “Diğer konuda sanki hiç yaşanmamış davranıyorsun. Gözlerindeki pişmanlığı görüyorum ama dile almıyor ve adını anmıyorsun çünkü sende bunun sebebi olarak kendini görüyorsun biliyorum. Bunu aşmaya uğraşıyorsun belki başardın da ama ben bu konuda pek becerikli değilim. Korkuyorum çünkü bazı günahların hesabını vicdanımız veriyor ve bunu yalnızca biz duyuyoruz. İkimiz içinde zor bir durum. Seni…” sustum burada. Ona olan özlemim ve sevgim sözlerimi burada düğümledi ona söyledikleri için de bir yana üzüldüm onu kırabilmiş ihtimalim için... Derin bir nefes aldım ve bakışlarımı ondan kaçırdım. Bana doğru eğildi. “Kayıtsız kaygısız değilim. Her gece başımı yastığa koyduğumda vicdanım beni hesaba çekiyor ve onunla baş başa kalmak bir işkenceye bedel. Yanımda olsaydın bununla baş edebilirdim ama sen bu işkenceyi ayrı ayrı çekmemizi reva görüyorsun ama ben değil… Seni istiyorum ben. Özlüyorum. Sana sarılmak öpmek istiyorum.” Çok narin bir toz zerresini temizlercesine hafifçe dokundu elime. Ardından ellerimi avuçladı ve onun kocaman elleri arasında kayboldum. Gözlerinin çok etkileyici bir silah olduğunu da beni etkilediğini de biliyordu bu yüzden şimdi kırgınlığımı geçirmesinin tam zamanıydı ve bende gönüllüydüm. Yavaşça yaklaşıyordu bana ve sessizce onarıyordu kalbimi. Ama neyse ki tam zamanında kapı birden açıldı ve Berzah’ın avuçlarından ellerimi çekerken onun etkisinden de kurtardım kendimi. Utanarak Berzah’tan uzaklaşıp ayağa kalktım. Berzah öfkeli gözlerle kapıda dikilen Emir’e bakarken Emir tereddütle bir eli kapının kulpunda durakladı. “Ben yanlış bir zamanda mı geldim? … Bir dakika siz barıştınız mı?” “Hayır.” dedim hemen. Emir kaşlarını çattı. “O halde neden elini tutmasına izin veriyorsun?” “Değil mi? Bende şaşırdım ama yanlış anlama sakın. Barışmadık.” Berzah öfke ile Emir’e baktı. “Ahıra dalar gibi gelmeseydin hani.” Emir’in gözlerindeki bakışı ve yüzünde ki imalı sırıtışı sevmedim: “Yanlış anlayacak bir şey yokmuş ya hani. Neden sinirleniyorsun?” “Senin-“ araya girdim hemen. “Berzah’a Hasan Özer ile ilgili bir gelişme olup olmadığını sormak için gelmiştim.” “Ha. Evet, bende o konu ile ilgili bir şey bulduğumu söylemek için gelmiştim.” gelip Berzah’ın karşısına oturdu. Berzah derin bir nefes alıp arkasına yaslandığında bende tekrar yanına oturdum. “Anlat.” dedi soğuk bir tavırla. Emir ise biraz önce ki durumu unutmuş gibi anlatmaya başladı: “Hasan’ı biri saklıyor.” “Emin misin?” “Yavuz böyle bir şey yoksa çoktan bulmuş olmamız gerektiğini söyledi. Hassaniler bile bulamadıysa doğru bence.” “Kim niye Erkan’a ihanet etsin?” “Bilmiyorum.” “Belki de hain kendisi.” dediğimde ikisi de bana döndü. Emir kaşlarını çattı: “Sanmıyorum. Erkan’ın böyle oyunlara kafa yoracak zamanı yok.” Berzah birkaç saniye düşündü. “Hare doğru söylüyor olabilir. Benden intikam almak için iyi tezgâh. Eğer bulamazsan. Kural basit.” bakışlarım Berzah’a kaydı: “Bedel ne olur.” “Ya maddi ya manevi.” Diyerek cevap verdi bana Emir. Berzah sinirle ayağa kalktı. “Hare masaya oturdu diye iyice kudurdu. Saklambaç oynuyor bizimle şerefsiz.” Berzah sinirle dayı turlamaya başlarken Emir de sessizce düşünüyordu. Derin bir nefes aldım. “Dinleyin madem Erkan sakladığı oyuncağı bulmanızı istiyor o halde onu takip edin. İlla bir açık verir.” Berzah bakışları şaşkın bir şekilde bana döndü. Ardından tekrar gelip yanıma oturdu. “Hiç açık yok.” “Belki de maşası var.” “Maşa mı?” soruyu soran Emir’di. Berzah çoktan anlamıştı. Emir’e döndü: “İlyas.” Emir şaşırdı. “Kardeşi mi abisinin kuyusunu kazıyor?” “Onu takip ettir ayrıca şu son zamanlarda çok görünen iri yarı olan sarışını da.” “Levent mi? Hiç sevmedim onu. Reis kafasına sıkacak bir gün inşallah o gün bugündür.” “Hemen bizim çocuklara söyle, sonra Yavuz’a haber ver.” Emir ayağa kalkmadan evvel Berzah’a döndü. “Tamam, da ya Erkan değilse. Boşa vakit harcayacağız.” “O zaman taktik değişir. Biz Hasan’ı ayağımıza çağırırız.” dedi Berzah. Gözlerinde bir şeyler parıldadı. Bende Emir’ de hiçbir şey anlamayarak baktık. “Nasıl?” diye sordum. “Madem Hasan Erkan’dan kaçıyor, Erkan’ın düşmanı dostudur.” dediğinde Emir benden önce aklımdakini söyledi: “Tamam, da kim? Sen olamazsın Hasan sana asla güvenmez. Hare olamaz. Talha hiç olamaz.” aklıma gelen şey ile Berzah’a döndüm: “Can?” kısa bir bakışma geçti aralarında. Ardından Emir Berzah’a bakarak konuştu: “Mantıklı. Can’ın vurulduğunu tüm camia duydu. Ondan yardım isteyelim.” “Olmaz. Can’ı tehlikeye atamam.” “Can kabul eder. Zeyd’in durumu anlayacağından eminim.” Haklıydı. Her ne kadar fikri ben vermiş olsam da. Başkasının canını tehlikeye atamazdık bu ikinci defa bir masum insanın zarar görmesi demek olurdu. Berzah’ın bunu kabul etmeyişine sevinmiştim ama Emir ısrarcıydı: “Abi bak, Can’ı sadece yüzeyde tutalım. Ardından gerisini biz hallederiz. Sadece onun adını kullanacağız. Başka şansımız yok Berzah. Bu defa bedel diye maddi bir şey isteyeceğini sanmıyorum. Masada tek başına değilsin.” bunun üzerine Berzah bakışlarını bana çevirdi. Elinin kolunun bu cümle ile bağlandığını görebilmiştim. Ayağa kalktı sinirle. Yine benim üzümden istemediği bir duruma düştüğünden canım sıkıldı. Ardından bana döndü: “Hadi seni eve bırakayım. Sonra da Zeyd ile konuşacağım.” Arabada Berzah sessizdi. Hatta varlığımı unutacak kadar derin bir sessizlikti. Yapmak istemediği ama zorunlu olduğu bir şeyi yapmanın memnuniyetsizliği vardı üstünde. Kaşlarını çatmıştı, dalgındı. Onun hali bana geçti bir süre sonra, arabayı evin önünde durdurana değin de sürdü bu hal ikimizde de. Emniyet kemerini çözdüm ona bakmadan konuştum. “Umarım Zeyd reddeder.” “Reddetmez.” “Eğer o adamı bulamazsak ikimizden biri ölecek miyiz? Ya da sen…” bunu sormam üzerine bana döndü. Gözlerinde ki safir düğümün çözüldüğünü gördüm. “O kadar da değil.” dedi ardından geri çekilirken: “Belki sakat bırakır.” Ona dehşet dolu bir ifade le baktım, sadece gülümsedi ve bana yan bir bakış attı: “Hadi eve gir.” cevap vermeyeceğini bildiğimden dediğini yapıp arabadan indim. Berzah’ın arabası gözden kaybolana kadar ardından baktım. Yaptığı şakayı ciddiye almıştım ve bunun bir şaka olduğundan da emin değildim. Eve girdiğimde Elçin yoktu. Bugün okulda ki arkadaşlarla toplanacaklardı. Israrla gitmemi istediyse de kabul etmemiştim. Arkadaşlarımı özlemiştim evet ama bu kadar derdin ortasında eğlenecek takatim yoktu. Dolaptaki hazırlanmış yemeklerden birkaçını çıkarıp ısıttım. Sadece yemek yiyen ben olmama değin çok çok özenerek kendime bir sofra hazırladım. Henüz ilk kaşığı almıştım ki kapı çaldı. Elçin’i beklerken Şimal’i karşımda görünce bir an şaşırdım. Şimal bir bana bir de kapıda sanki üzerinde bomba taşıyormuş gibi ona bakan Abdurrahman’a baktı. “Hoş geldin.” Dedim gülümseyerek: “Lütfen içeri gel.” Tereddütle içeri girdiğinde kapıyı ardından kapattım. Elimle salonu göstererek: “İyi ki geldin yoksa tek başıma yemek yiyecektim. Umarım açsındır.” “Aslında daha yemedim ama rahatsız etmek istemem.” “Yok, canım ne rahatsızlığı.” “Sizi aradım ama ulaşamadım. Emir evde olduğunuzu söyledi. Muayene gününüzdü bugün unutacağınızı bildiğimden, boş vaktimi bununla doldurmak istedim.” “Çok iyi yaptın. Otur sen ben bir tabak getireyim.” Şimal iyi bir arkadaştı ve bana eşlik edişi oldukça keyifliydi. Onun gelmesi ile yalnız olmadığıma çok sevinmiştim. Yemeğe başladığında hala utangaç ve mahcup bir eda ile süzüldüğünü gördüm. “Ayrıca lütfen benimle resmi konuşma.” “Peki, nasıl istersen...” “Ee anlat bakalım nasıl gidiyor.” “Yorucu. Hastane yoğun geçiyor. İstanbul’a geleli çok uzun zaman olmadı o yüzden yeni ev ile falan uğraştım bayağı yoğundum.” “Keşke bana söyleseydin yardımcı olurdum. Hem Elçin de bayılır yeni ev döşemeye.” “Teşekkür ederim çoğunu hallettim nasılsa.” “Eminim Emir de yardım ederdi.” Emir’in adının geçmesi onu utandırdı ve bir hayal kırıklığı gördüm yüzünde. “Aradım ama maalesef açmadı.” “Öyle mi? Bu aralar yoğundu fırsatı olmamıştır.” “Belki de.” “Ne kadar süredir arkadaşsınız?” “Üniversitede sınıf arkadaşımdı ayrıca aynı hastanede asistanlık yapmıştık. Aslında arkadaş değildik sadece zorunlu olduğundan benimle konuşuyordu. Hatta benden kaçıyordu.” “Emir mi? Neden?” “Şey… Ben böyle değildim o zamanlar. Daha katı bir görüntüm vardı. Buda insanları benden uzak tutuyordu.” Kıza baktım. Esmer, duru, sade bir güzelliği vardı. “Çok yanlış.” “Evet. Ama aştım nasılsa. Hem haklı da olabilirlerdi biraz bende pek dost canlısı değildim. Ne de olsa benimle dalga geçen bir asistanı tekme tokat dövmüştüm.” Ona bakakaldım, Şimal’in söylediği şey ile aklıma Emir’in uzun zaman önce kahvaltıda bahsettiği kız geldi. Emir’in erkek diye alaylı anlattığı kız Şimal’di. Şaşkınlıkla ona baktım. Durumuna gülsem mi üzülsem mi bilemedim. Emir’in ettiği büyük lafların onu hizaya getirdiğini Şimal ile görmek beni bir yandan memnun etti. Kızın dış görünüşü için onu yargılayıp ondan kaçan Emir şimdi ondan hoşlanıyor muydu yani? Kendi kendime gülmeme bir anlam veremeyen Şimal’e baktım: “Senin ile aynı durumu yaşayan bir arkadaşım vardı da o geldi aklıma… Neyse… Ama sen şimdi gayet de arkadaş canlısı duruyorsun ve oldukça güzle bir kızsın.” “Teşekkür ederim.” “Emir peki?” utanarak başını eğdi, cevabı anlamıştım. Bizimkinin duyguları karşılıklıydı demek. Ama anlaşılan Emir’in yoğun iş hayatından habersiz olduğu için Emir’in ona karşı boş olduğunu onan kaçtığını düşünüyordu. Şimal cevap vereceği sırada kapı zili onu durdurdu ve buna da gayet sevinmişti. Kapıyı açtığımda karşımda yine Elçin’i beklerken Şükran teyzeyi gördüğümde bir kez daha şaşırdım ve sonra beklemeden boynuna atladım. “Şükran teyze.” “Deli, dur boğacaksın beni.” dedi gülerek sarıldığında, geri çekilip bir daha sarıldım. “İyi ki geldin. Çok özlemiştim.” “Madem özledin gelir sorardın. Hayırsız çıktın.” “Haklısın. Ama işlerle uğraşıyorum başımı kaşıyacak vaktim olmuyor. İçeri geç.” “İşmiş bilmem. Özledim de geldim ben.” “İyi yaptın yemek yiyorduk bizde.” içeri geçtiğinde Şimal’i gördü: “Misafirin mi vardı?” “Şimal hem Emir’in arkadaşı hem de benim doktorum.” Şimal’e doğru yaklaşırken başımı öne eğip sadece Şükran teyzenin duyacağı bir fısıltı ile konuştum: “Emir’in bize erkeğe benziyor diye anlattığı kız.” dediğimde Şükran teyze şaşırarak bana baktı, gözleri büyümüştü. Ardından Şimal’e baktı tekrar, ardından kızı bir kaynana edası ile süzdü ve yüzünde kocaman bir gülümseme oluştu: “Merhaba kızım Şükran ben Emir’in annesi sayılırım. Geçen sefer tanışamamıştık.” Şimal mahcup bir ifade ile Şükran teyzeye doğru gelip elini öptü: “Bende Şimal efendim, tanıştığıma memnun oldum.” “Maşallah.” Gecenin geri kalanı Şükran teyzenin Şimal’i soru yağmuruna tutmasıyla geçti. Alıcı gözüyle kızı süzdüğüne de emindim. İkisinin de birbirlerine ısınmış olmaları beni de memnun etti. Hem Şükran teyzekızı daha görmeden kanım ısındı demişti, hissetmişti sanki. Ayrıca eve döndüğünde Emir’in başının etini yiyeceğine de emindim. Şimal gittikten sonra Elçin’in de bize katılmasıyla Şükran teyze ile epey geç bir vakit daha oturduk. Ne kadar kalması için ısrar etsek de başka bir yerde uyuyamam diyerek sonunda ayaklandı. Elçin yorgun olduğu için daha fazla dayanamayıp uyudu. Ben ise Selen’in mutlaka okumam için sıraladığı dosya yığınını masanın üzerinde bakmaya başladım. Daha üç beş sayfa dahi okuyamadan dosyayı kapatıp ileri ittim. Mutfağa gidip bir kahve yaptım kendime. Tekrar masa başına dönüyordum ki yeniden kapı zili çaldı. Gözlerim hemen saat kaydı; gece yarısına geçiyordu. Bu saatte kapıda Abdurrahman ve Metin olduğu halde kapı zili çalıyorsa tek gelen kişi Berzah’tı. Hiçbir şeyden haberi olmayan Elçin’i uyandırmamak için hemen kapıya koştum. Kapıyı açtığımda tahminimi doğrulayan Berzah ile göz göze geldim. Kapıya yaslanmıştı, üzerinde siyah tişört gri eşofman vardı. Yürüyüşe çıkmışta yol üstü uğramış gibiydi ya da uyumak üzere iken birden kalkıp buraya gelmiş gibi. Bakışları uykusuz, kendi yorgundu. “Hayırdır bu saatte?” “Sanırım Hasan’ı bulduk.” “Bu kadar çabuk mu?” “Haberler çabuk yayılır. Can ulaşmış. Henüz buluşmak istemedi ama sonunda o da olacak.” “Sevinsem mi bilemedim.” “Bir nevi iyi bir haber sayılır.” Anladığımı belirterek başımı salladım. “Arayabilirdin. Buraya kadar zahmet etmişsin.” “Yüzünü görmek istedim.” “Gördün o halde.” “Hare?” “Sanırım artık gitmelisin.” “Bana git deme.” Gözlerinde ki duygunun adı özlemdi. Bunu biliyordum çünkü bende misliyle aynı duygunun içindeydim. Ona sarılmak isteğim ile yüzleştim yeniden ve onun bu gece de olmayacağının kararına vardım. “Geç oldu uykum var.” diyerek kapıyı örtmeye kalktığımda eliyle durdurdu. Vicdanımın üstesinden gelmememin endişesi, korkusu ve sitemi vardı gözlerinde. Onu affedemememin öfkesini de yaşıyordu ne düşünüyordu daha az sevdiğimi mi? “Özledim.” Dediğinde onu duymamayı seçerek yavaşça kapıyı kapattım. . . . Akşam ezanı okunduğunda hala şirketteydim, akşam namazını kılıp yeniden kalan dosyaları inceledim. Yaklaşık bir saat sonra bitmeyen işi bırakmaya karar verdim. Koltukta geriye yaslanıp gözlerimi kapattım dinlenmek istiyordum ama kapı tıklandı bunun mümkün olmayacağını anladım. Selen’i görünce gülümsedim. Dün onu Ankara’ya gönderdiğim için hala biraz suçluluk hissetsem de onun için okuduğum dosyalarda bir seyahate bedeldi. “Hoş geldin Selen, seni bir gün görmedim ama özledim hemen.” “İnanın şirket dışında çalışmanın bu kadar zor olacağını tahmin etmemiştim.” “Sana akşam yemeği ısmarlayayım da yorgunluğun geçsin.” “Olur. İzniniz olursa Fırat da bize katılsın size söylememiz gereken bilgiler var.” “O halde hemen çıkalım.” Selen ve Fırat, Fırat çocukluk arkadaşım olduğu için abi kardeş gibiydik ayrıca Selen ile de evliydiler, akşam yemeğini yedikten sonra kahvelerimizi söyledik. İkisi ile de sohbet etmek oldukça eğlenceliydi hele ki Selen’i takım elbise içinden çıktığında patron sekreter ilişkisi dışında bambaşka bir halde görmek daha çok hoşuma gidiyordu lakin o hala patronunun yanındayken tamamıyla rahat edemiyordu. “Peki, Berzah’ın kiminle görüştüğü ile ilgili bir bilgi var mı?” diye Selen’e sorduğumda kahvesini bırakıp bana döndü: “Maalesef. Tuhaf bir şekilde her hafta salı günü saat iki ile dört arasında ki programını bulamadık. Aynı zaman da bir kez Fırat da bizzat takip etti ama Berzah Bey ya sürekli mekânı değiştiriyor ya da oldukça temkinli davranıyor.” “Salı günleri iki ile dört mü? Bir kadınla buluşmak için ideal bir zaman dilimi mi sence Fırat?” sorum üzerine Fırat da Selen de şaşırdılar. Aralarında tuhaf bir bakışma geçti. Ardından alaylı bir gülümseme geçti dudaklarımdan: “Asude Tuğ’un programıyla karşılaştırdınız mı?” Fırat bana bakarak kaşlarını çattı. “Gerçekten görüştüklerini mi düşünüyorsun?” “Emin olmak istiyorum.” “Şüphe ediyorsun.” “Mesele güvenmemek değil ki. Son birkaç ayda öyle garip şeyler oldu ki şüphe etmek artık alışkanlık haline geldi.” Selen telefonunu çıkarıp sanırım Asude’nin programının takibi için not aldı. “Peki, trafik kazası ile ilgili bir gelişme var mı?” “Evet.” dedi Selen ciddi bir ses tonuyla: “Olayda bir kopukluk var. Tabi tekrar bir soruşturma talebi istesek dahi bir şey bulamayacağımız için dedektif bir arkadaşımdan rica ettim. İmzalardan biri Hataylı bir polis memuruna ait...” “Ee ne var bunda?” “Adamın adı Zafer Öztürk görev yeri Hatay ama İstanbul da ki trafik kazasında olay yeri inceleme raporunda imzası var.” “Nasıl oluyor bu?” “Bilmiyoruz. Adamı bulmamız şart iki güne haber gelir. Eğer gerçekten Nadir Bey yaptırmış ise bunu çok kolay öğrenebiliriz.” “Gerçekten amcam bunu-. Neden yaptı? Anlayamıyorum. Berzah haklı mı gerçekten?” “Dur bakalım önce Selen şu adamı bir bulsun, bir öğrenelim.” “Şu Hasan Özer mevzusu nasıl gidiyor?” Fırat oturuşunu düzeltti, Selen’e kısa bir bakış atmıştı: “Berzah’ın planı işe yaradı dedin ama bu işte bir bit yeniği var bence. Selen de bende bu işin bu kadar kolay hallolmasından rahatsız olduk. Bir şeyler oturmuyor. Selen bana paranoyak gibi davransa da bu da Erkan Tuğ’un bir olanı olabilir. Bence bu bir tuzak Berzah’ı uyarsan iyi olur.” “Berzah bunu düşünmüştür. Oldukça temkinlidir. Ayrıca Emir ve Zeyd de durumu biliyorlar bu konuda eminlerdi.” “Öyleyse sorun yok. Sadece fikrimi söyledim.” dediğinde Fırat’ın tatmin olmadığını biliyordum. Selen ortamı yatıştırmak için bana döndü: “Önce bir bu planın işe yarayıp yaramadığına bakalım. Endişelenmeyin.” “Selen bedel ne olur?” “Değişir. Hasan Özer’in zararını karşılamanızı isteyebilirler ki bu çok büyük bir meblağ, Erkan Bey’in insafına da kalabilirsiniz.” “İnsafı mı? Öldürmek mi?” “Tabi ki hayır.” dedi gülümseyerek: “Masanın çoğunluğu buna asla izin vermez.” Kahvemden bir yudum aldım. Bir yanım rahatladı çünkü bu bedel meselesi tüm zihnimi öldürmek eylemi ile koşullandırmıştı. O sırada aklıma gelen başka bir soruyu sordum. “Asude Tuğ’un intihar ettiğini biliyor muydun?” “Herkes biliyor.” “Sebebi peki?” “Berzah Bey ile evlenmek istediği onunda reddettiği için olduğunu biliyorum yalnızca.” Evlenmek mi? “Peki, Asude intihar ettikten sonra Erkan Bey, Berzah’a bir şey yapmadı mı?” “O olaydan sonra Berzah Bey ortalıkta görünmedi hiç. Uzun bir süre sonra geri döndü.” “İkisi sevgili miydi?” “Öyle görünüyordu.” Fırat alaylı bakışlarını üzerime dikti: “Berzah’a sormamış gibisin.” “Sordum ama sevgili olmadıklarını söyledi.” “Sende inanmadın tabi.” “İnanmamak değil sadece emin olmak istiyorum.” “Ne klişe cümle ama.” Dedi Fırat alaya alarak beni. Haklıydı, bu ne şüpheydi? Ama neden farklı cevaplar alıyordum ve neden emin olamıyordum? Fırat sakin bir sesle devam etti: “Ne kadar anormal durumlar yaşansa da o senin hala kocan ve ona âşıksın. İnsanlara güvenmeyi öğrenmelisin.” “Size güveniyorum. Bu yetmez mi?” “Ama yine de eksikmiş gibi-“ “Fırat!” Selen’in ikazı üzerine Fırat bir süre sustu ardından konuyu değiştirdi. “Peki, ne yapmamızı istersin?” “Ne öneriyorsunuz?” “Hatay’a gidebilirim adamı bulup kazayla ne gibi bir bağlantısı olduğunu öğrenebilirim. Selen sen de Berzah’ın kiminle ne için buluştuğunu bir an önce öğren. Artık Patronu endişeden kurtaralım.” gülümsedi. “Size patronluk yapmak istemiyorum ama bu işi bir an önce halletseniz sevinirim.” “Peki efendim.” Babamın bana en büyük mirasının Fırat ve Selen olduğunu bir kez daha anladım orada. Hem abi ve abla hem kardeş ve arkadaş gibiydiler benim için. İkisine de minnetle baktım. “Fırat pozisyonunu değiştirmek istiyorum.” söylediğim şey üzerine şaşırarak bana baktı. “Neden?” “Fazlasını hak ediyorsun.” sessizce güldü. “Ah, ne cazip teklif ama… Hayır, Hare, ben zaten hak ettiğim yerdeyim. Ayrıca da karımın astı olarak çalışmaktan da gayet memnumum.” “Orada çalışmaktan sıkılırsan hemen haberim olsun o halde.” “Peki.” “Demek yurt dışına çıkacaksınız?” “Evet, Hare Hanım. Yıllık izin için farklı bir tatil yapmak istedik.” “Nereye gideceksiniz? Karar verdiniz mi?” “Ben Orta Asya istiyorum ama Fırat Uzak Doğu diye diretiyor.” “Tamam. Tatiliniz benden. Çalışmalarınızın ödülü.” Fırat rahat bir nefes verdi: “Bizde ne zaman bize bir ödül vereceksin diye merak ediyorduk.” “Babam kadar bonkör değilim maalesef.” dedim aynı şekilde gülerek: “Ne zaman döneceksiniz?” “İki hafta kadar kalırız. Sonrasını da evimizde geçirmek istiyoruz.” “İyi düşünmüşsünüz.” Güzel geçen ve bana çok iyi gelen bir akşamdan sonra onları baş başa bırakıp ayaklandım. Kapıda arabayı beklerken Abdurrahman ve Metin’in telaşlı olduğunu gördüm ama bir şey sormadım çünkü cevap vermeyeceklerini biliyordum. Erkan Tuğ’un bir tuzak kurmuş olabileceği ihtimalini düşünürken iyice içim daralmaya başladı, endişem arttı. Berzah’a nerede olduğunu soran bir mesaj attım. Sonra da Abdurrahman’a sordum. “Berzah şuan nerede biliyor musunuz?” “Hayır efendim.” “Hasan Özer ile ilgili bir gelişme mi var.” “Hayır efendim.” “Önemli bir işi mi var?” “Evet Efendim.” Ardından dikiz aynasından bana baktı Abdurrahman. Evet dememesi gerektiği emrine uymamıştı muhakkaktı ki şaşırdı. Ben ise güldüm. “Önemli işi ne?“ “Bilmiyoruz efendim.” aklıma gelen şey ile sustum. Ardından tekrardan tekrar sordum: “Bugün günlerden ne?” “Salı efendim.” Telefondan hemen Berzah’ı tekrar aradım. Açmadı. Şüphe tüm uzuvlarıma yayıldı. İkinci kez aradım yine açmadı. Bu defa Selen hanımı aradım. Hemen açtı. “Hare hanım iyi misiniz?” “İyiyim Selen özür dilerim rahatsız ediyorum ama şuan konuştuğumuz takip içi-“ “Berzah Bey belirsiz, Asude Hanım için ise hemen sorayım.” “Lütfen.” Telefonu kapattıktan birkaç dakika sonra Selen’den mesaj geldi; “Bugün tüm gün evdeydi sadece saat iki gibi çıktı evden bir şekilde izini kaybettik. Ardından saat 16.30 sıralarında geri döndü. Sonrasında evdeydi. Biraz önce de bir kadın misafiri geldi.” Yutkunarak mesajı tekrar okudum. İçimdeki şüphe biraz daha büyüdü. Ya haklıysam? Ya görüşüyorlarsa? Ama o Berzah dedi bir yanım. Ne hissedeceğimi bilemedim. İçimden bir İnşirah okurken arabanın camını açtım ve soğuk havanın yüzüme değmesine izin verdim. Abdurrahman o sırada telefonu çıkarıp uzun bir mesaj yazdı ve elbette ki Berzah’a rapor veriyordu. Eve girdiğimde etraf karanlıktı. Elçin evde yoktu, bu gece ailesinin yanında kalacaktı. Üzerimi değiştirip abdest aldım ardından yatsı namazını kıldım. Uykum olmadığı halde yatağa girdim. Ne kadar dönüp dursam da yine de uyuyamadım. Bulunduğum bir uçurumdan düşüyor hissiden kapı zili ile çıktım ve gözlerimi açtım. Dijital saat 02.38’i gösteriyordu. Gelen kişi tabi ki Berzah’tı. Ama bu gece onu görmeyecektim. İstemiyordum. Her gece kapıma gelip beni özlediğini söylemesi oldukça zorluyordu beni. Onu özlediğim kadar ona kızgındım da. Ayrıca bu duygularıma güvensizlik ve şüphe de eklenmişti o yüzden kapıyı açmak yerine sadece gitmesini bekledim. Ama gitmiyordu. Ayaklanıp başörtümü gelişi güzel başıma taktım ve kapının ardına gidip sessizce bekledim. Zil artık diğer daireleri rahatsız edecek kadar uzun çalıyordu. Zil sesi keslince gittiğini sandım ama ardından kapıya vurmaya başladı. “Hare!” dedi kısık bir sesle. Elim kapının kulpuna gitti. Açmak ile açmamak arasında gidip gelirken istemsiz kilidi açıp kapının kulpunu indirdim. Berzah’ın kapıya vuran eli havada kalmıştı. Koridorda ne Abdurrahman vardı ne de Metin. Elini indirip bana baktı. Gözleri safirin koyu tonlarını misafir ediyordu. Çok yorgundu, ayakta kalacak takati yokmuşçasına. Üstü başı toz içindeydi. Nereden gelmişti? “Bu gece burada kalabilir miyim?” söylediği şey ile ona baktım. “Hayır.” kapıyı kapatmaya kalkmıştım ki Berzah eliyle durdurdu bir adım atmıştı içeri doğru. “Lütfen Hare.” dedi. Bakışlarında ki safir halkalar yerini tamamen siyah bir gölgeliğe bırakmıştı. Tuhaftı bugün Berzah. Sanki ayakta durmak için yardıma ihtiyacı varmış gibiydi. Elimle Berzah’ı dışarı doğru ittim. “Hayır, Berzah gitmelisin.” Kapıyı kapattığım da şaşkınca öylece kaldım. Berzah’ı tek elimle itmiştim ve oda buna karşı koymamıştı, koyamamıştı. Normalde Berzah’a karşı asla güç kullanamazdım. Onu ittiğim elime bakarken yerdeki iki üç koyu leke dikkatimi çekti. Eğilip elimle dokundum, yapışkan koyu kırmızı sıvı ile temas ettiğimde bir ürperti geçti bedenimde. Kandamlalarının Berzah’a ait olduğundan emindim. Hemen ayaklanıp tekrar kapıyı açtım. Berzah kapıya yaslanmıştı. Gözleri beni bulduğunda dudağında belli belirsiz bir gülümseme oluştu. “Açtın.” “Berzah?” Korkudan açılmış kocaman gözlerim hemen koluna kaydı. Birikmiş kan parmaklarından iki damla halinde tekrar aktı. Ardından Berzah birden önüme yığıldı ve ben öylece ayakta donup kaldım. *** |
0% |