Yeni Üyelik
21.
Bölüm

20.Bölüm

@cigdemgah

“Ya’aburnee” Bir kelimenin beni bu kadar derinden etkileyeceğini ömrüm boyunca asla tahmin edemezdim. Belki de alyansı parmağıma taktığım andan bu yana ilk kez parmağımı sıkmasının sebebi içinde yazan bu kelimenin ağırlığıydı. Berzah bu kelimenin yükünü kendisi kadar benim de omuzlarıma yüklemişti. En sevdiklerinin yokluğunun korkusunu, beni ona bağlayan bu yüzüğün içinde taşıtarak beni de sevdiğimden önce ölme isteğine bağlı kılmıştı.

“Beni göm, ama asla unutma.” derken ölümümü görmektense kendisinin ölümünü görmemi istemesi onun sevgisinin bencilliğini göstermez mi? Ne acı ki bende onun gibi hissediyordum şuan. Onu tanıdığımdan bu yana ilk defa tamamen kaybettiğimi hissetmiştim. Berzah’ın o en büyük korkusuna düşmüştüm. Göğsüm daralıyor, elim ayağım titriyor, dilim Rabbin kapısında yalvarıyordu onu bana bahşetmesi için. Hayır, aslında bu kelime bundan sonra Berzah’a değil, bana aitti. Çünkü Berzah’ın ölümünü görmektense üzerime toprağı o serpmeliydi. Onun ölümü görmeye dayanamazdım. Dilime aldığım bu duaya içten âmin derken bu âminimden de korktum ve bu fikri tamamen kafamdan attım.

Ölümün güzel olduğunu biliyordum ama kendi ölümümün; benim için ayrılan bölümün, güzelleşeceğim anın. Benim ölümümün rengi safir mavisiydi; belki de bunu bilmek yani ölümün eteğine dokunmuş olmak bir kez beni rahatlatıyor ama ya diğer türlü? Ölümün rengini bilmeyen Berzah ne hissederdi benden sonra? Onun da aynı duayı ettiğine ve en içten şekilde âmin dediğine emindim. Belki de onu kapımda yaralı halde bulduğumda o duasını yaşıyordu. Katar’da sahilde yürüyüş yaparken söylediği cümleler kulağımda yankılandı yeniden. Bana sarılıp alnımdan öperken aynı zaman şaşkınlıkla beraber gülümseyerek sormuştu:

“Birinin sevmenin bu kadar güzel olduğunu bilmiyordum.”

“Akşamüstü güzel, deniz güzel, seninle yürümek güzel, sana olan sevgim güzel…”

“Ve sen… Çok güzelsin Hare,” demişti yüzümü avuçlayıp: “Güneş bunun için güzel batıyor, Deniz bu yüzden güzel. Tüm bunların hepsi senin kalbinin sadece benim için çarpıyor olduğu gerçeği için güzel. Çok seviyorum seni. Keşke kalbim daha büyük olsaydı da içime alabilseydim seni. Öyle çok… Korkuyorum şimdi yanımda varken bir gün yok olacaksın diye. Eğer gözümün önünden kaybolursan bende kaybolurum, yoksan bende yokum.”

O zaman sevginin coşturduğu bir kalbin söyledikleriydi bana göre duyduklarım. Aynı duyguları benim de hissediyor oluşuma ondan ayrıldıktan sonra karar vermiştim. Eğer o kaybolursa gözümün önünden bende kaybolabilirdim. Düşünmek aklımın her bir odasına girip çıkıp, kapıları çarpıp aynı şeylere takılıp, aynı yerde yanlışa düşmekti şuan. Berzah benim herkesimdi ve o benden giderse hiç kimsem kalmayacak gibiydi.

Berzah kapıma gelip son bir gülümseyiş ile önüme yığıldığında yaşadığımın bir rüya olmasını diledim ve o gülümseyişinin bir veda olmamasını. Yaşla dolan gözlerim Berzah’ın sağ kolunun altından usulca yayılmaya başlayan kana takıldı. Az önce iki damla gördüğüm kan çoğalmış, beyaz zeminde gittikçe dağılıyordu. Berzah’ın giydiği siyah ceketinin ucu kandan bir kat daha koyulaşmıştı. Hemen başucuna çöktüm ve titreyen ellerim ile başını kaldırıp dizlerime koydum.

“Berzah!” Gözleri kapalıydı. Sesim gitmişti benim bile bilincinde olmadığım birkaç sözcük söyledim, gözlerimdeki yaştan görüşüm bulanıklaştı. “Berzah, beni duyuyor musun?” sağ omuzuna dokunduğumda tüm elim koyu kırmızı renge boyandı. Elimde ki kanı gördüğümde titreme şiddetlendi. Korkum, heyecanım, mantığımı yok sayıyor ne yapacağımı şaşırtıyordu. Ellerim kana bulanmıştı, Berzah’ın kanına. “Abdurrahman! Metin!” Sessizlik daha çok korkmama sebep oldu ve sanki şimdi yalnız olursam Berzah’ı kaybedecektim. Ne yapacağımı bilemeden ağlarken ve Berzah’ı uyanması için onunla konuşurken telefonu titremeye çalmaya başladı. Telefonun cevaplama tuşuna basınca elimde ki kan ekrana bulaştı.

“Emir hemen buraya gel Berzah kanlar içinde, ne yapacağımı bilmiyorum Abdurrahman ve Metin burada yok ben-”

“Ağlama ve sakin ol… Şimdi cevap ver; Berzah senin yanında mı?”

“Evet. Yaralı. Kolundan kan var.”

“Tamam. Hemen geliyorum ben. Sen yarayı iyice bastır. Kan kaybetmiş olabilir. Bilinci açık mı?”

“Biraz önce benimle konuştu ama şimdi cevap vermiyor.”

Emir telefonu kapattıktan sonra söylediklerini aklımda tutmaya çalışarak vakit kaybetmeden elimi Berzah’ın omuzuna bastırdım ama bir işe yaramıyordu. Yerde ki kan lekesi usul usul yayılarak büyümeye devam ediyordu az sonra kapıyı da geçekti. Hemen arkamda ki aynanın üzerinde duran şalı çekip elimle tuttuğum yaraya bastırdım.

“Berzah?” hiçbir tepki yoktu. Onu tanıdığımdan bu yana bana hem yâr hem yara olan safir gözlerini görmeyi hiç bu kadar çok istememiştim, titrek sesimle konuşmaya devam ettim: “Berzah, ne olur aç gözlerini? Ne olur böyle bırakma beni.” Elimle dokunduğum yanağına bulaşan kanı elimin tersi ile sildim hemen: “Sen de bırakıp gidemezsin beni, duyuyor musun? Senin bu dileğin kabul olmayacak biliyorum; ben senin ölümünü görmeyeceğim.”

Gözümden damlayan yaş Berzah’ın yanağına, sildiğim halde hala varlığına devam eden kan lekesinin üzerine düştü. Onun yüzüne yakışmayan bu damlayı da hemen sildim. Sessizlik hiç yakışmıyordu bu ana. Sükûtun aslında insanı çileden çıkaracak hatta delirtecek derece de tehlikeli olduğunu anladım ve Berzah’ın sesini duymaya hiç bu kadar ihtiyacımın olmadığını.

Ne kadar geçti bilmiyorum. Zaman ıssız bir yere çevirmişti etrafımı. Belirsizlik vardı sadece yanımda bir de Berzah’ın bilinçsiz hali. Aklımda ki destanlar zamanın binde birine sığardı ancak. Çaresizlik, korku demirden surlarla çevirdi etrafımı geçilmesi namümkün. El pençe boyun büktüm o ana.

. . .

Salonda ki kahverengi kanepenin en sağına oturmuştum. Bir saat kırk yedi dakika on sekiz saniye geçmişti. On dokuz, yirmi, yirmi bir… Zaman sadece benimle yavaşlıyordu diğer herkese eşit akarken. Kan görmeye dayanamadığımdan ve mantıklı tepki veremediğimden beni Berzah’tan uzaklaştıran Emir sessizce onu beklememi istemişti. Kan kaybetmişti. Hastaneye götüremezlerdi. Ellerinden geleni yapacaklardı. Emir ve Şimal bunun için içerdeydiler. Şimal’i çağırmıştı Emir yardım etsin diye, oda kabul edip sormadan sorgulamadan gelmişti.

Bir “Âmin.” usulca süzüldü dudaklarımın arasından ve gözümde ki yaşla beraber ellerim de yavaşça iki yanıma düştü. O sırada kapı açıldığında bende hemen ayaklandım. Başımın biraz dönmesi ile sendeleyince içeri giren Şimal hemen yanıma yaklaşıp koluma girdi:

“İyi misin? Hareket etme ve gözlerini kapa.”

“Berzah nasıl?”

“Önce otur.” sakinliği içimi ürpertti.

“Hayır, onu görmek istiyorum.”

“Emir yarasına dikiş atıyor birazdan görürsün.”

“İyi mi?” sesim çatallaşmıştı.

“Kurşun omzunu sıyırmış. Çok kan kaybetmiş, biraz da doku zedelenmesi var ama hayati tehlikesi yok.”

“Allah’ım sana şükürler olsun.” Derin bir nefes alarak yüzümü kapattım. İçimde hala şükürler devam ederken Şimal yanıma oturdu.

“Hare, farkında mısın, bu olaya şahit olduğun halde şok geçirmedin?”

“Galiba senin sayende…”

“Hayır,” dedi memnun olmuş bir sesle: “bence bunda bilimsel bir açıklamadan çok ruhani bir etki var.” Aklım onun cümlesini anlamaktan ziyade Berzah’ta idi. Onu duymadığımı anlayan Şimal eliyle omzumu sıvazlayıp gülümsedi: “Merak etme iyi olacak. Sakinleştirici yapmamı ister misin?”

“Hayır.”

Saatin tik tak sesleri sinir bozucu bir hal almaya başlamışken salonu bilmem kaçıncı kez arşınlıyordum. Şimal başını arkaya yaslamış uyukluyordu, uzanıp ince pikeyi yavaşça üzerine örttüm, bizim için çok yorulmuştu ve ona minnet doluydum. O sırada nihayet Emir de odadan çıktı. Tişörtünün kenarında kan lekeleri vardı; Berzah’ın kanı. Gözümü o kan lekesinden ayırmak bir zor olsa ilerleyerek Emir’in önünde durdum.

“Berzah iyi mi?”

“Merak etme, iyi olacak.” Emir birkaç yorgun cümle daha kurdu ama onu duymadım çünkü çoktan odamın kapısına varmıştım.

Ürkek birkaç adım attım. Bakışlarım yatakta hareketsiz bir şekilde uzanmış Berzah’ta idi. Sağ kolunu sarmıştı Emir. Sargının üzerinde küçük bir kan lekesi vardı. Bu tabloyu daha önce başka bir şekilde de görmüştüm ve daha kaç kere onu bu halde görmem gerekiyordu? Daha ne kadar sürecekti bu hal? Ne zaman dingin olacaktı Berzah’ın iç okyanusu? Öfkesi dinse dahi görebilecek miydim o safir gözlerinde mutlu sonu? Gözümden bir damla yaş yavaşça süzüldü. İçimin bir tarafı onu gördüğü için rahatlamıştı ama diğer tarafı gözlerini açana kadar hala tedirgindi.

Başucuna geldiğimde yavaşça yatağa oturdum. Uzun bir süre, sessizce onu izledim. Gözlerime birer damla yaş eşlik etti o sürede, elini tuttum kıyamadan. Ardından uzanıp alnına düşen saçlarını yana ittim. Komodinin üzerinde duran peçetelerden birini alıp hafifçe bastırdım alnına, sonra bir buse kondurdum hemen ardından safir korlarının içinde durduğu birer ateş kuyusu olan gözlerinin gözkapaklarından da öptüm. Geri çekildim. Sesimi zorla bulup çıkardım.

“Peygamber çiçeğine sert esiyor rüzgârın Berzah.” dedim zorla bulduğum o sesle: “Beni bu denli üzmeye hakkın var mı? Var değil mi? Ben ırak tuttum seni kendimden çünkü. Sen hala benimleydin hep benimleydin. Acılıysan beraber halletmeliydik. Yanlış yaptıysan beraber düzeltmeliydik. İkimizin acısını bölerek bizi ayrı tuttuğum için affet beni… Ah, aşkın ne olduğunu bilmiyor gibiyim değil mi? Yoksa seni yalnız başına bırakmazdım. Berzah, buradayım artık… Uyan da yine o harelerinin siyaha büründüğü gözlerin ile bak bana. Söz. Bundan sonra yanından asla ayrılmayacağım. Ne olursa olsun ne yaşanırsa yaşansın beraber halledeceğiz, yanında olacağım, asla bırakmayacağım. Sana ihtiyacım var benim.”

Kelamlarım burada tükendi. Gerisi gözlerimden ve yüreğimden mesuldü. Kelimelerden öte ne vardı bilemedim o yüzden ona bakışıma ve yüreğimden tütüşüne yükledim tüm özlemimi. Beni duymuş muydu, bilmiyordum ama hissettiğine emindim.

Yavaşça kalkıp son bir kez daha ona baktıktan sonra odadan çıktım. Salona döndüğümde Şimal bıraktığım koltukta rahatsızca uzanmış uyuyordu. Emir ise koltuktan aldığı yastığı, yemek masasının görünmeyen köşesinde, başının altına almış yerde yatıyordu. O an ezan sesi duyuldu uzak bir camiden içimden salavat getirirken gidip bir battaniye daha getirdim ve Emir’in üzerlerine örttüm. Sessizce hareket ederek mutfaktan bir bardak su alıp tekrar yatak odasına döndüm. Abdest alıp sabah namazını kıldım. Berzah için, benim için ikimiz için uzunca dua ettikten sonra Berzah’a hissettirmeden yatağın diğer tarafına uzandım. Berzah’ı sanki kaybedecekmişim gibi gözlerimi ondan ayırmadan izlemeye başladım ta ki göz kapaklarım ağırlaşana dek.

Uyandığımda Berzah hala aynı şekilde uyuyordu, sabah olmuştu pencereden sızan güneş odanın ortasına değiyordu. Berzah’ın kolunda ki serum bitmişti. Ayağa kalkıp ilk olarak o serumu çıkardım. Ardından dudaklarımı Berzah’ın alnına bastırdım. Ateşi düşmüştü geceye göre daha iyiydi. Havanın aydınlanması ile yüzüne daha dikkatli baktım. Dudakları kupkuru olmuştu, ıslattığım pamuklu bezi dudaklarına bastırdım. Sol gözünün hemen altında kurumuş kan lekesini temizledim. Bandajın dışında kalan vücuduna baktım. Karın bölgesinde uzun ince morluk dikkatimi çekti. Düşmüş gibiydi. Ama omzundan vurulduğunu söylemişti Şimal. Kim vurmuştu ki benim canımı? Düşman mı arıyordum ben? Bunun için o masayı gösterebilirdim değil mi? Berzah’ın yüzüne baktım tekrar. Ona olan tüm öfkem, kırgınlığım yerini merhamete ve şefkate bıraktı. İçimde ne zamandır gerilere itmeye çalıştığım, yok saydığım ama hep yerinde sayan o sevgime yüzümü döndüm tekrar, beni buyur edip bağrına bastı.

Elimi yüzümü yıkayıp üzerimi değiştirdim. Ardından Berzah’ı bırakıp odadan çıktım. Şimal ve Emir hala kayıtsızca uyuyorlardı. İkisini uyandırmamaya çalışarak mutfağa geçtim onlar uyanmadan kahvaltı hazırlamaktı niyetim. İlk olarak Selen’e işe gitmeyeceğimi açıklayan bir mesaj attım ardından ise Elçin’e birkaç gün evinde kalabileceğini anlatan uzun bir mesaj yolladım. Sonra da çay suyunu koydum ve yarım saat sonra Emir ve Şimal için bir kahvaltı sofrası hazırladım. Ekmekleri masaya koyduğum sırada Şimal esneyerek yanıma geldi.

“Günaydın.”

“Günaydın. Kusura bakma o rahatsız koltukta uyudun. Aslında Elçin’in odası müsaitti ama seni birkaç saat için uyandırmak istemedim.”

“Endişe etme. İnan bana hastanenin o berbat yataklarının yanında koltuk kuş tüyü gibiydi.”

“Emir uyuyor mu?”

“Alarm sesimle uyandık. Senin mutfakta olduğunu görünce Berzah’a bakmaya gitti.” Telaşlanarak ona döndüm.

“Öyle mi serum bitince çıkardım-“

“Yenisini takar merak etme ayrıca Berzah iyi. Biraz kendini de düşün uyumadın mı hiç? Yorgun görünüyorsun.”

“Uyudum, iyiyim.”

“Günaydın.” diyen Emir’in sesi ile ikimiz de kapıya döndük. Emir hala uykusunu alamamış yorgun bir hal ile gelip kahvaltı masasına oturdu.

“Durumu nasıl?” diye sordum merak içinde elimde tuttuğum s çaydanlık ile başında dikilirken.

“Geceye göre daha iyi.”

“Ne zaman uyanır?” diye tekrar sorduğumda Şimal koluma dokunup cevap verdi:

“Merak edilecek bir durum yok, uyanacaktır elbette.”

Başımı salladım sadece “inşallah.” derken içimden sessizce. Şimal kahvaltısını yaptıktan sonra akşam uğrayacağını söyleyerek hemen çıktı. Emir ise Berzah’a ağrı kesici verdikten ve iki saat sonra bir takviye yapmamı tembihledikten sonra çıktı. Nihayet ben ve Berzah baş başa kalmıştık. Ben suskun onun başucunda oturmuş elimde ki Kuran’ı okuyordum, o ise kıpırtısız ve benden habersiz sadece uyuyordu. Henüz son ayeti okuyordum ki Berzah’ın telefonu çaldı, arayan Zeyd’di. Hemen cevapladım, çünkü neden bu halde olduğunu birine sormalıydım:

“Zeyd,”

“Berzah nasıl?” diye sordu lafı bile uzatmadan.

“Emir iyi olduğunu söylüyor.”

“Uyandı mı?”

“Hayır.”

“Emir iyi diyorsa iyidir. Ben şehir dışındayım. Uyanınca bana ulaşsın.”

“Aradığını söyleyeceğim.”

Başka bir şey demeden telefonu kapattı. Yavaşça ayaklanıp öğle namazını kıldım, dua edip tekrar Berzah’ın yanına oturdum. Bir odada bir başına gibiydim. Berzah var ile yok arasındaydı. Fiziksel olarak yanımdaydı hatta bunu tasdik eder gibi sürekli elini tutuyordum ama konuşmalarıma cevap vermeyişi sesimin boş odada yok olup gitmesi beni boş hissettiriyordu. Cansız bir bebekle konuşan küçük bir kız çocuğu gibiydim. Hala uyanmayan Berzah, beni haddinden fazla endişelendiriyordu. Yeniden telefonun zil sesi odada duyulunca komodinin üzerinde titreyen telefonun ekranında Talha’nın adı vardı bu defa:

“Alo,”

“Berzah nasıl?”

“Sanırım iyi.”

“Konuşabilir mi?”

“Hala uyanmadı.”

“Kendine gelir gelmez bana haber ver.”

“Ne oldu ona?”

“Plan ters tepti.”

“Nasıl?”

“Ondan dinlesen daha iyi olur.”

Telefonu kapatıp Berzah’ın küçük çizikler bulunan yüzüne baktım. Hala kıpırtısız bir şekilde yatıyordu. Islattığım bezi tekrardan kuruyan dudaklarına bastırdım ve uzun bir süre yeniden onu izledim. İkindi namazından sonra Elçin aradı ardından da hemen Şükran teyze. Çok endişeliydi ve endişesini az da olsa dindirmek için elimden geleni yaptım.

Akşama doğru Emir tekrar gelip Berzah’ı kontrol etti pansumanını yaptı ve iyi olduğunu söyledi yeniden. Uzun bir akşam olacağını anladığımdan Berzah’ın yanına uzandım. Sessizlik biraz daha içime işledi. Gözlerimi tavana dikip bir süre öylece kaldım ardından usulca indi gözkapaklarım:

“Artık gözünü açmalısın. Ayrı kaldığımız günleri telafi etmemiz gerekiyor…” diyerek kendi kendime söylendim: “Sana söylemem gereken şeyler var. Sen de beni bir daha böyle korkutmayacağına söz vermelisin-“

“Söz.”

Birkaç saniye sonra idrak edebildim cevap aldığımı, gözlerimi açıp hemen yanımda uzanmış adama baktım. Onun zorla aralanmış kısık gözlerinde ki safir renge denk gelince bir mutluluk dalgası kalbimin orta yerinde kırılmış cam parçaları gibi dağılıp coşturdu beni. Kendimi tutamadan hemen doğrulup boynuna doladım kollarımı:

“Allah’ım çok şükür…” dedim ona sımsıkı sarılarak: “Şükürler olsun…” gözlerim nemlenirken Berzah’ı fazla sıkmış olmalıyım ki can acısından hafifçe inledi:

“Galiba şimdi ölebilirim.” Dedi, hızla kollarımı ondan çektim mahcup bir eda ile gülümsedim.

“Özür dilerim.”

“Tekrar sarılmanı yeğlerim.” Gülümseyerek bu defa güzelce sarıldım ona. Serum takılı eli ile hafifçe karşılık verdi bana. Bir süre öylece kaldı, sonra geri çekilip bana baktı. Derin bir nefes aldı gülümserken.

“Seni böyle görmeyi özlemişim.” Uzanıp bir buse kondurdum yüzüne. Ardından geri çekildim.

“Emir’e haber vereyim.”

“Dur. Önce bir doyasıya sana bakayım.” Güldüm. Uzanıp yüzüme dokundu ardından gözkapaklarıma ve kirpiklerime: “Kirpiklerine kadar özledim. Şuan sana sımsıkı sarılmak istiyorum ama…” kolunu kaldıramadığı için çatık kaşları ile omzuna baktı ardından bana döndü: “Rica etsem bana sımsıkı sarılabilir misin?” gülerek dikkatli bir şekilde ona yaklaştım. Canını yakmamaya dikkat ederek ona olabildiğince sıkı bir şekilde sarıldım.

“Çok özledim seni.” dediğimde gülümsediğini biliyordum, dışarıya verdiği nefesi şalıma çarptı:

“Biraz böyle kal.” dedi yavaşça bir süre dediğini yapıp öylece kaldım, ardından rahatsız bir şekilde olduğumdan doğrulup başımı omzuna yaslayacak şekilde yanına uzandım.

“Böyle daha iyi...”

Uzun bir süre sessiz kaldı. Nefes alışverişi aralıklıydı, ağrısının olup olmadığını merak ettim. Canını yakmamak ve rahatsızlık vermemek için kımıldamamaya dikkat ediyordum. Az sonra konuştu tane tane ve sakin bir şekilde:

“Seni çok incittim değil mi?”

“Evet, birkaç büyük intikam planım var.” Güldü.

“Başım gözüm üzerine.” Ardından ona döndü yüzüm.

“Çok korktum, seni kaybettiğimi sandım ve yine ölmek üzere gibi hissettim.”

“Yine mi?”

“Vurulduğum zamanda böyle hissetmiştim.” Berzah bana dönüp baktı bakışlarında ki o buruk ifadeyi gördüm.”

“Özür dilerim. Seni korkutmak istemedim ama bekleyemedim daha fazla sana söylemem lazımdı.”

“Neyi?” Berzah anlamadan bana baktı:

“Sana anlatmadım mı?” doğrulup merakla ona döndüm.

“Hiçbir şey anlatmadın, yığılıp kaldın sadece.” Berzah şaşırdı. Birkaç saniye düşündü. Sonrasında gözlerinde hiç olmayan bir ışıltı geçti:

“O halde beni neden affettin?” diye sordu, bundan oldukça keyif alarak. Gözlerinin içinde ki koyu harelere baktım.

“Çünkü seni kaybettim sandım... Kızgınlığım, kırgınlığım senin canından daha önemli değil. O halde önüme yığıldın, düşündüm ki beraber olduğumuz zamanların kıymetini bilmeliydim, elini bırakmamalıydım… Seni çok seviyorum.” Berzah afallamış bir şekilde yüzüme baktı. Gözlerinde ki sevgi safir gölgeleri de koyu bir renge bürüdü ve ışıldadı. Sevginin kelimelere dönüşmeden de insanın içine aktığını o an o bakışla anladım. Berzah o güzel gülümseyişlerinden birini sundu yine önüme. Konuştuğunda duyguları sesine de yansıyordu:

“Ben neden bana nasip oldun bilmiyorum. Seni hak edecek ne yapmış olabilirim?” gülümsedim ve elini tutarken ona doğru eğilip cevap verdim.

“Beni Allah’ın inayeti olarak gör.” Berzah gözlerinin içi ile gülerken sessizce içinden mırıldandı, duymasam da onun hamd ettiğine emin oldum. Ardından sordum.

“Peki, bana anlatman gereken ne?” Berzah’ın yüzünde ki gülümseme hüzne bulandı, elimi aldı tek avucuna ve ona bakarken derin bir nefes alarak konuşmaya başladı.

“Senin haklı olduğunu geç olsa da anladım. Hak, adalet birini öldürmek ile sağlanmazdı. O gün Katar’dan dönmeden önce Umut’u arayıp açılışı iptal ettirdim ve anlaşmayı fes etmesini istedim. Zeyd, amcanı dava etti. Ama bilmediğim başka şeyler de oldu. Bizim adamlardan biri kızı böbrek hastası, para için Erkan’a çalışıyormuş. Erkan haberdarmış her şeyden yani. Onun planı da beni kendi planımda güme götürmek. Tabi bizim ani balayı seferinden habersizmiş. Aynı şekilde bende ondan habersizdim. Amcan onu açılışın son günü fabrikayı teftişe çağırdıklarında kendi yerine Kerim’i göndermiş.” Şaşkınlıktan elimle ağzımı kapattım kocaman açılan gözlerim ile Berzah’a baktım. Duyduklarım beni dehşete düşürdü.

“Biliyor muydu?” Berzah sustu sadece. Donakaldım. Amcam oğlunu bilerek ölüme göndermiş olamazdı. O kadar merhametsiz de değildi. Belki dedim içimden doğru değildir, ama Berzah bunu söylediğinde oldukça ciddiydi ve olanlar için üzgündü. Amcamın pişman olan yüzü gözlerimde belirdi. Yalan mıydı? Berzah’ın onun hakkında söyledikleri düştü ardından zihnime yine. Haklı mıydı hepsinde? Gözlerime yaş dolarken Berzah devam etti.

“O gün Kerim’e açılışın iptal olduğunu söylemek için aradım ama açmadı, bizim adamlar söylemişler ama Kerim ısrarla kontrol etmek istemiş… Hasan hani şu aradığımız adam patlamanın Erkan’ın planı olduğunu öğrenmiş Erkan’ı tehdit edince Erkan yüklü miktarda para vermiş adama. Sonra da ortalıktan kaybol demiş. İşi bize verdi. Eğer onu bulamazsak giden parasını bizden alacaktı ki tabi ki kendi sakladığı için bulamayacaktık, bulursak da zaten cezasını biz kesmiş olacaktık. Can’ı da tehlikeye attık sadece Erkan’ın peşine düşmeliydik. Yavuz son anda mevzuyu anlamasa şuan hayatta olmayabilirdim.”

Berzah susup yüzüme baktı. Gözü yanağımdan usulca süzülen gözyaşına takıldı.

“Kerim’i ben öldürmedim.” dedi bakışlarını kaçırarak: “Ölmesini de istemedim. Aklımda Nadir’in bir yakınına zarar vermek gibi bir düşünce geçmedi hiçbir zaman. Üzgünüm.”

Amcam ile kalan son akrabalık bağımı da o an söküp attım. Ona bir ez daha inandığım için kendime kızdım. Asla iflah olmayacaktı bundan o an emin oldum ve ona olan öfkem katlandı. Şimdiye dek olanlar için suçladığım tek kişiye baktım, bir damla yaş daha süzülürken elimin tersi ile sildim. Berzah’a uzanıp sarıldım. Geri çekilirken usulca yanına uzandım.

“Sen haklıydın. Özür dilerim tüm söylediklerim için, seni üzdüğüm için, kendimden uzaklaştırdığım için.” dedim çatallaşan sesimle.

“Sanırım benimde özür dilemem gerekiyor sana her şeyi anlatmadığım için, zor kullandığım için, incittiğim için.” Omzuna gömdüm başımı. Kısa bir nefes aldım.

“Senden başka kimsem kalmadı.” dediğimde Berzah’ın bakışları bana döndü.

“Ben yeterim sana. Anne, baba, abi, kardeş, sevgili… Kimi dilersen sana olurum.” Doğrulup gözümdeki yaşı sildim ona döndüm ve gülümsedim.

“Kimseye gerek yok o halde; dünya benimle.” Berzah zorla uzanarak alnıma bir buse kondurdu.

“Seninleyim.” dedi gülümserken. Berzah geri çekilirken bu defa tek kaşı havada bana yandan bir bakış atarken sitemle karışık söylendi:

“Bu arada. Selen’e söyle beni takip ettirmeyi bıraksın.”

“Farkında mıydın?” diye masumca ona bakarak sordum. Uzanıp bana yeniden sarıldı gülerek. Şimdiye dek farkında oluşu beni biraz mahcup hissettirse de o Berzah’tı bu yüzden onunla olmanın keyfini çıkarmaya karar verdim. O an dilimin ucuna gelen soruyu sormak istedim ama vazgeçtim, daha sonra sormak için.

. . .

(1 hafta sonra)

. . .

“Hadi, biraz gayret göster.”

“Yardım et.”

Küçük bir çocuk gibiydi. Sağ kolunu tutmuş kolu için egzersiz yapmasına yardım ediyordum. Daha doğrusu sağlıyordum çünkü Berzah inatla tembellik ediyordu ya da boş veriyordu. Hasta Berzah baştan ayağına ilgi isteyen biriydi ve benden büyük bir alaka bekliyordu. Mızmızlanıyor çocuklaşıyordu. Elimden geldiğince ona yardım ediyor bu huysuz tatlı hallerini idare ediyordum. Salonda ki üçlü kahverengi koltukta oturmuş kolunu oynatması için sabahtan beri egzersiz yaptırmaya çalışırken yine o saatlerden biriydi.

“Biraz çaba göster erken iyileşmek istemiyor musun?”

“Hayır. Seninle gayet iyiyim.”

“Artık şu bandajdan kurtulman lazım ama”

“Canım istemiyor.”

“Uzat kolunu,” neyse ki dediğimi yaptı. Kolunu hafifçe yukarı kaldırmasına yardım ederken onun bakışları yüzümdeydi.

“Parfümünü mü değiştirdin?”

“Şimdi de parmaklarını yavaşça aç.”

“Kokunu seviyorum.”

“Kapat.”

“Bugün bir başka güzel görünüyorsun.” Kısa bir nefes alarak çatık kaşlarla ona döndüm:

“Dikkatini egzersizlerine verir misin?” ciddi bir ifade ile cevap verdi.

“Sen yanımdayken nasıl odaklanabilirim? Hem sana da helal olsun hiç dikkatin dağılmıyor.” Ona birkaç saniye baktım:

“Çünkü hemen iyileşmeni istiyorum.” Berzah oturduğum sandalyenin kolundan tutup kendine çekti ve bana yaklaştı. Berzah’ın tuttuğum elinin parmaklarını sıktım ama bir tepki vermedi gülerek ona baktım: “Ama galiba boşuna vaktimi harcıyorum, tamamen iyileştin artık.”

“Onu da nerden çıkardın?” dedi yanağımdan öpmek için uzanırken geri çekildim ve sıktığım parmağını işaret ettim. Bakışlarımı takip ettiğinde birkaç saniye sonra durumu anladı, sıktığım parmağını geri çekerek acıyla inledi.

“Ah! Canım yanıyor.” Kollarımı kavuşturup ona baktım.

“Dün Zeyd ile bu koltukta oyun oynarken de bu parmağını mı kullanıyordun?” susup bana baktı. Sonunda yalan söylemeyi kenara bırakıp önce ciddileşti ama hemen ardından aklından her ne geçiyorsa güldü. Oturduğum sandalyeyi bir kez daha kendine çekti ve bana doğru eğildi.

“İyileştiysem ne olmuş.”

“Neden uğraştırıyorsun?”

“Hoşuma gidiyorsun çünkü.” Uzanıp yanağından öptüm. Geri çekildiğimde safir gözlerinde muzip bir ışıltı daha geçti: “Canımın ardında sen varsın.” dedi şaşırarak ona baktım ardından bu bakışını hatırladım.

“Bir şey mi isteyeceksin?”

“Sende isteyeceksin.”

“Nedir?”

“Çocuğumuz olsun istiyorum.”

“…!”

. . .

Berzah tamamen iyileştiğinde bende Şükran teyzenin yanına taşındım. Elçin, Şimal ama tabi en çok da Şükran teyze mutlu olmuştu Berzah ile yeniden bir araya gelişimize. İtiraf etmeliyim ki tekrardan onlarla bir arada olduğuma çok mutluydum, içimin kuytu köşelerinde duran o kimsesizliğim silinip gitti, onlarla iken. Kötü zamanlar geçmiş şimdi iyi günlere gelmiştik. Kara bulutlardan sonra ki rahmet yağmurları içimizin topraklarını bereketlendiriyordu. Bir gün sabah namazına kaldırdım Berzah’ı önce şaşırdı ama itiraz etmedi. Söz dinleyen bir çocuk gibi benimle birlikte abdest alıp namaza durdu. Selam verdiğim sırada Berzah’ın hala selam vermediğini gördüğümde duasının uzun olduğunu sandım. Ama bir süre daha hareket etmediğini gördüğümde eğilip ona baktım ve uyuduğunu gördüm. Önce kızsam da bu kızgınlık saniyeler sürdü, içimden bir istiğfar çektim ve gülümseyerek onu uyandırıp yatağa yatmasını istedim.

Sabah erkenden kalkmış mutfakta uzun uğraşlar sonunda çok özenmiş ve gözlere hitap bir kahvaltı hazırlamıştım. Çayı demleyip altını kıstığım sırada belime dolanan bir çift kol ile korkudan küçük bir çığlık çıktı ağzımdan.

“Canımın içi.” dediğinde sesi kulaklarıma değil yüreğime hitap etmişti.

“Günaydınım.” diyerek karşılık verdiğimde öpmem için yanağını uzattı, öptüm hemen. Hala içimin kıpır kıpır oluşuna şaşırırken içimden hamd ettim. Ona gülümserken arkadan biri genzini temizlediğinde telaşla Berzah’ın kollarından çıktım. Şükran teyze bize gülümserken ben kıpkırmızı kesilmiş ona bakmadan oyalanmaya çalışıyordum.

“Günaydınlar.” Berzah gülerek ona karşılık verdi.

“Günaydın anne.” O sırada Emir de mutfağa girdi hala uykuluydu sessiz bir günaydın diyerek tezgâha yaklaşıp kendine meyve suyu doldurdu:

“Berzah, hani bir danışmanla konuşacağını söylemiştin hala konuşmadın mı?” Emir okula devam etmek için tekrardan af talebinde bulunmuştu ama iki haftadır bir sonuç alamamıştı, bunu da sadece Şimal’e daha yakın olmak için yaptığını hepimiz biliyorduk ve hepimiz umutsuzduk.

“Fatih bey ile yarın konuşacağım.” Emir önüne döndü onun bu halde olmasının sebebi olarak kendimi gördüğümden üzülüyordum haliyle ama Berzah bu konuda kötü hissetmemem gerektiğini söyleyip duruyordu.

Kapı çaldığında Şükran teyze hemen ayaklandı gelen misafiri karşılamak için. Birkaç sevinçli nidadan sonra mutfağa Leyla girdi yüzünde her zamanki o ışıltılı gülümseyiş vardı. Berzah’a ve Emir’e bir hoş geldin beşliği çaktı ve atkısını boynundan çıkarırken yanına gidip sarıldım ve öptüm:

“Hoş geldin canım,”

“Hoş buldum, özlemişim sizi, kaç yıl oldu görüşmeyeli bu arada?” Gülüşmeler eşliğinde masaya oturdu. Ona yeni bir tabak ve bardak indirdim. Derin bir nefes aldı: “Dışarı çıkabilmek o kadar güzel ki.”

“Talha yok mu?”

“Yok, onun çok önemli bir işi var.” dediğinde ağzı kulaklarındaydı. Emir sordu:

“Hayırdır pek bir mutlusun?”

“Abimi tehdit ettim.” Dediğinde Berzah kahkaha attı ve uzanıp ona yumruğunu uzattı, Leyla da gülerek karşılık verdi: “o da Feza ablayı getireceğine söz verdi.”

“Feza?” Emir ekmeğini ağzına atıp cevap verdi:

“Yeni bakıcısı.”

“Bakıcım değil bir arkadaş, yardımcı.”

“Hare abla ben ikinizin yakın arkadaş olacağınıza inanıyorum.”

“Öyle mi? En yakın zamanda tanışmak isterim.”

“İnşallah, bende bunun için uğraşıyorum.” Berzah ona Emir’in doldurduğu çay bardağını uzatırken Leyla ona baktı.

“Berzah abi gözlerin her gördüğüm de nasıl oluyor da bir öncekinden daha güzel oluyor? Hare ablanın yerinde olsam her gün kalp krizi geçirirdim.”

“Geçirmediğini mi sanıyorsun?”

Berzah’ın verdiği cevapla herkes gülerken bende onlara katıldım. Haklıydı. Ona her baktığımda kalbimin büzüşüp vücudumun derinlerine kendini çekmesinin nedeni başka ne olabilirdi ki? Berzah bana döndüğünde tekrar onun gözlerine bakarken içten bir gülümseme ile karşılık verdim.

Bol kahkahalı bir kahvaltıdan sonra işe giden Berzah’ın ceketini verirken bana sarılıp alnımdan öptü, ardından uzanıp yanağından öptüm. O güzel gülümsemelerinden biriyle gülümsedi:

“En sevdiğim.” dedi yüzümü avuçlayarak, huzur dolu bir gülümseme belirdi dudaklarımda.

“Leyla’yı ben bırakacağım.”

“Bugün Şirket’e gitmeyeceksin sanıyordum.”

“Şirkete değil…” dediğimde Berzah’ın ne tepki vereceğini bilemediğim için sustum. Berzah kaşlarını çatıp devam et der gibi baktı bakışlarımı ondan çekip yere indirdim: “amcamı görmeye gideceğim hastaneye.”

“Gitmeyeceksin.”

“Berzah-“

“O adamla görüşmeni istemiyorum.”

“Son bir kez-“

“Hayır, dedim.”

“Ona içimdekileri söylemeden rahat etmeyeceğim. Son bir kez konuşmak istiyorum, hiçbir tepki vermiyor nasılsa sadece son bir kez konuşacağım.”

Berzah sustu sadece gözlerimin içine baktı. Ne bir itiraz vardı gözlerinde ne de bir onay. Tekrardan alnımdan öptü.

“Dikkatli ol.” dedi ve bana bakmadan arkasını dönüp kapıdan çıktı.

. . .

Leyla’yı evine bırakıp içeri girdiğini gördükten sonra hastaneye gitmek yerine sahilde durdum. Amcamla yüz yüze gelmeden önce sanki ailemden başka birinin sesini duymaya ihtiyacım varmış gibi telefonu çıkarıp Derya’yı aradım. Sesi çok iyi geliyordu ve onun sesini duymak beni de rahatlatmıştı. Epey bir süre hal hatır ve özlem ile geçti konuşma

“Hamilelik zor geçiyor ama iyiyim çok şükür.”

“İyi olmana sevindim. Eğer bir şeye ihtiyacın olursa çekinmeden bana söyle olur mu?”

“Zaten Ali yeterince yardım etti. Onun bile teşekkürünü yapamıyorum.” Ali?

“Berzah ne yaptı ki?”

“Cihan’a iş verdi.”

“Cihan Berzah’ın yanında mı çalışıyor?”

“Haberin yok muydu?”

“Hayır.”

“Öyle mi? Şaşırdım. Neden söylemedi ki?” ondan daha çok ben şaşırmıştım. Berzah Cihan’a yardım ettiğini neden benden saklasındı ki. Mütevazı mı davranmıştı yoksa başka bir bildiğimi mi vardı? Telefonun diğer ucunda ki Derya ben sessiz kalınca devam etti: “Hmm o halde sana bilmediğin bir şey daha söyleyeyim… Kaçmamıza yardım eden ve bizi babamdan saklayan da Ali’ydi.”

“Ne?” şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilememiştim. Ses tonumda ki abartıyı duyan Derya sessizce güldü. Aklıma o sabah Berzah’a Derya’yı bulması için yardım istediğim an geldi. Hiçbir açık vermeden benimle konuşması canlandı zihnimde, bir de buna karşılık istediğini anımsadım: “Ama neden?”

“Aslında bende bunu çok düşündüm. Ona onunla evlenmek istemediğimi bile söylememiştim. Bunu bana kendi teklif ettiğinde çok şaşırmıştım. Seni ardımda bırakarak bencillik ettim. Bunun için hep kendimi kötü hissediyordum. Sana söylemek istiyordum ama Ali aramızda kalmasını istemişti. Daha güzel olan ise sizin birbirinizi sevmeniz.”

Daha öncesini bilmeyen Derya’ya olanların hiç birinden bahsetmeyecektim, bu yüzden konuşmayı bitirmeyi tercih ettim. Telefonu kapattıktan sonra bir süre düşündüm. Berzah’ın neler söylediğini neler yaşandığını her şeyi tekrar düşündüm. Önce tüm yapboz parçalarını birleştirdim sonra hepsini tekrar dağıttım. Dudağımda buruk bir gülümseme oluştu. Derin bir nefes alıp arabayı tekrar çalıştırdım. Derya ile konuşmak beni daha iyi hissettirmişti. çok kısa bir an ona Kerim ile ilgili gerçeği söylemek istedim ama hemen vazgeçtim. Zaten sildiği babasına duyduğu öfkeyi ve nefreti katlamak istememiştim.

Yolda giderken bir sürü şey düşündüm. Şuan yanına gideceğim adamı. Onu amcam olarak mı görmeliydim yoksa kuzenimi ölüme gönderen biri olarak mı? Ne diyecektim? Kızmalı mıydım, bağırıp çağırmalı, nefret etmeli, insan olmadığını, evladına bunu nasıl yaptığını söylemeli miydim? Nasıl söyleyecektim? İçimdekileri kör bir kuyuya zorla sığdırmıştım ve üzerine koyduğum taşı kaldırırsam etrafa çok şey dağılacaktı biliyordum ama bir yanım bunu yapmayacağımı da biliyordu.

Hastanenin otoparkı boştu. Arabayı çıkışa yakın bir yere park ettim. Yürümeye başladım ama ayaklarım bir anda yavaşlamıştı. Merdivenleri çıkıp ikinci kata ulaştığımda odasının kapısında durdum. İçim çelişkideydi. Bir an onu görmek isteyip istemediğim geçti aklımdan, beni buraya kadar getiren cesaretim kırılmıştı. Yine de son bir kırıntıya tutunup bismillah dedim ve kararlı adımlarla içeri girdim.

En son gördüğümden bu yana hiçbir değişme yoktu halinde. Sadece saçları yeni kesildiğini belli ediyordu, tıraş olmuştu. Ona burada iyi bakıyorlardı emindim. Tekerlekli sandalyede oturmuş büyük cam pencereden yeşil bahçeyi seyrediyordu. Sessiz adımlarla ilerleyip yanında ki koltuğa oturdum. Bakışlarım ona kaydı. Ara ara göz kırpması dışında hiç hareket etmiyordu. Var ile yok arasındaydı.

Nadir Karan… Kinin, ökenin, hırsın kölesi olmuş bir adam. Uğruna önünde ne olursa olsun ezip geçerek tırmandığı dağın zirvesinden tapa taklak olmuştu. Bel bağladığı her şeyi yerle yeksan olmuş bir adam vardı karşımda. Daha birkaç ay önce her şeye sahipken şimdi hiçbir şeyi yoktu. O şimdi Nadir Karan değildi; sadece yalnız ve aciz bir adamdı. Ona karşı hiçbir şey hissetmediğimi fark ettim. Tek bir duygu kalbimin orta yerinde şaha kalkmıştı; acımak. Aslında kalbimde biriken o kadar söz vardı ki söylemek istediğim ama hiçbiri dökülmedi dilimden. Aramızda ki sessizliği içeri giren orta yaşlarındaki hemşire bozdu:

“Hoş geldiniz Hare Hanım, uzun zamandır görünmüyorsunuz.”

“Evet, işlerim vardı.”

“Anlıyorum.” dedi öylesine söylenmiş bir kelime gibi. Amcamın kolunu sıyırarak küçük şırıngayı kolunda ki belirgin damara sapladı. Ama onun hemşirenin yahut benim varlığımdan haberi yoktu. Benim sessiz kaldığımı gördüğünde hemşire kısa bir bakış attı. Ardından sıkılgan ve duygusuz bir şekilde amcamın durumu hakkında bilgi verdi:

“Nadir bey gördüğünüz gibi. Hala bir tepki vermiyor psikolojik tedaviyi reddediyor. İyice yemeden içmeden kesildi. Son iki gündür sadece sıvı yiyecekler tüketebiliyor.”

“Ne gerekiyorsa yapın lütfen.” Hemşire yarı bir baş onaylaması ile karşılık verip odadan çıktı. Ben bir süre daha sessizce oturdum ardından kendi kendime konuşmaya başladım.

“Amcamsın. Üvey ya da öz. Hiçbir zaman bunun bir önemi yoktu. Seni tanıdığım günden bu yana bana samimi olan hiçbir davranışın olmadı. Beni asla ailenden biri gibi görmedin. Babamı da annemi de asla sevemedin, kabullenmedin.”

Sessizlik.

“Annemi sen mi öldürdün, doğru mu bu? Neden? Bu kadar büyük bir kötülüğü yapmana iten neden neydi? Para mı? Bana kalacak olan miras mı?”

Sessizlik.

“Annem ve babam öldükten sonra sırf onun için bana sahip çıkıyormuş gibi yaptın. Kerim ile evlendirmeye kalktın. O benim sütkardeşimdi. Belki bilmiyordun belki de para için bunu dahi önemsemedin. Bunu tahmin etmek bile zor artık.”

Sessizlik.

“Beni öldürmek için Halid’e verdiğini en başından beri biliyordum. Sana yalan söyledik. Ben oradan kaçmadım, beni Berzah kurtardı… Asla senin için kötü bir isteğim olmadı, olmazda. Berzah’ın senden intikam alacağını biliyordun buna rağmen hiç önemsemeden para için Derya’yı feda ettin. İşler ters gidince de yine açık vermeden bu defa beni kullandın.”

Sessizlik.

“Onu vazgeçirmek için elimden geleni yaptım. O gün pişman olduğunu söylediğin gün, sana gerçekten inandım. Tebrik ederim bir kez daha beni kandırmayı başarabildin.”

Sessizlik.

“Ama Kerim’i, kendi öz oğlunu elinle ateş çemberine iteceğin aklımın ucuna dahi gelmezdi. Nasıl kıyabildin? O senin evladındı? Canından, kanından biriydi? Bunun olmasına nasıl izin verdin? Derya’nın da Kerim’in de hayatını mahvettin. Sonunda birinin hayatı senin ellerinden kurtulurken diğerinin hayatı senin ellerinle son buldu. Allah seni affetsin çünkü bu dünyada affedecek kimse kalmadı. Bundan sonra senin benim ile bir bağın da yok. Bir daha buraya gelmeyeceğim. Beni son kez görüşün bu.”

Sessizlik.

Ona asla bağırmadım, asla saygısızlık etmedim. Söylediğim çoğu şeyi duymuş muydu ondan bile emin değildim. Elimin üzerine düşen bir damla yaşı sildim. Ona başka tek bir kelime dahi etmeden sessizce odadan çıktım. Onu son kez gördüğüme emindim.

. . .

Amcamı ziyaretimin üstünden iki gün geçmişti. Ama hala o günü düşünüp duruyordum. Keşke şunu da söyleseydim, keşke onu söylemeseydim, keşke hiç gitmeseydim… Aklım bunlarla doluydu. Berzah hiç sormadı ona ne söylediğimi, bende anlatmadım. Berzah bunu zaten umursamıyordu çünkü amcamın adını anılmasını dahi istemiyordu.

“Hare Hanım?” Selen’in sesiyle kendime geldim. Gözümü okuduğum dosyalardan kaldırdım. Aslında okuyormuş gibi görünüyordum çünkü aklım başka yerdeydi. Berzah’ın yemek yiyip yemediğini merak ediyor ayrıca da onu özlemiş görmek istiyordum.

“Yemeğe mi çıksak?” Selen gülümseyerek cevap verdi:

“Ben yedim efendim ama size eşlik edebilirim, ne yemek isterseniz?”

“Geleneksel yemek istiyorum. Senin şefin yerine gidelim.” Selen bir kaşını kaldırıp güldü:

“Bir yemek için o kadar yol uzun değil mi? Ayrıca da Berzah Bey’e değil de bizim şirkete yakın olan bir yere gitsek.” Usanarak elimde ki kâğıtları masaya bıraktım.

“Selen benim özlemden aklım oraya gidip geliyor.”

“Aklınız gideceğine siz kalkıp gitseniz daha iyi olacak efendim.” Dedi Selen gülerek. Latifeleri dahi bir kadını ancak bu kadar asil gösterebilirdi. Ona cevap bile vermeden çantamı alıp çıktım birinin bana git demesini bekliyordum çünkü.

Berzah’ın bu defa da özel şoför diye yanımdan ayırttırmadığı Abdurrahman’a beklemesini söyleyip arabayı aldım. Berzah’ı iki defa aradım ama açmadı. Trafik felaket kötü bir durumda olduğundan gerektiğinden daha geç bir zamanda varmıştım ona.

Aynı an tekrarlandı yine. Tevafuktan başka bir şey değildi. Otoparktaydım. Berzah’ın arabası tam önümden geçtiğinde kapıdan inmek üzereydim. Yine aynı an, aynı hız, aynı his... Telaşla aklımda ki düşünceden korkarak telefon kilidini açtım. Şeytan tüm oklarını üzerime çevirdi; Salı, 13.58.

Biraz sonra yapacağım şey için kendime kızabilirdim, bu yaptığıma pişman olabilirdim ama o an bana tek doğru gelen şey aklımda ki şüpheden kurtulmaktı. Ve an ile aklıma gelen tek doğruyu yaptım. Arabaya atlayıp gaza yüklendim tek duyduğum ses gümbürdeyen kalbimden sonra tekerleklerin otoparkın zemininde yankılanan sesiydi.

Tam kırk dakikalık bir yoldan sonra İstanbul’un eski semtlerinden birine girdi Berzah. Ardından büyük bahçeli eski bir köşkün önünde durdu. Bende aynı anda arada ki mesafeyi koruyarak durmuştum. Gözüm onun üstündeydi. Avını kaybetmekten korktuğu için gözünü ondan ayırmayan avcıyı oynuyordum. Berzah beklemeden indi arabadan. Acele ile büyük demir bahçe kapısından içeri girip evin kapı zilini çaldı.

Hayatımda bir anı hiç bu kadar merak etmemiştim. Hiçbir şey için bu kadar sabırsızlık göstermemiştim. Ve asla birini takip edecek bir insan da değildim. Kapı açıldığında Berzah beklemeden içeri girdi. Kapıda onu karşılayan kimdi göremedim. Sadece bekledim. Gidemedim. Buraya kadar onun ile geldiysem onun ile dönmeliydim. İçimde depremler oluyor duygularım çatlıyor içim kendinden oluyordu. Sabır dileyerek bekledim. Nihayet saat tam 16.02’yi gösterdiğinde kapı tekrar açıldı ve ilk olarak Berzah dışarı çıktı. Kapıya dönüp orada duran biri ile konuşmaya başladı.

Yolun karşısında kaldırımda ki büyük ağacın yanındaydım. Evin tüm bahçesi görebilecek açıklıkta idim. Berzah hala konuşmasını sürdürürken telefonum çaldı. Arayan Selen’in Berzah’ı takip için görevlendirdiği kızdı.

“Merhaba efendim,” dedi düz bir tonda: “geç oldu ama size ancak ulaşabildim.”

“Berzah şuan tam karşımda ve yanında kimse-”

İçime yanıldığını, aklımda ki oyunların yalandan ve evhamdan olduğunu göstermenin zaferini muştulayacakken Berzah’ın konuştuğu kişiyi gördüm. Aynı zamanda ahizedeki kızın sesi de patlayan bir mayından sonra ki sessizlik gibi içimi dondurdu:

“Öyle ise Asude Hanım da karşınızda olmalı efendim. Görevim tamamlandı.”


Loading...
0%