Yeni Üyelik
23.
Bölüm

22.Bölüm

@cigdemgah


İçimde bitmiş bembeyaz bir papatya tanesini iki parmağımla narince tutup koparıyorum. En sevdiğim kelebeklerdir papatyalar. Babamın bana öğrettikleri arasında en sevdiğim şey budur belki. Derler ki kızların ilk aşkları babalarıdır. Pelerinsiz süper kahramanları olan babaları… Çok doğru. Hicaz Karan gibi bir babanın ilk aşkım olması, öyle bir babaya sahip olmak benim için gururdur ancak. Belki de babamın mükemmel olmasının sebebi benim babam olmasıydı. Her şeyim olmasıydı. Bu yüzden onu kaybettiğim de ne kadar eksik hissettim hiç bir hikâyeye konu olamaz. Bir Berzah anlardı beni, öyle düşünüyordum ama sanırım bu konuda da yanılmışım. Her şeyimi kaybettiğimi düşündüğümde uçsuz bucaksız ummanlardaydı aklım ruhum da keza. Lakin bitirmeyen, yitirmeyen vardı elbette.

Dünyada ki en mutlu aileye sahipken onları birden kaybedip dünyada ki en kimsesiz insana dönüşmek bir saatimiz alıyordu fanide. Ama manevi bakarsak o bir saatlik kayıp içimizde yirmi üç yıla denk geliyordu. O kayıp tüm hayatımızı alıp gidiyordu. Tüm çocukluğumuzu, gençliğimizi, sevdiklerimizi yok ediyordu. Ölümün manevi boyutunu tartışmayacağım, hayır. Tam tersi bugün bir var olanın nasıl olduğunu nasıl hissettirdiğini anlatacağım size.

Bu hayatta eğer imtihanınız sevdiklerinizi kaybetmek ise dünyada ki en zorlu sınava tabi tutulmuşsunuzdur. Çünkü bundan daha acı bir şeyin olmadığını hepimiz biliyoruz. Nedenler, niçinler, sonuçlar sadece bir saat içinde toparlanıp birleşir ardından hemen eriyip gider içimizde. Kaybettiğiniz gerçeğin farkına vardığınızda bir şeylerin artık geri dönülemez olduğunu kesinlikle fark etmişsinizdir. Bir şeylerin bittiği içinize sinmiştir tam tersi ise, bir gözyaşı, bir şükür mahiyetinde. Mucizelere inanır mısınız bilmem. Her zaman gerçekleşir mi onu da bilmem. Lakin eşsiz zamanlara tekabül ettiği kesin ve olduran Allah’a hamd olsun.

Bulunduğum an donmuş zamanda. İçimde bir saatin tik takları zamanının binde biriyle yarışacak derecede yavaş ilerliyor. Hayır, hayır. Bunun gerçek olma ihtimali yok diyor içimin buzdan yanı. Sorular peş peşe geliyor yine. Aklımın derin odalarından cevaplar, nedenler hepsi birer birer karşıma dökülüyor. Bir durgunluk, mutluluk ve şok sarılıp sarmalıyor ediyor beni. Aklım yüreğimden önce yaşadığım anı tasdiklemiş tüm hücrelerimi şaha kaldırıp mutluluktan başımı döndürmeye başlamış.

Çölde görülen serapları bilirsiniz. O an neye ihtiyacınız var ise onu önünüze serer, gerçeklik ile birer birdir. O an yalan olduğuna inanmanız imkânsızdır. İstanbul'un esintili bir akşamüzerinde serap görme ihtimalim yüzde kaçtır sizce? Ben söyleyeyim; milyonda bir. Tabi akıl sağlığımı kaybetmiş isem orası başka. Karşımda ki adam bir halüsinasyon değilse şuan babam sağ gözünden düşen bir damla yaş ile bana bakıyor.

"Hare."

Buram buram özlem kokan tanıdık sesi en son hatırladığımdan biraz daha pürüzlü. O su gibi akan tınısından eser yok. Konuşmak için kendini çok zorluyor. Gözümden bir damla yaş düştüğünde gördüğüm şeyin gerçek olup olmadığını söylemesi için Berzah'ın onayına ihtiyacım varmış gibi ona baktım. Evet doğruydu. Tekrar babama baktığımda sağ elini kaldırıp bana doğru uzattı. Şimdiye kadar onun için ağladığım anların hepsinin içimde bastırdığı duygular bir barajın kapağının birden açılması gibi tüm gözyaşlarımı, hıçkırıklarımı dışarıya vurdu.

"Baba!" diye feryat ettiğim vakit çoktan ona doğru koşmaya başlamıştım. Kollarımı ona doladığım anda gerçekliğini hissettim. Sıcaklığı ben buradayım diyordu. Babam hayattaydı.

"Ya Rabbel-alemin!" dedi sessizce bana sarılırken babam: “Sana şükürler olsun.”

Ne kadar süre ona sarılarak ağladım bilmiyorum. Sonunda ağlamam sessiz iç çekişlere döndüğünde elimle gözyaşlarımı silip ona döndüm. Tanıdığım dağ gibi babamın üzerinden sekiz ay değil sekiz yıl geçmiş sanki. Göz torbaları şişmiş. Çakır gözlerinin etrafı kırmızı bir göle dönmüş, ne kadar süredir ağlıyor olduğu içimin kayalıklarına çarpıp sızlattı yüreğimi. Geçen sekiz ay saçlarında ki tüm gençlik belirtilerini alıp yerini bembeyaz bir hüzne bırakmış. Gözlerinin kenarındaki derinleşmiş kırışıklıklar daha da kötü bir hale soktu beni. Daima sağlıklı görünen babamın yerinde yüzü zayıf, avurtları çökmüş bir adam var. Demek Leyla'sız Hicaz böyle oluyordu. İyi ki dedim içimden annem onun bu halini görmüyordu. Kim bilir ne kadar yalnız hissetmişti kendini? Bensiz, annemsiz ne kadar kahrolmuştu? Ona bakarken anladım ki babam benden daha kötü bir haldeydi. Ellerimle gözünden düşen yaşları yavaşça sildim. O da aynı şekilde beni süzdüğünde aynı hisler içinde olduğunu anladım.

"Çok zayıflamışsın. Hala mı öğünlerini aksatıyorsun?" diyerek yüzümü avuçladığında kendimi tutamayıp tekrardan ağlamaya başladım: "Şşş! Tamam, artık ağlama. Çok şükür ölmeden seni bir kez daha gördüm ya, daha ne istiyorum."

"Baba ben..."

"Bende kızım, bende."

"Annem..." dediğim anda gözlerine inen karanlık özlemini haykırıyor. Derin bir nefes aldığında gözyaşı sesinden önce bana yetişiyor.

"Keşke şuan benim yerimde o olsaydı."

Başka hiçbir şey sormadım babama. Nasıl oldu, nasıl kurtuldu? Soramadım. Annemin yokluğu, bana olan özlemi onun çepeçevre sarmışken. Şu an tek bildiği annemin yokluğu iken ve henüz bunu daha atlatamamışken başka soru soramadım. Derin derin nefes alışları ağırlaşmaya başladığında yorgunluğunu anladım. O sırada genç bir hemşire odaya girdiğinde kendimize geldik. Elinde tuttuğu tansiyon ölçme aleti ile gülümseyerek babamın başucuna gelip bana bakarak gülümsedi.

"Hoş geldiniz Hare Hanım, Pınar ben. Tanıştığımıza memnun oldum."

"Bende."

"Hicaz bey sürekli sizden bahsediyor. Nihayet yurtdışından dönüp buraya gelmeniz hepimizi çok mutlu etti." dediğinde babam tebessüm ederek küçük yalanı bastırdı. Bende bir şey demeden sadece gülümsedim: "Yalnız özleminizi daha sonraya bırakmalısınız çünkü bugün Hicaz beyi çok yorduk biraz dinlensin."

"Hayır, bugün dinlenmek istemiyorum, yorgun değilim."

"Baba, buradayım ben merak etme. Uyandığında başucunda olacağım. Sen biraz dinle burada bekleyeceğim seni."

"Daha doyamadım iki gözüme." dediğinde itiraz kabul etmeyerek onu odasına götürdük. Nihayet yatağa uzandığında bende yanı başına oturdum. Pınar Hanım ilaçlarını verip bir iğne yaptıktan kısa bir süre sonra babam uykuya daldı. Bir süre daha yanında kaldım. Ardından hemşireyi bulmak için odadan çıktım. Yaklaşık yarım saat sonra salonda ki koltukta oturmuş Pınar Hanımın babamın sağlık durumu hakkında verdiği bilgileri dinliyordum.

"...Hayatta kalması bile bir mucize bence. İlk geldiğinden bu yana gözle görülür bir ilerleme kaydetti... İlk başlarda aldığı ağır doz ilaçları yavaş yavaş bıraktık… Şimdi ise sadece yatıştırıcı ve ağrı kesici ilaçlar kullanıyoruz. Haftada dört gün fizik tedavi, bir günde Asude Hanım’dan terapi görüyor. Gerçekten babanız sağlam bir iradeye sahip. İyileşmek için çok çaba sarf ediyor. Asude Hanım bunun sebebinin siz olduğunu söylüyor ve sanırım doğru."

"Peki terapi nasıl gidiyor?"

"Bunun detaylarını Asude Hanım’a sormalısınız… Hicaz bey üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin kaza gününü unutamıyor. Bazen kâbuslarla uyanıyor. Uyuyamadığı çok zaman oluyor hatta bazen benden iğne yapmamı bile istiyor."

"Hala kabus görüyor mu?"

"Berzah Bey’in onu getirdiğinden bu yana daha iyi olduğunu söylüyor. Önceleri her gün olmasına karşın bu oran şuan haftada bire düştü. Özellikle de Berzah Bey’in ziyaretleri Hicaz Bey’e çok iyi geliyor. Tedavinin öncesinde içine kapanıklığı da zamanla geçiyor sürekli sizi anlatıp duruyor. Berzah Bey’in söylediği anlattığı her şeyi bize bazen iki kez anlattığı oluyor."

"Babam buraya geleli ne kadar oldu?"

"Bir kaç ay."

"Anlıyorum."

"Burada olmanız Hicaz Bey’in tedavisi için çok önemli. O yüzden uzun bir süre burada kalmanızı öneririm. Hicaz Bey tekrar dönebileceğinizi düşünebilir. O yüzden bunu ona en az şekilde hissettirmenizi öneririm."

"Tekrar dönmek mi?"

"Evet, yurtdışına?"

"Ha. Hayır. Kesin dönüş yaptım. Babamı yalnız bırakmaya niyetim yok."

"Buna sevindim."

"Peki. Teşekkür ederim Pınar Hanım."

. . .

O gece eve gitmedim. Pınar Hanım evde ki misafir odalarından birinde kalabileceğimi söyledi. Berzah'a da haber vermedim. Çünkü ona kızgındım ve onunla karşılaşmak istemiyordum. Sabah ezanında Pınar Hanım’ı da ayakta gördüm. Babam için ayaklanmış onu sabah namazına kaldıracaktı.

"Aslında bu iyi… Sabah namazlarını kaçırmıyor olması hem maddi hem manevi olarak iyi bir terapi."

Odasına girdiğimizde babam çoktan uyanmış yatakta oturmuştu. Beni gördüğünde gülümsedi ve ayağa kalkmaya çalıştı. Öne atılarak yardım etmek istedim ama beni eliyle durdurdu.

"Kendi işimi göremeyecek kadar yaşlanmadım daha kızım, Elhamdülillah."

"Sen hala çok gençsin elbette, ama ben yine de yardım etmek istiyorum." diyerek koluna girdiğimde babam hemşireye döndü:

"Tamam Pınar sen gidebilirsin. Benim dermanım burada."

Önce ki gördüğümden bu yana daha dinç ve zinde görünüyordu. Buna sevinmiştim. Banyoda abdest almasını bekledim. Sonunda çıktığında elimde ki havluyu ona uzattım. Namaza durduğunda ardında bende namazımı kıldım. Eskisi gibi seri hareket edemiyor olsa da beklediğimden çok daha iyiydi. Bunun için bir kez daha hamd ettim. Sonunda kalkıp dolaptan iki tane kuran çıkarıp pencerenin önüne geçti ve birini bana uzattı.

"Oku bakalım." Dedi, kaldığı yeri açtım. Ve Secde Suresi'ni okumaya başladım. Ben bitirmedim o da dur demedi. Sonunda yorulmasın diye durduğumda salavat getirerek kapattım. Gün aydınlanmaya başlamıştı. Yüzünde hüzünlü bir gülümseme ile bana baktı.

"Özlemişim bunu." dediğinde annemin onun için her sabah sesli Kuran okumasını kastettiğini anlamıştım.

"Bende onu çok özledim."

Gözleri hüzünle süslenmişti. Tereddütteydim. Sorsam anlatır mıydı? Anlatırdı. Yeniden hatırlayınca aynı şeyi yaşayacak mıydı? Acısını taze tutacaktı bu ama sormasam benim içim nasıl olacaktı?

"Baba..." sustum. Ne kadar sormak istesem de bunu bir gün daha erteleyebilirdim: "Hadi, Pınar hanım bekliyordur."

Derin bir nefes alıp baktı bana ardından yavaşça ayaklandı. Kuran'ı elinde alıp tekrar dolaba koydum. Ardından tekerlekli sandalyeye uzanmıştım ki babam beni durdurdu:

"Hayır, artık ona ihtiyacım yok. Sen varsın." gülümseyerek koluna girdim.

"Tedavi iyi gidiyormuş dedi Pınar Hanım."

"Evet, sağ olsun çok ilgileniyor."

"Bundan sonra daha da iyi olacak inşallah. Ben daima yanında olacağım."

"Beni bırak asıl sen nasılsın? Nasıldın şimdiye kadar onu bilmek istiyorum."

"Ben iyiyim baba. Çok zor zamanlar geçirdim. Yokluğunuza alışmak zor oldu ama-"

"Ama Berzah hep seninleymiş anlaşılan." Berzah'ı ondan duymam utanmama sebep oldu. Sahi duyduğunda ne hissetmişti? Kızını bekâr olarak bırakmış evli olarak bulmuştu. Onun için ne anlam ifade ediyordu? Aslen ona herşeyi tüm gerçekliği ile anlatmak istedim ve bunu yapmaya da karar verdim lakin daha sonra. Babam gülümseyerek kolunda olan elimi sıktı.

"İyi biri Berzah." dedim ondan güç alarak.

"Sadece iyi biri diye mi evlendin onunla? Hem de benim rızam olmadan." Yüzünde ki sahte sitemle bana baktı.

"Baba ben-"

"Biliyorum her şeyi."

"Her şeyi mi?"

"Berzah anlattı senin ile ilgili olan kısmı."

"Kendisi mi anlattı."

"Evet. Aslında açık sözlü olmasını takdir etmedim değil. Beni bulduğu gün klinikte onu karşımda gördüğümde çok şaşırdım. Kazadan sonra hafıza kaybı yaşadım bir süre. Seni hatırlamamın üstünden bir ay geçmişti ki bir gün Berzah çıka geldi. Rahmetli babasını tanırdım İbrahim iyi adamdı bir oğlu olduğunu biliyordum ama hiç görmemiştim. Berzah karşıma dikildiğinde onu ilk kez orada gördüm. Ben "Berzah Akad İbrahim Akad'ın oğluyum.” dedi." durdum hatırlamam biraz zaman aldı tabi. Bir kaç saniye sonra Berzah bu defa "Kızınızın kocasıyım." dediğinde şaşırdım. Senin evli olduğunu unuttum sandım." güldüm.

"Tamda ondan beklenilecek bir davranış."

"Açıkçası sana yakıştıramamıştım en başta."

"Babaaa! Ciddi misin?" dedim gülerek.

"Evet, ne gülüyorsun? Daha iyilerine layıksın sen."

"Peki, ne değiştirdi fikrini?" diye sorduğumda bir süre sustu ve ciddileşti.

"Seni Nadir'in elinden alması... Bunu sana aşık olması yahut saçma sapan intikam planları için yapıp yapmaması umurumda değildi. Sana zarar gelmemesi benim için tek önemli şeydi."

"Demek o hikâyeyi de biliyorsun."

"Evet, ne yazık ki." salonun kapısından geçtiğimiz de Pınar Hanım kahvaltı masasındaydı. Saat henüz çok erken olmasına karşın bu köşkte hayat çoktan başlamıştı. Tıpkı eskiden bizim evimizde olduğu gibi. Babam masaya oturduğunda bende yanına oturdum. Öyle bir andı ki gözlerim kapıya kaydı. Sanki birazdan annem gelip babamın yanına oturacak ve gülmeye başlayacak yirmi yıldır her sabah kahvaltısında söylediği babamla bana gına getiren Fairouz'un şarkısını mırıldanıp duracaktı. Ama olmadı. Uzun zamandan sonra ilk defa kahvaltıda ki bu sessizlik canımı sıktı. Gülümsedim.

"Nassam Alayna El Hawa...(rüzgar üzerimize hafifçe esti)." diyerek sessizce mırıldandığımda babamın bakışları anında beni buldu. Bir yerlerde gizlenmiş özlemi anında gözlerine taşındı, havada donmuş olan çatalı yavaşça indirdi ve gözleri buğulanmış bir şekilde gülümsedi:

"Min mefrak il vedi. (Vadinin kesiştiği yerden)" dedi benimle aynı sessizlikte Pınar Hanım bize bakıp neler olduğunu anlamaya çalışırken ikimiz de güldük. Ardından biraz daha yüksek bir sesle sabah düeti yaptık Leylamızın özleminin hatırına.

"Ya hawa dahlil hawa (ah rüzgar, rüzgarın aşkına),

Khidni ela bledi (beni vatanıma götür)."

Gülüşmeler ve birkaç kelimenin yüreğimize su serpmesi son verdi şarkımıza. Babam elimi tutup hafifçe sıktı. Bu "bizi tekrar bir araya getiren Allah'a şükürler olsun" demekti babamın içini duyabiliyordum.

"Sizi şimdiye kadar hiç bu kadar neşeli görmemiştim Hicaz Bey." Dedi Pınar Hanım, babam bu defa hemşireye döndü:

"Çünkü şimdi bir yanım tamamlanmış hissediyor."

. . .

Kahvaltıdan sonra babam Pınar Hanım’la yukarı çıktı. Yanların da sessizce onları izliyordum ki babam sonunda biraz beni özlemek istediğini söyleyerek zorla kovdu yanından. Eve gidip üzerimi değişmem gerektiğini bir kadının aynı kıyafetle durmasının göz yorduğunu söyledi. Ama asıl söylemek istediği şey gidip Berzah'ı görmemdi. Bende onu kırmamak için dediğini yaptım ve eve gittim.

Her zaman ki erkenden kalkmış olan Şükran teyze çoktan kahvaltısını yapmıştı ve Emir ile masada karşılıklı çaylarını yudumluyorlardı.

"Günaydın." diyerek şen şakrak bir sesle onları selamladığımda ikisi birbirine baktı ardından onlarda gülümseyerek karşılık verdiler Şükran Teyze Emir'in meraklı bakışlarını soruya döktü:

"Hayırdır inşallah? Bu neşenin sebebi ne?"

"Tahmin edemezsiniz, çok güzel bir şey oldu."

"Anlat hemen de-" diyen Emir'in sözünü Şükran Teyze böldü:

"Dün hiçbir şey söylemeden çıkıp gittiniz. Sonra biriniz güle oynaya dönüyor öbürünüz hiç gelmiyor." şaşırarak Şükran Teyze’ye baktım:

"Berzah gelmedi mi?"

“Hayır gelmedi." Emir ağzını peçeteyle silip konuştu:

"Konuştuğumuzda ofisteydi. Orada kalmış olmalı. Kavga etmiş olma ihtimaliniz olmadığına göre ne oldu anlat artık."

"Aslında küçük bir tartışma yaşadığımızı söyleyebilirim-"

"Çatlatmada anlat kızım." diyen Şükran teyze baktım ve derin bir nefes aldım."

"Berzah'ın her salı nereye gittiğini merak etmiştim. Herkesten tek bir sonuç çıktı Asude ile görüşüyormuş. Asude'nin de her salı aynı saatlerde programının olmadığını öğrendim. Tevafuktur önce ki gün Berzah'ın yanına gittiğim de o da şirketten çıkıyordu ve bende takip ettim."

"Olaya gel." diyerek gülen Emir'i duymazlıktan geldim.

"Gerçekten de Asude ile görüşüyormuş." İkisinin arasında gergin bir bakışma geçti bu defa. Emir ciddi oldu bu defa.

"Yok, artık yanlış anlamışsındır."

"Sandığım gibi değilmiş işte Asude Berzah'ın ricası ile terapiye gidiyormuş. Tabi ben bunu sonradan öğrendim. Öncesinde Asude'ye gidip neler olduğunu sordum. Sonra bunu Berzah öğrendi ve kızdı."

"Haklı." Emir'e baktım: "Berzah birçok şey yapabilir ama seni aldatmaz. Öncelikle ona güvenmeli ve sormalıydın."

"Peki kim içinmiş Berzah’ın ricası?" Şükran teyzenin sorusu üzerine gülümsedim:

"Babam." ikisi de şok geçirdiler.

"Hadi canım. Hicaz Karan olan baban mı?"

“Bildiğim kadarıyla başka babam yok Emir.”

"Baban yaşıyor muymuş?"

"Evet. Dün gece yanındaydım."

“Emin misin?”

“Evet.”

“Ne zamandır görüşüyorlarmış?”

“Bir süredir.”

"İnanmıyorum adama bak sen. Arkamızdan iş çevirmiş. Hadi senden sakladı anlarım ama benden nasıl saklayabilir böyle bir şeyi." Emir'e gözlerimi devirerek baktım. Şükran Teyze gerçeği idrak edip düşüncelerinden tekrar bana döndü:

"Peki neden bunu senden sakladı?"

"Bilmiyorum sorma fırsatım olmadı. Şimdi yanına gidip hesap soracağım."

"Harika fikir. Bana da bir açıklama yapması lazım kahvaltıdan sonra hemen çıkalım."

Emir benden önce ayaklanarak mutfaktan çıktı ve arkamdan Berzah'a saydırırken benden üzerimi değiştirmek için odaya çıktım.

. . .

Şirkete vardığımızda beklemeden Berzah'ın odasına yöneldik. Kapıyı çalmadan odasına girdiğimizde Berzah masada oturmuş elinde kalem bir şeyler yazıyordu. Geldiğimizi gördüğünde başını bile kaldırmadan göz ucuyla bize baktı ama hemen ardından işine geri döndü. Çok güzel bana kızgındı. Ona bakmadan karşısına geçip ikili koltukta oturdum. Emir ayakta dikilmişti. Aramızda çizilmiş bir sınır varmış gibi sessizlik içindeydik. Ben kızgındım, Berzah kırgındı. Bu yüzden olsa gerek bunu bozan Emir oldu:

"Duyduklarım doğru mu?"

"Ne duydun?" Berzah ilgisizdi.

"Hicaz Karan?"

"Doğru."

"Gerçekten yaşıyor mu?"

"Evet."

"Neden bizden sakladın?"

"Öyle gerekti." Berzah'ın sakinliği beni sinirlendirmeye başlamıştı. Buradan sonrasında artık bilincim devre dışı kaldı:

"Öyle mi gerekti? Bunun öylesine gerekecek kadar basit bir olay olarak mı görüyorsun?" sert çıkışım onu şaşırtmadı. Elinde ki kağıtları yavaşça masaya bıraktı ve arkasına yaslandı. Safir soğukluğun koyu halkalarla çevrelediği gözleri bana sabitlendi. Yorgundu, uykusuzdu ve birazdan öfkesini üzerime çekeceğimin sinyallerini veriyordu ama bende kızgındım.

"İyiliğin için bilmemen gerekiyordu."

"İyiliğim mi? Onca zaman neler çektim ben haberin var mı? Ah ama tabi ki var, sende benimleydin. Karşında bitmiş, kahrolmuş sürekli acı içinde olan bir Hare izlerken ne hissediyordun?"

"Baban sana söylemememi istedi."

"Babamla bu kadar yakın olduğunuzu bilmiyordum."

"Hare, son kez söylüyorum. Baban öyle olmasını istedi."

"O benim babamsa sende benim kocamsın. Benim için iyi olana karar verebilecek konumdasın ama benim hiçbir şey bilmeyip soru sormayan, üzerine gelmeyen halim senin daha çok yararına olacaktı değil mi?" söylediklerim sanırım Berzah'ın sabır taşına dokunmuş olacak ki yaslandığı koltukta doğruldu, tekrar konuştuğunda sesi odada gürlüyordu:

"Kocanım öyle mi? Bana güvenmeyip arkamdan iş çevirirken de bunu hatırlıyor muydun?"

"Ben arkandan iş falan çevirmedim. Sadece-"

"Sadece bana sormak yerine Asude’ye sordun çünkü ben sana yalan söylerdim ama Asude gerçeği söylerdi değil mi?"

"Sebebi bu değildi." istemesem de sesim kırgın çıkmıştı.

"Bana nasıl güvenmezsin? Sevdiğim kadının bana güvenmeyip arkamdan iş çevirmesini anlayamıyorum Hare."

"Berzah,"

"Güvenini sarsacak ne yaptım merak ediyorum? Cidden aklında ne geçiyordu? Seni aldatıp Asude’nin kollarına atılmış bir halde olsaydım haklı çıkıp iyi mi hissedecektin? Bir acaba aklından geçmemiş olsaydı Asude’ye de gitmezdin."

"Yeter. Ben sana güvendim. Asude'ye gittim çünkü sana sormamı gerektirecek hiçbir şeyin olmadığını tasdik etmiştim. Bir nedeninin olduğunu biliyordum. Sadece bunu sormak istedim, ilk olarak Asude'ye gittim çünkü onun nasıl biri olduğunu merak ettim. Ve ne yazık ki gerçekten de mükemmel biri. Bunun için özür mü dilemem gerekiyor. Peki, özür dilerim. Ama sen. Benim ne kadar acı içinde olduğumu bildiğin halde eksik ve kimsesiz hissettiğimi bildiğin halde babamın yaşadığını benden sakladın. İyiliğim için miydi? Güvenliğim için miydi? Sence bunlar mantıklı sebepler mi Berzah? Ben senin karın değil miyim? Sen bunun farkına o zaman varmadın mı? Her şeyi kendince idare edebileceğini mi düşündün? Seni her şeyim olarak görüyorum bu doğru, hiçbir şeyin eksikliğini hissettirmiyorsun ama senin de ulaşamadığın boşluklarım vardı benim. Bunu anlayabilirdin. Lakin benim ne düşündüğüm ne hissettiğimin senin için bir anlamı yok değil mi? Ne yazık."

Ne ara öfkeden ayağa kalkmış Berzah'ın karşısına dikilmiştim bilmiyorum. Sinirden bir damla yaş düştü gözümden. Berzah'ın bakışları oraya takıldı ama ben onun konuşmasına dahi fırsat vermeden esip gürlediğim yurdundan çağlayarak çıktım. Son duyduğum ses Berzah'ın bir şeyleri fırlattığından olsa gerek odadan gelen gürültüydü ve tiz bir kırılma sesiydi. Emir'in odada olmayışının da orada farkına vardım.

. . .

Şirket'e vardığımda daha alışamadığım -bir haftadır tatilde olan- Selen’in boşluğu hemen kendini gösterdi. Şimdi burada olsa onunla konuşmak bana daha iyi gelebilirdi. Büyük masanın gerisinde duran asıl sahibini özlemiş koltuğa otururken canım sıkkındı. Berzah'ı o halde bırakmanın sitemi içimde duvarlarıma çapıp kulaklarımda uğulduyordu. Onu düşünmek istemiyordum. Derin bir nefes aldım ve babamı aradım. İlk çalışta açmasına güldüm. Hala onun yaşadığının bir rüya olup olmadığına şaşırıyordum ve Elhamdülillah ki değildi. Egzersiz yaptıkları için daha fazla oyalanmasına fırsat vermeyerek ve akşam geleceğimi söyleyerek kapattım telefonu. Tam o sırada telefon tekrar çaldığında ekranda Selen’in adını görünce mutlulukla açtım:

"İyi ki aradın."

"Hare Hanım, nasılsınız?"

"İyiyim Selen sen nasılsın? Fırat nasıl?"

"İyiyiz efendim, Fırat'ın size haberleri var."

"Benim de size güzel bir haberim var ama önce siz söyleyin." dediğimde telefonun hoparlöründen Fırat'ın sesini duydum:

"Patronun bizi tatilde çalıştırıyor oluşu umarım ek ücretle bize geri yansıyacaktır." dedi sahte bir sitemle. Gülerek cevap verdim:

"Elbette ben yeterince eli açık bir işverenim."

"Pekala, dinle o zaman. Adamı bulmak için Hatay'a gittim. Lakin adam korkuyor. Bizden önce başkası gidip bulmuş adamı. Adam her şeyi ona anlattığını söyledi ve artık bu konuda kesinlikle konuşmayacağını belirtti. Çünkü tehdit edilmiş bayağı da korkutulmuş. Kim olduğunu sordum. Şaşırma, tarif ettiği adam Berzah'tı. Fotoğrafını gösterdim adam onayladı."

"Şaşırmadım. Berzah her şeyi biliyordu."

"Artık bundan sonrasını Berzah'a sormalısın Hare."

"Sormama gerek kalmadı."

"Nasıl?"

"Bu arada Selen senin takipçinin işine devam etmesine gerek yok." Selen hemen:

"Peki efendim." dediğinde Fırat lafa karıştı:

"Bir dakika ne takipçisi? Neler oluyor? Ne işi?"

"Önemli bir şey değil canım sonra anlatırım." dedi Selen onu yatıştırmak için ama Fırat taktı mı bırakmazdı.

"Ne demek önemli değil. Benden bir şey mi saklıyorsun Selen? Ne saklıyorsun?"

"Bir şey saklamıyorum hayatım."

"Ayrıca bu takip işlerini de bayağı hallediyorsun gözümden kaçmadı. Kimlerden öğreniyorsun sen bu işi?”

"Kimseden."

Ahizenin diğer ucunda atışmaya başlayan çifte kendimi hatırlatmak ve olayı Selen bırakıp ikisinin arasına girdim:

"Fırat dinle sadece, Asude'yi takip ettirmesini istedim Selen’den.”

“Ne?”

“Ve gerçekten de her salı Berzah ile buluşuyorlarmış."

"Ne?"

“Berzah'ı takip ettim."

"Oha! Ne?”

"Takip ettim işte gördüm ikisini."

"Ve sen şuan sakinsin. Berzah'ı da vurmadın öyle mi?"

Fırat'ın tüm şaşırmalarının geçtiği uzun bir ayrıntılı bilgi verme işlemi yaptıktan sonra nihayet asıl soruyu tek aklı başında olan Selen sordu:

"Peki, kim için?"

"Babam."

"Ne?"

"Kim?"

İkisinin de şok olduğunu, yüz ifadelerini görür gibi olduğumdan gülümsedim.

"Hare ciddi misin? Gerçekten de Hicaz Bey yaşıyor mu?"

"Evet Fırat. Dün ve bu sabah onunlaydım."

"Aman Allah'ım nasıl olur bu?" Selen’in mutluluğu sesine yansıyordu, Fırat ise tekrar konuştuğunda gülüyordu.

"Adama bak ya. Gördüğümde kocana sarılabilirim Hare, sakın kıskanayım deme."

"Telefonum nerede bilet ayarlamam gerek." diyen Selen’in sesini duyduğumda şaşırdım:

"Ne? Dönüyor musunuz?"

"Elbette. Hicaz Bey sizin olduğu kadar bizim de babamız sayılır. O yüzden onu görmek istiyoruz."

"Ama tatiliz daha yeni başlamıştı." dediğimde itirazımı Fırat durdurdu:

"Nasılsa senin gibi bonkör bir patronumuz var bizi tekrar gönderirsin. Dönünce görüşürüz."

Ahizeyi kapatıp arkama yaslandım. İçimden şükür nidaları yükseliyordu. Uzun zaman sonra etrafımda bu kadar güzel insanların olduğu hissine bürünmüştüm. Gülümsedim. Babam, Selen ve Fırat, Elçin, Şükran Teyze, Emir ve en önemlisi Berzah... Benim için bunca güzelliğin oluşmasına katkı sağladığı için ona bir kez daha minnet doluydum. Ona olan sevgimi katladım ama kızgınlığım bugün biraz daha öndeydi. Şimdilik.

. . .

Akşamüzeri şirketten çıktım, hava serin ama güzeldi, boynumda ki ince sızı yorgunluğumu haykırıyordu ve bir an önce ayaklarımı uzatıp dinlenmek istiyordum. Kapıya vardığımda Abdurrahman'ı göremedim. Arabamın anahtarlarını bana uzatan kapıda bekleyen güvenlik şefine şaşırarak sordum:

"Abdurrahman nerede?"

"Bilmiyorum efendim. Arabanın anahtarlarını teslim edip çıktı. Yeni şoför yarın işe başlayacakmış."

Kaşlarım çatık şefe bakarken onunda benim gibi bir şey anlamadığını görebilmiştim. Teşekkür ederek anahtarları aldım. Arabada sürücü koltuğuna oturup emniyet kemerini bağlarken bir yandan da telefonu çıkarıp Abdurrahman'ı aradım:

"Buyrun efendim." Diyerek her zaman ki ciddi tavrı ile cevapladı telefonu.

"Abdurrahman, anahtarı bırakıp gitmişsin."

"Evet efendim. Ben istifa ettim."

"Neden?"

"Berzah Bey son olay için çok sinirlendi bende görevimi yerine getiremediğim için istifa ettim efendim." bana göz kulak olamadığı için Berzah'ın gazabına denk gelmiş ve kovulmuştu demek:

"Pekala, madem Berzah'a istifanı verdin. Bende seni işe alıyorum tekrardan yarın gel ve başla. İtiraz istemiyorum anlaşıldı mı kardeşim?" Abdurrahman birkaç saniye düşündü.

"Peki Hare Hanım, teşekkür ederim."

Köşke geldiğimde hava tamamıyla kararmıştı. Büyük salonun kapısında babamı elinde bastonla da olsa ayakta gördüğümde sevinçten koşarak boynuna sarıldım:

"Sanırım seni her gördüğümde sanki ilk kez görüyormuşum gibi hissetmeye devam edeceğim."

"Seni görmek ne güzel... Erken geldin. Senin için hazırlanamadım." dedi muzip bir şekilde gülerek.

"Sen her halinle yakışıklısın baba.”

“Yorgun görünüyorsun.”

“Şirketin beni çok yoruyor hemen kaçıp geldim o yüzden." koltuğa oturmasına yardım ettim, yüzüme baktığında kaşları çatıktı:

"Eve gitmedin mi?"

"Eve mi? Geldim işte baba."

"Onu kastetmiyorum kızım."

"Buraya gelmek istedim." bir şey söylemedi bir süre olayı anlamak için düşünüyordu ve Berzah’a olan kızgınlığımı anladığında derin bir nefes alıp bana döndü:

"Kızım dinle, elbette ki daima senin yanımda olmanı istiyorum, gözümün önünde ayrılmamandan hiç şikâyet etmem lakin senin evin Berzah'ın yanı. O senin eşin. Önceliğin, daima o ve onu mutlu etmek olmalı." sustum, çünkü bilmediği olaylar vardı. Bugün olanları anlatarak Berzah'ı babama şikâyet edecek de değildim. Bu yüzden sadece gülümsedim ama o benim babamdı ve anlardı: "Görüyorum ki kırgınsın. Yaşadığımı senden sakladığı için hesap sordun mu ona? Bu hanımefendiliğinin altında yatan dişi kaplanı gösterdin mi?" benzetmesine güldüm o da güldü. Cevap vermek yerine başımı salladım: "Yazık oldu desene seninle evlenmiş bir adamı bulmak zor olmuştu ve erken kaybettik, başıma kaldın."

"Baba!" ikazıma güldü.

"Şaka yapıyorum." uzun bir süre sustu. Başımı omzuna yasladım. Tüm yorgunluğum geçmiş gibiydi. Rahat ve huzurluydum. Gözlerim kapanmak üzereydi ki tekrar konuştu:

"Bir tanem..." dedi: "Annenin bana küstüğünü hiç görmedim. Eminim ki onu kırdığım zaman olmuştur ama bir kez bile bana kızarak beni yalnız bıraktığını görmedim. Sessiz küsmelerini bilirsin. Susardı o, var olurdu, yanımda olurdu ama o zamanlar çok uzağımdaymış gibi hissederdim. Ne kadar kızsam da kendimi berbat hissederdim öyle zamanlarda. Eminim ki Berzah da öyle hissediyordur. O senin eşin ona küsüp darılma. Bir ceza verilecekse bunu ben veririm merak etme hiç. Çok şükür baban hala senin için hayatta."

"Sadece benden saklaması beni çok öfkelendirdi."

"Haklısın. Ama bunu ondan ben istedim. Eğer Nadir yaşadığımı öğrenseydi sana zarar verirdi eminim. Bundan korktum. Bu yüzden Berzah'ı suçlama."

Babamın onu anlaması benim de onu anlamamı istemesini garip bir durumdu. Ona bakıp gülümsedim cevap vereceğim sırada Pınar Hanım salona girdi:

"İyi akşamlar." dedi gülerek ona karşılık verdikten sonra babama döndü: "Hicaz bey kendinizi nasıl hissediyorsunuz?"

"İyiyim çok şükür."

"Berzah Bey eğer müsaitseniz sizinle görüşmek için gelecek ayrıca misafirleri de varmış. Kabul ediyorsanız buyursunlar."

"Tabi ki." dedi babam memnuniyetle. Şaşırarak doğruldum koltukta.

"Berzah kimi getirecek ki?"

"Sanırım artık saklanmaya son vermenin zamanı geldi."

Yarım saat sonra kapı hafif tıklatıldığında Berzah arzı endam etti. Birkaç saniye gözlerimin içine baktıktan sonra babama döndü içeri girmek için onay beklercesine. Hemen ayaklanıp babamın yanından kalktığımda Berzah'ın ardı sıra, Talha, Zeyd ve Talha’nın dayısı Cemal Azadoğlu salona girdi. Gelip babamın elini sıktıktan ve hepsine sessiz bir hoş geldin dedikten sonra beyler oturdular. Aralarında ki sessizlik ve Berzah ile babamın bana olan 'sen çekilebilirsin' bakışı ile fazlalık olduğumu anlayarak izin istedim ve salondan çıktım.

Büyük kapıdan çıktığım anda hemen duvarın ardında durdum. Elbette ki onları dinlemek istemiyordum ama istemsiz bir şekilde orada durmuş ve istemsiz bir şekilde kulak kabartmıştım. İlk konuşan Cemal Bey oldu:

"Seni tekrardan sağlıklı bir şekilde görmek beni çok mutlu etti Hicaz."

"Sizleri görmek de Cemal."

"Böyle pat diye gelmek istemezdik ama iş acele."

"Zaten bende artık geri dönmeyi düşünüyordum."

"Biliyorsun masanın yeni üyeleri arasında kızın da var-"

Birden kapıdan çıkan bedenin bana çarpması ile afalladığımdan Cemal Bey’in sözlerinin devamını da duymadım. Berzah başını havaya kaldırarak "Ya Sabır" çekti ve bileğimden tutup ardı sıra mutfağa sürükledi. Beni kapı dinlerken yakaladığından ona bakmıyor, utanıyordum bu yüzden beni böyle peşi sıra sürükleme nedenini bilmezden gelmek işime geldi.

"Ne yapıyorsun?" mutfağa girdiğimizde elimi bıraktı:

"Kapı dinlemek yerine kahve yapman daha iyi olur."

İğneleyici konuşmasını duymazdan gelerek cezveyi aramaya başladım. Ona laf yetiştirmek istemedim, haklıydı çünkü. Kahve kısık ateşte fokurdarken bir an olsun gözlerini üzerimden ayırmıyordu. Dikkatimi dağıtıyordu ve odaklanmakta zorluk çekiyordum. Bana doğru bir adım atmıştı elim titredi ve çalkalanan sıcak kahve elime sıçradı acıyla geri çekilip üfleyip püflemeye başladım. Berzah çevik bir hareketle ilk önce cezveyi düzetti ve ocağı kapattı. Bir yandan da gülmemek için dudağını ısırıyordu. Elimi alıp yanan başparmağıma üfledi usulca. Elimi çektim hemen. Gülmesi durmuştu.

"Acıyor mu?"

"Hayır."

Sessizce gidip cezvenin başında durdu. Ve pişen kahveyi ocaktan aldı. Fincanlara dağıtırken bu defa onu incelme sırası bendeydi ve yeri gelmişken sordum.

"Abdurrahman'ı neden kovdun?"

"Ben kovmadım, zat kendi istifa etti."

"İstifa etmesine sebebiyet verecek yükü nasıl verdiysen artık başka seçenek bulamamış gibi."

"Gerçekten de hiç bir şey yapmadım. Sadece 'Hare'yi nasıl gözden kaçırdın?' diye sordum. O da istifa etti. Bu benim suçum mu?" yüz ifadesi cidden de onun suçu olmadığını gösteriyordu.

"Bugün onu işe geri aldım."

"Biliyorum benden teklifini kabul etmek için izin istedi?"

"Sen ne dedin?"

"Eğer bir daha karımı gözden kaçırırsa onu öldüreceğimi söyledim."

"Şaka yapıyorsun?"

Sorum üzerine Berzah sence der gibi tek kaşını havaya kaldırdı dudağının bir köşesi hafifçe yukarı kıvrılmıştı ardından kahveleri servis etmem için gözüyle biraz önce doldurduğu fincanları işaret etti. Mutfak kapısına yöneldiğinde ona seslendim:

"Eve beraber dönelim." Kapıda durdu ve geri dönüp bir kaç saniye bana baktı: "Araba kullanamayacak kadar yorgunum." Gülümsedi keyifle. Babam haklıydı ona küs kalmamalıydım. Berzah daha iyi bir ruh hali ile çıktı mutfaktan.


Loading...
0%