Yeni Üyelik
25.
Bölüm

24.Bölüm

@cigdemgah

Sevdiğim adamın dört duvar arasında ki esareti ve insanın kalbinin içindeki esareti. İkisi de müthiş bir mahkumiyet barındırıyor. Bir yerde kapalı kalmak uzakta olmasa da dokunamadığın birine duyduğun özlemden daha mı kötüdür? Hayır, değil. Ve benim yaşadığım bu duygu bir korkuya, sevgiye, hüzne esaret olmaktı. Hepimizin biraz biraz içinde bulundurduğu esaretti. Eğer bir cümleye konulmak isteseydi bu esaret; insanın içindeki duygularına esir olmasıydı. Dört duvar sadece bir yapıştırmaydı. Burada benim ve aşık olduğum safir gözlü adamın esareti bir şekilde yer değiştirmişti. Ben dışarıda hürken ruhum Berzah'ın dört duvarındaydı. Onun girdiği bu hapishane, duvarın ardında ki koğuş sadece onu değil beni de esir etmişti. Birimiz dört duvarın arasındaydık diğerimiz bir kalbin sonsuz duvarlarının ardında. Berzah'ın esaretinde bende vardım. İçimin duvarlarına çarpan yokluğu yüreğimi sızlatıyordu. Yanımda olmayışı endişemi ikiye üçe katlıyordu. Onu en son gördüğüm de aramızda olan camın ardından bana demişti ki:

"Sihirli sözcüğün işte bu... Biz bunu da bir imtihan saymayalım mı? Sakın bunun için kendini üzme ve bana sonsuza kadar burada kalacakmışım gibi bakma. Sen bana böyle baktığında kendimi gerçekten mahkummuş gibi hissediyorum."

Bir hafta geçti polislerin onu alıp götürmesinin üzerinden. Berzah'ın tutukluluk süresinin uzatılmasının üzerinden ise tam dokuz gün geçti. Bu geçen her gün bir ay gibiydi benim için. Onu bir kez mahkeme günü gördüm, bir kez de iki gün önce ziyarete gittiğim gün ama hala açık görüşe izin vermiyorlardı ve onu bir camın ardından görmek beni çok üzmüştü. Kendimi tutamayıp ağlamaya başladığımda onun da kötü hissedeceğini düşünmemiştim. Benden daha kötü bir durumdaydı ama hala beni teselli edecek yürekliliği gösteriyordu. Berzah bana hissettirmemeye çalışıyordu ama son bir haftadır delirmek üzereydi. Ona göre değildi bir dört duvarın içine tıkılmak. O kalbinde de özgür olamayan biriydi ve karşısında duran duvarlar içine yığılıyordu.

Zeyd'in Erkan Tuğ'a açtığı dava askıya alınmış; Berzah, Hasan Özer'i öldürmek suçundan tutuklanmıştı. Hem de profesyonel bir biçimde kanıtlanarak. Bunlardan en önemlisi de evde yapılan aramada cinayet silahının Berzah'ın kasasında duran İbrahim Akad'ın silahı olarak bulunmasıydı. Tabi ki bunun arkasında kimin olduğunu biliyorduk. Erkan Bey ters köşe yapmış hem kendi suçlamalarını kaldırtmış hem Berzah'ı içinden çıkılamayacak bir işe sokmuş hem de bu düğümü çözecek tek kişiyi ortadan kaldırmıştı.

Berzah'ı polislerin götürdüğü gün Zeyd de ortadan kayboldu. En ihtiyacımız olduğu bir anda hem de. Herkesin eli kolu bağlıydı. Berzah da Talha da Zeyd'i kimin sakladığını biliyorlardı ama ellerinden bir şey gelmiyordu. Masa'nın da kuralları vardı ve bu saçma sapan kurallar bizim elimizi kolumuzu bağlıyordu. Eğer Erkan Bey’den Zeyd'i istiyorsak onu tehdit etmemiz gerektiğinden artık bende emindim. Sorun şu ki onu tehdit edecek tek kaynağımız da hala hastane de yatmaktaydı. Ki bu mümkün olsaydı dahi Asude'yi bu işe karıştırmalarını asla istemezdim, buna izin vermezdim. Hala hastanede olduğunu biliyordum. Herkes intihar ettiğini düşünüyordu en büyük sebebi ise sevdiğim adamdı onlara göre ama ben buna inanmıyordum. Asude o pişmanlığını tekrarlayacak biri değildi bunu onunla sadece bir kez ettiğimiz sohbetin sonunda anlamıştım. Sanırım onun şimdiki halinin tek sebebi babasıydı.

Babam tüm tanıdığı dostlarını aramış bir yol bulmaya çalışmıştı ama sonuç hep aynıydı. Talha elinin uzandığı her yerde Zeyd'i arıyordu ama çabalar nafileydi. Zeyd yoktu ve o yoksa Berzah’ın beraat kararı da yoktu. Talha'nın da Berzah'tan bir farkı yok, o da delirmek üzere. Zeyd'i bulamıyor, Berzah'ı kurtaramıyor ve babasının onu bu işin içinden çekip almak isteyerek ona baskı uygulaması ise onu arada bırakıyordu. Elinde olsa çoktan yapışmıştı Erkan Bey’in yakasına ama onu tutan babasıydı. Nuh Bey, Talha'nın bu işe karışmasını kesinlikle istemiyordu ama oğlu kardeşim dediği insanın yanında duruyor babasının bu sözünü çiğniyordu.

Beni teselli etmek için il dışından geldiği gibi soluğu yanımda alan Elçin'i gördüğümde babamın ve Berzah'ın yanında yapamadığım için hüngür hüngür ağlamıştım. Elçin, şimdiye kadar olduğu gibi yine en zor anımda yanımda durmuş, bana destek olmuştu ta ki Emir’in karşısında:

"Zeyd'in delilleri tersine çevirmeyip Erkan'ın tarafını tutmadığına ve Berzah'ı hapse attırmak için bunu yapmadığına emin misiniz?" diyene kadar. Ben tam:

"Zeyd öyle biri değil." diyerek açıklamaya başlamıştım ki Emir küreyerek Elçin'in üzerine yürüdü:

"Ne dediğine dikkat et ya da derhal burayı terk et. Ne bildiğini sanıyorsun?"

Neyse ki ben Emir'in önüne geçtiğimde Şimal de onu kolundan tutup sakinleştirdi. Emir onu gördüğüm günden bu yana ilk defa bu kadar öfkeliydi. Her zaman ki sakin ve neşeli hali ortadan kalkmış bambaşka birine dönüşmüştü. Yanlış bir şey söylediği için gözleri dolan ve kendini kötü hisseden Elçin'i arabasına bindirip evine yollarken ona teselli verecek halde de değildim.

Ortada dönen oyunlar benim başımı ağrıtmaya başlamıştı. Tek bir hedef, tek bir suçlu vardı; Erkan Tuğ. Ama elimizde hiçbir kanıt yoktu. Yaydan çıkardığımız ok bizi vurmuştu. Berzah cinayetle suçlanıyordu ve ilk soru şuydu; o silah kasadan nasıl çıkmıştı? İkinci soru kasaya tekrar nasıl gelmişti? Evde bizden başka kimse yokken bunu kim nasıl yapabilmişti? Aklımda ki tüm şüpheli listesini tekrar tekrar düşünüyordum ama sonuç temiz bir listeydi ve bir sonuca varamıyordum. Emir eve giren çıkan herkesi kontrol etmişti ama sonuç yoktu.

Sabah namazından sonra uyuyamamış salonda ki pencereden dışarıyı izliyordum. Kaç saat geçti bilmiyorum. Aklım bugün ki görüşme günündeydi. Berzah'ı görecektim bugün.

"Kızım," babamın sesi daldığım düşüncelerden birden çekip aldı beni, ürkerek geri çekildiğimde koluma dokundu: "İyi misin?"

"İyiyim baba." hiçbir şey demeden omzumu sıvazladı ve bana sarılıp başımdan öptü, bu bana söyleyeceği tüm kelimelerden daha önemliydi ve daha iyi gelmişti. Dış kapının açılmasıyla Emir kapıdan içeri girdiğinde babamla bizi görüp salona yanımıza geldi. Yorgunluktan avurtları çökmüştü. Onu en son önce ki gece görmüştüm o zamandan bu yana eve yeni geliyordu.

"Bir gelişme var mı oğlum?" diye babam sorduğunda ben cevabı bildiğimden sustum.

"Yok. Aklımı oynatacağım, yok." sessizce kendi kendime sordum:

"Ne zamana kadar sürecek bu?"

"Kendinizi umutsuzluğa koy vermeyin. Elbet geçecek bu günler." Emir babamı duymamış gibiydi:

"Talha, bugün yarın Erkan’ın yakasına yapışacak."

"Nuh, asla buna izin vermez. Ayrıca unutmayın ki eğer Erkan'a karşı bir adım atarsanız bu Vahap'a ve Zekeriya'ya da değecektir boş bırakmazlar sizi."

"Bizde üstünüz siz varsınız, Cemal abi var, Suat abi var."

"Emir oğlum bak-"

"Bir an önce bir şey yapmalıyız. Berzah'ı orada bırakamayız."

"Biliyorum ama sabretmeniz gerek."

"Nereye kadar, tüm ipuçları bir yerde donuyor, sonuç yok."

"Atladığımız bir şeyler olmalı."

"Ama ne? Erkan nasıl olurda hiç açık vermez." dediği anda çalan telefonumdan Selen’in aradığını görüp hemen cevapladım:

"Günaydın Hare Hanım, Hicaz beye ulaşamadım da."

"Yanımda," babama baktığımda hoparlöre almamı söyledi dediğini yaptım.

"Seni dinliyorum Selen," dedi.

"Dediğiniz gibi tüm belgeleri kontrol ettim ama elimizde olan tek şey Berzah Bey’in Hasan Özer'in evine girdiğine dair kamera kayıtları. Kayıtlar ise bir gün öncesine ait tabi bu kanıtlarda belirtilmemiş."

"Yani Erkan Berzah'a Hasan'ı bulmasını söylediğinde Hasan zaten ölmüştü."

"Öyle görünüyor. Ayrıca Erkan Bey hastaneden hiç ayrılmadı. Bir haftadır Asude Hanım’ın yanında. Bu biraz-"

"Tuhaf."

"Evet efendim bende öyle düşündüm. Söylediğiniz gibi şu sürekli yanında olan adamını takip ettik ama bir şey çıkmadı. Tüm ipuçları kopuyor bir yerde, yarı yolda bırakılıyoruz."

"Biliyorum. Sen ne düşünüyorsun Selen?" diye babam sorduğunda ahizeden Fırat'ın sesi duyuldu:

"Günaydın Hicaz abi kusura bakma böyle daldım ama,"

"Önemli değil oğlum, söyle."

"Ne kadar düşünürsem düşüneyim bir çıkış yolu bulamıyoruz. Bu iş bana o dedektif dizisinin bir bölümü hatırlattı." dediğinde Emir gülerek geriye yaslanıp yüzünü kapattı o da benim gibi düşünüyordu eminim. Gözlerimi devirip önüme döndüm. İşimiz dizilere kalmışsa gerçekten hiç yol kat edememişiz demekti. Fırat bizi görmediği için devam etti: "Hatta sizinle beraber izlemiştik o bölümü. Hani fırıncının karısının valiyi öldürdüğü bölümdü. Dedektif tüm ipuçlarını takip ediyordu ama hep aynı yere geliyor bir sonuca ulaşamıyordu."

"Evet, hatırlıyorum."

"Ama en sonunda katile ulaştığında söylediği sözü hatırlıyor musunuz?" diye sorduğunda babam bir kaç saniye düşündü ardından sessizce düşüncelerinden o satırları okuyormuş gibi söylendi:

"Eğer ipuçları sizi yolun tam ortasında bırakıyorsa ipi arkasında ki bir başkasıdır."

"Aynen efendim, belki de yanlış kişiyi takip ediyoruzdur. Belki de validen değil eve gelen çiçekçiden başlamalıyız, basite yoğunlaşmalıyız."

Gerçekten babamla Fırat'ın Sherlock Holmescülük oynamasına inanamıyordum burada konuştuğumuz gerçek bir mevzuydu onlar işi senaryolaştırmaya çalışıyorlardı. Çiçekçiyi takip etmemizi söyleyen Fırat'a kızmıştım biraz. Erkan Tuğ'u vali yapsa da çiçekleri muhtemelen Hasan Özer getirirdi herhalde diye güldüm içimden, e tabi o da öldüğüne göre görevini Halid alırdı bu defa. Nede olsa yeni oyuncağı-

"Halid." diyerek şaşkınlıkla söylendiğimde babam anında kaşları çatılmış bir vaziyette bana döndü. Emir ise bana anlamayarak bakıyordu:

"Halid mi?" diye sordu:

"Belki de çiçekçi odur." ikisi de ne demek istediğimi anlamaya çalışıyorlardı: "Halid eğer Erkan'ın elinde değilse bize bir ipucu verebilir." babam nihayet mantıklı düşündüğümü anladığında Emir'e döndü:

"Halid ile ilgili bir bilgin var mı?"

"Hayır. Henüz ölüm haberi gelmedi."

"O halde hedefimiz belli." dediğinde Selen ahizenin diğer ucunda kendini hatırlattı:

"Efendim, ne yapmamızı isterseniz?"

"Çiçekçi Halid."

"Peki efendim." telefonu kapattığımda Emir kendi telefonunu çıkarı birini aradı:

"Abdurrahman, bana derhal Halid'in Erkan'ın elinde olup olmadığını öğren acele et. Sonra da hemen şirkete gel." ayağa kalktığında bu defa başka birini aradı: "Talha!"

Emir evden çıktığında geride biz kalmıştık. İçimden bu defa hayal kırıklığına uğramamak için dualar ediyordum. Nihayet vakit geldiğinde artık koşar adım odama çıkıp hazırlanmaya başladım. Şükran Teyze rahatsızdı bu yüzden sadece babam ve ben cezaevine gidecektik. Berzah'ı görmeyeli dört gün oluyordu. Tam dört ay gibi geçen dört koca gün. Son görüşmemiz bir camın ardından sadece on dakikalık bir görüşme idi ve onu sımsıkı sarılıp içime saklayacak kadar çok özlemiştim.

Vakit geldiğinde kapıdan çıkıp arabaya bindik. Babam da bende sessizdik yol boyunca. Aklımda Halid'i bulduğumuzda bir sonuç çıkıp çıkmayacağı ile ilgili kurgular vardı. Ayrıca Berzah'ı görmenin heyecanı ufak tefek çarpıyordu içimin bir yanında. Derin bir nefes aldım ama oksijen yetmiyordu bana sanki. Pencereyi açıp soğuk havanın yüzüme çarpmasına izin verdim. İçimde tuhaf bir his vardı ve bu beni endişenin kucağından çekip korkunun avuçlarına bırakıyordu. İçimden bir Ayetel Kürsi okudum, bir istiğfar çektim. Duamın sonuna gelip de amin noktasını koyduğum vakit cezaevinin bahçesindeydik. Boş bahçe de ilerlerken babam, ben ve bize eşlik eden görevli memurun betondan yankılanan ayak sesleri dışında çıt yoktu.

Sabırsızlıkla bitmeyen yol ve geçmeyen zamanın içinde görüşme salonuna girdiğimiz de babam masada duran sandalyeyi çekip oturdu. Ben ise ayakta odayı arşınlamaya başladım. Bize eşlik eden memur yanımızdan ayrıldı. O an Berzah'ı beklemenin zorluğu içime oturdu. Elimde ki saati beş dakika da bir kontrol ediyordum. On beş dakikanın ardından sabrım tükenme raddesine geldiğinde benim sabırlı olmam ikazını yapan babamın bakışları ile karşılaştığımda bir istiğfar daha çekip diğer sandalyeye oturdum.

Zaman ilerledikçe içimde ki korku da ilerledi ve tüm içime yayıldı. Yirmi dakika geçtiğinde benim için bu kadar yeterdi. Tam ayağa kalkmıştım ki kapıda aynı anda açıldı. Başka bir görevli memur gelip babamın başında durduğunda bende tam karşısında durdum. Sabırsızlıkla neden Berzah'ın değil de şuan onun yerinde kendisinin olduğu ile ilgili açıklamasını dinlemeye başladım ama mevzu o değildi.

"Üzgünüm efendim ama Berzah Akad bugün görüşe çıkamayacak." babamdan önce konuştum:

"Ne demek çıkmayacak? Neden?"

"Bir bilgim yok-" o an içimde birikmiş korku patlak verdi. Hicaz Karan'ın kızı değildim Berzah Akad'ın karısıydım.

"Ben hemen, şuan Berzah'ı görmek istiyorum. Beni anladınız mı?"

"Üzgünüm hanımefendi size sadece bunu iletmem söylendi."

"Siz bana nedenini açıklamadan kalkıp da onu göremeyeceğimi söylemezsiniz-"

"Hare-" babam elini omzuma atmasıyla ona döndüm. Benden bakışlarını çekip memura döndü: "Çetin Bey ile görüşebilir miyiz?"

"Beni izleyin." diyerek bize yol gösteren memuru takip edip müdürün odasının yolunu tuttuk. İçeri girdiğimizde büyük masanın gerisinde bizi karşılayan Çetin Bey ayağa kalktı:

"Hicaz Bey, Hare Hanım oturun lütfen." babamı beklemeden söze başladım:

"Bugün görüş günü Çetin Bey. Ve bana neden Berzah'ı göremeyeceğimi söyleyin?"

"Bakın Hare Hanım. Lafı uzatmayacağım. Eşiniz şuan hastanede.”

"Ne?"

“Dün gece sabaha karşı koğuşta bir tartışma çıkmış. Tartışmadan ziyade sanırım birileri eşinizi öldürmek istemiş. Eşiniz yaralandı bu yüzden hastanede-"

Dilim damağım kuruduğunda sabahtan bu yana içimde dönüp duran korku patlak verdi. Sonunda Erkan istediğine ulaşmıştı. Dolan gözlerle babama baktım.

"Hangi hastane?" babamın sorduğu soruya müdür bey sakin bir şekilde cevap verdi:

"Onu görmeniz mümkün değil. Berzah Bey’e saldıran adam da ağır yaralamış o da şuan hastanede. İkisi de gözetim altında olduğu için yasalar gereği görüşmeniz olanaksız görünüyor." Çetin Bey’i dinlemiyordum babama bakıyordum. Babam sakin bir yüz ifadesi ile oyalanmadan ayağa kalktı.

"Biz çıkalım." Beklemeden peşinden ayaklandım hemen. Dışarı çıktığımızda babama döndüm elinde telefonu vardı acele ile bir kaç numarayı tuşladı.

"Baba-" eliyle susmam için işaret verdi ardından kulağına götürdüğü telefonu sessizce dinledi karşı taraf birkaç saniye sonra açtı telefonu.

"Alo, Selçuk! Nasılsın kardeşim... Allah razı olsun bende iyiyim... Bir sıkıntım var da yardımcı olur musun diyecektim... Allah razı olsun... Damadım şuan cezaevinde."

Selçuk Kara babamın hatırı sayılır savcı bir arkadaşıydı. Ankara da görev yapıyordu. Babamla yıl içinde birkaç kez görüşürlerdi, ben kendisini hiç görmemiştim ama emindim ki babamı asla kırmazdı. Öyle de oldu. On dakika içinde Berzah'ın kaldığı hastaneyi öğrenip onunla görüşmek için gerekli izni almıştık. Yol nasıl geçti ya da ben ne hissettim bilmiyordum, canına bir şey olacak korkusu içinde boğuşurken hastaneye ulaştığımızı bana hatırlatan, koluma dokunup daldığım yerden çıkaran babam oldu. Endişe dolu gözlerim ona döndü ardından acele ile arabadan indim. Merdivenleri çıkarken ellerim titremeye başlamıştı. Anladım ki ona yaklaştıkça onun için endişem katlanıyor içim korku ile katmerleniyordu. İkinci kata vardığımızda kapıda nöbet bekleyen jandarma görevlileri ve babamın avukatını gördüm. Gözümde zar zor tuttuğum bir damla aktı. Odanın kapısının önünde durduğumuzda bizden önce hastaneye gelen avukat izin için gereken evrakı gösterdi ve sonunda babam içeri girmem için kapıyı açtı. Bismillah diyerek içeri girdiğimde Berzah'ı yatakta oturmuş vaziyette giydiği beyaz tişörtün ucunu sıyırmış küçük bir bandajla kapatılmış bıçak yarasına bakarken buldum. Başını kaldırıp gelenin ben olduğumu gördüğü anda hızla tişörtünü indirdi.

"Hare!" dedi şaşkınlığını gizlemeyerek. Berzah'ın sesini duyduğumda serbest bıraktığım gözyaşlarım ile ona doğru atıldım.

"Çok şükür.”

Boynuna sarıldım sımsıkı aynı anda o da kolları ile sardı beni. İçimde ki korkunun üzerine bir kaç örtü atıp uzaklaştırdım içimden. Avaz avaz haykırdım sevincimi 'o iyi' diye. Bir kaç dakika öyle kaldık. Hala kendi kendimi teselli ederken içimden, buna Berzah da katıldı.

"Şşş. Tamam, iyiyim." dedi. Geri çekilip yüzünü avuçladım.

"Allah’a şükür. Sana bir şey oldu diye çok korktum."

"İyiyim." uzanıp yanağımdan öptü ardından boynumu saran şalıma gömdü başını.

"Endişelenme artık, benim için."

"İyi misin?" diye sordum bir kez daha tasdik etmek için.

"Sadece seni özledim." dedi. Yüzü solgun görünüyordu.

"Orda yemek yiyebiliyor musun?"

"Seni çok özledim." dedi sorumu görmezden gelip. Gözünün altında ki morluk dikkatimi çekti uzanıp oraya dokundum.

"Uyuyabiliyor musun?"

"Seni özledim." Berzah geri çekilip gözlerimin içine süzdü safir deryalarını.

"Bende seni özledim,” Uzanıp gözlerinden öptüm: “çok özledim." diye fısıldadım, sesim çatallaşmıştı.

"Bir kez daha özledim dersen buradan beraber çıkarız." çıkarız dedi neşesiz gülerek, yapardı o yüzden sustum. Tişörtünün ucunu tutup kaldırdım. Karnının sol tarafında geniş bandaj duruyordu sulca dokundum çatık kaşlarımla baktığımı gören Berzah sıyırdığım tişörtü indirip onu tutan elimi çekti:

"Gerçekten iyiyim. Dün bir tartışma çıktı bende ayırmak-"

"Biri seni öldürmeye çalıştı ve bunu yaptıranın kim olduğunu ikimizde biliyoruz."

Sessizleşti. Doğru söylediğimi biliyordu, gözlerini kaçırdı benden başka bir söz etmek istemediği için. Eğilip gözlerinin içine baktım ve tekrar uzanıp ona sarıldım. Kapının çalınması ile geri çekildim ve yataktan kalktım. Babam başını uzatarak izin ister gibi odaya baktı ilk önce ardından içeri girdi. Berzah yavaşça doğrulmaya çalışırken babam rahatsız olmaması için eli ile onu durdurdu ve yatağın başında durup Berzah'ı süzdü.

"İyi misin oğlum?"

"İyiyim, ufak bir sıyrık sadece."

"Geçmiş olsun inşallah." dedi ardından Berzah'ın başucunda duran sandalyeye oturdu: "Fazla vaktimiz yok bir kaç dakika içinde çıkacağız. Fehmi dışarıda, iyi bir avukattır, en azından Zeyd'i bulana kadar o ilgilensin."

"Zeyd'den bir haber yok mu hala?"

"Henüz yok ama Halid'in bir şeyler bildiğinden şüpheleniyoruz ya da en azından bize Erkan ile ilgili bir bilgi vereceğini düşünüyoruz."

"Halid mi?"

"Evet. Bu son çaremiz. Emir bu yüzden Halid'in peşinde. Yavuz belgeleri buldu Halid'i de bulabilir diye düşündük ama-"

"Nuh Bey buna izin vermez."

"Öyle."

"Halid ile anlaşamazsınız. Emir'i öldürmek istiyor. Benim canımı kurtaracaksa Emir'in canını isteyecektir. Bu imkânsız."

"Anladığı dilden konuşuruz."

"Zeyd için endişeleniyorum."

"Suat'la konuştum, Talha her yerde onu arıyor." Berzah başını eğdi.

"Halid nerde olabilir ki?"

"Onu bulmak istiyorsak onun gibi düşünmeliyiz ama namümkün." bir kaç dakikalık bir sessizlik oldu. Ardından Berzah aklına bir şey gelmiş gibi bana baktı:

"Amcan." anlamayarak ona baktım, babama döndü bu defa: "Ben Halid olsaydım. Kimsenin aklına gelmeyecek dikkat çekmeyecek ve kimsenin bunu birine uçurmayacağı tek bir yer seçerdim."

"Akıl hastanesi mi?" diyerek şaşkınlığımı belli ettim. Tamam, eğer gerçekten de Halid'i orada bulursak zekasına şapka çıkarmak gerekecekti. O sırada içeriye kapıda ki jandarma içeri girdi:

"Süreniz doldu artık çıkmalısınız." babam ayağa kalktı:

"Çok yakında görüşürüz oğlum, kendine dikkat et."

"Merak etmeyin." diyen Berzah'ın gözü üzerime sabitlendi. Babam çıktıktan sonra tekrar yanına oturdum. Elini tutup gözlerinin içine baktım:

"Kendine dikkat etmelisin. Gerçek anlamda çünkü benim sana ihtiyacım var."

"Beni merak etme, sen de kendine dikkat et çünkü gerçek manada sana ihtiyacım var. “ sımsıkı doladım kollarımı boynuna, geri çekilirken yüzümü avuçladı göz kapağımdan öptü.

"Git artık. Uzadıkça daha da zor oluyor ayrılması." dedi gülümseyerek, ayaklandım:

"Dinlen biraz. Yemek ye ve Uyumaya çalış." onaylamak yerine tekrar gülümsedi.

. . .

Babam ile birlikte vakit kaybetmeden rehabilitasyon merkezinin yolunu tuttuk. Uzun yolun sonunda ipin ucunu görmüştük şimdi ise onu tutanı yakalamak kalıyordu, bir şeylere ulaşabilecektik bundan emindim. Ya da emin olmak istiyordum ikisi de olabilirdi.

"Baba!" dediğim de sesimden anlamış olacak ki elimden tuttu.

"Korkma, doğru ulaştıracak olan Allah’tır."

"Muhakkak, ama elimde değil endişeleniyorum."

"Anlıyorum güzel kızım ama sende bu yolun sonunu göreceğine olan inancını taze tut. Ancak öyle dayanabilirsin." Başımı çevirip pencereden dışarıyı izlerken bir süre sonra kalbimden dağılan aklımda ki endişemi babama da söyledim.

"Sanırım onu kaybetme korkusu yüzünden kendimden biraz uzaklaşıyorum." önce buruk bir tebessüm etti ardından pencereden dışarıya baktı babam da.

"Çok seviyorsun onu. Dikkatli olmazsan sevginin ölçüsünü kaçıracaksın, biliyorsun. Korkuyorsun. İstiğfar getir ve Allah'a sığın. Olaylar seni imandan uzaklaştırmasın. Aksine yaşananlara katlanmanın tek sebebinin imanın olduğunu hatırlat kendine ve bunları yaşatan Allah'ın sevgisini başka bir sevdanın değil ardına bırakmak yanına dahi koyma. Onu sana getiren, kaderinin onunla birleştiren ve seni ona sevdiren Allah'tı unutma eğer unutursan; Allah sana bunu hatırlatır. Aklından çıkarma."

Bunun üzerine söyleyecek bir şey yoktu. Haklıydı. Endişelerim o kadar doldurmuştu ki beni irademin surları zayıflamıştı. Düşüncelerimden ve kalbime süzülen fısıltılardan kaçamadığımı fark ettim o an ve bunun için Allah’a sığınmayı seçtim yeniden. Ve az sonra araba hastanenin önünde durduğunda babam benden önce indi arabadan.

"Abdurrahman, Hare'ye eşlik et. Dikkatli olun." dediğinde onun bizimle gelmeyeceğini anladım. Amcamı görmek istemiyordu. Babamın onu görmek istememesini anlıyordum. Anladığım başka bir şey daha varsa eğer bu; benimde onu görmek istemediğimdi ama içinde bulunduğum durumu düşününce Berzah için onu görebilirdim hatta konuşmaya da çalışabilirdim. Bu yüzden kararlı bir şekilde kapıya yöneldim. Abdurrahman ile beraber geniş koridordan geçip ikinci katta ki odaya çıktık. Kapının önüne geldiğimizde Abdurrahman'a döndüm:

"Gidip kat görevlisi ile konuş, yakın zamanda onu ziyarete gelen kimse var mı öğren? Ayrıca hemşireyi de unutma."

"Peki efendim."

Beklemeden kapıdan içeri girdim. Amcam yine aynı pencerenin önünde oturmuş başı hafifçe yana düşmüş dışarıda ki yeşil manzarayı seyrediyordu. Onu son gördüğümden biraz daha solgun görünüyordu daha da zayıflamıştı. Önüne geçtiğimde çökmüş avurtlarına baktım. Ardından dizlerinde ki düşeyazan battaniyeye takıldı gözlerim. Üşüyor muydu? Eğilip battaniyeye dokundum düzeltecektim ki bir an duraksadım. İçimde derin bir yerlerde inceden bir sızı yayıldı. Vicdanım baş gösterdi ki annemin silueti gözümde canlanana kadar. Anında geri çekildi vicdanım. Öylece durdum bir kaç saniye. Hatay'da iken onu son gördüğümde aramızda geçen konuşma düştü zihnime. "Merhameti olmayana merhamet edilmez." Demişti. O merhametli miydi? Ben ona merhamet etmek istiyor muydum? Annemin katiliydi o. Ona merhamet edemezdim. Etmemeliydim. Ama... Yavaşça düşen battaniyeyi kaldırdım ve tekrar dizlerinin üzerine örttüm. Yutkundum:

"Selamünaleyküm amca... Nasılsın? ... Bende iyi değilim... Biliyor musun babam dışarıda... Evet, yaşıyor... Hiç sevinmemişsindir... Ama ben çok sevindim... Allah ne güzel mükafatlar ne adaletli cezalar veriyor değil mi?... Elhamdülillah... Evet babam seni görmek istemediği için buraya gelmedi. Haklı değil mi? ... Ne de olsa sen onun karısını öldürttün... Annemi öldürttün... Niyetin o değil miydi?... Ama sen yine bir şeyi daha eline yüzüne bulaştırdın değil mi?... Amca hayatın boyunca ne yaparsan yap ama asla babam gibi olamazdın. Merhametsiz bir adam değil çünkü babam... Ama sen merhametten yana nasipsizdin hep... Allah günahlarını affetsin."

Abdurrahman kapıyı tıklatıp içeri girdi:

"Hare hanım! Malasef siz, Berzah bey, Derya hanım ve eşi Cihan bey dışında farklı bir isim yok." dediğinde tüm umutlarım yerle yeksan oldu.

"Ne büyük sürpriz." tanıdık sesi duyduğumda kapıda durmuş bize bakan temizlik görevlisi yaşlı bir adamı görünce kaşlarım çatık ona baktım. Gülümsüyordu. Bir kaç saniye sonra tanımadığım adam gözünde ki geniş çerçeveli gözlüğü ve şapkasını çıkarınca şaşkınlıkla Halid'e baktım. Hastaneye temizlikçi kılığında gireceği asla aklımın ucundan dahi geçmezdi. Abdurrahman'ın eli belinde ki silaha uzanmıştı ki Halid önce davranıp silahını ona doğrulttu:

"Sakın. Ver o silahı." Abdurrahman hareketsiz durunca Halid bu defa elinde ki silah ile beni işaret ettiğinde Abdurrahman onun dediğini yapıp silahı çıkardı ve ona uzattı: "Hare'nin yanına geç. Aptalca bir şey yapayım deme." Abdurrahman yanıma geldiğinde Halid'in yüzünde memnun bir ifade oluştu. Bu halinden bir parça korkmuştum ama bunu ona belli edemezdim. O Berzah'ın düşmanıydı bu da beni onun hedefi yapardı. Bu yüzden bir korkak gibi davranmayı bırakıp başımı dik tuttum. Halid tam karşımıza geçip Abdurrahman'a doğrulttuğu silahı çekmeden konuştu:

"Ne güzel bir sürpriz değil mi Hare?"

"Temizlikçi kılığına girip saklanman daha büyük bir sürpriz..."

"Daha erken bekliyordum." diyerek gülümsediğinde bende telaşsız sakin bir şekilde cevap verdim:

"Meşguldük." Halid'den farklı olarak ben rol yapıyordum o ise zaten rahattı çünkü elindeydik. Bunun keyfi ile konuşuyordu:

"Berzah'ı ziyarete gitmeliyim değil mi?"

"Yanına gidince elbette bir selam vermelisin. Tabi Berzah o zamana değin orada olursa."

"O selamı Berzah'a taziye için gideceğim güne saklıyorum."

"Beni öldürmen bir şeyi değiştirmez."

"Deneyelim mi? Emir mi Hare mi diye sormuştum o gün Berzah'a. Kendisi bir karar vermedi madem kader seçimini seninle yaptı." dediği an damarına bastığımı anladım. İyi mi kötü mü bilemedim ama namlunun ucundayken bu bir aptallık dahi olsa başım dikti. Berzah beni görse gurur duyardı, sanırım. Ya da babam naif kızının bu kadar değiştiğini görse şaşırırdı. O anda gelen kişiyi gördüğümde şartlar değişti:

"Yerinde olsam bunu denemezdim Halid." Halid şaşkın bir halde kafasına doğrulan silaha baktı bu kez. Emir'in yüzünde sırıtan bir ifade vardı: "Şimdi indir o silahı."

Emir Halid'in elinde ki silahı aldı işte şimdi yer değiştirmiştik. Az sonra Halid karşımızda ki sandalyede savunmasız bir şekilde oturduğu halde Emir her an ateş etmeye hazır duran bir ifade ile silahı ona doğrultmuş ona nefretle bakıyordu. Düşmanı elindeydi ve onu öldürmek için uygun bir anın gelmesini dört gözle beklediğini hissettim. Tabi Halid’in de ondan bir farkı yoktu. Emir gözlerini kısıp başını eğdi.

"Senin bu kadar zeki olduğunu unutmuşum. Hastaneye daha önce baktırmıştım." Halid sırıttı:

"Beni bulacak zekaya sahip değilsin sen."

"Öyle mi dersin? Pekala o halde seni Erkan'a verecek zekaya sahip miyim görmek ister misin?"

"Bence şimdi burada Erkan'ın yapacağını sen yap. Yoksa seni bulma zahmetine bile girmeden ben kafana sıkarım."

"Şüpheliyim.”

"Cesaretimi mi sınıyorsun?" Emir'i mutlu eden şeyin ne olduğuna bir anlam veremediğimden öylece ona baktım:

"Emir, neler oluyor?" diye sordum. Emir rahat bir şekilde konuştu:

"Şöyle ki şimdi biz güzelce Halid'e bir kaç soru soracağız, belki bir şeyler isteyeceğiz ve o da biz ne dersek yapacak." bu defa kahkaha atma sırası Halid'deydi:

"Ah! Senin şu latifelerin…"

"Yo, latife değil. Şöyle göstereyim." dedikten sonra cep telefonunu çıkardı ve bir videoyu açıp telefonu Halid'e gösterdi. Video da yaklaşık on sekiz yaşlarında bir çocuk vardı. Gülümseyerek konuşuyordu:

"Baba, gördüğün gibi ben çok iyiyim. Özellikle de yakında geleceğini duyduğum için daha çok mutlu oldum. Seni çok özlemiştim. Ayrıca söz verdiğin gibi gelince birlikte maç yapacağız ve eminim yine seni yeneceğim. Çabuk gel bekliyorum baba."

Video bittiğinde Halid'in yüzü kireç gibi bembeyaz olmuştu. Video da ki çocuğun Halid'in oğlu olduğuna inanamadım; babasına zıt bir evlat. Henüz Halid'in kirine bulaşmadığı o kadar açık ki. Bir an onun gerçekleri öğrendiğinde ki hayal kırıklığını hissettim ve onun adına üzüldüm. Halid küfrederek sinirle ayağa kalktığında Emir onu elinde ki silahla oturttu:

"Şşş. Sakin ol Halid. Bir şey yaptığımız yok... Yani henüz." Halid yerine oturdu bir süre sessizlik oluştu. Ardından Halid tekrar konuştuğunda korkusunu gizlemeye çalışıyordu ama bu defa beceremiyordu:

"Ona bir şey yapamayacağını bilmediğimi mi sanıyorsun?"

"İnan bana annemi öldüren bir adamın oğluna acıyacak kadar merhametli değilim." Emir'in bu söylediği Halid'in öfkesini ayaklandırdı kükreyerek konuştu:

"Nihan'ı öldüren ben değilim sensin. Senin yüzünden intihar etti. Tek sebebi sendin. Senin için çektiği vicdandan dolayı intihar etti. Sen olmasaydın ben onu mutlu edebilirdim." Emir annesinin adını duyduğunda Halid'in öfkesinin iki katı bir sesle bağırdı:

"SENİN GİBİ BİR PSİKOPATIN YÜZÜNDEN İNTİHAR ETTİ ANNEM."

"Senin yüzünden öldü."

"Kendini böyle mi avutuyorsun? Sen ruh hastasısın. Annemi zorla alıkoyuyordun. Sen asla ona layık değildin. Olamazdın. En başından beri senin gibi bir şerefsizin karısı olmayı istemedi. Onu benimle tehdit ettin, benim için yanındaydı. Kocasını öldüren bir adamın zorla karısı olmaya dayanamadı... Sen o gün beni alıp o sandığa kilitlemeseydin, ona öldüğümü söylemeseydin annem beni asla bırakmazdı." Emir'in gözünden bir damla yaş düştü:

"Nihan beni seviyordu. O sadece beni seviyordu, aramızda ki tek engel sen ve babandınız. Onu öldürdüm seni de öldür-"

"Yeter!" diyerek Halid'in üzerine gidip silahı kafasına doğrulttuğunda parmağı tetikteydi. Vuracaktı:

"Emir dur." diyerek ona doğru bir adım attım. Korkudan elim ayağım titriyordu. Sesim ona gitmiyordu emindim.

"Emir!"

Babamın sesini duyduğumda biraz rahatladım. Onu durduracak tek kişi şuan oydu. Babam ona yaklaştığında Emir hala hareketsizdi aklında sadece üç kişi olduğuna emindim. Babası, annesi ve Halid. Ve şuan aklında ki tek şey doğrulttuğu silahı ateşlemekti. Annesine saplantılı bir şekilde aşık olup kocasını öldürmüş ve ölümüne sebep olmuş bu adamı öldürürse asla pişmanlık duymazdı. Anne ve babasının intikamını almış olacaktı. O an vicdanımın ve merhametimin görünmediği kısacık bir salise kadar ki zaman diliminde Emir'in Halid'i vurmasını istedim. Bunun için üzülmezdim. Ta ki bende babamın sesini duyana kadar... Düşündüğüm şeyden utandım. Ve geri çekildim. Babam Emir'in yanına geldi. Hala soğukkanlı oluşu takdir edilecek bir davranıştı.

"Dur oğlum. Sen onun gibi bir katil değilsin."

Emir'in omzuna dokunduğunda Emir elinde ki silahı yavaşça indirip geri çekildi. Şuan en çok yapmak istediği şeyi durduran babam değildi biliyordum. Berzah ve Zeyd'di. Emir geri çekilip kendini tutmak ister gibi odanın en köşesinde durdu. Neler olduğunu şimdi kavrayan ben derin bir nefes aldım. Tüm bu odada olanlara rağmen hala hareketsiz duran amcam, kapıda bekleyen Abdurrahman ve Umut, odanın köşesinde ayakta durmuş aklında ki parçalara bölünen Emir, ona ihtiyacımız olan Halid, içimizde ki tek sakin kişi olan babam ve etrafında hızla gelişen olayların akışına kendini kaptırmış ben. Beni, dağılmış yapboz gibi duran, kafamı karıştıran andan çıkaran babamın sesi oldu.

"Gümrükten geçirilen mallara baskını yapan sendin değil mi?" Halid babama cevap vermedi: "Erkan'ın hesaplarından aktarmaları alan da sendin." Halid yine cevap vermedi, babam Halid'i şöyle bir süzdü: "Bize yardım et." dediğinde Halid ona baktı ciddi bir ses tonuyla cevap verdi.

"Neden yapayım?"

"Çünkü seni oğlunla tehdit etmek istemiyorum Halid."

"Bu yaptığın zaten o değil mi?"

"Değil. Allah'a şükretmelisin. Ya karşında ki ben değil de Nadir olsaydı. Sence seninle şu şekilde dahi oturup konuşur muydu? Ya da Erkan, bir oğlun olduğunu öğrenir öğrenmez onu öldürürdü." Halid sustu çünkü babam haklıydı: "Halid! Sen akıllı bir adamsın. Erkan'ın seni bu piyasadan sildiğini biliyorsun. Sana bizim tarafımızı tutmanı söylemiyorum. İnan bunu istemiyoruz. Şuan seninle tek bir ortak noktamız var. İkimiz de en sevdiklerimizi korumak istiyoruz. Sen oğlunu, ben oğlumu..."

Halid de babam da sustu. Anladım ki babam Halid'e söylediklerini sindirmesini, mantıklı düşünmesini bekliyordu. Yardım edeceğini biliyordum çünkü babamın ikna kabiliyeti alkışı hak ederdi.

"Erkan beni öldürmek için her yerde arıyor. Hatta adım gibi emin ki sizinle konuşmam biter bitmez ölü bir adam olacağım. Size yardım ederim ama bir şartım var?"

"Seni Erkan'ın elinden kurtarmamızı mı istiyorsun?"

"Erkan hapse girse dahi bende ki hesabını unutmaz. Eninde sonunda bunu ödetir. Onu öldürün." duyduğum şeye inanamayarak Halid'e baktım. Nasıl olurda babamdan böyle bir şeyi isteyebilirdi ki? Babam buna da sakince cevap verdi.

"Bunu yapmayacağımı biliyorsun."

"Oğlumu bulacaktır, güvende değil. Bu yüzden ondan kaçmamıza yardım et."

"Nereye kadar?"

"Bizi rahat bırakacağı güne kadar ya da ben onu öldürene kadar…"

"Kabul."

"Anlaştık. Erkan beni sadece onu dolandırdığım için aramıyor. Mühürlü zarfımı açtı. Iraz'ı öğrendi. Onu bulmaya çalıştığını duydum. Bu yüzden yeni bir hamle yapmak için kasasını soydum. Şimdiye kadar ki tüm belgeler dosyalar ne varsa hepsini aldım. Onların peşinde. Kasayı soyduğumda Zeyd'in dosyaları da vardı şuan bu-"

Patlayan silah sesiyle çığlık atarak kendimi yere attım. Kulaklarım uğuldayıp da olayın şoku üzerime çöktüğünde titreyen vücudumu zapt edemiyordum. Belirsiz bir yerden gelen silah sesi camı parçalamıştı. Silah sesinden sonra yere düşe cam kırıklıkları kulakları dolduruyordu. Biri dışarıdan ateş etmişti.

"Hare!" babamın bağırışı çok uzaklardan geliyordu, kulağımda uğuldayan bir ses diğer tüm sesleri bastırmıştı. Bir kaç saniye sonra yanıma gelip başımı elleri arasına aldı. Bir kaç şey söyledi ama duymadım. Gözüm Halid'in bedeninden çıkan kanın yerde oluşturduğu birikintideydi. Emir hemen Halid'in yanına geldi.

"Halid! Halid! Duyuyor musun beni?" babam beni bırakıp Halid'in yanına gitti bu defa. Halid öksürdüğünde ağzından kan püskürdü. Emir, Halid'i sarstı:

"Halid! Belgeler nerede?"

"Kasa..."

"Hangi kasa?"

"İbrahim... kasa..." derin bir şekilde daha öksürdü. Ellerini zorlayarak Emir'in ceketinin kolunu sıktı. Bakışları ona sabitlendi. Emir kaşlarını çatmış anlamayan bir şekilde ona baktı: "Ir... Iraz. Sana emanet."

Emir hiç bir şey söylemedi. Onun donup kaldığını gören babam Halid'in başını yavaşça kaldırdı:

"Zeyd nerede Halid?"

"N..Nuh Bey..." dedi ve son kez nefes aldı. Gözleri açık, bakışları Emir'e sabitlenmiş bir şekilde öldü. Bu dünyadan ayrılırken geri de iki çocuk bırakmıştı biri o sandığa kilitlediği Emir diğeri canı olan Iraz. Bu kapatmadığı hesaplardı belki de gözlerinin açık gitmesinin sebepleri. Bilmiyordum. Sadece Halid'in ölümünü şok olmuş bir şekilde izlerken duyduğum üç isim vardı.

İbrahim, Nuh ve Iraz.

Üç isim ile söylediklerinin ikisi yalandı bana göre. Doğru olamazdı çünkü ilk olarak Berzah'ı çıkaracak belgeler İbrahim Akad'ın kasasında yani Berzah'ın evinde ki çalışma odasındaydı. İkinci olarak Zeyd'in Nuh Bey’in evinde olduğunu söylemişti yani Talha'nın babasının evinde. Son olarak oğlunu ölümüne nefret ettiği ve onunda kendisinden nefret ettiğini bildiği Emir'e emanet etmişti ve tek doğru olan buydu.

***


Loading...
0%